Aynadaki Yalan İsimli Romanın Özeti ve İncelenmesi
Aynadaki Yalan İsimli Romanın Özeti,Aynadaki Yalan İsimli Romanın Ana Fikri,Aynadaki Yalan İsimli Romanın Konusu,Aynadaki Yalan
Aynadaki Yalan İsimli Romanın Özeti ve İncelenmesi
Roman Adı :AYNADAKİ YALAN
Romanın tanımı :1970 yılında yazılmış bu eser Necip Fazıl Kısakürek’in, roman kalıpları içinde kaleme aldığı tek eseri… Roman, üniversitede felsefe asistanı olan Naci’nin hayatı etrafında gelişir… Bu hayat, Necip Fazıl’ın kendi hayatı değildir ama onun hayat hikayesindeki bir çok unsuru içinde barındırır. Naci, çevresine karşı davranışlarıyla, kadın, cemiyet ve sanat anlayışıyla, hayata ve ölüme dair düşünceleriyle bir karakter bütünü halinde şekillendikçe hayalimizde bir Necip Fazıl portresi belirir gibi olur.Ayrıca roman “Siyah Pelerinli Adam” ismi ile tiyatroya uyarlanmıştır.
Romanın Yazarı : KISAKÜREK, Necip Fazıl : Düşünür, şair ve yazar (D. 26 Mayıs 1905, İstanbul-Ö. 25 Mayıs 1983). Maraşlı bir soydan gelen Necip Fazıl’ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş’taki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebi’nde (Askerî Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında dönemin ünlülerinden Yahya Kemal, Ahmet Hamdi (Akseki), İbrahim Aşkî gibi isimler vardı. İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdikten (1924) sonra gönderildiği Fransa’da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde okudu (1924-25). Paris’te geçen bohem günlerinden sonra, Türkiye’ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı (1928-39). Bir Fransız okulu, Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde hocalık yaptı (1939-43). Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı. Şairliğe ilk adımını on yedi yaşında iken, annesinin arzusuyla başladı ve ilk şiirleri Yeni Mecmuada yayımlandı (1922). Millî Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı (1925) ve Kaldırımlar (1928) adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile en az öncekiler kadar takdir toplamayı sürdürdü. “Necip Fazıl, belki en büyük Türk şairi değildir fakat, Türk Edebiyatının en kuvvetli şiir kitabı herhalde Ben ve Ötesi’dir.” (Ziya Osman Saba, 1932).Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur.
Bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde, Beyoğlu Ağa Camii’nde vaaz vermekte olan Nakşibendi şeyhi Abdulhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz. Necip Fazıl’ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar. Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri İstanbul Şehir Tiyatrolarında haftalarca kapalı gişe oynar, büyük bir ilgi görür. Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır. Necip Fazıl’ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı dergilerle düşünce hayatımıza kattığı zenginlik ve bu dergilerde çıkan yazılarla sürdürdüğü mücadeledir. İlk altı sayısını Ankara’da, devamını İstanbul’da çıkardığı haftalık Ağaç dergisi (1936, 17 sayı) dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandığı bir okul olur. İlk sayısını 17 Eylül 1943’te çıkardığı Büyük Doğu dergisi (haftalık: 1943-50, 1954, 1959-67, 1971-78, günlük: 1951-52, aylık: 1969) aralıklarla 14 Haziran 1978’e kadar yayımına devam etti. Büyük Doğu’da çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapis istendi, 163. maddeye aykırı bulunan yazıları ve kimi zaman da bulunan bahanelerle (Ahmet Emin Yalman olayı gibi) birkaç yılda bir hapse mahkum oldu. Cinnet Müstatili (Yılanlı Kuyudan adıyla da yayımlandı) adlı eserinde hapishane anıları yer alır. Sık sık bakanlar kurulu kararıyla kapatılan ve çeşitli bahanelerle toplatılan Büyük Doğu’nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Millî Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımladı. Büyük Doğu’da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürit, Ahmet Abdülbaki gibi müstear isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde verdiği konferanslarla büyük ilgi topladı. Başta İdeolocya Örgüsü (1959) olmak üzere düşünce eserleriyle kültür hayatımıza verdiği büyük hizmet, diğer tüm yönlerini bile geride bırakacak üstünlüktedir. 1975 yılında MTTB’de düzenlenen törenle 50. Sanat Yılı kutlanan Necip Fazıl, 1980’de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’nü, İman ve İslâm Atlası adlı eseriyle fikir dalında Millî Kültür Vakfı Armağanı’nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü’nü (1982) aldı. Türk Edebiyatı Vakfı’nca 1980’de verilen beratla Sultanü’ş-Şuârâ (şairlerin sultanı) ünvanını kazandı Eserlerinin yeni basımları, ölümünden sonra Büyük Doğu Yayınevi’nce yapılmaktadır.
Romanın Türü :Yazar romanın da genel anlamı ile realist bir stil kullanmış.Bunu roman da geçen olayların gerçek ve hayalden uzak olmasından anlayabiliyoruz.Ayrıca romanın kahramanı Naci’nin iç dünyasında yaşadığı yolculuklar bize romanda kişilik psikolojinin de kullanıldığını gösteriyor.Bu yönü ile de romanın bir nebze psikolojik olduğunu söyleyebiliriz.
Romanın Kahramanları :
NACİ :Romanımızın asıl kahramanı olan Naci üniversitede felsefe asistanı olup doktora tezi hazırlamaktadır.Yazar romanında Naci’yi eleştirici,sorgulayıcı,araştırıcı ve gerçek doğruları bulmaya çalışan bir kişi olarak karşımıza çıkarmaktadır.Romanın birinci dereceden , olayların ise asıl kahramanı…
MİNE :Yazar romanında Mineyi Zengin bir fabrikatör kızı,Amerikan kolejlerinde okumuş ve aynı zamanda Amerika da uzun süre bulunmuş felsefe alanında bilgili ve Naci ye aşık olmuş bir kız olarak tanıtıyor.Naci’nin mine hakkındaki görüşü ise bir diş gıcırtısı olduğu…Romanımızın birinci dereceden kahramanlarından…
BELMA :Bir Osmanlı paşasının torunu olan Belma’nın babası ve kocası elçilik yapmıştır.Avrupa da bulunmuş aynı zamanda çok sosyetik bir dul,Naci’nin hayran olduğu kadın tipi olarak canlandırılmış.Naci’nin beyni parçalayan bir ur olarak vasıflandırdığı bir kadın…Romanın birinci dereceden kahramanlarından…
HATÇE :Naci’nin askerlik yaparken tanıdığı bir köylü kızı,okumamış,köyünden dışarı çıkmamış,öksüz ve yetim dedesi Hüsmen ağa ya bakıyor.Naci ile hastanede evleniyor ama beraber olamadan ölüyor.Naci’nin bulmak istediği kadın tipi…Hatçe Naci için bir hayranlık tebessümünden ibaret…Romanın asıl kahramanlarından…
HUSMEN AĞA :Naci’nin kayın pederi Hatçe’nin dedesi…Medrese okumuş,Cihan harbine ve İstiklal harbine katılmış,büyük şehirlerden bıkıp torunu ile İstanbul a yakın bir köyde yaşayan sekseninde bir ihtiyar…Naci’nin akıl hocası tipi…2.dereceden kahraman diyebiliriz…
ANNE :Naci’nin annesi 25 yaşında dul kalmış ve bir daha da evlenmemiş.Bütün varını yokunu oğluna adamış vefakar ve cefakar bir anne.Oldukça tahsilli ve çok zeki biri olan anne romanda pek göze çarpmamaktadır.Romanda ikinci planda kalanlardan…
RESSAM ABİD :Naci’nin doktora tezi yazarken sürekli olarak bulunduğu atölyenin sahibi.Naci’nin Mine ve Belma ile tanışmasını sağlayan kişi bir nebze Naci’nin diğer insanlar ile bağlantısını sağlıyor diyebiliriz. Herkesin suyuna giden ama ruhunu asla satmayan bir tip…Romanın ikinci derece kişiliklerinden….
SEVİMLİ İMAM :Naci’nin tezini hazırlarken eski tasavvufi eserleri okumak ve anlamak için yardım aldığı bir camii imamı…Ayrıca Naci’nin kurtulmasına vesile olan kişiye ulaşmasını sağlayan Hafız ile tanıştığı camiin imamı…Roman da ikinci dereceden kahramanlar arasında…
HAFIZ :Naci’nin yaşadığı bunalımlardan kurtaran İstanbulun eyüp kentinde oturan kurtarıcı ya götüren kişi…Halk arasında meczup(Deli) gibi dolaşan ama gerçekte manevi yönden bir çok insandan daha akıllı olan bir kişi…Romanın içerisinde kendisinden bir yada iki defa bahsediliyor.Bu yüzeden romanın ikinci dereceden kahramanları arasında…
Romanda Olay :Romanda ki bütün olaylar Naci’nin etrafında meydana geliyor.Naci’nin doktora tezi yazarken yaşadıkları,karşılaştığı problemleri,ve bu problemlere bulduğu sonuçlar romanda ki olayları oluşturmuş.Yazar romanın da olayları akıcı bir uslûp ile anlatmış ve gerçege uygun bir ile stil üzerine kurmuştur.
Zaman ve Mekan :Roman 1970 yılında yazılmış olması ve romanda ki yer adlarına baktığımız da yazarın romanı için seçtiği zaman ve mekan 70’li yılların Türkiye’sinde İstanbul ve yakın çevresidir diyebiliriz.Romanda başka bir yer adı yok yalnız Naci’nin Avrupa seyahati ve burada yaşadığı bir olaydan bahsedilmiş.Fakat net bir zaman ve mekan vermek gerekirse İstanbul ve 70’li yılların Türkiye’sidir diyebiliriz.
Romanın Özeti :
AYNADAKİ YALAN
Naci, felsefe fakültesinde asistan ve doçentlik tezini hazırlamakta olan bir gençtir.Hiç uyuşamamalarına rağmen, solcu Mine,Ressam Abid ve onların çevresiyle beraberdir.Mine, Naci’yi seviyordur.Fakat Naci Mineyi bir nezle mendili mesafesinde gördüğü için Mineye pek yüz vermemektedir.Naci’nin hayatında en önemli insan Belma’dır.Belma, Naci’yi kendi kendisiyle ihtilafa sokmayı ve ikiye bölmeyi ve bir parçasını öbürüne yedirmeyi başaran kadındır.Bu kadın Naci nin erkekliğini bile bağlamıştır.Naci’nin hayatının merkez noktasına oturmayı bilmiş ve Naciyi ipek bir halı gibi kullanmıştır.
Naci askerde, arkadan gelen birliğe yer hazırlamak göreviyle gittiği köyde Hüsmen Ağa isminde, ilim sahibi, bilge görünüşlü bir zât ile tanışır.Hüsmen ağa bir süre Naci’nin akıl hocalığını yapmıştır. Hüsmen ağa ile tanışması ileride Nacinin hayatında büyük infiallere neden olacaktır.Hüsmen Ağanın torunu Hatice, Naci’ye göre katıksız, süt beyaz, esrarlı bir köylü kızıdır.Naci, o zaman, bu kızın kendi hayatında ne denli önemli bir yeri olduğunu bilmiyordur.
İstanbul’da Belma Hanım’ın evindeki bir baloda Naci ve Belma arasında bir tatsızlık çıkar.Bu durum Naci’yi çok etkiler.Naci bu ayrılıştan sonra çok büyük acılar çeker.Kendisini Tez yazmaya adamıştır.O artık herkese tabii adam taklidi yapıyordur.Bu zaman zarfında çok düşünür, tasavvufa dalar.Bir camide tanıştığı imam arkadaşı sayesinde eski yazıyla yazılmış dini eserleri okumaya başlar.Mesaisinin çoğunu düşünmeye ve sorgulamaya ayırıyordur.Bu sorgulmalar sırasında öyle bunalımlara girerki akıl ipini koparma noktasına gelir. O günlerde annesi de köye gidip Hatice’yi görmüştür.
Mine ve arkadaşlarının Belma’yı küçük düşürmek için hazırladıkları bir baloda Naci ve Belma arasındaki bütün bağlar kopar.Yalnız bu sefer, Naci Belma’yı reddetmiştir. Bu arada Hatice kendisini iyi hissetmediğinden dolayı babasıyla birlikte İstanbul’a gelmişlerdir.Profesör, Hatice’nin ölüme mahkum olduğunu ve derhal hastaneye yatırılması gerektiğini söyler.Naci, Hatice’yi sürekli ziyaret etmektedir.Hastalığın bir çocuk ermişliğine yükselttiği Hatice, birdenbire Naci’nin gözünde her şey oldu.Naci ve Hatice hastanede evlenirler.Hatice bir süre sonra vefat eder.
Naci bu arada tezini değiştirmiş, tasavvufla ilgili yeni tez hazırlamaktadır.Hummalı bir çalışma sonucu ‘’İslam Tasavvufu ve İnsanlığın Beklediği Nizam’’isimli tezini üçer fasıllık 11 bölümden meydana getirir.Naci tezini bitirir ve üniversiteye teslim eder.Fakat üniversite Naci’nin tezini çağdışı olduğu ve dini motifler taşıdığı için kabul etmez.Bunun üzerine Naci üniversiteden istifa eder ve eserini neşreder.Naci’nin kitabı yurt içinde ve yurt dışında büyük ilgi görür.Gazetelerde ise Naci’ye karşı büyük bir kampanya başlatılır.
O günlerde, bir eylem sebebiyle hapse giren Mine tahliye edilmiştir.Bir gün Naci’nin okuyucularıyla sohbet ettiği kitapevine gelir ve onunla konuşmak istediğini söyler.Beraber Boğaz’a giderler.Dönüşte Minenin arabayı denize sürmesiyle bir kaza geçirirler.Mine ölür.
Bu kazadan yaralı olarak kurtulan Naci bir süre içinde evine çekilir.Bu zaman zarfında sürekli düşünür, nefsiyle cedelleşir.Ruhi bir olgunluğa doğru yol alıyordur.Daha sonra, bir konferans vermek için gittiği yurt dışında Belma ile karşılaşmış, bütün oyunlarına rağmen ona yenilmemiş, onu hayatından çıkardığı gibi ruhundan da tamamıyla çıkardığına emin olmuştur.
Naci bir gece rüyasında gördüğü Hatice’nin işaretiyle Husmen ağa nın bulunduğu köye gider.Husmen ağa nın tavsiyesi üzerine cami cami dolaşıp, erdiricisini aramaya başlar.Sevimli imamın camisinde Tanıştuğı Hafız sayesinde girmesi gereken eşiği ve erdiricisini Eyüp’te bulur.
About The Author
mecancali
NECİP FAZIL KISAKÜREK
26 Mayis 1904´te, Persembe günü sabaha karsi, Istanbul´da büyük bir konakta dogdu.
Kayitli bir secereyle, Alâüddevle devrinin Seyhülislâmi Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanogullarindan daha eski bir familya olan Dülkadirogullarina bagli ´Kisakürekler´ soyuna mensuptur.
Necip Fazil, ilk dinî telkin ve terbiyesini, tek oglunun tek oglu olarak Mehmet Hilmi Efendi´den aldi; okuyup yazmayi henüz 5-6 yaslarindayken ondan ögrendi. Birçok siirinin ana imajini ve ruhî kaynagini teskil eden ´yakici bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehsetli bir korku´ seklinde özetledigi ve hastaliktan hastaliga geçtigi ilk çocukluk yillarini, çocukluk hâtiralarinin kaynastigi bir ´tütsü çanagi´ olan, büyükbabasina ait Çemberlitas´taki Konak´ta geçirdi.
Büyükbabasi Mehmet Hilmi Efendi´den sonra, hasariliginin önüne geçmek için onu 5-6 yaslarinda bir sürü ´abur cubur´ romanla tanistiran, eski Halep Valisi, Zaptiye Naziri Salim Pasa´nin kizi, büyükannesi Zafer Hanim, ruhi yapisini baska hassasiyetler açisindan etkilemekte büyük pay sahibi oldu. Bir yas küçügü kiz kardesi Selma ile büyük babasinin ölümü ise, onu disaridan etkileyen çocukluk günlerine ait asla unutamayacagi iki hadiseyi teskil etti.
Bahriye Mektebi´ne girecegi 1916 senesine kadar Büyükdere´de Emin Efendi isimli sarikli bir hocanin islettigi mahalle mektebinden baslayarak çesitli okullara devam etti. Fransiz Papaz ve Kumkapi´daki Amerikan kolejinin ardindan Serasker Riza Pasa yalisindaki Rehber-i Ittihad mektebine verildi. Yatili olan bu mektepte de fazla kalamayinca, bir süre için Büyük Resit Pasa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze´nin Aydinli köyünde, köyün ilk mektebine yazildi. Ilk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi´nde bitirdi.
1916´da, ´Ne oldumsa bu mektepte oldum´ dedigi ve sahsiyetinin ana dokusunu örgülestirdigi ´Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Sahâne´ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alindi. Hayatinin en nazik dönemini geçirdigi Bahriye Mektebi, içindeki bütün isik cümbüsleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin oldu. Ilk metafizik arayiciliklari ve zabitlerin bile benimsedikleri ´Sair´ lakabi ile ilk aruz talimleri orada basladi.
Namzet sinifindan ayri üç harp sinifini bitirdikten ve mezuniyet durumuna geçtikten sonra diplomasini beklerken, ilave edilen dördüncü sinifi bitirmemeye karar verdi ve mektepten ayrildi. Bir müddet sonra da, o tarihte namzet ve sadece üç harp sinifindan ibaret Bahriye Mektebini ikmal ettigine dair diplomasini aldi. (1920)
17 yasinda, o günkü adiyle ´ Istanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Subesi ´ne girdi. (1921)
O günlerin (1928 Harf inkilabina kadar) edebiyat alemini, Ziya Gökalp´in kurup Yakup Kadri ve arkadaslarinin çikardigi Yeni Mecmua, Dergâh, Anadolu Mecmuasi, Milli Mecmua ve Hayat Mecmuasi teskil etmekteydi. Bu âlem içinde ilk siirlerini Yeni Mecmua´da yayinladi.
(1922) Cumhuriyetin ilanindan bir yil sonra, 20 yasinda, Maarif Vekaletinin Avrupaya tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtigi imtihandaki basarisiyle üniversitedeki (sömestre) lerini resmen tamamlamis sayildi ve Paris´e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. (1924) Paris hayati, kendini arayisinin müthis his helezonlari, korkunç girinti ve çikintilari arasinda, nefs cesareti bakimindan hayal yakici bir tablo çizdi.
1925´te ilk siir kitabi ´Örümcek Agi´ni bastirdi. O yillarda bankacilik yeni ve gözde bir meslekti. ´Felemenk Bahr-i Sefit Bankasi´nda çalismakta olan Salih Zeki´yi ziyarete gittigi bir gün, arkadasinin tesvik ve tavassutu ile ayni bankada ise basladi. Daha sonra gayet kisa sürelerle Osmanli Bankasinin Ceyhan, Istanbul ve Giresun subelerinde çalisti.
1928 - 29 senelerinde ´Bâbiâli´ adli otobiyografik eserinde tafsilatli sekilde anlattigi, Bâbiâli palamarina bagli ´Bohem Hayati´ni son kertesine çikardi. Henüz 24 yasindayken, ´Kaldirimlar´ isimli ikinci siir kitabinin yayinlandigi ve ortaligi takdirle karisik hayret seslerinin bürüdügü 1928 yili, onun siir diyapozonunun herkesce begenilmek noktasindan en dik irtifalari kaydettigi basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkinda yazilip çizilenler bunu kat kat geçmisti.
1929 yazinin sonlarina dogru gittigi Ankara´da, içinde 9 yil müddetle çalisacagi ve müfettislige kadar yükselecegi Is Bankasina Umum Muhasebe Sefi olarak girdi. (5 Agustos 1929) Taksim´deki meshur tarihi bina Taskisla´nin 5´inci Alayinin Zâbit kitasinda 6 ay neferlik; Harbiye´de Ihtiyat Zâbit Mektebinde 6 ay talebelik, pesinden de 6 ay subaylik yapti. 18 aylik bu askerlik macerasi, 1931 senesinin baslarindan 1933 senesinin ilk aylarina kadar fâsilalarla devam etti.
Askerligi bittikten sonra Ankara´ya döndü. Üçüncü siir kitabi ´Ben ve Ötesi´nin çikisindan sonra artik renk renk konfeti yagmuru altinda ve söhretinin zirvesindeydi.
1934´de bir aksam, nihayet bir aksam, çalistigi bankadan Bogaziçindeki evine dönmek için bindigi ´Sirket-i Hayriye´ vapurunda karsisina oturan ve gözlerini ondan ayirmayan; o güne kadar hiç görmedigi, bir daha da göremiyecegi Hizir tavirli bir adam, ona, kâinat çapinda bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri´nin adresini verdi.
Sicak bir ilkbahar günü, yanina Abidin Dino´yu aldi ve Eyüb sirtlarina çikti. Belki üç, belki bes saat süren o günkü temastan aldigi kelimeler üstü bir tesirle çarpilip kaldi ve bir daha birakmamacasina o Büyük Zat´in eteklerine yapisti.
Hikayesi ´O ve Ben´de yer alan, korkunç bir fikir buhranina (crise intellectuelle) , büyük ruh istirabina çattigi 34 yili, bu yüzüyle ise, hayatinin en belali senesi oldu.
Yasadigi buhranli günlerden sonra Efendisinin manevi tesiriyle açilan kitaplik çapta eser verme devrinin ilk eseri ´Tohum´u yazdi. (1935) 1936´da Celal Bayar´in temin ettigi ilanlar yardimiyla çikardigi ve 16 sayi sürdürdügü ´Agaç´ Mecmuasi, dönemin önde gelen entellektüellerini çatisi altinda topladi.
Uzun süredir üzerinde çalistigi, büyük ruh çilesinin sahne destani ´Bir Adam Yaratmak´ piyesini 63 numarali ocak idaresinin teftisini yapmak için gittigi Zonguldak´ta bitirdi. (8 Temmuz 1937) . Eser ilk defa 1937-38 kisinda, Istanbul Sehir Tiyatrosu´nda Muhsin Ertugrul tarafindan temsil edildi ve muazzam bir alaka dogurdu. 1938 senesinin baslarinda Ulus Gazatesi yeni bir Milli Mars için müsabaka açti. Ayrica kendisine özel olarak yapilan teklifi; öne sürdügü isi umumilestirmekten..yani ´müsabaka´dan vazgeçilmesi sartinin hemen kabulü üzerine benimsedi ve sonunda ´Büyük Dogu Marsi´ olarak kalan siiri yazdi.
Sonbaharda, artik kendini ´dolap beygirinden farksiz´ hissetmeye basladigi Bankadan istifa etti (10.10.1938) : ve vakit geçirmeden Haber gazetesine girdi. Kisa bir süre sonra da Son Telgraf gazetesinde, Bâbiâlinin önde gelen muharrirlerinin aksine, Ikinci Dünya Savasinin kaçinilmaz oldugu görüsünü savundu ve hakli çikti. Hâdiseleri önceden haber verir mahiyetteki teshis ve tahlilleri karsisinda muhalifleri ancak söyle diyebildi: ´- Bu adam ne derse çikiyor! ..´
Zamanin Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafindan Ankara Devlet Yüksek Konservatuarina Hoca olarak tayin edildi. Bu Profesörlük isinin trenlerde kondöktörlüge döndügünü ileri sürerek Hasan Âli´den Istanbul´da bir görev istedi. Güzel Sanatlar Akademisi´nin Yüksek Mimari kismina atandi. Ayrica Robert Kolej´in son siniflarinda Edebiyat Hocaligi yapti.
1939´da, ileride bas köseye oturtacagi en sevdigi siirini, bu tarihten 5 yil önce yasadigi anlatilmaz ve anlasilmaz büyük ruh istirabinin siirini (Çile) verdi.
1940 yilinda Türk Dil Kurumu hesabina ´Namik Kemal´ isimli bir eser kaleme aldi ve vaktiyle Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri´nin Ulu Hakan Abdülhamîd hakkinda söylemis oldugu hakikatleri, bu eser zâviyesinden tetkiklerini derinlestirdikçe bizzat gördü.
1941 senesinde, yine köklü bir..familyadan; ´Bâbanzâde´lerden, Ahmed Naim Efendi´yle kardes çocugu olan Recai Bey´in kizi, Yahya Nüzhet Pasa´nin torunu..Fatma Neslihan Hanimefendi ile evlendi. Bu..evliliginden Mehmed (1943) , Ömer (1944) , Ayse (1948) , Osman (1950) ve Zeynep (1954) isimli bes çocugu oldu.
1942 kisinda tekrar 45 günlügüne Erzurum´a askere gönderildi. Askerken yazdigi siyasi..bir..yazi..sebebiyle mahkûm oldu ve ilk hapis cezasini Sultanahmet cazaevinde tatti.
1943, Sanatkarin fildisi kulesinden agoraya indigi; tam olarak belirdigi tarihtir: Içini öyle bir sosyal mücadele ruhu; sanatinin muhtaç oldugu cemiyeti yogurma heyecani kapladi ki, artik çalisamaz oldu ve mücadelesini bir ömür; hükümetiyle, partisiyle, basiniyle, hocasiyle, gençligiyle kendi açtigi bütün cephelerde tek basina sürdürecegi Büyük Dogu Mecmuasi´nin ilk sayisini çikardi. (17 Eylül 1943)
Sonraki dönemlerine bir hazirlik kademesi olan derginin bu ilk devresi, 30´uncu sayida ´Allaha itaat etmeyene itaat edilmez! ´ meâlindeki bir Hadîs-i Serif yüzünden, rejime itaatsizligi tesvik suçlamasiyle 1944 Mayisinda Bakanlar Kurulu karariyla kapatildi. Gün geçirilmeden Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki hocaligindan kovuldu ve ikinci askerligine ikinci defa sevkedilerek Egridir´e sürüldü.
Bu ilk devresinden sonra, 2 Kasim 1945´ten baslayarak 5 Haziran 1978´e kadar günlük, haftalik ve aylik olarak çesitli tarih ve periyotlarda tam 16 devre yayin hayatini sürdüren Büyük Dogu´yu cilt cilt eser faaliyetinin yani sira, 36 sene müddetle tek basina omuzladi; büyük bir fikir ve aksiyon zemini kurdu.
2 Kasim 1945´de Büyük Dogu yeniden çikmaya baslayinca, onu, birdenbire; ´eski Iktisat Vekili Fuat Sirmen´e nesir yoluyle hakaret, Dini tezyif, memleket dahilinde tesekkül etmis Iktisadî, hukukî, siyasî, idarî rejimleri devirmek yolunda propaganda´ gibi birçok adlî takibat ve muhakemeyle yüzyüze birakti.
1946 senesinin sonlarina dogru, 13 Aralik tarihli sayisinda; kapak yaptigi mücerret bir kulak resminin altindaki ´Basimizda kulak istiyoruz! ´ yazisi Inönü´nün kulaklarinin duymuyor olmasi hakikatiyle birlesince Örfi Idarece tekrar kapatildi.
Birkaç gün sonra Basbakan Recep Peker tarafindan Ankara´ya çagirildi. Recep Peker´in sadece ´biraz ölçülü´ davranmasi ve fazla aleyhte yazmamasi karsiligi 100.000 lira teklifi, kabul etmedigi takdirde ise açik açik zindana atilma tehtidiyle karsilasti.
O günler için bir servet demek olan deste ´söz´ olmaktan çikmis, üstündeki ´Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasi´ bandajiyle birlikte önündeki masaya birakilmisti. Çok geçmeden; kapatilan dergide tefrika edilmeye baslamis olan ´Sir´ isimli piyesinden dolayi ´Milleti kanli ihtilale tesvik´ suçlamasiyle mahkemeye çikarildi.
Artik büyük mücadele yolundaydi. 1947 baharinda (18 nisan) Büyük Dogu´yu yeniden ve üçüncü defa çikardi. Birkaç ay sonra (6 haziran) ´Abdülhamîd´in Ruhaniyetinden Istimdat´ baslikli Riza Tevfik´e ait bir siirin nesri sebebiyle Büyük Dogu mahkeme karariyle tekrar kapatilirken kendisi de tutuklanarak hapse atildi. ´Türklüge Hakaret´den yargilandi, 1 ay 3 gün tutuklu kaldi ve sonunda beraat etti.
1947 yili içinde; bütün bunlar olup biterken ve arada bir sürü tutuksuz muhakeme, üzerine saçma taneleri halinde gelirken, ´Sabir Tasi´ piyesiyle ´C.H.P. Sanat Mükâfati´ni kazandi. Ancak jürinin verdigi karar Parti Genel Idare Kurulu tarafindan iptal edildi.
Yine ayni yil, Büyük Dogu´nun çikmadigi kisa bir arada 3 sayilik mizah dergisini; ´Borazan´i çikardi. 1948´de, Temyiz Mahkemesi, hakkindaki ilk ve meshur beraat kararini, dünya adalet tarihinde görülmemis tertiplerle bozdu. Bütün bir yil geçimini, (ihtimal ki, üzerine Puccini´nin bir operasi takili pikapla, büyükbabasi, Bâlâ rütbeli Marasli Hilmi Efendi´nin ceviz çerçeveli yagli boya portresi hariç) evinde ne varsa son iskemleye kadar satarak temin etti.
1949 senesini; zevcesi, üç çocugu ve kayinvalidesiyle beraber küçük bir otel odasinda karsiladi. Agir Ceza Mahkemesi hakkinda verdigi beraat kararinda israr ederken, Büyük Dogu da kapana-çika; fakat her defasinda kaldigi yerden yoluna devam ediyordu.
Bu yilin Ramazan ayinda (28 Haziran) Büyük Dogu Cemiyeti´ni kurdu. Subat 1950´de Cemiyetin bir numarali subesi ´Kayseri Büyük Dogu Cemiyeti´ açilir açilmaz Halk Partisinin duydugu dehset son haddine vardi. Açilisi yaptiktan sonra Istanbul´a dönüsünde bir yazi bahanesiyle tutuklandi, Türklüge Hakaret Davasinda verilmis beraat karari Temyize ´tekrar ve topyekün´ bozdurulur bozdurulmaz da (21 Nisan) hapse atildi.
500 yillik bir Türk ailesine mensup Necip Fazil´in hayatindaki, ´Türklüge Hakaret Davasi´ni da içine alan bu dönem; tesirinin, o günlerde kendisine ne gözle ve nasil bir dehsetle bakildiginin, ne tür bir muameleye..müstehak görüldügünün ve kapi kapi hangi korkunç berzahlardan geçtiginin iyi bilinmesi için, üzerinde dikkatle durulmasi gereken bir dönemdir.
1949 yilinin açtigi, gittikçe köpüren iftira ve lekeleme kampanyasinin ve bu takip ve tarassutun bir neticesi halinde çok geçmeden basina ´Kumarhane Baskini´ diye akseden siyasi komplo tertiplendi (24.3.1951) . Bu komplo üzerine Büyük Dogu´nun derhal toplatilan meshur 54. SAYI´sini çikardi. Bu sayidaki bir yazisindan dolayi tutuklanarak cezaevine atildi. Çikisinda Büyük Dogu Cemiyeti´ni tasfiye etti.
1952´de, Vatan gazetesinin sahibi ve basyazari Ahmet Emin Yalman´in Malatya´da bir suikast tesebbüsü ile yaralanmasi (22 Kasim) ile baslayan hâdiseler, malum basinin yaygarasiyle büyütüldü, genisledi ve nihayet onu da azmettirici sifatiyla, o ünlü savunmalarini yapacagi sanik sandalyesine çekti.
11 Aralik 1952´de, bu hadise üzerine yayinladigi, simdi ´Müdafalarim´ adli eserinde yer alan ´Maskenizi Yirtiyorum´ isimli ünlü brosürle, 1943´ten beri basina gelenlerin ve bütün bu olup bitenlerin genis bir muhasebesini yapti.
12 Aralik 1952´de, yani Malatya hâdisesinden hemen sonra, daha önceki bir mahkûmiyetin infazi bahanesiyle atildigi hapisten ´taammüden katle tesvik ve azmettirmek, katle tesebbüs fiilini medih ve istihsal eylemek´ isnadlariyle yargilandiktan sonra, 16 Aralik 1953´te Malatya Dâvasindaki suçsuzlugu (!) anlasilmis olarak çikti.
1951, 1952 ve 1956´da Büyük Dogu´yu günlük gazete olarak çikardi. Büyük Dogu´nun tesiri o kadar büyük oluyordu ki, 1954 seçimlerinden önce, bir parti lideri yaptigi seçim konusmalarinda eline dergilerden çesitli nüshalar alarak; ´Iste Menderes, bu yobazlik âbidesine yardim eden adamdir. Onu ve partisini seçmeyin! ..´ diye propaganda yapti. 1957´de de 8 ay 4 gün hapis yatti.
Bu arada; hiçbir zaman ve mekan sarti aramaksizin sürekli yaziyor, degisik sahalarda zirve eserler vermeye devam ediyordu. Ata olan sevgisi ve biniciligi meshurdu. 1958´de, Türkiye Jokey Kulübü´nün ismarlamasiyle, belki de dünyada mevzuunun ilk örnegi olarak, ati bütün ruhu, estetigi, tarihi ve felsefesiyle, sairane bir üslupla ele alan ve anlatan bir eser kaleme aldi.
Büyük Dogu´larin muazzam hücum devresi 1959´da, aleyhine o kadar dâva açilmisti ki, bu dâvalarin yarisi mahkûmiyetle neticelense 101 sene hapis yatmasi gerekecekti.
Mahkûmiyet kararlarinin hizla kesinlesmeye basladigi ve Basbakan´in emriyle Nigde Cezaevinde kendisine tek kisilik konforlu (!) bir hücre hazirlandigi sirada 27 Mayis 1960 Ihtilali oldu. Ihtilalin ilk radyo duyurularindan birinde, zaten çikmayan Büyük Dogu´nun kapatildigi ilan edildi.
6 Haziran günü geceyarisi evinden alindi. 4.5 ay müddetle Balmumcu garnizonunda ´gerekçesiz´ tutulduktan ve yüzbasilara varincaya dek en agir hakaretlere maruz birakildiktan sonra, Genel Affa ragmen, 5816 sayili kanun sadece kendisi aleyhinde istisna tutuldugu için, ´toplu tahliye´ sebebiyle bayram yerine dönmüs Garnizon kapisina yanasan; kaatilleri, irz düsmanlarini tasimaya mahsus camsiz, kirmizi renkte bir cezaevi arabasiyla Toptasi Hapishanesine nakledildi. (15.10.1960) Ve 1.5 yil içerde kaldi. 18 Aralik 1961´de tahliye edildikten sonra önünde iki yol açildigini gördü; Ya her seyden büsbütün el etek çekmek, yahut her seye topyekün el uzatmak... Tercihi, demir hapishane kapilarindan daha önce de saliverildigi günlerden farkli degildi.
1963 Ilkbaharinda bir davet üzerine açilan ´konferans çigiri´ üzerinde evvela Salihli, Izmir; bir müddet sonra Erzurum, Van; daha sonra Izmit, Bursa ve 1964 yilinin ilkbaharinda da Konya, Adana, Maras ve Tarsus´ta konferanslar verdi.
1964´te Büyük Dogu´nun 11´inci devresini açti. Adnan Menderesin aziz hatirasi için kaleme aldigi ve derginin 1´inci sayisinda nesrettigi ´Zeybegin Ölümü´ siirinden dolayi takibata ugradi.
1965´te ´b.d. Fikir Kulübü´nü kurdu. Mart ayindan baslayarak sirasiyle Adiyaman, Maras, Burdur, Gaziantep, Nizip, Kilis, Kayseri, Akhisar, Ankara, Kirikkale ve Eskisehir´de konferanslar serisini sürdürürken, günlük çerçevelerine ve bazi eserlerinin tefrikasina da bir gazetede devam etti. ´b.d. Fikir Kulübü´ adina Ankara Dil Tarih Cografya Fakültesi´nde verdigi bir konferans üzerine açilan dâvada, ´Din esasina bagli cemiyet kurmak´ iddiasiyle yargilandi.
Büyük Dogu´larin 1965 ve 1967 devrelerinde birçok defa ´Hükümetin Manevi Sahsiyetini Tahkir´ suçlamasiyle takibata ugradi. Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti ve Milli Birlik Komitesi dönemlerinin ardindan, Adalet Partisi devr-i iktidarinda da takip mevzuu olmaktan kurtulamadi.
27.12.1967 tarihli Büyük Dogu Dergisinde dönemin Basbakani´nin (Demirel) kayitli oldugu Mason kütügünün fotokopisini ilk defa olarak yayinladi. ´Ideolocya Örgüsü´ isimli eseri, ´Mümin/Kafir´ diyaloglari ve siyasi içerikli yazilari sebebiyle devamli olarak suçlandi, sorgulandi, yargilandi. 1968´de ´Vahidüddin´ adli eserini Bugün gazetesinde tefrika edip ilk baskisini yaptiktan sonra takibata ugradi ve kitap toplatildi. Eserde suç unsuru bulunmadigina dair bilirkisi raporu dogrultusunda Mahkeme, beraat karari verdi.
Ileride, kararin Temyiz´e bozdurulmasi ve daha önceki kararin aksine mahkemenin bozma ilamina uymasiyle bu dâvadan da mahkûm olacak (28.11.1973) ve bir müddet sonra Af Kanunu çikacagi için karar infaz edilemeyecekti. Ancak ´Vahidüddin´ eseri 2´nci baskisinda hiçbir takibata ugramayip ´zaman asimi´na girecegi halde, 1976´daki 3´üncü baskisindan sonra tekrar takibata ugrayacak ve en asiri fikir düsmanlarinin imzasini tasiyan bütün bilirkisi raporlarina ragmen hukuk anlayisi bakimindan tarihte esi az görülmüs bir mantik üzerine oturtulmus 25 sahifelik bir kararla 1.5 yil mahkûmiyetine sebep olacakti.
1969 yili içinde Erzincan, Antalya ve Alanya´da konferanslar verdi. Çesitli tarihlerde muhtelif gazetelerde, basmakalelerine, fikralarina ve bazi eserlerinin tefrikasina devam etti; tam sahife Ramazan yazilari kaleme aldi.
Fas´tan, Saraya çok yakin çevreden evine kadar gelen, ömrünün kalan kismini bütün aile fertleriyle birlikte Fas´ta geçirmesi, yani bundan böyle Fas´ta yasamasi teklifini; gözlerini pencereden disariya, alakasiz bir noktaya dikerek, küçük, çok küçük göz tikleri içinde sabirla dinledi. Ilgisiz bir mevzu açarak cevap verdi.
1983 yılında vefat etti. |