askere götürülmeyecek şeyler / Askerde Kışlaya Sokulması ve Kullanılması Yasak Eşyalar

Askere Götürülmeyecek Şeyler

askere götürülmeyecek şeyler

Yusuf Kemal Bey daha Türkiye’ye dönmeden, İtilâf Devletleri, Dışişleri Bakanları Konferansı, 22 Mart 1922 tarihinde Türkiye ve Yunan hükûmetlerine ateşkes anlaşması teklifinde bulundu.

Bu sırada ben cephede bulunuyordum. Ateşkes anlaşması teklifi bana Dışişleri Bakanı Vekili Celâl Bey tarafından bildirildi. Bu teklifin ana çizgileri şunlardı: Her iki tarafın birlikleri arasında on kilometrelik, asker bulunmayan bir bölge meydana getirilecek, Birlikler, insan ve cephane bakımından takviye edilmeyecek.

Birliklerin durumunda değişiklik yapılmayacak. Bir yerden bir yere malzeme de götürülmeyecek. Ordumuzu ve askerî durumumuzu, İtilâf Devletleri’nin askeri komisyonları kontrol edip denetleyebilecekler. Bu komisyonların hakemliğini samimiyetle kabul edeceğiz. Çarpışmalar üç ay süre ile durdurulacak ve bu durum, barış için yapılacak ön görüşmeler taraflarca kabul edilinceye kadar, üçer aylık sürelerle kendiliğinden yenilenecektir.

Taraflardan biri yeniden savaşa başlamak isterse, ateşkes süresinin bitiminden hiç olmazsa on beş gün önce karşı tarafa ve İtilâf Devletleri temsilcilerine durumu bildirecek.

Efendiler, Yunanlılar bu teklifi hemen kabul ettiler. Yunan ordusu Sakarya’da maddî ve manevî bakımdan yenilmişti. Bu ordunun yeniden geniş çapta bir taarruza geçerek bir daha talihini denemeye kalkışması güçtü.

Bunu, bu gerçeği anlamak elbette herkesçe mümkün olmuştu. Yunan ordusunu yeniden kesin sonuç verecek bir harekâta yöneltmek imkânı olmayınca, bizim de bir yıla yakın bir zamandan beri hazırlığı ile uğraştığımız ordumuzu uyuşukluğa düşürmek, millî hükûmete ümitler vererek bekleyiş içinde bırakmak ve böylece geçecek zaman içinde millî hükûmeti ve orduyu gevşetmek doğrusu önemli bir tedbirdi. Bu bakımdan İtilâf Devletleri’nin Anadolu’yu boşaltma ve Yakın Doğu sorununu çözme maksadına dayandığını ifade ettikleri bu ateşkes şartlarını ciddiyetle inceledik.

Önce, Ankara’da bulunan Bakanlar Kurulu ile makine başında telgraf görüşmesi yaptık. İstanbul’daki memurumuz vasıtasıyla Dışişleri Bakanlığı’ndan İtilâf Devletleri temsilcilerine verilmesini uygun bulduğumuz ilk karşılık şuydu:

«Ateşkes anlaşması teklifinin yapıldığı notayı 23/24 Mart 1922 tarihli telgrafınıza ek olarak bugün 24 Mart 1922 günü saat…’de aldım. Bu nota metni ordunun durumuyla ilgili olduğundan, Bakanlar Kurulu’nda ve gerektiğinde Meclis’te görüşülmeden önce, düşüncesini bildirmesi için, cephede bulunan Başkomutan’a yazdım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nin vereceği cevabı, temsilcilerin istekleri üzere mümkün olan en kısa zamanda bildireceğimi kendilerine duyurunuz, efendim.»

24 Mart 1922 tarihinde Bakanlar Kurulu Başkanlığı’na şu düşüncemi bildirdim:

Esas itibariyle, İtilâf Devletleri dışişleri bakanlarının ortaklaşa yaptıkları ateşkes teklifini kabul etmemek veya herhangi bir şekilde bu teklife yanaşılmıyor ve güven gösterilmiyor hissini verecek gibi davranmak doğru değildir. Aksine, ateşkes teklifini iyi karşılamak gerekir.

Bundan dolayı vereceğimiz karşılık olumsuz değil olumlu olacaktır. İtilâf Devletleri’nde iyiniyet yoksa, olumsuz davranış onlardan gelmelidir. Yalnız, biz, onların ileri sürdüğü şartları kabul edemeyeceğimizden, karşı şartlar ileri süreceğiz.

Ertesi gün, ajans ve telgraflar da notadan söz ederek şu haberleri yayınlıyorlardı:

…Yakın Doğu’da barışı yeniden kurmak ve yeniden can ve mal kaybına yol açmadan, Küçük Asya’yı boşaltmak gayesini güttüğü sanılan bu teklifin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nce olumlu karşılandığı ve İtilâf Devletleri’nin iyiniyet ve tarafsızlığına güvenerek hükûmetçe olumlu karşılık verilmesinin kuvvetle ümit edildiği hükûmet çevrelerince ifade edilmektedir.

Bu teklifin akla

yatkın, uygulamaya elverişli şartları içine almasını ve barışın bir an önce yapılmasını sağlayacak şekilde kısa süreli olmasını dileriz.

Bakanlar Kurulu’nun, verilecek cevabın Avrupa’da bulunan Dışişleri Bakanımızın dönüşüne bırakılması yolundaki düşüncesine karşı da, beklemenin gerekli olmadığını bildirerek, verilecek cevapla ilgili genel kararımı şöyle özetledim:

Ateşkes anlaşması teklifini prensip olarak kabul ediyoruz. Ancak, ordunun eksiklerinin ve hazırlıklarının tamamlanmasından bir an geri kalınmayacaktır.

Ordumuzun içine yabancı denetleme hey’etleri sokmayacağız. Bu teklifi, Anadolu’nun boşaltılması için kabul etmekle birlikte, uygulanabilir ve gerçekleştirilebilir şartlar ileri süreceğiz. Ateşkes anlaşmasıyla birlikte, boşaltma işinin başlaması, en önemli şartımız olacaktır.

Martın 24’üncü günü makine başında, ben notaya verilecek karşılığı Bakanlar Kurulu’na bildirdim. Bakanlar Kurulu da Ankara’da hazırladıkları bir cevap suretini bana bildirmişti.

İki cevap metinleri arasında bazı ayrılıklar görüldü. Nihayet 24/25 Mart gecesi Bakanlar Kurulu ile Sivrihisar’da birleşerek, verilecek karşılığın son şeklini görüşüp tespit etmeye karar verdik.

Efendiler, İstanbul’daki özel memurumuzun Dışişleri Bakanlığı’na çektiği 25 Mart tarihli şifreli telgrafına göre, bu memurumuz Tevfik Paşa ile görüşmüş.

Tevfik Paşa, temsilcilerin İstanbul Hükûmeti’ne de verdikleri aynı notayı Ankara’ya göndererek, alınacak cevabın kendilerine bildirilmesini rica ettiklerini söylemiş.

Memurumuz, Tevfik Paşa’ya söz hakkının yalnız ateşkes anlaşması teklifi üzerinde mi, yoksa bütün işlerde mi Ankara’ya ait olduğunu sormuş. Tevfik Paşa bu soruya cevap vermemiş. Memurumuz, İzzet Paşa’dan ne gibi haberler aldığı sorusuna, Tevfik Paşa şu karşılığı vermiş: «İzzet Paşa, yakında konferansın toplanacağını ve ne olursa olsun aşırılığa kaçılmamasını» bildiriyor.

Fetö-Mahrem askeri yapılanma-İletişim yöntemleri-Ardışık (ankesörlü) arama -Emsal karar

16. Ceza Dairesi         2019/5014 E.  ,  2019/7639 K.

Mahkemesi :Ceza Dairesi

Suç : Silahlı terör örgütüne üye olma

Hüküm :TCK'nın 314/2 ve 3713 sayılı Kanunun 5/1 maddesi ile TCK'nın 62/1, 53/1-2-3, 58/9 ve 63 maddeleri uyarınca verilen mahkumiyet kararına ilişkin istinaf

başvurusunun esastan reddi

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;

Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;

Hükmolunan cezanın süresine göre şartları bulunmadığından sanık müdafiin duruşmalı inceleme isteminin CMK'nın 299. maddesi uyarınca REDDİNE,

Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler, tanık beyanları ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

Ayrıntıları Dairenin 06.11.2019 tarih, 2019/1528-6838 sayılı kararında açıklandığı üzere;

... SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ASKERİMAHREMYAPILANMASI:

Örgüt için en önemli kurumlar olan TSK, Emniyet, MİT ve Yargı organlarına yerleştirilecek öğrenciler, “Talebe İmamları” tarafından belirlenmekte ve durumlarına göre sınıflandırılarak o yönde ders çalışmaları sağlanmaktadır.

Bu öğrenciler talebe evlerinden alınarak mahrem yapı dışındaki kişilerin bilmediği ve sadece mahrem hizmetlerde kullanılan “Özel Evlere” yerleştirilmektedir.

Evlere yerleştirilen öğrencilere kod isim verilmekte ve özel derslere tabi tutulmaktadır.

Örgütün mahrem yapısı tarafından ele geçirilen Askeri Liselere Giriş ve Polis Koleji Giriş sınav soruları Talebe İmamları aracılığıyla bu okullar için hazırlanan öğrencilere ezberletilerek sınavlarda başarılı olmaları sağlanmaktadır.

Bu okullara giriş için yapılan çalışmaların boşa gitmemesi için öğrencilerin sağlık durumları önceden örgüt tarafından incelenmekte ve engel hali bulunmayanlar seçilmektedir.

Her şeye rağmen sağlık raporunda bir sorun çıkması halinde ilgili hastanelerdeki örgüt mensupları aracılığı ile uygun raporun verilmesi sağlanmaktadır.

1985 yılında örgüte mensup bazı öğrencilerin Askeri Liselerden atılması üzerine örgüt tarafından strateji ve sistem değişikliğine gidilerek, Askeri Liselere ve Polis Kolejine yerleştirilen öğrencilerin, bu okullardaki öğrenimleri süresince de kendilerini bu okullara hazırlayan “Talebe İmamı” tarafından takibi sağlanmıştır.

Talebe İmamı, sorumlu olduğu öğrenciyi genelde on beş günde bir kez ziyaret etmekte, ziyaret gerçekleşmezse ikinci buluşmanın ne zaman ve nerede gerçekleşeceği mutlak surette belirlenmektedir. Bu görüşmeler, katı kurallarla belirlenmiş yüksek gizlilik içerisinde gerçekleştirilmektedir.

15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrası TSK içerisindeki yapılanmaya yönelik yapılan soruşturmalar akabinde alınan ifadeler ve yapılan tespitler sonucu gün yüzüne çıkarılan bilgilere bakıldığında;

“Örgütün TSK içerisinde farklı bir yapılanmaya gittiği, tamamen hücre tipi, birbirinden habersiz ve bağımsız üniteler oluşturulduğu, bu ünitelerin sivil abilerin/imamların sorumluluğunda üst düzey komutanlar (General, Albay, Yarbay, Binbaşı), alt rütbede subaylar (Yüzbaşı, Üsteğmen, Teğmen) ve Astsubay gruplarından oluştuğu” ,tespit edilmiştir.

aa- Birim Yapılanması Terminolojisi:

...KUVVETLERİ/KOMUTANLIĞI BİRİM SORUMLUSU: ...Kuvvetleri Komutanlığı içerisindeki ... Yapılanmasının en üst birimidir. Birim Sorumlusu ... veya görevlendirdiği kişi ile direk olarak görüşen, emir ve talimat alan, ……. Komutanlığı içerisindeki bilgi/belgeler kendisine ulaştırılan, yapılanma içerisindeki alt birimlerden sorumlu olarak görev yapan örgüt mensubudur.

MÜDÜR (MD): İldeki askeri yapılanmasının sorumlusu olan, il imamı veya il Eğitim Danışmanı ile arasında herhangi bir bağ bulunmayan, doğrudan TEMSİLCİYE bağlı olan örgüt yöneticisini ifade eder.

MÜDÜR YARDIMCISI: Müdürün talimatlarını yerine getiren aynı zamanda yapı içerisinde faaliyet yürüten şahısların sorunlarını müdüre aktaran ve örgüt adına raporlama yapan kişiyi ifade eder.

BELGEENFORMASYONYÖNETİCİSİ (BEY): Öğrencilerden (subaylar) öğretmenlere onlardan da Bilginlere aktarılan bilgilerden teyide muhtaç ve araştırılması gerekenlerin detaylı inceleme ve değerlendirmesini yapan kişidir.

BİLGİN: Yapı içerisinde müdür yardımcısı konumunda olan, fişleme ve bilişim işleri ile bizzat ilgilenen örgüt mensubunu ifade eder.

ÖĞRETMEN: Müdür yardımcılarına bağlı olarak askeri personel ve askeri öğrenciler ile sohbet toplantısı yapan, himmet toplayan ve askeri personel ve öğrencilerden sorumlu olan kişiyi ifade eder.

ÖĞRENCİ: İlgili Kuvvet Komutanlığında görevli olan ve aynı zamanda ... üyesi Askeri Şahıslara verilen isimdir.

TAŞIYICI: İlgili Kuvvet Komutanlığında görevli ... üyesi Askeri Personelden(öğrenci) gelen bilgi ve belgeleri üst örgüt mensuplarına şifreli flash veya yutmaya elverişli micro-sd kart içerisinde taşıyan örgüt üyesidir.

GEZİCİ: Birim/Bölge yapılanması içerisinde birim ile bölge arasındaki koordinasyonu sağlayan örgüt unsurları GEZİCİ olarak tabir edilirler. Askeri Okul/Polis Okulu öğrencileri ile ilgili olarak birim bölgeden düzenli olarak rapor alır.

SERREHBER: Örgüte ait okul ve dershanelerde çalışan öğretmenlerden sorumlu kişiyi ifade eder.

EĞİTİMDANIŞMANI (ED): İllerde BÖLGE içerisinde yürütülen tüm faaliyetlerden sorumlu olan ve bu Maliyetleri yöneten kişiyi ifade eder.

SERDOKTOR: İllerde doktorlar ile görüşüp edindiği bilgileri E.D’lere raporlayan kişiyi ifade eder.

DOKTOR (Dr.): Örgüte mensup olan Askeri Okulları ve Polis Okullarını kazanmış olan öğrencileri örgüt adına öğretmenlik yapan kişiler üzerinden takip eden ve durumları hakkında rapor alan kişiyi ifade eder.

GÖZCÜ: Askeri lise ve harp okulundaki örgüt mensubu öğrenciler ile ilgilenen ve her on beş günde bir okul dışında buluşma yapan talebe abisine verilen isimdir.

ARAMA/TARAMAMESULÜ (ATM): Hem birimde hem de bölgede faaliyet yürüten ATM'ler örgüt mensuplarının üzerlerinde ve evlerinde suç unsuru oluşturabilecek örgütsel bilgi, belge, dijital materyal bulunup bulunmadığının tespitini yapan ve dijital cihazları formatlayarak delilleri ortadan kaldıran örgüt mensuplarıdır.

MESULLERİ: ... ve polis yapılması düşünülen 8. ve 12. sınıf öğrencileri ile ilgilenen örgüt mensuplarıdır.

... MESULÜ: Örgüt ile irtibatı zayıflayan örgüt mensubunun tekrar örgütle irtibatını sağlamakla görevli örgüt mensubudur.

İZDİVAÇ MESULÜ: Yapı içerisinde evlilikleri organize eden sorumludur.

bb- Genel olarak:

Örgütün TSK içerisinde farklı bir yapılanmaya gittiği, tamamen hücre tipi, birbirinden habersiz ve bağımsız üniteler oluşturduğu, bu ünitelerin sivil abilerin/imamların sorumluluğunda üst düzey komutanlar (General, Albay, Yarbay, Binbaşı), alt rütbede subaylar (Teğmen, Üsteğmen, Yüzbaşı) ve astsubay gruplarından oluştuğu tespit edilmiştir.

...’nün askeri yapılanmasının adı örgüt tarafından BİRİM olarak adlandırılmaktadır. Her askeri kuvvetin (Kara, Hava, Deniz, Jandarma) başında bir sorumlunun bulunduğu, onların altında Türkiye’nin coğrafi bölgelerine / birimin bulunduğu yerlere göre ayarlanmış olan BÖLGETEMSİLCİLE’nin yani bölge sorumlularının bulunduğu, temsilcilerin altında MÜDÜRLERİN bulunduğu, personel

(öğrenci) sayısına veya bölgenin büyüklüğüne göre müdürlerin sayısının da değiştiği, Müdürlerin altında MÜDÜRYARDIMCILARININ bulunduğu, Müdür yardımcılarının altında ÖĞRETMENLERİN bulunduğu, bu şekilde isimlerin kullanılma amacının ise dikkat çekmemek için olduğu, Öğretmenlerin onların altında bulunan askeri personel ile ilgilendikleri, askeri personelin ortak adının “ÖĞRENCİ” olduğu anlaşılmaktadır.

Örgütün askeri mahrem yapılanmasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı içerisindeki askeri personel, bir bütün olarak ele alınmaktadır ve aynı mahrem yapılanma tarafından yönetilmektedir.

Birim yapılanmasında yer alan örgüt mensupları arasında gerçekleştirilen toplantılarda (Temsilci-Müdür, Müdür-Müdür Yardımcısı ve Müdür Yardımcısı-Öğretmen) görüşülen konular genel olarak şöyledir:

-Öğrencilerin (askeri personel) durumunun görüşülmesi; okuyan öğrencilerden isim bazlı olumlu/olumsuz bir durum olup olmadığı,

-Personelin durumunun görüşülmesi; çalışanlar ile alakalı varsa özel/genel gündem konuları, örgüt mensubu olmayan personel hakkında bilgi toplanması,

-Genel Gündemler; Tedbir, Okuma/İzleme/...’den gelen örgütsel notlar,

- Mevsimsel Gündemler; Sene başı, tatiller, tayin dönemleri, sicil, okuyan Öğrencileri illerinde ziyaret, (Sömestr ve yaz tatili)

- İzdivaç; Evlenme aşamasında olan adayların bölge ile irtibat kurularak tanıştırılması,

- Diğer/Manevi; Okunan kitaplar, BAMTELİ, notlar,

Örgütün yönetim modelinde alınan kararların ve verilen talimatların emir-komuta zinciri içerisinde tepeden en alt hücreye kadar ulaştırılması ve aşağıdan yukarıya doğru raporların verilmesi söz konusudur.

Bu çerçevede Müdür Yardımcıları tarafından, öğretmenler ile yapılan toplantı sonucu oluşan gündem ve raporlar Müdür pozisyonundaki örgüt mensuplarına, Müdürler ile yapılan toplantı sonucu oluşan talimat ve gündemler öğretmenlere aktarılmaktadır.

cc- Kadrolaşma Süreci:

Örgüt tarafından seçilerek yetiştirilen elemanlar, örgütün hedefleri doğrultusunda kamu ve özel sektörde istihdam edilmektedir. Kamudaki örgütlenme anlayışı, herhangi bir cemaatin üyelerinin devletin kademelerinde yer almasının ötesindedir.

Devletin kamu kurumlarına yerleşme, her vatandaşın hakkı olarak görülse ve ... tarafından bu hak kılıf olarak kullanılmaya çalışılsa da gizlenmeye çalışılan bir gerçek vardır. Bu gerçek; ...’nün sınav sorularını çalması, kumpas davalarıyla örgüt mensubu olmayanları tasfiye etmesi ve örgütün devlette monopol olmaya çalışması, hizmet asabiyyetinin sonucu olarak örgüt mensuplarının hizmet aidiyetini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından üstün görmesi, sadakatlerin devlete değil örgüte sunulması, devlet hiyerarşisi yerine örgüt hiyerarşisinin konulması, emirlerin sivil örgüt imamlarından alınması gibi birçok somut olayda görülmektedir.

Bu gibi somut olaylar da göstermektedir ki ... mensubunun devletin kamu kurumlarına yerleşmesi/yerleştirilmesi değil, sızması ve halk tabiriyle ayrık otu gibi bulunduğu yerleri işgal etmesi söz konusudur.

15.07.2016 tarihli darbe girişimini gerçekleştiren ... terör örgütünün Türk Silahlı Kuvvetlerimiz içerisindeki yapılanmasının "Mahrem Hizmetler" olarak isimlendirildiği ve yapılanmada gizliliğe azami derecede riayet edildiği bilinmektedir.

Genellikle ortaokul/lise döneminde kazanılan şahısların, örgütsel ideolojiye uygun olarak yetiştirilerek örgüt mensuplarınca özel bir sınavdan geçirilen bu şahısların, örgütün mahrem yapılanmasını oluşturan birimlerde istihdam edilmesine örgütün oldukça önem verdiği ve mahrem hizmetlerde kullandığı görülmektedir.

Askeri mahrem yapılanmasında yer alan bir örgüt mensubunun hayatını dört evrede özetlemek mümkündür. Bunlar şu şekildedir:

- Birinci evre; Işık Evi,

- İkinci evre; Hususi/Özel ev,

- Üçüncü evre; Askeri okullardaki eğitim süreci,

- Dördüncü evre; Birim yapılanması,

Çocuk yaşta örgüte kazandırılan öğrenciler, talebe evlerinden alınarak mahrem yapı dışındaki kişilerin bilmediği ve sadece mahrem hizmetlerde kullanılan özel evlere yerleştirilmektedir.

Örgüt mensupları, ortaokul ve lise dönemlerinden itibaren düzenli olarak örgüt liderinin ses veya görüntü kaydı haline getirilmiş vaazlarını, kitaplarını sohbet toplantılarında dinlemekte, izlemekte ve okumaktadır. Sohbet toplantıları, örgüt tarafından masum dini faaliyetler gibi gösterilmeye çalışılarak ardındaki örgütsel fikir ve idealler gizlenmektedir. Oysaki bu toplantılarda, dini kılıf altında ya da buzdağının görünmeyen yüzünü oluşturan kısımlarında örgütsel bir bakış açısı kazandırılmaktadır.

Örgütün elinden geçen ve endoktrine edilen örgüt mensuplarının bu bakış açısını kazanmaması, söz gelimi askeri mahrem yapılanmada yer alan bir örgüt mensubunun bu ses kayıtlarını ve videoları izlememesi mümkün değildir. Çünkü bu örgüt mensuplarının ikna edilmesi, kandırılması, gönülden bağlanarak örgüt ideallerine hizmet etmesi için ordunun içerisinde bulunmalarının elzem olduğu, kendilerini gizlemezlerse orduda barındırılmayacağı, bu yüzden tedbir uygulamaları gerektiği, hedefledikleri amaçlara yönelik propaganda yapılmakta ve bu propaganda sohbet toplantılarında kitap, kaset vb. şekillerde adeta elemanların beynine işlenmektedir. Sonuç olarak bu propaganda, yolu ışık evlerine düşmüş, sohbet toplantılarına katılmış herkese uygulanan standart bir örgüt uygulamasıdır.

Bir örgüt mensubunun bütün bu hayat evreleri, sohbet toplantılarına katılmakla geçer. Örgütün temel direği, olmazsa olmazı bu toplantılardır.

Sohbet toplantılarını, çeşitli alt başlıklar altında incelemek ve sınıflandırmak mümkündür. Ortaokul döneminden irtibata geçilen çocuk yaştaki kişilerin katıldığı sohbet toplantıları “Keyfiyet” odaklıdır. Bu toplantı türünde, evlere gelenlere yoğun ideolojik eğitim programı uygulanmaktadır. Bunun haricinde sivil/bölge yapılanmalarında ve mahrem yapılanmalarda gerçekleştirilen toplantılar ise, iki genel kısımdan oluşmaktadır. Birincisi keyfiyet denilen örgütsel bağ oluşumunu sağlayan, destekleyen ve geliştiren kısım, ikincisi örgüt idaresi ve stratejileri ile alakalı “İş/Meslek” konularının görüşülmesi kısmıdır.

Keyfiyet odaklı toplantıların işleyişine bakıldığında;

- “Pırlantalar” olarak adlandırılan ...’in kitaplarını okuma,

- Önceden kayda alınmış sesli ve görüntülü kayıtlarını dinleme ve izleme,

- Haftalık Bamteli sohbeti, Sızıntı, Çağlayan dergisi vb. yazılarını okuma/izleme,

- Örgüt mensubu yazarların kitapları, yazılarından kesitler okunması, anlatılması vb. faaliyetler,

İle örgütsel değerler aşılanmaktadır.

Daha önce de açıklandığı gibi bu faaliyetler rastgele değildir, belli bir plan dâhilinde, belli bir sistematik içinde, zamana yayılarak Işık Evlerine gelmesi sağlanan herkese uygulanmaktadır. Bu toplantıların belli bir takvime göre, önceden belirlenmiş hedeflere ulaşılacak şekilde ayarlandığı ele geçirilen belgelerde açıkça görülmektedir. Bir yıl içinde sohbet toplantılarına katılan kişilere örgütün temel değerlerinin hemen hemen hepsinin eğitiminin verildiği anlaşılmaktadır. Ondan sonraki süreçte de her yıl, yine belli bir plan-program doğrultusunda bu değerler çerçevesinde “İdeolojik Örgüt Eğitimi”nin verilmeye devam ettiği görülmektedir.

Sohbet toplantılarının fonksiyonlarına, verilen ideolojik eğitimin içeriğine bakıldığında;

- Olağanüstü kişilik bilincinin aşılanması, (...’in insanüstü özelliklere sahip, ilahi irade tarafından seçilmiş ve özel bir misyonla dünyaya gönderilmiş, her dediği ilahi iradenin isteklerini yansıtan ve yanlış olması mümkün olmayan bir kişi olduğuna iman edilmesi),

- Kutsal dava fikrinin yerleştirilmesi (...’in olağanüstülüğüne iman etmiş kişilerin, ona verilen kutsal görevleri, ona bağlanan kutsal ordusuyla başaracağına olan inanç),

- Ham olarak gelen hedef şahısların örgüt elemanına dönüştürülmesi, bu hedef şahıslara örgütün ideolojisi ile öğretilerinin empoze edilmesi,

-Toplantıya katılanların bireysel dönüşümlerinin sağlanması ve radikalleştirilmesi,

- Grup aidiyetinin keskinleştirilmesi,

- Dayanıklılık, katı disiplin ve mutlak itaatin sağlanması,

- Bağlılık, güven ve sadakatin oluşturulması,

- Birlik ruhunun sağlanması,

- Örgüt idealleri doğrultusunda mücadele ederken başa gelebilecek her türlü zorluk ve acıya (örgüt içinde imtihan olarak adlandırılır) karşı insanı kayıtsız kılan bir dayanıklılık kazanılması, psikolojik olarak önceden hazırlanılması,

-Hizmet uğruna ölmenin erdemi ve mükâfatının cennet olduğu bilincinin yerleştirilmesi,

- Moral değerlerin ve mücadele kapasitesinin yükseltilmesi,

Şeklinde olduğu görülmektedir.

Sohbet toplantılarının örgütün temellerinin dayandığı en önemli taşıyıcı sütun olması dolayısıyla gizlenmesi ve dış müdahalelere karşı çeşitli şekillerde korunması gerekmektedir. Örgüte hâkim olan gizlilik ilkesi, diğer uygulama ve faaliyetlerde olduğu gibi sohbet toplantılarının da koruyucu kalkanıdır. Bu toplantıların ne zaman, nerede yapıldığı açık ve şeffaf değildir. Özellikle mahrem hizmetler toplantılarının gizliliği için birçok tedbir uygulanmaktadır. Yine gizlilik ilkesi gereği bu toplantılar, “Dini Faaliyet, Dini Sohbet” kılıfı altında hedef saptırma yöntemi kullanılarak ardındaki örgüt gerçekleri saklanmaya çalışılmaktadır.

Örgütün toplantılara bakışı gayet nettir. Elemanların örgüt içi değerinin, toplantılara katılma durumuna göre belirlendiği örgütten ele geçirilen bütün belge ve dokümanlarda açıkça görülmektedir.

Toplantılara aksatmadan, düzenli katılanlar ele geçirilen bütün fişleme belgelerinde en sadık, en yüksek mertebede yer alan kişiler olarak nitelendirilmektedir. Ara sıra aksatanlar, bir alt basamakta yer almakta ve kendi içinde aksatma sıklığına göre sıralanmakta/sıralanabilmektedir. Aksatma sıklığı artanlar ve gelmemeye başlayanlar “...” pozisyonuna düşürülmekte, bunlar da kendi içinde kategorilere ayrılarak ve tekrardan kazanılmak bunlara özel stratejilerle yaklaşılmaktadır. Bu çabaların da sonuçsuz kalması ve kişinin irtibatı keserek toplantılara katılmaması örgütten çıkma anlamına gelmektedir.

Diğer terör örgütleriyle mukayese edilemeyecek ölçüde gizliliğe büyük önem vermesi, yasadışı faaliyetlerinin bilinmesinin önüne geçmek ve meçhulde kalmasını sağlamak, örgüt mensubunun güvenliğini sağlamak, örgüt mensubunun kriptolanması ile deşifre olmasını engellemek, yapılması planlanan eylemin veya yasadışı faaliyetin başarıyla gerçekleştirilmesini temin etmek, yasadışı faaliyetlerin akabinde mümkün olduğunca az iz ve emare bırakmak amacına yönelik KODADI kullanılmakta ve yine mahrem hizmetlerde kullanılan evlere yerleştirilen öğrencilere özellikle KOD isim verilerek özel derslere tabi tutulmaktadır.

Örgütün neredeyse tüm uygulamalarında olduğu gibi gizlilik de istismar edilen dini kavramlarla kamufle edilmekte, örgüt jargonunda TEDBİR olarak adlandırılmaktadır.

Böylelikle, askeri öğrenci olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine yerleştirdiği mensuplarını ikişer üçer kişiden oluşan, birbirinden ayrı ve habersiz hücreler halinde sözde abilerin sorumluluğuna vermiş, kod adı vererek gerçek isimlerini gizlediği bu örgüt üyelerinin, hiçbir hücre diğer bir hücreden haberdar olmayacak şekilde, ayda sadece bir-iki kez örgütün evlerine gitmelerini sağlayarak ya da dışarıda yüz yüze görüşerek deşifre olmalarının önüne geçmeye çalışmıştır. Türk Silahlı Kuvvetlerine sızan elemanların korunması, orduda tutunabilmesi ve arkadan gelenlerin önünün açılabilmesi için her türlü yol ve yöntemin uygulandığı anlaşılmıştır.

Askeri Mahrem Yapılanmada örgüt, özel olarak seçip yetiştirdiği elemanlarını Askeri Okullara sokarak dikey büyüme stratejisini takip etmekte, Emniyet Mahrem Yapılanmasında olduğu gibi sızdırdığı bu elemanlarını kullanarak kendi örgütüne mensup olmayan öğrencileri saflarına çekerek yatay büyüme stratejisini uygulamadığı görülmektedir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin eğitim birimlerine giren öğrencilerin örgütsel görevi hedef üniteye girmekle sonlanmaz. Öğrenci sınavı kazandıktan sonra, kendisini hazırlayan abisi ya da onun yerine görevlendirilen başka bir abi ile takibi yapılır. Bu abiler vasıtasıyla hedef ünitelere sokulan örgüt mensubu öğrencilerle sık sık görüşülür. İrtibatın hiçbir zaman koparılmadığı ... mensuplarının sadakatlerine göre gruplara ayrılarak eğitim hayatları boyunca bir an olsun boş bırakılmadan verilen görevleri yerine getirmesi istenir. Öğrenci okulu bitirene kadar bu işlemler, bu şekilde büyük bir gizlilikle devam eder.

Hususi/mahrem yapılanmaya yerleştirilmesi planlanan bir öğrencinin sınav öncesi gelişim aşamasını takip etmek ve görülen aksaklıklar varsa giderilmesini ve Birim Yapılanması ile Bölge Yapılanması arasındaki bağlantıyı sağlayan, koordinasyon görevleri olan, örgüt mensuplarının devlet birimlerine sızdırılmasına ve yerleştirilmesine işlerlik kazandıran ve mahrem yapılanmanın devamlılığına katkıda bulunan GEZİCİ yapılanmasında görevli örgüt mensuplarının; yılda bir veya iki kez de hususi/mahrem yapıda olup sonraları irtibatını koparan ve yapı içerisinde ARIZA olarak adlandırılan muvazzaf kişilerden sorumlu olup, bunların tekrar yapıya kazandırılmasında görev alan ... diye tabir edilen yapılanma ile görüşmeler yaptıkları tespit edilmiştir.

Bu görüşmelerde; ... grubunun, GEZİCİ’lerden genellikle ARIZA’ya düşen şahıslar hakkında yardım talebinde bulunduğu, bu kapsamda ümitçilerin şahsın daha iyi tanındığı ve şahısla ilgili toplanan her türlü bilgilerin de bulunduğu elemanı ilk yetiştiren bölgeden şahısla ilgili ayrıntılı bilgileri kendilerine vermelerini gezicilerden istediği, gezicilerin de ümitçilerin isteklerini ilgili ilin EĞİTİMDANIŞMANI’na ilettiği anlaşılmıştır.

Örgütten kopma aşamasına gelmiş, devri tamamlanamayan öğrencilerin tekrardan örgüte katılımının sağlaması amacıyla, öğrenciler sistem üzerinden ... yapılanmasına aktarılır.

Öğrenci, eğer okuldan yeni mezun olarak birim yapılanmasına aktarılmış ise birimden koptuğu anda sistem üzerinden bir önceki geldiği yerdeki sorumlularına ulaşılır. Hangi ilden askeri okula kazandırıldıysa o ildeki Doktor-Gezici-Öğretmen olarak adlandırılan sorumlusuna ulaşılır ve öğrencinin (askeri personel) nerede, nasıl, neden koptuğuna ilişkin rapor verilir.

Doktor-Gezici-Öğretmen olarak adlandırılan sorumlular tekrar öğrenci ile görüşerek yapılanmaya kazandırılmaya çalışılır. Bunun için öğrenci (askeri personel) olan şahsın yapı içerisinde bulunan aile mensubu, atandığı ildeki sorumlusu ve ilk geldiği ildeki sorumlusu ile bir araya gelinir. Hem arkadaşlık ilişkileri, aile ilişkileri, devrelerinden yapı içerisinde olan beraber grup olmuş olduğu halen birimde öğrenci olanlar devreye sokularak kopma aşamasında olan öğrenci tekrar birim yapılanmasına alınmaya çalışılır.

Bu aşamada kopma aşamasındaki öğrenciye yapıdan çıktığı takdirde çok büyük şefkat tokadı yiyeceği, askeri okulu kazanmasında bir sürü insanın emeğinin olduğu söylenerek psikolojik baskı yapılır.

Öğrenci (askeri personel) hala birim yapısına devam etmek istemiyorsa öğrencinin görev yaptığı yerdeki birim içerisinde faaliyet gösteren bir öğrenciye,

ayrılmak isteyen şahsı zimmetleyerek takibini yapar. Buna rağmen örgüte geri kazandırılamazsa örgüt tarafından “şefkat tokadı” olarak tabir edilen adli veya idari müeyyidelere tabi tutulur.

Örgütün yüksek gizlilik seviyesinde örgütlendiği TSK içerisindeki kadrolaşma süreci stratejik noktaların işgali ile başlayıp, belirlenen öncelik sırasına göre zamanla bütün birimlerin ele geçirilmesini kapsamaktadır. Çok öncelikli hedeflerden daha az öncelikli hedeflere doğru, elde edilmesine dayanan bir planlamaya göre yapılmaktadır.

Bu kadrolaşma süreci; öğrencinin/elemanın bulunması, mahrem yapıya seçilmesi, hazırlanması, sınava sokulması ve kazandırılması, subay ve astsubay yetiştiren eğitim birimlerinde irtibatının ve ideolojik eğitiminin devam ettirilmesi, meslek hayatına geçtiğinde örgüt elemanı olarak örgütsel faaliyetlere iştirak etmesi ve hayatının örgütün hedefleri doğrultusunda sürdürmesini kapsamaktadır.

Meslek hayatına başlayan örgüt mensubu askeri personel; maaşından yaklaşık %10 (evlilik durumuna göre değişkenlik gösterebiliyor) veya üstü HİMMET adı altında para vererek örgüte finansman sağlamakta, evlilik kararı vermesi durumunda örgütün izin verdiği kişiyle evlenmekte, toplantılara katılarak ideolojik bağlarını sürekli canlı tutmakta, devlet içerisinde kalması gereken bilgileri dışarı sızdırarak sivil sorumlusuna aktarmaktadır. Yine örgütün uygun görmediği bir şahısla evlenmenin ise örgüt tarafından olumsuz karşılandığı ve müeyyidesinin olduğu bilinmektedir.

Bütün bunlar, örgüt mensuplarının en özel bireysel alanına dahi örgütün büyük ölçüde nüfuz ettiğini ve akrabalık bağlarından bile daha sağlam olan örgütsel bağların mesleki hayatları boyunca devam ettiğini göstermektedir.

Dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösteren ve binlerce mensubu olan örgüt açısından, iç haberleşme, talimatların alınıp verilmesi, gelişmelerin güvenli ve zaman kaybetmeksizin aktarılması, faaliyetlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi hayati öneme sahiptir.

Faaliyet alanlarının çeşitliliğine paralel olarak örgütün haberleşme yöntemleri de çeşitlilik arz etmektedir. Örgütün neredeyse tüm uygulamalarında olduğu gibi haberleşme yöntemlerinde de GİZLİLİK içerisinde iletişim sağlamaya özen gösterilmektedir.

Örgütün İletişimde Kullandığı Yöntemlerin;

- Yüz Yüze/Buluşma,

- Canlı Kurye,

- Kriptolu IP Hattı,

- Not ile Haberleşme,

- Basın Yayın Üzerinden Talimat Verme,

- Sosyal Medya (Facebook, Twitter vb.),

- Telefon (GSM, Operasyonel Hat, Ankesör/Büfe Arama),

- İletişim/Haberleşme Programları (... vb.),

Olduğu anlaşılmaktadır.

Canlı kurye kullanılması, en sağlıklı haberleşme yöntemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Talimat almak ve faaliyetler hakkında bilgi vermek amacıyla doğrudan ABD/Pensilvanya'ya gidilerek örgüt lideri ile yüz yüze görüşülmekte ve talimatlar bizzat alınmaktadır. ... elebaşının “çok önemli hususların yüz yüze (Ru Be Ru) görüşülmesi" yönünde talimatlarının olduğuna dair bilgiler mevcuttur. Örgüt toplantılarında verilen talimatlar ufak kâğıtlara yazılmakta hatta bunların lüzumu halinde yok edilebilmesi için yenilebilir özellikte olması sağlanmaktadır.

Kiralık hatlar vasıtasıyla kriptolu IP telefon kullanılması, özellikle yurt dışındaki okullarla irtibatta kullanılan yöntemlerdendir.

En kolay ve önemli haberleşme araçlarından biri GSM hatlarıdır. Bu hatlar, genel olarak başkası adına kayıtlı ya da örgüt kontrolündeki kurum/kuruluş adına kayıtlı olan, abone bilgilerinin gerçek kullanıcısına kolaylıkla ulaşılamayan hatlardır. Genellikle yaklaşık 3 ayda bir yeni GSM hattı temin edilmekte ve eski hatla birlikte telefon cihazı da değiştirilmektedir. (Uygulanan tedbir şekline göre süre değişkenlik gösterebilir.)

Telefonların değiştirilmesi sürecinde, eski telefonlar imha edilmekte ve parçalanarak farklı bölgelerdeki çöp kutularına vb. atılmaktadır. Bu işlerin kamera olmayan yerlerde yapılmasına dikkat edilmektedir. Böylece tek numara ile görüşme yapan hat görüntüsünden uzaklaşılması ve örgütün kullandığı hatların tespitinin zorlaştırılması amaçlanmaktadır.

İletişimin telefonla kurulduğu dönemlerde, telefonun (İletişim/Haberleşme Programlarının kullanılmadığı dönemlerde), akıllı olmaması ve internet bağlantısının olmamasına dikkat edilmiştir. Aynı zamanda mesaj atılması da istenmediği için yasaklanmıştır.

Örgüt mensuplarının kendi adlarına olmayan GSM hatları temin edip, bunları belirli aralıklarla cihazlarıyla birlikte değiştirmeleri dahi, legal olduğunu iddia ettikleri faaliyetlerinin illegal olduğunu ve bunları gizlemeye çalıştıklarını ortaya koymak açısından önemli bir veridir.

Türkiye'de Almanya, ABD ya da başka bir ülkeye kayıtlı GSM hatlarının kullanılması, örgütün üst düzey abilerinin kullandığı yöntemlerdendir. Abone bilgilerinden sadece hangi ülkeye ait olduğunun görülebilmesi nedeniyle zaman zaman tercih edilebilmektedir.

Örgüt mensupları, tedbir olarak haberleşme araçlarını değiştirdikleri gibi isim zikretmekten imtina ederek genel ifadeler kullanmaya özen göstermekte ve yaygın olarak "KOD" isim kullanmaktadırlar. Örgütsel görüşmeler sırasında “hizmet, şakirt, GÜLEN, cemaat” gibi kelimelerin telefonda zikredilmemesine özen gösterilmekte, buluşma yeri söyleneceği zaman şifreli ifadeler kullanılmasına önem verilmektedir.

Askeri Mahrem (Birim) Yapılanmasında Telefonla İletişim Kurma Yöntemi:

... askeri mahrem yapılanmasında, öncelikle iletişimde “Randevulaşma Sistemi” esas alınmıştır.

Randevulaşma sistemi; bir örgüt mahrem sorumlusunun, bir öğrenci ile (askeri personel) kontrol, buluşma ve/veya toplantı amacı ile bir araya geldiğinde bir sonraki görüşmenin o gün netleştirilmesidir. Ancak; olağan dışı bir durum gelişmesi veya buluşmanın gerçekleşmemesi durumunda diğer farklı araç ve yöntemlerin (telefon, internet, internet tabanlı haberleşme programları ve kurye vs.) kullanıldığı anlaşılmıştır.

Mahrem yapılanmanın telefon kullanımına ilişkin genel bakış açısı ise, tedbir ve gizlilik bakımından uygun görülmediğinden telefon kullanılmaması, görüşmelerin randevulaşma sistemi ile ayarlanması yönündedir. Ancak randevulaşma sistemi her zaman geçerli olmamakta, şartlar gereği ya da tedbirsizlik nedeniyle telefon da kullanılabilmektedir.

Mahrem yapılanmanın, telefon kullanımı ile ilgili çok sıkı kuralları mevcuttur. Bu kurallardan bazıları; askeri mahrem yapılanma yöneticilerinin, öğrenci numaralarını telefonlarına yazmasının yasak olması, öğrencileri ararken genelde dışardan bir telefon bulup araması gibi deşifre olmayı önleyici kurallardır.

İşte bu kurallardan “dışardan bir telefon bulup arama”, örgüt içinde özel bir iletişim şeklinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Her ne kadar iletişimde esas olan usul “Randevulaşma Sistemi” olsa da, örgütün mahrem sorumlularının, sevk ve idaresi altındaki askeri personel ile deşifre olmayı engellemek maksadı ile irtibat kurma yollarından birisinin de;“Kamuya açık ve birbirinden bağımsız Market, Büfe, Kırtasiye, İddia Bayii ve Lokanta gibi işletmelerde bulunan ve ücret karşılığı kullanılan sabit (kontörlü/voip) hatlar ile Türk Telekom’a ait Ankesörlü telefon hatlar” olduğu tespit edilmiştir.

Örgüt tarafından bu yöntemin kullanılma sebepleri ise;

-Pratik ve kolay ulaşılabilir bir iletişim modeli olması (Örneğin, operasyonel hat ile iletişim için gerekli olan 2. bir telefon, çevresi tarafından şahsın durumunu şüpheli hale getirebilir.),

- Anonim bir iletişim modeli olması (Açıklamaya ihtiyaç duyulduğunda gönül ilişkisi vb. bahaneler ileri sürülebilir.),

-Teknolojik imkanların güvenilir olmadığı (... serverlarının elde edilmesi vb. toplu deşifrasyon olmayacağı inancı.),

- Arayan mahrem sorumlusunun kimliğinin deşifre olmayacağı,

Düşüncelerine dayanmaktadır.

Büfe/Ankesörlü Sabit Telefon Hatlarıyla İrtibat Kurma Yönteminin Özellikleri:

... silahlı terör örgütü “sohbet” olarak adlandırdığı örgütsel toplantıları devam ettirmek için elzem olan askeri personel ile irtibatlarında gizliliğe çok önem verdiği hususuna yukarıda ayrıntılarıyla değinilmiştir.

... kapsamında yürütülen soruşturmalardaki şüphelilerin hatları ile kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, lokanta vb. gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat ve ankesörlü hatların HTS kayıtlarının incelenmesinde;

- Ardışık Arama (Yakın zaman diliminde birbirini takip eden peşi sıra),

- Periyodik Arama (Farklı tarih ve zaman diliminde belirli gün aralığı dahilinde),

- Tek Arama,

Şeklinde iletişimin gerçekleştirildiği ve irtibat sağlandığı saptanmıştır.

Birim içerisinde sorumlu düzeyde bulunan örgüt mensuplarının, kendilerine bağlı askerlere ait telefon numaralarını, telefonlarına farklı isimler kullanarak veya not kağıtlarına GSM numaraları üzerinde belirli değişiklikler yaparak kaydettikleri, iletişim kurmak istedikleri zamanlarda ise; kamuya açık ve birbirinden bağımsız Market/Büfe/Lokanta vb. işletmelerde kurulu bulunan kontörlü/voip (sabit) hatlar ile Türk Telekom’a ait Ankesörlü telefonları kullanılmak suretiyle kendilerine bağlı askerleri aradıkları belirlenmiştir.

Bu kapsamda, örnek olarak;

Erzincan Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne 02.09.2015 tarihinde saat 10.58'de internet üzerinden e-posta olarak;

“Merhabalar. Ben bir konuda bilgi vermek istiyorum. Erzincan merkezde ikamet ediyorum. Merkezdeki birçok noktada bakkallarda kontörlü telefon kullanılıyor. Özellikle paralel yapı bu telefonları kullanarak iletişim kuruyor. Merkezde bulunan Doğan büfedeki kontörlü telefon sürekli paralel yapı tarafından kullanılıyor. Ne zaman görsem hali vakti yerinde bi paralel yapı elemanı o telefondan anormal konuşmalar yapıyor. Dikkat Edilirse sevineceğim",

Şeklinde e-mail ihbarının gönderildiği,

... silahlı terör örgütünün TSK içerisindeki MAHREMYAPILANMASI'nda faaliyet yürüten ve etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanan bazı şüpheliler vermiş olduğu ifadelerinde ankesör-sabit hat(büfe-market vb.) aramaları konusunda;

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Terör Suçları Soruşturma Bürosu) 2017/202838 sayılı soruşturma dosyasına istinaden 08.02.2018 tarihinde şüpheli M. S. S. isimli ... silahlı terör örgütünün Kara Kuvvetleri içerisinde MAHREMYAPI içerisinde 2009 yılı sonlarından 2014 yılları arasında askeri şahıslardan sorumlu ÖĞRETMEN olarak faaliyet yürüttüğünü beyan ederek ifade veren şahıs ifadesinde;

“Buluşma esnasında bir sonraki buluşma zamanı belirlenirdi, ters bir şey olması durumunda bir sonraki hafta yine aynı gün ve aynı saate buluşma gerçekleşirdi. Bunların haricinde ben de ve bana bağlı olan ....... isimli kişilerde tuşlu telefon üzerinden görüşme yapılırdı.. Bir şahıs örgüt adına aranacaksa kontörlü telefonu bulunan büfe, market ve kuruyemişçilerden arama yapılmaktaydı, Ankesörlü numaralar kullanmıyorlardı. Diyarbakır da bulunduğum dönemde Diclekent bölgesinde carrefoursa market yakınında bulunan 3 adet bakkal ve büfeden sabit hatlardan arardık. Ankara ilinde Öveçler 4. Cadde üzerinde bulunan bir kuruyemişçiden, Çankaya civarında bulunan büfelerden arama yapardım.. Benim sorumlu olduğum askeri şahısların telefon numaralarını kendi cep telefonumun rehberine son dört rakamını 9999’a tamamlamak suretiyle kayıt yapmamızı bizle ilgilenen kişiler söylemişlerdi.. Kendi cep telefonlarımızdan kesinlikle arama yapmazdık. ... şahıslara kendi cep telefon numaramızı, kendi ismimizi, işyerimizi, aile bilgilerimizi kesinlikle vermezdik, kullandığım kod ismi verirdik. İlgilediğimiz ... şahıslar bizle tanıştırılırken kod adlarıyla tanıştırılırdı, ancak bizden sorumlu müdür ve müdür yardımcısı olan örgüt yöneticileri askerler gerçek isim ve konumlarını bize söylerlerdi”,

Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosunun yürüttüğü Silahlı Kuvvetler Soruşturmasında;

Soruşturma kapsamında şüpheli .......’ün (... Terör Örgütü TSK Yapılanması içerisinde konumu Müdür Yardımcısı ) ifadesinde;

“…Cep telefonlarını son iki rakamlarını 99'a tamamlayacak şekilde kodlayıp kâğıda kaydederdik. “aramam gerektiğinde kendi cep telefonumdan asla aramazdım. çünkü bu şekilde irtibat kurmak yasaktı. bu durumu kısmen akademide görev yaparken de biliyordum. tedbir olarak uyguluyorduk. bana bağlı öğrencileri aramam gerektiğinde olabildiğince evime uzak büfelerden kontörlü telefonlardan arıyordum. sadece bir kişiyi arardım. birkaç kişiyi arayacağım zaman farklı büfeleri gezerdim. bu da uyulması gereken bir tedbirdi. aynı büfeden art arda askerlerin aranmış olması, o büfeden arayan öğretmenin tedbire uymadığını gösterir.. neticede hangi tedbirleri alacağımız bize öğretilirdi ama tüm tedbirlerin uygulanıp uygulanmadığı takibi pek mümkün değildi.” Toplantıya gelirken öğrencilerin arabayı mümkün olduğunca uzağa park etmesi gerekiyordu. Normalde cep telefonu da getirmemeleri gerekiyordu. Fakat benim öğrencilerim çoğunlukla doktor olduğu için acil hastaları olur diye getirenler tek tük çıkıyordu. Sorumlular kendi aralarında cep telefonu irtibatını başkası adına kayıtlı telefon hatlarıyla sağlarlardı. Bu telefon hatları ve mümkünse kullanıldığı cihaz ya imha edilirdi ya da sadece cihaz ikinci el olarak satılırdı. Ancak satma işine çok sıcak bakılmazdı. Genelde ucuz telefonlar imha edilirdi. Ben bu şekilde 5-6 civarında hat kullandım. Şuanda numaralarını hatırlamıyorum.”,

Aynı soruşturmada şüpheli......’nin (... Terör Örgütü Yapılanması içerisinde ... Abisi (ÖĞRETMEN) ifadesinde;

“….Öncelikle Mahrem Yapıda tüm iletişim RANDEVULAŞMASİSTEMİNE dayanıyordu. Yani bir Öğretmen bir Öğrenci kontrolüne gittiğine bir dahaki görüşmeyi o gün netleştiriyordu. Ancak bir iş çıkar aksi bir durum gelişirse bu kişi öğretmense genellikle sabit hatlardan (büfelerden) öğrencisini arar ve durumu bildirir. ancak aksi durumda olan öğrenci ise genelde belli bir zaman öncesinden öğretmenin evini biliyorsa gelip bilgi verirdi. …ben özelikle hiçbir ÖĞRENCİME kendi numaramı vermedim. Vermemem de ... KOD tarafından bana söylenmişti. Ben öğrencilerimin numaralarını bir kâğıda yine ... kod’ dan öğrendiğim 99’lu şifreleme yöntemiyle telefonun son iki numarasında oynayarak not alıyordum. bu sistem öğretmen-müdür yardımcısı arasında da uygulanıyordu”,

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Terör Suçları Soruşturma Bürosu) 2018/7498 sayılı soruşturma dosyasına istinaden 15.01.2018 tarihinde şüpheli ifadesi alınan ...... isimli BİNBAŞI rütbesiyle görev yapan şahıs ifadesinde;

“Buluşmalar genellikle buluşma esnasında bir sonraki buluşma yeri ayarlanırdı. Örgüt yöneticilerinin vermiş talimat doğrultusunda deşifre olmamak ve gizli kalması için, buluşma gerçekleşmez ise, bizle irtibat kuran örgüt mensupları bizi genellikle ankesörlü telefonlardan veya büfelerden bulunan sabit hatlardan bizi ararlar, bizde aynı şekilde örgüt yöneticilerini arayacağımız zaman büfelerde bulunan sabit hatlardan veya ankesörlü hatlardan irtibat kurmamız söylenirdi. Örgüt yöneticilerinin vermiş oldukları sabit numaraları veya cep telefonu numaralarını ya ezberlerdik ya da bir kâğıda yazardık. Yazarken de numaraları baştaki GSM şirketinin sabit kalması şartı ile (örneğin 0530 sabit kalırdı) diğer numaraları bir arttırarak kâğıda yazardık, cep telefonumuza kesinlikle kayıt yapmazdık. Hts kayıtlarım incelendiğinde örgüt üyeleri görüştüğüm dönemde sabit numaralardan ve Ankesörlü hatlardan arandığım ve aradığım anlaşılacaktır” ,

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Terör Suçları Soruşturma Bürosu) 2017/221193 sayılı soruşturma dosyasına istinaden 04.01.2018 tarihinde şüpheli ifadesi alınan B. A. isimli YÜZBAŞI rütbesinde görev yapan şahıs ifadesinde;

“Yoğun görevlerinden dolayı Ankara ilinde bulunduğum dönemlerde evleneceğim tarihe kadar her toplantı esnasında bir sonraki toplantı tarihi netleştirmekteydim. Evlendikten sonra da yine aynı şekilde eşimin nöbet günlerine göre ayarlamaktaydım. Ankesörlü telefon görüşmeleri de toplantıya gidemeyeceğimiz ya da iptal olduğu zamanlar için yapılırdı” ,

Çankırı Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/566 sayılı soruşturması kapsamında Örgüt İçerisinde sorumlu düzeyde Mahrem İmam Pozisyonunda olan şahsın;

“… Hatırladığım kadarı ile ilk önceleri yani 2009-2010 yıllarından sonra Ankesörlü telefonlar ile sorumlu olduğumuz askeri personel ile irtibat kuruyorduk. Görüşme yapmak istediğimiz askeri personelin kendi kullanmış olduğu cep telefonunu herhangi bir ankesörlü telefondan arayarak yapacağımız sohbetin ne zaman, nerede yapılacağı konusunda görüşme yapardık. Bir süre sonra ankesörden normal şehir içinde paralı olarak arama yapılabilen büfelerden görüşme yaptık. ANKESÖRLÜ VEBÜFETELEFONLARIİLETÜMASKERİPERSONELARANMAZDISADECEGÖRÜŞMEDEZORLUK ÇEKİLEN VEUZAKİLÇELERDEİKAMETEDEN ŞAHISLARIARARDIK. Belli bir süre sonra Ankesör görüşmelerini bırakarak büfe telefonlarını kullanmaya başladık. Ben askeri personelle ankesör ile görüşme yaptığımda her bir personel için ayrı bir ankesör kartı kullanıyordum ayrıca büfeden aradığım zaman her bir personeli ayrı bir büfeden arardım. Buradaki amacım görüşmenin deşifre olmaması idi, eğer personel yapılan aramalara cevap vermezse, şahıs ayrı aralıklarla tekrar aranır ve ulaşılmaya çalışılıyordu.” (…) 17-25 Aralık olayları olduktan sonra bu aramalar minimum seviyeye düşürüldü, çok çok gerekli değilse aranma yapılmadı, ancak askeri personel ile hiçbir şekilde irtibat kurulamıyorsa son çare olarak büfe ya da ankesörlü telefon ile arayarak irtibat kuruluyordu.…” ,

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Terör Suçları Soruşturma Bürosu) 2017/221193 sayılı soruşturma dosyasına istinaden 04.01.2018 tarihinde şüpheli ifadesi alınan .... .... isimli YÜZBAŞI rütbesiyle görev yapan şahıs ifadesinde;

“Buluşmalar genellikle buluşma esnasında bir sonraki buluşma yeri ayarlanırdı. Örgüt yöneticilerinin vermiş talimat doğrultusunda deşifre olmamak ve gizli kalması için, buluşma gerçekleşmez ise, bizle irtibat kuran örgüt mensupları bizi genellikle ankesörlü telefonlardan veya büfelerden bulunan sabit hatlardan bizi ararlar, bizde aynı şekilde örgüt yöneticilerini arayacağımız zaman büfelerde bulunan sabit hatlardan veya ankesörlü hatlardan irtibat kurmamız söylenirdi. Örgüt yöneticilerinin vermiş oldukları sabit numaraları veya cep telefonu numaralarını ya ezberlerdik ya da bir kâğıda yazardık. Yazarken de numaraları baştaki GSM şirketinin sabit kalması şartı ile (örneğin 0530 sabit kalırdı) diğer numaraları bir arttırarak kâğıda yazardık, cep telefonumuza kesinlikle kayıt yapmazdık. Hts kayıtlarım incelendiğinde;

2012-2013 ve 2014 yıllarında örgüt yöneticilerinin ağırlıklı olarak sabit numaralardan ve Ankesörlü hatlardan arandığım ve aradığım anlaşılacaktır.” ,

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Terör Suçları Soruşturma Bürosu) 2017/221193 sayılı soruşturma dosyasına istinaden 15.01.2018 tarihinde şüpheli ifadesi alınan H. Ş. isimli YÜZBAŞI rütbesiyle görev yapan şahıs ifadesinde;

“Buluşmalar genellikle buluşma esnasında bir sonraki buluşma yeri ayarlanırdı. Örgüt yöneticilerinin vermiş talimat doğrultusunda deşifre olmamak ve gizli kalması için, buluşma gerçekleşmez ise, bizle irtibat kuran örgüt mensupları bizi genellikle ankesörlü telefonlardan veya büfelerden bulunan sabit hatlardan bizi ararlar, bizde aynı şekilde örgüt yöneticilerini arayacağımız zaman büfelerde bulunan sabit hatlardan veya ankesörlü hatlardan irtibat kurmamız söylenirdi. Hts kayıtlarım incelendiğinde; geçmiş yıllarda yukarıda beyan ettiğim örgüt yöneticilerinin bir kısmının ağırlıklı olarak sabit numaralardan ve Ankesörlü hatlardan arandığım ve aradığım anlaşılacaktır. Ancak benim bu şekilde aranmam yada aramam çok fazla olmamıştır” ,

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Terör Suçları Soruşturma Bürosu) 2018/7504 sayılı soruşturma dosyasına istinaden 14.01.2018 tarihinde şüpheli ifadesi alınan ....... isimli YÜZBAŞI rütbesiyle görev yapan şahıs ifadesinde;

“Buluşmalar genellikle buluşma esnasında bir sonraki buluşma yeri ayarlanırdı. Örgüt yöneticilerinin vermiş talimat doğrultusunda deşifre olmamak ve gizli kalması için, buluşma gerçekleşmez ise, bizle irtibat kuran örgüt mensupları bizi genellikle ankesörlü telefonlardan veya büfelerden bulunan sabit hatlardan bizi ararlar, bizde aynı şekilde örgüt yöneticilerini arayacağımız zaman büfelerde bulunan sabit hatlardan veya ankesörlü hatlardan irtibat kurmamız söylenirdi. Numaraları kaydederken numaraları baştaki GSM şirketinin sabit kalması şartı ile (örneğin 0530 sabit kalırdı) diğer numaraları bir arttırarak kayıt yapardık, Hts kayıtlarım incelendiğinde; örgüt yöneticilerinin ağırlıklı olarak sabit numaralardan ve Ankesörlü hatlardan arandığım ve aradığım anlaşılacaktır” ,

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Terör Suçları Soruşturma Bürosu) 2018/61496 sayılı soruşturma dosyasına istinaden; 09.04.2018 tarihinde şüpheli ifadesi alınan C. D. Astsubay Kıdemli Çavuş rütbesiyle görev yapan şahıs ifadesinde;

“... terör örgütü üyesi imamları ile Balıkesir Astsubay Meslek Yüksek Okulunda okuduğum dönemde ve Kars ili Sarıkamış ilçesinde görev yaptığım dönemde görüşmelerim oldu, Okulda okuduğumuz dönemde görüşmeler buluşma esnasında ayarlanırdı, Bir sonraki buluşma yeri ve tarihi verilir bizde buraya giderdik. Kars ili Sarıkamış ilçesinde görev yaptığım dönemde... isimli şahıs bizi sabit numaradan ....... isimli devremi arardı ve görüşmeyi ayarlardı. ....... da bana söylerdi bu şekilde görüşmeye iki defa gittik” ,

Şeklinde beyanlarda bulundukları görülecektir.

Örgütün bahse konu yöntemi kullanmış olması ve yapılan soruşturmaların örgüt üyelerini deşifre etmesi nedeniyle büfe/ankesör operasyonlarına ilişkin tedbirler almaya ve/veya sosyal medya üzerinden dezenformasyon ve algı operasyonu yapmaya çalıştıkları belirlenmiştir. Örneğin;

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2018/1143 sayılı soruşturması kapsamında ifadesine başvurulan örgüt içerisinde Askeri Mahrem yapıda sorumlu düzeyde görev yapmış bir şahıs;

“……… … isimli şahıs bir gün işyerine gelerek abimin telefonundan beni aradı. ... … AVM üst geçidinde buluşmak istedi. Bende kendisi ile görüştüm. Bana … isimli şahsın yakalandığını, büyük işkencelere maruz kaldığını sonrasında da serbest kaldığını söyledi. …’ın da itirafçı olduğunu söyledi. KENDİSİNİNDEORTADANKAYBOLACAĞINIYARIN ÖBÜRGÜN BENİMDE TUTUKLANABİLECEĞİMİ, EĞERBÖYLEBİRDURUMOLURSA SENDEİŞKENCEGÖRÜRSENBİLDİKLERİNİNİÇERİSİNEANKESÖRLÜ TELEFONKONUSUNDAMENFİDİYE TABİRETTİĞİMİZ KİŞİLEDE ARADIĞIMIZI SÖYLEMEMİİSTEDİ. Ayrıca bana fokusçunun selamı ile gelen birisi olursa irtibata geçmemi istedi. Bu görüşmeye … plakalı siyah renkli bir ford focus marka araç ile gelmişti. Bu görüşmeden yaklaşık olarak bir hafta sonra polis evimde arama yaparak beni yakaladı………” ,

Şeklinde anlatımda bulunmuştur.

Yapılan soruşturma ve kovuşturmalar sırasında elde edilen bilgilerden, ... silahlı terör örgütünün “Mahrem Yapısı” içerisinde faaliyet gösteren örgüt mensuplarının, kendi sorumlulukları altında bulunan ... şahısların telefon numaralarını, deşifre edilmelerinin önlenmesi ve örgütsel faaliyetlerinin sürdürülebilir olması amacıyla şifreleme metotları kullanarak kaydettikleri de tespit edilmiştir.

... silahlı terör örgütü mensuplarınca kullanılan ve şu ana kadar tespit edilebilen bazı şifreli kaydetme yöntemlerinin;

1- On (10) Rakamına Tamamlama; Öğrencilerin telefon numaralarını telefona kaydetmek yasak olduğu için normal bir esnafın kartvizitinin arkasına veya herhangi bir kâğıda telefon numaralarının son dört rakamının her biri 10’a tamamlanarak kaydedilir. Yani kayıtlı telefon numarasının son dört rakamının her birini 10 sayısından çıkararak ortaya çıkan rakam yazılır. 10’a tamamlama sistemine örnek vermek gerekirse telefon numarasının son dört rakamı ...... ise not kâğıdına yazılan numaranın son dört rakama...... olur. Bir başka örnekte ise telefon numarasının son dört rakamı ...... ise kartvizite yazılan numaranın son dört rakamıv...olur.

2- Sondan İkili Rakam Bloklarını Çapraz Yer Değiştirme; Telefon numarasının sondan rakam bloklarının yerlerinin çapraz olarak değiştirilmesi yöntemidir. Örneğin, ...... numaralı telefon kaydedilirken ...... olarak kaydedilir.

3- Rakam Bloklarını Ters Yazma; Telefon numarasının operatöre ait ilk 3 rakamları sabit kalmak şartıyla geri kalan rakamları ise rakam bloklarının kendi arasında ters yazılarak kaydedilmesidir. Örneğin, ...... numaralı telefon kaydedilirken ...... olarak kaydedilir.

4- Sondan 4'üncü Rakamı Dört (4) Arttırma; Telefon numarasının sondan dördüncü rakamına dört eklenerek kaydedilmesidir. Örneğin, ...... numaralı telefon kaydedilirken ...... olarak kaydedilir.

5- Sondan 2'nci ve 4'üncü Rakamı Yer Değiştirme; Telefon numarasının sondan ikinci ve dördüncü rakamlarının yerlerinin değiştirilerek kaydedilmesidir. Örneğin, ...... numaralı telefon kaydedilirken...... olarak kaydedilir.

6-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamlara Bir Ekleme Bir Çıkarma; Telefon numarasını oluşturan rakamlara soldan başlayarak sırasıyla bir ekleme bir çıkarma yapılarak kaydedilmesidir. Örneğin, ...... numaralı telefon kaydedilirken ...... olarak kaydedilir.

7-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamları Kredi Kartı Numarasına Benzetme; Telefon numarasını oluşturan rakamlarının başına, sonuna rakamlar ekleyerek veya 16 haneli kredi kartı numarası şeklinde kaydedilmesidir. Örneğin, ...... telefon numarası ...... olarak kaydedilir.

8-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamları Servis Sağlayıcı Operatör Kodunun İl Alan Koduna Değiştirme; Operatör kodunun herhangi veya faaliyet gösterdiği il kodu şeklinde kaydedilmesidir. Örneğin,...... numaralı telefon kaydedilirken ......olarak kaydedilir.

9- 99’a Tamamlama; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son iki hanesini 99‘a tamamlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin ...... numarasının...... 32 şeklinde yazılması.

- 100’e Tamamlama; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son iki hanesini 100'e tamamlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin ...... numarasının ...... şeklinde yazılması.

10- Çaprazlama metodu; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son dört hanesinin ikili gruplar halinde kendi içinde çaprazlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin ...... numarasının ...... şeklinde yazılması,

Şeklinde olduğu saptanmıştır.

Mahrem İmamların; kendilerine bağlı muvazzaf askerlerin(öğrenci) telefon numaralarını ajandalarına kaydederken yukarıda açıklamaları verilen örnek şifreleme yöntemlerini kullanmakla birlikte; “bazı Mahrem İmamların arama yapmadan önce numaralara baktığında şifreleme yaptığını unutarak/kasten yazılı olan şifreli numarayı aradığı, daha sonra yanlış numara çevirdiğini fark ederek/kasten ... şahsı tekrar gerçek numarasından aradıkları da” sıklıkla gözlemlenmiştir.

Kolluk birimlerinin yapmış olduğu çalışmalar ve soruşturmalarda alınan ifadelerden;

“Mahrem imamların belirledikleri periyodik zaman diliminde grubunda bulunan askeri personelle sohbet adı altında örgütsel toplantıları düzenledikleri, bir sonraki toplantının yerinin-zamanının ve saatinin yapılan bu toplantılarda yüz yüze görüşülerek belirlendiği, toplantı günü ve saatinde değişiklik veya farklı bir gelişme olduğu zaman mahrem imam tarafından sabit hatlardan(ankesör-büfe-market vb.terör örgütü içerisinde faaliyet gösteren askeri personelin evlerine gidilerek irtibat kurulduğu ya da ... şahsın mahrem imamın evine gitmesi şeklinde irtibat kurulmaya çalışıldığı, subay, astsubay veya askeri öğrenciler ile ilgilenen mahrem imamların birbirinden farklı olduğu, örneğin subay ve astsubayların aynı grup içerisine dâhil edilmediği”, anlaşılmıştır.

Sonuç olarak;

Yukarıda izah edilen açıklamalar, olgular ve ... silahlı terör örgütüne yönelik yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda alınan ifadeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde;

... silahlı terör örgütünün, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesine sızmış mensuplarının çok az kısmına kriptolu haberleşme programı ..., Eagle,vb. gibi programlar yüklediği, geri kalan mensupları ile özellikle geçmiş yıllarda kullandıkları bir sistem olan Büfe, market vb benzeri yerlerdeki ücretli telefonlar veya kontörlü telefonlar ile haberleştikleri, örgütsel irtibatta asıl olan iletişim metodunun yüz yüze görüşme olduğu ve bir sonraki görüşmenin tarih ve yerinin bu esnada belirlendiği, bu mümkün olmaz ise tedbir anlamında her ... şahsın farklı ankesör ya da sabit hatlardan(market-büfe-bakkal vb.) aranmak(GEZEREK) suretiyle örgütsel iletişimin kurulduğu, arama işleminin genellikle tek taraflı ve kısa süreli olduğu, sadece sorumlu şahısların ARAMA işlemini yaptığı (askeri şahıs tarafından karşı arama yapılmadığı, askeri personelin de çok sık olmamakla birlikte mahrem sorumlusuna ulaşmak istedikleri durumlarda aradığı), sorumlu şahıs tarafından aranan askeri personelin büyük kısmının rütbe/makam olarak genelde denk olduklarının tespit edildiği (Örneğin; aranan Astsubay ise ardışık aranan kişide Astsubay, Subay ise ardışık aranan da Subay gibi), aynı şekilde kuvvetlerinde denk olduğu (Örneğin; aranan jandarma ise ardışık Jandarma, aranan KKK personeli ise ardışık KKK personelinin arandığı gibi), genel olarak her sivil yöneticinin sorumluluğunda birden fazla hücre bulunduğu ve hücrelerin 2-3 ... şahıstan (askeri öğrenci ve/veya muvazzaf personel) oluştuğu, bu ... şahısların da aynı Kuvvete mensup olup aynı rütbede bulundukları (istisnai olarak farklı rütbe ve/veya Kuvvetlere mensup ... şahıslardan bir hücre oluşabildiği, örneğin; sivil sorumlunun astsubaylardan oluşan grubunun yanında astsubaylıktan subaylığa geçen askeri personelle de ilgilenebileceği), tek ankesör ya da sabit hattan (market-büfe-bakkal vb.) farklı ... şahısların aranmasının; arka arkaya arama(ARDIŞIKARAMA) şeklinde olması durumunda, aramanın örgütsel olduğu kanısını güçlendirdiği, ayrıca aynı ankesör/sabit(büfe-market vb.) hattan arka arkaya (ARDIŞIK) arama yapılmasının; mahrem sorumlu şahsın tedbirsizliği ve işin kolayına kaçmasından kaynaklandığı, daha çok gizliliğe uymayan MAHREMİMAMLARkontörlü arama yapılabilen yerler olmadığı, ayrıca ankesörlü telefonlar ile kontörü olmadığından bahisle rica yolu ile işyerlerinde mevcut sabit hattan da arama işlemi yapılabildiği, genel olarak Yüzbaşı ve üstü rütbedeki subaylarda, "birebir sorumluluk" esasının geçerli olmasından dolayı birden fazla ... şahsın oluşturduğu hücre sisteminin tercih edilmediği, mahrem yapı sorumlusunun kural olarak sorumlusu olduğu ... şahıs/şahıslarla aynı ilde ikamet ettiği ve aynı ildeki sabit hatlarla iletişim kurduğu, istisnai olarak sözde TSK Yapılanmasının bölge esaslı teşkilatlanması nedeniyle yakın ilde bulunan hatlarla da iletişim kurulabildiği, mahrem yapı sorumlusunun sorumlu olduğu örgüt mensubu ... şahısları aramasından sonra belirlenen buluşma yerinde aranılan hatların takılı bulunduğu cihazların götürülmemesi veya götürülse bile kapatılmasına yönelik tedbir uygulanmaya çalışıldığı, ancak istisnai durumların olabileceği, bu tedbirin ortak yer baz istasyonundan sinyal verilmesini ve/veya dinleme yapılmasını önleme amaçlı olduğu, daha önceden kararlaştırılan noktaya gelinmediği takdirde ya da mahrem imam il dışında ise ve periyodik zamanlarla bir araya geliniyorsa (2 haftada bir Cumartesi gibi) bir gün önce mahrem imamın arayarak çağrı bıraktığı, arama işlemi sonrasında gizlilik (son aradığı numaranın telefon hafızasında kalmasını önlemek) ve sözde tedbir amaçlı olarak ilgisiz rastgele numaraların çevrildiği, redial (geri arama) tuşu ile son aranan kişinin tespitinin önlenmeye çalışıldığı, sivil yönetici unsurun sorumlusu olduğu ... şahsın numarasının son iki rakamını kendi telefon rehberinde "10”, “100” veya “99" rakamına tamamlayacak şekilde kayıt etmesinin en fazla başvurulan tedbir yöntemlerinden biri olduğu, bu nedenle yanlışlıkla numaraların şifrelenmiş haliyle yapılan aramaların da gerçekleşebildiği, yapılanmada her yönetici sivil unsurun deşifre olmamak amacıyla kendi tedbir ve iletişim metodunu kendisinin belirlediği, (Bu metotlardan birisine örnek vermek gerekirse kısa süreli arama,

cevapsız çağrı bırakma, aynı hattan parça parça kısa süreli arama vb.), mahrem yapı içerisindeki irtibatın ve şifreleme tekniğinin deşifre olmaması amacıyla çok sayıda şifreleme tekniğinin kullanıldığı,

Belirlenmekle;

Günümüzde iletişim aracı olarak cep telefonlarının kullanılmasının hayatın olağan akışına uygun ve kabul edilen bir gerçek olmasına karşın, kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, lokanta vb. gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat ve ankesörlü hatlar üzerinden ... şahıslarla GEZEREK ya da ARDIŞIK şeklinde yapılan aramaların; örgütün “gizlilik” ve “deşifre olmama” kuralına uygun olarak Askeri Mahrem Yapılanmasının irtibat kurma yöntemlerinden biri olup ... silahlı terör örgütünün MAHREMİMAMLARI tarafından örgütsel amaçlı, örgütsel haberleşmeyi sağlamak amacıyla gerçekleştirildiği sonucuna varılmıştır.

dd-Sabit/Ankesörlü Hatlardan Arama Sonuçlarının Delil Olarak Hukukiliği:

Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi araya bir vasıta sokulmak suretiyle gerçekleştirilen her türlü haberleşmenin gizlice dinlenmesi, burada elde edilen bilgilerin kaydedilmesi ve değerlendirilmesini ifade eder. İletişimi sağlayan araçlar çok geniş ve çağdaş tekniğin ortaya koyduğu muhtelif ekipmanlar olup telefon, faks, bilgisayar gibi kablolu veya kablosuz araçlardır. Bunların sinyalleri yazıları resimleri, görüntü ve sesleri dinlenmekte ve tespit edilmektedir.

Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesine ceza muhakemesi dışında önleyici amaçla ve istihbarat amacıyla başvurulabilmektir. CMK'da söz konusu tedbirin uygulanması bir suç dolayısıyla ceza soruşturması yapılması koşuluna bağlı tutulduğu için Ceza Muhakemesi Hukuku açısından bu yetkinin delil elde etmek amacıyla halen işlenmiş olan bir suçun kovuşturmasıyla sınırlı olduğu söylenebilir.

AİHM kararlarında vurgulandığı gibi telekomünikasyon araçlarıyla yapılan iletişimin denetlenmesi tedbirine “ancak demokratik kurumları korumak bakımından mutlak zorunluluk bulunması” koşuluyla başvurulabilir. (AİHM Klass ve diğerleri davası.) Dolayısıyla bu tedbirin uygulanma amacının ve uygulanacağı suçların sınırlı olması gerekmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Klass ve diğerleri ve Almanya kararında bu hassasiyete şöyle işaret etmektedir; Demokratik toplumlar günümüzde kendilerini sofistike casusluk yöntemleri ve terörizm tehdidi ile karşı karşıya bulmuşlardır. Bunun neticesi olarak bu tür tehditlerle etkili bir şekilde mücadele edebilmek için devletin, kendi yargı yetki alanında faaliyet gösteren yıkıcı unsurları gizlice izlemenin sorumluluğunu üzerine almak zorundadır. Mahkeme bu yüzden, ulusal güvenlik sebebiyle ve/veya suç veya düzensizliğin önlenmesi amacıyla demokratik bir toplumda gerekli olduğu ölçüde ve istisnai şartlar altında mektup, posta ve telekomünikasyon üzerinde gizli izleme yapma yetkisi veren kanuni düzenlemelerin varlığını kabul etmek zorundadır.

İletişimin tespiti belli bir telefon numarasından kimlerin ne zaman arandığı, konuşmanın ne kadar süreyle yapıldığı, elektronik posta yoluyla kimlerle iletişim kurulduğu hususlarının tespit edilmesidir. İletişimin tespiti, iletişimin içeriğine müdahale etmeden iletişim araçlarının diğer iletişim araçlarıyla kurduğu iletişime ilişkin arama, yer bilgisi ve kimlik bilgilerinin tespit edilmesine yönelik işlemlerden oluşmaktadır. İletişimin tespiti geçmişe yöneliktir. Kişinin geçmişte özgür iradesiyle yapıp bitirdiği iletişimine dair harici bilgilerinin tespitidir.

İletişimin dinlenmesi ve kayda alınması telli veya telsiz telefonla ya da internet üzerinden yapılan konuşmalardaki ses ve görüntülerin veya elektronik posta yoluyla yapılan iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasıdır. İletişimin dinlenmesi geleceğe yöneliktir. Halen ve gelecekte yapılacak görüşmelerin dinlenme ve kayda alınmasıdır.

Suç tarihinde mer'i kanuni düzenlemeye bakıldığında, kanun koyucu CMK’nın 135/6. maddesinde "iletişimin tespiti" kavramını kullanmasına rağmen aynı Kanun maddesinin 1. fıkrasında, “şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir.” , 8. fıkrasında ise "bu madde kapsamında" dinleme ve kayda alma...katalog suçlarda uygulanır demek suretiyle dinleme ve kayda almanın, iletişimin tespitinden farklı olduğuna işaret ederek, esas itibari ile haberleşme özgürlüğünün ağır bir şekilde kısıtlanması sonucunu doğuran dinleme ve kayda alma tedbirinin sadece belirtilen katalog suçlarda alınabileceğini kabul etmişken, iletişimin tespitinin, dinleme ve kayda almadan farklı olarak kişinin daha önce özgür iradesi ile yaptığı konuşmaların içeriğine müdahale edilmeden sadece iletişim aracının dış bağlantılarının kimle, ne zaman görüşüldüğünün tespitine yönelik bir işlem olması nedeniyle, maddenin 6. fıkrası (yeni düzenlemede 8. fıkra) kapsamı dışında bırakmıştır. Bu itibarla iletişimin tespiti, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 15.11.2011 tarih ve 2011/6-140 esas ve 2011/222 sayılı kararında da belirtildiği gibi suç soruşturması kapsamında tüm suçlar yönünden başvurulabilecek bir koruma tedbiridir ve hangi suça ilişkin olursa olsun, şüpheliye ait telefondan kimlerle, ne zaman görüşüldüğüne dair 'tespit' CMK'nın 135/1. maddesi (yeni düzenlemeye göre 6.fıkra) uyarınca hakim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla mümkün olacaktır." (5.CD, E. 2005/14969, K.2005/20489, T. 03/10/2005)

İletişim özgürlüğü ve gizliliği herkese karşı ileri sürülebilen bir hak olmakla beraber bu hak sınırsız değildir. Sınırsız bir özgürlük kargaşaya ve düzensizliğe neden olabilir ve başkalarının hak ve özgürlüklerini tehdit edebilir. O nedenle, belirli bir toplumsal düzende yaşanabilmesi için bireylerin hak ve özgürlüklerine sınırlamalar getirilmesi kaçınılmazdır. İletişim teknolojisinin sunmuş olduğu araçların ve imkânların suç işlenmesinde de kullanıldığı bir gerçektir ve devletin bu iletişim araçlarıyla yapılan iletişimi denetlemesi olağan karşılanmalıdır. Demokratik toplumda aslolan kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması ise de, demokratik kurumların korunmasının da esas itibari ile kişisel hak ve özgürlüklerin teminatı olduğu unutulmamalıdır. Diğer hak ve özgürlüklerde olduğu gibi iletişimin gizliliğine getirilecek sınırlamaların ve sınırlama sebeplerinin yasayla düzenlenmesi ve sınırlamada belli ölçütlerin gözetilmesi lazımdır. Bu nedenledir ki yasa, anayasa ve uluslararası sözleşmelerde “bir hakkın kullanımı ve kısıtlanması” birlikte düzenlenir.

Anayasanın 22. maddesinde,"..bir suçun önlenmesi", CMK'nın 135/1 maddesinde "bir suç nedeniyle,.. suçun işlendiğine dair delil ve emare bulunması", AİHS'nin 8. maddesinde "bir suçun önlenmesi amacıyla demokratik toplumun korunması amacıyla" hakkın kısıtlanabileceği yine Anayasanını 13. maddesinde ise, "ölçülülük ilkesi" esas alınarak kısıtlama yapılacağı ön görülmüştür.

4709 sayılı Kanunla değişik Anayasanın 22. maddesi AİHS’nin 8. maddesi ile paralel düzenlemeler içermektedir. AİHS’nin 8/1. maddesinde herkesin özel hayatına, aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra, 2. fıkrada, “bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir” denilmektedir. Anayasamızın 22. maddesi, AİHS’nin 8. maddesiyle benzer düzenlemeler içerdiğine göre AİHM tarafından sorunun ne şekilde çözüldüğünün açıklığa kavuşturulmasında yarar vardır.

AİHM, müdahalenin demokratik bir toplumun korunması için zorunlu olması halinde suça ilişkin delil elde edilmesi ve AİHS’nin 8/2. maddesinde yer alan “dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi”ni meşru amaçlar kapsamında değerlendirmektedir. (Malone/Birleşik Krallık davası, Lambert/Fransa davası ) Yeter ki bireysel haklar ve kamu yararı arasında adil bir denge kurulmuş olsun.

“Suç işlenmesinin önlenmesi” sebebi, hem Sözleşmenin 8/2. maddesinde hem de Anayasanın 22. maddesinde yer almaktadır. Anayasamızın 22/2. maddesinde yer alan “kamu düzeninin” korunması kavramı, Sözleşmede yer alan" dirlik ve düzenin korunması”nı kapsar niteliktedir. O nedenle AİHM’nin, suç delili elde etmek maksadıyla yapılan iletişimin denetimini “dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi” sebepleri çerçevesinde ele alması, 8. maddenin ihlal edilip edilmediğini belirlerken, ayrıca iletişimin gizliliğine yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda zorunlu olup olmadığını irdeleyerek bir sonuca varması yönündeki uygulaması, Anayasanın 22. maddesi bakımından da kabul edilebilir.

CMK'nın 135. maddesinde düzenlenen “iletişimin denetlenmesi” tedbirine, bir suç dolasıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması durumunda başvurulabilir.

Ayrıntıları ilgili bölümde açıklandığı üzere, AİHS'in 8 ve Anayasanın 20. maddesinin ikinci fıkralarında teminat altına alınan özel yaşamın ve aile yaşamının korunması haklarının, meşru sebepler, “demokratik bir ülkede gereklilik” ve “orantılılık” ilkeleri çerçevesinde kısıtlanması mümkündür. Terörle mücadelede de, devletlerin ulusal güvenliği ve yetki alanlarındaki yaşamları koruma görevleri ile sözleşme tarafından garanti altına alınan diğer hak ve özgürlüklere saygı gösterme yükümlülükleri arasında adil bir denge kurması gerekmektedir.

Ceza Yargılama sistemimize göre, soruşturma/yargılama konusu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğe ulaşılabilmesi için ispat amacıyla kullanılan ve hukuka uygun olarak elde edilen her araç delil olarak kabul edilir. Bu manada esas olan, delilin denetlenebilir olması, keyfi ve açıkça dayanaktan yoksun olacak şekilde sanık aleyhine kullanılmaması ve yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmasıdır.

Somut olay yönünden, suçun işlendiğini gösterir somut olgulara dayanan kuvvetli suç şüphesinin bulunması, elde edilen delilin keyfi ve açıkça dayanaktan yoksun olmayıp denetlenebilmesi, kamu düzenini bozan bir eylem olarak işlenen suçun aydınlatılamamasının ve cezasız kalmasının, toplumun dirlik ve düzeninin bozulması sonucunu doğuracağında tereddüt olmaması hususları dikkate alındığında;

Demokratik kurumlara, hukuk devletine, demokrasiye ve insan haklarına karşı, 15.07.2016 tarihli darbe teşebbüsünü gerçekleştiren, pek çok insanın ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verip bir çok ağır suçu organize şekilde işleyen ... silahlı terör örgütünün, çok büyük bir önem verdiği ... silahlı kanadını oluşturan askeri mahrem yapılanmasına yönelik yapılan soruşturmada, şüpheliler ve suç delillerine ulaşılması amacıyla Ankara merkezli ve diğer illlerde Cumhuriyet Başsavcılıklarının yasal yetkisine dayanarak hakim kararıyla geçmişe dönük elde ettiği “iletişimin tespiti (HTS)” kayıtlarının, "hukuka uygun bir delil olarak hükme esas alınmasında herhangi bir hukuki isabetsizlik bulunmadığı" yapılan işlemin“demokratik bir ülkede gereklilik” ve “orantılılık” ilkelerine uygun” olduğu, somut olay kapsamında da, kanunda yazılı esas ve usullere göre bu tedbire başvurulmasının “iletişim özgürlüğü” hakkının özünü ortadan kaldırmayacağı kanaatine varılmıştır.

İçeriğine müdahale edilmeden, iletişim araçlarının diğerleri ile kurduğu iletişime ilişkin arama, aranma, yer bilgisi ve kimlik bilgilerinin tespitine yönelik işlem olması ve daha çok dış bağlantı verilerini ifade etmesi nedeniyle “iletişimin tespiti”, Cumhuriyet savcısının soruşturma yetkisini düzenleyen CMK'nın 160 ve 161. maddeleri kapsamında istenebilecek delillerdendir. Cumhuriyet savcısı soruşturmanın ayıklayıcılık ve kişilerin lekelenmeme hakkı ilkelerini dikkate alarak delil toplarken Anayasada ve kanunda düzenlenen "orantılılık" ilkesini göz önüne almak durumundadır. İletişimin tespitinin istenmesi her zaman aleyhe sonuç doğurmaz. Bazen suça katılmayan kişilerin erkenden tespiti ile haklarında başkaca ceza muhakemesi tedbirine başvurmama imkanını da sağlayabilir.

Ceza Muhakemesi Kanununun 135/6 maddesinde (Ek: 2.12.2014-6572/42 md.) Şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Daha önce uygulamada Ceza Muhakemesi Kanunu 160-161. maddelerinde düzenlenen Cumhuriyet savcısının delil toplama yetkisi kapsamında iletişimin tespitinin yapıldığı, yapılan değişiklikle bu yetkinin hakime verildiği, gecikmesinde sakınca olduğu hallerde Cumhuriyet savcısının bu yetkiyi kullanabileceği düzenlenmişti.

Ancak yeni ceza yargılaması sisteminde soruşturma evresi, suç işlendiği izlenimini veren halin öğrenilmesi ile başlar ve iddianamenin kabulü kararı verilinceye kadar devam eder. Soruşturma evresi üç aşamada gerçekleşir. Bunlar; başlangıç soruşturması, kısa soruşturma ve ara soruşturma aşamalarıdır. (Kunter-Yenisey-Nuhoğlu CMK 18. bası sy. 643) İlk aşama, Cumhuriyet savcısının “araştırmalara” başlama kararı ile gerçekleşen “başlangıç soruşturması”dır. Bu aşamada, kural olarak henüz suçun kim tarafından işlendiği konusunda bir bilgi mevcut bulunmadığı için, “şüpheli” de yoktur. Bu aşamada bir suç işlendiğine dair “basit şüphe” oluşmazsa kovuşturmama kararı verilecektir. Aksi takdirde soruşturmanın diğer aşamalarına geçilip ortaya çıkan şüpheli/şüphelilere ilişkin deliller toplanarak ara soruşturma sonucunda toplanan deliller suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa Cumhuriyet savcısı bir iddianame düzenleyecektir.

Somut olayda, ayrıntıları ilgili bölümde açıklanan ... terör örgütünün iletişim yöntemi olarak ankesörlü/sabit hatlardan periyodik veya ardışık aramalar yaptıkları yönündeki tespitlerden sonra, soruşturma makamlarınca başlangıç soruşturması kapsamında ve CMK’nın 160/1 maddesinin verdiği yetkiye dayanarak yapılan araştırmalar sonucunda; ... terör örgütü mensuplarının “sohbet” olarak adlandırdıkları örgütsel toplantılara devam etmek için kamuya açık market, büfe vb. yerlerde kurulu bulunan ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatları özel yöntemlerle kullandıklarının tespit edilmeleri üzerine, CMK'nın 135/6 maddesi gereğince sabit hat ve ankesörlü hatlara yönelik iletişimin tespiti kararları alınarak uygulamaya konulması, bu cümleden olarak şüpheli kişilerin hatlarıyla kamuya açık, birbirinden bağımsız büfe, market vb. yerlerde kurulu bulunan sabit veya ankesörlü hatların HTS kayıtlarının incelenmesi, üçüncü kişilere ait verilerin ayıklanması ile yapılan analizler sonucunda şüphelilere ulaşılmasında hukuka aykırı yöntemlerin kullanıldığı ileri sürülemeyeceği gibi, ihlal edildiği iddia edilen hakka nazaran kamu güvenliğinin korunması ve suçla mücadele için sağlanan yararın üstünlüğünden de kuşku duyulmaması gerekecektir.

Şüphelinin/sanığın Askeri mahrem hizmetler yapılanmasında yer alıp sabit hat ve/veya ankesörlü telefonlar üzerinden hücresel haberleşme ağına dahil olup olmadıklarının belirlenmesi ile soruşturma ve yargılama aşamasında sanığın hukuki durumunun ve konumunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından; suçun ispatı açısından belirleyici nitelikte olması nedeniyle bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı, hukukiliği konusunda yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında, taraflar huzurunda tartışılması, savunma argümanlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Yukarıda açıklanan özellikler doğrultusunda bir ... şahsın; gizlilik ve deşifre olmamak kuralına riayetle, örgütün talimatı ile ve örgütsel irtibatı sağlamak maksadıyla kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, lokanta vb. gibi işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatlar ile mahrem imam tarafından arandığı, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak somut olgu ve teknik verilerle tespit edilmesi ve yargılama yapan mahkemenin de tam bir vicdani kanaate ulaşması halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun delil olacağından,

Bu delilin teyidi ve maddi gerçeğin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ortaya konulması açısından;

a-Mahrem imamların büfe/ankesörlü sabit telofon hattı ile hedef şahıslarla görüşmelerinde gizliliği sağlamak için genellikle kullandığı yöntem olarak belirlenen;

Hedef şahsın telefon numarasının, deşifre edilmesinin önlenmesi amacıyla çeşitli şifreleme metotları kullanarak kaydedilmesi,

Bazı Mahrem İmamların arama yapmadan önce ajandada kayıtlı numaralara baktığında şifreleme yaptığını unutarak/kasten yazılı olan şifreli numarayı aradığı, daha sonra yanlış numara çevirdiğini fark ederek/kasten ... şahsı tekrar gerçek numarasından aramış olması,

Aramalar tek taraflı ve kısa süreli olması veya sadece çağrıdan ibaret bulunması,

Aranan askeri personelin büyük kısmının genellikle rütbe/makam olarak ve bağlı bulunduğu kuvvetlerin de denk olmaları,

Mahrem imamlar tarafından gerçekleştirilen arka arkaya aramanın (ARDIŞIKARAMA) örgütsel amaçlı olduğuna dair karine oluşturması,

Aramanın mesai saatleri dışında yapılması, sorumlu şahsın, askeri personeli aradıktan sonra tedbir amaçlı ilgisiz ve alakasız kişileri de ankesörle arayarak bu bütün içerisinde hedeflerin kaybolmasını sağlama çabası,

Aramanın on beş gün, ayda veya iki ayda bir kez olmak üzere periyodik olması,

Mahrem imamın sorumlusu olduğu ... şahıs/şahıslarla aynı ilde ikamet ettiği ve aynı ildeki sabit hatlarla iletişim kurduğunun gözetilmesi,

... şahısların hatların takılı bulunduğu cihazların toplantı yerine götürülmediği veya götürülse bile kapalı tuttukları,

Mahrem imamlarca hedef şahıs arandıktan sonra ilgisiz rastgele numaraların çevrilerek, redial (geri arama) tuşu ile son aranan kişinin tespitinin önlenmeye çalışılması, hususlarını da ortaya koyan, bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı, hukukiliği konusunda yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında kişiselleştirilmiş, Emniyet birimlerince, büfe/ankesörlü sabit telefon hatlarıyla irtibat kurma yöntemine ilişkin olarak düzenlenen ayrıntılı analiz raporunun temin edilerek dosyaya konulması,

b-Emniyet kayıtlarının yanı sıra BTK’dan alınan baz istasyonunu gösterir HTS kayıtlarının, “0” saniyeli çağrılar da dahil olmak üzere getirilmesi,

c-Şüpheli/sanığın görev yaptığı diğer şehirlerde ardışık aramalarının olup olmadığı araştırılarak sabit hat ve ankesörlü telefon kullandığına ilişkin analiz raporunun istenmesi,

d-Şüpheli/sanıkla ilgili sabit hat veya ardışık aramaya ilişkin varsa itirafçı beyanlarının dosyaya getirilmesi, gerektiği takdirde tanık sıfatıyla dinlenilmeleri,

e-Ardışık aramalar kapsamında, diğer ... şahıslar hakkında bir soruşturma veya dava olup olmadığı araştırılıp varsa ifade örneklerinin dosyaya ibrazı sağlanarak CMK'nın 217.maddesi gereğince değerlendirilmesi, delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı, hukukiliği hususunda savunma argümanlarının tartışılması ve değerlendirilmesi gerekirken eksik araştırma ve yetersiz belgelere dayanarak yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi,

Kanuna aykırı, sanık müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı CMK'nın 302/2. maddesi uyarınca BOZULMASINA, CMK'nın 307/4 maddesi gereğince sonuç ceza yönünden sanığın kazanılmış haklarının saklı tutulmasına, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre, bozma nedeni, atılı suç için kanun maddelerinde öngörülen ceza miktarı ve mevcut delil durumu gözetilerek tahliye talebinin reddi ile tutukluluk halinin devamına, 28.02.2019 tarihinde yürürlüğe giren 20.02.2019 tarih ve 7165 sayılı Kanunun 8. maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanunun 304/1. maddesi uyarınca dosyanın Kayseri 4. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin bilgi için Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 19. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.12.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

M. Hüdai Şentürk

Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Kuruluş Devri, Rumeli, İskân Siyâseti, Anadolu

Osmanlı Devleti'nin kuruluş devrinde yayılışı ve yerleşmesini açıklayan tarihi gerçeklerden biri [1], bunun bilhassa ekonomik-demografik bir baskı neticesi olduğu ve yoğun bir Türk göç ve iskân hareketi ile birlikte yürüdüğüdür [2]. Bu vâkıanın en ilginç örneklerini Rumeli fütûhâtı sırasında görmekteyiz.

Rumeli fütûhâtını kolaylaştıran ve muvaffak kılan âmillerden bazılarını sıralarsak; devletin kuruluş devrindeki idâri, dini ve sosyal müesseselerin, Selçuklu ve İlhanlı devletlerinden kaynaklanmış ve yerleşmiş bulunması, Osmanlıların ise bu müesseseleri muhâfaza ile birlikte tekemmül ettirerek devletin bünyesine tamamen hâkim kılmış olması yanında, Bizans hucitidu üzerindeki coğrafi durumları, Anadolu'daki diğer Türk beylikleri ile olan münâsebetleri, Trakya ve Makedonya'da boş ve münbit topraklar bulan birçok konar-göçer unsurların ve fakir köylülerin, fütûhâta iştirak eden gazilerin buralarda yerleşmek arzusu ile dolu olmaları ve daha bazı faktörler, bu meyanda sayılabilir.

Keza sulh yolu ile zaptedilen yerlerdeki halkın belirli ve mütedil bir ölçüde vergilerini vermek üzere yerlerinde bırakılmaları da fütûhâtı kolaylaştıran sebeplerden biri olmuştur. Bütün bunların yanında, fütûhât esnâsında başta bulunan hükümdarların (bilhassa I. Murad'ın) ve Osmanlı ümerasının kuruculuk vasıf ve meziyetlerinin de önemi çok büyüktür [3]. İşte bu sebeplerle Osmanlılar, Rumeli ve Balkanlar'daki fütühâtı, kendileri için nüfusça büyük zâyiât vermeden ve kolaylı kla gerçekleştirmişlerdir.

Osmanlı ların Rumeli ve Balkanlar'da yerleşmesi, gelip geçici bir hâdiseye bağlı değildir; Bizans hâkimiyetinin bu bölgede çözülmesinin tabii bir neticesidir [4]. Başlangıçta bu boşluğu Sırp Kralı Stefan Du ş an 'in [5] doldurması bekleniyordu. Kendisi Makedonya'yı istIla ettikten sonra, Serez'de Sırpların ve Yunanlıların imparatoru unvânını almış idi. Aynı tarihlerde Orhan Gazi, Aydın-oğullarl'ndan Umur Bey'in tavsiyesi ile J. Kantakuzenos'un müttefiki oldu (1346) ve onun kızı Teodora ile evlendi. Bizans İmparatorluğu'nda patlak veren ikinci iç-harpte Sırplar ve Bulgarlar V. loannis'i desteklerken, Osmanlılar Kantakuzenos'un yanında yer aldılar. Orhan Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa, kumandasındaki 10.000 kişilik bir kuvvetle V. İoannis'i destekleyen Sırp-Yunan kuvvetlerini mağlüb etti. 1352 yılı nın sonbaharında kazanılan bu zafer, Osmanlıların Rumeli'de yerleşmesini sağlayan bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Bu tarihe doğru Rumeli artık Anadolu gazileri için dâimI bir faaliyet sahası haline gelmiş idi. Kendiliğinden toplanan gazi gurupları, Bizans'ın iç mücadelelerinde veya Sırplara ve Bulgarlara karşı yapılan harekatı desteklemek ve akın yapmak üzere sık sık Rumeli'ye geçmeğe başlamışlardı[6].

Süleyman Paşa, 7 Safer 754 (15 Mart 1353)'de, "evvel-baharda" Gelibolu yarımadası= Çanakkale Boğazı sâhilinde yer alan Tsympe (Cinbi yahut Çimbi) kalesini sulh yoluyla fethetti [7]. Buranın "ahâtisini vechen mine'l-viiciih incitmeyüp, ahâlinin Cidet-i sâbtkaszn: dahi bozmayup ihtiyarlara hürmet ve muc teberdna n'ayerde bulundu [8]. Burayı Rumeli'de yayılma için bir köprübaşı olarak teşkilâtlandı rdıktan sonra, Aydı ncı k'daki küçük Osmanlı donanmasiyle 3.000 kişilik bir orduyu, Gelibolu'nun 7-8 km. kuzeyinde Kozludere mevkıine çı kardı ve berzâha hakim tepeleri ele geçirdi. 1354 yılının I Mart gecesinde vukubulan bir depremden dolayı bu bölge ve civarındaki şehir ve kaleler harab olunca [9], bu yerleri işgal ve imar etti; Anadolu'dan sür'atle geçirdiği kuvvetleri buraya yerleştirdi. Paşa Sancağı , yani Osmanlı Rumelisi'nin çekirdeği böylece kurulmuş oldu. Süleyman Paşa'nın vakılyesi [10] bize bu yerleşmenin şartları hakkında, sağlam bir vesika olarak malümat vermektedir.

Osmanlı ların Gelibolu'ya geçip yerleşmeleri, Avrupa'nı n dikkatini çekmekle beraber Balkan milletleri arasındaki karışı klı klar, ihtilaflar ve mücadeleler dolu durum, bu tarafta Osmanlı fütühâtına önemli ölçüde engel olabilecek bir mâhiyet arzetmiyordu. Balkan yarımadasını fethetmek ve Rumeli'ye yayılmak fikri, başlıca hedefi teşkil ediyordu. Ancak Balkanlar'dan Sırp, Bulgar ve Macarlann, Gelibolu yarımadasından da Bizans ve Venediklilerin ittifak halinde ve müştereken taarruz ihtimali olabilirdi. Buna karşı derhal ve sür'atle Anadolu'dan Rumeli'ye sürgün yoluyla nüfus geçirip, şuurlu ve sistemli bir iskan siyaseti tatbikına başlandı [11].

Osmanlı Devleti'nin, fethedilen yerlere memleket dahilinden bir kısım halkı getirtip, kasaba ve köylere dağıtmak veya o zamana kadar iskan edilmemiş bölgeleri sürgün yoluyla "şenletmek" ve yeni iskan sahaları, köyler, kasabalar ve şehirler kurmak an'anesi, Selçuklulardan intikal etmiş bir usuldü. Osmanlılar, zamanla bu usülü daha sağlam esaslarla tesbit etmişlerdir.

Osmanlı ları n, daha ilk zamanlarda fethettikleri memleketlerde yerleşip kalmak ve bu maksatla ellerinde mevcut olması lazım gelen bol insan malzemesini oralarda iskan ederek bir yurt haline getirmek arzuları o kadar kuvvetli ve feth edilen memleketlerin mukadderatı nı kat' î olarak tayin bakımından o kadar tehlikeli ve müessir bir teşebbüs idi ki, münasebette bulundukları komşu memleketlerle akdettikleri anlaşmalarda bazan, muhâcir yerleştirmek veya yerleştirmemek kayıt ve şartları , Çetin bir pazarlık konusu[12] teşkil ediyordu[13].

Elimizdeki tarih kaynaklarına dayanarak, fetihten hemen sonra ilk hicret ettirilen muhâcir kafilesinin [14], Süleyman Paşa zamanında 1356-1357 yıllarında Karesi vilâyetinden Gelibolu yarımadasiyle bu bölgenin kuzey kısmı nda iskan edilmiş olduğunu söyleyebiliriz.

Süleyman Paşa, fethettiği yerlerde tutunabilmek için babası Orhan Gazi'ye mürâcaat ederek, buralarda iskân edilmek üzere Anadolu'dan müslüman halk nakledilmesini ve ayrıca, fiitühâtın devamı için takviye kuvvetleri sevkedilmesini istemişti. Bu arada, gelecek olan muhâcirleri yerleştirmek üzere, kardeşi Murad Bey (I. Murad) ile hazı rlıklara başladı. O sıralarda Anadolu'da yeni fethedilen Karesi topraklarından konargöçer Türkmen halkını sür'atle göçürtüp yeni fethedilen bölgelere yerleştirdi [15]. Daha sonra harap yerleri imar, boş sâhalarda iskân ve yeni köyler kurmak yolunda çalışmalarına hızla devam etti [16]. Rumeli'de bu ilk iskâna tabi tutulanlar, bir müddet Gelibolu'da sakin olduktan sonra, Hayrabolu civarına geçerek gazi ve füti:lhâta iştirak etmişlerdir[17].

1341-1354 yılları arasında sürekli tabii afetler, bulaşıcı hastalıklar, içsavaşlar ve nihayet Osmanlı akınları neticesinde nüfusu kırılmış yahut kaçmış bulunan Trakya toprakları üzerinde, hızla ve kolaylıkla müslüman Türk köyleri kurulmakta idi. Bu şartlar, büyük ölçüde topraksız kitlelerin Anadolu'dan Rumeli'ye hicretini temin ediyordu[18]; göç hareketleri ise, filtühâtı âdetâ zorlamaktaydı [19].

Fetihler yalnız kılıçla değil, genellikle "istimâlet" [20] denilen uzlaştıncı bir siyaset tâkip edilerek gerçekleştiriliyordu. Bu gaye ile Osmanlı ümerâsı faal bir propaganda yaparak, İslam Şeriat hükümleri çerçevesinde son derece geniş hoşgörü ve adâletle gaynmüslim halka can ve mal güvenliği ile dinlerinde serbestlik tanıyor; özellikle köylüleri, eski feodal bağlılıklanndan ve angaryalardan âzâd ediyordu. Yerli hıristiyan ahâli, Osmanlı hâlcimiyeti yerleştikten sonra, düzenli bir devlet idâresinin koruyucu güvenliğine kavuşmakta idi [21]. Osmanlılar, ila"' at idenlere mülk&r ve kentler viriip envit âyet iderlerdi... Ve ba`z: gyam olurd: ki, kefereden bin kişi imâna gelürdi"[22]. Fethedilen "vilâyetün halk: eyidürler idi kim: N'olaydı, kadim zamândan bunlar bize beg olalar idi. Ve çok köyler bu Türk kavmini gördiler, Mütelmân oldılar"[23]. İşte Osmanlılar, Rumeli fütilhâtında bu siyâsete dâima sadık kalarak, yerli halkı kendi taraflanna kazanmışlar; onlar da Osmanlılarla işbirliği yapmışlardır [24].

Bir yandan Islami esaslara, diğer taraftan da Türk geleneğine dayanan Rumeli'deki bu yeni rejim, Bizans'ın son döneminde ve Stefan Duşan Imparatorluğu'nun parçalanmasından sonra (1354) Balkanlar'ın büyük bölümünde ve Frank hâkimiyeti altındaki Yunan topraklarında görülen feodalleşmeye karşı köylüyü etkili koruma altına alan tarafsız, yerli halkın haklarına saygılı, kuvvetli bir merkezi idireyi ve onun getirdiği emniyet ve huziirtı temsil etmekteydi. Dolayısiyle bu rejim, feodal sistemin karşısında (anti-feodal) ve onda olmayan birçok husüsiyeti hâizdi [25].

Osmanlıların başvurdukları fetih siyaseti [26], komşu devletlerdeki hükümdarlı klan ele geçirip buralarda yerleşmek, sonra yerli hânedanlan, tedrici bir silrette oradan kaldı rarak, o bölgeler üzerinde hâkimiyet tesis etmek şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu usul, o bölgedeki ahâlinin asimile edilmesi yahut ihtidâ ettirilerek kimliklerinin ve dinlerinin değiştirilmesi demek değildir. Ortadan kaldırılan, sadece yerli feodal beyler ve idirecilerdir. Osmanlı idâresinin mükemmeliyeti, buradaki yerli halkın hayat şartlarında cldukça müsbet tesirler meydana getirmiştir. Bu hususta "timar" sisteminin rolü büyüktür. Timar sistemi, bir yandan da merkezi otoriteyi getirdiği için, Anadolu'dan Rumeli'ye olan muhâceretleri de kolaylaştırmıştır [27].

Süleyman Paşa, Rumeli'ye geçtikten sonra eski Türk geleneğine uyarak derhal "sağ, orta ve sol kollar"da "uclar teşkil etti. "Uc" geleneği ve diimi gazi, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun dinamik âmilidir[28]. Bu nevi "kol" taksimine, Orta-Asya Türk devletlerinde de rastlanmaktadır[29]. Osmanlılar, bu "gazi-uc" geleneğinden hareketle, XV. asırda bütün Islam dünyasının koruyuculan rolünü benimseyeceklerdir. Gazi, cihan-şümül hikimiyet için hamlelerin, devletin askeri karakterinin ve sıkı merkeziyetçiliğin ana prensibi olmuş ve öyle kalmıştır [30].

Gelibolu berzah şehirlerinde ve Gelibolu'da yerleştikten sonra Osmanlılar, üç istikamette "u c " teşkil ederek fetihlere devam ettiler. Birinci uc , sahilden Tekfur-dağı, Çorlu ve İstanbul yönünde; ikinci uc, onadan Konru-dağı [31] üzerinden Malkara, Hayrabolu ve Vize istikametinde; üçüncü uc ise Meriç Vadisinde İpsala, Dimetoka ve Edirne yönünde yapılan fetihlere üss oldu [32].

Osmanlılar, Rumeli füti:lhatında bu u c sistemini muhafaza edecekler; fetihler ilerledikçe uclar, üç koldan daha ileri bölgelere kaydı rılacaktır. Orhan Gazi zamanında Gelibolu merkez olarak, Trakya'daki bütün fethedilen yerler birer uc bölgesi sayılıyordu. Sonradan bu uclar sı rasiyle: İpsala, Gümülcine, Serez, Kara-ferye ve oradan iki kola ayrılarak Tırhala ve Üsküp'e; sağ koldaki uc ise Yanbolu, Karin-ovası ve Pravadi'ye; oradan ikiye ayrılarak biri Tırnova ve Niğbolu'ya, diğeri Dobruca'ya intikal edecektir. Orta uc ise Çirmen, Zağra ve Filibe'ye; oradan ikiye ayrılarak Sofya ve Niş'e yahut Köstendil ve Üsküp'e geçecektir [33].

Bu üç istikamette yapılan fetihler, Rumeli'nin "sağ-kol, sol kol ve orta- kol" sancaklannı teşkil etmiştir.

Osmanlı Devleti'nin orta-kol sancaklan, Edirne ve Sofya beylerbeyiliklerinin merkezleri olmuştur. Türk göç ve yerleşme hareketi de bu uc bölgelerini takip ederek bu istikametlerde yoğunluk lcazanmıştır [34].

Süleyman Paşa'nın yaptığı gibi Osmanlı idaresi, Rumeli'de her yeni uc'un teşkili ile beraber, Anadolu'dan o bölgeye muhacirler ve bilhassa savaşçı yörük grupları sevketmişdir. Bu uc bölgeleri ileriye intikal ettikçe, geride kalan eski uc merkezleri, kalabalık medeni Türk şehirleri olarak yükselmiştir [35].

Osmanlı Devleti, zaman zaman Anadolu'daki fetihleri de inkişaf ettirip doğuya doğru yayıldıkça, buradaki Türk sekenesinden bir kısmını Rumeli ve Balkanlar'a naklederek, bölgenin islamlaşmasında ve bir Türk yurdu haline gelmesinde her fırsatı titizlikle değerlendirmişlerdir [36]. Yeni fethedilen topraklardan büyük bir kısmı, "gazi alp, alp-eren" diye isimlendirilen atlı ve yaya olarak gazâya iştirak edenlere dağıtıllyordu. Bu erler arası nda, diğer ülkelerden ve Anadolu'dan gelmiş "garibler ve garib-yiğitler" de bulunuyordu" [37].

Rumeli'nin iskanı işinde, geniş ve münbit topraklar bulmak için kendiliğinden (ihtiyar?) göç eden, askerlik ve sair vazifelerle gidip de, sınır boylannda yerleşip kalan Anadolu halkının, dağ başlarında yer bulan ve toprağı açı p işleyen bir tip muhâcirlerin öncüsü ve mümessili kabul edilen [38] ve "Gazzyin-z Ram, Aln:ya'n-ı Rüm, Abdalân-ı Rı2m, Baczydn-z Rürn, Alp-erenler ve Horasan-erenleri"[39] tabir olunan d ervi ş ler in rolü de oldukça mühimdir. Bir kısmı fütühâta iştirak etmek üzere gazilerin yanında yer aldı kları gibi, diğer bir kısmı da -hatta onlardan daha ileride- tekke ve zaviyeler tesis ederek, sonradan gelenler için tutunma ve toplanma merkezleri meydana getiriyordu [40], hıristiyan halk arasına karışıp kendilerine mahsus -telkin, tebşir v.b.- usullerle İslam'ı tebliğ ve neşrediyor, geniş halk kitlelerinin islâmlaşmasında en mühim rolü üsleniyorlardı [41]. Bütün bu faaliyetleriyle dervişler, fütilhatın kolaylaşmasında da büyük ölçüde yardımcı olmuşlardır [42].

Kuruluş devrinde, askeri fetihlerle beraber batıya doğru vukubulan yerleşmelerde, birçok köylere isimleri verilen, ıssız yerlerde, dağ başlarında, geniş ve münbit topraklarda yerleşip oraları meskün ve mamür kılan bu dervişler ve onların faaliyet merkezleri olan tekke ve zaviyeler [43], kendiliğinden bir kolonizasyon ve iskan hareketini temsil ediyordu". Daha sonra, yavaş yavaş bu zâviyelerin etrafında yaptıkları inşaat (cami, medrese, imal-et, hamam vb.) mamiıreleriyle birer müslüman Türk köyünün doğması na zemin hazı rlıyorlarch [45]. Bu miistac mirler, ziraat ve hırfetle meşgul oluyorlar, hatta Rumeli'de bulunmayan bazı meyveleri bile getirip yetiştiriyorlardı [46]. Bütün bu faaliyetleri ile dervişler, fütuhâtın kolaylaşmasına büyük ölçüde yardımcı oldukları gibi, bulundukları ve yerleştikleri bu bölgeleri böylece birer zirai-iktisadi ve kültürel merkez haline getirmiş oluyorlardı.

Kuruluş devrinden itibaren, fethedilen yerlerde tatbik edilen iskân ve kolonizasyonların meydana getirmiş olduğu yoğun nüfus hareketleri, birçok yeni kasaba ve şehirlerin doğması ile sonuçlanmıştı r. Bunların zamanla, hem çok iyi ve gelişen şehirler halini alması, hem de islamiyetin ve İslami Türk kültürünün yayılmasını sağlayan birer yerleşim birimi ya da merkezler durumu arzedişleri, bu yerlerin iyi bir araştırma neticesinde seçildiklerini ortaya koymaktadır[47].

Anadolu'dan gelen Türk muhacirler, genellikle müstakil köyler kurmuşlar ve bu köyler, duruma göre çeşitli Türk adları almışlardır. Ekseriya köylerde ve şehirlerde müslüman halk, yerli hıristiyan ahâli ile kanşmamışlar; şehirlerde dahi hıristiyan mahalleleri daima ayrı olarak kalmıştır[48].

Bir iskân sahasının meydana gelmesinde bir mescid yahud bir camiin, fonksiyonel bir âmil olarak ne kadar önemli bir yer işgal etmiş olduğu, Osmanlı iskân siyasetinde apaçık olarak müşahede edilmektedir. Binaenaleyh böyle bir yerleşim merkezinde, bir çekirdek teşkil eden cami ile, onun etrafında bir medrese, imâret, tekke, tabhâne (misafir evi), darüşşira, han, hamam vb. dini, kültürel ve sosyal hizmet müesseselerinin yer aldığı bir yerleşim sahasının, o bölgeye islami Türk karakterli bir şekil ve hüviyet kazandıracağı pek tabiidir. Bu hususta vakıf müessesenin rolü, hiç şüphesiz en başta gelmektedir[49]. Küçük bir yerleşme biriminden ibaretken, zamanla kasaba ve şehir haline geliniyorsa, birtakım muayyen şart ve kaidelerin de yerine getirilmiş olması icab ediyor demektir. Bu yerleşme birimi en az bir camiye sahip olursa, bir çatısı bulunursa ve bir ölçüde ekonomik ve kültürel gücü varsa, orası kasaba yahut şehir defterine kaydedilirdi; bu kayıt, kadıların kararı ile yapılırdı [50].

Rumeli'nin fethi sı rası nda, bir yandan Anadolu'dan külliyetli miktarda müslüman halk bu bölgede iskan ve kolonize edilirken[51], diğer taraftan da ülkenin tamamı, en ücra köşelerine kadar arazi ve vergi kaynakları itibariyle il-yazıcı ları tarafından tahrir defterlerine kaydediliyor ve bu esâsa göre timarlı sipahiler yerleştiriliyordu. Devlet, 'üzüm gördüğü zaman mükellefiyetleri olmayan halk üzerine mükellefiyetler koyduğu gibi (derbendci, martolos, madenci, doğancı, eflak, voynuk vb.), onları icâb eden yerlerde iskan etmek üzere bulundukları yerden kaldırabilirdi. Fütilhat genişledikçe ve devletin idari sistemi yeni ve sağlam kaidelere oturtuldukça, sürgün ve iskân usülünde de buna muvazi bazı yeni esaslar tayin ve tesbit edilmiştir. Buna göre mesela, bazı köy ve kasabalardan büyüklüğüne göre her on haneden bir veya iki hâne olmak üzere sürgün çıkarmak meclAriyeti getirilmiştir[52].

Rumeli'ye yapılan sürgün ve iskanların en önemlilerini, I. Murad ve Yı ldı rım Bayezid zamanlarında Saruhan'dan gelen Türkmenlerle [53], Timur istilası esnasında Kı rım'dan, Rumeli'ye kaçarak Osmanlı Devleti'ne sığınan Tatarlar teşkil eder [54]. I. Murad zamanında Lala Şahin Paşa'nın Kavala, Drama, Serez ve Kara-ferye havalisini fethetmesinden sonra, Saruhan'daki göçer yörüklerin Serez tarafına nakledildiklerini görmekteyiz (1374-1375) [55]. Rumeli ve Balkanlar'ın fethi sı rasında bu şekilde yapılan nakil ve iskanlardan başka, bilhassa Ankara savaşından sonra, Timur'un Anadolu'yu istilası esnasında büyük bir halk kütlesi de Rumeli'ye kaçmış [56] ve buralarda yerleşerek, bölgede Türk nüfiısun artmasında önemli amil olmuşlardır.

Rumeli'deki ilk fetihleri müteakip, Anadolu'dan sevkedilen muhâcirlerin daha ziyade şehir ve kasabalarla' sahil bölgelerinde[57] iskan edilmesine önem verilmiştir. Bu şekilde vukubulan kolonizasyona genellikle yörüklerle tatarlar müstesna medeni, yani Anadolu'daki şehir ve kasabalarda yaşayan ve yerleşik hayata alışmış ahâli geniş ölçüde iştirak etmiştir[59]. Bu sürede kıyı bölgelerinin, buralara iskan edilen müslüman nüfus vâsıtasiyle herhangi bir düşman tecaviizüne karşı tahkim ve kontrol altına alınabileceği[60], şehir ve kasabalarda tatbik edilen iskanla da, islâmiyetin ve Osmanlı lığın şehir hayatı yoluyla yayılabileceği düşülmekte idi. Bu sebeplerden dolayıdır ki, Rumeli'de Osmanlı muhâceret ve iskanlan, evvela ve büyük ölçüde şehir ve kasabalarla, kıyı bölgelerine yapılmıştı r. Kırsal bölgelere, yâni köylere yapılan iskan hareketleri ise, genellikle Bulgaristan ve Makedonya toprakları nda görülmektedir[61]. Büyük tarihi yollar ile ticari ve stratejik bölgelerdeki şehirlere de, sistemli bir şekilde müslüman halk yerleştirilmek süretiyle büyük kültür merkezlerinde ekseriyetin te'minine çalışılmıştır [62].

Kuruluş devrinde, Rumeli'ye yapılan sürgün ve iskanlann, yalnız batıya doğru uzanan tarihi yollar ve vadiler istikametinde değil, kuzeyde Tuna hudutlannı tutmak ve Kırım'la emniyetli bir temas ve münâsebet vücüda getirmek için doğu ve kuzey Bulgaristan'da da yapılmış olduğu tahrir defterlerinden anlaşılmaktadır[63]. Yörüklerin büyük bir kısmı bu bölgede bulunduğu gibi[64], buradaki Türk çiftçilerinden birçokları da sürgün olarak bu sahalarda yerleştirilmiştir [65]. Genellikle bu nevi sürgünler, "avdrız-ı divânty ye" tabir olunan örfi tekâlifden ve fevkalade zamanlara mahsus vergilerden muaf olduklarından başka, diğer normal vergilerde de bunları n lehine bir hayli tenzilât yapılmış ve bu gibi sürgünler, muhtelif köylerde dağınık bir halde bulunmakla beraber, hepsi birden müstakil bir sübaşıya tabi kalmışlardır. Sürgün edilen muhacirlere bu kabil kolaylı klar göstermek stı retiyle onları yeni muhitin şartlarına alıştırmak, sürüldükleri yerlerde kökleştirmek maksat ve siyaseti güdüldüğü anlaşılmaktadır[66].

Anadolu'dan Rumeli'ye yapılmış olan ihtiyari ve mecbüri nüfus akınları nın yanısıra, yeni fethedilen memleketleri iskan husiısunda Anadolu'da rahat durmayan ve huzursuzluk çı karan, siyasi ve dini bir gaile meydana getirmelerinden korkulan bazı "heterodox" unsurların şerlerinden kurtulmak için, siyasi ve askeri maksatlarla hudut boylarında ve büyük askeri yollar üzerinde[67] "cezaen sürmek" usülü tatbik edilerek[68] yapılan iskanlar da[69], sürgünlerin mühim bir kısmını teşkil etmiştir. Böylece bu nevi iskan ve kolonizasyonla, hem Anadolu'daki bazı kabile ve aşiretlerin sebep olduklan sosyal ve ekonomik çatışmalar önlenmiş oluyor, hem de Rumeli'de yoğun bir müslüman Türk kitlesinin meydidiyeti temin ediliyordu ki, bu siyaset XVII. yüzyıla kadar devam etmiştir[70].

İşte, Rumeli ve Balkanlar'da bu şekilde göçüp yerleşen müslüman Türk unsurlar, sonradan Ev la d -1 Fatihan adı verilen Rumeli yörük ve müsellemlerini teşkil etmişlerdir[71].

Osmanlı Devleti'nde maya, ekseriya doğup büyüdüğü memlekette, kendi halinde ve kaderi ile başbaşa bıralulmamış, kendisi ve dolayısiyle devlet ve devleti temsil edenler için en verimli topraklar üzerinde nakil ve iskan edilmiş, oralarda tutunup çoğalabilmeleri için de her türlü tedbirlerin alınması hususu ihmal edilmemiştir. Devlet, kendi gelirini arttırmak için elde mevcut imkanları en akılcı bir şekilde değerlendirmiştir. Bu cümleden olarak, bulunduğu yerde kafi miktarda toprak bulamayan nüfus fazlasını yahut çok verimsiz topraklar üzerinde çalışmakta olan köylülerden bir kısmını zaman zaman, mesela yeni fethedilmiş olan daha verimli bölgelere nakil ve iskan etmiştir. Bu nüfus ve ekonomi siyaseti ile Osmanlı idaresi, nüfusun belli bazı bölgelere yığılmasını önlemiş ve en verimli bir şekilde yayılıp, en akılcı bir iş-bölümüne tabi tutulmasını ve koyduğu kanunlarla da azami randımanın elde edilmesini sağlamıştır[72].

Kuruluş devrinde Osmanlı ordusunun ihtiyaçları günden güne arttığından, satın-alma gücü yükseliyor, reâyânın mahsülü devamlı olarak kıymetleniyordu. Balkanlar'ın ıssız kalmış verimli bölgelerine yerleştirilen muhâcirler, Rumeli halkının iktisâdi hayatını da takviye etmekteydi [73]. Hatta pamuk ve pirinç ziraatini de ilk defa Balkanlar'a bu muhâcirler sokmuş ve yaymışlardır[74]. Bu itibarla, devletin gelirini arttırmak gayesi ile ve eski bir idârecilik geleneğinin tecrübelerine dayanan basit ve pratik usullerle reâyânın, en verimli bölgelerde ve en rasyonel bir şekilde çalıştırılmak maksadiyle de sürgün ve iskâna tabi tutulduğu anlaşılmaktadır[75].

ZarCıri ve ihtiyâri olarak uygulanan bu sürgün ve iskânlar, sadece devletin gelirini arttırmak gayesiyle yapılmamıştır. Belki bundan ziyade, yeni fethedilen harap bir memleketi "şenlendirmek”, askeri sevkıyâtı ve erzak tedârikini kolaylaştıracak şekilde, yollar ve hudutlar boyunca köyler ve kasabalar kurarak nakliyat ve seyâhati teştilâtlandırmak ve nihâyet, yabancı bir memlekette diğer gayrimüslim unsurlar arasına yerleştirilecek müslüman ahâli ile siyâsi ve askeri emniyeti sağlamak gayesine mâtufdu[76].

Ancak, burada şu husus da belirtilmelidir ki, kuruluş devrinde Osmanlı hükümdarları, Anadolu'daki nüfüsun bir kısmını Rumeli'ye geçirmek silretiyle ne sadece bir tehcir ameliyesi yapmışlar ve ne de bu nüfüsun tamamını Rumeli'de mevcut köy ve kasabalarda iskan ederek, yalnız gaynmüslimlere (hıristiyanlara) karşı emniyeti sağlamak siyaseti gütmüşlerdir. Arşiv kayıtları ve tahrir defterleri, Osmanlı hükümdar ve ümerâsının yeni fethettikleıi arazi üzerinde mevcut birçok boş sahalarda yeni köyler kurmak süretiyle buraları içtimal yönden kalkındırmaya çalış tı klarını da göstermektedir. Mülk, vakıf veya iktâ şeklinde, timar ve zeâmet erbabı ndan hükümdarlara kadar birçok kimselere taksim edilen bu toprakların imarı , devletin görevleri arasında daima ilk planda yer almıştır[77].

Devletin, boş ve ıssız yerler üzerinde, belli prensipler çerçevesinde köyler kurdurduğu ve bilhassa Balkan yarı rnadasını n muhtelif istikametlerine uzanan yol güzergahları nda mevcut derbendlerin, köprülerin ve geçitlerin muhafazası ve tamiri ile menzil noktalarında yolcuları n istirahat ve emniyetini, maden sahalarında madenlerin işletilmesini sağlamak maksadiyle de köyler teşkil ettirdiği bilinmektedir. Bunlardan başka mülk, vakıf ve mukataa şeklinde taksim olunan arazi üzerinde, muhtelif sebep ve şekiller dahilinde daha birçok köylerin kurulmuş olduğu da arşiv kayı tlarından anlaşılmaktadır[78]. Bilhassa, -yukarıda da belirtildiği üzere- vakfa dayanan dini, sosyal ve ticari müesseseler, kasaba ve şehirlerin gelişmesinde esas rolü oynamıştır[79].

Osmanlı hükümdarları, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletlerinde tatbik edilmiş olan usüle uygun olarak, Rumeli'de fethettikleri yerlerin mühim bir kısmını, evvela "uc-beyleri"ne, yani fatih kumandanlara temlik etmişler ve kendilerine de geniş yetkiler vermişlerdir[80]. Hudut boylarında daimi gaza ve mücadele halinde olan bu nevi arazi sahibi ümera ve uc-beylerinin ise, kendilerine temlik edilen toprağın düşman eline geçmemesi için bütün gayretlerini harcayacakları ve onu bütün varlı klariyle muhâfazaya çalışacakları tabiidir. Yeni elde ettikleri arazi üzerinde kendi adamlarını ve yakı nlarını yerleştirmek, meskün köyler meydana getirmek, nihayet bu topraklardan en iyi şekilde faydalanabilmek, kendi menfaatleri gereği idi. Hükümetin bunlara bahşetmiş olduğu bazı vergi muallyetleri ise, ellerindeki toprağı daha ziyâde imara teşvik ediyordu[81]. Edirne, Filibe, Serez, Üsküp, Sofya, Silistre, Manastı r, Yenişehir, Tı rhala, bu imar edilmiş ve daha sonra Rumeli'nin bugüne kadar önemini koruyan başlıca şehirleri haline gelmiştir [82]. Bu bakı mdan mülk sahipleri, topraklarının genişleyebilmesi ve daha fazla gelir temin edebilmeleri için, içtimai yönden büyük gayret gösteriyorlardı [83].

Rumeli'deki ilk fütiihât sıralarında Orhan Gazi'nin silah arkadaşlarının ve daha sonra Evrenos Gazilerin, Mihal-oğullan'nın, Paşa-Yiğit Beyle-rinin ...ilh. uclarda yerleşmiş soy ve soplannın akıncı beyleri, gazi teşkilatının an'anevi şefleri ve füttıhâtın faal ajanları olarak hâiz bulundukları nüftız ve otorite ile elde ettikleri gelir kaynaklarının büyüklüğü ne olursa olsun, Osmanlıların bir "cihan devleti" kurma teşebbüslerinde, kendilerine rakip ciddi bir siyasi kuvvet ve aristokratlar cephesi teşkil etmekten uzak kalmışlar; bilhassa XVI. asırdan itibaren, merkezi devlet idâresinin kaatkar aletleri, basit askeri şefleri haline düşmüşlerdir. Devletin kuruluşunda tarihi rolleri pek büyük olan bu ailelerin Rumeli'deki bu akıbetleri, Anadolu'daki kabile çevrelerinden kopup Rumeli'ye sürüklenen bütün diğer büyük arazi sahibi, zengin ve nüfuzlu Türk beyleri için de mukadder olan 'akıbetti. Anadolu'daki eski ailelerine mensübiyet rabıtasiyle beylik iddia edebilecek durumda olan binlerce asker ve idârecinin, sürekli harplerin ve devletin memur ve asker rejiminin idari özelliklerinin neticesi olarak, daima daha büyük dirliklere kavuşabilmek arzu ve heyecanı içinde mahalli beyler olmaktan çıkarak, askeri vazifeler almalannda ve bilhassa Rumeli'ye aktanlmalannda büyük faydalar mülâhaza edilmiştir. Bu işin önem ve manasını çok iyi değerlendirmiş ve tecrübe etmiş bulunan devlet adamları ve padişahlar, Anadolu'da kaldıkları müddetçe cihan devleti ideali için bir tehlike ve tehdid unsuru olabilecek beyler sınıfından bir kısmını, her fırsattan faydalanarak Rumeli'ye aktarmadıkça kendilerini emniyette hissetmemişlerdir [84]. Böylece, tamamen devletin insiyatif ve denetiminde yapılan bu gibi sürgünlerin, memlekette feodalizmin ve aristokrasinin yerleşmesine kesin olarak mani bir mahiyet arzetmiş olduğu da açıkça anlaşılmaktadır.

Sürgün ve iskan politikasının tatbiki hususunda, diğer halk kütlelerinden daha müsait bir malzeme teşkil eden ve yaşamış oldukları hayat tarzları bakımından da esasen göçmeye alışık bulunan konar-göçerlerin de rolleri oldukça mühimdir[85]. Ayrıca cergaverlik hasletlerini, diğer yerleşik halktan daha iyi muhâfaza eden, kabile teşkilatı ve disiplini içinde askeri bir kuvvet olarak kıymeti pek büyük olan bu unsurların yörük, müsellem, ellici ... vb. hususi bir teşlcilâta tabi askeri sınıflar halinde, cihad ve gaza ordularını takviye eden birer savaşçı olarak da istihdâm edildikleri düşünülürse bunların, ilk devirlerin fütfihât harplerinde ve düşman memleketlerinde orduların dayanak merkezlerini teşkil etmek hususunda oynamağa muktedir oldukları rol daha iyi anlaşılabilmektedir. Bu sebeple, ilk fırsatta ordularla birlikte veya orduların arkasından düşman memleketlerine bu unsurların tehcir edilmesinin, Osmanlı Devleti'nin askeri stratejisi bakımından önem verilen usullerden biri olması, kolaylıkla izah edilebilmektedir [86].

Bundan başka, kavim ve kabile asabiyeti ve teşkilatı içinde, disiplinli bir kuvvet halinde, merkeziyetçi bir devlet idaresine ve yerleşik halkın huzur ve emniyetine karşı tecâvüzkâr hareketleriyle her zaman ciddi bir tehlike teşkil eden ve ayrıca, sünni müslümanlığa düşman "het&odox” dini cereyanlann işlediği geniş bir saha olarak devletin bütünlüğünü tehdid eden her türlü siyasi hareketleri besleyen kalabalık konar-göçer aşiretleri, mütecânis kütleler halinde, muhtelif fırsat ve zamanlarda Anadolu'daki yerlerinden kaldırarak parçalayıp dağıtmak, önemli bir siyasi tedbir ve hareket olarak karşımıza çıkmaktadır[87].

Yörüklerin Rumeli'ye iskânlannda ise iki gaye takip edilmiştir: Evvela, bulundukları yerlerde huzursuzluk çıkardıkları için te'dib edilmiş oluyorlardı. Diğeri ise, yeni zabtedilen yerlerdeki gayrimüslim unsurlar arasında bir istinad noktası, diğer bir ifade ile emniyet süpabı olarak, müstakbel fütfihatta veya idari ve iktisadi münâsebetlerde güvenilecek bir kuvvet meydana getirmiş bulunmalarıdır. Ayrıca, yeni fethedilen yerlerdeki halkın, ilk şaşkınlık anlannda memleketlerini bırakıp kaçmalanndan sonra bu yerlere müslüman unsurların yerleştirilmesi zarüretini de hesaba katmak gerekir. Esasen yörüklerin Rumeli'ye geçişlerini, yeni fethedilen yerlerin iskânı husüsunda devlet tarafından, takip edilen genel iskan siyâsetinin çerçevesi içinde düşünmek gerekir. Anadolu'dan Rumeli'ye muhâcereti teşvik için, bütün akraba ve taallükatiyle geçecek olanlara yurtluk, toprak, timar, vergi muâfiyeti v.b. imtiyazlar verilmesi, fütühâtı teşvik arzuları kadar, memleketin iskânı ve şenlendirilmesi gayesini de istihdâf eden genel siyaset ve prensibin tatbikatından ve metodundan ibarettir. Diğer taraftan Anadolu'da henüz "sedanter” hayata geçmemiş ve binâenaleyh, nakilleri ve yaşayış tarzlarına aynı derecede uygun yerlerin Rumeli'de de temini kolay olan yörüklerin bu bölgede iskânı da, bu siyâsetin bir salhasını teşkil etmiştir[88].

Kuruluş devrinde, birtakım aşiret ve kabilelerin (yörük, türkmen, tatar vb.), kendi beyleriyle (mesela, aşiret beyi) ve reisleriyle; veya toprak sahibi olarak Anadolu'da mühim siyâsi ve içtimâi mevki sahibi eski beylerin bir kısmının, kendi yurtlanndan uzaklara ve ekseriya hudut boylanna, yahut devletin nizâmına sokulması için çetin mücadelelere sahne olan bölgelere sürgün edilmesi ve oralarda kendilerine mühim askeri vazifeler tayin edilmiş bulunması, tesâdüfi ve münferid birer hâdise değildir. Bilâkis, hakikatte bu nevi sürgün usülü; devletin siyasi, iktisadi ve içtimâi emniyetini sağlamak bakımından birtakım sebeplere dayanılarak ve özellikle tatbik edilmiş olup, Osmanlı Devleti'nin kuruluş devrinde merkezi devlet otoritesinin kuvvetlendirilmesi hususunda sistemli ve şuurlu bir şekilde kullanılmış müessir bir idârecilik geleneği olduğunu göstermektedir. Bu sı:ıretle sürgüne tabi tutulmuş eski beylerin, Anadolu'daki köklerinden koparılarak Balkanlar'daki hudut boylarında Osmanlı hizmetinde önemli görevlere tâyin edilmiş olmaları, bunların kendilerine tamamiyle yabancı bir çevre içinde kısa bir zamanda tasfiyesini ve dolayısiyle siyasi birliğin kolaylıkla temini mümkün kılmıştır[89].

Böylece kuruluş devrinde, akıllıca bir siyasi tedbir olarak devlet, Anadolu'daki nüfuz ve otorite sahibi beylere karşı giriştiği mücadelenin bir safhasını tamamlamış oluyordu. Bu sayede tehcire tabi tutulmuş olan beylere Rumeli'de dirlik ve vazife vermek stıretiyle, Balkan memleketlerinde askeri ve idari kadroları emniyetli unsurlarla takviye etmek mümkün olduğu gibi, onları Anadolu'da zararlı siyasi faaliyetlere girişmeye müsait kabile çevrelerinden ve aile yurtlanndan kopanp, yabancı bir bölgede düşman karşısına koymakla, devlete daha fazla bağlı bir duruma sokmak imkanı da bulunmuş oluyordu [90]

Osmanlıların, daha başlangıçtan itibaren takip etmiş oldukları iskân ve kolonizasyon siyâsetinin dikkati çeken huseısiyetlerinden biri de, bir taraftan Anadolu'dan Rumeli'ye devamlı olarak gönüllü yiğitleri ve bazı aşiretleri geçirme işi devam ederken, diğer taraftan yeni fethedilen memleketler halkından bir kısım hıristiyan ahâliyi de Rumeli'den Anadolu'ya göçürmek şeklinde, yani aksi istikamette bir insan nakli ve iskânına önem vermiş olmalandır. Çok zaruri durumlarda ve bazan tatbik edilen bu gibi muamele ve harekattan, bunlardan devlete karşı gelebilecek herhangi bir "mazarrat"a karşı [91] emniyet maksadı [92] güdülmüş olduğu anlaşılmaktadır. Bu nevi sürgünler, genellikle fetihten hemen sonra o bölge halkının, harp esiri olarak memleket dahilinde "ortakçı kul"[93] nâmı altında cereyan etmiştir. Fakat çoğunlukla, fethedilen memleketler halkının büyük bir kısmı, "ehl-i zirnmet" rey a halinde yerlerinde bı rakılmıştır. "Ortakçı kul" olarak sürgün usülünün, genellikle muhârebelerde esir edilen bizzat muharip sınıfa tatbik edilmiş olduğu zannedilmektedir[94].

1393 yılında, Yıldırım Bayezid'in oğlu Süleyman Çelebi kumandasında bir ordu, Tımova'yı muhâsara ve hücum ile aldıktan sonra, halkını Anadolu'ya sürmüştür[95]. Yine bu devirde Ayaslonya Kalesi fethedildikten sonra ahâlisi, kadın ve çocuklariyle Anadolu'ya nakledilmiştir [96]. Yıldırım Bayezid de, 1397'de Evrenos Bey'i Mora'nın eski başkenti olan Argos'u zaptetmeye memür etmiş ve Evrenos Bey, burayı ele geçirdikten sonra 3o.000'den ziyade Rum ahâliyi esir olarak Anadolu'ya sürüp iskân etmiştir [97].

Eski hı ristiyan sipahi ve beylerinden olup Osmanlılar'a istimâlet- 1 e gelerek sığınan veya muayyen bir bölgede insan toplayıp, orayı "şenlendirme" işini ("şenletmeğe trailtezim olarak") üzerine alanlara da timarlar ve askeri vazifeler verilmiş ve bunlar, "müsellem" nâmı altında ayrı teşkilâta tabi tutularak hizmetlerinden faydalanılmıştır[98]. Bununla birlikte, yerli hı ristiyan beylerden pek azı kendi arazileri üzerinde eski vazifelerinde bırakılmış [99], diğerleri ise bulundukları yerlerden uzaklara sürülmüşlerdir. Bu süretle, yerli hıristiyan beylerden bir kısmıyla işbirliği siyâseti takip edilirken, diğer taraftan çeşitli sebeplerle onları köklerinden koparıp, gerektiğinde daha az tehlikeli olabilecekleri memleket dâhilindeki diğer bölgelere nakletmek fırsatları da kaçı rılmamıştı r. Böylece eski aristokrat ailelerin, kısa zamanda Osmanlı timar sisteminin nizam ve teâmülleri içinde eriyerek, Osmanlıların cihan devleti kurmak teşebbüslerinde kendilerinin itaatkâr aletleri haline geleceklerinin düşünülmüş olduğu muhakkaktır. Kuruluş devrinde Rumeli'nin iskan ve teşkilâtlandı rı lması hususunda, bu usulden geniş ölçüde faydalanı ldığını gösteren misaller oldukça fazladır. Arşiv ‘esikaları ile tarihi kaynaklarda bu hususta aydı nlatıcı mâlâmat bulunmaktadır[100].

Tuna ve Sava nehirleri ötesindeki Orta-Avrupa memleketlerinin kapılarını müdafaa ve kontrol eden bir bölgede, göçebe ve köylü hı ristiyan ailelerin bir kısmını n, "eflâk" veya "martolos" yahut "voynuk" adı altında askeri bir teşkilâta tabi bulundurulmuş olması da [101] dikkati çeken bir husustur. Türk yörük ve müsellemlerine tekabül eden bu hı ristiyan halkın tabi tutulduğu askeri teşkilât sayesinde, memleketin müdâfaasiyle bu mühim stratejik bölgede âsâyişin ve Orta-Avrupa'yı isfilâ edecek ordulara yardımcı askeri kuvvetlerin te'min edildiği tahmin olunabilir[102].

Osmanlı idârecilerinin dikkati çeken diğer bir iskan usül ve siyâseti de, stratejik yahut seyahat emniyeti bakımından önemli olan geçit, bataklık, ormanlı k veya çorak ve ıssız bölgeleri evvelâ cami, imâret, köprü ve sâşre ile mâmür ve yaşanır hale getirip, ondan sonra (icâbında bir derbend, menzil, han veya bir köy olarak) "şenlendirmek" üzere buralara sürgün yoluyla ahâli sevk ve iskân ederek emniyet ve refâhını sağlamak, halkını da "avânz-z divâniyye"den "mudf ve miisellem" eylemek şeklinde karşımıza çıkmaktadır [103].

Fethedilen ülkeleri iskân ve imar için idari-mali' müstakil birer müessese mâhiyetinde olan birtakım arazi vakıflar' tesisi, devletin kuruluşundanberi tatbik edilmekte olan bir usuldü. Bu usül, uzun müddet muvaffakıyetle kullanılmış ve memlekette umran ve refahın artması na, iktisadi ve içtimai hayatın canlanmasına sebep olmuştu[104]. Vakıf yoluyla bataklı k ve ıssız yerlerde mamikeler tesis edilerek o yerler şenlendirilmiş ve buralara yerleştirilmek üzere getirilen halk, "resm-i benndk, caba, aviirız-ı clfvâniyye ve tek"dlif-i örftyye" denilen vergilerden muâf tutulmuştu. Bu gibi bölgelere iskân edilen halkın işçi, tüccâr, esnaf, san'atkâr vb. muhtelif zümrelerden olması da dikkate alınmıştı. Yine vakıf yoluyla birçok büyük arazide sulama tesisleri ve zirai ıslahat da yapılmıştı [105]. Bu gibi muâfiyet ve imtiyazlardan faydalanmak hevesi ile buralara gelip yerleşen halkın, eski sahipleri sipahIler veya beyler tarafından cebren kaldı rı lı p eski yerlerine götürülmemesi ve hiçbir şekilde rahatsız edilmemesi için de, devlet ayrıca tedbirler almış ve bu hususta emir ve hükümler ısdar olunmuştur. Böylece bu vakı f müesseseler (cami, han, imâret vb.) civarında, dâima muhâfaza edilen bir insan kalabalığı ve yolcuların her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak hizmetleri yapmağa ve hanları muhafaza ve tâmire hazır kimseler toplanmıştır [106].

Osmanlıların diğer sistemli bir iskân metodu da, d erbend ve geçitlerde tatbik edilmiş olanıdır. Askeri ve ticari yolların muhâfazası ile beraber halkın emniyetini sağlamak için k öprüc ü, suyolcu ve d e r - bendci gibi, geri hizmet sınıfları mevcuttu. Derbendci ve köprücü tâyin edilmiş bulunanlar, gördükleri hizmetler karşılığında tekâlif-i örfiyye ve avânz-ı divâniyyeden muâf tutulmuşlardı. Bu görevleri ifâ etmek için, Osmanlı Devleti'nde pek çok köy, derbendcilik ve köprücülük hizmeti ile mükellef kılınmıştır [107]. Memleketin bütün yol boylarının ve köprü-başlarının hep böyle birtakım muâfiyetlerle o civânn emniyet ve âsâyişini te'min ile hizmetlerini yapmağa hazır insanlarla iskan edilmiş olduğu ve bu tür genel hizmetler için, devlet gelirinden vakıflar halinde muayyen tahsisat ayrılmış ve tâyin edilmiş olduğu düşünülürse, bu teşkilâtın büyük rolü ve önemi ortaya çıkar. Esasen, cihad maksadiyle teşkilâtlanmış büyük bir ordu manzarası arzeden memleket dahilinde, genel bir seferberlik havası ve zihniyeti içinde herşeyi etrâfiyle gören ve hesâbeden düzeleyici bir kuvvet, medeni ve askeri maksatlarla bütün memleketi görevlendirmiş ve teşkilatlandırmıştı. Büyük yollar boyunca, yaz ve kış mevsimlerinde veya muhtelif mâniler ve şartlar altında iki köy arasındaki merhaleler hesâbedilmiştir. Birçok hükümlerle, iki köy arasında vaktiyle tâyin edilmiş olan mesâfenin uzunluğu, tecrübe ile sâbit olduğundan aralarında bir üçüncü köyün tesis edildiği, mühim köprü-başlarına köyler sürülüp yerleştirildiği görülmüştür. Bütün bu tertibat düşünülerek alınmış, uzun tecrübelere istinâden çalışan bir idâreciliğin geleneklerine bağlı kalınarak hiçbir şey tesâdüflere bırakılmamıştır [108].

Bu itibarla, memleketin muhtelif yerlerine dağılmış bulunan derbendcilerin durumu, bilhassa dikkat çekici bir mâhiyet arzetmektedir: Dağlarda, önemli yol geçitlerinde, "maldif ve muhâtaralı" yerlerde, eşkiya yatağı tenhâ bucaklarda, nehirlerin geçtiği dar boğazlarda inzibat ve emniyeti sağlamak için sistemli bir şekilde köyler meydana getirilmiştir. Konak ve emniyet tertibâtını muntazam bir şekle sokmak için, fermanlader - ben dc i kaydedilen köyler, uzun yollar boyunca nöbet beklerler ve bulundukları civânn âsâyişini temin ederlerdi [109].

Derbend mahallelerinin emniyet gibi avantaja sahip olması, diğer bazı kimselerin gelip yerleşmeleri için bazı bölgelerde en büyük teşvik oluyordu. Her derbend mahalli, müstakbel bir iskân topluluğunun daimi olarak oturacağı bir yer olacağından, derbendcilerin ikametleri ve ziraat yapıp geçimlerini sağlayabilmeleri için, kendilerine muayyen miktarlarda arazi dağıtılmakta idi[110].

Bir derbend mahallinde iskanı cazip hale getirmek için hükümet, burada vakıf yoluyla mamüreler, evler, sulama tesisleri ile büyük işlermeler (dükkanlar, değirmenler vb.) meydana getirmiştir. Bu gibi marra:ıre ve tesislerin inşasında, boş bir arâziyi şenlendirmek gayesi güdüldüğü gibi, topraksız ve evsiz insanları, ekecek toprak ve yurt sahibi yapmak düşüncesi de rol oynuyordu. Neticede bu gibi yerler, zamanla küçük birer kasaba ve şehir halini alıyordu [111].

Kuruluş devrindeki fütühât esnasında orduların yanısıra ilerliyen, boş ve ıssız yerlerde tekke ve zaviyeler tesis ederek, oraları iskan eden "d e r vi şler" den yukarıda bahsetmiştik. Dervişler aynı zamanda derbend bekliyerek asayişin te'minine da gayret ediyorlardı. Bu bakımdan zâviye ve tekkelerini, genellikle derbend ve geçit yerlerinde kuruyorlardı. Bir zaviye kurulduktan sonra, etrafında yavaş yavaş o zâviyenin merkez olduğu bir iskan topluluğu teşekkül ederek, zamanla o bölgenin şenlenmesine sebep oluyordu. Zâviyeler, hükümet tarafından, asayişin tehlikeye düştüğü mıntakalarda te'sis edilmek üzere teşvik ediliyordu. Derbendcilik yapan bu gi-bi dervişler, aynı zamanda derbendci nizamına göre, bazı vergilerden affedilirlerdi [112].

Netice:

Kuruluş devrinde, Osmanlıların bir cihan devleti kurma yolunda yapmış oldukları fetihlerin hemen akabinde, Anadolu'dan Rumeli ve Balkanlar'a doğru sistemli olarak mecburi ve ihtiyâri büyük bir nüfus akını meydana gelmiş [113], bunun neticesinde Rumeli'nin muayyen bölgelerinde, kasaba ve köylerinde hâkim bir müslüman Türk ekseriyeti te'rnin edilerek buraları , hârici şekil ve hayat tarzı bakımından olduğu kadar, ruh ve kültür bakımından da tam bir Türk ve İslam memleketi hâline gelmiştir [114]

Anadolu'dan bir kısım İslâMi Türk unsurun Rumeli'ye nakil ve iskânı, muayyen bir devrede ve muayyen bazı hadiseler üzerine vukubulmuş mahdut bir göç hareketi değildi. Bu tehcir ve iskânlar, zaman zaman olmak üzere Osmanlıların Trakya'nın doğusunu zabtetme teşebbüslerinden önce başlamış ve uzun zaman sistemli bir şekilde devam etmiştir. XIV. ası rda nüfuz ve kudretleri za'fa uğrayan Bizans krallarına yardım maksadiyle Trakya'ya geçen Anadolu beyliklerine mensup kuvvetlerin bir kısmı buralarda kalıp yerleştikleri gibi, Gelibolu yarımadasının Osmanlılar tarafından fethedilmesi üzerine Anadolu'dan Trakya'ya yoğun bir şekilde İslâm muhâcirler sevkedilmeğe başlamıştır [115].

Gerek sürgün sureti ile, gerek kendi arzusu ile Rumeli'ye geçen islâmi urısurlar, sadece siyâsi bakımdan bölgenin Osmanlı Devleti'ne bağlı kalmasını sağlamakla kalmamışlar; aynı zamanda içtimai sahada da buraları kalkındırmışlar ve asırlarca mevcüdiyetlerini muhâfaza edecek mâmüreler te'sIs etmeğe çalışmışlardır [116].

Osmanlılar, yalnız fetih ordusu ve iskân için muhâcirler göndererek fethettikleri memleketleri uzaktan bir koloni gibi idâre etmemişler; alı nlarmın teri ve ellerinin emeğiyle buraları şenlendirmişler ve kendilerine hakiki bir vatan yapmışlardı r. Ancak bu suretle anlaşılması lazım gelen fetihleri müteakip, uzun müddet iç içe ve bütün satı hlariyle temasa gelen iki ayrı âlem (İslam ve Hıristiyan) arasındaki münasebetlerin sonunda, eğer bu âlemlerden biri diğerine kendi dilini kabul ettirmiş ve kurulan devlete Osmanlı damgası vurulmuşsa; bu neticenin izâhını, ancak bu sürede temas halinde bulunan iki kütlenin hacimleri ve tevettürleri arasındaki farkta aramalıdır. Gerçekten, herhangi bir kültürün taşıyıcısı mevkiinde bulunan bir milletin, bu kültürün ehemmiyeti ve yayılma sahalanyle mütenâsip bir kuvvet ve hayâtiyeti hâiz bulunması icabeder. Bazı ideallerin, tarihin muayyen zamanlanndaki muhitlerinde bir sadâ aksi bırakmaları ve kahramanlarını yaratarak, kütleleri peşlerinden sürüklemeieri içinde birtakım şartlar vardır. Her idealin kudret ve kıymeti, halletmek mecbüriyetinde bulunduğu mes'elelerin ve tarihi ânın büyüklüğüne ve harekete getirdiği kuvvetlerin mâhiyet ve ehemmiyetine göre belirir. Binaenaleyh, gayrimüslim unsurlar arasında yeni bir din ve dili yayabilmek kuderini gösteren Anadolu Türklerinin bu sayede gerçekleşen geniş bir kültür birliğine dayanan bir cihan devleti kurabilmeleri için, müsâit bir vaziyette bulunmaları ve hizmetlerinde maddi ve mânevi kuvvetleri kullanmış olmaları lâzımgelir[117].

Rumeli'nin muayyen bazı bölgelerinin Türklüğü ve Müslümanlığı, çok defa zan ve iddia edildiği gibi sadece dinlerini değiştirip Müslüman olmuş milletlerin isim değiştirmekten ibaret kalan Türklüğü ve Müslümanlığı değildir. Bu hususta ihtidânın rolü her ne kadar büyük olmuşsa da [118], Balkanlar'da Osmanlı hâkimiyeti devrinde Türkleşen ve hatta sadece İslâmlaşan bölgelerin pek çoğunun, füttıhâtı takip eden ilk devirlerde Anadolu'dan kütle hâlinde insan nakil ve iskânına sahne olan yerler olduğu söylenebilir [119].

Ancak bu sılretle, iskân yoluyla işgal edilmiş yerler ve kazanılmış pozisyonlar sâyesindedir ki bazı bölgelerin, Türk devrinin sonuna kadar hâkim Türk ve müslüman karakterini muhâfaza etmesi mümkün olmuştur. Hâkim unsurun din ve lisânının tesiri altında yerli halkın Türkleşme ve islâmlaşması, kuvvetle tutulmuş etrafında veya şehirlerde ve bu bölge ve şehirlerdeki Türk ve Müslüman kesâfetine yani demografik sebeplere dayanarak [120] müessir olabilmiştir [121].

Dipnotlar

  1. Istanbul'un fethinden sonra tatbik edilen iskan usul ve siyaseti hakkında, aşağıdaki eserlerin ilgili bölümlerine bakınız: 0. Lutfı Barkan, "Osmanlı İmparatorluğu'nda bir iskan ve kolonizasyon metodu olarak sürgünler, İli iktisat Fakültesi Mecmuast, XI/1-4, İstan-bul 1952, s. 524-569; XIII/1-4, Istanbul 1953, S. 56-78; XV/1-4, İstanbul 1955, S. 209-237; aynı müellif, "Osmanlı İmparatorluğu'nda bir iskan ve kolonizasyon metodu olarak V a - kıflar ve Temlikler I: Istila devirlerinin kolonizatör dervişleri ve zaviyeler", Vakıflar Dergisi, II, Ankara 1942, s. 279-386; Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu'nda Asiretlerı İs-kdrı Teşebbüsü (1691-1696), İstanbul 1963; Yusuf Halaçoğlu, XVIII. rüzydda Osmanlı Impara-torluğu'nun Iskdn Szyıiseti ve Aşiretlerin Terlestırılmesi, Ankara 1988; Halil İnalcık, "Mehmed II", IA, VII, 516 vd.; aynı müellif, "Rumeli", İA, IX, 769 vd.
  2. H. İnalcık, "Türkler (Osmanlılar)", IA, XII/2, 292.
  3. Tayyib Gökbilgin, "İki Bulgar tarihçisinin iddiaları ile ilgili mülâhazalar", IU EF Tarih Dergisi, sayı 19, İstanbul 1964, s. 25 vd.
  4. G. Ostrogorski, History of the Byzantine State, s. 436'dan naklen, H. İnalcık, "Rumeli", İA, IX, 767.
  5. Bk. H. İnalcık, "Stefan Duşan'dan Osmanlı İmparatorluğu'na", Fatih Devri tızenne Tetkikler ve Iıesikalar, Ankara 1954, s. 137-184 ("Aynı makale", Fuad Ifdpnihi Armağan:, İstanbul 1953, s 207-248'de yayınlanmıştı r).
  6. İnalcık, "Rumeli", IA, IX, 767.
  7. Geniş bilgi için bk. M. Münir Aktepe, "Osmanlıları n Rumeli'de ilk fetheuikleri Cimbi Kalesi", Tarih Dergisi, sayı 2, İstanbul 1950, s. 283-308.
  8. Hayrullah Efendi, Deılet-ı Ahyye-t Osm'ciniyye Tiirihı, C. 111. Istanbul 11273 7, s. 89.
  9. Hayrullah Efendi, Aynı eser, s. 97; H. İnalcık, "Osmanlı İmparatorluğu'nda kültür ve te:,kilat", Türk Dünyası El Kitabı, Ankara 1976, s. 975 vd.
  10. Bk. İ. Hakkı Uzunçarşılı , "Orhan Gazi'nin vefat eden oğlu Süleyman Paşa için tertib vakfıyenin aslı ", Bel/elen, XXVII ( ı g63), S. 437-451.
  11. Tayyib Gükbılgin, "Orhan", IA, IX, 4o3.
  12. Mesela, Yı ldı rım Bayezid'in Istanbul'u muhasara ve zaptetmek tehdidi karşısında Imparator Manuel, Sirkeci tarafından "müslüman müsta`mirler için 700 ev i`tası" ile burada bir "müslüman mahkemesi" kurulmasına razı olmuştu (bk. H. A. Gibbons, Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu, çeviren: Ragıb Hulüsi, İstanbul 1928, s. 176). Yine Yıldı rım Bayezid zamanında Mak Voyvodası Mirçe, Tuna-boyu'nda (Silistre civarında) esir alındığında, üç bin duka altın, otuz at ve yirmi şahin vermeğe razı olmak süretiyle hürriyetine kavuşabilmiş, Macarlara karşı Bayezid'e yardım etmeyi kabul etmiş, fakat buna mukabil Bayezid'den, "Tuna'nın şimalinde müslüman yerleştirmemek ve cami inşa etmemek" va'dini almak için oldukça zorlanmıştı (H. A. Gibbons, Aynı eser, s. 169 vd.).
  13. Barkan, "Sürgünler", XIII/1-4, s. 65.
  14. Osmanlı lar devrinde Rumeli'ye yapı lan ilk muhaceretin hangi tarihte vukubulduğu hakkı nda tarih kaynaklannda ihtilaf vardır (bu hususta bk. İnalcık, "Rumeli", IA, IX, 768 ve orada belirtilen eserler).
  15. Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihan-niima, C. I, haz. F.R. Unat ve M.A. Köymen, Ankara 1949, s• 1 77, 181.
  16. "Anadolı vilayetlerinde hayli cerrara icazet oldı ; seyl-var akdılar gitdiler; Türkler terekelerin terk idüp akıncılığa gönül berkidüp evlerin barkların bı rakdılar gitdiler; öküzlerin, danalann satup yat ü yarak, at ve don tahsil eylediler. Karesi nahiyesinde göçer-kon a r hayli arab evleri varidi. Anlara astan-ı asman-nişandan ferman-ı vacibu'l-izcan vandi; göçdiler, Rüm-ili nahiyesine geçdiler ve ol kenarlarda olunan hisarlar civarında yerleşdiler. Vilayet-i mezbürede (Rumeli'de) esas-ı ikameti urup ol ma`mürenün etraf ü eknah anlarınla (onlarla) dolup ba`zı hıraseti ve mühimmat-1 zira'ati görüp çift düzenin kurup ekine biçine meşgül olup, ba< zı akına üşdiler" (İ bn-i Kemal, Tevarffi-i Ah" Osman, C. II, neşreden: Ş. Turan, Ankara 1983, S. 156-157; ayrıca bk. M. Neşri, Aynı eser, I, 18o; Aşı k Paşazade, Tevdrih-i Osmim, neşreden: N. Atsız, İstanbul 1949, S. 124).
  17. Bk. M. C. Sehabeddin Tekindag, "Süleyman Paşa", İA, IX, 192 ve orada belirtilen eserler.
  18. Aşık Paşa-zâde, Aynı eser, s. 124; Inalcık, "Türkler (Osmanlılar"), İA, XII/ a, 291 vd.; M. Aktepe, "XIV ve XV. asırlarda Rumeli'nin Türkler tarafından iskânına dâir", Türkiyat Mecmuan, X, Istanbul 1953, S. 299; Inalcık, "Rumeli", İA, IX, 768.
  19. Yaşar Yücel, "Balkanlar'da Türk yerleşmesi ve sonuçları", Bulgaristan'da Türk Varlığı (Bildiriler), Ankara 1985, s. 69.
  20. "istimâlet", yerli gayrimüslim ahâliyi çeşitli vaadlerle müsâmahalı ve yumuşak davranarak kazanmak ve bu sürede Osmanlı hâkimiyet sâhasını genişletmek mânasına kullanılan bir tâbirdir.
  21. Inalcık, "Türkler (Osmanlılar)", İA, XII/2, 291 vd.
  22. Rühl Çelebi, Teudırilı-i Al-i Osmdn, Oxford nüshasından faksimile ve transliterasyon olarak yayınlayanlar: Halil E. Cengiz ve Yaşar Yücel, Belgeler (TTK), XIV/18, Ankara 1992, S. 385.
  23. Aşık Paşa-zâde, Aynı eser, s. 120.
  24. Inalcık, "Osmanlı Imparatorlugu'nda kültür ve teşkilât", s. 975.
  25. Y. Yücel, "Aynı makale", s. 70.
  26. Osmanlı Devleti'nin fetih siyaseti hakkında geniş bilgi için bk. H. Inalok, "Ottoman Methods of Conquest", Studia Islam:eri, II (1954), s. 103-129; aynı müellif, Fatih Devri, s. 181 vd.; aynı müellif, "Türkler (Osmanlılar)", iA, XİIİ2, 291 vd.; M. Hüdai Şentürk, Osmanlı Devletinde Bulgar Meselesi (18504875), Ankara 1992, s. 1-27.
  27. Y. Yücel, "Aynı makale", s. 71.
  28. Inalcık, "Osmanlı Imparatorluğu'nda kültür ve teşkilat", s. 975 vd.
  29. ınalcık, Rumeli, 1.4,1X, 769.
  30. Inalcık, "Osmanlı Imparatorlugu'nda kültür ve teşkilat", s. 976.
  31. Aşık Paşa-zâde, Aynı eser, s. 125'de sözü edilen "Konur-Hisar" burası olup, bugün Kuru-dağ denilen bölgedir.
  32. Inalcık, "Rumeli", İA, IX, 768 vd.
  33. Inalcık, "Rumeli", İA, IX, 769.
  34. Bk. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, s. 209-237 ve XVI. yüzyıl başlarında nüfüsun yayılışma dair harita.
  35. Inalcık, "Rumeli", İA, IX, 769.
  36. M. Aktepe, "Aynı makale", s. 307.
  37. Hüseyin Dağtekin, "Türkleri Boğazlar Bölgesine çeken gerçek sebepler", Al) DTCF Dergisi, XIX/3-4, Ankara 1962, s. 179; Inalcık, "Osmanlı imparatorluğu'nda kültür ve teşkilat", S. 975.
  38. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, 230.
  39. Bu zümreler hakkı nda bk. M. Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu, Ankara 1959, s. 83- ı o2.
  40. Barkan, "Osmanlı Imparatorluğu'nun teşekkülü meselesi", AÜ Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi, I/2, Ankara 1944, S. 352, 354; Ayrıca bu hususta geniş bilgi için bk. aynı müellif, "Vakı flar ve 'Ferrı likler", 279-386.
  41. Bk. A. Yaşar Ocak, "Bazı menakıbnamelere göre XIII-XIV. yüzyıllardaki ihtidalarda heterodoks şeyh ve dervişlerin rolü", Osmanlı Araştırmalar:, Il, İstanbul 1981, S. 31-42; Osmanlılardan önce Rumeli ve Balkanlarda Islamiyetin ortaya çıkışı ve yayılması hakkında bk. Muhammed Tayyib Okiç, "Güneydoğu Avrupa'da Islam'ın zuhüru", İsla-mi Araştırmalar, VI/2, Istanbul 1992, S. 91-104.
  42. Barkan, "Osmanlı İmparatorluğu'nun teşekkülü meselesi", S. 354.
  43. Bu dervişler ile kurmuş olduklan tekke ve zaviyelerin isim ve yerleri hakkında bk. Yusuf Halaçoğlu, "Osmanlı toprak düzeni ve iskan politikası", Tiirklerde İns(pi Deerler ve Insan Haklar:, C. 11 (Osmanlı Imparatorluğu Dönemi), Istanbul [1992 ?l, S. 218 vd.
  44. Barkan, "Vakıflar ve Temlikler", S. 285.
  45. "Vakıflar ve Temlikler", s. 291-294; C. Orhonlu, Aşiretleri iskdn, s. 27-28.
  46. Zeki V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1946, s. 335.
  47. Mustafa Cezar, Tipik rapılariyle Osmanlı şehirciliğinde Çarşı ve Klasik 13nem imar Sistemi, Istanbul 1985, S. 372.
  48. Inalcık, "Rumeli", İA, IX, 770; Rumeli'deki bazı şehirlerin Müslüman ve gaynmüslim nüfus karşı laştırması için bk. Y. Halaçoglu, "Aynı makale", s. 223 vd.
  49. Bk. O.L. Sarkan, "Şehirlerin teşekkül ve inkiştifı tarihi bakımından Osmanlı imparatorlugu'nda irret sisteminin kuruluş ve işleyiş tarzı na ffit araştırmalar", 10 Iktisat Fahltesı Mecmuaıı, XXIII/1-2, İstanbul 1963, s. 239 vd.; M. Cezar, Ayni eser, s. 372 (bu konuda ayrıca şu eserlere bk. O. Nuri Ergin, Tiırkıye'de Şehırcılığın TdrıM İnIcışâtt, İstanbul 1936; C. Orhonlu, "Şehir mimarlan", Osmanlı Araştırmaları, II, Istanbul 1981, S. 1-30).
  50. M. Cezar, Aynı eser, s. 373.
  51. Bk. Barkan, "Sürgünler", XIII/1-4, 59 vd; M. Aktepe, "Aynı makale".
  52. C. Orhonlu, Aşiretleri İskı n, s. 28.
  53. Bk. Barkan, "Sürgünler", XIII/1-4, 67 vd.
  54. Bk. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, 2 ı ı ; Paul Wittek, "Osmanlı İmparatorlugu'nda aşiretlerin rolü", çev. Ercüment Kuran, İ Ü EF Tarih Dergisi, sayı 17-18, İstanbul 1963, s. 257-268.
  55. Oruç Bey, Tetisiriiı-1 Osmcin, Hannover 1925, neşreden: F. Babinger, s. 24.
  56. Muhyi Çelebi, Tdrih-i 141-i Osriıân, Millet Kütüphanesi - Ali Emin Kitapları, nr. ı o8o (el-yazması ), s. 69-70.
  57. Z. V. Togan, Aynı eser, s. 335.
  58. Hüseyin Dağtekin, "I. Murad zamanında Osmanlı-Bizans münasebetleri", A U DTCF Dergisi, XIX/3-4, Ankara 1962, s. ı gı .
  59. Z. V. Togan, Aynı eser, s. 335.
  60. H. Dağtekin, "I. Murad zamanı nda Osmanlı-Bizans münasebetleri", s. 191.
  61. 'I M. Cezar, Aynı eser, s. 371.
  62. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, 233.
  63. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, s. 255.
  64. Bu yerleşim merkezleri ile buralarda iskan olunan aşiret ve oynaklann isimleri için bk. Y. Halaçoğlu, "Aynı makale", s. 2 ı g vd.
  65. Mesela, XVI. yüzyıl başlanna ait tahrir defterlerinden, Silistre sancağını n Pravadi kazasında, Anadolu'dan göçünülmüş sürgünlerden müteşekkil 1025 hünelik ayrı bir idri birlik, yani bir "sürgünler zeameti"nin mevcut olduğu anlaşılmaktadır (bk. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, 225 ve oradaki arşiv vesika kaydı , not 98).
  66. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, 225 vd.
  67. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, 225, 228.
  68. Barkan, "Sürgünler", XIII/1-4, 59.
  69. 803 h. (1400/14o1 m.) tarihinde Saruhan-ili'nde oturan ve Nlenemen ovası nda kışlayan bir konar göçer tâifesi, orada tatbik edilen "tuz inhisarı" nizamlarma uymadı klarmdan dolayı, Rurneli'de Filibe civarı nda yerleştirilmek üzere tehcir ve iskan edilmişlerdi ("cezaen sürgün"). Bu hususta tarih kaynaklarmda !arih bilgiler mevcuttur (bk. Aşık Paşa-zade, Aynı eser, s. 141; Mehmed Nesli Aynı eser, I. .?
  70. Tayyib Gökbilgin, Osmanlı Atueı e3eleri Teşkildt: ve Medeniyeti Tarihine Genel Bakış, Istanbul 1977, S. 72.
  71. Bk. 'F. C;ökbilgin. 1?urneiı Ve 7 acariar le Evliıd-ı Fahhcin, Istanbul 1957.
  72. Barkan, "Sürgünler", XIII/1-4, 56-58.
  73. H. Dağtekin, "Türkleri Boğazlar Bölgesine çeken gerçek sebepler", s. 179
  74. H. Inalcik, "Rumeli", L4, IX, 770.
  75. Barkan, "Sürgünler", XIII/1-4, 57.
  76. Barkan, "Sürgünler", XIII/1-4, 56 vd.
  77. M. Aktepe, "Aynı makale", S. 308.
  78. M. Aktepe, "Aynı makale", s. s. 308.
  79. Inalcı k, "Rumeli", IA, IX, 769.
  80. Örnekler ve kaynaklar için bk. M. Aktepe, "Aynı makale", s. 308.
  81. Barkan, "Vakı flar ve Temlikler", s. 359-362; aynca bk. M. Aktepe, "Aynı makale", s. 308.
  82. inalcı k, "Rumeli", IA,1X, 769.
  83. Barkan, "Vakıflar ve Temlikler", s. 360; aynı müellif, "Sürgünler", XV/1-4, 213 vd. "
  84. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, 223-224. "
  85. Barkan,'"Sürgünler", XIII/1-4, 65.
  86. Barkan, "Sürgünler", X111/1-4, s. 66-67.
  87. Barkan, "Sürgünler", X111/1-4, s. 67.
  88. T. Gökbilgin, Rumeli 'de ninikler Tutarlar ve EvIdd-: Feitilıdn, s. 14 vd. "
  89. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, s. 2 13 vd.
  90. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, S. 214.
  91. Dirler ki, fetholan iki hisâr, Odgüklük'le Eksamiliye'ydi. Beher-hâl bu iki hisân berkitdiler. Ve hayli âdem dahi Aydıncık'dan gemiyle geldiler. Süleyman Paşa buyurdı, bu hiskda olan sipâhi kâtirlerün evlerin Karesi vilâyetine geçürdiler; tâ ki bunlardan bir m a - za r r a t mütevehhim olınmaya. Ve Anatoli'den gönlü olan yiğitleri, turrnayup geçürdi" (Mehmed Neşrl, Aynı eser, I, 177).
  92. Fâtih Sultan Mehmed de, Yakın-şark'da Türk-Moğol imparatorluklannda yerleşmiş eski bir an'aneye tâbi olarak, fethettiği memleketlerde emniyet düşüncesi ile, sürgün usülünü geniş ölçüde tatbik etmiştir. Bununla, o bölgeyi emniyet altına almak istediği gibi, Istanbul'a yaptığı devamlı sürgünlerle bu şehri nüfus, kültür ve iktisâdi durumu itibâriyle mükemmel bir pâytaht hâline getirmek gayesini de güdüyordu. Fâtih, hemen hemen her seferinde fethettiği şehirlerin zengin, san'atkk ve tüccar halkından bir kısmını da bu maksatla sürgün olarak İstanbul'a göndermiştir (inalcık, "Mehmed Il", İA, VJ!, 519-520; Fkih'in diğer bölgelerde tatbik etmiş olduğu sürgün usul ve siyâseti hakkında bk. aynı yer vd.).
  93. Ortakçı kul", harp esirleri arasından aynlmış olan ve bu itibarla resmen âzad edilmediği müddetçe sâhibinin tasarrufunda kalan köleye verilen isimdir.
  94. O. L. Barkan, "XV ve XVI. asırlarda Osmanlı Imparatorluğu'nda toprak işçiliğinin organizasyonu şekilleri: Kulluklar ve Ortakçı Kullar", Tıirkıye'de Toprak Meselesi (Toplu Eserler I), Istanbul 1980, s. 667.
  95. H. A. Gibbons, Aynı eser, s. 172 (Jireçek'den naklen).
  96. Müneccimbaşı Ahmed Dede, Sahdifu'l-Ahbar, C. II, Istanbul 1285, S. 289.
  97. Hammer, Devlet-i Osmaniyye nı-01i, C. I, çeviren: M. Atâ, Istanbul 1329, s. 296.
  98. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, 218-219.
  99. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, s. .218 ve orada gösterilen arşiv kaydı ; H. İ nalcı k, Fdtı/ ı Devri, S. 145 vd.
  100. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, s. 222-223.
  101. Mesela, Belgrad civarında Semendire livası nda 80.000'den ziyade göçebe köylü hı - ristiyan, bu teşkilata tabi idi (bk. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, S. 234).
  102. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, S. 234; İnalcı k, "Rumeli", IA, IX, 76g; aynı müellif, Fdttlı Devn, s. 143 vd.
  103. "Zikr-i istibna.-yı Cisr-i Ergene.
  104. "...Ergene Köprisi'nün zemini mukaddema cengelistan olup, ekser mevan`ı batak ve ormanlığı haramilere durak idi... Bina'en-ala zalik Şah (II. Murad), ...haza'in-i mevfüre harc idüp ol zemini hem-var ve cay-i esası üstüvar eylediler ve yüz yetmiş dört tak-ı üzre memdüd bir kantara-i bi-mânend bina itdiler (931 h./14.28 m.) ki, nümüne-i 'Mem oldı. Bir başında Ergene nam kasaba-i dil-küşa peyda idüp cami' ve imaret bina itmişlerdür ki, ati vü zahib (gelip geçen) ol cay-i mevahibden mütemetti< olur. İmaret-i mezbüre tamam oldukda Edirne'den ulema ve fukarayı ol kasabaya da`vet idüp amm eyledi ve mukaddema ta'amı dest-i kerem-peyvesti ile taksim itdi. Ve ulema ve sulehaya enva` tevkir u tekrim itdi. Cami`iin dahi çerağını yed-i mü'eyyedi ile yakup mısbah-ı cüd ü adaleti, derün- i huzzan rüşen eyledi ve bina iden micmara hılac-ı fahire ve ataya-yı vafire ile ricayet buyurıldı. Ve köprinün canib-i ahannda dahi bir kubbe-i azime kondurup kasaba ve karye- i mezbüreteyn ahilisini avarız-ı divaniyyeden mu`af ü müsellem eyledi". (Hoca Sa`deddin, likei 't-Teviirih, C. I, İstanbul 1279, s. 339).
  105. Görülüyor ki, seyahat bakımından işlek, fakat bataklık ve ormanlık olan bu yer ıssız olduğundan, eşkiyaya sığınak vazifesi de görüyordu. Köprü ve kasabanın kurulmasından sonra, zamanla bu bölge şenlenmiş ve Ergene (Uzunköprü) kasabası meydana gelmiştir.
  106. Barkan, "Vakıflar ve Temlikler", S. 354.
  107. C. Orhonlu, Aşiretleri Iskiin, s. 28.
  108. Barkan, "Vakıflar ve Temlikler", S. 357.
  109. C. Orhonlu, Aşiretleri s. 29.
  110. Barkan, "Vakıflar ve Temlikler", s. 357.
  111. Barkan, "Vakıflar ve Temlikler", s. 357.
  112. C. Orhonlu, Osman!: Impara;orluğu'nda Derbend Teşkild^tı, İstanbul 1967, S. ı o7.
  113. C. Orhonlu. Aynı eser, s. 26-27.
  114. C. Orhonlu, Aynı eser, s. 96 vd; C). L. Barkan, "Vakıflar ve Temlikler", s. 299 vd.
  115. Bar kan 'ın, büyük nüfus kütlelerinin muhacereti ve Anadolu'daki konar-göçerlerin batıya doğru akını şeklinde formüle ettiği "kuruluş devri”nin iskan siyaseti naza-riyesini, H. İnalcık tenkid etmiştir. Bu tenkide göre: Rumeli'nin fethinde muhaceretle-rin büyük kısmını, kendiliğinden (ihtiyari) akan nüfus değil, devlet tarafından cebren sürülen -genellikle göçebe- unsurlar teşkil etmiştir. Hatta Osmanlı Devleti Rumeli'de, askeri hizmetlere kafi müslürn?9 nüfus bulmakta güçlük çektiği için, muhafaza ve sefer hizmetle-rinde bizzat hıristiyan ahaliyı ve hıristiyan sipattileri kullanmak zarüretini duymuştur (bk H. İnalcık, "Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş ve inkişâfi devrinde Türkiye'nin iktisadi vaziyeti üzerine bir tedkik münâsebetiyle", Bellıten, XV/6o, Ankara 1951, s. 641-642).
  116. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, s. 230.
  117. Hayrullah Efendi, Aynı eser, III, 89 vd; M. Aktepe, "Aynı makale", s. 301.
  118. M. Aktepe, "Aynı makale", s. 311-31 2.
  119. Barkan, "Osmanlı Imparatorluğu'nun teşekkülü meselesi", S. 345-346.
  120. ihtida keyfiyeti hakkında bk. A. Yaşar Ocak, "Aynı makale".
  121. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, 230.
  122. Osmanlı Devleti'nin teşekkülü tarihini, göçebe Türk aşiret ve oymaklannın boş toprak bularak yayılma ihtiyacının da doğurduğu bir askeri istila ve bu kalabalık nüffisun yer ve yurt değiştirmesi ve yeni ülkelerde vatan kurma faaliyetinin tarihi olarak demo-gr a fi k amillere bağlayan; ve Osmanlı ffitfihatını, büyük çapta bir nüfus ve kolonizasyon hareketinin neticesi olduğu şeklinde formüle eden Barkan 'ın nazariyesi, H. Inalcı k tarafından tenkide uğramıştır. Bu tenkide göre: Osmanlı fütfihâtının muhtelif devirlerinde, bu nüfus hareketlerinin tesirleri farklı cereyan etmiş olmalıdır. Zira Sırbistan, Arnavutluk ve diğer bazı bölgelerin fethinde, toprak arayan büyük kitleler görülmediği gibi, yukarı Make-donya ve Teselya'da yerleşenler de, küçük gruplar teşkil etmekte idiler. Ancak Paşa Liva-sı'nda ve Meriç Nehri havzasındaki yerleşmeler ve oldukça çok miktardaki zaviyeler, ferhe-dilen yerlerin (bilhassa XIV. yüzyılı! ikinci yarısında), Barkan tarafından iddia edilen Osmanlı iskan usfil ve siyasetine mesned ve delil olabileceği düşünülebilir (bk. Inalcık, "Türkiye'nin iktisadi vaziyeti", S. 641-642).
  123. Barkan, "Sürgünler", XV/1-4, 230 vd.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır