ashabı sufle / 4 Büyük Halife ve Ashabı Suffe 5 Kitap - Mahmud Hasan El-Mısri - Fiyat & Satın Al - Kitapsepeti

Ashabı Sufle

ashabı sufle

Ashâb-ı Suffe, ilk emri “Oku!” olan bir dinin ve ölüm tehdidi altında bile ilme öncelik veren bir peygamberin güzide talebeleridir.
“Oku!” emriyle başlayan bu eşsiz inkılâp, Allah Resûlü’nün (sas) olağanüstü çabalarıyla zirveye ulaştı ve Suffe Ashâbı ile hayat buldu.
Allah ve Resûlü’nün mesajını en iyi şekilde içselleştiren Ashâb-ı Suffe, Kur’ân ve sünneti öğrenerek yaşamayı hayatlarının gayesi yaptılar. Hâl, hareket ve yaşantılarıyla kıyamete kadar gelecek nesillere örnek oldular.
Daha düne kadar okumayı ve yazmayı akıllarından bile geçirmeyen bir toplumun fertleri iken İslâm ile hayat bulan sahâbîler, o günden sonra ilim ve irfan aşığı oldular ve hayatlarını buna adadılar. Bu insanlar, gök kubbenin altında yaşayan en bahtiyar insanlardı. Rehberleri, Kur’ân; okulları, Mescid-i Nebevî; öğretmenleri, peygamberlerin serveri olan Hz. Muhammed (sas) idi.
Bu kitap; akıcı ve sade bir üslupla istifadenize sunulmuş olup en sevgilinin en özel öğrencilerini yakından tanımak, manen onların önüne diz önüne çöküp talebeleri olmak, nebevî ilim ve irfanla tanışmak için hazırlandı.

ASHAB-I SUFFE KİMDİR?



( Derece Tur lütfen tıklayın)

Peygamber Efendimiz döneminde kurulan, ilim ve irfan mektebi olup ismi ve kalitesiyle yıl sonra günümüze kadar gelen Ashâb-ı Suffe nedir? Ashâb-ı Suffe kimdir?

Allah Resûlü şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah o kişiyi cennetin yollarından birine sevk eder. Melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunan her şey, hattâ suyun altındaki balıklar bile âlim için Allâh’a istiğfar ederler. Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, mîras olarak altın ve gümüş bırakmazlar; onlar ilmi miras bırakırlar. Kim bu mîrâsı alırsa, büyük bir nasip almış olur.” (Ebû Dâvûd, İlim, 1/; Tirmizî, İlim, 19/)

ASHABI SUFFE NEDİR?

Allah Resûlü, ashâbının tâlim ve terbiyesine çok büyük ehemmiyet vermiştir. Nitekim Mescid-i Nebevî’nin arka tarafına, etrafı açık ve üstü hurma dallarıyla örtülü bir suffe (gölgelik, çardak) yaptırmıştır. Uzaktan gelen ve âilesi olmayan fakir müslümanlar burada kalırdı. Onlara “Ashâb-ı Suffe” veya “Ehl-i Suffe” denirdi.(İbn-i Sa’d, I, )

Bâzı kaynaklarda Suffe Ehli’nden olduğu söylenen yüzden fazla sahâbînin ismi zikredilir. Bunların maîşetlerini Resûlullah temin eder ve hâli vakti yerinde olan sahâbeyi de onlara yardımcı olmaya teşvik ederdi.

Kendisi de Ashâb-ı Suffe’den olan Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle buyurmuştur:

“Suffe Ehli, İslâm misâfirleriydi. Onların ne sığınacak bir âileleri ne malları ne de bir kimseleri vardı. Bir sadaka geldiğinde Peygamber Efendimiz onlara gönderir, kendisi ondan hiçbir şey almazdı. Şâyet gelen bir hediye ise kendisi ondan bir parça alıp kalanını Ashâb-ı Suffe’ye gönderirdi. Böylece gelen hediyeyi onlarla paylaşırdı.” (Buhârî, Rikâk, 17)

Yine Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir:

“Ben Suffe Ehli’nden yetmiş kişiyi gördüm. Hiçbirinin üzerinde bütün vücûdunu örten bir elbise yoktu&#;” (Buhârî, Salât, 58)

ASHABI SUFFE KİMDİR?

Ashâb-ı Suffe, dînin menbaına en yakın, Allah Rasûlü’nün meclisine en müdâvim insanlardı. Yüksek seviyede ve âdeta hızlandırılmış bir eğitim görüyorlardı. Bu sebeple yetişmeleri daha hızlı oluyordu. Muallimleri, başta Resûlullah olmak üzere Übey bin Kâ’b, İbn-i Mes’ûd, Muâz bin Cebel ve Ubâde bin Sâmit gibi genç ve âlim sahâbîlerdi.

En çok hadîs-i şerîf rivâyet eden sahâbîler (müksirûn) umûmiyetle onlar arasından çıkmıştır. Bunların başında gelen Ebû Hüreyre (r.a.) şunları söyler:

“İnsanlar, «Ebû Hüreyre çok hadîs naklediyor.» diye şaşırıyorlar&#; Muhâcir kardeşlerimiz çarşıda, pazarda ticaretle; Ensâr kardeşlerimiz tarlada, bahçede ziraatle meşgûl iken, Ebû Hüreyre karın tokluğuna Allah Resûlü’nün yanında bulunuyor, onların şâhid olmadığı nice şeylere şâhit oluyor, onların ezberleyemediklerini ezberliyordu.” (Buhârî, İlim, 42)

İslâm’ı öğrenmek için kısa bir süreliğine Medîne’ye gelen heyetler, bir taraftan Peygamber Efendimiz ile görüşürken diğer taraftan da Ashâb-ı Suffe’den, bilmedikleri hususları öğreniyorlardı. Medîne dışında yeni Müslüman olan kabîlelere İslâm’ı öğretmek üzere bir muallim göndermek gerektiğinde, yine Suffe ashâbı arasından seçiliyordu.

Suffe Ashabı Sahabeler Kimlerdir?

Asháb-ı Suffa’nın İsimleri

Peygamber Efendimiz, Medine’ye hicretinin ardından Mescid-i Nebevî‘yi inşa ettirirken ailesine ait odaların yanı sıra mescidin güney tarafına düşen giriş kısmında kimsesiz fakir sahabîlerin barınması için bir gölgelik yaptırdı. Üzeri hurma dallarıyla kapatıldığı için oraya “Suffe” adı verilmişti. Kâbe’nin kıble olmasıyla birlikte bu gölgelik mescidin kuzeyine alındı, daha sonra genişletilen Mescid-i Nebevî’ye dahil edildi. Yoksul sahabîlerin ve kimsesizlerin barındığı Suffe, ilerleyen zamanlarda bir eğitim mekânına erişti.

Suffe, Ashâb-ı Suffe’nin vakitlerini, Resûlullah’ı dinleyip ondan İslâm’ın esaslarını öğrenerek geçirmeleri nedeniyle, kısa zamanda bir eğitim kurumu haline geldi. Sahabeler bu mekânda gecesini ve gündüzünü geçiren kimselerdi. Ashâb-ı Suffe’nin eğitim ve öğretim işleriyle bizzat ilgilenen Resûl-i Ekrem, Suffe’de dersler veriyordu. İslâm hukuku alanında ortaya çıkan ehl-i hadîs ve ehl-i re’y ekollerinin ilk temsilcileri kabul edilen Abdullah b. Ömer ile Abdullah b. Mes’ûd gibi birçok sahabi de Suffe’de yetişmonash.pw’de yetişen bu sahabelerden bazısına, Efendimiz Aleyhisselam, özel olarak belli adetlerde okumak üzere esma-i Hüsnâ verdiği de kaynaklarda belirtilir.

İşte öne çıkan vasıflarıyla Peygamber Efendimizin övdüğü ashab-ı suffe mensubu sahabeler…

HZ. BİLAL-İ HABEŞÎ

Bilal-i Habeşî, Peygamber Efendimiz tarafından seçilen müezzindir. Aslen Habeşistan’lıdır. Son derece mert ve dürüst davranışlıydı. Sesinin güzelliği ve Peygamber Efendimizin şahsî hizmetlerini gören sahabe olarak biliniyordu. O, açıktan Müslüman olduğunu söyleyen ilk yedi kahraman sahabeden birisidir. İslâm’a girdiği için çok eza ve cefa çekti. Yapılan zulüm ve işkencelere meydan okurcasına sabretti. İnancından vazgeçmedi. Korku ve şiddetlerle alay ederek kahramanlaştı. Unutulmayan yiğitlerden oldu. Milyonlarca Müslüman, çocuğuna Bilal adını verdi. Yeryüzünde Müslümanların ibadethaneleri, camileri onun sadasıyla çınladı. Ezan-ı Muhammedî okundukça hep o anıldı. Camilerde ona makam yapıldı. “Ya Hazreti Bilal-i Habeşî” (r.a.} diye yazılar yazıldı. Hat levhaları asıldı. Mübarek belde Şam-ı Şerifte m. senesinde vefat etti. Kabri, Şam’da Babussağîr kabristanlığındadır.

HZ. SELMÂN-I FÂRİSÎ

Künyesi Ebu Abdullah’tı. Allah’ın dostu ve Peygamber Efendimizin hallerinin mahremi olarak tanınır. Son Peygamber’e kavuşma hasretiyle baba servetini, dünya rahatını terk edip diyar diyar dolaşarak Medine’ye ulaşan bir iman eriydi. Hak dine girmek, ahir zaman nebîsini görmek için her türlü çileye razı oldu. Köle olarak satıldı. Fakat sonunda, Habib-i Ekrem (s.a) Efendimizin: “Selman bizdendir. Ehl-i Beyt’ten’dir.” iltifatına mazhar olarak onun ailesine katıldı. “Cennet üç kişiye müştaktır. Ali, Ammar ve Selman.” buyurulan Fârisî Medayin’de vali iken vefat etti.

HZ. EBÛ UBEYDE BİN CERRÂH

Ensar ve muhacirlerin komutanıydı ve her haliyle Allah’a yönelmişti. Aşere-i mübeşşeredendi ve ümmetin emini olarak nam salmıştı. Dünyada iken cennetle müjdelenen 10 bahtiyardan birisi olan Ebû Ubeyde bin Cerrah, İslam’a ilk gönül verenlerdendi. Ebû Ubeyde bin Cerrah, Hicret’in 18’inci yılında 58 yaşındayken taundan vefat etti.

HZ. AMMAR BİN YÂSİR

Ashabın seçkinlerindendi. Erbâbın zineti olarak ünlenmişti. İnancı uğruna gösterdiği fedakârlıklar, İslâm’ın yüceliğinin bir vesikası olan kahramandı. Uzun boylu, kara yağız, ela gözlü ve geniş omuzluydu. Son derece sade ve nezih yaşadı. Hiçbir namazını kazaya bırakmadı. İslâm’ın ilk şehitleri olarak tarihe geçen Yasir ailesi kıyamete kadar gelecek müminlere bu davranışlarıyla tükenmeyen bir şeref, bir asalet bıraktımonash.pw Ali (r.a) devrinde Cemel ve Sıffın’de 93 yaşlarında çarpışırken şehit düştü. Hz. Ali (r.a)’ın kıldırdığı cenaze namazından sonra oraya defnedildi. Ammar 62 hadis-i şerif rivayet etti. Buhari’de geçen bir rivayet şöyledir: “Üç şeyi nefsinde toplayan kimse imanın tamamını elde etmiş olur. 1- Kendi aleyhine de olsa insafı elden bırakmamak, 2- Herkese selâm vermek, 3-Fakir iken bile sadaka vermek.”

HZ. ABDULLAH BİN MESUD

İslam’a gelenlerin altıncısıdır. İlim hazinesi ve Eshâb-ı kiramın meşhurlarındandı. Genç iken iman etti. Kur’an-ı Kerîm’i ve çok hadis-i şerif ezberledi. İki kere Habeşistan’a ve Medine’ye hicret etti. Bütün gazâlarda ve Yermük muharebesinde bulundu. Cennetle müjdelendi. Mekke’de ilk defa ve açıkça herkesin önünde Kur’ân-ı Kerîm okudu. İbn-i Mesud Hazret-i Osman’ın hilâfetine kadar Kûfe’de kalıp, O’nun da’veti üzerine Medine-i Münevvere’ye dönmüş, 32 (m. ) tarihinde, 60 yaşını geçmiş olduğu halde ebedi hayata kavuştu.

HZ. UTBE BİN MESUD

Hürmet sahibi olmakla öne çıkmış, ayıplardan arınmış bir sahabi olarak bilinir. Abdullah bin Mesud(r.a)’un kardeşidir. Utbe bin Mesud (r.a) hakkında Tabiin’in meşhur fakih ve muhaddisi İmam Zühri’nin; “Abdullah bin Mesud bizce kardeşi Utbe’den daha fakih, daha yüksek, sahabelikte ve hicrette daha eski değildir. Fakat Utbe ondan daha erken öldü.” dediği bilinir.

HZ. MİKDAD BİN ESVED

Eshâb-ı kiramın meşhûrlarından ve ilk olarak îmân edenlerindendir. Uzlet yolunu tutmuş, hatalardan yüz çevirmiştir. Hazreti Mikdâd’ın mensûb olduğu kabilesi, düşmanları tarafından hezimete uğratılmış, yerleri, yurtları ve malları ellerinden alınarak dağılıp gitmişlerdir. bu arada, kendisi Mekke’ye düşer ve orada Esved bin Abd-i Yegûs hânedanına sığınır. Bu sırada Resûlullah efendimizin, Peygamberliğini açıkladığını duyunca hemen müslüman olur. Hazreti Mikdâd bin Esved, gittiği yerlerde insanlara Kur’ân-ı Kerim’i öğretti ve hadîs rivâyetinde bulundu. Peygamber efendimiz, kumandanlarından olan Mikdâd bin Esved’i çok severdi. Hakkında şöyle buyurdu: “Allah bana Eshâbımdan dört kişiyi özellikle sevdiğini bildirip, benim, de onları sevmemi emir buyurdu ki: bunlar; Ali, Mikdâd, Selman ve Ebû Zer’dir.”Hazreti Mikdâd bin Esved, herkesin hakkında son derece ihtiyatlı konuşurdu. Ancak işlerinin neticesine bakarak hüküm verirdi. Bu hususta kendisi şöyle bildiriyor: “Ben, bir adamın sonunu görmeden onun hakkında iyi veya fenâ bir şey söylemem! Çünkü buna dair Resûlullah’dan bir şey sorulmuştu da, şu cevabı vermişti: “İnsan kalbi kadar değişen bir şey yoktur!”

HZ. HABBAB BİN ERET

Daima takvaya riayetkâr, imtihan ve belâlara karşısındayken de rıza makamından ayrılmayan bir sahabiydi. İslâm ile ilk şereflenen sahabilerdendi. Kûfe şehrinde vefat etti. Cahiliye devrinde köle olarak satılmıştı. Resûlullah Zeyd bin Erkam’ın evinde iken, burada müslüman oldu. İlk müslüman olan erkeklerin altıncısı idi. İslâm’ın ilk günlerinde, müşriklerin kin ve intikamla baktığı bir zamanda müslüman olmak, üstelik Müslümanlığını izhar etmek (açıklamak) kolay iş değildi. Böyle bir şeye cesaret göstermek bir bakıma can, mal, namus, kısaca her şeyini göze almak demekti.

HZ. SUHEYB BİN SİNAN

Allah’tan razı ve fenâ ehli, Hakk’a yakınlığa ve didâra tâlib olarak ünlenmişti. Sahabiler arasında temiz mizacı, fazilet ve olgunluğu, hazırcevaplığı ve tatlı latifeleri temayüz eden Suheyb b. Sinan (ra), bilhassa yabancı ve sahipsiz insanlara merhameti ve misafirperverliği ile tanındı. Hz. Peygamber’in davetine icabet eden ilk Müslümanlardandı. Nitekim kaynaklarda onun İslam’ın ilk devresinde imanını açıklayan yedi kişiden dördüncüsü olduğuna dair rivayetler mevcuttur. Hz. Peygamber, Suheyb b. Sinan’ın Müslüman olmasını şu sözleriyle değerlendirmiştir: “İlk Müslümanlar dörttür: Ben Arap milletinin ilk Müslümanıyım. Suheyb b. Sinan Rumların ilk Müslümanı, Selmân-ı Fârisî Farsların ilk Müslümanı, Bilâl de Habeşlilerin ilk Müslümanıdır.” Hicretin yılında (M. ), 73 yaşında Medine’de vefat etmiş, Cennetü’l-Bakî kabristanına defnolunmuştur.

HZ. UTBE BİN GAZVAN

Ashab arasında saadet küpü ve kanaat denizi olarak anılırdı. İlk Müslümanlardandı. Diğer Müslümanlar gibi Mekke müşriklerinin işkencelerine, ezâ ve cefâlarına maruz kaldı. Bu sebepten ilk defa Habeşistan’a daha sonra Medine-i Münevvere’ye hicret etti. Askerlerinin rahata alışmaması için fethettiği şehri terk edip yeni bir şehre yerleşen komutandı. Ok atmakta hüner sahibiydi. Bedir, Uhud, Hendek gibi meşhur muharebelerde Efendimizin yanından hiç ayrılmadı. Onu müdafaa için her türlü gayret ve fedakârlığı gösterdi. Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz onun şecaat ve mertliğini övdü. Utbe (r.a) dünyaya değer vermezdi. Onun alâyişine, süsüne aldanmazdı. Fıtraten sade yaşar ve zâhidâne bir hayatı severdi.

HZ. ZEYD BİN HATTAB

Yaratılmışlarla gereğinden fazla ülfet etmekten ve iki cihandan yüz çevirmişti. Mekkeli ilk Müslümanlardan, Hz. Ömer’in kardeşiydi. İslam’ın en zor günlerinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize teslim olan bir iman eriydi. Çok sabırlı ve cömert bir ahlaka sahipti. Ocağında ateşi sönmez, tenceresi ateşten inmez bir sahabi idi. Misafir gelir de evini bulamaz diye ateşi sabaha kadar yanık tutardı. Vakur, sakin, sessiz bir hayat yaşadı. O, İslam’a davet başlayınca vakit kaybetmeden Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile görüşerek yeni din hakkında bilgi aldı. O güne kadar nazil olan vahyi Efendimizden dinledi. İndirilen ayetleri kendisi de okudu ve manasının derinliğine hayran kalarak hemen Müslüman oldu. O, uzun boylu, güçlü kuvvetli ve iri yapılıydı. Savaş meydanında önüne geleni yere seriyordu. Düşman saflarını yara yara bir hayli içlerine doğru girmişti. Bir ara aniden gelen bir kılıç darbesiyle şehadet şerbetini içti.

HZ. EBU KEBŞE

Hz. Peygamber’in hürriyetine kavuşturduğu kölelerden biriydi. Fars asıllı olup Mekke’nin veya Devs kabilesinin Araplaşmış halkındandır. Adının Evs veya Seleme olduğu da rivayet edilir. Hz. Peygamber’le birlikte Bedir ve Uhud başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Hadis rivayet ettiğine dair kaynaklarda herhangi bir kayda rastlanmayan Ebû Kebşe, Hz. Ömer’in halife seçildiği gün (22 Cemâziyelâhir 13 / 23 Ağustos ) vefat etmiştir. Ölüm tarihi 23 () olarak da zikredilir.

HZ. KENNAZ BİN HUSAYN

Daim tevbe halinde olması sebebiyle, tövbekâr olarak bilinirdi. Yüzünü halktan Hakk’a dönmüş bir mü’min olarak nam salmıştı.

HZ. HUZEYFETÜ’L YEMÂNÎ

Tevazuu ile öne çıkmıştı ve Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Efendimizin sırdaşıydı. (H. 36) senesinde hazret-i Osman’ın şehîd edilmesinden kırk gün sonra vefat etti. Peygamber efendimizin hicretini işitir işitmez, içlerinden dokuz kişilik bir hey’et, Medîne’ye gelerek müslüman oldular. Hemen bunların arkasından hazret-i Huzeyfe, çok yaşlanmış olan babasını da yanına alarak Medîne’ye gelip, müslüman oldu. Ensâr’dan sayıldı. Huzeyfe (radıyallahü anh) ölüm döşeğinde yattığı vakit; “Dost anî bir baskınla geldi. Pişmanlık fayda vermez. Allah’ım, fakirlik ve hastalıktan hakkımda hayırlı olanı bana ver. Ölüm, hakkımda yaşamaktan hayırlı ise, sana ulaşıncaya kadar ölüm yolunu bana kolaylaştır” diyerek dua etmiştir.

HZ. UKKÁŞE BİN MIHSAN

Ukkâşe ibni Mıhsan, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin; “en hayırlı süvâri” iltifâtına mazhar bir sahabeydi. Hakk’ın cezasına uğramaktan korkar ve muhalefet etmekten kaçınırdı. Eline geçen fırsatları kaçırmayan, dikkatli, zeki, cesur bir gençti. Yirmi yaşlarında iken gizli gizli İslâm’ı araştırdı. Kardeşi Ebu Sinan ile birlikte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize teslim olup İslâm’la şereflendi. Kur’an ayetlerini öğrendi. Yakınlarına İslâm’ı anlatarak onların da Müslüman olmaları için gayret etti. Kız kardeşi Ümmü Kays onun vesilesiyle İslâm’a girdi. Mekkeli müşrikler, Ukkâşe gibi yakışıklı, genç bir delikanlının Müslüman olmasını içlerine sindiremediler. Baskı ve işkence ile onu dinden döndürmeye çalıştılar. Fakat bunda başarılı olamadılar. O, asla imanından taviz vermedi. İslâm’dan dönmedi. Sâbit ibni Erkam radıyallahu anh ile birlikte düşman üzerine keşif gücü olarak gönderildiğinde, Tuleyha’ya yaklaşmak için saldırıya geçince orada 44 yaşında şehit oldu.

HZ. MESUD BİN REBİ

Ashab-ı güzinden herkesin çok sevdiği vakar sahibi bir sahabiydi. Mesud b. Rebî Hendek ve daha sonraki bütün savaşlara katıldı, Peygamberimizin yanından ayrılmadı. Hicretin otuzuncu yılında vefat etti.

HZ. ABDULLAH BİN ÖMER

Eshâb-ı Kiram’ın büyüklerinden ve fıkıh, tefsîr, hadîs ilminde en üstün olanlarından, Hz. Ömer’in oğlu. Peygamber Efendimizle alakalı olan her şeye büyük alaka duyan, her hayrın kapısı olarak anılan bir sahabiydi. Mekke-i Mükerreme’de hicretten ondört (m. ) sene önce doğup, aynı yerde 73 (m. ) yılında vefât etti. Kabri Muhasseb’monash.pwı İslamiyet’le şereflenince, çocuk yaşta müslüman oldu. Medine-i Münevvere ‘ye hicret etti. İslâm terbiyesiyle yetişti. Eyüp Sultan Hazretleriyle İstanbul surları önünde Bizanslılar ile mücadele etti. On beş tane evladı vardı. On biri erkek, dördü kızdı. Abdullah bin Ömer, Peygamber efendimize çok bağlıydı. O’nun (aleyhisselâm) yolunda gitmek, ahlâkı ile ahlaklanmak isterdi. Huzûr-u se’âdetinden ayrılmak istemezdi. Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve dikkatliydi. Kur’ân-ı Kerim’in tefsiri hususunda sahabenin ileri gelenlerindendi. Helal ve harama ait hadis-i şeriflerin çoğunu bildirdi.

HZ. EBÛ ZER CÜNDEB

Zühdüyle Hz. İsa’ya ve şevkiyle Hz. Musa’ya benzetilir. Kendisi ilk Müslümanların beşincisidir. Uzun boylu, esmer tenli, beyaz saçlı ve geniş omuzlu olan Ebû Zerr, zühd ve takvâ, kanaat ve istiğnâ sahibiydi. Bu sebeple Hz. Peygamber’in kendisine “İslâm’ın İsâ’sı” (Mesîhu’l-İslâm) lakabını verdiği kaydedilir. İslam’ın ilk günlerinde müslümanlığın yayılmasında önemi büyük olan dört kişiden biri de Ebû Zer hazretleridir. Ebû Zer, hemen daima Hz. Peygamber’in huzurunda bulunur, ondan istifade ederdi. Öğrenme konusunda büyük arzu ve iştiyak sahibiydi. Bilmediği her şeyi Hz. Peygamber’e sorardı. Hz. Ali onun için “ilim dağarcığı” demiştir. Ebû Zer hazretleri Mekke yakınlarındaki Rebeze’de hicrî yılda vefat etmiştir. Oradan geçmekte olan küçük bir grup cenaze namazını kılıp defnetmiştir.

HZ. EBÛ DERDÂ

Rasûlullah (s.a.s)’in, Kur’ân, fıkıh ve hadis ilimlerinde önde gelen ashabından biri. Himmetinin yüceliği ile bilinirdi. Hicrî ikinci yılda Müslüman oldu. Vâkıdî’nin naklettiğine göre, Ebû’d-Derdâ ailesi içinde en son Müslüman olandır. Ebû’d-Derdâ önceleri ticaretle uğraşırken, Müslüman olduktan sonra kendini tamamen zühd ve ibadete verdi. İslâm’a girişinden önce meydana gelen Bedir gazasında bulunmayan Ebû’d-Derdâ, Uhud’da büyük fedakârlık ve şecaat gösterdi. Bu gazadan sonra Resûlullah (s.a.s)’in bütün gazalarında bulundu.

HZ. EBU LÜBÂBE

Ümit kapısına dört elle sarılmış bir sahabi olarak anılır. Ebû Lübâbe, Medine’li Evs kabilesine mensuptur. İkinci Akabe biatında İslâm’la şereflendi. Efendimiz onu kabilesine temsilci tayin etti. 12 kişilik seçkin heyet içerisinde yer aldı. Nakîb seçildi. O, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin bütün gazalarına iştirak etti. Bedir’de büyük kahramanlıklar gösterdi. Uhud, Hendek gazvelerinde bulundu. Sevik ve Beni Kaynuka gazvelerine katıldı. Beni Kureyza gazvesinde yahûdilerin isteği üzere Efendimiz onlarla görüşmeğe gönderdi. Orada yanlış bir harekette bulundu ve ömür boyu pişmanlığını duydu. Rasûlullah (s.a) Efendimizin yüzüne bakamadı. Affettirebilmek için kendi kendine ceza verdi. Mescidin direğine kendini bağlattı.Mekke fethinde Amr İbni Avf oğullarının bayrağını taşıdı. Veda Haccında bulundu. İki Cihan Güneşi Efendimizin dâr-ı bekâ’ya göç etmesinden sonra Medine’de kaldı. Evs kabilesinin temsilcisi olarak halifelerin istişare heyetlerinde yer aldı. Emr-i bil-ma’ruf nehy-i ani’l-münker konusunda çok titizdi. Hayatının sonuna kadar bu vazifeye devam etti. Hz. Ali (r.a) devrinde vefat etti. Onbeş civarında hadis-i şerif rivayeti vardır. (monash.pw)

Ashâb-ı Suffa’dan Tespit Edilen Sahabe İsimleri

Bazı tabakat müellifleri eserlerinde ehl-i Suffe’yi geniş bir şekilde tanıtmış, bunlardan Ebû Nuaym el-İsfahanî, Hilyetü’l-Evliyâ’ adlı eserinde Suffe’de kalan kadar sahabi hakkında bilgi vermiştir. Bu konuda müstakil bir eser yazan Şemseddin es-Sehâvî ise ehl-i Suffe’den kişiyi tanıtmıştır. (Rüchânü’l-kiffe, s. ).

Suffe, Hz. Peygamber’in vefatından sonraki yıllarda Mescid-i Nebevî’ye katılmış ve tamamen mescidin içinde kalmıştır. Kaynaklarda “Suffetü’n-nisâ” adını taşıyan bir başka suffeden söz edilmektedir (Müsned, II, ; Ebû Dâvůd, “Hudûd”, 11; Nesâi, “Kat’u’s-sârik”, 8). Hanım sahâbîlere mahsus olduğu anlaşılan bu suffenin yeri ve buraya katılanlar hakkında bilgi
bulunmamaktadır.

1) Ebû Hureyre
2) Musab b. Umeyr
3) Abdullah b. Ummü Mektûm
4) Abdullah b. Amr b. Âs
5) Ammâr b. Yâsir
6) Bilâl-i Habeşî
7) Habbâb b. Eret
8) Sad b. Ebî Vakkâs
9) Ebû Ubeyde b. Cerrâh
10) Osman b. Mazûn
11) Huzeyfetü’l-Yemânî
12) Süheyb er-Rumî
13) Ebû Derda
14) Ebû Eyyûb el-Ensarî
15) Ebû Zer
16) Ebû Saîd el-Hudrî
17) Ebû Fâris el-Eslemî
18) Ebû Muveyhibe
19) Ebû Lübâbe
20) Ebû Kebşe
21) Ebu Asib
22) Ebû Reyhane
23) Ebû Sa’lebe
24) Cariye b. Humeyl
25) Selman Farisî
26) Abdullah b. Omer
27) Abdullah b. Mes’ud
28) Abdullah b. Zeyd el-Cühenî
29) Amr b. Abese
30) Vâsile b. Eska’
31) Salim b. Mâkil
32) Sâlim b. Umeyr
33) Sâlim b. Ubeyd el-Eşcaî
34) Abbâd b. Hâlid
35) Ebû Sa’lebe
36) Abdullah b. Hâris
37) Abdullah b. Hubşî
38) Abdullah(Amr) b. Kays
39) Vâbise b. Ma’bed
40) Şükran salih
41) Sefine
42) Rebîa b. Ka’b
43) Ebu Rezîn
44) Nadle b. Ubeyd (Ebû Berze)
45) Şemun b. Yezid
46) Ubeyd
47) İyâd b. Himâr
48) Esma b. Hârise
49) Beşir b. Hasâsiye
50) Abdullah Zü’l-bicâdeyn
51) Abdullah b. Üneys
52) Fadale b. Ubeyd
53) Harise b. Numan
54) Hilâl
55) Ukkâşe b. Mihsan
56) Utbe b. Gazvan
57) Abdurrahman b. Kurt
58) Amr b. Avf
59) Irbaz b. Sâriye
60) Berâ b. Mâlik
61) Abdurrahmân b. Cebr
62) Ebû Seleme
63) Hanzala b. Ebû Âmir 
64) Hâzım b. Harmele
65) Abdullah b. Amr b. Harâm
66) Abdullah b. Abdulesed
67) Dukeyn b. Saîd
68) Furât b. Hayyân
69) Kennâz monash.pw
70) Habîb b. Zeyd b. Âsım
71) Hakem b. Umeyr
72) Huzeyfe b. Esid
73) Hureym b. Evs
74) Hureym b. Fatik
75) Evs b. Evs
76) Mistah b. Usâme
77) Zeyd b. Hattâb
78) Uveym b. Sâide
79) Ka’b b. Amr
80) Cerhed b. Huveylid
81) Said b. Âmir
82) Safvân b. Beyda
83) Saîd b. Hallad
84) Şeddâd b. Evs
85) Tihfe b. Kays
86) Talha b. Amr
87) Tafavi ed-Dûsiî
88) Abdullah b. Havâle
89) Hubeyb b. İsâf
90) Utbe b. Nüdür-Abd
91) Ukbe b. Âmir
92) Ubâde b. Kurt
93) Amr b. Tağlib
94) Kurre b. Iyâs
95) Mes’ud b. Rebia
96) Sâbit b. Dahhak
97) Sâbit b. Vedia
98) Sakf b. Amr
99) Muaviye b. Hakem
) Muâz b. Hâris
) Cuayl b. Sureka
) Ebû Yesâr
) Ebû Fukeyhe

/von Mehmet Cakir

ASHÂBI SUFFA

Kıble, henüz Kâbe tarafına çevrilmeden önce idi. Mescid-i Nebevî'nin kuzey duvarında, hurma dallarıyla bir gölgelik ve sundurma yapıldı. Buna  "Suffa" denilirdi. Burada kalan Müslümanlara da "Ashâb-ı Suffa" ismi verildi.

Mescid-i Şerifin Suffasında kalan bu sahabîlerin, Medine'de, ne meskenleri, ne de aşiret ve akrabaları, hiçbir şeyleri yoktu. Âileden uzak, dünya meşgale ve gâilesinden âzâde ve tam mânâsı ile feragatkâr bir hayata sahib idiler. Kur'an ilmi tahsil eder, Resûl-i Ekrem Efendimizin va'z ve derslerini dinleyerek istifâde ederlerdi. Ekseriya, oruçlu bulunurlardı.

Vakitlerini Resûl-i Kibriyanın huzurunda geçiren bu mübârek zümre, Efendimizden hep feyz alırdı. Resûl-i Ekremin medresesine Allah için nefsini vakfetmiş fedakâr, ilim aşığı talebeler idiler. Peygamber Efendimiz tarafından tespit edilen muâllimler, kendilerine Kur'an öğretirlerdi. Bunlardan yetişenler, Müslüman olan kabilelere Kur'an öğretmek ve Sünnet-i Resûlullahı beyân etmek için gönderilirlerdi. Bu cihetle de kendilerine "kurra" denilirdi. Suffa ise bu itibarla "Dârü'l-Kurra" diye anılmıştır.

Sayıları kadar olan mütevazi fakat feyizli bir hayata sahib bulunan bu güzide sahabîler, bir irfan ordusu idiler. Bütün mesâilerini Kur'an ve Sünnet-i Resûlullahı öğrenmeye hasretmişken, gerektiğinde gâzâlara da katılırlardı.

İçlerinden evlenenler, Suffe'den ayrılırlardı. Fakat, yerlerine başkaları alınırdı.

Bu güzîde sahabîler ne ticâretle, ne bir sanatla meşgul olmazlardı.  Mâişetleri  Resûl-i Kibriyâ  Efendimiz  ve sahabîlerin zenginleri tarafından temin edilirdi. Bu hususu, Suffa'nın baş talebelerinden biri olan Ebû Hüreyre Hazretleri kendisinin çok hadis rivâyet etmesini garipseyenlere karşı verdiği cevapla pek güzel ifâde etmiştir:

"Benim, fazla hadîs rivâyet edişim garipsenmesin! Çünkü; Muhacir kardeşlerimiz çarşıdaki, pazardaki ticâretleriyle, Ensar kardeşlerimiz de tarlalardaki, bahçelerdeki ziraatlarıyla meşgul bulundukları sırada Ebû Hûreyre, Peygamberin (a.s.m.) mübârek nasihatlarını hıfzediyordu."1

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Ashab-ı Suffa'nın hem tâlim ve terbiyesi hem de mâişeti ile çok yakından ilgilenirdi. Onlarla daima oturur, sohbet eder, alakadar olurdu. Zaman zaman da onlara, 

"Eğer, sizin için Allah katında, neyin hazırlandığını bilseydiniz, yoksulluğunuzun ve ihtiyacınızın daha da ziyâdeleşmesini isterdiniz."

diyerek, bu meşguliyetlerinin son derece mühim ve mübârek olduğunu ifâde buyururlardı.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, evvelâ bu mübârek cemaatın ihtiyacını gidermeye çalışırdı. İcabında, Hâne-i Saâdetlerinin ihtiyaçlarıyla ikinci derecede meşgul olurdu. Bir kere Hz. Fâtıma (r.a.), el değirmeni ile un öğütmekten yorulduğundan şikâyet ederek bir hizmetçi istediğinde Efendimiz ciğerpâresini reddetmiş ve şöyle buyurmuştu:

"Kızım! Sen ne söylüyorsun? Ben henüz Ehl-i Suffa'nın mâişetini yoluna koyamadım."3

Bir gün, Ashab-ı Suffanın başlarına durmuş, hallerini tedkikten geçirmişti. Fukaralıklarını, çekmekte bulundukları zahmetleri görmüş, şöyle buyurarak onların kalplerini hoş etmişti:

"Ey Ashab-ı Suffa! Size müjdeler olsun ki; her kim şu sizin bulunduğunuz hâl ve sıfatta ve bulunduğu durumdan razı olarak bana mülâki olursa, o benim refiklerimdendir."4

Resûl-i Kibriyâ Efendimize herhangi bir şey getirilince, "Sadaka mı, yoksa hediye mi?" diye sorardı. Getirenler, "Sadakadır" cevabını verirlerse, onu el sürmeden Ashab-ı Suffaya ulaştırırdı. "Hediyedir" cevabını verirlerse onu kabul eder ve Ashab-ı Suffaya da ondan hisse ayırırdı. Çünkü; Kâinatın Efendisi, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) sadaka kabul etmez, sadece hediye kabul ederdi. 

Bir gün adamın biri, tabakla hurma getirmişti. Adama, 

"Sadaka mıdır? Hediye midir?" diye sordu. Adam, 

"Sadakadır" cevabını verince, Peygamber Efendimiz onu doğruca Suffa Ehline gönderdi. 

O sırada torunu Hz. Hasan, Peygamber Efendimizin önünde bulunuyordu. Tabaktan bir hurma alıp ağzına götürünce, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz derhal müdâhale etti ve onu ağzından çıkarttırdı. Sonra da,

"Biz Muhammed ve ev halkı [Ehl-i Beyti] sadaka yemeyiz, bize sadaka helâl değildir!" buyurdu.5

Şu âyetin Ashab-ı suffa hakkında nâzil olduğu da rivâyet edilmiştir.6

"Sadakalar, kendilerini Allah yolunda hizmete adamış fakirler içindir ki, onlar yeryüzünde dolaşıp hayatlarını kazanmaya fırsat bulamazlar. Onların hallerini bilmeyen kimse, istemekten çekindikleri için, onları zengin sanır. Ey Habibim, sen onları yüzlerinden tanırsın. Yoksa onlar insanlardan ısrarla bir şey istemezler. Ve siz her ne bağışta bulunursanız, şüphesiz Allah onu hakkıyla bilir."7

Tam mânasıyla Allah yoluna kendilerini vakfetmiş bulunan bu güzide sahabîler, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin hiçbir nasihatını, hiçbir hitabesini kaçırmazlardı. Dâima orada hazır bulunur, irad edilen hitabeleri ve öğütleri hıfzedip diğer sahabîlere de naklederlerdi. Bu bakımdan İslâmî hükümlerin muhafaza ve naklinde Ehl-i Suffa'nın pek müstesna hizmet ve gayretleri vardır. Kur'an nûrunun kısa zamanda âlemin her tarafına sürâtle yayılmasında bu ilim heyetinin büyük payı vardır. Bu bakımdan İslâm tarihinde Ehl-i Suffâ müstesnâ bir yer işgal eder.

Bir ilim müessesesi olan Suffanın, has bir talebesi Ebû Hüreyre kendileriyle ilgili bir hâdiseyi şöyle anlatır:

"Açlıktan yüzü koyun yatıyordum. Bazen de karnıma taş bağlıyordum. Bir gün halkın gelip geçtiği bir yol üzerinde oturdum. O sırada oradan Resûlullah geçiyordu. Vaziyetimi anladı ve
'Ey Ebû Hüreyre,'
 diye seslendi.
'Buyur, yâ Resûlâllah,' dedim.
'Haydi gel,' buyurdu.

"Beraber gittik. Eve girdi. Ben de girmek için izin istedim. Müsaade ettiler. Ben de girdim. Bir kapta süt buldu.

'Bu süt nereden geldi?' diye sordu.
'Falâncalar hediye olarak getirdiler' diye cevap verdiler. Sonra da, 

'Ey Ebû Hüreyre, Ehl-i Suffaya git, onları bana çağır!' diye emretti.

"Ehl-i Suffa, İslâmın misafirleriydi. Ne âileleri ne de mal mülkleri vardı. Resûlullah'a bir hediye geldiği zaman hem kendisine ayırır hem de onlara gönderirdi. Kendisine, ehline verilmesi için gönderilen sadakaların tamamını onlara gönderir, katiyyen kendisine bir pay ayırmazdı."

"Resûlullahın Ehl-i Suffayı dâveti beni üzdü. Ben, bu kaptaki sütü tek başıma içer de, bununla epeyce bir müddet idare ederim, diye umuyordum. Kendi kendime, 'Ben elçiyim. Suffa ehli gelince onlara sütü ben taksim ederim' dedim. Bu durumda sütten bana hiçbir şey kalmayacağını biliyordum. Fakat, Allah Resûlunün emrini yerine getirmekten başka çare de yoktu. 

"Gidip, onları çağırdım. Geldiler. Müsâade isteyip oturdular. Peygamberimiz (s.a.v.),

'Ebû Hüreyre, kabı al ve onlara süt ikrâm et' buyurdular.

"Süt kabını alıp, dağıtmaya başladım. Herbiri kabı alıyor, doyuncaya kadar içiyor, sonra arkadaşına veriyordu. Suffa ehlinin sonuncusu da içtikten sonra, kabı Resûlullaha verdim. Aldı. İçinde sadece azıcık süt kalmıştı. Başını kaldırarak bana bakıp gülümsedi ve

'Ebû Hüreyre,' dedi.
'Buyur, yâ Resûlallah,' dedim.
'Süt içmeyen ikimiz kaldık,' buyurdu.
'Evet, yâ Resûlallah' dedim.
'Otur sen de iç' buyurdular. Oturup içtim.

'Biraz daha iç', dedi. İçtim. Yine içmem için ısrar etti. 'Daha daha,' diyordu. Nihayet, 

'Seni hak din ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, içecek yerim kalmadı' dedim.

'O halde bardağı bana ver' buyurdu. Verdim. Allah'a hamd ve senâ etti. Sonra Besmele çekerek geri kalanını da kendisi içti."8

Dipnotlar:

1. Tecrid Tercemesi, 7/
2. monash.pw Yazır, Hak Dini Kur'an Dili 2/
3. Tabakât, 8/
4. monash.pw Yazır, Hak Dini Kur'an Dili 2/
5. Müslim, 3/
6. monash.pw Yazır, Hak Dini Kur'an Dili 2/
7. Bakara Sûresi,
8. Buhari, 4/89; Tirmizi, 4/

07/02/

 
Ashab-ı Suffe, Arapça "sahipler, arkadaşlar" manalarına gelen "ashab" kelimesiyle, "eyvan, sed, sofa" gibi manalara gelen "suffe" kelimesinden oluşmuş bir tabirdir. Medine'ye hicretten sonra Hz. Peygamber'in Medine'deki mescidine bitişik gölgelikte barınan ve ilim tahsili ile uğraşan sahabelere verilen genel isimdir.

 

Bu öğrenciler kendilerine ayrılan bölümü, dinlenme ve ders çalışma yeri olarak kullanırken sınıf olarak da mescidden yararlanıyorlardı.  

Suffe, İslam tarihinde örnek ve öncü bir eğitim yuvası olmuştur. Suffe, İslam'ın ilk sistemli eğitim kurumudur. İlk İslam "üniversitesi"dir. Suffeliler de hayatlarını Peygamber medresesinden ilim ve irfan tahsil etmeye adamış seçkin kimselerdir. Suffe'de toplanan öğrencilere Kur'ân-ı Kerîm, yazı, hadis-i şerifler ve çeşitli dinî bilgiler öğretilirdi. Ehl-i Suffe, nâzil olan ayetleri ve Peygamberimiz ‘in hadislerini ezberleme hususunda ön sıralarda yer alıyordu. Muhacirler çarşı-pazarda ticaretle, Ensar ise bahçelerinde ziraatle uğraşırken Suffeliler olabildiğince Hz. Peygamber'in yanından ayrılmıyorlar, başkalarının duymadıklarını duyuyorlar, görmediklerini görüyorlardı. Ashab-ı Suffe'nin eğitim ve öğretim işleriyle bizzat ilgilenen Resul-i Ekrem Efendimiz Suffe'de muntazam olarak dersler veriyordu. Ashab-ı Suffe de ayrıca ders verenler arasında Abdullah b. Mesud (ra), Ubey b. Ka‘b (ra), Muaz b. Cebel (ra) ve Ebu'd-Derdâ (ra) gibi ilim sahibi sahabelerde vardı.

Hz. Peygamber ile beraberliklerinin fazla olması sebebiyle diğer Müslümanları duymadıkları birçok hadis-i şeriften onlar haberdar etmiş, hadis rivayetinde ön sıralarda yer almışlardır. En çok hadis rivayet eden yedi sahabeden üçünün; Ebû Hureyre (ra), Abdullah b. Ömer (ra) ve Ebû Said el-Hudrî'nin (ra) de Suffe Ashabı'ndan çıkmış olması elbette Hz. Peygamber'le bu nevi birlikteliğin ve ilme bu denli düşkünlüğün bir neticesi olmalıdır.

Hz. Peygamber, Suffe'de toplanan öğrencilerin geçimleriyle bizzat ilgileniyor, Beytü'l Mal'e ve kendisine gelen malların büyük bir kısmını onlara ayırıyordu. Sahabeler de Hz. Peygamber'in teşvikiyle bu ilim ve irfan yuvasını destekliyor; bazen onlardan birkaçını evlerinde misafir ediyorlardı. Bazen de üzeri hurma dolu dalları getirip burada yüksekçe bir yere asmak suretiyle onların geçimlerine yardımda bulunuyorlardı.

Suffe ehli, İslam'ın yayılmasında ve İslami ilimlerin öğretiminde önemli hizmetler vermiştir. Medine dışındaki, yeni Müslüman olan kabileler, Kur'ân ve diğer dinî bilgileri öğrenmek üzere muallimler istedikçe onlara Suffe Ehli'nden görevliler gönderilmiştir. Bunlar Bi'r-i Maûne ve Racî olaylarında olduğu gibi bu görevlerini hayatları pahasına yerine getirmişlerdir. Diğer taraftan Medine'ye Hz. Peygamber'i görmek üzere gelen kabile temsilcilerinden Müslüman olanlar devletin misafirhane olarak kullandığı evlerde kalmış ve bu dönemde kendilerine yönelik yoğun eğitim faaliyetinde daha ziyade Suffe Ehli vazife görmüştür.

Yüce dinimiz de okumaya büyük önem vermiştir. Nitekim, Kur'an'ın ilk emri 'Oku!..' olmuştur. “İkra’ bismi rabbikellezi hâlak.” Yani, “Yaratan rabbinin adıyla oku.”(Alak, 96/1)

 

Hz. Peygamber yaşadığı olayı şöyle anlatır:
"Melek bana okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi söyledim. Beni kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı; sonra 'Oku!' dedi. Ben yine, 'Okuma bilmem.' dedim. Beni tekrar kollarının arasına aldı, kuvvetle sıktı ve 'Oku!' diye tekrar etti. Ben yine 'Okuma bilmem.' dedim. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi: 'Yaratan rabbinin adıyla oku; O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretmiştir.'" (bk. Buhârî, Bed'ü'I-vahy, 3; Müslim, İmân, )

“Oku” emri, yakın bir gelecekte Peygamber Efendimize (asm) vahiy olunacak ayetlerin yazılı bir metin olarak kaydedilmesine bir işaret ve bu emrin yerine getirilmesine dair bir manevî fermandır. Onun içindir ki, Peygamberimiz kendisine inen her ayeti anında -kâtipleri vasıtasıyla- yazıya geçirmiştir. Bunun yanında kendisi de derhal ezberlemiş ve arkadaşlarına da ezberletmiştir.

Bu ayetler, Hz. Peygamber (asm)'e inen ilk vahiy olup ona ve onun şahsında tüm Müslümanlara okumayı emretmiş, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik etmiştir. İlk vahyin "oku" emriyle başlaması ve bu emrin iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve ilmin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Buradan da anlaşılacağı gibi Ashab-ı Suffe’nin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Buradan hareketle Peygamberimizin Eğitimin Metodu üzerinde duralım:

 

Eğitim; davranış maksatlı bilgiler vermektir. Bu işi yapana da eğitimci denir. Bir insan için eğitim ne kadar önemli ise, eğitimi veren eğitimci de o derece önemlidir. “Doğru cismin eğri gölgesi olmaz.” Eğitimde öncelik eğitimi veren eğitmenin, vereceği eğitimi öncelikle hazmetmesi özünü kavraması ve hayatında vereceği eğitimi yaşamasıdır.

Yani önce eğitilene iyi bir örnek gereklidir. Peygamber Efendimizin her konuda olduğu gibi eğitimde de en güzel örnek olduğu ortadadır.

Eğitimde en iyi örnekleri bize gösteren ve öğreten Peygamber Efendimizin sünnetleridir. Rasûlullah Efendimizin (a.s.m.) o mukaddes sünnetleri, “mübarek lisanından dökülen nurlu cümleler” “icra ettiği işler” ve “hâliyle insanlık âlemine sergilediği örnek ahlak”tan oluşmaktadır.

Peygamber Efendimizde hayatına tatbik etmediği, yaşamadığı hiçbir şeyi öğretmemiş, telkin etmemiştir. Rasûlullah (s.a.v) bir şeyi emrettiğinde bunu evvelâ kendisi tatbik eder, ardından insanlar bunu örnek alır ve O’ndan gördükleri gibi yaparlardı.

Peygamber Efendimizin bazı eğitim metotları şöyledir:

  •    Yaparak yaşatarak öğretirdi
  •    Yavaş yavaş ve özümseyerek öğretirdi
  •    Öğretirken belli bir ölçüde ve bıktırmadan öğretirdi
  •    Şahsi farklılıkları göz önünde bulundururdu
  •    Karşılıklı konuşma ve soru cevap metodunu kullanırdı
  •    Karşısındakine şefkatle davranır ve güzel bir üslup kullanırdı
  •    Muhatabına akli ve mantıki izahlarda bulunurdu
  •    Zekâlarını açmak ve bilgi seviyelerini ölçmek için muhatabına sualler sorardı
  •    Teşbih, temsil ve mukayeseler yapardı
  •    Mevzuyu izah etmek için şekiller çizerdi
  •    Sözle beraber jest ve mimiklerini de kullanırdı
  •    Hakkında bilgi vermek istediği şeyi yukarı kaldırıp gösterirdi
  •    Muhatabının sorusuna ne eksik ne fazla tam cevap verirdi.
  •    İhtiyaca binaen soruya fazlasıyla cevap verdiği de olurdu
  •    Bazen muhatabını, sorduğu şeyden daha mühim bir hususa yönlendirirdi
  •    Bazen kendisine yöneltilen soruyu tekrarlatırdı
  •    Muhatabın aldığı cevabı tekrar etmesini isterdi
  •    Muhatabı imtihan eder, doğru cevap verdiğinde onu takdir ederdi
  •    Kabiliyetleri keşfedip geliştirirdi.
  •    Latife ve şaka yoluyla öğrettiği şeyler de olurdu
  •    Ehemmiyetine binaen sözünü üç kere tekrar ederdi
  •    Meselenin ehemmiyetini göstermek için oturuşunu ve duruşunu değiştirirdi
  •    Bazen cevabı tehir ederek tekrar tekrar seslenirdi
  •    Sözlerinin kalıcı olması için muhatabın omzunu veya elini tutardı
  •    Önce veciz bir şekilde söyler sonra tafsilat verirdi
  •    Bazen konuyu maddeleştirirdi
  •    Bir şeyi bütünüyle emreder veya bütünüyle yasaklardı
  •    İyiliklere teşvik eder ve kötülüklerden sakındırırdı.
  •    Önceki insanlara dair kıssa ve haberler naklederdi
  •    Hayâ edilen meseleleri öğretirken nazik bir giriş yapardı
  •    Eğilimleri hayra yönlendirirdi
  •    Devamlı hayırlı şeyleri telkin ederdi
  •    Bazı mühim hataları hemen düzeltirdi
  •    Talim ve tebliğde yazıyı kullanırdı
  •    Yabancı dilleri öğrenmesi için bazı sahabeleri vazifelendirirdi
  •    Ümmetinin terbiye ve tezkiyesi için dua ederdi
  •    Az da olsa gerektiğinde kızardı
  •    Kadınlara öğretmeyi ve nasihat etmeyi de ihmal etmezdi
  •    Vaaz ve nasihat ederdi.


Son Söz:

Peygamber Efendimiz bir hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:Ümmetimin fesada gittiği zamanda kim benim sünnetime sarılsa ona yüz şehit sevabı vardır.”(İbni Adiy, el-Kâmil fi’d-Duafâ, ; el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, ; Taberânî, el-Mecmeu’l-Kebîr, ; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, )

Peygamber Efendimizin yolundan gidip sünnetine uyanlara ne mutlu. Allah yar ve yardımcımız olsun. Âmin.

Selam ve Dua ile, Kalın Sağlıcakla…


 

Kaynakça:

­   monash.pwed Hamidullah, İslam Peygamberi, İrfan Yayımcılık, İstanbul

­   monash.pw Köten-Durak Pusmaz, "Ashabu's-Suffe", Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul, , c. I

­   3.Hüseyin Algül, "Ashabu's-Suffe", İslam'da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi,

­   monash.pwa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, , c. I.

­   monash.pw M. Kaya, İlmi Araştırmalar Merkezi (İLAM) “Peygamberimizin 42 Eğitim Metodu” 

 



nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır