Okula başlangıç çocuklar için hayatlarının dönüm noktalarından biridir… Böyle bakıldığında bu önemli başlangıç, elbette beraberinde birçok farklı duygu, düşünce ve davranışların eşlik ettiği uyum sürecini gerektiriyor. Okul başlangıcı ve çocuğun okula uyum süreci bazı çocuklarda rahatlıkla ve sağlıklı bir şekilde atlatılırken, bazı çocuklarda bu süreç uzar, aksamalar olur ve bu durum çocuğun yaşantısında sıkıntıya yol açar. Okulların açılmasının üzerinden yaklaşık 1 ay geçmiş olmasına rağmen çocuk hala okula gitmek istemiyorsa bu durumun değerlendirilmesi gerekir. Normal şartlarda bu süre içerisinde okula başlangıç ve alışma sürecinin tamamlanmış olması beklenir. Çocuğun okula gitmek istememesini etkileyen pek çok faktör olabilir.
Okan Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikolojisi Uzmanı Klinik Psikolog Emel Güler, anlattı.
Öncelikle Çocuğun Neden Okula Gitmek İstemediği Anlaşılmalıdır!
Yukarıda sayılan tüm etkenler çocuğun okula gitmek istememesine neden olabilecek faktörlerdir. Tüm bunların yanı sıra;
En sık görülen çocukluk çağı problemlerinden olan ‘ayrılık kaygısı bozukluğu’ ve buna bağlı okul reddi nedeniyle çocuklar okula gitmek istemeyebilir.
Ayrılık Kaygısı Bozukluğu Olan Çocuklarda;
Okula gitmek istememe, devamsızlık, okula sürekli geç kalmak, anneden ayrılmak istememe, yalnız kalmak istememe, ağlama, konsantre olmakta zorluk, arkadaşlarından kaçınma, sosyal becerilerde düşüş gibi davranışsal belirtiler; çekingenlik, utangaçlık, huysuzluk, hırçınlık gibi duygusal belirtiler; karın ağrısı, baş ağrısı, mide bulantısı, kusma gibi fizyolojik belirtilerdir. Bunların yanı sıra “annemi bir daha göremeyeceğim”, “kaybolacağım”, “kaçırılacağım” gibi düşüncelerin eşlik ettiği bilişsel belirtiler sıklıkla görülür.
Aile Çocuğa Nasıl Davranmalı?
Çocukta ayrılık kaygısı bozukluğu olup olmadığı mutlaka bir uzman tarafından değerlendirilmelidir. Eğer; ayrılık kaygısı bozukluğu varsa ve bu nedenle okula gitmek istemiyorsa, profesyonel destek alınmalıdır.
Öğretmen ve Veli İlişkisi İşbirliğine Dayalı Olmalıdır!
Okulda öğretmenler, çocukla ilgili gözlemlerini mutlaka aile ve terapist ile paylaşmalıdır.
Hepimiz bir çocuk ağladığında kendi duygularımıza hâkim olmakta güçlük çekiyoruz değil mi? Bazen çok üzülüyorlar diye düşünüp üzülmesinler diye elimizden geleni yaparak ağlamalarını susturmaya çalışıyoruz. Bazen ağlamalarına karşı tahammülsüz oluyoruz. Bize göre çocuğun ağlayacağı hiçbir şey yokken bu kadar ağlıyor olmasını şımarıklık olarak algılıyoruz. Her istediğini yerine getirdiğimizi düşünüyor ve ağlanacak bir şey yok diyerek çocuğa karşı söylenmeye, içten içe kızmaya hatta tahammülümüz tamamen bittiğinde ise bağırabiliyoruz bile. Çoğu zaman ikna da ediyoruz aslında, ağlayan bir çocuk gördüğümüzde neden ağladığını sorguluyor ve onun ağlamaması için sürekli konuşuyor ve ikna etmeye çalışıyoruz.
Çocuğun bildiği en ilkel ve tek yol ağlamaktır!
Biz dünyaya ağlayarak geliyoruz. Ağlama bizim daha doğumumuzla başlayan yaşadığımız çaresizliği dışarıya yansıttığımız en ilkel yoldur. Bu nedenle bir bebek özellikle ilk 6 ayında her yaşadığı zorluğu ağlayarak ifade eder. Ağlama ancak bir annenin bebeğini iyi tanıdığı ve ihtiyaçlarını anlamlandırdığı zaman azalır. Bazen bebeğin ağlamaları o kadar uzun zaman sürebilir ki çocukluğa geçişinde de bu ağlamalar devam eder.
Ağlamak bir çaresizliğin dışa vurumudur!
Ağlamak bir insanın çaresizleştiğini bize kolaylıkla gösterebilir. Bu nedenle bir bebeğin de bir çocuğun da ağladığı ‘an’lar genellikle çaresiz kaldıkları anlardan oluşur. Bir bebek karnı acıktığında “benim karnım aç” diyemez bu nedenle aslında ağlama onun en önemli dilidir. Hem açlığı ile baş edemediği için çaresizleşir ve ağlar hem de bebek için ağlama bir yardım çağrısıdır. Bir çocuk ayakkabısını giymeye gayret gösterirken bu durumla baş edemediğinde ve etrafından da yardım alamıyorsa çaresizleşir ve ağlayabilir. Aslında gerçek ağlama; çocuk karşısındaki sorunla nasıl baş edeceğini bilemediği ve gereken desteği doğru zamanda ve doğru koşullarda alamadığı zaman ortaya çıkar.
Ağlayarak bir şeyleri kazanmayı biz öğretiriz.
Burada bahsettiğim gerçek ağlama dışında da pek çok ağlama şekli vardır aslında. Çocuğun istediği bir şey olmadığında ağlaması, hiç anlam veremediğimiz ve gözlemleyemediğimiz ağlamalar, sakinleştirilemeyen ağlamalar… Burada fark edilmesi gereken en önemli husus bir çocuğa ağlayarak bir şeyler kazanılacağı ya da elde edileceğini biz öğretiriz. Bu ilk olarak bebeklik dönemi ile başlar. Bebeklik döneminde bebek ağlarken onu sakinleştiremediğimiz için bir oyuncakla dikkatini dağıtır. İstediği bir şeyi hiç zaman kaybetmeden daha bebek ağlarken eline verir. Yeter ki sussun diye ağlamayı bebek için bir silah haline getiririz. Bu nedenle bir çocuğun ağlaması normal karşılansa da ağlamanın nasıl yönetildiği ve nasıl sakinleştirildiği büyük bir önem kazanır.
Ağlamak öğrenilmiş bir davranışa dönüşür!
Çocuğun ağlamaları karşısında biz yetişkinler genellikle duygularımıza hâkim olmakta güçlük çekeriz. Kimi zaman üzülür, kimi zaman kaygılanır kimi zaman da tahammül edemez ve sinirleniriz. Burada ağlamayı hangi duygu ile sakinleştirdiğiniz önemlidir. Çocuğunuzun ağlamalarını kandırarak, dikkatini dağıtarak, istediğini uygun olsun ya da olmasın ağlarken eline veriyor olmanız ağlamayı çocuğunuz için öğrenilmiş davranışa dönüştürür. Ağlama sırasında yapılan hatalar; çocuğunuzu ağlarken ikna etmeniz, kandırmanız, eline istediğini tutuşturmanız, bağırarak ya da korkutarak susturmaya çalışmanız, cezalandırmanız olarak çeşitlense de çocuğunuzun yaşadığı durumu anladığınızı maalesef ki bu yöntemleri izleyerek çocuğunuza hissettiremezsiniz. Bu nedenle çocuklar büyüme sürecinde pek çok bilmediği, farkında olmadığı, yapamadığı durumla karşı karşıya kalacak ve çaresizleşecektir. Her koşulda çocuğunuz ağladığı sırada önceliğiniz onu susturmak yerine siz sakin kalarak onu sakinleştirmek olduğunda yukarıda bahsettiğim hatalardan kaçınmaya ve çocuğunuz sakinleştiğinde onunla doğru iletişim kurmaya başlarsınız. Ağlamaların şifrelerini çözdüğünüz, çocuğunuzla güvene dayalı bir ilişki kurmanız dileği ile…
Gözde ERDOĞAN ŞAHENK