ataturkun dile verdigi onem / One moment, please

Ataturkun Dile Verdigi Onem

ataturkun dile verdigi onem

    Toplumları millet haline getiren en önemli unsur dildir. Dil, duygu ve düşünceyi insana aktaran bir vasıta olduğu gibi, insan topluluklarının bir yığın ve kitle olmaktan kurtaran, aralarında "duygu ve düşünce birliği" olan bir cemiyet yani 'millet' haline getiren en önemli kültürel değerdir. Ayrıca dil, kültürün temeli olduğu gibi taşıyıcısıdır da Dili yok ettiğiniz takdirde milli ruh ve kültür diye bir şey kalmaz. Bu sebeple dili korumak, koruyucu tedbirler almak önemlidir.

    Bizler Türk'üz ve dilimiz Türkçe'dir. Türkçe; dünyanın en eski, köklü ve en zengin iki dilinden biridir. Dil bilimcilere göre; kelime türetme yeteneği bakımından da dünyanın en güçlü dilidir. Her konuya ve duruma göre karşılık vermeye en müsait dil yine Türkçe'dir. Ayrıca Türkçe, yazıldığı gibi okunması özelliğiyle de gıpta edilen bir dildir. Türk dilinin bu güzelliğini ve gücünü bilen, Türk dili konusunda önemli çalışmalara imza atan en önemli kişi, hiç şüphe yoktur ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Atatürk'tür. Atatürk, Türk dili konusunda; "Türk milletinin dili Türkçe'dir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yüceltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakının, an'anelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir." diyerek hem Türk diline verdiği önemi, duyduğu sevgiyi belirtmekle beraber, Türk dilinin büyüklüğünü ve Türk milleti için önemini ortaya koymuştur.

    Atatürk, bir dil bilimci değildi. Ancak, dile sadece bir devlet adamı ya da siyasetçi gözüyle de bakmıyordu. O, dilin bir milleti meydana getiren unsurları bir arada tutan en önemli etken olduğunu biliyordu. yılında söylediği sözle bunu açıkça beyan etmişti. "Milletin çok açık niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, Türk toplumuna bağlı olduğunu iddia ederse buna inanmak doğru değildir." Ayrıca Atatürk'ün, dil konusundaki hassasiyeti eski tarihlere dayanmaktaydı. yılında okuduğu şiir kitaplarına dil konusunda notlar düşmesi bunun açık delilidir.

    Atatürk, Türk kimliğini Türkçe ile tanımlıyordu. "TÜRK demek, TÜRKÇE demektir. NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!" diyordu. Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki temel davası Türkçe'yi, dolayısıyla Türk kültür ve kimliğini yabancı boyunduruklardan kurtarma-koruma, bunun için de eğitimi her düzeyde Türkçe ile yapmak, halkın yabancı dille eğitime özenmesini önleyecek tedbirler almak olmuştur. Bu konuda da şunu söyleyecektir: "Kat'i olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin dili ve milli benliği bütün hayatında hakim ve esas olacaktır." Atatürk ayrıca, Türk dilini geliştirerek ve yayarak, bütün Türk dünyasının lehçe farklılıkları giderilerek müşterek bir dil bağı ile birleşmesini, kısaca bütün Türk dünyasında bir kültür birliği meydana getirmek istiyordu. Bu sebeple; "Türkiye dışında kalmış Türkler için, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenilmelidir. Nitekim biz Türklük davasını böyle müspet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihinde, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal Gölü ötesindeki Yakut Türkleri'nin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz" diyerek Türk dünyasındaki dil ve tarih birliği çalışmalarına ne kadar önem verdiğini gösterir. Ayrıca yılında, Sovyetler idaresinde kardeşlerimiz olduğunu, bir dağılmanın olacağını, buna hazırlanmamız gerektiğini, bunun için köprüleri sağlam tutmamız gerektiğini söylemiş, kültürün, dilin, tarihin birer köprü olduğunu işaret etmiştir.

    Gazi Mustafa Kemal, Şeyh Sait ayaklanmasının yarattığı bunalımı atlatır atlatmaz, önce 'Türk Dili Encümeni' kurdu. (Dil ve tarih üzerindeki çalışmalar, önceleri 'encümen' biçiminde başladı. Daha sonra bunlar 'Dil Kurumu' ve 'Tarih Kurumu' haline geldiler) Atatürk bir sözünde, "Milli his ile dil arasında bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ülkesini ve yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır" demişti. Bu sözünden yola çıkarak Türk Dili Encümeni'nin kuruluş gayesini anlamak mümkün.. Encümenin kuruluşu ile Atatürk, dildeki Arap kökenli sözcükler yerine, halkın içinde yaşayan Türkçe sözcüklerin yerleştirilmesi için bir ön çalışma yaptırıyordu. Her ilde, "Kelime Kolları" kurulmuştu. Öğretmenlerin öncülük ettiği bu kollar, evlerdeki yaşlı insanlarla ilişki kuruyorlar; onların kullandıkları sözcükleri, arapça karşılıkları varsa onları da ekleyerek, Ankara'ya "Dil Encümeni"ne gönderiyorlardı. Gazi Paşa, dili özüne çekmeye, elverdiğince yabancı sözcüklerden arındırmaya kararlı idi. Eğer bir Türk Dünyası yeniden kurulacaksa, onun dili Arap ve Fars dilinin egemenliğinden kurtulmalıydı.

    Tarama kolları, önceleri çok başarılı çalışmalar yaptı. Fakat sonraları, bu kollarda çalışanların devlette itibar kazandığına dikkat edenler, halkın arasına girip sözcük derleyeceklerine 'uydurmayı' daha kolay buldular ve çalışmayı yıprattılar. "Dil Taramaları" göze girmenin, yükselmenin ilk basamağı gibi kullanılmaya başlandı.

    O dönemde bilimadamlarınca 'Güneş Dil Teorisi' ortaya atılmıştı. Teori; bütün dillerin kökünün-aslının aynı olduğu iddiası üzerine kurulu idi. Kök ise; Türkçe idi. Teori, içeride ve dışarıda büyük heyecan uyandırdı. Meksikalılar, Atatürk'e Astekler'e ait bir kitap gönderdiler ve genç, idealist, çalışkan ilim adamlarınca çalışmalar derinleştirildi. Prof. Adile Ayda Etrüsklerin dili-tarihi üzerinde dururken, Hamit Koşay Baskların dilini inceledi. Lakin, Güneş Dil Teorisi'ni beğenenlerde oldu, aşırı bulanlar, yadırgayanlar da.. Atatürk'ün ölümünden sonra bu teori rafa kaldırılacaktır.

    Mustafa Kemal Paşa'nın çevresinde okumuşlardan oluşmuş heyecanlı bir ortam vardı, lakin sayıca sınırlı ve bilgi açısından tam anlamıyla yeterli değildi. Ayrıca inanmış ve sağlam bilgi birikimi olanların sayısı çok azdı; onlar da devlet hizmetindeydiler. Ayrıca ATA, hedeflerini en yakınında olan insanlara bile açıkca ifade etmiyordu. Atatürk'ün bu denli dil ve tarih çalışmalarına gömülmesini anlayamayanlar, yadırgayanlar vardı. Lakin Gazi Paşa için, bazı şeylerin azlığı ya da yokluğu, o işin yapılması çalışmalarını durdurmadı, sonuçta durduramamıştır da..

    Sovyetler Birliği, Mustafa Kemal Paşa'nın yoğun bir Türkolog trafiği yaratmasını, Orta Asya Tarihi üzerinde çalışmasını ve Türkçe'yi , Asya Türkleri'nin kullanabileceği biçime sokmasını dikkatle ve tedirginlikle izliyorlardı. Bu sebeble Sovyetler Birliği, bu ilişki ayaklarından birini yok etmek için yani Türkiye Cumhuriyeti ile yazışmaları engellemek için, kullanılan Arap harflerini yasaklamış, fakat Sovyetler Birliği yönetiminin milliyetçi davrandığını gizlemek, göstermemek için Kirl harfleri ile değil, Latin harfleri ile okuyup yazmayı kanunlaştırmıştı.

    Oysa M. Kemal Paşa, "Türkiyat Enstitüsü" nü kurmuş, Sovyetler Birliği'ni Türk ve yabancı Türkologların yağmuruna tutmuş, öte yandan da Türkiye'de basılan kitap ve gazeteleri bu giden, gelenlerin aracılığı ve posta ile göndererek ortak kültür hazırlığına girişmişti. Ama Sovyetler Birliği'nin, Latin harfleri ile okuyup- yazmayı zorunlu hale koyması, bu köprüleri yıkıyordu. Oysa dilde birlik kurulmadıkça, birliktelikten nasıl bahsedilebilirdi.

    İki yıl beklendi.. Durumda herhangi bir değişiklik olmayınca Atatürk, Türkiye'nin Latin harfleri ile okuyup yazması fikrini ortaya attı. Orta Asya Türkleri ile bağların kopmaması gerekiyordu. Büyük bir hızla Harf İnkılabı gerçekleştirildi. Böylece Türkiye, Latin harflerini benimsedi. Bu yeni gelişme, Sovyetler Birliği'nin gözünden kaçmamıştı. Aslında bekledikleri bir durumdu. Atatürk Türkiyesi, Azerbaycan ve Türkistan Türkleri ile dirsek temasını yitirmek niyetinde değildi. Ama Sovyetler Birliği de bu dirsek temasından kuşkulanıyordu.

    Sovyetler Birliği'nde büyük bir gizlilik içinde, yılında "Bütün Sovyetler Birliği vatandaşları arasında yalnız Kiril harflerinin kullanılacağı" yasası çıkarıldı ve yeniden Türkiye'nin kurduğu köprüleri dinamitlediler. Artık Türkiye'nin "bu konuda" yapacak bir şeyi yoktu. Sovyetler Birliği'nin bu tür uygulamaları II. Dünya Savaşı yıllarında bile sürdü.

    Atatürk, Türk dilinin yabancı kelimelerden arınmasını bilimsel kararlara bağlayacak "Türk Dili Kurultayı" çalışmalarını her şeyin üstünde tutuyordu. Dünyayı şaşkına çevirecek, 'Büyük Türk Devletleri Birliği' nin temel taşları, işte bu kurultay çalışmaları idi. Bilimsel terimlere bile Türkçe karşılıklar bulunmuştur. Atatürk bu konuda şöyle diyor: "Batı dillerinden hiçbirinden aşağı olmamak üzere, onlardaki kavramları anlatacak keskinliği, açıklığı haiz Türk bilim dili terimleri tespit edilecektir." Öyle de olmuştur; Atatürk bizzat kendisi bu dava uğruna çalışmış, bugün askerlikte olsun, matematikte olsun kullandığımız bir çok terimleri Türkçe'nin derinliklerinden çıkarıp bize armağan etmiştir. 'de vefatından az bir zaman önce, "Türlü bilimlere ait Türkçe terimler tespit edilmiş, bu surette dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır. Bu yıl okullarımızda tedrisatın Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını kültür hayatımız için mühim bir hadise olarak kaydetmek isterim." diyerek, bu konuda büyük bir ilerleme kaydedildiğini belirtmiştir.

    26 Eylül 'de Atatürk'ün isteği ile bütün yurt sathında "Dil Bayramı" kutlanmıştır. Yalnız, Türk dilinin temizlenmesini değil, eş anlam sözcüklerle dilin zenginleştirilmesi de gözleniyordu. Atatürk'e göre, dilin kaynağı millet idi, araştırmalar da milletten beslenmeliydi.

    Atatürk, hem dilin zenginleşmesine, eş anlam sözcüklerle sanat ve bilim dili olacak köklere kavuşmasına önem veriyor; hem bunları işleyip bilimsel yapıyı oluşturacak kuruluşları kazandırmaya çalışıyordu. İstanbul Üniversitesi'ne bağlı bir "Dil Okulu" açılması, halkevlerinde "Edebiyat ve Türk Dili Kolları" kurularak köylere kadar uzanan araştırma ve soruşturmalarla yeni sözcüklerin taranması, hep bu hedef doğrultusunda alınmış kararlar sonucu yapılmış çalışmalardır.

    Atatürk, bu çalışmaları büyük bir ilgiyle takip ediyordu. Her sabah, Türkiyat Enstitüsü'nün günlük çalışma raporlarına gözatıyor, Sovyetler Birliği'nin Türk Dünyası ile ilgili haberlerini (varsa) inceleyip değerlendiriyordu. TBMM kararı ile yapılmasına başlanılan Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesinin inşaat aşamalarını izliyordu.

    Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Böyle bir kuruluş, öğretim dünyasında yoktu. Tarih ve coğrafya fakültesi vardı. Dil fakülteleri de vardı. Fakat, hem dil, hem tarih-coğrafyanın bir fakültede birleşmesinin tek örneği Ankara'da idi. Çünkü Atatürk, Asya'daki Türklerin hem tarihini, hem coğrafyasını, hem dilini çok iyi öğrenmiş bir neslin yetişmesini istemekteydi.

    Bayar'ın başbakanlığı döneminde dil ve tarih çalışmaları aksamadan sürdü. Özellikle Atatürk, yoğun bir biçimde dil ve tarih üzerindeki bütün çalışmaları izliyordu. Kendisi bu tür çalışmalardan dolayı yorgun düşse de, çevresine bu yorgunluğunu belli etmemeye çalışıyordu.
   
    2 Ağustos tarihinde üçüncü Dil Kurultayı'nı açtı. Yaptığı konuşmada: "Konuk dil bilginlerinin, Türk dil bilginleri ile birlikte çalışmalarından, dil bilimin şimdiye dek çözemediği bir çok güçlükleri aşacağına, bu çalışmaların bir çok gerçeklerin günışığına çıkmasını sağlayacağına güvenim tamdır" diyordu. Günlerce süren kurultayın en sağlam izleyicisi, Atatürk'tü.. Genel Kurul çalışmalarını izliyor, komisyonlardaki çalışmalara katılıyor, fikirlerini söylüyor. Hedefin yalnız Anadolu Türkleri'nin değil, bütün Türklerin ortak dilini yaratmak olduğunu durmadan tekrarlıyordu.

    yılının 19 Ekiminde Türk Dil Kurumu'na gitti ve uzmanlarla 6 saat süren bir çalışma yaptı. Bu, o kadar uzun ve sürekli çalışma idi ki, uzmanların takatı tükendi. Bunu görünce Atatürk: "Yorulduğunuz anlaşılıyor. Benim bazı işlerim olmasa, sizinle kalıp çalışmaları birlikte sürdürmek isterdim. Başka bir fırsatta, bu çalışmaları yine birlikte yaparız, demişti.

    Hayatı elvermedi, bir daha buluşup, "Türk dilindeki yabancı sözcüklerin yerine Türkçelerinin konması çalışmalarına katılamadı.. Vefatından önce de Ankara'da iken son ziyaret ettiği yer ise, inşaat bitene kadar çalışmalarına 'Evkaf Apartımanı'nda başlayan Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi olmuştu. Çalışmalar hakkında bilgi almış, inşaat halinde olan fakülte binasını görmüş, yetkililerle görüşmüştü.


    Atatürk; son nefesine kadar bilfiil milletin için, milletin geleceği için çalışmış, eşi benzeri olmayan büyük bir lider.. O'nu o kadar özlüyoruz ki, kelimelerle anlatmak mümkün değil.. Aslında bu yazının başlığı 'Bir Millete Adanan Ömür' olacaktı. Lakin, dil konusuna ve Atatürk'ün Türk dili konusundaki hassasiyetine ağırlık vermeyi düşündüğüm için bu başlığı kullanmadım. Bu yazıyı, küçük çaplı bu araştırmayı da dilimize yapılan saldırıların, horlamaların yoğunlaştığı bir dönemde bazı şeylerin daha iyi anlaşılmasını istediğim için toparladım. Keşke daha detaylı bir araştırma olsa idi, Atatürk için ne yapılsa az gelir.

    Bir kere daha anladık ki; herkes Atatürk değil, herkes Atatürk olamıyor. Atatürk için hayati önem taşıyan değerlerin, çalışmaların Atatürk'ün ölümünden hemen sonra ismini bile anmak istemediğim kişiler tarafından durdurulmasını, hızla değiştirilmesini, Türk dili yerine-Türk tarihi yerine Latin dilinin-kültürünün okullarda genç beyinlere sunulmasını hiç bir zaman unutmayacağız.

Herkes Atatürk olamıyor!

    Atatürk, Türk dil ve tarih konusundaki çalışmalarına hastalığına rağmen, ölüme meydan okurcasına, çevresini hayrete düşüren bir güçle devam etmişti. Yorgundu ama, çevresine hiç bir şekilde yorgunluğunu belli etmiyordu. Bir millet sevilirse eğer, işte böyle sevilmeli.. Atatürk, bu milleti çok seviyordu. Milletinin sevgisi gönlünde hayata gözlerini yumdu. Sevgisi karşılıksız değildi; milleti de bu şerefli evladını bağrına basmıştı.. Gözyaşları sel oldu o gidince ebediyete, ama eceldi işte..

Atatürk ölmedi, bütün zorluklara direnip yaşatacağız O'nu..

Salur Beğ


Yararlanılan Kaynaklar:

* Bozdağ, İsmet; "Atatürk'ün Avrasya Devleti", Tekin Yayınevi, 2. Basım,
* Karakoç, Ercan; "Atatürk'ün Dış Türkler Politikası", IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İst.
* Kafesoğlu, İbrahim Prof. Dr. ;"Türk Milli Kültürü", Boğaziçi Yayınları, 3. Baskı, İstanbul
* Kaplan, Mehmet; "Kültür ve Dil", Dergah yy., 7. Baskı, İst.
* Atatürk Kültür Merkezi, "Bilge Dergisi", yıl, sayı

                 

 

Atatürk'ün dil üzerine bazı söylemleri:

 
    Türk milletinin dili Türkçe'dir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir monash.pw için her Türk, dilini çok sever ve onu yüceltmek için çalışır Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin, kalbidir, zihnidir.

    Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır.

    Milli duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli duygusunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.
Türk dilinin kendi benliğine, aslında güzellik ve zenginliğe kavuşması için, bütün devlet teşkilatımızın dikkatli, ilgili olmasını isteriz.

    Türk dilinin sadeleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna bunların benimsetilmesi içn her yayın vasıtasından faydalanmalıyız. Her aydın hangi konuda olursa olsun yazarken buna dikkat edebilmeli, konuşma dilimizi ise ahenkli, güzel bir hale getirmeliyiz.

    Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.

    Milli bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz.
Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatında egemen ve esas kalacaktır.

 

 

anasayfaya dön

Okunma Sayısı:

Atatürk, Türk diline büyük önem veriyordu. Bu yüzden Milliyetçilik ilkesi ile yakından ilişkisi olan Türk dilinin korunması çabalarına büyük destek vermiştir. Atatürk, Türk dilinin zengin ve geniş bir dil olduğunu ifade ederek, Türk dilinin mutlaka yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılması gerektiğini söylemiştir. Türkçe’nin Türk medeniyetini kucaklayacak en güzel dil olduğunu ifade eden Atatürk, Türk diline verdiği büyük önemi söylediği özlü sözler ve yaptığı çalışmalar ile gözler önüne sermiştir.

Atatürk’ün Türk dili (Türkçe) hakkındaki düşünceleri ve Türk dilinin geliştirilmesi çabalarına ilişkin söylediği sözleri

Atatürk’ün Türk dili ile ilgili sözleri

Türk milletinin dili Türkçe’dir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yüceltmek için çalışır. ()

Zengin sözlüğümüzün toplandığı gün, milli varlığımız en kuvvetli bir dal kazanacaktır. Bizim milliyetçiliğimizin esası dil birliğinin korunmasıyla mümkün olacaktır. ()

Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin, kalbidir, zihnidir. ()

Güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim ahenkli, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. ()

Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır. ()

Gaye, bugünkü ve yarınki Türk’ün medeniyetini kucaklayacak en güzel ve en ahenkli Türkçe’dir. ()

Milli duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli duygusunun gelişmesinde başlıca etkendir.

Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz. ()

Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin.

Milli bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz.

Ülkesini yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. ()

Türk dilinin kendi benliğine, aslında güzellik ve zenginliğe kavuşması için, bütün devlet teşkilatımızın dikkatli, ilgili olmasını isteriz. ()

Türk dilinin sadeleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna bunların benimsetilmesi için her yayın vasıtasından faydalanmalıyız. Her aydın hangi konuda olursa olsun yazarken buna dikkat edebilmeli, konuşma dilimizi ise ahenkli, güzel bir hale getirmeliyiz. ()

Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz. ()

Başka dillerdeki her bir sözcüğe karşılık olarak dilimizde en az bir sözcük bulmak ya da türetmek gerekir. Bu sözcükler kamuoyuna sunulmalı, böylece, yaygınlaşıp yerleşmesi sağlanmalıdır.

Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatında egemen ve esas kalacaktır. ()

 


Atatürk&#;ün sanata ve sanatçıya verdiği önem!

Atatürk, şiir ve edebiyat dışında müziğe de büyük bir ilgi duymuştur. Şarkı ve türküleri dinlemekten büyük bir zevk alan Atatürk, zaman zaman okunan şarkılara eşlik etmiş, oynanan halk oyunlarına katılmıştır. Bazı Rumeli türküleri, onun sesinden notalara dökülmüş ve müzik repertuarımızda yer almıştır.

Atatürk, askerî ataşe olarak Sofya'da görevli bulunduğu dönemde çok sesli müziğe ilgi duymaya başlamıştır. Klâsik müzik konserlerine ve operalara giderek bu müzik türlerini tanıma fırsatı bulmuştur. Cumhuriyetin ilânından sonra, ülkemizde bu müzik türlerinin sevilmesini ve müzik kültürümüzde yer almasını sağlamak amacıyla yapılan çalışmalara önderlik etmiştir. Ülkemizde müzik sanatının gelişmesi için bütün olanaktan kullanmıştır.

Sanatın, bir toplumun ilerlemesindeki öneminin ve vazgeçilmezliğinin bilincinde olan Atatürk, bu düşüncesini şu sözlerle ifade etmiştir: "Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir," "

Atatürk'ün, tiyatro, bale, edebiyat, heykeltıraşlık, mimarî, resim, müzik gibi sanat dallarıyla ve sanatçılarla ilgilenmesi, onları desteklemesi Atatürk'ün sanatla çok yakın bir ilişki içinde olduğunun göstergesidir.

Atatürk, sanatı seven, sanatçılara değer veren ve onları destekleyen eşsiz bir devlet adamıdır. Çocukluğundan itibaren sanata ilgi duymuş ve sanatın bazı dallarıyla çok yakından ilgilenmiştir.

Atatürk, sanatın tanımını şu sözlerle açıklamıştır: "Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu anlatım sözle olursa şiir, ezgi ile olursa müzik, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur."

Atatürk,sanatla ilgili düşüncelerini,Türkiye Büyük Millet Meclisindeki konuşmalarında, Çankaya Köşkünde sanatçılarla yaptığı sohbet ve tartışmalarda belirtmiştir. Atatürk'ün bu konuşma ve tartışmalarda dile getirdiği sanatla ilgili düşünceleri, Türk halkına ileti niteliği de taşımaktadır.

Gençliğinde şiir ve edebiyata yakınlık duyan eşsiz liderin başarılarında da bu okuma sevgisi ve alışkanlığının rolü büyüktür. Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatı boyunca tam kesin sayısı bilinmemekle birlikte civarında kitap okuduğu tespit edilmiştir.

"Bir millet sanata önem vermedikçe büyük bir felâkete mahkûmdur,"

Atatürk'ün zamanında yapılmış bazı binaların güzelliği, ülkemizdeki çağdaşlaşma hareketini ifade edebilecek nitelik taşımaktadır. Ayrıca mimarî eserlerin korunmasına verdiği önem de Atatürk'ün mimarîye olan ilgisinin önemli kanıtlarındandır.

"Dünyada medenî, ileri ve gelişmiş olmak isteyen herhangi bir millet, mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir." “Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa, tam bir hayata sahip olamaz.” “Bir milletin sanat yeteneği, güzel sanatlara verdiği değerle ölçülür.”“Milletimizin güzel sanatlar sevgisini, her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür.” “Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki, o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.”

Atatürk’ün düşünce ve fikirlerini etkileyen hem yerli hemde yabancı yazarlar olmuştur. Atatürk'ün kaleme aldığı ve yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde okuduğu "Nutuk" adlı eseri, Atatürk'ün en büyük edebî eseridir. Yazmış olduğu kitapların yanında kendi yazdığı "Oğuz Oğulları" adlı şiir de Atatürk'ün şiir konusundaki yeteneğini sergileyen bir eserdir.

Atatürk'ün sanatçılarla ilgili düşüncelerini ifade ettiği sözleri ise şunlardır: "Sanatçı, toplumda uzun çalışma ve uğraşlardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır." "Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız." “Sanatkar el öpmez, sanatkarın eli öpülür.”

Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından, toplumsal dehasını bir kez daha göstererek Türk Ulusunun kültürel alanda da gelişiminin şart olduğunu belirtmiş, kültür ve sanat alanında da birçok yenilik getirmiştir.

Türkiye’de yüksek bir medeniyet seviyesine ulaşılması hedefini yakalayan Atatürk, sanata verdiği önemle modern Türk sanatlarının öncüsü ve mimarı olmuştur.

Atatürk, sanatın Türk Milleti için önemini şu sözleri ile ifade etmiştir: Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkılaplarda başarıya ulaşmak demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır.

Ulu Önder, eşsiz devlet adamı Atatürk’ü örnek alarak çocuklarımıza, gençlerimize sanat sevgisini teşvik etmeliyiz. Yetenekli gençleri desteklemeliyiz. Çünkü sanat bir lüks değil, toplumların ilerlemesi için bir zorunluluktur.

Son Dakika Haberleri

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır