aşık pervane / SITKI PERVÂNE/SIDKÎ BABA, Zeynel Abidin

Aşık Pervane

aşık pervane

PERVANE

PERVANE
Deneme/İnceleme/Eleştiri • PERVANE

Hilet reha kon aşıkan divane şo divane şo/ Bırak oyunu ey aşık divane ol divane ol,
Vender dil-i ateş der â pervane şo pervane şo/ Sokul kalbine ateşin pervane ol pervane ol.
Pervane şo pervane şo/ pervane ol pervane ol.

Pervane muma aşık olmuş. Aşk acısı ve vuslat şevki ile ateşin etrafında dönmeye başlamış. Dönüşle kurbiyet artmış, aşk onu kendine çekmekte imiş. Aşkın çekimiyle çember daralmakta imiş. Mahbuba (sevgiliye) dokunmak cemalin görmek istemiş. Varlığın perdesini kaldırıp ateşin gerisindeki güzelliğe dokunmak istemiş.Dönüşün cezbesiyle kanadının ucunu hafifçe ateşe değdirmiş. Kanadı yanmış, kanadının yanışının acısından garip bir lezzet almış. Bu acı onu aşkından koparmamış tekrar dönmeye başlamış. Döndükçe cezbesi yeniden kabarmış. Ateşe yeniden kanat değdirmiş.Acı büyüdükçe lezzet de büyümüş. Döngüsü ziyadeleşmiş. Nihayet ateşi kucaklama arzusuna kapılmış, kendisini ateşe atmış. Ateş pervanenin bedenini kavurmuş. Pervanenin nefsi böyle kırılmış. Bu yanıştan mumun haberi olmamış. Ateş parladıkça başka onlarca pervane mumun ateşinden aşk ile yanıp zevk almışlar, cezbe ile ateşe yaklaşıp nefslerinden geçmişler. Ateş ile hemhal ve fena olmuşlar.

Bu hikaye başka bir hikayenin de benzeridir:

İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağının mizacına gire kurtara su- FUZÛLÎ

(Gülün dikeni bülbülün kanını içmek ister,
Gül bülbül kanının al reng ile kurtulmayı mizac eyler)

Aşk bir can verme işidir. Bülbül güle aşkından onun dikenini kalbine batırmıştı. Gül ise varlık zincirinde basit bir nebatat olmamaklığa bülbülün kendisine pervâne aşkı ile varacaktı. Gülün perişanlığı bir üst mertebeye çıkmak ile ilgilidir. Aşka olan meyyali güzellik bulmakla ilgilidir. Bülbül ise aşkı için şahadet arar, aşkı şehadette arar. O’nun aşkı harabattır, mahviyette fena olmaktır. Birinin güzelliği düşkündür, diğerinin mahviyeti kast-ı candır. Biri çırpınmadır ve diğeri batak. Biri derddir ve diğeri hazan yalnızlığı.

Kays’ın Leyla’nın aşkından çöllere düşmesi de benzer bir hikayedir. Çölde Kays artık Mecnun olmuştur. Maddiyatla bağlantısı kesilir, adeta ruh olur. Kendini ibadete verir. Bir gün Leyla onu çölde bulur. Mecnun, Leyla’yı tanımaz. “Sen de kimsin” der, “Leyla benim içimdedir; Leyla benim, ben Leyla’yım.” Bir gün adamın biri Leyla ile Mecnun’un adını duvara kazır. Mecnun onu görünce Leyla’nın adını siler. “Aşk’ta ikilik, sen ben davası yoktur” der. Mecnun aşk acısı yüreğini dağlayınca acının Leyla’dan değil Mevla’dan geldiğini idrak eder. Onun için arayışı Leyla değil, Mevla’dır. Yenişehirli Avni bu meseli şöyle anlatmış:

Mecnûn ki “lâ ilahe illâ” der idi
Teklîf-i visal eyleseler “la” der idi

Şol mertebe meftun idi “Leyla”sına kim
“Mevla” diyecek mahalde “Leyla” der idi.

Pervane’nin ateşe koşusu İslam tasavvufunun insan-ı kamil arayışına örnek teşkil ediyor. İnsanın benliğinden geçişi hakkında verilen bu misalin iyiniyetinden kuşkumuz yok. Schopenhauer da, “Çünkü hazlar negatiftir, öyle de kalacaktır; acılar ise pozitif duyumsanır. O nedenle yaşam mutluluğunun ölçütü acıların yokluğudur” demişti. Pervane aşk acısından ve ateşe koşudan varlık bilgisi çıkartmaya çalıştı. Gazali ise pervaneyi farklı bir şekilde yorumladı: “Pervâne, gün ışığına meftun olduğundan lambanın ışığını açılmış bir pencere zannederek kendini ateşe atar, ıstırap çeker. Fakat oradan biraz uzaklaşıp karanlığa düşünce tekrar lambaya atılır. Eğer lambanın ateşinin yaktığını tespit eden bir ruhu olsaydı, bir kere zarar verdikten sonra, kendisini aynı acıya sürüklemezdi.”

Anlaşılan o ki, Gazali’nin nazarındaki pervane hiç de Mevlana’nın nazarındaki gibi değil. Netice itibariyle bunlar bir yoldur. Ancak ateş- pervane meselinde pervanenin harabatı ve mahviyeti ateşin umrunda bile değildir.

Hz. Musa ile pervanelik meselesinde başka mecralar buluruz. Musa da tıpkı pervane misalli olarak Cemal’i görmek istedi. Rabbi ondan pervanelik istese idi, destur verecekti. Lakin, “Sen göremezsin/ len terâ-nî” dedi: “(Musa A.S) şöyle dedi: “Rabbim, bana (Kendini) göster, Sana bakayım.” (Allahû Tealâ): “Beni asla göremezsin. Ve fakat dağa bak/ unzur! O, mekânını kararlı tutabilirse (yerinde durabilirse); o zaman sen, Beni görürsün.” buyurdu. Rabbi, dağa tecelli ettiği zaman onu paramparça etti. Musa (A.S), bayılarak yere düştü. Sonra ayıldığı zaman: “Sen Sübhan'sın (Seni tenzih ederim). Sana tövbe ederim. Ben, mü’minlerin ilkiyim.” dedi.” (Araf 143). Musa Rabbinin dağa tecellisine bakmak/ nazar etmek ile vazifelendirildi. Pervane edilmedi.

Ateş ve pervanelik hakkında bir örnek de Hz. İbrahim (as) hakkında. İbrahim tevhid savunusu yapınca ateşe atılmakla cezalandırıldı. O ateşe girdi ama bu körü körüne bir “acı” ve mahviyet talebi değildir. Ateşe sürüldü ve ateş soğurdu. Ateş yakmadı. Ateşin yakmamasına şahitlik etti.

Kur’an’da pervanelik meselesinde anlatılan bir başka örnek daha vardır. Karia suresi 4. Ayet “O gün, İnsanlar darmadağın pervaneler gibi olacak.” diyor. Kurtubi bu ayeti özetle şöyle tefsir ediyor: Katade demiş ki: Pervaneler (el-ferâş) areşe ve kandillerin üzerine düşen, uçan canlı mahluklardır. Tekili “ferâşe” diye gelir. el-Ferrâ’ya göre de böyledir: Bu, sivrisinek ve buna benzer küçük uçan varlıklardır, çekirgeler de bu türdendir. Deyim olarak “O, bir feraşeden (pervaneden) bile daha akılsızdır” denilir imiş. Müslim’in Sahih’inde Cabir’den gelen bir rivayet: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Benim durumum ile sizin durumunuz, bir ateş yakıp da çekirgelerin, kelebeklerin (feraş) gelip içine düştüğü, kendisi de onları düşmesin diye Önlemeye çalıştığı bir kimsenin durumuna benzer. Ben sizlerin ateşe düşmemeniz için bellerinizden yakalayıp (çekmeye ve ateşe) düşmenizi önlemeye çalışıyorum, siz ise benim elimden kurtulup kaçıyorsunuz.” Kamer suresinde Allah: “Darmadağın çekirgeler gibi” (54 Kamer 7) buyuruyor. Pervaneler rastgele uçuyorlar. Belli bîr istikametleri yoktur, rastgele her tarafa şaşkınca giderler. Yahut çekirgeler gibi olacaklardır. Çünkü çekirgelerin özel olarak gözettikleri bir yönleri olur. “Darmadağın” etrafa dağılmış ve yayılmış olan demektir. İbn Abbas ve el-Ferrâ dedi ki: “Darmadağın pervaneler gibi” buyruğu, biri diğerinin üstüne çıkmış çekirgelerin, karman çorman hali gibi demektir. İşte insanlar da ölümden sonra diriltilecekleri vakit, birbirlerine böylece gireceklerdir.

Ateş ve pervane meselinde başka bir şey daha söylemek gerek. Pervane ateşe koşuyor. Oysa Kur’an’ın Müslüman adama verdiği ışık bilgisi nur’dur. Tahrim suresinde tevbe edenlerin nurlarından bahseder: “Ey inananlar, tövbe edin; umulur ki Rabbiniz; kötülüklerinizi örter ve sizi, kıyılarından ırmaklar akan cennetlere sokar, o gün Allah, Peygamberi ve inananlardan onunla beraber bulunanları horlamaz, nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar” (66 Tahrim 8). İnsanın pervane misali ateşe koşması değil de nur’un insana gelmesi İslam sanatının yönünü değiştirecek bir başka metafordur. Bu nedenle ben Leyla ile Mecnun hikayesinden Müslüman toplumlara has çok hayır beklemiyorum.

Ateş ile nur arasında bir çatışma var. Bakara suresinde aydınlanmak ateş yakanların Allah’tan gelen nuru kaybettikleri de anlatılıyor: “Onların durumu, ateş yakıp böylece çevresindeki şeyleri aydınlattığı zaman Allah’ın nurlarını giderdiği ve onları karanlıklar içinde bıraktığı kimselerin durumu gibidir. (Artık) onlar göremezler” (2 Bakara 17). Kozmos karanlıktır. İnsan yaktığı ateş ile aydınlanamaz. “Şimşek neredeyse onların gözlerini kamaştırır. Onları her aydınlatmasında onun (ışığında) yürürler. Ve onların üzerlerine karanlık çökünce de dikilip kalırlar” (2 Bakara 20).

Hakikat acının çocuğu değildir, nefsi arındırışın nurudur. İnsan tevbe ve yöneliş ile aydınlanır, karanlığını yırtar. Varlık en-Nur’dur ve mevcudat nur’un karanlığa tecellisiyle aydınlanmadır. Evrenin varoluşa çıkışı en-Nur’un alemlere feyzidir.

Asıl adı Zeynel Abidin olan Sıdkî Baba, 1865 yılında Mersin’in Tarsus ilçesine bağlı Yenice köyünde dünyaya gelmiştir. Babasının adı Mehmet, annesinin adı ise Eşeli’dir. Sıdkî’nın ailesinin soyu Oğuzların Bozok koluna bağlı Dede Garkın aşireti ve ocağından gelmektedir. Sıdkî, henüz çocukken babası vefat etmiş ve yetim kalmıştır. Kardeşiyle birlikte köy medresesinde okuma yazmayı öğrenen Sıdkî’nın, henüz altı yaşındayken “Pervane” mahlasıyla şiir söylemeye başladığı rivayet edilmektedir. 12 yaşındayken annesi izin vermemesine rağmen gönlündeki aşk ateşiyle evden kaçarak ününü duyduğu Hacıbektaş Veli Dergâhı’na gider. Sıdkî’nın şiirlerinden Hacıbektaş Dergâhı postnişini Feyzullah Efendi’ye intisap ettiğinde, yani 1876 yılında 12 yaşında olduğunu anlamaktayız. İki yıl sonra annesine duyduğu hasret nedeniyle mürşidinden üç ay izin alarak Yenice’ye gelen Sıdkî, Dergâh’a döndüğünde Feyzullah Efendi’nin vefat ettiğinin haberini alır. Dergâh postuna Feyzullah Efendi’nin büyük oğlu Cemalettin Efendi oturur. Sıdkî aynı zamanda medrese arkadaşı olan mürşidi Cemalettin Efendi’ye bağlılığı o derece güçlüdür ki, Cemalettin Efendi kendisine on dört yaşındayken o zaman kadar şiirlerinde kullanmış olduğu “Pervane” mahlası yerine, “Sıdkî” mahlasını verir. Sıdkî; “On dört yıl dolandım pervanelikte/ Sıdkî ismin buldum divanelikte” şeklindeki dizelerinde ve daha birçok şiirinde bu mahlası alışını konu edinir (Altınok 2013: 1-5).

Sıdkî Baba, Cemalettin Efendi’nin taliplerine yapmış olduğu ziyaretlerinin tamamına iştirak etmiş ve kendisine Hacıbektaş Dergâhı onaylı Cemalettin Efendi’nin halifesi ve vekili olduğuna dair bir berat verilmiştir. Sıdkî Baba, 1893 yılının temmuz ayında Dergâh’ta hizmet gören Çorum’un Alaca ilçesi İmad Hüyüğü köyünden Mehmed Dede Ocağı evlatlarından Ali Ağa’nın kızı Hatice ile evlenmiştir. Evliliğinden kısa bir süre sonra taliplerinin köylerini dolaşırken Merzifon’un Harız (Gümüştepe) köyünü beğenmiş ve eşiyle birlikte bu köye yerleşmiştir. Sıdkî Baba’nın ilk evinin burada olması, nüfusunun bu köye kayıtlı olması, çocuklarının burada dünyaya gelmesi ve ömrünün kalan kısmını bu köyde tamamlaması onun çeşitli kaynaklarda Merzifonlu ve Harızlı olduğunun aktarılmasına neden olmuştur. Kendisi de çeşitli vesilelerle Merzifonlu olduğunu vurgulamıştır (Altınok 2013: 1-5). Hayatının kalan kısmını Merzifon’da geçiren Sıdkî Baba, Hacıbektaş Veli Dergâhı’nın bu yöredeki “Baba”sı olarak uzun yıllar hizmet etmiş ve burada bulunan Piri Baba ve Koçu Baba Türbelerini de onartmıştır. 1. Dünya Savaşı sırasında vatanın savunması için Cemalettin Çelebi’nin isteğiyle Alevi topluluklar tarafından oluşturulan gönüllü mücahit alayının fahri yüzbaşısı olarak mücadele vermiştir. Sıdkî Baba; Agahî Baba ve Yediharf adlı şairlerin de bu alaya katıldığını şiirlerinde ifade etmiştir (Altınok 2013: 6-11).

63 yıllık ömrünün 51 yılını Hacıbektaş Veli Dergâhı’na hizmet ederek geçiren Sıdkî Baba, Merzifon’un Harız köyüne geldikten bir müddet sonra 1911 yılında eşi Hatice vefat edince bu köyden Naciye isimli bir kızla ikinci evliliğini yapmıştır. İlk eşinden Kenzi, Fadime, Güleser ve Sakine adından dört kızı ve Ali Baki adını verdiği bir oğlu olmuş; ikinci eşinden ise Hamdullah adını verdiği bir oğlu ile Kadıncı ve Naile adlı iki kızı dünyaya gelmiştir. 1928 yılında Harız köyünde vefat eden Sıdkî Baba’nın kabri de bu köyde bulunmaktadır. Sıdkî Baba’nın hayatına dair ayrıntılı bilgileri, torunu Muhsin Gül’ün hazırladığı; “Şeyh Cemaleddin Efendinin Aşığı Halk Ozanı Sıdkî Baba Hayatı ve Şiirleri” (Ankara 1984) adlı kitap ile Baki Yaşa Altınok'un, "Sıdkî Baba Divanı" (Ankara 2013) adlı kitabında bulmak mümkündür.

Şiirlerinde sevgi, hoşgörü, birlik, beraberlik ve kardeşlik kavramlarını ön planda tutan Sıdkî Baba, Kurtuluş Savaşı dâhil olmak üzere çeşitli tarihî olayları da konu edinmekten geri durmamıştır. Çeşitli cönklerde ve yazma eserlerde sekiz yüzden fazla şiiri olan Sıdkî Baba, II. Meşrutiyet’in ilânında “Hürriyet ve Müsavat Destanı”, Kurtuluş Savaşı sonunda ise “Sulh Destanı” adını verdiği şiirlerini kaleme almıştır. Şiir yazma tekniği oldukça güçlü olan Sıdkî Baba’nın şiirlerindeki sözcükleri ustaca seçtiği görülür. Şiirlerini hem hece hem de aruz vezniyle kaleme almıştır (Altınok 2013: 19).

Sıdkî Baba’nın şiirlerinde sadelik içerisinde bir güzellik vardır. Yabancı sözcüklere ihtiyaç duymaz. Dili halk dili olduğu gibi, işlediği konular da halkın derdi, halkın neşesi ve halkın hayatıdır. Kısacası onun şiirleri “geleneksel halk şiirimizin su katılmamış şiirleridir” (Aslanoğlu 1973: 24’ten aktaran Altınok 2013: 18-19). Ayıca Sıdkî Baba’da Alevi-Bektaşi şiir geleneğinin bütün izlerini görmek mümkündür. Meydan, talip, muhip, derviş, ayin-i cem, dört kapı, mürşid vb. gibi sözcükler bu gelenek çerçevesinde oluşan şiirlerinin yapısını oluşturur. Deyişleri, semahları ve nefesleri günümüze dek Alevi topluluklar arasında yaygın olarak icra edilmektedir (İvgin 1987: 143’ten aktaran Altınok 2013: 19). Diğer taraftan Âşık Veysel’in etkilendiği şairlerden birisi de Sıdkî Baba’dır. İbrahim Aslanoğlu, Âşık Veysel ile yaptığı bir mülakatta Veysel, gözlerini kaybettiğinde oyalanması için babasının eline bir saz verdiğini ve sonrasında da Pir Sultan Abdal, Âşık Veli, Hüseyin, Kul Sabri, Kemter Baba ve Sıdkî’dan derlediği şiirleri kendisine ezberlettiğini nakleder (Aslanoğlu 1973: 24’ten aktaran Altınok 2013: 19).

Saz Sanatçısı Ali Ekber Çiçek tarafından seslendirilen ve “Haydar Haydar” adıyla şöhret bulan eserin sözleri de Sıdkî Baba’ya aittir. Aslı “on dört yıl dolandım pervanelikte” olan ve Sıdkî Baba’nın önceki mahlası olan “Pervane” mahlasını on dört yıl kullandığına gönderme yapan dizeler, Ali Ekber Çiçek tarafından “on dört bin yıl gezdim” şeklinde okunmuş ve kayıtlara da bu şekilde geçmiştir (Altınok 2013: 21-22). İyi bir medrese eğitimi almış olan Sıdkî Baba’nın başta medrese rik’asıyla kaleme aldığı 1393 beyitlik “Nasihatnâme” adını verdiği eser olmak üzere, nesih ile yazdığı bir cönkü, “Destan-ı Hürriyet-i Osmanî” adıyla yazdığı 104 beyitlik rika ile yazılmış eseri ve Şeyh Cemalettin Efendi’nin vefatı üzerine yazmış olduğu mersiye ve koşmalardan oluşan bir defteri mevcuttur.

Hem hece ölçüsü hem de aruz ölçüsüyle şiirler yazan ve güçlü bir Âşık olan Sıdkî Baba, divan şiirini de iyi bilmektedir. Şairin türkü olarak da söylenen deyişleri ve semahları dinleyiciler tarafından çok sevilmektedir (İvgin 1987: 143-157). Bektaşi tarikatına bağlı bir ozan olan Sıdkî Baba şiirlerinde, her Alevi-Bektaşi ozanında olduğu gibi “Ehl-i beyte sevgi, Hz. Ali hakkında övgü, Hacı Bektaş’a bağlılık” gibi konulara yer vermiştir (İvgin 1976: 10-11).

Anadolu’nun tüm yörelerinde bilhassa Alevi-Bektaşi inancına mensup topluluklar arasında çok iyi tanınan Sıdkî Baba’nın şiirleri, cem ritüellerinde semah, düvaz imam ve tevhid gibi hizmetlerin icrasında “hizmet hakkı” nefesi olarak icra edilmekte ve ritüelin değişmeyen bir parçası olarak gelenekte yerini korumaktadır. Yine birçok deyişi Ali Ekber Çiçek, Âşık Gülabi, Dertli Divani, Âşık Sefai, Arif Sağ, Erdal Erzincan, Cengiz Özkan, Erkân Oğur gibi saz sanatçıları ve âşıklar tarafından çeşitli müzik albümlerinde ve konserlerde icra edilmiş; onlarca eseri TRT repertuvarına girerek çeşitli saz ve ses sanatçıları tarafından seslendirilmiştir. Sıdkî Baba ile ilgili Mersin Büyükşehir Belediyesi tarafından ilki 2016, ikincisi 2018 yıllarında olmak üzere iki ayrı sempozyum düzenlenmiş, bunlardan birincisi “Yeniceli Âşık Sıdki Baba ve Popülerlik Çerçevesinde Kültür Sanat Sempozyumu Bildirileri” adı altında 2016 yılında yayımlanmıştır (Çıblak Coşkun vd. 2016).

Alevi- Bektaşi tarzı güçlü bir gelenek bilgisi ve muhabbeti şiirlerinde dikkat çeker. Şiirlerinin yanında “Nasîhatnâme-i Sıdkî” adıyla bilinen mesnevi şeklinde bir eseri daha vardır. Bu eser dinî-tasavvuf konulu olup dört bab, kırk makam halinde şeriat, hakikat, marifet, tarikat konuları işlenmiştir. Sıdkî Baba, bu konuları işlerken külfetten uzak, sade, açık ve anlaşılır bir dil kullanır. Onun eserlerinde az sayıda Arapça ve Farsça terkibe rastlanır. Şair, anlatımda ahengi sağlayan tam ve zengin kafiyelere sıkça yer verir. Bu kafiyeler bazen Arapça ve Farsça kelimelerle yapılırken bazen de Türkçe kelimelerle yapılmıştır (Aydoğan 2011).

Altınok, Baki Yaşa (2013). Sıdkî Baba Divanı. Ankara: Sistem Ofset.

Aslanoğlu, İbrahim (1973). "Veysel'i Yetiştiren Çevre Şairleri". Sivas Folkloru.  5.

Aydoğan, Tuğba (2011). "Bektaşi Şairi Âşık Sıdkî Baba'nın Nasihatnamesi". CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi. C. 9. 2:  290-302.

Çıblak Coşkun, Nilgün, Mete Bülent Deger (hzl.) (2016). Yeniceli Âşık Sıdki Baba ve Popülerlik Çerçevesinde Kültür Sanat Sempozyumu Bildirileri. 13-14-15 Ekim 2016. Mersin: Mersin Büyükşehir Belediyesi Yay.

Gül, Muhsin (1984). Şeyh Cemaleddin Efendi Aşığı Halk Ozanı, Sıdkî Baba Hayatı ve Şiirleri. Ankara: Kadıoğlu Matbaası.

İvgin, Hayrettin (1976). Aşık Sıtkı (Pervane). Ankara: Emel Matbaacılık.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: DR. NEJLA KAYALI ORTA - DR. BÜLENT AKIN
Yayın Tarihi: 21.10.2019
Güncelleme Tarihi: 12.12.2020

İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1M. Sami Aşard. 30 Kasım 1932 - ö. 29 Kasım 1998Doğum YeriGörüntüle
2Hüseyin Zekai Yiğitlerd. 20 Ağustos 1940 - ö. Ağustos 2004Doğum YeriGörüntüle
3M.Tunç Atalayd. 1980 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
4MEYDANİ/MEYDANİ MEHMET/MEYDANİ BABAd. 1865/1869? - ö. ?Doğum YılıGörüntüle
5MAKBÛLE LEM'ÂN HANIMd. 1865 - ö. 1898Doğum YılıGörüntüle
6Abdülahad Nurid. 1865 - ö. 1927Doğum YılıGörüntüle
7GÜLSÜM, Gülsüm Bacıd. 1853 - ö. 1928?Ölüm YılıGörüntüle
8HİDECİ, Hâkim Hacı Molla Muhammedd. 1853 - ö. 1928Ölüm YılıGörüntüle
9İZNÎ, Mustafad. 1856 - ö. 05.09.1928Ölüm YılıGörüntüle
10REFİKÎ, Refik Kutlud. 1962 - ö. ?MeslekGörüntüle
11ZÖHRE ANA/ZÖHREM/ZÖHRE, Süheyla Höked. 15.06.1957 - ö. ?MeslekGörüntüle
12ABBAS KURBANOVd. 1887 - ö. ?MeslekGörüntüle
13KUL SABRİ/GARİP ALİ/SABRİ, Alid. 1851 - ö. 1931Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14TURANOĞLU, Mustafa Turanoğlud. 1952 - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15BEKİR, Bekir Erend. 1932 - ö. 1992Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16RAKİKÎd. ? - ö. ?Madde AdıGörüntüle
17FEVZİ ŞAHİNd. 1954 - ö. ?Madde AdıGörüntüle
18ÖZDİLEK, Hasan Özdilekd. 1971 - ö. ?Madde AdıGörüntüle


    Sıdkı Baba'nın soyu Oğuz Türkleri'nin Bozok koluna bağlı Dedekargın örelerine da aşiretinden gelir. Dedekargın aşireti Anadolu'nun çeşitli yörelerine dağılırken bir grup da Malatya'da Tohma çayı kenarında Çerme adında bir köye yerleşmişler, uzun yıllar bu köyde yaşayarak arazi ve mülk sahibi olmuşlardır. Bunların arasında Hacı Ahmetler diye tanınan bir aile vardır. Sıdkı Baba'nın dedesi bu Hacı Ahmetlerdendir.

Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme dönemlerinde Anadolu'da devlet otoritesi sarsılmış, devlet güvencesi ve can güvenliği kalmamıştır. Aşiretler arasında kıran kırana, gücü gücü yetene bir savaş ve rekabet hüküm sürer. Baş vurulacak makam yoktur. Yörede çoğunlukta olan Kürt aşiretleri üstünlük sağlayarak zaman bu zaman derler, zulüm, işkence ve baskılarını artırırlar ve bu köy halkını topluca göç etmek zorunda bırakırlar. Köy halkı canını kurtarmak için arazisini ve evini terk edip guruplar halinde göç ederek Silifke yöresine yerleşirler. İlk kafilede Hacı Ahmetler de vardır. Fakat Hacı Ahmetler bu durumu hazmedemeyerek geri gidip arazilerine sahip çıkmayı, kendi evlerinde oturmayı kararlaştırıp köylerine dönmek üzere yola koyulurlar. Tarsus'un Yenice köyü yanına geldiklerinde yeni bir kafile ile karşılaşırlar. Niyetlerinin geri gitmek olduğunu söyleyince, yeni kafile: Sakın gitmeyin, azgınlığı daha da artırdılar, yakıp yıkma, talan işkence eskisini de geçti. derler. Hacı Ahmetlerin cesaretleri iyice kırılır. Fakat tam bu sırada bir kolera salgınına yakalanırlar. Ailenin bütün erkekleri ölür. Bu göç yolculuğunu at sırtında, heybe gözünde, kundağa sarılı olarak yapan Mehmet adında bir küçük çocuk vardır. Erkek olarak yalnız bu bebek Mehmet koleradan kurtulmuştur. Bu yüzden kadınların ölümünden kurtulanları Mehmet'le Yenice'de yerleşmek, zorunda kalmışlardır.

Zamanla Mehmet büyür, on sekiz yaşında bir delikanlı olarak ailenin tek erkeği ve umudu olur.

İşte bu sırada Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa Osmanlı devletine baş kaldırmış, Kütahya'ya kadar gelen orduları yenilgiye uğrayınca, Mısır'a geri dönerken, yol boyu orduya elverişli gençleri toplayarak zorla Mısır'a götürmüşlerdir. Bunların arasında Mehmet de vardır.

Mehmet Mısır'a vardıktan bir müddet sonra bir arkadaşıyla kaçmayı başararak köyüne döner ve Eşeli adında bir kızla evlenir. Bu evlilikten Ahmet ve Zeynel Abidin adında iki oğlu olur. İki kardeş köy medresesinde okuyup yazmayı öğrenirler. Zeynel Abidin saz çalmayı da öğrenir ve (Pervane) mahlasıyla deyişler söylemeye başlar. Altı yaşında deyiş söylediği rivayet edilmiştir. Mehmet'in erken ölümü ile çocuklar yetim kalırlar.

Zeynel Abidin'in adı artık Pervane'dir. Pervane on iki yaşına geldiğinde ününü duyduğu Hacıbektaş Dergahına gitmeyi arzular, annesinden izin ister. Annesi çocukluğunu bahane ederek izin vermez, biraz daha büyü de sonra gidersin der. Fakat Pervane aklına koyduğu için bir gün habersizce kaçar, farkına varan annesi arkasından atlı göndererek yoldan geri çevirtir. Pervane bir müddet sonra tekrar kaçar ve bu sefer planını uygulamayı ve Hacıbektaş'a ulaşmayı başarır.

Pervane 1293 yılında dergaha gittiğini ve o zaman on iki yaşında olduğunu deyişlerinde tekrarlamaktadır. Buna göre doğum yılı 1281 miladi 1865'tir.


Dergaha Varış

Pervane, köyünden kaçmayı başarıp yola koyulduğunda maceralı bir yolculuk geçirir. Yolu bilmediğinden sorarak tek başına ve yürüyerek yola devam eder. Akşam bir hana vardığında arkasından hana bir atlı gelir. Bu zat Pervane ile ilgilenir ve Hacı Bektaş'a gideceğini öğrenince "Ben de o tarafa gideceğim, beraber gideriz" der. Fakat Pervane kuşkulanmaktadır. Annesi tarafından gönderildiğini sabah olunca kendisini geri götüreceğini düşünerek huzuru ve uykusu kaçar. Fakat sabahleyin beraber yola düştüklerinde geldiği yöne gitmediklerini görünce içi rahatlar, birlikte yola devam ederler. Bir vadiye düşerler ki, mevsim ilkbahar, kar suları dolayısıyla dereler coşkun akmakta. Vadi boyunca coşkun sularla yol pek çok kereler kesişmekte. Çocuk Pervane'nin o suları geçmesi mümkün değil.

Atlı : "Oğlum bu suları nasıl geçeceksin, gel terkime bin diyerek" çocuğu atın arkasına alıp vadiyi geçtikten sonra düzlüğe erince "Ben Konya'ya gidiyorum, şu yol doğru dergaha gider, bir tarafa sapmadan doğru gidersen dergaha ulaşırsın" der ve yolları ayrılır.

Pervane bunu kendisine yardıma gelen ulu bir zat ve mutlu bir olay olarak kabul etmektedir.

Dergaha vardığında durumu Şeyh ve postnişin olan Feyzullah Efendiye bildirirler. Şeyh "üç gün istirahat etsin de sonra görüşürüz" der. Pervane bu üç günü sabırsızlıkla bekler ve şeyhin huzuruna çıkardıklarında, bir ay hizmet edip geri gitmek arzusunda olduğunu söyleyince Şeyh "Oğlum bir ayda ne öğreneceksin, sende istidat ve kabiliyet görüyorum, burada kal, seni Çelebi efendilerle okutayım, alim olursun aşık sadık olursun" dediğinde Pervane kalmayı kabul etmiş ve Şeyhi huzurunda :

Hublar ser çeşmesi nur-i Feyzullah
Arz'ettim cemalin seyrana geldim

dizeleriyle başlayan koşmayı söylemiştir.

Şeyh : "Aferin oğlum, çok beğendim, bu yaşta bu sözler bir aşık eseridir. Saz da çalarmısın?" diye sorduğunda "Evet efendim, sözüme göre sazım da var" diye cevap vermiş ve eline bir' saz verdiklerinde o anda irticalen ve saz ile :

Aşık oldum bir keremler kanına
Gönül arz ettiği cana kavuştu.

dizeleriyle başlayan, ikinci deyişini söylemiştir.

O zaman dergahta değerli hocaları olan bir medrese vardır, Feyzullah Efendi Yozgatlı meşhur Ali Nihani Hoca'yı da İstanbul'dan getirterek medreseyi takviye etmiştir. Çocuklar Cemaleddin ve Veliyeddin Çelebiler bu medresede okumaktadırlar. Pervane de bu medresede okumaya başlamıştır.

Pervane dergaha geliş yılını çeşitli deyişlerinde şu dörtlüklerle belirtmiştir :

Bin iki yüz doksan üç oldu yıllar
Aktı gözlerimden kan oldu seller

Erişti nevbahar açıldı güller
Can bülbülü gülistana kavuştum

Sene bin iki yüz doksan' üçünde
İçirdiler aşk badesin düşümde

Bir güzelin sevdası var başımda
Ya Rabbena şükür elhamdülillah.

Pervane iki yıl geçtik ten sonra anne hasreti duyarak şeyhinden üç ay izin almış ve Yenice'ye gitmiş, izninin bitiminde tekrar dergaha döndüğünde Şeyh Feyzullah Efendinin öldüğünü öğrenmiştir.

Dergah postuna oturan büyük oğlu Cemaleddin Efendi yeni şeyhi ve medrese arkadaşıdır. Medrese hocalarıyla devamlı ilişki içinde adeta zamana bağlı olmaksızın öğrenimlerine devam ederler. Diğer taraftan da tarikat işleriyle uğraşarak sık sık birlikte yurt gezileri yaparlar. Medrese tahsili ve tarikat hizmetleri iç içe olarak Cemaleddin Efendi ile beraberliklerini 1310 yılına kadar sürdürürler.

Pervane, Şeyh Feyzullah Efendiye gösterdiği bağlılığı, daha fazlasıyla oğlu Şeyh Cemaleddin Efendiye de göstermiştir. Kendisine verilen görevleri yapmaktaki çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile dikkati çeken ve sevilen Pervaneye. gösterdiği bu bağlılık ve sadakatinden dolayı Şeyh Cemaleddin Efendi bir gün "Senin adın bundun sonra Sıdkî olsun demiş ve Pervane bu adı çok beğenerek benimsemiş, bundan sonra adı da, mahlası da Sıdkî olmuştur. Bundan sonraki deyişlerinde Sıdkî mahlasını kullanarak bu olayı büyük bir sevinç ve şükran duygularıyla şu şekilde ifade etmiştir :

Cemaleddin hünkar dil-i şadıma
İrşad ile Sıdkî dedi adıma
Hasılı yetirdin her muradıma
Ya Rabbena şükür elhamdülillah

    ---------

On dört yıl dolandım Pervanelikte
SIDKÎ ismim buldum divanelikte
Sundular aşk meyin mestanelikte
Kırkların ceminde dar'a düş oldum.

    ---------

Er ceminde agah oldum bu sırra
Yüküm cevahirdir çözmem her yere
On dört sene hizmet ettim bir pire
Bu Sıdkî mahlasın kazandım yeter.

    ---------

Cemaleddin Efendi bütün gezilerini Sıdkî ile beraber yapmış. Sıdkî'nin eline kendisinin halifesi ve vekili olduğuna dair bir berat (belge) vererek ayrıca tarikat gezilerine göndermiştir.

Sıdkî, şeyhi adına ve onun vekili sıfatıyla tarikat hizmetlerini yürütmek amacıyla bütün Anadolu'yu dolaşmış ve böylece tarikatın ikinci adam durumuna. gelmiştir.

Bu gezilerinden birinde Merzifon'un Harız köyü nü beğenerek oraya yerleşmek istemiş, Cemaleddin Efendi de sadık bir adamının dergahtan uzak bir yerde, dergahı temsilen tarikat hizmetlerini yürütmesini uygun görerek. kendisinden ayrılıp oraya yerleşmesine izin vermiştir.

1309 (1893) yılında, Çorum'un Alaca İlçesi İmad Hüyüğü köyünden Mehmet Dede evladından Ali Ağa'nın kızı ve Aziz Ağa'nın kız kardeşi olan Hatice, hizmet görmesi için dergaha bırakılmış bulunmaktadır. Cemaleddin Efendi Sıdkî'nin bu kızla evlenmesini münasip görmüş ve teklifi kabul edilerek evlenme töreni yapılmıştır.

Sıdkî bu evlenme tarihini bir defterinin boş bir yaprağına kendi el yazısıyla şu şekilde yazmıştır : "Temmuz sene 1309 tarihli Pazartesi velime-i acizaneme mübaşeret olunup, Cuma gecesi 31 Temmuz biemr-i ilahi visale mülakat olunmuştur. Sıdki."


Harız Köyüne Yerleşme

Sıdki (Pervane) daha bir yılını doldurmayan, taze gelini alarak 1310 (1894) yılında gider Harız köyüne yerleşir. Köylü bu olaydan çok memnundur. Önce muvakkat bir ev tahsis etmişler, kısa zamanda civar köylerin de yardımıyla, köyün kenarında geniş bahçeli iki katlı bir ev yaparak kendisine bağışlamışlardır.

Sıdki ömrünün kalan 34 yılını bu evde tamamlamıştır. Bu köye gelişini bir koşmasının son dörtlüğünde şöyle söylemiştir :

Aşık oldum kaşlarının yayına
Serim verdim ben Ali'nin soyuna
Sene bin üç yüz on Harız köyüne
Geldi de bir aşık Pervane gitti.

Tarikattaki hizmetleri ve kazandığı ilmi derecesiyle Baba'lık sıfatı alan ozanımız çeşitli yörelerde (Aşık Sıdkı, Sıdkı Efendi, Sıdkı Baba,, Cemal Efendimin aşığı Sıdkı Baba) adlarıyla tanınmaktadır.

Bazı yörelerde (Tarsus'lu Sıdkı, Adana'lı Sıdkı) diye de tanınmakta ise de, Harız köyüne isteyerek yerleşmesi, ilk defa başını soktuğu evi olması, çocuklarının orada doğması, nüfus kaydının orada olması dolayısıyla kendisini Merzifon'lu saymıştır. Çeşitli vesilelerle Merzifon'lu, Harız'lı olduğunu tekrarlamıştır. Yakın çevremizde (Harız'lı Sıdkı Baba) denildiğine bizzat şahidim.

Harız köyüne yerleşmek Sıdkı Baba'nın hayatında ikinci dönüm noktası olmuştur. Önceleri Şeyhi'nin talimatıyla hareket ederken, artık bağımsız hareket etmeye ve kararlarını kendisi vermeye başlamıştır. Bu köyde yaşadığı müddetçe geniş bir çevrenin tarikat sorumluluğunu taşımış, muhibbanın dergaha olan adak ve bağışlarını ve dergah giderlerini karşılamak üzere devletçe tahsis edilen köylerin aşarını toplayarak yılda iki-üç defa dergaha götürmüştür. Tarikat hizmetleriyle bütün Anadolu'yu adım adım gezmiş, Şam'a, Bağdat'a gitmiş, Şam'da Emeviye camiini basarak camidekilere saldırmış, olay çıkarmış, Sivas, Malatya, Tunceli, Erzurum, Erzincan, Kars taraflarına bir çok defalar gitmiştir. Sivas'ta da olaylar çıkarmış, iftiraya uğramış, hapse atılmıştır.

Karaman yakınında bir çayırlıkta atları çalınmış, sürerek Karaman'a girmişler, atların yerini tespit etmişler, fakat atları çalan ahıra kilitleyerek, "öyle at yok burada" deyip savmak istemiş. Mahkemeye vermişler, mahkemeleri günlerce uzamış. Hacıbektaş dergahı hizmetinde gezdiklerini öğrenince Kadı da hakaret etmiş ve davayı sürüncemede bırakmış. Bunun üzerine Sıdkı Baba 45 beyitlik uzun bir destan yazarak kadıya sunmuş. O gün rastlantı olarak Konya Müddeiumumisi de mahkemede bulunuyormuş. Destanı savcı alarak sesli okumaya başlamış,

Söylerim sözümü Pir Bektaş diye
Gerçi gelirse de yüz, bin taş diye
Niçin dahledersin kızılbaş diye
Seni ibn-i Süfyan necaset kadı

beytine sıra gelince, kadı müddeiumiumiye dönerek itiraz etmiş, "Burası çok ağır olmuş, bunu çıkarsın" demiş, Konya savcısı da "yok yok bunu çıkarınca destanın düzeni bozulur" diye latife etmiş ve sonunda davayı kazanarak atları teslim almışlar.

Sıdki Baba yılın yarıdan çoğunu Harız köyü dışında ve gezmelerde geçirmiş, gittiği her yerde halkın ihtiyaçlarıyla ilgilenmiş, halk arasındaki anlaşmazlıklarda hakim gibi karar vererek, heybetli görünüşü ile halk üzerinde etkili olmuş ve dediklerini yaptırmıştır.
Çeşme, medrese, cami, yol, köprü yapım ye tamirlerine, tekke ve türbelerin tamirlerine çok gayret göstermiş, halkı köylerde imece usulü ve zorla çalıştırmıştır. yaptırdığı bu işler için de tarih belirleyen şiirler söylemiştir.

Yakınımızdaki Amasya'nın Kovay köyüne cami ve çeşme yaptırmış, çalışmak istemeyenleri dövmüş ve bu olaya güzel bir destan yazmış. Babam Ali Baki tamamı kaybolan bu destanın şu iki dizesinin aklında, kaldığını söylemiştir :

Kim getirmez bu çeşmenin taşını
Taş yerine tığlayıp koy başını.

Merzifon'da 5-6 yüz yıldır harabe olmuş Piri Baba türbesini tamir ettirmiş, yanındaki kabristanla birlikte geniş avlusunu duvar içine aldırmış, yanına ayrıca bir misafirhane ve mutfak yaptırmıştır. (Tekkelerin kapatılmasında misafirhane ve mutfak yıktırılmıştır.) O günlerde köylüsü Bayram Kahya, Sıdki Baba'ya gelerek "Rüyamda Koçu Baba'yı gördüm. "Piri Baba tamir oldu, çok memnun oldum, fakat ben burada garip kaldım. Sıdki Efendiye selam söyle benim kabrimi de yaptırsın", dedi" demiş. Sıdki Baba derhal Merzifon'a giderek Belediye ustası Hakkı ile 12 altın liraya pazarlık ederek işi havale etmiş. Amasya'nın Köyceğiz köyünde Emiroğlu Ahmet Ağa'ya giderek durumu anlatmış ve bu parayı halktan toplayacağını söylemiş. Ahmet Ağcı 12 altın lirayı kendisi vererek "Başka köylere giderek zahmet çekme, bu hayır da bizim olsun" demiştir. Türbe tamir edilerek anahtarı hizmetkarı Sadık Efendiye teslim edilmiştir.

Bir gün Merzifon yolu üzerinde Abazalar köyü den Çakmakçı Ağa yolda karşılaştığı yabancıya kimliğini sormuş, Harız'lıyım, şehre gidiyorum cevabı alınca, "Bu vakitsiz gidiş niye, kefen mefen mi lazım oldu" diye tekrar sorduğunda, Harız'lının birisiyle bir sınır davamız var, mahkemeye vereceğim" demesi üzerine, "Niye Sıdki Baba köyde yok mu demiş, "Dün geldi, köyde" cevabını alınca Çakmaçı Ağa adamı azarlamış "Utanmıyor musun, hakim kendi köyünde otururken ellerin hakimine gidilir mi, dön geriye, Sıdki Baba'ya benden selam söyle işinizi halleder" diyerek köylüyü geri çevirmiştir.

Sıdki Baba ilim ve irfanıyla, halka hizmet ve dürüstlüğüyle büyük itibar ve saygı toplamış ve cesur bir kimse olarak tanınmıştır. Çorum'un Hatap boğazında eşkıyalar tarafından yolu kesilince, silahını çekip eşkıyanın üzerine yürümüş ve kovalamış, adı yöreye yayılmıştır.

1915 yılında Birinci Dünya Savaşı'nda memleketin uçuruma gittiğini gören Şeyh Cemaleddin Efen Padişah Sultan Reşat'a başvurarak memleketin kurtulması için. bu çorbada kendisinin de tuzu olması muhibbandan gönüllü bir mücahidin Alayı teşkil ederek Ruslarla savaşa girmek istediğini söylemiş ve izin istemiştir. Padişahtan gerekli izni alarak her vilayete asker toplamak üzere husisi adamlarını göndermiştir. Kendisi Alay kumandanı olarak Erzurum Şubenin, Sıdkı Baba da Yüzbaşı rütbesiyle Erzincan Şubesininsinin başında bulunmuşlardır. Böylece bir Alay meydana getirilerek doğu cephesinde Ruslarla savaşa girilmiş, bir yıla yakın çarpışmalar ve o zaman çok başarılar elde edildiği halk arasında anlatıla gelmiştir.

Sonradan bu Alay İstanbul Hükümetinin emriyle dağıtılmış, yaşlılar serbest bırakılmış, gençler diğer Alaylara bölüştürülmüştür.

Burada üzülerek belirtmek isterim ki, sıcacık dergahında oturmak varken, vatanı için bunca zahmete katlanarak, kendi iradesiyle cepheye gidip karınca kararınca yapılan bu vatanperverlik tarihçi ve yazarların gözünden kaçmaktadır. İki satma da olsa niçin şükran duyguları belirtilmez anlamak mümkün değil.

Sıdkı Baba dünya malına heveslenmemiş, çok kanaatkar olmuş, eline çok imkan geçtiği halde servet ve mal edinmeyi aklından geçirmemiştir. Bazı şairler gibi ömrünün sonunda sefalete düşmemiş, içki ve sefahata kapılmamış büyük bir itibarla sultanlar gibi yaşamıştır. Harız köyündeki halkın bağışladığı evinden başka çocuklarına bir şey bırakmamıştır.

Cemaleddin Efendi kadirşinaslık olmak üzere kendisine çiftlik almak istemiş kabul etmemiş, Harız köyü yakınına göçmen yerleştirilirken ona da arazi vermek istemişler onu da kabul etmemiş, Merzifon Piri Baba Medresesinde geçici hocalık yaptığı sırada ilmine hayran olan diğer hocalar ve Merzifon eşrafı, medresede daimi hocalığı kabul etmesi halinde kendisine ev, bağ, bahçe alıp bağışlayacaklarını ve tapusunu hemen vereceklerini vaat etmişler, O parmağıyla köyünü göstererek "Siz medresenize her zaman hoca bulursunuz, lakin benim oradaki vazifemi yapacak adam bulunmaz" diyerek onu da kabul etmemiştir.

Sıdkı Baba'nın ilk eşinden oğlu Ali Baki ve yedi kızı dünyaya gelmiştir. Kızların üçü çocukken ölmüş diğerleri büyüyüp evlenmişlerdir. 1911 yılında eşi Hatice ölünce, 1912 yılında Harız köyünden Naciye adlı bir kızla ikinci evliliğini yapmış, ondan da Hamdullah adında bir oğlu ve iki kızı daha dünyaya gelmiştir.

Sıdkı Baba'nın bir yönden yorucu ve maceralı, diğer yönden ise kazandığı büyük saygı ile gittiği her yerde padişahlar ve sultanlar gibi karşılanarak çok debdebeli ve şaşalı geçen hayatı 1928 yılında son bularak fani dünyadan göçüp vuslata ermiş ve ten kafesi Harız köyü mezarlığına gömülmüştür.


Muhsin Gül
Şeyh Cemaleddin Efendi Aşığı Halk Ozanı
Sıdkî Baba Hayatı ve Şiirleri
Ankara - 1984

Aşık Pervane - 2019 - Sıdkı Baba Nefesleri

zz Aşık Pervane - 2019 - Sıdkı Baba Nefesleri (hg).jpg

Aşık Pervane - 2019 - Sıdkı Baba Nefesleri (hg)

https://disk.yandex.com.tr/d/lkYLSgt0Ir0yuw

https://www.mediafire.com/file/kato9vi52nske05/A%25C5%259F%25C4%25B1k_Pervane_-_2019_-_S%25C4%25B1dk%25C4%25B1_Baba_Nefesleri_%2528hg%2529.rar/file

01.Onur Kocamaz - Eyvallahım Ali'dir.mp3
02.Ethem Uğurlu - Burhan Demir - Ya Huu.mp3
03.Bektaş Çolak - Eğer Giderseniz Dost Ellerine.mp3
04.Ali Erol - İnsanı Kamilden Ayırma Bizi.mp3
05.Battal Kılıçaslan - Bir Haber Sorayım Erenler Size.mp3
06.Cem Doğan - Sıdkı İsmin Buldum Divanelikte.mp3
06.Cihan Cengiz - Kudret Kandilinde Bir Ziya İken.mp3
07.Ayşe Özaltın - Hakikat İlmine Yeteyim Dersen.mp3
08.Murat Ateş - Terkettik Alemde Ha ile Hu'yu.mp3
09.Hayati Serin - Başım Açık Yalın Ayak Yürüttün.mp3
10.Ata Durak - Hakikat Bahrinde Ummanı Buldum.mp3
11.Doğukan Bulut - Üç Sünnetten Yedi Farzdan Haberi.mp3
12.Ersin Perçin - Bugün Seyre Çıkmış Hublar Sultanı.mp3
13.Zeynel Sönmez - Azm-ı Rah Eyledim Gurbet Elleri.mp3

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır