all that is solid melts into air türkçe / Ekonomik Yaklasim

All That Is Solid Melts Into Air Türkçe

all that is solid melts into air türkçe

All That Is Solid Melts Into Air: The Experience of Modernity

Profile Image for zeyno.
September 20, 2016
modernizmi, sürekli değişen bir dünyada kendimizi evimizde hissetmek için yapılan bir mücadele olarak düşündüğümüzde, modernizmin hiçbir tarzının asla tanımalayıcı olamayacağını görürüz. kurduklarımız ve başardıklarımız arasında en yaratıcı olanları bile, eğer hayat devam edecekse, bizim ya da çocuklarımızın onlardan kaçmayı ya da dönüştürmeyi isteyeceğimiz hapishanelere ya da kabirlere dönecektir. / 12

iletişim / 16

saint-preux, metropoldeki hayata ilişkin deneyimini şöyle anlatır: 'her daim çarpışıp duran gruplar ve hizipler, durmaksızın ortaya çıkıveren, yenilenen önyargılar ve çatışan kanaatler... herkes sürekli kendisiyle çelişkide,' ve 'her şey saçma ama hiçbir şey çarpıcı değil, çünkü herkes her şeyi kanıksamış.' öyle bir dünya ki bu 'iyi, kötü, güzel, çirkin, hakikat, erdem sadece yerel ve sınırlı olarak varoluyor.' ... 'gözlerimin önünden geçip duran böylesine çok sayıda nesne başımı döndürüyor. beni etkileyen tüm bu şeyler arasında yüreğimi saran bir tek şey bile yok. yine de hepsi birden hislerimi sarsıyor; öyle ki ne olduğumu, neye ait olduğumu unutuyorum.' / 31

marx, nietzsche / 38

gretchen, faust / 83

gretchen'in ardından gelenler meseleyi kavrayacaklardır: gretchen kalmış ve ölmüştü; onlarsa gidecek ve yaşayacaklardır. gretchen'in zamanından bizimkine iki yüzyıl içinde binlerce 'küçük dünya' boşalmış, içi oyuk kabuklara dönüşmüş, buralardaki genç insanlarsa düşünme, sevme ve büyüme özgürlüğü peşinde büyük şehirlere, açık sınırlara, yeni uluslara doğru yola koyulacaklardır gretchen'in küçük dünya tarafından yıkımı, ironik bir biçimde, bizzat küçük dünyanın yıkımında hayati bir evredir. çocuklarıyla birlikte gelişmeyen veya gelişmek istemeyen kapalı kasaba bir hayalet kasaba halini alacak, son gülen ise onun kurbanlarının hayaletleri olacaktır. / 90

milyonlarca insan, megalomanyakça tasarlanan, vahşice ve duyarsızca icra edilen ve sonuçta yöneticilerin servet ve iktidarını arttırmaktan başka işe yaramayan, sonu felaketle bitmiş gelişim projelerine kurban edildi. üçüncü dünyanın sahte faustları, ancak bir kuşağın ömrünü kaplayan bir zaman dilimi içinde ilerlemenin imaj ve sembollerini manipule etmekte dikkate değer bir beceri kazandılar. ... ama doğurdukları gerçek sefalet ve tahribatı telafi edecek gerçek bir ilerleme sağlamakta gözle görülür bir biçimde beceriksizdiler. zaman zaman şu veya bu halk, tepesindeki sahte geliştiriciyi devirmeyi başarabiliyor, ... eğer pek şansları yoksa, kısa süren devrimci eylem anları hiçbir yere götürmeyen yeni acılar yaratır sonunda. / 113

dünyanın en gelişmiş bölgelerinde bile tüm bireyler, gruplar ve topluluklar sürekli olarak kendilerini yeniden inşaya zorlarnıyorlar; bir an durdular mı, ne olursa olsunlar, süpürülüp atılırlar. faust'un şeytanla yaptığı anlaşmanın en önemli maddesi -bir an olsun durup 'verweile doch, du bist so schön' dediğinde yokolacağı şartı- her gün milyonların hayatında acı sonu yaratıyor. / 114

norman o. brown'un ölüme karşı yaşam'ı (life against death, 1958) faustçu gelişme idealinin çarpıcı bir eleştirisini sunuyordu: 'insanın tarih içinderi faustvari huzursuzluğu gösteriyor ki, insanlar bilinçli arzularının tatmin edilmesiyle tatmin olmazlar.' brown, radikal biçimde yorumlanan psikanalitik düşüncenin 'bitmek bilmez 'ilerleme' karabasanından ve bitmek bilmez faust huzursuzluğundan bir çıkış yolu, insan nevrozundan bir çıkış yolu, tarihten bir çıkış yolu' önereceğini umuyordu. brown faust'u esas olarak tarihsel eylem ve endişenin bir simgesi olarak görüyordu. 'faustvari insan tarih yapan insandır.' ama, cinsel ve psişik basıtırma bir şekilde altedilebilirse -brown'un umudu buydu- o zaman 'insan tarih yapmak yerine yaşamaya hazır olabilir.' o zaman 'faustvari insanın huzursuz kariyeri son bulacaktır, çünkü tatmin olacak ve verweile doch, du bist so schön diyebilecektir.' / 115

modern egemen sınıfa gerçekten korku salan ve onun kendi imgesinde yarattığı dünyauı gerçekten tehdit eden tek bir hayalet var ki bu, geleneksel elitlerin (ve dolayısıyla geleneksel kitlelerin) hep özleyip durdukları şey: kalıcı, katı istikrar. bu dünyada istikrarın tek anlamı, antropi ve yavaş yavaş ölmek. ilerleme ve büyüme hissimiz ise yaşadığımızı bilemenin tek yolu. toplumumuzun çözülmekte olduğunu söylemek, onun canlı kanlı olduğunu söylemekten başka bir şey değil aslında.
... hangi sınıftan olursa olsun, insanların modern toplumda varlıklarını sürdürebilmeleri için kişiliklerin de bu toplumun akışkan ve açık biçimine girmesi gerekiyor. modern insanlar değişimi arzulamayı öğrenmek, kişisel ve toplumsal hayatlarında değişikliğe açık olmaktan öte, onu pozitif anlamda istemek, aktif olarak peşinde koşmak ve ona uymak zorundalar. gerçek ya da fantazileşmiş bir geçmişin 'yerleşik, donuk ilişkileri'ne nostaljik göz yaşları dökmek yerine, hareketlilikten haz duymayı, yenilenme peşinde koşmayı; yaşam koşulları ve diğer insanlarla ilişkilerinde ileriye, gelecekteki gelişmelere bakmayı öğrenmek zorundalar.

kapitalizmin sorunu, her şeyde olduğu gibi burada da, yarattığı insani olanakları yoketmesindedir. herkesin kendini geliştirmesini teşvik eder, hatta bunu zorlar. ama insanlar ancak sınırlı ve çarpıtılmış şekillerde gelişebilirler. piyasanın kullanabileceği özellik, güdü ve yetenekler (çoğu zaman yeterince olgunlaşmaya fırsat bulamadan) gelişmeye itelenir ve geride hiçbir şey kalmayana değin sıkılır, suyu çıkarılır. bunun dışında, içimizde pazarlanması mümkün olmayan ne varsa ya zorbaca bastırılır, ya kullanılmamaktan körelir ya da hayata geçecek fırsatı bile bulamaz. / 136 - 137 / özgünlüğün politikası 145-159

18. yüzyılda, hakikat anlamında çıplaklık ve kendini keşfetme anlamında soyunma metaforları, yeni bir politik tını kazanır. montesquieu’nün pers mektupları’nda iranlı kadınların giymeye zorlandığı peçeler, geleneksel toplumsal hiyerarşilerin insanlara uyguladığı baskıyı simgeler. paris sokaklarında peçelerin olmayışı ise, tam tersine, yeni tür bir toplumu, ‘özgürlük ve eşitliğin hüküm sürdüğü’ bir toplumu simgeler; bundan dolayı ‘her şey açıkça dile gelir, her şey görünür, her şey duyulur. yürek kendini yüz gibi açıklıkla gösterir.’ rousseau ise sanat ve bilim üzerine söylevler’inde çağını gizleyen ‘kibarlığın birörnek ve aldatıcı peçesi’ni eleştirir ve der ki ‘iyi insan çırılçıplak boğuşmayı seven bir atlettir; güçlerinin kullanımını engelleyen tüm o iğrenç süslerden nefret eder.’ / 153

Çıplaklık diyalektiğine Marx’ınki kadar güzel olmayan, ama en az onun kadar olası başka sonlar da tahayyül etmek mümkündür. Modem insanlar Rousseau tarzı koşullanmamış bir benliğin yalnızlık içindeki pathos ve görkemini ya da Burke tarzı politik maskenin kollektif ve birörnek rahatlığını, Marx’ın bu ikisini en iyi şekilde kaynaştırma çabasına tercih edebilirler pekala. Hatta, diğer insanlarla olan bağlarını benliğin bütünlüğüne yöneltilmiş bir tehdit olarak görüp onlardan ürken ve kaçınan türden bir bireycilik veya benliği toplumsal rolü içinde eritmeyi amaçlayan türden bir kollektivizm, entelektüel ve duygusal açıdan daha kolay olduğu için Marksçı sentezden daha cazip görünebilir. / 154-155

Nihilizm sorunu Marx’m, bir sonraki satırında yine ortaya çıkar: “Burjuvazi her türlü kişisel onur ve saygınlığı değişim değeri içinde eritti; insanların uğruna savaştığı tüm özgürlüklerin yerine ilkesiz bir tek özgürlüğü koydu: serbest ticaret.” Burada ilk önemli nokta piyasanın modern insanların iç yaşamları üzerindeki müthiş etkisidir: insanlar sadece ekonomik soruların değil, metafizik soruların -neyin değerli, neyin onurlu, hatta neyin gerçek olduğu gibi soruların- yanıtlarını bulmak için de fiyat listesine bakmaktadırlar. Marx’ın diğer değerlerin değişim değeri içinde “çözündüğünü” söylerken vurguladığı nokta, burjuva toplumunun eski değer yapılarını silmeyip massetmiş olduğudur. Eski tarz onur ve saygınlık ölmemiş; bilakis piyasayla bütünleşmiş, üstlerine fiyat etiketleri konmuş, emtia niteliğiyle yeni bir yaşama kavuşmuşlardır. Bu yüzden, akla gelebilecek her türden insan davranışı ekonomik açıdan mümkün, “değerli” olduğu andan itibaren ahlaki açıdan kabul edilebilir hale gelir; kazanç sağladıktan sonra her şey uyar. Modern nihilizm budur işte. Dostoyevski, Nietzsche ve 20. yüzyıldaki ardılları bu derdin kaynağını bilimde, rasyonalizmde, Tanrı’nın ölümünde göreceklerdir. Marx ise bunun temelinin çok daha somut ve dünyevi olduğunu söyler: burjuva ekonomik düzeninin -insani değerimizi piyasa fiyatımıza, ne eksik ne fazla bu fiyata eşit gören ve bizleri, fiyatımızı olabildiğince yükseltmek için genişlemeye zorlayan düzenin- sıradan gündelik işleyişinin bir parçasıdır bu. / 156 - 157

ancak iş bulabildikleri müddetçe yaşarlar ve ... ancak emekleri sermayeyi arttırdığı müddetçe iş bulabilirler. Kendilerini parça parça satmak zorunda olan bu işçiler diğer her ticari mal gibi birer metadırlar dolayısıyla rekabetin iniş çıkışlarına, piyasanın dalgalanmalarına tabidirler. (479)
Bu yüzden, ancak sermayesi olan birileri onlara para verdiği sürece kitap yazabilir, resim yapabilir, fizik veya tarih yasalarını keşfedebilir, hayatlarını idame ettirebilirler. Ama burjuva toplumun baskıları o düzeydedir ki karşılığını vermeden, yani eserleriyle şu veya bu şekilde “sermayeyi arttırmadan” kimse onlara para vermez. Onların beyinlerim sömürerek kâr sağlamaya istekli bir işverene “kendilerini parça parça satmak” zorundadırlar. Kendilerini en kârlı şekilde arz edebilmek için uğraşıp didinmeleri gerekir; sırf çalışmalarını sürdürebilmek için satın alınma imtiyazı uğruna (çoğu kez amansız ve acımasızca) rekabet etmek zorundadırlar. Eser tamamlandığında onlar da, diğer tüm işçiler gibi kendi emeklerinin ürününden koparılmış olurlar. / 164

Baudelaire’e göre alınması gereken ders şudur: Modern hayatın ayırdedici ve otantik bir güzelliği olmasına karşın, bu onun doğasından kaynaklanan sefalet ve kaygı duygusundan, modern insanın ödemesi gereken faturadan ayrılamaz.

Ortaya koyduğu yeni zevkler ölçüsünde insanlığı zarifleştiren sınırsız ilerlemenin en zalim ve en saf işkence olup olamayacağı sorusunu bir yana bırakıyorum; kendi kendini yadsıyarak ilerleyişinin durmaksızın yenilenen bir intihar biçimi olup olmadığı sorusunu hummalı ilahi mantık çemberine hapsedilmiş, kendini bizzat kendi kuyruğuyla sokan bir akrep olup olmaya cağı sorusunu da- ilerleme, bizzat kendi ebedi kederi ne dönüşen o ebedi arzu! / 195

Benjamin’in Paris yazıları Greta Garbo’nun Ninotchka'sına şaşırtıcı bir benzerlik gösteren dramatik bir performans sergilemektedir. Yüreği ve duyarlığı, karşı konulmaz bir şekilde şehrin parlak ışıklarına, güzel kadınlarına, moda dünyasına, lükse, parıltılı yüzeylerin ve ışıltılı sahnelerin akışına çeker onu; Marksist vicdanıysa onu bu tutkudan alıkoyar, tüm bu parıltılı dünyanın çökmüş, boş, içeriksiz, ruhsuz, proletaryayı ezici, tarih tarafından mahkum edilmiş olduğunu söyler durur ona. Paris tutkusundan korunabilmek için ardarda ideolojik açıklamalar sıralar- ama, dönüp bulvara ya da şehrin ışıklarına son bir kez daha bakmadan edemez; kurtarılmak istemektedir, ama henüz değil. / 201

Haussmann, Ortaçağdan kalma eski teneke mahalleleri yıkarken, farkında olmadan geleneksel kent yoksullannın içe dönük ve dışarıya sımsıkı kapalı dünyasını da yıkmıştır. En yoksul mahallelerin ortasında kocaman delikler açan bulvarlar yoksulların bu deliklerden geçip kendi yıkık dökük mahallelerinden çıkmasını, ilk kez şehrin ve hayatın geri kalan kısmının neye benzediğini keşfetmelerini sağlar. Ve görürken görülürler de: görüntü, tezahür iki yönlüdür. Büyük mekânların ortasında, parlak ışıkların altında görmezden gelmek mümkün değildir. Işıltı, yıkıntıları aydınlatır ve bu parlak ışıkların bedelini ödeyen insanların karanlık hayatlarını ortaya serer.* Balzac bu eski mahalleleri Afrika’nın en karanlık cangılına benzetir, Eugène Sue ise “Paris’in Esrarları” diyordu onlara. Haussmann’m bulvarları egzotik olanı yakma getirmektedir; bir zamanlar bir esrar olan sefalet artık bir olgudur.
Modern şehirdeki sınıf bölünmelerinin ortaya çıkması modern benlik içinde yeni bölünmeler doğurur. Aşıklar ansızın yanı başlarında biten bu partal insanları nasıl karşılayacaklardır? Bu noktada modern aşk masumiyetini yitirir. Yoksulların varlığı şehrin ışıltısının üzerine acımasız bir gölge düşürür. Büyülü biçimde aşkı esinleyen dekor artık bir ters büyü yapmakta, aşıkları kendi romantik sınırlarından çekip daha geniş ve daha az özgür ağların içine yerleştirmektedir. Bu yeni ışıkta kişisel mutluluk bir sınıf imtiyazı gibi görünür. Bulvar politik davranmaya zorlar onlan. / 209 - 210

Baudelaire, adamın da kadının da tepkilerinin, liberal duyarlılıkla gerici acımasızlığın, aynı derecede çıkmaz olduğunu bilmektedir. Bir yanda, yoksulları rahat insanlar ailesine katmanın bir yolu yoktur; öte yanda, onlan uzun süre göz önünden uzaklaştıracak bir baskı biçimi de mevcut değildir - daima geri döneceklerdir. Ancak modern toplumun kökten bir yeniden inşası bulvarın aydınlığa çıkarttığı yaralan -toplumsal olduğu kadar kişisel yaralan- iyi edebilir. Ama, ne var ki köklü çözüm de çoğu kez yıkımdan pek farklı olmuyor: Bulvarlan yıkmak, parlak ışıklan söndürmek, insanları oradan oraya gönderip yeniden yerleştirmek, modem şehrin var ettiği güzellik ve coşku kaynaklarını öldürmek. Baudelaire’in bir zamanlar umduğunu bizler de umabiliriz, şehir ışıkları gibi güzellik ve coşkunun herkesçe paylaşıldığı bir geleceği. Ama bu umudumuz, Baudelaire’in şehrinin atmosferini dolduran o ironik üzüntüden arınamaz bir türlü. / 211 - 212

Meta ekonomisinin önde gelen özelliklerinden biri, Marx’in açıkladığına göre, piyasa değerlerinin sonsuz başkalaşımıdır. Bu ekonomide kazanç sağladıktan sonra her şey uyar ve hiçbir insanî olanak kitaplardan silinmez; kültür bir gün tekrar satılabilir umuduyla her şeyin stokta tutulduğu devasa bir depo halini alır. / 220 - 221

Bir aydınlanma anında, modern şehri oluşturan yalnızlıklar yığını yeni bir ilişkiyle bir araya gelerek bir halk oluşturur. “Sokaklar halka aittir”: şehrin unsurlarına el koyar ve onu kendilerinin kılarlar. Kısa bir süre için, yalnız ve tek tek ani hareketlerin modernizminin yerini kitle hareketinin düzenli modernizmi alır. / 222

Mitolojik “vahşi batı”nın önemli bir özelliği de sınıfsızlığıdır. İki adam, bireysel olarak, bir boşluk içinde karşı karşıya gelirler. Vahşi batı mitolojisini güçlü ve çekici kılan medeniyet öncesi “doğa insanlar”ı demokrasisi hayalidir. / 293

Azgelişmişliğin modernizmi modernliğin düşlem ve hayallerine dayanmaya, seraplar ve hayaletlerle yakınlık kurarak, savaşarak beslenmeye zorlanıyor. Kaynaklandığı hayat biçimi ve sadık kalabilmek için sorunlu, tuhaf, tutarsız olmak zorunda kalıyor. Kolayca tarih yapamadığı için kendi içine kapanıp kendine eziyet ediyor - ya da tarihin tüm yükünü üstlenmek için ölçüsüz girişimlere atılıyor. Çılgına dönmüşçesine kendini aşağılıyor ve ancak öz-ironi yetisiyle ayakta kalabiliyor. Ama bu modernizmin içinden doğup büyüdüğü tuhaf gerçeklik ve altında yaşayıp hareket ettiği tahammül edilmez baskılar -toplumsal ve politik olduğu kadar ruhsal baskılar- bu dünyada yerini bulmuş olan Batı modernizminin hiç ulaşamadığı gözükara bir ışıltıyla dolduruyor onu. / 311

“Kamuyu severdi o, halkı değil”: Dostoyevski, “insanlığa” duyulan sevginin, gerçek insanlara duyulan nefretle birlikte gitmesinin modern politikanın ölümcül tersliklerinden biri olduğu konusunda defalarca uyarmıştı bizi. / 404

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen bolluk döneminde çağdaşlığın önde gelen simgesi yeşil ışıktı. İkinci Dünya Savaşı sonrası olağanüstü bolluğun temel simgesi, federal ekspresyol sistemiydi. Sürücüler, bu ekspresyol üzerinde bir kıyıdan bir kıyıya hiçbir ışığa rastlamadan gidebilirdi. Ama 1970’lerin çağdaş toplumları, hız sının ve dur işaretinin gölgesi altında yaşamak durumundaydı. Toplumsal hareketliliğin azaldığı bu yeni dönemde modern insanlar gitmek istedikleri yön ve uzaklık konusunda derin derin düşünmek, onlan bir yerlere götürebilecek araçların peşine düşmek zorundaydı. / 439

Söylediğim şuydu: Modern olmak, kişisel ve toplumsal yaşamı bir girdap deneyimi gibi yaşamak; insanın kendini ve dünyasını sürekli bir çözülüş, yenilenme, sıkıntı, kaygı, belirsizlik ve çelişki içinde bulması demektir. Kısaca, katı olan her şeyin ergiyip havaya karıştığı bir evrenin parçalan olmak... Öte yandan bir modernist olmak, insanın kendini bu girdabın içinde bile bir şekilde evinde hissetmeyi başarması, bu girdabın ritimlerini özümsemesi; bu girdabın akıntılan arasında, mahvedici akışının ortaya çıkmasına izin verdiği gerçeklik, güzellik, özgürlük ve adalet biçimleri arayışında olmak demektir. / 460

ALL THAT IS SOLID

Buildings are like anchors to memories because they tend to last longer than our human lifespan. But how solid are buildings? The fact that they are made of stone, cement, and marble does not mean they will last eternally. They can easily be gone in a day. This is why we borrowed a part of Karl Marx’s famous quote, “All that is solid melts into air,” for the project title.

Our approach was to dissect the space around Istanbul Modern, with all its elements and previous constructions, and reassemble them, showing the ephemeral side of architecture. The design borrows geometries from past buildings and crunches them together in a chaotic way. But this chaos starts making sense over the course of a day, as past geometries become visible and invisible again. “ALL THAT IS SOLID” is not only a reminder of the past, but also a statement about the imminent change the future holds, so that we can be more critical about it.

The industrial history of the region influenced our choice of materials: the main structure will be constructed with oxidized metals. The responsive shades will react to the position of the sun and its heat; they will close when it is hot and open when it is cold. Pallets, shrubs, cushions, and beach chairs will form the landscape under the structure. 

 

 

PATTU 

Founded in 2009 by Cem Kozar and Işıl Ünal, PATTU is active in the fields of architecture, urban research, exhibition design and graphic design. Raised in Antwerp, Belgium, Cem Kozar (1981, Lüleburgaz) received his formal education as an architect (Istanbul Technical University, 2005). After his graduation, he worked for various architectural offices in Istanbul. He published his master’s thesis “Reading the dynamics of the contemporary city” in 2009. Currently he continues working on his Ph.D. dissertation about the relationship between the museum and the city. In the office, he is mostly working on idea and content development, and space/interaction design. Işıl Ünal (1983, İstanbul) is a landscape architect graduated from Istanbul University (2006). She worked with various landscape architecture offices during and after her studies and had been a part of various urban and landscape design projects in Turkey. After founding PATTU together with Cem Kozar, she started working on graphic design and exhibition projects. In the office, she is responsible for the visual language of the projects.

 

Project: PATTU (Cem Kozar, Işıl Ünal)

Team: Ilgın Külekçi, Hürcan Emre Yılmazer, Lysann Gahmig

Programming: Filika Tasarım (Selçuk Artut, Alp Tuğan)

Engineering and R&D: Metal Yapı (Bülent Özgül, Selami Gürel, Aylin Özgül, Bülent Kahraman, Esra Sümer Eke, Kemal Gürsoy, Yusuf Burak Baliç)

Special Thanks to: Erdal Akkaş, Sevince Bayrak, Funda Cinoğlu, Dilan Çelik, Vassilis Danellis, Oral Göktaş, Fatih Küçükçolak, Zeynep Ögel, Ulya Soley, Harun Ünal, Ömer Talha Yağcı

Mrs. Dalloway’in İncelenmesi: Modernist Öğeler Olarak Değişim ve Gerçeğe Uyanış Olgusu

Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway (1925) isimli eseri modernist öğeler olan değişim ve gerçeğe uyanış olgusunu içeren tanınmış modernist bir romandır. Woolf, eser boyunca ilüzyonel gerçekliği ve gerçeğe uyanışı vurgulayan karakter örneklerini okuyuculara sunmaktadır. Önceki çalışmalarda Clarissa Dalloway gerçeğe uyanmış bir karakter olarak tasvir edilmemesine ragmen, hem Clarissa Dalloway hem de Septimus Warren Smith modernist bir toplumdaki gerçeğe uyanmış bireyleri temsil etmektedirler. Bu nedenle, bu makalenin amacı benzerlikler taşıyan, sanrılardan arınmış Clarissa Dalloway ve Septimus Warren Smith karakterlerini inceleyerek Mrs. Dalloway adlı eserdeki değişim ve gerçeğe uyanış olgusunu analiz etmektir. Bu bağlamda toplumsal onay, evlilik, savaş ve medeniyetin ürünleri olan kurumlara duyulan güven meseleleri bu makalenin kapsamı dahilinde tartışılmaktadır.

Anahtar Kelimeler:

Virginia Woolf, Mrs. Dalloway, modernist edebiyat, gerçeğe uyanış

Mrs. Dalloway (1925) by Virginia Woolf is an acknowledged modernist novel which includes the sense of change and disillusionment as modernist elements. Woolf provides readers with illustrations of characters highlighting illusional reality and disillusionment throughout the novel. Although Clarissa Dalloway is not depicted as a disillusioned character within previous studies, both Clarissa Dalloway and Septimus Warren Smith represent disillusioned individuals in a modernist society. Thus, the aim of this article is to analyze the sense of change and disillusionment in Mrs. Dalloway via examining Clarissa Dalloway and Septimus Warren Smith as disillusioned characters who share similarities. To this end, the issues of social approval, marriage, war and trust towards institutions as products of civilization are discussed within the scope of this article.

Keywords:

Virginia Woolf, Mrs. Dalloway, modernist literature, disillusionment,

Tam Metin

___

  • BERMAN, Marshall (1988). All That Is Solid Melts Into Air. Ontario: Penguin.
  • BONIKOWSKI, Wyatt (2013). Shell Shock And The Modernist Imagination The Death Drive In Post-World War I British Fiction. Surrey: Ashgate.
  • DIBATTISTA, Maria (2009). Imagining Virginia Woolf An Experiment In Critical Biography. New Jersey: Princeton University Press.
  • FROULA, Christine (2005). Virginia Woolf and the Bloomsbury Avant-Garde War Civilization Modernity. New York: Colombia University Press.
  • SOUTHWORTH, Helen (2007). “Women and Interruption in Between the Acts”. Locating Woolf The Politics of Space and Place. Eds. Anna Snaith and Michael H. Whitworth. New York: Palgrave Macmillan.
  • WHITWORTH, Michael H. (2009). Authors in Context Virginia Woolf. New York: Oxford University Press.
  • WOOLF, Virginia (2001). A Room of One’s Own. Ontario: Broadview.
  • WOOLF, Virginia (2003). Mrs. Dalloway. London: Wordsworth.
  • ZWERDLING, Alex (1977). “Mrs. Dalloway and the Social System”. Virginia Woolf and the Real World. London: University of California Press.

___

APA Çetinkaya, E. B. , Gündüz, A. & Akşehir Uygur, M. (2017). Mrs. Dalloway Revised: The Sense of Change and Disillusionment . Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi , (38) , 123-138 . DOI: 10.21497/sefad.376809
  • 17 Haziran 11:22 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 11:22 Yağız Fatih Nazlıer British Economic Growth 1856-1973 adlı eseri ekledi.
  • 17 Haziran 11:20 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 11:20 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 11:20 Yağız Fatih Nazlıer Household and Work in The Nineteenth‐century Censuses of England and Wales adlı eseri ekledi.
  • 17 Haziran 11:18 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 11:18 Yağız Fatih Nazlıer History and Computing III: Historians, Computers, and Data Applications in Research and Teaching adlı eseri düzenledi.
  • 17 Haziran 11:17 Yağız Fatih Nazlıer Structuring the Past: The Occupational and Household Classification of Nineteenth-century Census Data adlı eseri ekledi.
  • 17 Haziran 11:15 Yağız Fatih Nazlıer History and Computing III: Historians, Computers, and Data Applications in Research and Teaching adlı eseri ekledi.
  • 17 Haziran 11:12 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 11:12 Yağız Fatih Nazlıer Occupations of the People of the United Kingdom, 1801-1881 adlı eseri ekledi.
  • 17 Haziran 11:11 Yağız Fatih Nazlıer Journal of the Statistical Society of London adlı eseri ekledi.
  • 17 Haziran 11:09 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 11:09 Yağız Fatih Nazlıer A Peculiarity of the English? The Social Science Association and the Absence of Sociology in Nineteenth-Century Britain adlı eseri ekledi.
  • 17 Haziran 11:07 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 11:06 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 11:06 Yağız Fatih Nazlıer Women, Occupations and Work in the Nineteenth Century Censuses adlı eseri ekledi.
  • 17 Haziran 11:05 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 11:04 Yağız Fatih Nazlıer The Non-Naturals adlı eseri ekledi.
  • 17 Haziran 11:01 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 10:59 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 10:54 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 10:54 Yağız Fatih Nazlıer The Irresistable Diderot adlı eseri ekledi.
  • 17 Haziran 10:52 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 10:52 Yağız Fatih Nazlıer Whitehall and the Labour Problem in Late-Victorian and Edwardian Britain adlı eseri ekledi.
  • 17 Haziran 10:50 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 10:49 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 10:49 Yağız Fatih Nazlıer The Genesis of the Registrar-General's Social Classification of Occupations adlı eseri ekledi.
  • 17 Haziran 10:47 Yağız Fatih Nazlıer Disease, Febrile Poisons, and Statistics: The Census as a Medical Survey, 1841–1911 adlı eserin yaptığı bir atıf ekledi.
  • 17 Haziran 10:47 Yağız Fatih Nazlıer British Economic Growth during the Industrial Revolution adlı eseri ekledi.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır