allah ın bir kulunu sevdiğinin 5 işareti / Allah'ın Kullarını Sevmesi İle İlgili Ayet ve Hadisler | İslam ve İhsan

Allah In Bir Kulunu Sevdiğinin 5 Işareti

allah ın bir kulunu sevdiğinin 5 işareti

Sual: Allah sevgisinin alameti nedir, Allah sevgisini kimler anlayamaz?
CEVAP
Allah sevgisinin alameti yedi şeyde belli olur:
1- Allahü teâlâyı seven, ölümden korkmaz. Seven, daima ölüme hazır bekler. Çünkü ölümle, aşık maşuka, garip öz yurduna kavuşmuş olur. Dinimize bir müddet daha hizmet edeyim düşüncesiyle, ölümün hemen gelmesini istememek Allah sevgisine zıt değildir.

2-
Seven, sevdiğinin sevdiklerini, kendi sevdiklerine tercih eder.

3-
Seven, her an sevdiğini düşünür, onu anar.

4-
Seven, sevgilisinin sevdiği her şeyi sever.

5-
Seven, bütün engellerden sıyrılır, sevdiğini çok anar. Uykusundan fedakârlık eder. Allahü teâlâ, Davud aleyhisselama buyurdu ki:
(Beni sevdiğini söyleyip de, sabaha kadar yatan, yalancıdır. Zira dost, dostla sohbet ister. Gafleti bırakıp beni anar, sohbetime kavuşur.) [M. Name]

6-
Sevene, bütün ibadetler kolay gelir. İbadetlere zevkle sarılır.

7-
Seven, sevgilisinin dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İmanın en sağlam temeli, Allah için sevmek Allah için buğzetmektir.) [Ebu Davud]

İman eden ve imanın tadını bulan, Allahü teâlâyı çok sever. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İman edenlerin Allah sevgisi çok sağlamdır.) [Bekara 165]

Allahü teâlâya tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, Onu tam ve kusursuz sevmek gerekir. Tam ve olgun sevginin alameti de, onun düşmanlarını düşman bilmektir. Onu beğenmeyenleri sevmemektir. Sevgiye gevşeklik sığmaz.

Aşıklar, sevgililerinin divanesi olup, onlara aykırı bir şey yapamaz. Aykırı gidenlerle uyuşamaz. İki zıt şeyin sevgisi bir kalbde bulunamaz. iki zıttan birini sevmek, diğerine düşmanlığı gerektirir.
İnsan sevgisi, hayvanlarda olduğu gibi beş duyuya bağlı değildir. Altıncı hissi inkâr eden, insanı hayvan derecesine indirmiş olur. İnsan, akıl, nur, kalb gibi özellikleriyle hayvandan ayrılır. İnsanın kalb gözü, baştaki gözden daha kuvvetlidir. Aklın anladığı güzellik, gözün gördüğünden daha büyüktür. İşte bunun için, beş duyu ile anlaşılamayan ve ancak kalb ile idrak edilen, şerefli şeylerin zevki daha büyüktür. Beş duyudan başka şey olmadığını sanıp, insanı hayvan derecesine düşürenler, Allah sevgisini anlayamaz.

Peygamber efendimizin, (Ya Rabbi, kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini, sevgine kavuşturacak işlerin sevgisini nasip et ve sevgini susuzluktan yanan kimsenin arzuladığı soğuk sudan benim için daha kıymetli kıl!) duası, Allah sevgisinin önemini bildirmektedir. Allah’ı seven, bilmediği bir aşk ile şaşkın haldedir. Uykusu kaçar, gözyaşları dinmez. Her işinde Allah’tan korkar, titrer. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Sevgi kuvvetli ise buna aşk denir. Allah’ı aşkla sevmek gerekir.

Bu konuda Yunus Emre diyor ki:

Bilmeyenler bilsin ki aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül misâl-i taşa benzer.

Taş gönülden ne biter dilinde ağı tüter
Çok yumuşak söylese sözü savaşa benzer.

Aşk dolu gönül yanar yumuşar muma döner
Kararır taş gönüller sarp katı kışa benzer.

***

Senin aşkının oku, demirden taştan geçer
Aşkına düşen kişi can ile baştan geçer.

Gece gündüz eder zâr, aşkın ile olur yâr
Endişesi sen olan yemekten aştan geçer.

Aşkına düşenlerin yanar durur yüreği
Sana veren kendini lüzumsuz işten geçer.

Başında aklı olan ücretle amel etmez
Her güzele kapılmaz, göz ile kaştan geçer.

Gerçek âşık olasın, can vermeye ivesin
Dostla pazarlık eden nice bin baştan geçer.

Yunus’un gönül evi doludur Hak sevgisi
Tercih eden sohbeti dosttan tanıştan geçer.


Allah’ı sevmenin alameti
Sual:
Allah’ı sevmenin alameti nedir?
CEVAP
Hazret-i Sehle, aynı suali sorduklarında buyurur ki:
Allahü teâlâyı sevmenin alameti, Kur'an-ı kerimi sevmektir. Kur'an-ı kerimi sevmenin alameti Peygamberi sevmektir. Peygamberi sevmenin alameti, sünnete uymaktır. Sünnete uymanın alameti, ahireti sevmektir.

Ahireti sevmenin alameti, dünya sevgisini kalbden çıkarmak, dünyaya buğzetmektir. Dünyaya buğzetmenin alameti de, kendisini ahirete götürecek kadar mal ile yetinmek ve ahirete hazırlanmaktır.


Allah’ın rızası
Sual:
Bilhassa ne yaparsak Allah bizden razı olur?
CEVAP
İsrailoğulları benzer bir suali Musa aleyhisselama sual etmişlerdir. Allahü teâlâ, (Onlar benden razı olurlarsa, ben de onlardan razı olurum) buyurdu. Yani başına gelen belalara katlanmak, ona buna şikayet etmemek, Allah’tan gelen her şeye razı olmaktır.

Musa aleyhisselam, (Ya Rabbi en çok buğzettiğin kimdir?) diye sual etti. Allahü teâlâ (Bir kul, benden hayırlısını isteyip Ben de ona hakkındaki hükmü gönderince ona rıza göstermeyendir) buyurdu. Allahü teâlânın takdirine razı olmalıdır! Hadis-i kudside buyuruldu ki:
(Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen, verdiğim nimetlere şükretmeyen benden başka rab arasın!) [Taberani]


Allah benden razı mı?
Sual:
Allah benden razı mı değil mi, bilmem mümkün mü?
CEVAP
Mümkündür. İbadet etmek tatlı ve kolay, günah işlemek acı ve sıkıntılı geliyorsa, o kimseden Allahü teâlâ razıdır.


Allah’ın kulunu sevmesi
Allahü teâlâ, salih kullarını sever. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah iyilik edenleri sever.) [Maide 13]

(Allah tevbe edenleri, temizlenenleri sever.) [Bekara 222]

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ bir kulunu sevdiği vakit, günah o kula zarar vermez.) [Deylemi]
[Yani Allahü teâlâ, o kuluna günah işletmez demektir. Peygamber efendimizin (Ya Rabbi, bugünden sonra Osman’a günah yazma!) buyurması da böyledir. Bu hadis-i şerif, Hazret-i Osman’ın günah işlemeyeceğini gösterir.]

Bir kulu Allahü teâlânın sevip sevmemesi nasıl belli olur? Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ bir kulunu severse, onu çeşitli dertlere maruz bırakır.) [Taberani]

(Allahü teâlâ, bir kulu sevdiği vakit, onu dertlere müptela kılar. Kul sabrederse, ondan razı olur.) [Deylemi]

(Allahü teâlâ bir kulunu sevdiği vakit, o kulun kalbinde, iyiye yönlendirici, kötülüklerden uzaklaştırıcı bir kuvvet verir.)
[Deylemi]

(Allahü teâlâ, kuluna hayır murad ettiği vakit, kusurlarını ona gösterir.)
[Deylemi]


Günah ve Sevgi
Sual:
Hiçbir sebep yokken arkadaşımla aramızda bir soğukluk oldu. Sebebi ne olabilir?
CEVAP
İşin başı Allahü teâlâyı sevip günahlardan kaçmaktır. Allahü teâlâ bir kimseyi severse, iyilere de onu sevdirir. Allah’ın sevmediği kimselerden iyiler nefret eder.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir kulunu sevince, o kulun sevgisini meleklerin kalbine yerleştirir. [Melekler de onu sever.] Eğer Allahü teâlâ, o kula buğzederse, o buğzu meleklerin kalbine de yerleştirir. [Melekler de o kimseye buğzeder.] Allahü teâlâ o sevgi ve buğzu insanların kalbine de yerleştirir.) [Ebu Nuaym]

Günah işleyen, önce Allahü teâlânın sonra da insanların sevgisini kaybeder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İki kimse, Allah için birbirini severken, sonra aralarındaki muhabbet zail olmuşsa, bu ikisinden birinin işlediği günahtan dolayıdır.) [Buhari]

Dünyada Allahü teâlâdan korkup haramlardan kaçan ve ibadetleri yapan kimse için, ahirette korkacak sıkıntı kalmaz. Dünyada korkmayan ahirette çok sıkıntılara maruz kalır. Hadis-i kudside buyuruldu ki:
(Bir kuluma iki korku, iki eminlik vermem. Eğer dünyada benden emin olursa, ahirette korkar. Dünyada korkarsa, ahirette emin olur.) [Ebu Nuaym]

Harama bakmaktan da çok sakınmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Harama bakış, İblisin zehirli oklarından biridir. Allah korkusundan dolayı bakışına hakim olan, imanının tadını duyar.) [Taberani]

Niyet kalbin amelidir
Niyet, kalbin amelidir. Kalb ise marifet kaynağıdır. Marifet kaynağında bulunanlar, dışarıdakilerden daha değerlidir. Münafık ise, çok kötülük yapmak ister, fakat niyetini gerçekleştiremez. İnsanlara yaranmak için iyi şeyler yapmaya çalışır. Bu bakımdan münafığın ameli niyetinden hayırlı olur.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, sizin güzel suretlerinize, mallarınıza bakmaz. Kalblerinize ve amellerinize bakar.) [Müslim]

Yani Allahü teâlâ, insanın yeni, temiz elbisesine, makam ve rütbesine bakarak sevap vermez. Amelini ne düşünce ile, ne niyetle yaptığına bakarak sevap veya azap verir.

Yahya bin Muaz-ı Razihazretlerine Allah sevgisinin, (muhabbetin) ne olduğu soruldu. Cevabında, (İyilikle artmayan, kötülükle eksilmeyen bir şeydir) buyurdu.

Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri de, (Muhabbet, sevdiği şeyleri sevdiği için vermektir) buyurdu.
Hazret-i Şibli, (Sevdiğini söyleyip de, başkaları ile meşgul olan, dost ile alay etmiş olur) buyurdu.

Sevginin alameti üçtür:
Çok tefekkür, az uyku ve Allahü teâlâyı çok anmak. (T. Gafilin, R. Nasıhin)

Allah'ın Kullarını Sevmesi İle İlgili Ayet ve Hadisler

Allah'ın kulunu sevmesi ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir?

ALLAH’IN KULUNU SEVMESİ İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

  • De ki; siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah yarlığayıcıdır, bağışlayıcıdır.” (Âl-i İmrân sûresi (3), 31)

Allah Teâlâ tarafından sevilmek, dinimizin bizi ulaştırmak istediği en yüce hedeftir. Her hedefe ulaşmanın yolları olduğu gibi bu büyük sonuca erebilmek için yapılması gerekli işler ve takib edilmesi lüzumlu izler de vardır.

Öte yandan, bir kulu Allah’ın sevdiğini gösteren işaretler bulunmaktadır. İşte bu âyette bu işaretlerin başında gelen hususun Hz. Peygamber’e uymak olduğu ortaya konulmuştur.

Yüce kitâbımızın bize bildirdiğine göre, yahudiler ve hıristiyanlar “Biz Allah’ın oğulları ve sevdikleriyiz” [Mâide sûresi (5), 18] diyorlardı. Müşrikler ise, Allah’ı sevdiğimiz için bizi ona yaklaştırsınlar diye putlara tapıyoruz diyor, sapıklıklarını savunuyorlardı. Necrân’dan gelen hıristiyan grub da, “Biz Allah’a olan sevgimizden dolayı Mesih’i tanrı olarak tanıyoruz” demişlerdi. Müslümanlardan da “Vallahi biz Rabbimizi seviyoruz” diye yemin edenler vardı. Bu, kuru bir iddia ile olacak şey değildi. Bütün bu söylenenlere gerçeklik kazandırmanın bir yolu olmalıydı. İşte Allah Teâlâ, “De ki; siz Allah’ı gerçekten seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın” âyetiyle bütün inanç gruplarını Hz. Peygamber’e uymaya, onun gösterdiği şekilde yani  sünnet-i seniyye üzere yaşamaya davet etti ve ancak böyle bir yaşayışın, kendi  sevgisine ve mağfiretine alâmet olduğunu bildirdi.

O halde, Allah Teâlâ’nın kulunu sevdiğinin ilk belirtisi, kulun Hz. Peygamber’e uyması, onun izinden ayrılmaması, gerek inanç gerekse amel olarak Muhammedî çizgiyi gücü yettiğince takip etmeye çalışmasıdır. Allah’ı gerçekten seven herkes, üsve-i hasene olan Hz. Peygamber’e uyar. Peygamber’e uyan herkesi de Allah sever. Böyle bir çizgiden uzak kalanlar için Allah sevgisi de Allah tarafından sevilmek de kuru bir iddia olmaktan başka bir anlam taşımaz.

  • Ey iman edenler! İçinizden her kim dininden dönerse, Allah ona karşılık, kendisinin sevdiği ve kendisini seven insanlar getirir. Bunlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı zorludurlar. Allah yolunda savaşırlar, ayıplayanların ayıplamasından çekinmezler. Bu, Allah’ın lutfudur ki, onu dilediğine verir. Zira Allah’ın keremi geniştir ve Allah ona kimin lâyık olduğunu bilir.” (Mâide sûresi (5), 54)

Bu âyet-i kerîmede Allah Teâlâ dinden çıkanların yerine yaratacağı insanların şu dört vasfını bildirmektedir. Bunlar  bir insanın Allah Teâlâ tarafından sevildiğinin işaretleridir:

Mü’minlere karşı alçak gönüllü olmak,

Kâfirlere karşı izzetli ve zorlu davranmak,

Allah yolunda cihad etmek,

Ayıplayanların ayıplamasından korkmamak.

Bu sayılan özellikler kimin hayatında varsa, Allah’ın sevgisini kazanmış demektir. Kimde bu tavırlar yoksa veya bunların zıddı varsa, Allah’ın sevgisine kavuşabilmek için hayatını bu çizgiye getirmekten başka çaresi olmadığını bilmelidir.

Müslümanlara kaba ve katı davrananlar, kâfirler karşısında ise süt dökmüş kedi gibi tavır alanlar, cihaddan  uzak duranlar ve müslüman oldukları için kendilerine yöneltilen bir takım karalamaları sineye çekip çekingenlik gösterenler,  tavırlarını yeniden gözden geçirmelidirler.

HADİSLER

  • Allah'ın (c.c) Sevgisini Kazanmanın Yolu

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur” dedi:

“Her kim bir dostuma düşmanlık ederse, ben ona karşı harb ilân ederim. Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır; nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, onu mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu korurum.” (Buhârî, Rikak 38)

  • Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

96 numara ile geçmiş bulunan bu hadîs-i kudsîde Allah Teâlâ’nın kulunu sevdiğine işaret sayılan bir kaç husus sıralanmaktadır. Öncelikle bir kulun farz olan görevlerine ek olarak nafile ibadetlerle Allah’a yakınlık kazandığı ve sonunda Allah’ın sevgisine ulaştığı belirtilmektedir. Demektir ki, farz ve nâfilelerde devamlılık göstermek, Allah’ın sevgisine işaret olmaktadır.

Her işinde dürüstlük görülen, istekleri yerine getirilen, tehlikelerden uzak tutulan kimsenin bu hali de onun Allah Teâlâ tarafından sevildiğini gösterir. Çünkü Allah Teâlâ sevdiklerini yardımsız bırakmaz. Zaten hadisimizdeki “İşiten kulağı, gören gözü...olurum” ifadeleri, hiçbir zaman Allah Teâlâ’nın, o kulun vücuduna gireceği (hulûl edeceği) anlamına gelmez. Bu beyânlar, ilâhî yardımın o kulun bütün hayatını kapsayacağı anlamında güzel, güçlü ve tatlı bir mecâzî anlatımdır.

Sürekli bir mücâhede içinde bulunmak suretiyle Allah Teâlâ’nın sevgisini ve dostluğunu kazanan bir müslümana, bu dürüst hali dolayısıyla düşmanlık etmeye kalkacak olanlar da pek tabiî olarak Allah’ın düşmanlığı ile karşı karşıya kalırlar. Allah Teâlâ, dostlarını ve sevdiklerini, düşmanlarına karşı destekleyeceğini bildirmektedir. Bu da, Allah Teâlâ’nın sevgisini kazanma konusunda kullar için çok büyük bir teşvik olmaktadır.

  • Hadisten Öğrenmemiz Gerekenler
  1. Farzlar ve nâfilelere devam etmek, Allah’ın kulunu sevdiğine işarettir.
  2. Allah bir kulu sevdiği zaman  her işinde bu sevgi ve yardımın etkisi görülür.
  3. Dostlarına düşmanlık edenlere Allah Teâlâ harb açacağını bildirmiştir.
  • Allah'ın (c.c) Sevdiğini Sen de Sev

Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:

Allah filanı seviyor, onu sen de sev!” diye emreder. Cebrâil de o kulu sever, sonra gök halkına:

-  Allah filanı gerçekten seviyor; onu siz de seviniz! diye  hitâbeder.

Göktekiler de o kimseyi severler. Sonra da yeryüzündekilerin gönlünde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.

Buhârî, Bedü’l-halk 6, Edeb 41, Tevhîd 33; Müslim, Birr 157. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (19),7

Müslim’in rivâyetinde (Birr 157) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sel-
lem
’in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir:

Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:

- “Ben filanı seviyorum onu sen de sev!” diye emreder. Cebrâil onu sever ve sonra gök halkına:

- Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz, diye seslenir. Gök halkı da o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.

Allah Teâlâ bir kula buğzettiği zaman, Cebrâil’e:

- “Ben, filanı sevmiyorum, onu sen de sevme!” diye emreder. Cebrâil de onu sevmez. Sonra Cebrâil gök halkına:

- Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin, der. Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra da yeryüzündekilerde o kimseye karşı bir kin ve nefret uyanır.

  • Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Önce şu noktayı belirtelim ki, Allah Teâlâ’nın kulunu sevmesi demek, o kul için hayır murad etmesi, ona hidâyet ve nimet vermesi demektir. Allah Teâlâ’nın buğzetmesi de kulun azgınlığını artırıp azâd etmesi demektir.

Gök halkı veya semâ ehli, meleklerdir. Başta Cebrâil aleyhisselâm olmak üzere meleklerin bir kulu sevmesi, o kul için dua ve istiğfarda bulunmaları anlamına gelir.

Hadisin ikinci kısmı yani kin ve nefretle ilgili bölümü Buhârî’de  yer almamaktadır. Nevevî merhum bu sebeple önce Buhârî ile Müslim arasında müşterek olan kısmı vermiş, sonra da Müslim’deki ilâveyi zikretmiştir.

Hadîs-i şerîften anlaşılmaktadır ki, Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman onu meleklere ve insanlara da sevdirir. Allah Teâlâ bir kulu sevdikten sonra onu Cebrâil ve insanların sevip sevmemesi aslında hiç önemli değildir. Ancak Allah Teâlâ sevdiği kuluna daha ziyâde ikram ve iltifat etmek için onu meleklere ve sâlih insanlara da sevdirmektedir. Nitekim Meryem sûresi’nin 96. âyetinde şöyle buyurulmaktadır: “İman edip yararlı işler yapanlara Rahman olan Allah (gönüllerde) sevgi uyandırır.” Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ âyetteki bu “sevgi uyandırma”yı, “Allah’ın onları sevmesi ve sevdirmesi” şeklinde yorumlamıştır. Böylece âyet ile hadisimiz arasındaki uyum tam mânasıyla ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Aynı şekilde Allah Teâlâ sevmediği kişiyi meleklere ve iyi insanlara sevdirmez. Bunun nasıl gerçekleştiği ise, hadisimizde açıklanmaktadır. Buradan şu sonucu çıkarmamız pek normaldir: Müslümanlar arasında sevilen bir kişinin bu durumu, onun Allah katında da sevildiğinin göstergesidir. Aynı şekilde sâlih insanların ve müslümanların  nefret ettiği kişinin bu durumu  da,  onun Allah’ın buğzettiği bir kişi olduğunu gösterir.

O halde kimlerin kimler tarafından sevildiği ve kimler tarafından sevilmediği son derece büyük önem arzetmektedir.

  • Hadisten Öğrenmemiz Gerekenler
  1. Allah’ın kulunu sevmesi gizli kalmaz.
  2. Allah Teâlâ sevdiği kulunu meleklere ve sâlih kullarına da sevdirir.
  3. İnsanlar, toplumdaki durumlarına bakarak, Allah katındaki yerlerinin ne olduğunu tahmin edebilirler.
  • Kendisine Allah'ın (c.c) Sevgisi Müjdelenen Sahabi

Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbtan bir kişiyi askerî bir bölüğe komutan tayin edip gazaya göndermişti. Bu zat bölüğe her namaz kıldırışında (ikinci rekâtta) İhlâs sûresini okuyarak kıraatını bitirirdi. Dönüşte, komutanın namazı İhlâs sûresi ile bitirmeyi âdet edinmiş olduğunu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e haber verdiler. O da:

- “Niçin böyle yaptığını ona sorunuz!” buyurdu. Sordular.

- İhlâs sûresi, Rahmân’ın sıfatlarını ihtivâ ediyor. Bu sebeple ben onu okumayı severim, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

– “Allah Teâlâ’nın da onu sevdiğini kendisine müjdeleyiniz!” buyurdu.

Buhârî, Tevhîd 1; Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn 263. Ayrıca bk. Nesâî, İftitâh 69

  • Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

İhlâs sûresi, Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’e gelip “Bizi kendisine kulluk yapmaya çağırdığın Rabbini bize tanıt” demeleri üzerine  nâzil olmuştur. Meâli şöyledir:

“De ki: O Allah’dır,  birdir.

Allah sameddir, (hiçbir varlığa muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır).

Doğurmamış ve doğurulmamıştır.

Hiçbir şey de O’na denk olmamıştır (eşi ve benzeri yoktur).”

Güzel dinimizin baş inanç ilkesi olan tevhid, Allah’ın birliği esası, en özlü şekilde bu sûrede anlatılmaktadır. Bu sebeple bu sûrenin bir adı da “Tevhid sûresi”dir. Allah Teâlâ, ilâhlık sıfatlarıyla bu sûrede ve bir de Âyetü‘l–kürsî’de olduğu gibi hiçbir  yerde  anlatılmış değildir.

İhlâs sûresinin Kur’ân-ı Kerîm’in üçte birine denk olduğuna dair rivayetler bulunmaktadır. Bunun yorumunda âlimlerimiz farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kimi “Kur’an’ın muhtevâsı üç kısımdan oluşur: Kıssalar, ahkâm ve Allah’ın sıfatları. Bu sûre Allah’ın sıfatlarını ihtiva ettiği için Kur’ân-ı Kerîm’in üçte biri sayılır” demiştir. Kimi de, “Bütünüyle Kur’ân–ı Kerîm, Allah Teâlâ’nın zâtını, isim ve sıfatlarını, fiil ve âdetlerini tanıtır. Bu sûre ise, Allah’ı takdis ve tenzihe tahsis edilmiştir. Bu açıdan Kur’ân’ın üçte biri sayılır” görüşündedir.

Sevap bakımından üçte birine denk olup olmadığı da bu tartışmalar arasındadır.

Hadisimizde ismi bildirilmeyen komutanın, kıldırdığı her namazın ikinci rek’atinde İhlâs sûresini okuması, şikâyet konusu yapılınca Hz. Peygamber, öncelikle bu hareketinin sebebini kendisinden sormak gerektiğini belirtmiş ve sordurmuştur. Komutanın, ne namazı kısa tutmak ne başka sûre bilmemek ne de daha başka herhangi bir sebepten dolayı değil, sırf sûrenin muhtevâsına duyduğu sevgi ve muhabbetten, yani Allah bilincinden dolayı hep bu sûreyi okuduğu anlaşılınca da, onun bu tavrının, Allah Teâlâ tarafından sevildiğinin işareti olduğunu ilân etmiş ve “Allah Teâlâ’nın da onu sevdiğini kendisine müjdeleyin!” buyurmuştur.

  • Hadisten Öğrenmemiz Gerekenler
  1. Allah Teâlâ’nın kendi zâtını tanıttığı sûre veya sûreleri bilinçli olarak sıkça okumak  güzeldir.
  2. İhlâs sûresi, bizim Allah inancımızı en özlü şekilde tanıtan bir sûre–i celîledir.
  3. İkinci rek’atlerde her zaman İhlâs okumak suretiyle namaz kılınabilir.

İslam ve İhsan

Allah Sevgisinin Alametleri

Allah Sevgisi Nasıl Elde Edilir?

PAYLAŞ:                

Allah’ın Kulunu Sevmesinin İşaretleri

Hadis-i Şerifte ise şöyle buyurulmaktadır:

Ebû Hüreyre (Allah Ondan razı olsun)’dan rivayet edildiğine göre Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem), Allah şöyle buyurmuştur, dedi: “Her kim bir dostuma düşmanlık ederse, ben ona karşı harp ilan ederim. Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır; nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu korurum.” (Buhârî, Rikak 38)

Allah Teâlâ tarafından sevilmek, dinimizin bizi ulaştırmak istediği en yüce hedeftir. Her hedefe ulaşmanın yolları olduğu gibi bu büyük sonuca erebilmek için yapılması gerekli işler de vardır. Öte yandan ise Allah’ın bir kulunu sevdiğini gösteren işaretler vardır. Yukarıda belirttiğimiz ayet-i kerîmede bu işaretlerin başında gelen hususun Hz. Peygamber (s.a.v.)’e uymak olduğu ortaya konulmuştur.

O hâlde kulun Hz. Peygamber (s.a.v.)’e uyması, onun izinden ayrılmaması, gerek inanç gerekse amel olarak onun çizgisinden gitmeye çalışması gerekmektedir. Allah’ı gerçekten seven herkes Hz. Peygamer (s.a.v.)’e uyar. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e uyan herkesi de Allah sever. Böyle bir çizgiden uzak kalanlar için Allah sevgisi de Allah tarafından sevilmek de kuru bir iddia olmaktan başka bir anlam taşımaz.

Buna göre yukarıda belirttiğimiz hadis-i şerîfte ise öncelikle bir kulun farz olan görevlerine ek olarak nafile ibadetlerle Allah’a yakınlık kazandığı ve sonunda Allah’ın sevgisine ulaştığı belirtilmektedir. Demektir ki farz ve nafilelerde devamlılık göstermek, Allah’ın sevgisine işaret olmaktadır. Her işinde dürüstlük görülen, istekleri yerine getiren, tehlikelerden uzak tutulan kimsenin bu hâli de onun Allah Teâla tarafından sevildiğini gösterir. Çünkü Allah Teâlâ sevdiklerini yardımsız bırakmaz.

Zaten hadisimizdeki “İşiten kulağı, gören gözü olurum” ifadeleri, hiçbir zaman Allah Teâlâ’nın, o kulun vücuduna gireceği anlamına gelmez. Bu beyanlar, ilahî yardımın o kulun bütün hayatını kapsayacağı anlamını taşır.

“İman edip yararlı işler yapanlara rahman olan Allah (gönüllerde) sevgi uyandırır.” (Meryem suresi, 96. ayet) ayeti mucibince de man ve salh amel muhabbeti çeker.

Önce şu noktayı belirtelim ki Allah Teâlâ’nın kulunu sevmesi demek, o kul için hayır murat etmesi, ona hidayet ve nimet vermesi demektir. Allah Teâlâ’nın buğzetmesi de kulun azgınlığını artırıp azat etmesi demektir. Gök halkı veya sema ehli meleklerdir.

Başta Cebrâil (a.s.) olmak üzere meleklerin bir kulu sevmesi, o kul için dua ve istiğfarda bulunmaları anlamına gelir. Hadis-i şerîften anlaşılmaktadır ki, Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman onu meleklere ve insanlara da sevdirir. Buradan şu sonucu çıkarmamız mümkündür: Müslümanlar arasında sevilen bir kişinin bu durumu, onun Allah katında da sevildiğinin göstergesidir.

Aynı şekilde salih insanların ve Müslümanların nefret ettiği kişinin bu durumu da, onun Allah’ın buğzettiği bir kişi olduğunu gösterir. O hâlde kimlerin kimler tarafından sevilmediği son derece büyük önem arz etmektedir.

(Kaynak: Riyâzü’s-sâlihîn)

Allah’ın Kulunu Sevmesinin Tezahürleri

indir-300x168 Allah'ın Kulunu Sevmesinin Tezahürleri

nasil-dua-etmeliyiz-h1455048339-44d6ce Allah'ın Kulunu Sevmesinin Tezahürleri

Allah’ın kulunu sevmesinin mahiyetini ve sevdiklerini, ana hatları ile ve belli bir çerçeve dahilinde bundan önceki kısımda açıkla­maya çalıştık. Her duygunun dışa akseden bir tezahürü olduğu gibi, sevginin de bir tezahürünün olacağım bir kere daha hatırlatmış ola­cağız.

Allah’ın kulunu sevmesinin de birtakım tezahürleri bulunmak­tadır. Bu tezahürlerin, Islâmın itikad esaslarından kaynaklanan dünyevî ve uhrevî, maddî ve manevî, zahirî ye batınî değişik yönleri vardır. Biz, bu çalışmadaki genel metodumuzu bu kısımda da takip ederek, uzun yorumları ve değişik görüşlerle münakaşaları sayıp dökmeyeceğiz. Bunun yerine, Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerdeki sade temayı aksettirmeye çalışacağız. Bunu yaparken, meselelere açıkla­yıcı yaklaşımlar getiren görüşlere de yer vermekten tamamen uzak durmayacağız. Bu tezahürleri ara başlıklar halinde vermeyi uygun görüyoruz.

1-Allah Sevdiği Kulundan Razı Olur

Sevginin meyvesi ve Allah’a yakın olanların en üstün makamı olarak kabul edilen rızanın işin temelini teşkil ettiğine işaret etmeli­yiz.[1] Rıza, Allah’ın, kulundan hoşnut olması demektir. Buna karşı­lık, kul da Allah’tan hoşnut olur ve her iki durumda aynı terim kul­lanılır. bu karşılıklı hoşnut oluş sevginin tezahürlerinden biridir. Çünkü rıza, bütün arzu ve isteklerin sonu ve zevklerin en üstünü­dür.[2] İman edip güzel amel işleyenlerin yaratılanların en hayırlısı, mükafatlarının da içlerinde daimi kalacakları ‘Adn Cennetleri oldu­ğu açıklandıktan sonra, Allah’ın onlardan, onların da Allah’tan hoş­nut oldukları haber verilir.[3] el-Beydavî (Ö. 685/1286), Allah’ın on­ları umduklarının en son mertebesine ulaştırdığı şeklinde tefsir eder.[4] Kâmil bir amel ve tam bir hizmetin en üstün karşılığı rıza olmaktadır. Burada Arap dilinin kaideleri açısından da bir takım in­celikler bulunduğuna dikkat çekilmiştir.[5]

Cabir lbn ‘Abdillah’tan rivayet edilen bir hadise göre, Allah, cennet ehlinin istedikleri her dilekte bulunabileceklerini kendileri­ne duyurur; cennetlikler de “bizden razı olmanı dileriz” derler. Allah, buraya rızası sayesinde girdiklerini bildirerek, cennetin en üsttün yeri olan ‘Adn Cennetine onları yerleştirir.6

Horasan mutasavvıfları, rızanın kulun çalışarak ulaşacağı ma­kamlar cinsinden olduğunu söylerler.7 Bu görüş oldukça dikkat [çekici görünmektedir. Çünkü rıza, iyi niyetin, salih amelin ve dürûst hareketin bir neticesi olmaktadır. Bunlar ise, kulun kendi iradesi ile alâkalıdır.

Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın rızasının ‘Adn Cennetinden daha üstün [olduğunu ve bunun büyük bir sa’adet teşkil ettiğini haber verir.8 [Her kurtuluşun, başarının ve saadetin sebebi Allah’ın rızasıdır. Kul, Allah’ın kendisinden razı olduğunu bilince, bunun başka her nimetten daha büyük olduğunu nefsinde hisseder.9

Hz. Peygamber, Allah’ın cennet ehline bulundukları halden razı olup olmadıklarını sorduğunu, cennet ehlinin de bize hiç kimseye vermediğin nimetleri verdin nasıl razı olmayız, dediklerini naklet­tikten sonra şunları ilave eder: Allah, “Size bundan daha faziletlisini vereyim mi?” der; onlar “Ey Rabbimiz bundan daha faziletli olan nedir?” derler; Allah, “Size rızam hak olmuştur, bundan böyle ebediyyen size kızmam yoktur” der.10 Şu halde cennetteki en üstün mevki, rıza makamı olmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın kendilerinden razı olduğu, kendileri­nin de Allah’tan razı olduğu bir gurubu da sadıkların teşkil ettiğini bildirmiştir. Doğruluklarının hesap gününde kendilerine fayda sağ­layacağı, en büyük saadet ve kurtuluşun da bu olduğu mûjdelenmektedir.11 Hz. Peygamber doğruluğun hayra, hayrın da cennete götüreceğini, kişinin doğruluğu arayarak ve doğru söylemekte devam ederek sıddîkler mertebesine ulaşacağını söylemiştir.[12] Abdullah lbn ’Ömer’den rivayet edilen ve “Mağara Kıssası” olarak da bilinnen uzun hadiste, bir mağarada mahsur kalan üç kişinin bu korkunç musibetten kurtuluşları doğrulukları sayesinde olmuştur.[13] Hz. Peygamber’in bu hadiseyi ashabına ve ümmete tebliği, kıssadan hisse kabilinden kabul edilmelidir. İmanında, amelinde, özünde ve sözünde doğru olanlarla beraber olmayı Allah emretmektedir.[14]

Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın kendilerinden razı olduğu ve kendileri­nin de Allah’tan razı olduğu mü’minleri “Allah’ın Gurubu” (Hızbul- lah) olarak isimlendirmekte, kurtuluşa erecek olanların “Allah’ın Gurubu” olduğunu haber vermektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de sadece iki yerde geçen “Hızbullah” tabiri, Allah’ı, Rasulünü ve mü’minleri dost edinenler için kullanılmıştır.[15],

Bir hadisten öğrendiğimize göre, Allah mü’minlerin sadece ken­disine ibadet etmelerinden, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamala­rından, toptan Allah’ın ipine sarılıp tefrikaya düşmemelerinden razı olur.[16] Kendisinden razı olduğu kulu ise öğüp yüceltir.[17]

Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın kendilerinden razı olduğu kişi ve ve topluluklardan bahsetmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir: Muha­cirlerden, Ensardan en ileri ve evvel gelenlerle iyilikte onlara uyan­lardan Allah razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.[18] Ağaç altında (Şecere-i Rıdvan) Peygamber’e biat eden mü’minlerden de Allah razı olmuştur.[19] Allah’ın rızasını gözeterek O’na tabi olanla, Allah’ın hışmına uğrayan bir değildir.[20] Allah, din olarak da İslamdan razı olduğunu bildirmiştir.[21] Allah’ın rızası yolunu tutanlar, başka hiçbir şeyden korkmazlar, dünyalık korkular karşısında onlaların imanı artar ve Allah’ın yardımı kendilerine yeter.[22] Kur’ân ve Hz Peygamberle rızasını kazananları, Allah selamet yollarına iletir, iradesiyle karanlıktan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru yola götürür [23] Münafıkların, mü’minleri kandırmak için müslüman olduklarına dair Allah’a yemin etmeleri kınanarak, eğer mü’min iseler Al­lah’ ve Peygamberini hoşnut etmeleri ve Allah’ın rızasını kazanma­ları gerektiği vurgulanır [24] Binasını, Allah rızasını kazanmak temeller üzerine kuran, yıkılmakta olan bir yarın kenarına kurarak onunla beraber cehennem ateşine çökenden elbette hayırlıdır.[25] Kötülükten en çok sakınan, başkalarına yardım için malını vererek özünü temiz tutan kimsenin cehennemden uzak kalacağı, böylesinin iyiliğine karşılık, hiçbir kimseden mükafat beklemediği, ancak yüce olan Rabbinin yolunda iyilik ettiği ve Allah’ın da böylelerinden razı olacağı bildirilmiştir.[26]

Hz. Peygamber, rızanın beşeri münasebetlerle bağlantısına da işaret etmiş bulunmaktadır. ‘Abdullah İbn ‘Amr’dan gelen bir hadis­te “Allah’ın rızasının babanın rızasında, Allah’ın kızgınlığının da ba­banın kızgınlığında olduğunu”[27] söylemiştir. Ümmü Seleme’den ri­vayet edilen bir hadiste de “kocası kendisinden razı olduğu halde ölen bir kadının cennete gireceğini”[28] bildirmiştir. Allah’ın rızasına ulaşabilmenin yolunun, itaatla yakın alâkası bu hadîslerden anlaşıl­maktadır.

İnsani vasıflarla ilgili tabiî haller, haddi aşmamak şartıyla, Al­lah’ın rızasına aykırı değildir. Enes İbn Malik’in anlattığına göre, oğlu İbrahim’in can çekişmekte olduğunu gören Hz. Peygamber’in gözyaşlarını tutamaması Abdurrahman İbn ‘Avfı şaşırır ve “Sen de mi ey Allah’ın Rasulü?” der; Hz. Peygamber, bunun bir rahmet eseri ol­duğunu, gözün yaş akıtması ve kalbin hüzün duymasının normalliğini ona anlatır ve “Biz, Rabbimizin razı olmadığı bir şey söylemiyo­ruz” der.[29] Hz. Peygamberi, dualarında Allah’ın razı olacağı amel­leri nasip etmesini dilerken görüyoruz.[30]

Bir hadisten, Allah’ın sevdiği bir topluluğu bir takım musibet­lerle imtihan edeceğini, bunlara razı olanlardan Allah’ın da razı ola­cağını öğreniyoruz.[31] İnsanoğlunun saadeti Allah’tan gelene razı ol­masındadır.[32] Hz. Peygamber, pek çok hadislerinde, Allah’ın hoş­nutsuzluğundan ve kızmasından rızasına sığınmış,[33] bize de bu prensibi öğretmeyi hedef almıştır. Allah’ın kulundan, kulun Al­lah’tan razı olmasının yanında, insanlar arasındaki rıza ile alâkalı ri­vayetler de çoktur. Rızanın bu kısmı bizim konumuzun dışındadır.

Rabia’ el-‘Adeviyye (Ö. 135/752), rıza mertebesine ulaşabilmesi için, Allah’ın nimeti gibi musibetinin de kulu memnun etmesi gere­ğine işaret etmektedir.[34] el-Gazalî ise, rızaya sevgi açısından yakla­şarak, belâ ve musibetlerde sabrın ötesinde bir rızanın olamayacağı­nı iddia edenleri reddetmekte, böyle düşünenlerin sevgiyi (muhab­bet) inkâr ettiğini söylemektedir. Allah’ın sevgisini kabul edenin- rızayı inkâr edemeyeceğini, zira sevenin, sevdiğinin yaptığı her şeye razı olması gerektiğini hatırlatmaktadır. Konuyu çeşitli yönleri ile misallendirip isbatına gayret eden el-Grazalî, gözünü kaybedenin su­ret güzelliğini, kulağını kaybedenin seslerin ve ahenkli nağmelerin güzelliğini inkâr etmesi gibi, kalp ve gönül gözleri görmeyenler sa­dece kalbin görebileceği bir takım zevk ve lezzetleri inkâr edebilirler, ama bu inkâr hiçbir mânâ taşımaz ve inkâr edilenin olmamasını gerektirmez, demektedir.[35] Rıza konusunun tasavvufi değerlendir­mesi ve mutasavvıfların görüş ve yorumları ayrıca tedkike değer mahiyettedir.

2-Allah Sevdiği Kulunu Gök ve Yer Ehline Sevdirir

Allah’ın, kulun hayrını istemesi, ona lütufta bulunması ve çeşit­li şekillerde ikram etmesi olan muhabbetinin[36] tezahürlerinden biri de, sevdiği kulunu meleklere ve insanlara sevdirmesidir. Ebu Hu- reyre’den nakledilen bir hadise göre Hz. Peygamber şöyle buyur­muştur: “Allah bir kulu sevdiğinde Cebrail’e, “Allah filan kulu se­ver, sen de onu sev” diye emreder. Cebrail o kulu sever ve gök ehli­ne: “Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz” der; onlar da o kimseyi severler. Sonra yeryüzündeki insanların gönlüne o kulun sevgisi ko­nulur ve müslümanlar arasında da o kul sevilir.”[37] Hemen hemen genel prensip olarak, müslümanlar arasında sevilen her insanın Al­lah katında da sevileceği kabul edilmiştir.[38] Çünkü Hz. Peygamber, “Sizler, Allah’ın yeryüzündeki şahidlerisiniz”[39] buyurmaktadır. Bu­nunla ümmetin doğru ve müttekileri kastedilmiştir.[40]

Enes Ibn Malik’ten rivayet edilen bir hadise göre de, Allah’ın, sevdiği kulun sevgisini, buğzettiğinin de buğzunu önce sür’atle me­leklerin kalbine attığı, sonra da insanların kalbine yerleştirdiği ifade edilmiştir.[41] Bu tesirler insanın suretinde ve siretinde kendini gösterir.Neticede

terir.Neticede insanlar da Allah’ın sevdıgi kişiye karşı sevgi ve saygı duyarlar. 42

3-Allah Sevdiği Kulunun Yanındadır ve Onun Her İşini Kolaylaştırır

Allah’ın bir kuluna sevap ve nimet vermeyi murad etmesine rahmet, özel bir yakınlık ve yüce haller bahşetmeyi istemesine de muhabbet denilmektedir.43 Şöhreti çok yaygın olan bir kudsî hadiste şöyle buyurulmaktadır: “Ben kulumun beni anlayışı yanındayım. Kulum beni andığı zaman ben onunla beraberim. O beni gönlünde gizlice zikrederse, ben de onu nefsimde zikrederim. O beni bir cemaat içinde zikredip anarsa, ben onu daha hayırlı bir cemaat içinde zikredip anarım. Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. Kul bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak varırım.”44 Bu hadiste geçen “Allah’ın nefsi”nden muradın zatı olduğu, daha  hayırlı cemaattan maksadın ise melekler cemaatı olduğu ifade edilmiştir. Allah’ın yaklaşması, koşması gibi izahlann zâhir mânâsının muradedilmesi imkân dışıdır. Bunlarla, Allah’ın kuluna layık olduğu mükafatı vermesi ve ona ihsanları anlatılmak istenilmiştir.”45 Bu hadisteki tabirler Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in başka hadislerinin ışığında, hadis kitaplarına yazılan şerhlerde genişçe ele alınmış bulunmaktadır.46 Allah’a yakın olmanın yolunun önce farzları, sonra da nafile ibadetleri yapmak olduğunu bildiren kudsî hadis,neticede,nafile ibadetler sayesinde Allah’ın kulunu sevecegini bildirmektedir. Allah kulunu sevince de “ışiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum; benden isteyince mutlaka veririm, bana sıgınınca onu korurum””47 buyurarak sevgisinin tezâhurünu bize açıklamış olmaktadır.

Şu halde, Allah’a yakın olanlar iki derece üzeredirler: Birinciler, farzları yerine getirmek suretiyle Allah’a yakın olanlardır. Hz. Ömer’in ifadesine göre, “Amellerin en üstünü Allah’ın farzlarını yerine getime, haramlarından sakınma, Allah’a karşı işleyeceği amellerde samimi niyet sahibi olmadır.” lkinciler ise, farzların edâsından sonra, nâfile ibadetlerle de meşgul olanlar, Allah’tan korkuları sebebiyle, mekruhlardan dahi sakınarak Allah’ın sevgisine kavuşanlardır.“ 48

Daha önceki hadiste oldugu gibi, bu hadiste sayılan uzuvların da aslî mânâlarında kullanılmadığı kesindir. Bu ifadelerle, Allah’ın, kulunu, zikredilen uzuvlarla yapacagı günahlardan koruması kastedilmiştir. el-Hattâbî (Ö. 388/998), “Allah’ın, hoşlanmadığı şeylerden kulunu koruması, azalarını muhafaza etmesi, bu uzuvlarla yaptıgı amellerinde kuluna yardımı ve neticede muhabbetini nasib etmesidir. Meselâ, kulağıyla boş ve lüzumsuz sözleri dinlemek, gözüyle nehyolundugu bir şeye bakmak, eliyle helâl olmayanı tutmak, ayağıyla bâtıla koşmak gibi hareketler böyledir” der.49 Ibn Hacer (0. 852/1448), hadisin mahiyetini anlamanın güçlüğüne işaret ettikten sonra, birkaç açıdan degerlendirme yapar. çeşitli nakillerde bulunur ve beş ayrı ihtimali sayar. En tercih edilebilecek olam, elHattabî’den yukarıda naklettigimiz görüşe yakın olanıdır.50 eş Şevkani (0. 1250/1834), sadece bu hadisle ilgili bir kitap meydana getirmiş bulunmaktadır.51

Gerek bu hadiste, gerekse başka hadislerde nafile ibadetlerle kastedilen mânânın çok şümullü olduğunu, dinin hoş karşıladığı ve yapılmasında sevap umulan herşeyin nâfile olduğunu kabul edenler vardır.[52]

Sevilene düşman olanlarla mücâhade, sevginin tamamı kabul edilmiştir. Nitekim Allah yolunda cihâd, Allah’tan yüz çevirenleri ve O’nun düşmanlarını kesin ve açık delillerle doğru yola davetten sonra, şayet uymazlarsa harb ilân ederek Allah yoluna dönmeye bir çağırıdır. O halde cihad sevginin bir neticesidir.[53]

4-Allah Sevdiği Kulun Günahlarını Bağışlar

Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın sevdiği kulunun günahlarım bağışlaya­cağını haber vermektedir. “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın”[54] âyeti bunun delillerindendir. Günahkâr oldukları halde Allah’ın sevgilisi olduklarını iddia eden kimseleri reddederek “Öyle ise niçin Allah sizi günahlarınız yüzünden azablandırıyor?”[55] âyetiyle cevaplandıramayacakları bir soruya muhatap kılar.

Allah’ın sevdikleri arasında bulunan tevbe edenleri daha önce tanıtmaya çalışmış ve gerekli bilgileri vermiştik. Şu halde günahla­rın bağışlanması için tevbe eden ve günahı bağışlanmış olan her mü’min kul, Allah’ın sevdikleri arasına girmiş olur. “Allah bir kulu sevince günah o kula zarar vermez”[56] denilir. el-Gazalî bunun ma­hiyetini, Allah’ı seven kimsenin ölümden önce O’na tevbe edeceği ve geçmişe ait günahları çok bile olsa, o kula günahlarının zarar vermeyeceği şeklinde açıklar. Müslüman olan bir kimseye, geçmiş­teki küfrünün zarar vermeyeceği delilini de buna ilâve eder.57 Bir başka rivâyette ise Peygamberimiz, ’’Günahından tevbe eden kimse hiç günah işlemeyen gibidir”58 buyurarak, tevbenin günahların ba­ğışlanmasının yolu olduğunu bize hatırlatır.

5-Allah Sevdiği Kulunu Musibetlerle İmtihan Eder

Hz. Peygamber, “Mükâfatın büyüklüğü, musibetin büyüklüğü­ne göredir. Allah bir topluluğu sevince, onları musibetlerle imtihan eder. Allah’ın rızası buna razı olan Allah’ın kızgınlığı buna kızana­dır”59 buyururlar. Ahmed İbn Hanbel (Ö. 241/855)’in rivayetinde “sabredenin sabrının mükâfatını göreceği, sabırsızlık yapanın da karşılığında ceza çekeceği”60 ilâvesi yer almaktadır. Benzer bir riva­yeti et-Tabaranî (Ö. 360/970)’den nakleden el-‘Aclûnî (Ö. 1162/1748), “Allah bir kimseyi çok sevdiği zaman kendisini iktina eder, yani evlâd ve mal diye bir şeyini bırakmaz”61 ifadelerini ilave etmektedir. Allah’ın kulunu sevmesinin alâmetlerinden biri de, o kulu kendisinden başka her şeyden uzaklaştırması ve kulunun baş­ka şeylerle alâkasını kesmesidir.62

Allah’ın kulunu imtihanı, hastalık, keder veya sıkıntı gibi hal­lerden biri ile olabilir. Ebû Hureyre’den rivâyet edilen bir hadise gö­re, bu imtihanın sonunda, kulun o andaki yalvarma ve niyazı Al­lah’a ulaşır ve kabul edilir, insanın çaresiz kaldığı sıkıntı ve üzüntü anlarında daha çok Allah’a yöneldiği ve yegane merciinin Allah olduğunun şuuruna erdiği inkâr edilemez. Bu sebepledir ki, kulları arasında musibetlere en çok uğrayanlar, O’nun seçkin ve te­miz kulları olmaktadır.63 Peygamberlerin çektiği sıkıntılar, Kur’ân-ı Kerîm ve sahih hadislerde anlatılmıştır. Allah’ın en seçkin kulları­nın peygamberler olduğu bilinen bir gerçektir.

Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle buyururlar: “Allah bir ku­lu sevince, onun üzerine belâyı adeta boşaltır ve yağmur gibi indi­rir.”[64] “Andolsun sizi imtihan edeceğiz. Tâki içinizden mücâhitler ile felakete karşı göğüs gerip sabredenleri belirtelim”[65] âyeti ile her türlü imtihan kastedilmiştir. Peygamberimiz kendisine “Seni sevi­yorum” diyen kimseye “o halde fakirliğe hazır ol” demiş, “Allah’ı da seviyorum” deyince “şu halde belalara da hazır ol” cevabını vermiş­tir.[66]

6-Allah Sevdiği Kulunu Himaye Eder

Katade İbn en-Nu’man’dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygam­ber şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulu sevdiğinde onu dünyadan korur. Sizden birinizin hastasını sudan koruduğu gibi.”[67] Allah’ın kulunu dünyadaki kötülüklerden himâye edip koruması mühim bir vâkıadır. Bu himâye, sevgi esasına bağlanmış bulunmaktadır. Çocukluğundan itibaren onu en iyi şekilde terbiye etmesi, kalbine limanı yerleştirmesi, aklını nurlandırması, kendisini Allah’tan uzak­laştıracak herşeyden nefret ettirmesi, işlerini kolaylaştırması, içini ve dışını düzeltmesi ve kendi sevgisini kuluna nasib etmesi birer hi­maye kabul edilmelidir.[68] Ayrıca dünya metâı ve şehvetlerden kulu muhafaza etmesi, kalbini dünya sevgi ve ülfetlerine kaptırmaması, ahireti hoşgörmeme hastalığından kurtarması da kul için bir himaye niteliği taşımaktadır.[69]

Huzeyfe İbn el-Yeman, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Allah mü’min kulunu, merhamet ve şefkat sahibi bir çobanın, koyunlarını tehlikeli otlaklardan koruması gibi, her türlü tehlikelerden korur.”[70] Allah’ın koruluğunun, haram kıldığı Leyler olduğunu hadisten öğreniyoruz.[71] Dolayısıyla kul Allah’ın [himayesi sayesinde haramlardan da korunmuş olmaktadır.

7-Allah Sevdiği Kuluna Kavuşmayı İster

Sahabeden pek çok râvisi bulunan bir hadislerinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a kavuşmayı dilerse, Allah da ona kavuşmayı diler. Her kim Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.”[72] Hadisin bazı rivayetlerinde şu ilâveyi buluyoruz: Hz. ‘Aişe, bunun üzerine der ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ölümden hoşlanmadığı için mi? O halde hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz, dedim.” Bunun üzerine: “Öyle değil, lâkin mü’min Allah’ın rahmeti, rıdvanı ve cenneti müjdelendiği vakit, Allah’a ka­vuşmaktan hoşlanmaz. Böyle olunca Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz” buyurdular[73]

Sahih Hadis külliyatının pek çoğunda “Allah’a kavuşmayı arzu edip sevene Allah da kavuşmayı arzu eder ve sever” başlığı altında bir bab ayrıldığını görüyoruz.[74] Bu husus, konuya gösterilen alâka ve verilen ehemmiyeti yansıtmaktadır.

el-Hattabı (Ö. 388/998), meseleye birkaç açıdan bakılabileceği- ni söyler. Bunlardan biri şu âyette belirtilen husustur: ‘Allah’a ka­vuşmayı yalan sayanlar, hiç şüphe yok ki, ziyana uğradılar.”[75] İkin­cisi, ölümle ilgili yönleridir. Şu âyetlerde olduğu gibi: “Her kim Allah’a kavuymayı umarsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği vaîde, muhak­kak gelecektir.”[76]

el-Hattabl sözlerine devamla şöyle demektedir: Kulun Allah’a kavuşmayı sevip istemesi; âhireti dünyaya tercihi, dünyada sürekli kalmayı sevmeyerek, ondan göç etmeye hazır olmasıdır.[77

Mü’min bir kulun Allah’ı sevmesi de, Allah’ın onu sevdiğinin bir tezahürü sayılır. Zira kulun Allah’a sevimli olması, o kimsenin Allah’ı seven bir kul olmasından daha önemlidir. Allah’ın kulu sev­mesi hem daha üstün bir mevki hem de önceliği olan bir sevgidir. Bu sebebledir ki, sevilene itaat, sevginin âdeta ünvânı olmuştur.78Nitekim Allah Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde sadece kendisine itaat edilmesi üzerinde önemle durmaktadır.

lbn Kayyım el-Cevziyye (Ö. 751/1350), “Allah yakında öyle bir toplum getirecek ki, O onları sever, onlar da O’nu severler”[79] âyetinden dört esasın anlaşılacağını söyler:

1-Onlar, mü’minlere karşı alçak gönüllüdürler. Yani son derece yumuşak, merhametli, şefkatli ve duygusaldırlar.

2-Kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler.

3-Allah yolunda canları, malları, el ve dilleri ile cihâd ederler. Bu nokta sevgi davasının gerçeğidir.

4-Allah yolunda olmaları sebebiyle kınayanın kınaması onlara tesir etmez. Bu da muhabbetin sıhhatinin delilidir.[80]

Prf.Dr.Raşit Küük – Sevgi Medeniyeti,syf.

Dipnotlar:

[1]      el-Gazzâlî, İhya, XIV, 2663.

[2]      Ebû Talib el-Mekki, Kûtu’l-Kulûb, II, 76.

[3]      el-Beyyine, 98/8

[4]      el-Beydâvi, Envâru’t-Tenzil, II, 615.

[5]      Fahru’d-Din er-Razi, et-Tefsiru’-Kebir, XXXII, 59.

6 et-Tirmizî es-Sünen, Sıfatu Ehli’l Cenne, II, 15

7 el-,Kuşeyrî, er-Risale II 422.

8 et-Tevbe 9/72

9 ez-Zemahşerî el-Keşşâf, II 203

10 elBuharî, esSahih, Rikak, 51; Tevhîd, 38; Müslim, es-Sahîh, Cennet, 9; et-Tirmizî, es-Sünen, Cennet, 18.

11 el-Maide, 5/119.

[12]     e-Buharî, es-Sahih, Edeb, 69; Müslim, es-Sahih, Birr, 103-105; Ebû Davûd, es-Sünen, Edeb, 80; et-Tirmizî, es-Sûnen, Birr, 46.

[13]     el-Buharî, es-Sahîh, Enbiya, 53.

[14]     et-Tevbe, 9/119.

[15]     Bk. el-Maide, 5/56; el-Mücadele, 58/22.

[16]     Müslim, es-Sahîh, Akdiye, 10; Mâlik, el-Muvatta’, Kelâm, 20.

[17]     Ahmed lbn Hanbel, el-Müsned, III, 38.

[18]     et-Tevbe, 9/100

[19]     el-Feth, 48/18

[20]     Al-imrân, 3/162,

[21]      el-Maıde, 5/3

[22]      Âİ-i İmran, 3/173-174.

[23]      el-Maıde, 5/16

24 et-Tevbe, 9/62.

[25]     et-Tevbe, 9/109

[26]     el-Leyl» 92/17-21

[27]     et-Tirmizi, es-Sünen Birr, 3.

28- et-Tirmizi, es-Sünen Rada , ibn Mace, es-Sûnen, Nikah, 4.

[29]      el-Buhari, es-Sahih, Cenaiz, 45; Muslim, es-Sahih, Fedail, 62.

[30]      ed-Dariml, es-Sünen, lsti’zan, 42; Ahmed lbn Hanbel, el-Müsned, II, 144; V, 396,

[31]      et-Tirmizi, es-Sünen, Zühd, 56; lbn Mäce, es-Sünen, Fiten, 23.

[32]      et-Tirmizi, es-Sunen, Kader, 15; Ahmed lbn Hanbel, el-Musned, I, 168.

[33]      Mesl bk Müslim, es-Sahih, Salat, 222; Ebü Davüd, es-Sünen, Salat, 148; et-Tirmizi, es-Sünen, Da’avat, 75; en-Nesat, es-Sünen, lsti’aze, 62; lbn Mace, es-Sünen, Du’a, 3,

[34]      el-Kuşeyri, er-Risäle, II, 424,

[35]      el-Gazzâlî, İhya, XIV, 2669, 2676.

[36]      lbnül-Halb, el-Hubb, 45,

[37]      el Buharı, es-Sahih, Tevhld, 33; Müslim, es-Sahih, Birr, 157,

[38]      el-‘Ayni, ‘Umdetu’l-Karî, XV, 132,

[39]      el-Buhari, es-Sahih, Cenaiz, 86; Müslim, es-Sahih, Cenaiz, 60; et-Tirmizi es-Sûnen, Cenaiz, 63, en-Nesaî, es-Sünen, Cenaiz, 50.

[40]      lbn Hacer, Fethu’I-Bari, VI, 279 (Mısır).

[41]      el-Münavi, Feyzu’l-Kadlr, 1, 246.

42 A.g.e., l, 247 (Şerh kısmı).

43 el-Kuşeyrî, er-Risale, 11, 611.

44 el-Buharî, es-Sahîh, Tevhîd, 15; aynı veya değişik rivayetleri için bk. Müslim, es-Sahîh, Zikr, 20-22; et-Tirmizî, es-Sünen, Da’avil, 131; Ibn Mace, es-Sünen, Edeb, 58; Ahméd lbn Hanbel, el-Müsned, II, 413; 111, 122.

45 el-‘Ayni, ‘Umdetu’l-Kari, XXV, 101.

46 Ibn Hacer, Fethu’l-Bari, Mısır, XXVlll, 163-166.

47 eI-Buhari, es-Sahih, Rikak, 38.

48 Ibn Receb, Cami’u’l-‘Ulum, 340.

49 el-‘Ayni, ‘Umdetu’l-Kari, XXIII, 90.

50 Ibn Hacer, Fethu’l-Bari, Mısır, XXIV, 138 vd.

51 Bu kitabın adı “Katru’l-Veli ‘ala Hadisi’l-Veli” olup, IbrahimIbrahim Hilal, eseri bir araştıma ve tahkikle birlikte “Velayetu’l-Lah ve’l-Tarik lleyha” adı ile Mısır’da neşretmiştir. (B.t.y.)

[52]    eş-Şevkâni, Katru’l-Velî, 422 ve 426.

[53]    İbn Receb, Camiü’l-‘Ulûm, 341.

[54]    Al-i ‘İmrân, 3/3i.

55]    el-Maide, 5/18,

[56]    Ebû Nuaym, Hılyetü’l-EvliyA, IV, 351-352 (MA. A tâ neşri); el-‘Aclûni, Keşfu’I-Hafa, I, 296.

57 -el-Gazzâli, İhya, XIV, 2637.

58-İbn Mace, es-Sünen, Zühd, 30.

59-et-Tirmizi, es-Sünen, Zühd, 56; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, V, 427 el-Münavi, Feyzu’l-Kadir, 1, 246.

60-Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, V, 429.

61 el-‘Aclûni, Keşfu’l-Hafa, I, 77

62-el-Gazzâli, İhya, XIV, 2639,

63 el-Münavi, Feyzu’l-Kadîr, 1, 245-246

[64]      el-‘Aclûni, Keşfu’l-Hafa, 1.77. (Taberânî’den naklen)

[65]      Muhammed, 47/31,

[66]      Ebû Talib el-Mekkî, Kûıü’l-Kulûb, 11,100.

[67]      et-Tirmizl, es-Sünen, Tıb, 1; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, V, 427.

[68]      el-Makdisi, Muhtasaru Minhaci’l-Kasidîn, 365.

[69]      el-Gazzâli, İhya, XIV, 2640.

[70]      el-Mûnavî, Feyzu’l-Kadîr, II, 298.

[71]      Ebû Davûd, es-Sünen, Büyü’, 3.

[72]      el-Buhari, es-Sahlh, Rikâk, 41; Müslim, es-Sahih, Zikr, 14-18; et-Tirmizi es-Sunen, Cenaiz, 67; en-Nesai, es-Sünen, Cenaiz, 10; Ibn Mace Sünen, Zühd, 31, ed-Darimi, es-Sünen, Rikak 43     ’

[73]      el-Buharl, es-Sahih, Rikâk,41; Müslim, es-Sahih Zikr 15

[74]      Msl., Bk. el-Buhari, Rikak, 41 Müslim Zikr 5 ed-Darimi 43.bab

[75]   el-En’âm, 6/31

[76]       el-‘Ankebût, 29/5; Ayrıca bk, el-Cum’a, 62/8; Yûnus, 10/7.

[77]       lbn Hacer, Feihu’l-Bari, Mısır, XXIV, 159.

[78]      el-Gazzâli, ihya, XIV, 2640; lbn Kayyım, Ravda, 258.

[79]      el-Maide, 5/54.

[80]       lbn Kayyım, Medaricu’s-Salikin, III, 14.

Allah Sevdiği Kulun Günahlarını BağışlarAllah Sevdiği Kuluna Kavuşmayı İsterAllah Sevdiği Kulundan Razı OlurAllah Sevdiği Kulunu Gök ve Yer Ehline SevdirirAllah Sevdiği Kulunu Himaye EderAllah Sevdiği Kulunu Musibetlerle İmtihan EderAllah'ın Kulunu Sevmesinin TezahürleriSevgi

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır