çatışmacı yaklaşım / One moment, please...

Çatışmacı Yaklaşım

çatışmacı yaklaşım

Gündem

ALFRED DE MUSSETNecla İsalaro kadar aradım musset hakkında iyi yazı bulamadım. tüm baktıgım yerlerde bır iki satır açıklamadan başka bir şey yoktu. burada buldugum için mutlu old...

OSMANLI PADİŞAHLARININ ÖZELLİKLEGündem TürkiyeSn. @Erhan Özdemir; Kopyalama yerine, site linkini paylaşabilir veya sayfanın Print Scrn tuşu ile fotoğrafını çekebilirsiniz... ...

TOPLUMDAKİ BİREY SAYISI ve NÜFUSİpek ÖnderAhmet bey bana ulaşır mısınız? Önemli. nuripekonder [at] gmail.com

ERKEK SAĞLIĞI VE PROSTAT BÜYÜMESömer yıldırımÖzellikle erkeklerde çok görülen prostat büyümesi ve prostatit benzeri hastalıkların böbreklerin zarar görmemesi için mutlaka tedavi edilmelidir. pros...

BULGARİSTAN VE JAPONYA ÖRNEĞİselamettin acunkeske bu yazıyı biz değil de okuması gerekenler okusa ona göre bişeyler yapmaya calıssa, ne bilim bir adım bir kıvılcım yaratsa. Biz yandık yetenekl...

MASALLAR VE MASAL TÜRLERİEmin ÇELİKyazılarınızı başından bu yana takip ediyorum benim için masal ve edebi türler içerisinde sanki ayrı bir tür özelliği taşıyor. tek başına şiir gibi tek...

OLMAZSA OLMAZ ANDROİD UYGULAMALASafa ARSLANERAngry Birds Aslında basit bir uygulama ancak sesler ve görselliğin mükemmel uyumu sayesinde bir anda oyunun bağımlısı olabiliyorsunuz......

DAVRANIŞ ANALİZİ NE ŞEKİLDE YAPIEmin ÇELİKsadece çocuklar için değil gündelik yaşantımızda biz büyükler içinde tüm bunlar geçerli. sadece içimizdeki isimleri farklı oluyor. oldukça şık bir yaz...

HARİCİ HARDDİSK ALIRKEN DİKKAT ESafa ARSLANERAslına bakarsanız HDD alırken yaptığımız en büyük yanlışlık ucuzuna kaçmak oluyor. Bazı teknoloji marketlerinin elinde kalan ürünleri yarı fiyatlarına...

BİLGİSAYAR NEDEN YAVAŞLAR?sena kızılŞu başlangıçta açılan uygulamalar durumundan haberdar değilimde bu çok iyi oldu, hemen sıkı bir temizliğe başlıyorum, inşallah hızlanır biraz makinam ...

1 DERS NOTU : EĞİTİM SOSYOLOJİSİNDE ÇATIŞMACI YAKLAŞIMLAR Çatışmacı kuramcılar, öncelikli olarak, işlevselcilerin eğitimin ideolojik ve siyasi olarak tarafsız olduğu; ve her çocuğun kişisel becerileri doğrultusunda yükselebileceği en üst noktaya ulaşabilmesini sağlayan meritrokratik bir düzenin geçerli olduğuna dair kabullerine karşı çıkarlar. Çatışmacılara göre, bir toplumdaki eşitsizlikler, kişilerin bireysel niteliklerinden ziyade, toplum içerisindeki sosyal konumlarından kaynaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle, sorun kişisel bir beceri ya da beceriksizlik sorunu değil, toplumsal yapıyla ilişkili bir sistem sorunudur. Dolayısıyla, eşitsiz bir toplumsal yapılanma içerisinde, eğitim de, zaten çeşitli kaynaklara erişim imkânları açısından diğer gruplara göre daha avantajlı olan grupların bu ayrıcalıklı konumunu güçlendirmekten; öte yandan, dezavantajlı grupların bu ikincil konumlarını sürdürmelerinden başka bir işe yaramamaktadır. Bilindiği üzere, farklı sosyolojik yaklaşımlardan biri olan çatışmacı teoriler de, öne çıkardıkları hususlar ya da çeşitli toplumsal ilişkilere getirdikleri ayrıntılı açıklamalar açısından, kendi aralarında farklı kollara ayrılmaktadırlar. Bunlar, odaklandıkları hususlar itibarıyla, eğitim konusuna dair de farklı açıklamalar getirmişlerdir. Çatışmacı teorilerin en köklü olanlarından Marksist teoriler, temel olarak, eğitim meselesine kapitalizm, ekonomi ve sınıfsal eşitsizlikler bağlamında yaklaşırken; daha yakın zamanlarda ortaya konulan çalışmalarda, bu boyutların yanı sıra eğitim alanındaki eşitsizliklerle, cinsiyet, ırk, etnisite ve din gibi toplumsal kurum ve kategoriler arasındaki ilişkiler üzerinde de durulmaya başlanmıştır. Çatışmacı teorilerin temelleri, Karl Marx ve Max Weber in çalışmaları üzerinde geliştirilmiştir. Dolayısıyla, öncelikli olarak, bu iki klasik teorisyenin genel teorileri içerisinde eğitime nasıl bir yer verdiklerine bakılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. A.) KARL MARX Karl Marx, bilindiği üzere, çalışmalarında öncelikli olarak, Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi nin Avrupa da toplumsal yapıda yarattığı büyük değişimin sonucu olarak, ortaya çıkan işçi sınıfı ve onların olumsuz yaşam şartları ve sosyal koşulları üzerinde durmaktadır. Teorik açıklamalarını hatırlayacak olursak, özetle, modern Batı toplumunun üretim biçimini oluşturan kapitalizmin, üretim kaynakların mülkiyeti açısından sahip olanlar (zenginler), ve yoksun olanlar (yoksullar) olarak iki temel grubu ortaya çıkardığı; ve bu kaynakların eşitsiz dağılımı dolayısıyla, iki grup arasında sürekli bir mücadelenin geliştiği tespitinde bulunur. Ona göre, bu mücadeleyi sürekli kılan, toplumsal yapı içerisindeki konumları dolayısıyla, zenginlerin, onun ifadesiyle burjuvazinin, iktisadi kaynakları denetimleri altında tutmaları ve böylece gücü, zenginliği, üretim araçlarını, diğerleri üzerinde belli bir etkiyi, ve çeşitli ayrıcalıkları ki bunun içerinde en kaliteli okullara giderek, en iyi eğitimi alabilme imkanı da bulunmaktadır- tüm bu nitelikleri ellerinde bulundurmaktadırlar. 1

2 Buna karşın, yoksullar, onun deyişiyle, proletarya ise, yaşamlarını daha iyi koşullarda sürdürebilmek için, iktisadi zenginlikten kendilerine uygun görülen paydan daha fazlasını edinebilmek için sürekli bir mücadele vermektedirler. Marx a göre, zenginler, toplumsal yapıdaki bu eşitsizlikleri sürdürmek, ve işçilerin kendilerine karşı verdiği mücadeleyi dizginleyebilmek için genellikle çeşitli baskı araçlarının gücünden yararlanmaktadır. Ancak, bunun yanı sıra, geniş kitlelerin ne düşüneceklerini kontrol etmeyi sağlayan ideolojinin gücünden de yararlanmaktadırlar. İşte Marx a göre, eğitimin ve okulların kapitalist sistem içerisindeki rolleri burada devreye girmektedir: Ona göre, okullar, öğrencilere genel olarak, tam da zenginlerin çıkarlarına uygun gelen bir eğitim vererek, onlara adeta yanlış bir bilinç (false consciousness) aşılamaktadır. Okullarda gençlere belletilen bu ideoloji, onlara, aslında kişisel yeteneklere dayalı olan meritrokratik bir sistemin geçerli olduğunu, dolayısıyla yükselmek ve zengin olabilmek için aslında herkesin eşit bir şansa sahip olduğunu öğretmektedir. Şayet, birileri zengin olmuşsa bunu kişisel beceri ve çabalarıyla başarırken; yoksul kalanlar ise, suçu kendi beceriksizlikleri, zaafları, ve tembelliklerinde aramalıdırlar. Böylece, böyle bir ideolojiyi benimseyen gençler, aşağı pozisyonlarından dolayı, nüfusun zengin kesimlerini suçlamaktan vazgeçecek; onun yerine, bu yapıyı ve dolayısıyla bundan sonraki kaderlerini kabul ederek, yaşamlarına devam etme yolunu seçeceklerdir. Karl Marx ın eğitim konusundaki görüşleri, kendisini izleyen kimi teorisyenler tarafından geliştirilerek, günümüzde eğitimin toplumsal yaşamdaki rolü konusunda yeni açılımlar üretilmiştir. Bunlar arasında önde gelen isimler, Louis Althusser, Nicos Poulantzas, Samuel Bowles ve Herbert Gintis i, Paul Willis, ve daha birçoklarını saymak mümkündür. Bu teorik yaklaşımları, kapitalist yapı içerisinde yarattığı sonuçlar ve tepkiler açısından, temel olarak, yeniden-üretim (reproduction) ve direnişçilik (resistance) başlıkları altında değerlendirmek mümkündür. a.) SINIFLARIN YENİDEN ÜRETİMİNİ SAĞLAYAN BİR ARAÇ OLARAK EĞİTİM 1. LOUIS ALTHUSSER Althusser, Marx ın temellerini attığı ve burjuvazinin kapitalist yapı içerisindeki baskın konumunu sürdürmek amacıyla yararlandığı devlet gücünün, bir yönüyle baskıya, diğer yönüyle ideolojik manipülasyona (güdümleme) yani rızaya/iknaya dayandığına dair teorisini geliştirmiştir. Buna göre, kapitalist sistemde devlet aygıtlarını, baskıya (zora) ya da iknaya dayalı olarak yüklendikleri işlevler açısından ikiye ayırmak mümkündür. Bunlardan devletin baskı aygıtları, hükümet, ordu, polis, mahkeme ve hapishanelerden oluşurken; devletin ideolojik aygıtları ise, din, aile, hukuk, siyasa, sendika, kitle iletişim araçları, ve çeşitli kültürel kurumlardan meydana gelmektedir. Devletin baskı aygıtı olarak sayılanlar, temelde, burjuvazinin gücünü zora/baskıya/cezalandırmaya dönük olarak kullanırken; eğitimin de bir uzvunu oluşturduğu devletin ideolojik aygıtları ise, genellikle, bu gücü vatandaşların sistemin devamlılığı ve meşruiyeti hususunda ideolojik olarak ikna edilmelerine dayanmaktadır. Althusser e göre, devlet, değişik durum ve zamanlarda, her iki kategorideki araçlarından yararlanabilmektedir. 2

3 Bu kapsamda, Althusser e göre, eğitim, kapitalist yapının ve burjuvazinin iktidarının sürdürülebilmesi bağlamında, çok önemli bir ideolojik işleve sahiptir. Ortaçağ toplumunda bu işlev temel olarak kilise tarafından yerine getirilirken; bugün artık eğitim kurumları bu alanda temel bir rol oynamaktadırlar. Bu anlamda, okulun temel görevi, kapitalist üretim ve yani sınıf ilişkilerinin yeniden-üretimidir. Buna göre, okul, bilhassa alt sınıftan öğrencilere, hem daha ziyade yönetici ideolojiye boyun eğmelerini sağlayacak teknik beceriler; hem de sınıfsal pozisyonlarını içselleştirmelerini sağlayacak ahlaki ve toplumsal kuralları öğretir. Althusser, bu yapıyı şu şekilde anlatmaktadır: Okul, tüm toplumsal sınıfların çocuklarını anaokulundan başlayarak alır, ve yeni veya eski yöntemlerle, yıllar boyunca, çocuğun etkilere en açık olduğu çağda, devletin ideolojik aygıtlarından bir olan aile, ve bir diğeri olan okullar arasında sıkışmış olduğu yıllar boyunca, egemen ideolojiyle kaplanmış becerileri (Fransızca, hesap, doğa tarihi, bilimler, edebiyat) ya da sadece katıksız egemen ideolojiyi (ahlak, felsefe, yurttaşlık eğitimi) tekrarlaya tekrarlaya çocukların kafasına yerleştirir. On altıncı yıla doğru bir yerde, dev bir çocuk kitlesi üretimin içine düşer: Bunlar, işçiler ve küçük köylülerdir. Öğrenim görebilecek gençliğin bir başka bölümü yoluna devam eder: Ve zar zor kısa bir yol daha aldıktan sonra bir kıyıya yıkılır ve küçük ve orta teknisyenler, beyaz yakalı işçiler, küçük ve orta devlet memurları, her türlü küçük burjuva tabakaları oluşur. Son bir bölüm ise zirveye ulaşır, ya aydınlara özgü yarı-işsizliğe düşmek, ya da kolektif emekçilerin aydınları dışında, sömürü görevlileri (kapitalistler, işletmeciler), baskı görevlileri (askerler, polisler, siyaset adamları, yöneticiler, vb.) ve profesyonel ideologlar (çoğu inanmış laik kimselerden her türlü papaz) sağlamak üzere işlev görür. Marksist kuramda üst yapı kurumlarından sadece birini oluşturan devlet, Althusser e göre, tüm yapıyı kapsayacak biçimde devleştirilmekte, eğitim de, din, aile, vb. ile birlikte, bu yapının parçalarından birini oluşturmaktadır. 2. NICOS POULANTZAS Benzer görüşleri, Marx ın takipçilerinden olan Poulantzas da ileri sürmüş, ama Althusser in devlete, eğitime ve ideolojik yapıya yaptığı vurguyu abartılı bulmuştur. Poulantzas a göre, toplumsal ilişkileri ve kurumları belirleyici olan altyapı yani üretim ilişkileri olmasına rağmen; Althusser in açıklamalarında, üstyapı kurumlarından sadece biri olan devlet, neredeyse altyapıyı ve sınıfsal ilişkileri belirleyen bir konuma yükselmiştir. Ona göre, toplumda temel birim ekonomidir. Diğer üstyapı kurumları, kısmi bir özerkliğe sahip olmalarına rağmen, son tahlilde altyapı tarafından belirlenirler. Üstyapı kurumlarının ekonomik altyapıyla ilişkili olarak nesnel işlevleri vardır. Bu işlevler, yönlendirme ve baskı, yeniden üretim ya da meşrulaştırmadır. Eğitim açısından öğretmen, sistemin toplumsal üretim ilişkilerini yeniden üretme 3

4 ve meşrulaştırma için görmesine dayalı olarak öğretim yapar. Bu bağlamda, okulu, devletin aygıtlarından biri olarak kabul etmek doğrudur. Ancak, yine de, okulun sınıfsal bölünmeleri yarattığını iddia etmek, üstyapı kurumlarına hak ettiklerinden fazla değer biçmek olur. Okul, olsa olsa, mevcut olan sınıfsal bölünmelerin yeniden üretimine katkıda bulunan kurumlardan biridir. Okul gibi, diğer devlet aygıtlarını belirleyen de esas olarak üretim ilişkileridir. Aygıtları kumanda eden de sınıf savaşımıdır. Dolayısıyla, Poulantzas ın kendi ifadesiyle, devletin ideolojik aygıtlarının, ve bunlardan biri olan okulun, toplumsal görevlerin yeniden üretiminde, onların biçimlendirilmesinde ve dağıtımlarında kesin ve özel bir yeri varsa da, bu işler yeniden-üretimin asıl belirleyici yönüyle, yani yerlerin, mevkilerin yeniden üretimi ile sınırlandırılmıştır. 3. RALPH MILIBAND Marksist ekol içerisinde yazılar yazan Miliband ise, okulların var olan toplumsal ve ekonomik düzeni sürdürmeyi üç biçimde gerçekleştirdiğini iddia etmiştir: Buna göre, okullar ilk olarak, işçi sınıfı kökenli çocukların çoğunluğuna yönelik sınıfsal konumlarını onaylayıcı bir rolü yerine getirir. Alt sınıflardan gelen çoğu çocuk, başarısızlıklarının nedenini kendi yetersizliklerinde bulmayı öğrenirler. İkinci olarak, eğitim, öğrencilere orta sınıf değerlerini aktarır. Böylece, okullar, işçi sınıfı kökenli çocuklara yabancı bir kültür, değerler ve dil yüklemiş olur. Üçüncü olarak, eğitim, toplumdaki egemen güçlerin onayladığı temel değerleri aktarır. Bu bağlamda, ilk ve orta öğretim kurumları olduğu gibi, üniversiteler de bu meşrulaştırma sürecine katılmaktadırlar. Üniversiteler, büyük ölçüde devletin ve iş dünyasının baskıları sonucunda uyumcu bir düşünce biçimine yönelik bir teşvik içine girerler. 4. SAMUEL BOWLES ve HERBERT GINTIS Marksist çatışmacı paradigma içerisinde yer alan diğer iki eğitimci, Bowles ve Gintis dir. Bu alanda hatırı sayılır bir yere sahip çalışmaları olan Schooling in Capitalist America (Kapitalist Amerika da Okullar) da ve sonraki çalışmalarında geliştirdikleri argümanlar şu şekildedir: Onlara göre, tüm okul sistemi öğrencileri uyumlu ve etkin bir işgücü oluşturacak biçimde baskı altına almakla birlikte; değişik okullar bu görevi başka biçimde yerine getirmektedir. Zira, farklı sınıfsal pozisyonları karşılayabilmek için, farklı sınıflara verilecek eğitimin de ayırıcı bir niteliğinin olması gerekmektedir. O halde, eğitim sisteminin işlevini sınıfsal farklılıklardan bağımsız biçimde incelemek olanaklı değildir. Okullar, kapitalist düzenin çıkarlarına hizmet eder ve baskıcı bir kapitalist toplumda gereken değerleri ve kişilik özelliklerini yeniden üretir. Ancak, genel olarak bakıldığında, verilen eğitimin, kapitalist 4

5 sistem içerisindeki farklı sınıflara göre değişik içerikte yapılandığı görülmektedir. Örneğin, işçi olacak bir öğrenciye aktarılacak değer ve beceriler, üretim ve işletme yöneticisi olacak olan öğrencilere aktarılmaz. Kol işçisi olacak olan öğrencilere işinde dakik olma, emirleri yerine getirebilme becerisi ve üstlerine saygı gösterme öğretilirken; yönetici olarak iş yaşamında yer alacak öğrencilere ise, işinde esnek olma, sorunları çözme yeteneği ve değişime açık olma ile yeniliğe yönelik elverişli tutumlar aşılanır. O halde, mezunları çoğunlukla düşük statülü meslek ve işlere girecek okullar, örneğin meslek ve teknik liseler, kurallara uyma ve kurulu otoriteye boyun eğmeyi öğretirken; öğrencilerin seçkin konum ve meslekler için hazırlandığı okullarda, örneğin yüksek puanlı okullar, üniversiteler, özel okullar, öğrenciler bağımsız iş yapabilme kapasitesini geliştirme, seçenekler arasından zekice seçimler yapabilme ve normları içselleştirebilme becerilerini geliştirmeye çalışılır. Bu farklılıklar, müfredatta olduğu kadar, okulların toplumsal örgütlenmesinde de görülür. Alt sınıf kökenli öğrencilerin gittiği okullarda daha sık ödev verilir. Bu ödevleri nasıl yapacaklarına ilişkin daha az seçim hakkı tanınır ve daha fazla öğretmen desteği sağlanırken; üst sınıf kökenli öğrencilerin okuduğu okullarda daha açık ve esnek bir eğitsel ortam bulunur. Bu tür farklılıklar, hem farklı sınıfsal değerleri, hem de yüksek ve düşük statülü mesleklerde iyi bir performans için gereken farklı kişilik türlerini yansıtırlar. Sonuç olarak, Bowles ve Gintis e göre, eğitim sistemi, kapitalist yapı içerisinde var olan sınıfsal yapının yeniden üretiminde iki temel işlev görür: İlk olarak, okullar, ekonomik başarının asıl olarak yeteneğe ve uygun becerilere bağlı olduğu inancını güçlendirerek, sınıfsal yapıyı ve eşitsizliği haklılaştırır ya da meşrulaştırır. İkinci olarak ise, okullar, gençleri, kapitalist ekonomi için elverişli olan kapasiteleri, nitelikleri, fikir ve inançları oluşturarak, sınıf egemenliğine ve yabancılaşmış işgücüne dayalı dünyadaki yerlerine yönelik olarak hazırlar. Bowles ve Gintis, işlevselci teorisyenlerin iddialarının aksine, meritrokrasinin geçerli olduğunu reddederler. Onlara göre okullar, seçimin meritrokratik olduğu konusunda ikna için işler. Bu ikna, herkesin kendi sınıfsal konumuna layık olduğu savının benimsetilmesine yöneliktir. Seçimin adil biçimde yapıldığı savı da, güya yetenek ve zeka temellerinde gerçekleştirilir. Nesnel ölçütler olarak dikkate sunulan IQ testleri de bu işleve hizmet eder. Fakat bu ölçütler, okula ve okul sonrası yaşamdaki başarının büyük ölçüde toplumsal sınıfla bağlantılı olduğu gerçeğini gizler. Bowles ve Gintis e göre eğitimdeki bu eşitsiz yapı, reformlarla değil, ancak iktidarın ve üretim araçlarının mülkiyetinin dağılımında yapılacak bir devrimle aşılabilir. 5

6 b.) İŞÇİ SINIFI GENÇLERİNİN TOPLUMSAL DİRENİŞİNİN ARACI OLARAK EĞİTİM 5. PAUL WILLIS Genel olarak, yukarıda ifade edilen Marksist teorilere getirilen eleştirilerin başında, bunların, gençleri, kendilerine verilen eğitimi kayıtsız şartsız kabul eden kitleler olarak görmeleri ve herhangi bir yaratıcılık, karşı çıkış, bağımsız tepki ya da farklılaşmayı öngörmemeleri gelmektedir. Bu teorilere göre, devletin eğitim aracılığıyla bilhassa işçi sınıfından çocuklara uyguladığı baskıcı ve manipülatif eğitim sonucunda, çocukların aynı tornadan çıkmış kalıp-insanlara dönüşmekten başka seçeneği yok sayılmıştır. Marksist bir eğilime sahip olmakla birlikte, Willis in eğitim sosyolojisine katkısı bu açıdan hayli önemlidir. 6

Çatışmacılık sosyoloji tarihinin en önemli ve kritik teorilerinden biridir. Çatışma kuramına teorik olarak yaklaşıldığında, odağın aslında toplumsal düzenliliğin aksine eşitsizliğe, tabakalaşmaya ve bu sebeplerden doğan rollere ve davranışlara bağlı olduğu görülmektedir. Çatışma kuramı, toplumun genel düzenini açıklayan ve işlevselcilik kuramına, yani toplumun birlikte işleyen ve birbirine bağlı birimlerden oluşan bir düzen olmasına karşı alternatif olarak çıkan bir teoridir.[1]

 

Toplumlar farklılıklardan oluşmaktadır. Bilinen insanlık tarihi yüzlerce yıl savaşla geçmiştir. Yani insanlık tarihine bakıldığında gerek bireysel gerekse grupsal olarak karşılıklı olarak farklı amaçlar için şiddetli mücadeleler yaşanmıştır. Farklılıklar arasında da sürekli olarak çıkar çatışmaları gerçekleşmektedir. Çatışma kuramı birçok sosyolojik teoriye kaynaklık etmiştir ve en önemli katkılardan biri ise, hepimizin ilk aklına gelen Karl Marx tarafından yapılmıştır. Marx, diyalektik materyalist kavrayışına bağlı olarak tarihi ve toplumları sınıfların çatışmasına bağlamıştır.

 

Marx, 1881 yılında Almanya’da orta sınıf bir ailede dünyaya geldi ve üniversite eğitimi boyunca hukuk, tarih ve felsefe üzerine odaklandı. Serinin ilk yazısında da üzerinde durduğum gibi, sosyoloji şu anki bütünlüğünü aslında Karl Marx durumunda da gördüğümüz gibi klasik düşünürlerin ve öncülerin zemindeki eğitimlerinin çeşitliliğine borçludur. Marx, kariyerine akademi ile devam etmenin aksine ekonomi ve işletmeye olan ilgisi sebebi ile, sanayileşme döneminde işçilerin çalışma koşullarını araştırmaya ve gazeteciliğe odaklandı. 1848 yılında Almanya’daki devrimde kendisi de yer aldı ve aynı yılda Friedrich Engels ile şu anda önemini koruyan Komünist Manifesto’yu yayınladı. Devrimci görüşlerinden dolayı Almanya ve Fransa’dan sürgün edilip hayatını İngiltere’de devam ettirdi.[2]

 

Karl Marx’a göre tüm toplumsal yapılar ve enstitüler maddi konumların farklılaşmasına ve eşitsizliğe göre oluşmuştur ve bu eşitsizlik de toplumlardaki, bazen açık, ama çoğu zaman gizli çatışmayı sürdürmektedir. Marx’ın çatışma teorisine göre, burjuva (üretim araçları sahipleri ve kapitalistler) ile proletarya (işçi sınıfı ve yoksullar) arasındaki sınıf çekişmeleri kuramın ana noktasıdır. Marx, Avrupa’daki kapitalizmin yükselişini burjuva ve proletarya arasındaki çıkar çelişkilerine ve haksız şekilde paylaştırılan kaynaklar ile açıklamakta idi. Marx’ın çatışma kuramı tarafından açıklanan sistem, eşit olmayan toplumsal düzen ve burjuva tarafından belirlenen değerler ve koşulların kabul edilmesini sağlayan ideolojik bir baskı yolu ile sağlanmaktadır. Marx’ın kuramını bir formül ile açıklamak gerekirse toplum, altyapı ve üstyapı ögeleri tarafından kurulu bir sistemdir. Bütünün, yani toplumun temelini ise altyapı oluşturmaktadır. Marx’ın altyapı dediği kategori üretim güçlerini, yani araçlar, aletler ve iş gücünü ve üretim ilişkilerini içermektedir. Marx’a göre toplumun yapısını biçimlendiren ve sosyal sınıfların oluşumunu belirleyen üretim ilişkileridir. Yani üstyapı, altyapıdan kaynaklanır. Üstyapı maddi olmayan ögeler (ideoloji, din, ahlak vb.) tarafından kuruludur ama maddi tabanı oluşturan altyapı ile ilişki içindedir.[3]

 

Marx, proletarya için sosyoekonomik koşullar kötüleştikçe kapitalist burjuvanın elindeki sömürüyü ortaya çıkaran bir sınıf bilinci geliştireceklerini düşünmekteydi. Ardından ise durumlarını değerlendirmek için taleplerde bulunarak, isyan edileceğini öngörmekte idi. Ancak Marx’a göre, eğer talepler kapitalist sistemin içinde tatmin edilirse bu çatışma bir döngüye dönecektir. Bu döngüyü de bozabilecek tek şey barış ve istikrarın sağlanacağı yeni bir toplum düzeni -sosyalizm- olacaktır.[4]

 

Bugün Karl Marx’ın ölümünden bir asırdan fazla zaman geçmesine, global bir kapitalist sistemde olmamıza ve politik sistemler ile ilişkilendiren teorilerinin dünyada görülmemesine rağmen hâlâ onun görüşünde çatışma kuramını okuyoruz. 19. yüzyılın ortasında bugünün global ekonomisi üzerine olan tahminleri ile, Marx doğuşundan 200 yıl sonra bile hâlâ bugünün toplumu ile bağlantılı.[2]

 

Karl Marx’a ek olarak çatışma teorilerine katkıda bulunan başka sosyologlar da bulunmaktadır. Örneğin, Georg Simmel’e göre gruplar arasındaki çatışma, ortak bir algı yaratıp, grup dayanışmasını ve merkezleşen otoriteyi sağlamaktadır. Bu gruplar arası çatışmalar ise bilinçli ve bütünleşen gruplara sebep olur. Yani Marx’ın aksine, Simmel’e göre, çatışma olumsuz değildir. Feminizm içinde de benzer bir çatışma kuramı görülmektedir. Cinsiyetler arası olan çatışmalar ataerkil toplum düzenini destekler; aynı sınıflar arası çatışmalar ve kapitalizmde olduğu gibi.

 

İnsanlık tarihi boyunca çeşitli türde çatışmalar yaşanmıştır ve bu çatışmalara farklı açıklamalar getirilmiştir. Ancak özellikle Soğuk Savaş sonrasında, bu çatışmalar makro, örneğin devletler arası olmak yerine, 21. yüzyılda kimlik temelli çatışmalar daha yaygınlaşmıştır.[5] Yani çatışma teorisi kaynakların, gücün ve sosyal statünün toplumda eşit olmayan bir şekilde dağıtılması ile ilgilidir. Bu eşit olmayan dağılımlar ise hem toplumdaki değişimlerin motorudur, hem de bulunan sistemi idame ettirmek ile ilgilidir. Çatışma kuramı, yukarıda da belirtilen işlevselci kurama karşıt bir alternatif olarak, sosyolojinin temel tatışmalarından birini oluşturmaktadır.

 


 

 

Kaynakça

[1] Keçer, Ö. (n.d.). Çatışma Kuramı Adı Altında Marx’ın Düşüncesinde Yabancılaşma. Sosyal Hizmet Uzmanı.

[2] Dillon, M. (2014). Introduction to Sociological Theory: Theorists, Concepts, and Their Applicability to the Twenty-First Century. 2nd ed. Oxford: Blackwell Publishing Ltd.

[3] Cole, N. L. (2019). Çatışma Teorisi. Greelane.

[4] Şahin, Y. (2013). Çatışma Kuramları ve Kimlik Temelli Çatışmalar: Teorik Bir Giriş. Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümleri Dergisi1(1).

[5] Akdağ, İ. (2020). Çatışma Teorisi Bağlamında Tarihsel-Toplumsal Çatışmanın Değişen Biçimleri Üzerine Bir İnceleme. Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi 15(10), 5233-5251.

 

Fotoğraf için tıklayınız.

 

↑ Yukarı Çık ↑

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır