Zeynep Uzunbay
Varlık / Sayı / AğustosDurun, Sessizlik Soysun SiziAvluya Düşen Gölge'yi bir kez okuduktan sonra yitirdim. Yeniden, dönüp dönüp okuma isteği ve bulamamanın sıkıntısıyla geçti günler.
Yazmak istiyordum ve işin garibi yazabilmek için tek güvendiğim şey, sözcüklerimi yitirmiş olmamdı.
O söylenmeyen yerde öylece durdum. Zaman zaman sayıklamaya benzer sözcükler dökülüyordu ağzımdan: İnsanın durup düşündüğü, düşünüp kaldığı; şiirini yazmayı aklından bile geçirmediği yaşamalar. Yazmayı düşününce telâşlanacağı, yazmaya kalkışınca büyünün bozulup, bağlantıların kopacağı anlar. .. Şiirin şiiri, imgenin gölgesi, sözün tözü, formül, duyguların büyüteci, acının tarihi Ben neler diyordum böyle?
Sonunda Avluya Düşen Gölge'yi; içimde kalmış dizelerin, imgelerin anahtarlarını buldum. Kayıplar hanesinde bir kıpırtı, bir telaştır başladı. Kilitlenip kaldığım anlarda dünya kadar genişledim, hatta dünya benim içimdeymiş gibi oldum. İyice baktım, İlhan Berk'in şiirleri, konuşkan bir sessizlikle geçiyordu içinden.
Bir çocuk yazmış bunları, dedim. Kayacılık, otçuluk, ölümcülük oynayan, hem tek başına oynayan bir çocuk. Bakması arkadaşı olmuş, her oyuna bir zaman biçmişler birlikte ve her şeyi kendisine oynatmışlar, bu oyunda.
Kimi sözcüklerini duydum, kimilerini de ben uydurdum. Çocuklar hiç kimse için oynamazlar oyunlarını.
İlhan Berk, düşünmeyen dünyanın yerine düşünüyor.
En can alıcı yerinde de: Çıt! Şiir. Okuduğumuzda, "Çıt" sesine dek olan süreci, sözcüklere nasıl sarıldığımızı, sözcüklerinkinden apayrı bir an'ın sesine nasıl yükseldiğimizi duyumsayabiliriz. İyi de bu an'ın sesi nedir? Her şey ya da hiçbir şey. O desin ölüm. Çünkü ölümün geleceği yok; sonsuz Sonra? Sonra da yok; çünkü sonra tarih dışı. Değil mi ki çıktınız, dönmek aklınızdan bile geçmez. Geçse ne olacak, merdiven düşmüştür zaten.
Ona gidebileceğim bir keçi yolunu boşuna arıyorum.
Belli ki bu yolu kendim açmam gerekiyor. Nicedir asfalt yollara alışan ayaklarımın işi zor. Varsın biraz burkulsun, çizilsin, kanasınlar. Neyse ki yolun sonunda bir şey bulamayacağımı da anladım. Aslolan yolun kendisi. Ne diyor İlhan Berk,
"Gizem her şeydir."(Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum)
"Hey
kayalar
evin
tiniyim ben"
Ev gövde, İlhan Berk'se bu gövdenin ruhu; esintisi, souğudur. Ama "Tin yalnız"dır da. Yoksa yalnızlığını mı söylemek ister İlhan Berk bu şiirde? Hoş, o yalnızlıktan kurtulmanın yolunu çocukken buldu; ırmak olmak istedi
(Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum). Irmaklara çağırttı kendini. Birbirlerinin olmalıydılar, birbirleri olmalıydılar. İlhan Berk dünya olursa, dünya o zaman başlardı düşünmeye. Belki de oradaydı sözün sıfıra indiği dil. Şurdan bir yol açsam mı kendime? "Dünya düşünmez" İlhan Berk'se tinsizlik edemez.
İlhan Berk'in her şiiri bir soru bulutu oldu benim için. Kimilerini bulut halleriyle izledim, bunun zevkini de hiç azımsamıyorum doğrusu. Ama yağmurunda kalmak Şimdi tutup size yağmurda yürümenin güzelliğini anlatacak değilim. Bilen bilir zaten. Ben yalnızca şakaklarımdan sızan, kirpiklerime düşen soru damlacıklarını göstermek istiyorum.
BEYAZ GÖMLEKSesin
beyaz
gömleğim
nerde
Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum'da
"Sesti her şey. Sesti cennet, cehennem Sesti evren."
diyen İlhan Berk, bu şiirinde sesi; her şeyi, cenneti cehennemi, evreni mi giyinmek istiyor? Her şey olan ses, neden beyaz? Bunun yanıtını, yine Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum 'daki "Hem nesneler hem şairler beyaz bir dille konuşurlar. Us bunu kavramaz." sözlerine aramak gerekiyor belki de. Usum kavrayamıyor ama şiiri çok seviyorum. Kirpiğime düşen yağmur damlası, anlayın işte.
Şimdi
OTLAR EĞRELTİOTUNehirlerin ağzında
eğrelti otu
adım"
Suydu, çakıltaşı onu su sandı, şimdi de nehirler ona eğreltiotu dediler. Neresinden bakılsa vazgeçilmez bir birlikteik. Nehirlerin en çok gördüğüdür eğreltiotu. Nehir, eğreltiotundaki yeşilin her tonuna (her ton, yaşamalara karşılıktır), eğreltiotuysa nehrin akışına, acelesine, her şeyi görüp hiçbir yerde durmamasına ve daha bilmem nelerine tanıktır; nehre en yakın durandır eğreltiotu, desem de bence şiirdeki anahtar sözcük ağız. Bunu, "nehirlerin dilinde eğreltiotu adım" gibi algılayabiliriz. Öte yandan "nehirlerin ağzı" nehirlerin denize döküldükleri yerdir. Yani nehir için bir sondur, dedikten sonra bir soru uzatıp geçeceğim nehri: Nehirler eğreltiotuna verdikleri hayatı bilirler mi?
İlhan Berk için otların ne denli önemli olduğunu biliyorum. Hatta dağlara da onlar için gittiğini düşünüyorum. Dağlarda dolaştığı kitabında, "Otların canı sıkılmaz." (Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum s. 25),
"Duydum bir ot konuşuyor kendince" (Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum)diyen Berk, Avluya Düşen Gölge'deki Sıkıntı adlı şiirinde:
"Canım
sıkılıyor
dedi
ot"
Diyor. Neden? Bilmem, belki de kendine sormalı. Bu da, ne söylesem o değil şiirlerden biri işte. Ama Ayrıkotu için Özür adlı şiirinin bende sözcüğe dökülebilen çağrışımlarından söz etmeliyim:
"Bağışla
ayrıkotu
hep ben
konuştum"
Ayrıkotu özellikleri nedeniyle, çoğunlukla olumsuzlamalarda kullanılan bir sözcük. İstenmeyendir, arsız ve yüzsüz bilinir. Suyu görmeye görsün, koparılıp atıldığı yerde, yeniden yeşeriverir o. Bir oturumluk yer ister, sonra da daralan çıksın, der. En önemli özelliği ölüme ve dirime çok yakın duruyor olması. Bunca ölüm kalım savaşı yaşamış ayrıkotunun anlatacaklarını İlhan Berk dinlemeyecek de kim dinleyecek? Ayrıkotundan özür dilemek, bence, verili-kurulu şiire bir başkaldırı. Sözü, el bebek gül bebek büyüttüğümüz gül'e, alımına çalımına vurulduğumuz gül'e bırakmaya benzemiyor bu, hem onlar hiç susmuyor ki zaten.
Avluya Düşen Gölgede düşünüp kaldığım şiirlerden biri de Orda:
"Orda
bir ökseotu
der uyuyamıyorum
neden gecikti gece"
Ökseotu, hem zararlı hem de yararlı bir bitki. Neden uyuyamıyor? Asalak olduğu, kimbilir kaç kuşun kanına girdiği için mi? Bezginliği, uyuyup unutma arzusu sezilmeyecek gibi değil. Asalaklığından, tuzak oluşundan huzursuz, ama yaşamını sürdürebilmek için, karanlığa olsun gizlenip uyumaya gereksinimi var. Rüyasında, hekimlikte kullanıldığını görür belki de.
AĞAR GECE
"Ağar
Gece
konuşsun diye
sessizlik"
İlhan Berk'in istediği de bu, "ağar' sözcüğünde istediğimiz gibi, istediğimiz kadar dolaşacağız:
Bir kere, şiirin adındaki "ağar"ı hem ağarmak hem de ağmak eylemi olarak algılayabiliriz. Diyelim, gece ay ışığı ile aydınlanınca, sessizlik konuşmaya başlar. "Ağar" yükselmek anlamında düşünülürse, gece (karanlık) yükselecek ve her yanı saracaktır ki sessizliğin sesi duyulsun.
Ya da tam tersi, nesnelerin dilini görüntüleri olarak kabul edersek, karanlık yükselip yerini aydınlığa bırakınca, karanlıkta sessizliğe bürünen nesneler konuşmaya başlayacaklar. Ağmak ve ağarmak eylemlerini "sessizlik" için de düşünebiliriz. Bu kez yükselen sessizliktir, gece konuşsun diye. Ya da gecenin konuşabilmesi sessizliğin ağarmasına, oluşmasına bağlıdır. Ne mi konuşacaktır gece? Ne mi konuşacaktır sessizlik? Tam burda, söylemeler değil düşünmeler önem kazanıyor işte; söz sıfır!
Kitabın
Su Günleribölümündeki
VI.şiir için, söylenecek değil ama dalıp gidecek çok şey var. Zaten yazının başından beri, yazdığım için kızan Zeynep'i susturmaya çalışıyorum. Yine de bir yanım suya bakadururken -bakmak her şeydir- bir yanımla Su Günlerindeki sözcüklerin beni götürdükleri yerleri paylaşmak istiyorum.
SU GÜNLERİ
Su
seni soruyor
senin
ayağına geldi"Suyun sormasını ve ayağına gitmesini, hem alçakgönüllülük hem de hiç emek vermeden elde edilmek gibi düşünüyorum. Bunun nedeni bence
SU GÜNLERİnde beliriyor:
"Ben
suymuşum eskiden
Thales
söylüyor"Ayağına gidilen insanla, kendi isteği ile gelen su arasında, bir sorun, bir ayrılık yaşandığı belli. Büyüklük yine suda kalıyor. Su araya giren ve değişen her şeye karşın, soruyor ve buluyor, ne de olsa doğanın annesi o. Su gibi saran bir şey daha geliyor mu aklınıza? İnsanın suyla buluşması, her şeyin özüyle buluşması gibi bir şey.
SU GÜNLERİ,İlhan Berk öyle söylemese de, suyun geldiği yerlerden (eski dostlardan) insana getirdiği bir haber gibi düşünmek istiyorum:
"Çakıltaşı
seni
su
sanıyor"SU GÜNLERİ, VI- bana kim karışabilir?- Kenti, kırı, varoşları, yabancılaşmayı düşünerek okuyorum, her şeyin yerine oturmasına ben bile şaşarak:
"Kentin ağzında
bir su birikintisi
bu dünyada
değilmiş gibi duruyor""Kentin ağzı"nı kentin bitip varoşların başladığı yer olarak, "bir su birikintisi"ni de hem kırdan (akarsuyundan) koparılmış hem de kentin dışına ittiği, kustuğu insan gibi düşünüyorum; kente karışamayan, kırına dönemeyen ve sanki bu dünyada değilmiş gibi duran yurtsuz, dünyasız insan Öte yandan, kentteki her insanı, kentin her an yutabileceği, akarsudan kopmuş bir su birikintisi olarak algılamak da olası.
SU GÜNLERİ, VIise, atılmaya, kuşatılmaya, yutulmaya karşı atılan bir çığlık, insanın öz çığlığı:
"suyum
ben
bırak
gideyim."
Çocukluğumda pınar oluklarını avuçlarımızda kapatır beklerdik.
Açtığımızda daha gür akması çok hoşumuza giderdi. Bizi gören yaşlı bir kadın "Su geri döner, bir daha akmaz." dediğinde çok korkmuştum. (Her yerden, her şeyden geçeyim; hiçbir şeyde, hiçbir yerde kalmayayım. Kime söylüyorsun? Ona, herkese, kendime)
ÖLÜM BÜYÜK İlhan Berk Şairlerin başucu kitabıdır aşkla ölüm, Öte yandan ikisi de aynıdır aslında. Hiçbir şey, aşkla ölüm kadar özdeş değildir. Dahası, aşk içerir ölümü. Ölümü dışlamaz gerçek aşk. Birlikte dünyaya gelmiş gibidirler. diyor.
Ölüm, yaşamaları incelen yerlerinden Çıt diye koparıverir. Ya aşk? O da Çıt diye başlayıp Çıt diye mi biter?
ÇIT
Çıt
der
ölüm
Çıt
Ama hayır!ÖLÜM HİÇBİR ŞEYE BENZEMİYOR
Bir nilüfer yaprağı
yüzüyor
suyun yüzünde
Ölüm hiçbir şeye benzemiyorŞiiri dinlediğimde bana söylediği şuydu: Nilüfer, bataklık çiçeğidir. Hayat veren ölür, öyleyse her şey ölümden doğar. Şairin bu bölümün ilk şiirinde söylediği gibi biz onunuz / gülen ağızlarımızla
Avluya Düşen Gölge'yi bir kez okuyup yitirdiğim sıralar,
GÖK KOF adlı şiir, nedense "yaşam / kof / ölüm / kırdan dönüyor" olarak kalmış belleğimde. Doğrusu:
"Gök kof
ölüm
kırdan dönüyor"
Şiirin rengi değişti, sorular yine yağmaya başladı. Gök dolu sanılıyor, ama boş. Neyle dolu olduğu sanılıyor? Tanrıyla mı, cennetle mi, ruhlarla mı? .. Ölümse gerçek, sıkı. Kırdan dönüyor. Neden kırdan dönüyor? Neden dönüyor? Kırda ne yaptı? Nereye, ne yapmaya dönüyor? Ölüm, gök kof diye mi dönüyor? Gezintiye mi çıkmıştı? Neden kır? Kır, çoğu boş ve geniş yer anlamında olduğuna göre, bu şiirde, dolu sanılan boşla, boş sanılan doluyu mu karşılaştırmam gerekiyor?
Bir söyleşisinde "Gri güzeldir, insanîdir.,.* diyen İlhan Berk, yoksa, gökyüzünün içi boş maviliğinin karşısına, insanî dediği, olanağı olsa Pera'yı boyayacağı griyi mi çıkarıyor?
Göğün kof oluşu, ölümün kırda bulunmasıyla mı yoksa dönüşüyle mi ilgili? En büyük soru: Şimdi ne olacak? Hiçbiri değil de, yoksa ölüm, kapıdan döner gibi mi dönüyor kırdan?
Aynı söyleşinin bir yerinde de "Yanıtlar mı? Bulmak istemem." diyor İlhan Berk. Ben de yanıtlardan vazgeçip, kitaba adını veren bölümdeki KADINLAR şiirinin sorularını soruyorum:
"Kadınlar(ın)a
dönüyor evler
göğüne
gece""dönmek" sözcüğü, gidilen bir yerden dönmek, benzemek, yüzünü dönmek anlamlarını hiç zorlanmadan yüklenebilir. Dönmeyi ilk anlamıyla düşünürsek, ev nereden, nelerden, kimlerden dönmektedir? Kadınların evin göğü olmasını istediğim kadar düşünürüm, ama hangi sözcüklerle ifade edebilirim ki?
Evlerin kadınlar(ın)a benzemesiDüşünüyorum, evet evlerim hep bana benzediler; kitaplarla doldurdum, perdeleri yarıdan az açtım, ne kitaplarda ne eşyalarda belli bir düzen tutturamadım, tutturmaya çalıştığımdaysa hiç de içtenlikli olmadığımı fark ettim.
İlhan Berk'in kadınları evin göğü yaparken ne düşündüğünü gökle ilgili söylediklerinden çıkarabilir miyim? Daha önce "gök kof" demişti. Doğrusu bununla ilişkilendirmek içimden gelmiyor. İyisi, gecenin göğünü düşünmek; gecenin yıldızlarla dolu, aylı göğünü O zaman evlerin kadınlarına dönmesi daha bir kıpırdatıyor insanın içini. Beş sözcüklü bu şiirden çıkmanın olanaksız olduğunu düşünmeye başlıyorum. Gece göğüne döndüğünde, yani sabah olduğunda evler de kadınlar(ın)a dönüyor olabilir. Ya da evler gece göğüne benzeyen kadınlar(ın)a dönmüş, benzemiş olabilirler. Peki, gece göğüne benzeyen ev, kadın, nasıldır? Karanlık ve pırıltılı mı? Dokunacak denli yakın, bir o kadar uzak, ulaşılmaz mı? Sessiz ve gizemli mi? İyisi, gece, olunca evlere iyice bakmak. "Bakmak her şeydir."
İlhan Berk'in şiiri, sözcüklerin matematiği. Şeylerden oluşan formülleri var. Sonuç mu? Keçi yolu! Bir kez yola koyuldunuz mu, size bakan uçurumun başı döner. Olmadı, indiğiniz yokuşu katlar mühürlersiniz kendinizi. İlle de sonuç mu? Göğe bakarsınız, kabul edersiniz ki az şey değildir göğe bakmak. Arada bir durursunuz sessizlik sizi soyar, çıplaklığı sever çünkü. Hem bilinmek de ister sessizlik; hakkıdır, o olmasa duyamazsınız hiçbir sesi. Bu şiirleri İlhan Berk yazmıştır; ama kâğıdın duyduğu bizim de sessizliğimizdir. Başka ne söyleyebilirim?
Yeryüzünün solumasını duyarsınız işte. Elmaya çalışırsınız. Hiç aklınızda yokken avluyu, hatmileri, hatmilerin kabak çiçeklerine benzediklerini, kaplumbağaların asıl sevdiklerinin kabaklar olduğunu, kabak tarlası sulayan bir çiftçinin kaplumbağaları kürekleriyle alıp tarlanın dışına nasıl attığı, hatmilerle kabaklar arasındaki benzerliğin kaplumbağaların yaşamlarına nasıl yansıdığını düşünürsünüz. Kimse sizi tutmaz, isterseniz, kabak tarlasındaki kaplumbağaya, kürekle atılan kaplumbağaya, hatmilerin arasından başını çıkarıp bakan, avluya gölgesi düşen kaplumbağaya insan karşılığı olursunuz. Başka hiçbir yere bakmazına gerek yok, gölgenize bakar; çocukluğunuza, o "vatan dediğimiz şeye" dönersiniz. Gülersiniz ve sizi evetleyecek bir tırtıl mutlaka bulunur.
Şair kaleminin, şairini kağıda nasıl gömdüğünü düşünürsünüz. Gömülmeyi, kaç anlama geliyorsa o kadar düşünür, yaşamayı ölmenin, ölmeyi yaşamanın yerine koyarken incelir, kıvrılır KEÇi YOLU'nun kendisi oluverirsiniz:
"Keçi yoluyum
sana
tam
a
k
ş
a
m
o
l
u
r
k
e
nKeçi Yolu, en çok sevdiğim aşk şiirlerinden biri oldu.
Şair keçi yolu olduğuna göre, yolun buluşturuculuğundan çok yolun kendisiydi önemli olan. Keçi yolu aşklar asfalt aşklara benzemezdi hem; bir başına, her şeyi tek tek geçmek; çizilmek, burkulmak, kırılmak demekti. Aşk tek başına, yaşayarak açılıyordu çünkü. Şairin sevgiliye sunduğu, harflerden, sözcüklerden oluşan bir keçi yoluydu ve bu yol Şairin kendisiydi.
Her harf, her sözcük yeni bir buluşmaydı aslında ve bu durumda, yolun sonu diye bir şey de olamazdı zaten.
(Uzaktan gelen sesi yazmalıyım şimdi: Yalnız senin geçebileceğin kadar, yalnız sana gelebilmek için yer açtım kendimden. Tam akşam olurken şiirim sana. Tam akşam olurken şiirimsin benim.)
Ya da, şair yine keçi yoludur ama sevgiliye gitmek, sevgiliyi kendinde yürümek demektir. Aşksa harflerin yan yana gelmesi Bir adım daha atınca şiir, şiir saatleri, şiir, serüveni
Harfler, yalnızca keçi yolunu çağrıştırsın diye böyle alt alta dizilmiş olamaz. İlhan Berk için, harflerin tek tek de bir şey olduklarını biliyorum. Böyle olunca, sevgili a'yla başlattığı keçi yolunu, beyaz kile sürdürmesinin bile bir rastlantı olduğunu sanmıyorum. Hem "akşam" kadar aşkı çağıran ve çağrıştıran bir sözcük daha var mı? Ayrıca İlhan Berk için "ak" da önemli; çünkü ona göre nesnelerin dili, coğrafyanın dili, şairin dili de beyaz. Bu şiirde de bir şiir serüveninden söz edildiğine göre, fazla zorladığımı düşünmezsiniz umarım.
Evlerbölümünü Ev'e* bırakıp IX Bölümdeki Ağaçlar'a bakıyorum. İlhan Berk, "Kimi dizeler karanlık imgelerle yürür,, 5 diyor ya, bu söz en çok da buradaki şiirler için geçerli diye düşünüyorum:
İlhan Berk / Şeyler Kitabı / Ev / Sel Yayınları
**İlhan Berk / Logos / s / YKY* Enver Ercan / Şair Uçar Söz Olur / sayfa 21 / Yön Yayınları