ashabı kehf hikayesi diyanet / ASHAB-I KEHF: “İNSANLIĞA MODEL GENÇLER”

Ashabı Kehf Hikayesi Diyanet

ashabı kehf hikayesi diyanet

İslam ve İhsan

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.

Ashâb-ı Kehf, putperest bir hükümdar olan Dakyanus devrinde Tarsus’da yaşayan, îman ve tevhîd mücâdelesi vermiş olan sâlih gençlerdir. Zalim kral Dakyanus'un Ashâb-ı Kehf'e karşısında sunmuş olduğu puta tapma teklifine karşı o bir avuç imanlı gencin cesaretlerini hiç kaybetmeden verdiği harikulade cevap ve 300 yıllık ölümsüz uykunun hikmeti...

Ashâb-ı Kehf’in adedi hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de sarîh bir ifâde bulunmamakta: «Onlar birtakım gençlerdi» buyrulmaktadır. Bu ise, kıssada başlıca vurgulanmak istenen husûsun, onların isimleri, sayıları ve memleketleri değil, özellikle o sâlih kulların sâhip oldukları ihsan duygusu ve Allâh katında kıymetlerini artıran kalbî yapıları olduğunu göstermektedir.

Putperestliğe karşı îman ve tevhîd mücâdelesinin sergilendiği bu ibret ve hikmet doymuş kıssada, ölümden daha sonra tekrar dirilişin bir numûnesi de ortaya konulmakta, böylece insanoğlunun pekçok ilâhî hakîkatleri idrâk etmesi murâd edilmektedir. Kral Dakyanus’un yakınlarından birtakım gençler olan Ashâb-ı Kehf, tevhîd akîdesinde olmaları nedeniyle, putperest ve zâlim krallarının zulmünün son bulması için dâimâ Cenâb-ı Hakk’a gözyaşlarıyla duâ ve niyazda bulunurlardı. Lakin zâlim kral, gurur ve kibrinin netîcesinde gün geçtikçe îmansızlık ve zulmünü artırarak tanrılık iddiâ edecek dek ileri gitti. Bununla da kalmayarak, artık tevhîd akîdesinde kim varsa, onları toplatıp ağır işkencelere tâbî tutarak kent girişlerine astırmaya başladı. giderken yakınları olan Ashâb-ı Kehf’in de mü’minlerden olduğunu öğrendi.

Hiddetle onları huzûruna çağırttı. Kendilerini tehdîd etti. Ama onlar, îmânın ebedî zevkine varmış olduklarından, bu tehditler karşı aslâ korkmadılar ve zâlim hükümdara söylev koyarak, hakîkati yüzüne aleyhinde söylemekten çekinmediler.

Allâh Teâlâ, onların bu durumlarını şöyle beyân buyurur: (Ey Rasûlüm!) Biz Sana onların başından geçenleri reel olarak anlatıyoruz. Hakîkaten onlar, inanmış gençlerdi. Biz de onların hidâyetini artırdık.” (el-Kehf, 13) “Onların kalblerini metîn kıldık. O yiğitler (zâlim hükümdarları karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O’ndan başkasına ilâh demeyiz. Yoksa abuk subuk sapan konuşmuş oluruz.»” (el-Kehf, 14) “Şu bizim kavmimiz Allâh’tan diğer ilâhlar edindiler. Bâri bu ilâhlar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allâh hakkında yalan uydurandan daha zâlimi var mı?” (el-Kehf, 15)

ZALİM KRAL DAKYANUS'A KARŞI GENÇLERİN MÜTHIŞ CEVABI

Gençler, Dakyanus’un, putlara tapmaları hakkındaki ısrarlı teklifleri karşı da şöyle dediler: “−Bizim bir ilâhımız vardır ki, O’ndan başkasını ilâh tanımayız. Biz yerlerin ve göklerin Rabbini bırakıp da kulların yaptığı cansız taş parçalarına aslâ tapmayız. Senin teklifini kabûl etme ihtimâlimiz daima yoktur! Hükmün ne ise, onu yapabilirsin!” Onlar böylece, önce Mûsâ -aleyhisselâm-’a karşı müsâbakaya meydana çıkan, sonra da îmanla şereflenen sihirbazların, Firavun’a karşısında îmân metâneti ve asâleti ile sergiledikleri tavrın bir benzerini, zâlim kral Dakyanus’a karşısında göstermiş oldular. Sihirbazlar da kendilerine îman nasîb olduktan daha sonra Firavun’un tehdîdi karşısında: “−Senin fiilin bize bir zarar veremez! Çünkü biz, nasıl olsa Rabbimize döndürüleceğiz! Dilediğini yapabilirsin!” demişlerdi.

Hükümdar Dakyanus, îmanlı gençlerin bu gözü kara tavrı karşısında son derece hiddetlendi. Kendilerine daha evvel vermiş olduğu tüm rütbeleri söktürdü. Gerisinde da: “−Siz gençsiniz; kendinize eyvah etmeyin! Yaptıklarınızdan vazgeçmeniz için size üç gün mühlet veriyorum! Düşünün, taşının; kurtulmayı mı, yoksa sizi helâk etmemi mi tercîh ediyorsunuz?” deyip tehdîd etti. Sonra onları kendi hâllerine bırakarak Ninova’ya gitti. Hükümdarın vermiş olduğu bu mühlet, Ashâb-ı Kehf için âdeta bir lutf-i ilâhî oldu. Onlara zâlim hükümdarın şerrinden kurtulmak için zaman kazandırdı. Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve nusretini uman bu sâlih gençler, yanlarında bundan başka köpek olduğu hâlde şehirden kaçarak bir mağaraya saklandılar.

Mağarada evlerinden getirdikleri yiyecekleri yiyor ve gece gündüz Cenâb-ı Hakk’a ibâdet ederek O’na sığınıyor, ilticâ hâlinde: “Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!” diyerek yalvarıyorlardı. Rivâyete tarafından Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, hicret esnâsında gizlendiği Sevr Mağarası’nda bu duâ ile Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmiştir.

ASHAB-I KEHF'İN HİCRETİ

Nitekim sâlih amelleri, ihlâsları ve yaptıkları bu duâ hürmetine rahmet doymuş nusret-i ilâhî Ashâb-ı Kehf’i kuşattı. Bu sırada zâlim Dakyanus, Ninova’dan dönmüş ve onların durumlarını öğrenmişti. Anında peşlerine düşerek saklandıkları mağarayı buldu. Hiddetinden nasıl bir cezâ vereceğini düşünürken Allâh Teâlâ, onun aklına mağaranın ağzını kapatmayı getirdi.

Daha pozitif acele ile askerlerine: “−Anında mağaranın girişini kapatın! Istek ve susuzluktan ıztırapla ölsünler; mağara onların kabirleri olsun!” diye emretti. Bu Nedenle kendine kadar onları diri diri gömmüş olacaktı. Ama bilmiyordu fakat, Hazret-i Mûsâ’yı Firavun’un sarayında büyütüp onun şerrinden koruyan Allâh, Ashâb-ı Kehf’i de Dakyanus’un şerrinden muhâfaza etmekteydi.

300 YILLIK SONSUZ UYKU

Nitekim “muhâfaza edenlerin en hayırlısı” olan Cenâb-ı Hak, Ashâb-ı Kehf’i sonsuz rahmetiyle kuşattı ve onları 309 yıl mağarada canlı olarak uyuttu. Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- der ancak: “Gâfiller arasında bulunup onların in’ikâsını almaktansa uyumak daha evlâdır. Cenâb-ı Adalet, Ashâb-ı Kehf’i fâsıkların arasından ayırarak onların kalblerini gafletten korumuştur.”

Âyet-i kerîmede buyrulur: (Ey Rasûlüm! Orada bulunsaydın) güneşi görürdün ancak, doğduğu vakit mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isâbet etmeden geçerdi. (Bu Nedenle) onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı).İşte bu, Allâh’ın âyetlerindendir (O’nun azametinin bir nişânesidir).Allâh kime hidâyet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır. Kimi de hidâyetten mahrum ederse, artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın!” (el-Kehf, 17) “Kendileri uykuda oldukları hâlde sen onları açıkgöz sanırdın. Onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttalî olsa idin, dönüp de onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden, için bir korku ile dolardı.” (el-Kehf, 18)

ASHAB-I KEHF UYANDIRILDI

Cenâb-ı Yargı, Ashâb-ı Kehf’i uyandırdığında, onlar mağarada çok eksik bir vakit kaldıklarını zannettiler. Âyet-i kerîmelerde buyrulur: “Bu Nedenle Biz, arasında birbirlerine sormaları için onları uyandırdık. İçlerinden biri: «–Ne dek kaldınız?» dedi. (Kimi): «–Bir gün, veya günün bir parçası kadar kaldık.» dediler. (Kimi de) şöyle dedi: «–Rabbiniz, kaldığınız müddeti daha iyi bilir. Şu Anda siz, içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de, baksın, (şehrin) hangi yiyeceği daha temiz ise, size ondan erzak getirsin; keza itinalı davransın (kuytu hareket etsin) ve sakın kimseye sezdirmesin!” (el-Kehf, 19) “Çünkü onlar, eğer size muttalî olurlarsa, ya sizi taşlayarak öldürürler ya da kendi dinlerine çevirirler fakat, o vakit ebediyyen iflâh olmazsınız.” (el-Kehf, 20)

İçlerinden bir her birine, şehre yiyecek içecek almaya gittiğinde elindeki asırlar önceye âit paraları görenler, onun bir define bulduğunu zannederek hükümdara şikâyet ettiler. Zamanın yeni hükümdarı ise, sâlih bir kişi idi. Etrafındakilere dâimâ hoş nasihatte bulunur, onları tevhîde dâvet eder, “ba’sü ba’de’l-mevt”cilt, yâni kıyamet koptuktan sonraki her yerde dirilişin sırlarından bahsederdi. Lakin teb’asının câhilleri, öldükten daha sonra dirilmeyi değişkenlik ile karşılar, bir türlü inanmazlardı. O da buna çok üzülür ve Cenâb-ı Hakk’a: “Yâ Rabbî! Bu kavme inkâr ettikleri hakîkat husûsunda bir tecellî göster!” diye yalvarırdı. Nihayet Ashâb-ı Kehf’deri olan genci karşısında görünce, keyifle bunu etrafındakilere îlân ederek aradığı tecellînin tahakkuku sebebiyle Cenâb-ı Hakk’a hamd etti. Arkasında Ashâb-ı Kehf’in yanlarına giderek onları ziyâret etti. Böylece ilâhî hikmet ve ibretler tezâhür etti.

Bundan sonradan Cenâb-ı Hak, Ashâb-ı Kehf’in ruhlarını kabzetti. Ashâb-ı Kehf, îmânlarında sebat gösterip zulümlere katlanmaları, Allâh yolundan ayrılmamaları ve bu uğurda hicret etmelerinin bir bereketi olarak Kur’ân-ı Kerîm’de tekrîm buyrulmuştur. Böylece fakat, bu kıssa dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’deki bir sûreye bu sâlih kişilerin sıfatı verilmiş, ona “Kehf Sûresi” denmiştir.

Bu sûrede Ashâb-ı Kehf’ten başka ehemmiyetli kıssalar da bulunmakla birlikte, sûreye bu ismin verilmesi, bu kıssanın husûsî ehemmiyetini ifâde etmektedir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cuma günü Kehf Sûresi okunduğunda, bunun diğer cumaya kadarki günahlara keffâret olacağını bildirmiştir. (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 98)

Bu sûre; îman mücâdelesi, ba’sü ba’de’l-mevt, Mûsâ-Hızır kıssası, azamet-i ilâhiye tecellîleri gibi aralıksız hatırda tutulması gereken önemli mevzûları ihtivâ ettiği için Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, her hafta okunmasını öğüt etmiştir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/ashabi-kehf-kissasi.html

Ashab-I Kehf Nedir? Kimdir? Ashabı Kehf İsimleri Ve Kıssası

Haberin Devamı

 Ashab-ı Kehf mağara arkadaşları anlamını taşımakta olan bir kıssadan bahseder. Mağara arkadaşları bir grup mümin gençtir. Bu kişiler Allah tarafından korunmuştur.

Ashab-ı Kehf Nedir?

 Ashabı-ı Kehf kelime anlamı olarak mağara insanı ya da kitabe halkı olarak kabul edilmektedir. İsimleri unutulan ve öldükleri zannedilen gençlerin yıllar hatta yüzyıllar sonra ortaya çıkmasından bahsedilmektedir. Her ne kadar kıssa ve efsane olarak bazı kaynaklarda değerlendirmeye alınsa da Kuran-ı Kerim'de bizzat geçen bir olaydır. Bu sebeple Müslümanların kesin olarak inanıp iman ettiği bir kıssadır. Ashab-ı Kehf Kuran-ı Kerim'in 18. ayeti olan Kehf Suresinde anlatılmaktadır.

Ashab-ı Kehf Kimdir?

 Roma askeri valisi tarafından inançlarından dolayı öldürülmek isteyen bir grup mümin gence Ashab-ı Kehf adı verilmiştir. Mağara insanı, kitabe halkı gibi anlamlar taşımaktadır. Bu gençler öldükten sonra dirilme inancını simgeleyen gençler olarak bilinmektedir. Roma döneminde insanlar putlara tapmakta, kendi şekillendirdikleri putları ibadethanelerinde sergileyerek tapmaktadırlar. Bu gençler ise tek tanrı inancını benimsemiş ve putlara tapmayı aşikar bir şekilde reddetmişlerdir. Bu durum ceza almalarına sebep olmuş ve haklarında ölüm fermanı çıkmıştır. Ancak mümin gençler uzun yıllar kaldıkları mağarada Allah tarafından korunarak saklanmıştır.

Haberin Devamı

Ashab-ı Kehf İsimleri Nelerdir?

 Ashabı Kehf, yüzyıllardan beri anlatılan tarihi bir olaydır. Kuran-ı Kerim'de Kehf Suresi 25. ayette anlatıldığına göre yüz yıllar sürdüğü görülmektedir. Ayette şu şekilde geçmektedir: "Onlar mağaralarında dokuz fazlasıyla üç yüz yıl kaldılar. " (el-Kehf,18/25).Bu gençlerin sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte bazı rivayetlere göre yedi kişi oldukları söylenmektedir.

 Bu kişiler: Yemliha, Mekselina, Mesina, Mernuş, Debernuş, Sezanuş, Kafetatayyuş olarak anılmaktadır. Yanlarında bir de köpekleri bulunmaktadır. Bu köpeğe ise Kıtmir ismi verilmektedir. Bu sebeple Kıtmir ismi koruyucu anlamında kullanılmaktadır. İsimleri tam olarak bilinmeyen bu kişiler ve köpekleri farklı inançlar ve dinlerde farklı şekillerde anlatılmaya devam etmektedir.

Haberin Devamı

Ashabı Kehf Kıssası

 Roma'da putperestlik devrinin hakim olduğu yıllarda yöneticiler halka ağır cezalar vermekteydi. Halka büyük işkenceler yapılmakta ve putlara tapmayanlar ağır şekilde cezalandırmaya devam etmekteydi. Bir grup genç, putları reddettiği için bu durum Roma'da büyük problemlere sebep olmuştur. En sonunda bu gençler Roma Askeri Valisi tarafından ölüm cezasına çarptırılmıştır. Bu gençler memleketlerini terk ederek bir mağaraya sığınmışlardır. Yanlarında yalnızca kendilerini koruması için bir köpekleri vardır. Kuran-ı Kerim'de mağarada kalınan süre 309 yıl olarak verilmektedir.

 Tam olarak 309 yıl uykuya dalan bu gençler uyandıklarında çok farklı bir dünyayla karşılaştılar. Gençler mağarada uyuyakaldıktan bir süre sonra Roma halkı onları unuttu. Tam 309 yıl sonra uyandıklarında açlık hissettiler. Gençlerden biri, rivayetlere göre Yelmiha, yiyecek bir şeyler almak için şehir merkezine gitti. Tabi onlar hala Roma Döneminde olduklarını sanıyorlardır. Ancak her şeyi bambaşka görünce çok şaşırdı. Hatta tüccara 300 yıl öncesine ait parayı verince halk çok şaşırdı. Üstelik elbiseleri de dönemin modasıyla tamamen ilgisizdir.

Haberin Devamı

 Yemliha, hükümdarın karşısına çıkarılır. Daha sonra halk ve hükümdar mağaraya diğer arkadaşlarının yanına gelir. Ancak onlar oraya gelir gelmez onlar bir anda ortadan kaybolurlar. Bu olaydan sonra burası mabet yapılır. Roma halkı bu olaydan sonra putları bırakarak tek tanrıya inanmaya başlar. Hatta ahiret inancı kuvvetlenir. Bu bölge Mersi Tarsus'ta olduğu düşünülen mağarada bulunmakta ve her yıl binlerce ziyaretçi gelmektedir.

Ashab-ı Kehf, mağarada üç yüz yıl mı kaldılar?

Değerli kardeşimiz,

Kehf Suresi 22–26. Ayetler:

22. Bilmedikleri konuda gelişi güzel tahminler yürüterek "Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir." diyecekler; "Beş kişidir, altıncıları köpekleridir." diyecekler. "Onlar yedi kişidir, sekizincisi köpekleridir." diyecekler. De ki: "Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. Artık onlar hakkında gerçeği açıklama dışında tartışmaya girme ve kimseden de onlarla ilgili bilgi isteme!

23-24. "Allah izin verirse" demeden hiçbir şey için "Şu işi yarın yapacağım" deme. Unuttuğun takdirde rabbini an ve "Umarım Rabbim beni, bundan daha doğru olana iletir" de.

25. "Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Buna dokuz yıl da ilâve ettiler.

26. De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gizli bilgisi ona aittir. O nasıl da duyar, nasıl da görür! Onların Allah'tan başka bir yöneticisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.

İlgili Ayetlerin Açıklaması:

Müfessirler bu âyetleri birbirinin tamamlayıcısı olarak ele almış ve bunların tefsiri hakkında iki farklı görüş belirtmişlerdir:

Birinci Görüş: 25. âyet, daha önce Ashâb-ı Kehf’in sayıları hakkında farklı şeyler söyleyenlerin sözüdür. İnsanlar onların sayıları hakkında ihtilâf ettikleri gibi, kaldıkları süre hakkında da farklı rakamlar söylemişlerdir. Kimileri, "Onlar mağaralarında üç yüz yıl kalmışlardır." derken, bazıları da dokuz yıl daha ekleyerek "Üç yüz dokuz yıl kaldılar" demişlerdir. İbn Mes'ûd'un, âyetin başına "ve kalû (ve dediler ki)" cümlesini ilâve ederek okuması da bu görüşü destekler. Buna göre Allah, Ashâb-ı Kehf'in sayısını da mağarada kaldıkları süreyi de bildirmemiştir. Nitekim 26. âyette bu bilginin sadece Allah katında olduğu belirtilmiştir. Ashâb-ı Kehf’in kendileri de birbirilerine, "Rabbiniz kaldığınız müddeti daha iyi bilir." demişlerdi. (Ayet 19)

İkinci Görüş: 25. âyet Allah'ın sözüdür. Bu takdirde Ashâb-ı Kehf mağarada üç yüz dokuz yıl kalmışlardır. Bir tefsire göre Ehl-i kitap da Ashâb-ı Kehf’in mağarada üç yüz yıl uyuduklarını söylemiştir. Buna göre âyetteki üç yüz yıldan sonra "dokuz da ilâve ettiler" ifadesi, Araplar'ın kullandığı üç yüz dokuz sayısının kamerî yıla (ay yılına), Ehl-i kitab'ın söylediği üç yüz sayısının ise Güneş yılına denk olduğuna işaret edebilir. Bu takdirde 26. âyet onların mağarada kaldıkları süreyi belirterek insanların bu konudaki ihtilâflarını ortadan kaldırmış ve Allah'ın konuyu herkesten daha iyi bildiğini vurgulamış olur. Zira göklerde ve yerde gizli olan şeyleri bilen Allah, onların mağarada ne kadar uyuduklarını da bilir. Onun görmesi de işitmesi de sonsuzdur. Göklerdekilerin de yerdekilerin de ondan başka sahibi yoktur. O hükümranlığına hiç kimseyi ortak etmez. (Açıklama için bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu, III, 471-472)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır