az bilinen kısa masallar / Masal, Hikaye ve Öykü Örnekleri |

Az Bilinen Kısa Masallar

az bilinen kısa masallar

Birlikte büyüdüğümüz masallar hemen hep kötü karakterlerle, kötü sonlarla ve dönüm noktalarıyla doludur. Fakat öteden beri çeşitli kurumlar (başta Disney) masalları kötü sonlarından arındırmış, özgün hallerini değiştirmiştir. Böylece her birini mutlu sonla biten pek çok ünlü masal biliyoruz. Oysa o masalların özgün halleri bambaşka. Her birinin bazen ürkütücü, mutsuz sonları var. İşte o masalların gerçek ve mutsuz sonları:

Fareli Köyün Kavalcısı

Bu masal, fareler tarafından istilaya uğramış bir köyde geçiyor. Bir gün köye rengârenk kıyafetler içinde kavalcı bir adam geliyor. Ve köyü farelerden kurtaracağını söylüyor. Köylüler eğer gerçekten yaparsa ona çok büyük miktarda para vereceklerini söylüyorlar. Ve kavalcı gerçekten de köyü farelerden kurtarıyor. Kavalıyla öyle bir şarkı çalıyor ki fareler köyden gidiyor. Kavalcı parasını istemek için geri döndüğünde, köylüler parasını vermiyor. Bu sefer de Kavalcı köydeki çocukları kovmaya karar veriyor. Modern versiyonlarının pek çoğunda sonu böyle bitiyor; kavalcı parasını vermedikleri için kızıyor ve çocukları köyden uzaklaştırıyor. Köy halkı sonunda parasını ödemeye razı olduğunda çocukları köye geri getiriyor. Mutsuz sonla biten orijinalinde ise Kavalcı, çocukları nehire doğru uzaklaştırıyor ve hepsi orada boğuluyor. Bazı modern bilim insanları ise bu masalda pedofiliyle ilgili göndermelerin olduğunu söylüyor.

Kırmızı Başlıklı Kız

Bu masalı hepimiz, oduncunun Kırmızı Başlıklı Kızı kurttan kurtardığı versiyonuyla biliyoruzdur. Fakat aslında orijinal Fransız versiyonu pek hoş değil. Orijinal versiyonunda, küçük kız aslında soylu bir küçük hanımefendidir ve büyükannesinin evine giden yol kurt tarafından yanlış tarif edilmiştir. Ne yazık ki küçük kız yanlış tarif edilen yoldan gider ve kurda av olur. Orijinal hali böyle biter. Yani bizim bildiğimiz gibi oduncu ve büyükanne yoktur. Sadece kocaman bir kurt ve ölü Kırmızı Başlıklı Kız...Bu masalın ana fikri hepimizin bildiği gibi, 'yabancılardan tavsiye bile almamaktır'.

Küçük Denizkızı

Hepimizin 1989 versiyonuyla bildiğimiz Küçük Denizkızı masalı aslında orijinalinden bayağı farklı. Disney versiyonunda, yani film versiyonunda Ariel deniz kızından insana dönüşüyor ve böylece Eric ile evlenebiliyor. Çok büyük bir düğünle evleniyorlar. Fakat Hans Christian Andersen tarafından yazılmış ilk versiyonunda deniz kızı Prens'in başka bir ülkenin prensesiyle evlendiğini görüyor ve çok üzülüyor. Köpüğe dönüşüp kaybolmaması için Prens'in kalbine bıçak saplaması gerektiği söyleniyor ama deniz kızı bunu yapamıyor. Bunun yerine denize atlayıp köpüğe dönüşüyor ve ölüyor. Hans Christian Andersen bu mutsuz sonu biraz hoş hale getirmeye çalışmış. Değiştirilmiş sonunda köpüğe dönüşünce ölmek yerine havaya uçup "havanın kızı"oluyor.

Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler

Hepimizin bildiği versiyonda Kraliçe avcıya Pamuk Prenses'i öldürmesini emrediyor ve kanıt olarak Prenses'in kalbini getirmesini istiyor. Avcı bunu yapamıyor ve Prenses'in kalbi yerine bir yaban domuzunun kalbini getiriyor. Neyse ki Disney, bu şekilde yaparak masalı biraz daha yumuşak hale getirmiş. Önemli bir noktayı değiştirmiş: orijinal hikayede Kraliçe, Pamuk Prenses'in akşam yemeğinde yenmek üzere karaciğerini ve akciğerini istiyor. Hatta orijinalinde, Pamuk Prenses kaleye getirilirken Prens'in atı tarafından tekmelenmiş halde uyanıyor-büyülü bir öpücükle değil. Prens'in ölü bir kızın bedeniyle ne yapacağı tamamen sizin hayal gücünüze kalmış bir şey. Grimm versiyonunda ise Kraliçe, demirden yapılmış sıcak ve kırmızı ayakkabılarla öleseye kadar dans etmek zorunda bırakılıyor!

Uyuyan Güzel

Herkesin bildiği Uyuyan Güzel'de, güzeller güzeli Prenses parmağına iğ battığında yüzyıl süren bir uykuya dalıyor. Sonunda Prens geliyor, onu öpüyor ve Prenses yüzyıllık uykusundan uyanıyor. Âşık olup evleniyorlar ve bir ömür boyu mutlu yaşıyorlar. Fakat orijinal masalda, bu kadar mutlu bir sonla bitmiyor. Aslında genç kız, bir lanetten dolayı değil kehanetten dolayı ölüyor. Ve onu uyandıran Prens'in öpücüğü değil ona tecavüzde bulunan Kral oluyor. Hamile kalıyor ve 9 ay sonra iki çocuğu oluyor (hem de hâlâ uyuyorken). Çocuklardan biri, Prenses'in parmağını emiyor ve yüzyıl uyumasına sebep olan iğ çıkmış oluyor. Prenses uyanıyor, kendini tecavüze uğramış ve iki çocuk annesi olmuş şekilde buluyor.

Rumpelstiltskin

Bu masal, değiştirilme açısından öbürlerinden biraz farklı. Yazarı tarafından biraz daha mutsuz son olması için değiştirilmiş. Bildiğimiz Grimm Kardeşler'de, Rumpelstiltskin samanı eğirip altın yapması istenen ve yapamazsa öleceği söylenen kıza yardım eder, samanı eğirip altın yapar. Karşılığında ise kızın ilk çocuğunu ister. Kız kabul eder ama çocuğunu vereceği gün geldiğinde bunu yapamaz. Rumpelstiltskin ise eğer adını tahmin edebilirse çocuğu almayacağını söyler. Kız, ismini ateşe söylerken duyduğu için doğru şekilde tahmin eder. Rumpelstiltskin tam bu anda çok sinirlenir ve hemen oradan kaybolur. Değiştirilmiş versiyonunda işler biraz daha karmaşıklaşır. Rumpelstiltskin o kadar sinirlenir ki sağ ayağını yerin dibine sokar, sol bacağını tutar ve kendini iki parçaya ayırır. Bundan sonrasında ölüm olduğunu söylemeye gerek yoktur sanırım.

Goldilocks ve Üç Ayı

Kalpleri ısıtan bu masalda, küçük ve sevimli bir kız olan Goldilocks üç ayının yaşadığı bir ev bulur. Ayılar dışarıdayken içeri girer, yemeklerini yer, sandalyelerinde oturur ve en sonunda küçük ayının yatağında uyuyuverir. Ayılar eve döndüğünde Goldilocks'u uyurken bulurlar. Küçük kız birden uyanır ve korkuyla camdan dışarı çıkar. 1837'ye giden orijinal halinde ise olası iki son vardır. Birincisinde ayılar Goldilocks'u bulurlar ve onu paramparça edip yerler. İkincisinde Goldilocks aslında ayılar geldiğinde camdan atlayan yaşlı bir cadıdır. Yani orijinal sonu bize iki şey söyler: Goldilock ya camdan atlarken boynu kırılmıştır ya da serserilikten tutuklanıp hapishaneye gönderilmiştir.

Hansel ve Gretel

Hepimizin bildiği versiyonunda, Hansel ve Gretel ormanda kaybolur, en sonunda zencefilli çörek evine giderler ama bu ev çok kötü bir cadıya aittir. Cadı, çocukları evinde alıkoyar ve onları yemek için hazırlanır. Hansel ve Gretel ise kaçmak için bir çözüm bulurlar; cadıyı ateşe atıp kaçarlar. Masalın Kayıp Çocuklar adındaki ilk Fransız versiyonunda cadı yerine şeytan vardır. Şeytan, daha sonraki versiyonda Hansel ve Gretel'in cadıyı düşürdükleri gibi tuzağa düşürülür fakat şeytan bu tuzağın farkına varır. Çocuklardan birini testere tezgahına koyar. Çocuk, testere tezgahından nasıl kurtulacağını bilmiyormuş gibi yapar. Şeytanın karısı ise nasıl kurtulacağını gösterir. Testere tezgâhına doğru eğildiğinde çocuklar boğazını keser ve kurtulurlar.

Elsiz Kız

Açıkçası, değiştirilmiş versiyonu bu masalın orijinalinden çok daha iyi bir versiyon değil ama yine de göze çarpan farklılıkları var. Modern versiyonunda, şeytan fakir adama çok büyük bir zenginlik sunar. Fakat bir şartı vardır; değirmenin arkasında duran şeyi ona verecektir. Fakir adam değirmenin arkasında sadece bir elma ağacı olduğunu düşünür ve tamam der. Aslında değirmenin arkasında duran şey, kızıdır. Şeytan, kızını almaya çalışır ama yapamaz. Çünkü saftır ve bu yüzden şeytan, eğer kız babasının kendi ellerini kesmesine izin vermezse babasını alacağını söylerek tehdit eder. Kız kabul eder ve babası şeytanın istediğini yapar. Evet bu versiyonu da hoş değil fakat eski versiyonları daha kötü: Genç kız kendi kollarını kendisi keser çünkü ona tecavüz etmeye çalışan erkek kardeşine çirkin gözükmek ister. Bir diğer versiyonunda ise, babası kızının ellerini keser çünkü kızı, kendisiyle ilişkiye girmeyi reddeder.

Külkedisi

Bilinen Külkedisi'nde, ayağından fırlayan ayakkabısı Prens tarafından bulunan güzeller güzeli Külkedisi ve iki kötü üvey kardeşleri vardır. Bu masalın geçmişi MÖ 1.yüzyıla kadar, yani asıl kahramanın Külkedisi değil Rhodopis olduğunu versiyona dayanır. Günümüzdeki Külkedisi'ne benzerdir ama bu orijinal versiyonunda cam ayakkabılar ve bal kabağı yoktur. Fakat arka planına Grimm kardeşler tarafından daha kötüce bir şey gizlenmiştir: Bu versiyonunda kötü üvey kardeşler kendi ayakları cam ayakkabıya uysun diye ayaklarından birkaç parça keserler. Prens'i kandırmayı düşünürler. Fakat Prens, bu hilekarlığı üvey kardeşlerin gözlerinden gören güvercinler tarafından uyarılır. Ve üvey kardeşler, Külkedisi Prens'in lüks sarayında otururken; ömürlerinin sonuna kadar hayatlarını kör birer dilenci olarak geçirirler.

(Listverse)

Çeviren: Ezgi Kaplan



Ana Başlıklar;

Masal Örnekleri

Bu yazımızda Masal Nedir? yazısında verdiğimiz bilgilerden hareketle masal örnekleri paylaşacağız.
 

Tilki İle Oduncu

Tilkinin biri, arkasına düşen avcılardan kurtulayım derken karşısına bir oduncu çıkmış: “Bir yer göster saklanayım!” diye ona yalvarmış. Oduncu: “Benim kulübeye gir, orada görmezler seni” demiş. Az sonra avcılar gelmiş, oduncuya: “Buralarda bir tilki gördün mü?” diye sormuşlar. Oduncu ağzı ile “Görmedim” demiş, ama bir yandan da eliyle işaret edip hayvanın nereye saklandığını göstermiş. Avcılar oduncunun dediğini duymuş, eline bakmamışlar. Tilki onların geçip gittiğini görünce saklandığı yerden çıkmış, hiçbir şey söylemeden uzaklaşmak istemiş. Oduncu şaşmış “Nasıl oluyor! Sana iyilik ettim, canını kurtardım, sen bana bir teşekkür bile etmiyorsun!” diye siteme başlamış. Bunun üzerine tilki: “Ben sana teşekkür ederim, ederdim ama dilinle elin birbirine uymadı ki!” demiş.

Vardır öyle insanlar; sözlerine bakarsan iyidirler ama aslını ararsan, kötülük etmeye çalışırlar; bu masal işte öyleleri için söylenilmiş.
 

Kaplumbağa İle İki Kaz

Vakti ile bir su kaplumbağasını iki kaz arkadaşı vardı birlikte bir gölde yaşarlardı. Gel zaman git zaman ülkenin o bölgesinde on iki yıl süren bir kuraklık oldu. Kazlar kendi aralarında konuşarak bir başka göle gitmeğe karar verdiler. Ve arkadaşları kaplumbağaya veda etmeye gittiler. Kaplumbağa buna çok üzüldü ve kendisinin de bir su yaratığı olduğunu, kuraklık üzerinden çok geçmeden öleceğini onun için kendisini yalnız bırakıp gitmemelerini kazlardan rica etti. Kazlar kaplumbağaya ellerinden hiçbir şey gelmeyeceğini söylediler. Kaplumbağa kazlara bir çubuk bulup getirmelerini rica etti. Çubuğun ortasından ağzı ile sıkıca ısırdı ve böylece çubuğa tutundu. Kazlardan her biri çubuğun bir ucunu ağzına alarak uçacaklar ve bu şekilde su kaplumbağasını da gidecekleri yere taşıyacaklardı. Kazlar kaplumbağaya bu planda bir sakat nokta olduğunu söyleyerek itiraz ettiler. Uçuş sırasında kaplumbağanın hiç konuşmaması lazımdı. Aksi halde yere düşüp parçalanırdı. Kaplumbağa konuşmamak için ant içti ve yola çıkarıldı. Yakındaki şehrin üzerinden uçarlarken bazı kimseler iki kazın ortalarından arabaya benzer bir şey taşıdıklarını görerek hayretler içerisinde bakışıp konuşuyorlardı. Onları böyle toplanmış gören kaplumbağa andını unutarak kazlara ‘’ bu adamlar ne konuşuyorlar? ‘’ Diye soracak oldu. Fakat daha ağzını açar açmaz kendini yerde buldu ve öldü.
 

Ölüm Geldi Kuzuya

Kurt suya geldiğinde ne görsün? Az aşağıda bir yerde bir kuzucuk suya eğilmiş; içtim içiyor.Karnı da açmış kurdun, kuzucuğu o saat gözüne kestirmiş.
“Hey bana baksana kuzucuk” diye seslenmiş. “Ne yapıyorsun öyle orada? Sıkılmıyor musun benim suyumu bulandırmaya, çamurlu su mu içeyim istiyorsun”
Kuzucuk bakmış: Kurt yukarıda kendi aşağıda su aşağıdan yukarıya akmadığına göre, kurdun ki olsa olsa buna göre bahane.
“Sizin suyunuzu ne mümkün bayım” demiş. “Ben aşağıdayım, siz yukarıda. Su, sizden bana akıyor, benden size değil ki”
Doğrudan doğruya üzerine atılıp kuzucuğu yemeyi şanına yakıştıramayan kurt, birinci bahanenin sökmediğini görünce ikincisine girmiş: “Geçen yıl kuzucuğun biri benim anama babama sövmüştü acı acı, o kuzucuk sen miydin bakayım?” demiş. Sormuş, kuzucuk hemen bu yılanı da engellemiş; “ne mümkün sayın bayım?” demiş. “Ben geçen yıl daha annemin karnında bile değildim. Ben bu martta doğdum.” Kurt sonunda dayanamamış, oyunu moyunu bırakmış. “Seni kaynana dilli kuzucuk seni!” Demiş. “Ben seni nasıl olsa şuracıkta yiyecektim ya, işi kitabına, kuralına uydurayım da kimsenin bir itirazı olmasın diyordum. Sen ise uzattıkça uzattın gel bakayım buraya, bir güzel yiyim seni de aklın başına gelsin”
Kötüler, yapacakları yapmaya karar verdiler mi, onları bu yollarından çevirmek zordur. Siz istediğiniz kadar savunun, istediğiniz kadar doğruyu, gerçeği gösterin, bana mısın demezler.
 

Aslanla Fare

Herkes herkese yardım etmeli,
Ben büyük, o küçük dememeli
İki masalım var bunun üstüne,
Başkada bulurum isteyene.
Aslan toprakla oynuyormuş bir gün;
Bir de bakmış pençesinde bir fare,
Aslan, aslan yürekliymiş o gün,
Kıymamış canına, bırakmış yere.
Boşuna gitmemiş bu iyiliği.
Kimin aklına gelir. Farenin aslana iyilik edebileceği?
Etmiş işte, hem de canını kurtarmış.
Günün birinde aslan biraz çıkayım derken ormandan,
Düşmüş bir tuzağa, ağlar içinde kalmış;
Kükremiş durmuş boşuna;
Bereket fare usta yetişmiş imdada;
Bu iş kükremekle değil, kemirmekle olur demiş.
Başlamış incecik dişlerini işletmeye
Gelmiş ipin hakkından kıtır kıtır.
Bir ilmik kopunca ağdan hayır mı kalır?
Sabır, biraz da zaman
Güçten, öfkeden daha yaman,
 

Bir Devenin Hazin Sonu

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Ormanın birinde üç arkadaş yaşarmış. Kurt, karga ve çakal. Bir de ormanın kralı aslan varmış.
Ormanın yakınından geçen kervanın sahibi, güçten düşmüş bir deveyi bu ormana bırakmış. Deve burada yiyip içecek, sağlığına kavuşunca da sahibi onu alacakmış. Deve ormanda yer içerken aslana rastlamış:

“Sen nereden çıktın?” demiş aslan.
Deve de başından geçenleri ona anlatmış. Aslan kendi ormanında kalması koşuluyla devenin can güvenliğini sağlayacağına söz vermiş. Deve de kabul etmiş. Deve yiyor, içiyor, şişmanlıyormuş. Kurtla çakal onu yemeyi kafalarına koymuş. Aslan:
“Bir daha böyle bir şey duymayayım benim ona sözüm var,” demiş.

Günlerden bir gün aslan ava çıkmış. Bir fille kapışmış ve ağır yaralanmış. O da, onun artıklarıyla beslenen kurt, çakal ve karga da aç kalmış. Aslanın huzuruna çıkıp deveyi yemek için izin istemişler. Aslan onlara çok kızmış. Üç kafadar daha sonra deveyi de yanlarına alıp tekrar çıkmışlar aslanın huzuruna.
“Efendim,” demiş çakal “biz sizin sağlığınızı düşünüyoruz. Bari beni yiyin.”
“Hayır,” demiş kurt “benim etim daha leziz olabilir. Beni yiyin.”
“Bir avuçluk canım var. Ama etim size iyi gelecekse beni yiyin,” demiş karga.
Üç kafadarın böyle konuşması üzerine deve de onlara uymuş. Nasıl olsa bir şey olmaz diye, “Beni yiyin, en leziz et benimkisi,” demiş.
Ama durum devenin düşündüğü gibi olmamış. Aslan devenin yenilmesine karar vermiş. Üç kafadar ve aslan deveyi afiyetle yemiş.
 

Dostluğun Gücü

Bir gün, ördeklerin bol olduğu bir göl kenarına tuzak kuran bir avcı, bir kenarda uzanıp ördek yakalayana kadar uyumaya karar vermiş. Uyandığında en azından bir ördek yakalamayı umuyormuş. O sırada da ördeklerin kralı olan Miku, göl civarında her şey yolunda mı diye bakmak için sabah yürüyüşünü yapıyormuş. Daha ne olduğunu anlayamadan kendini tuzağın içinde bulmuş. Çaresizlik içinde bağıran Miku’yu duyan olmamış.

“İmdat! Tuzağa yakalandım! Yardım edin!” diye son bir kez daha bağırmış ama bir şey değişmemiş. Miku etrafına bakınmış ama kimseyi görememiş ve korku içinde beklemeye başlamış.

O sırada Kral Miku’nun en yakın arkadaşı ve aynı zamanda yardımcısı olan Minu, Miku’nun uzun süredir ortalıkta olmadığını fark edip meraklanmış. Hemen onu aramaya koyulmuş. Çok geçmeden de tuzağın olduğu yere gelmiş. Arkadaşını tuzağın içinde gören Minu vakit kaybetmeden Miku’nun yanına koşmuş. Gagasıyla tuzağı açmaya çalışsa da bir türlü başaramamış. İyice ümitsizliğe kapılan Miku:

“Minu, beni bırak kendi canını kurtar! Avcı gelirse seni de öldürecek!” demiş. Ama Minu’nun arkadaşını bırakmaya hiç niyeti yokmuş.
“Seni yalnız bırakmayacağım, dostum. Senden başka arkadaşım yok. O yüzden sonuna kadar burada, yanında kalacağım.” Bu sırada tuzağına doğru yürüyen avcı, iki ördeğin konuşmasını duyup çok etkilenmiş. “Ben böyle büyük bir dostluk görmedim. Bu iki dostu ayırmam büyük kötülük olur,” deyip Miku’yu serbest bırakmış.
 

İyileştiren Gömlek

Ülkenin birinde, herkesin çok ama çok sevdiği, sevildiği kadar da iyi kalpli olan bir kral yaşarmış. Bir gün bu kral çok hastalanmış ve yerinden bile kalkamaz olmuş. Tüm halk bu duruma çok üzülmüş ve ülkede, kralı iyileştirmenin yolları aranmaya başlamış.

Herkes ne kadar uğraştıysa da kralı iyileştirmenin yolunu bir türlü bulamamışlar. Bir gün saraya yaşlı bilge gelmiş. Söylediğine göre kralı iyileştirmenin yolunu biliyormuş. Bilge, “Kralı iyileştirmek için hiçbir derdi olmayan, çok ama çok mutlu bir adam bulmanız ve bu adamın gömleğini krala giydirmeniz lazım,” demiş.

Kralın adamları, gece gündüz demeden tüm ülkeyi gezip, bilge adamın söylediği gibi bir adam bulmaya çalışmışlar. Ama hiçbir derdi olmayan, çok ama çok mutlu bir adam bulmak hiç de kolay değilmiş.

Kimisi çok zenginmiş ama bir o kadar hastaymış. Kimisi hem zengin hem sağlıklıymış ama onların da mutlu bir ailesi yokmuş. Kimisi çok fakirmiş ve zengin olamadığı için mutsuzmuş. Durum böyle olunca da kralın adamları bir türlü aradıkları kişiyi bulamamış. Tam umutlarını yitirip saraya geri dönmeye karar verdikleri anda bir evin açık camından gelen konuşmaları duymuşlar. Adamın biri, “Çok şükür bugün de doyduk. Kimseye muhtaç kalmadık. Hepimiz oldukça sağlıklıyız. Bir insan daha ne isteyebilir ki?” diyormuş. Kralın adamları hemen bu adamın kapısını çalmış. Durumu güzelce anlatıp, adamdan gömleklerinden birini istemişler. Mutlu adam hiçbir şey diyememiş, sadece başını öne eğmiş.

Kralın adamları etrafa şöyle bir baktıklarında, bu adamın giyecek tek bir gömleği bile olmadığını fark etmişler. Bunun üzerine, krallarını iyileştiremeyeceklerini anlayınca mecburen yola koyulmuşlar. Ama evden ayrılmadan önce de bu fakir ama mutlu adama bir kese dolusu altın vermişler. Saraya döndüklerinde çok şaşırmışlar çünkü kral bir anda iyileşivermiş. Bilge adam ise hiç şaşırmamış ve şöyle demiş: İşte sizin yaptığınız bu iyilik karşısında kralımız iyileşti.”
 

İki Güvercinin Öyküsü

Bir zamanlar yuvalarında güven içinde yaşayan iki güvercin vardı: Bazende ve Nevazende. Günlerden bir gün Bazende güvenli yuvalarından ayrılıp gezip dolaşma sevdasına kapıldı. İsteğini arkadaşına açtı:

“Burada sıkıldım. Görmediğim yerleri görmek, bilmediğim şeyleri öğrenmek istiyorum.”

Nevazende endişeyle yanıtladı:
“Çok güzel ama fırtınalar, rüzgarlar ne olacak? Ya yırtıcı hayvanlar?”
“Her şeyin bir bedeli var,” dedi Bazende. Nevazende ne söylediyse dinletemedi. Bazende gitmeyi kafasına koymuştu.

Bir gün uçup kayboldu ufukta. Yuvasından iyice uzaklaştı. Pek çok güzellik gördü. Keyfi yerindeydi. Yorgunluğu aklına bile gelmiyordu.
Bir dağın tepesinde konakladı. Cennetten bir parçaydı burası. Sessiz ve dingindi. Ama birden bir fırtına patlak verdi. Şimşekler çaktı, yıldırımlar düştü. Yağmur yağmaya başladı. Ufacık yüreği pır pır ediyordu. Çok korkmuştu. “Keşke yuvamdan ayrılmasaydım,” dedi içinden.

Yağmur dinince yorgun argın yola koyuldu. Birden üzerine gelmekte olan avcı bir kuş gördü: Bir şahin, ölüm yaklaşıyordu. “Bir kurtulsam, yuvama dönüp hep orada kalacağım,” diye geçirdi içinden. O sırada bir başka avcı kuş da üzerine gelmeye başladı. Şahinle birbirlerine girdiler. O da bunu fırsat bilip aradan sıvıştı. Ertesi gün kendine verdiği dönüş sözünü tuttu ve yolculuğuna devam etti.

Günler sonra yorulup bir yer aranmaya başladı. Yeşil bir bahçenin ortasında, yem yiyen bir güvercin gördü. Hemen yanına süzüldü ama bu bir tuzaktı ve konar konmaz yakalandı. “Beni niye uyarmadın,” diye çıkıştı diğer güvercine. “Seni uyaramazdım; çünkü beni de yakalayıp ayağımdan bağladılar.” dedi güvercin. Bizi mahveden hırslarımız, tıpkı insanlar gibi… Sana da yardım edemem, kendime de.
 

Kibritçi Kız

Havanın çok sıcak olduğu bir yılbaşı gecesi ufak ayakları çıplak, küçük bir kız alışveriş dükkanlarının bulunduğu sokağa gelmiş. Soğuktan tir tir titriyormuş. Az önce neredeyse bir arabanın altında kalıyormuş. Can havliyle kendini kaldırıma atarken ayağındaki terlikler fırlayıp bir kenara uçmuş. Bunu fırsat bilen kurnaz bir çocuk zavallı kızın terliklerini alıp kaçmış.

Kız, minik avuçlarında sıkı sıkı tuttuğu kibrit kutularına göz atıp evlerine yetişmeye çalışan insanlara seslenmiş: “Kibriiit! Kibritlerim var. Bayım, bir kibrit almaz mısınız?” Kız soğuktan titreyen bedeniyle saatlerce insanlara seslenmiş ama tek bir kibrit kutusu bile satamamış. Sonunda yorgun düşüp bir köşeye oturuvermiş. O anda burnuna mis gibi bir hindi kokusu gelmiş. Günlerdir yemek yemediği için özlemle kokuyu içine çekmiş.

Açlık ve soğuktan yorgun düşen kız avucundaki kibrit kutusunu alıp, “Bir tanecik yaksam ne olur ki? Azıcık ısınsam yeter,” diye kendi kendine konuşmuş. Kız sonunda bir kibrit çıkarıp yakmış. Parlak alev kızı öylesine büyülemiş ki kız bir an kendini şömine başında hayal etmiş. Ayağında yün çoraplar, elinde sıcak kakao fincanı ile gürül gürül yanan şöminenin başında oturmaktaymış. Kız gülümseyerek koltuğuna yerleştiği sırada kibrit sönüvermiş.

Küçük kız hemen bir kibrit daha yakmış. Bu sefer kendini bir ziyafet sofrasının başköşesinde bulmuş. Masanın üstünde çeşit çeşit yemekler, tatlılar ve meyveler varmış. Kibritçi kız çatal ve bıçağı alıp iştahla yemeklere saldırmış. Tavuktan aldığı bir çatalı tam ağzına götürüyormuş ki kibrit sönüvermiş. Kız bir kibrit daha çakmış. O an karşısında onu çok seven, yıllar önce ölmüş büyükannesi görünmüş. Kız sevgi ile gülümseyerek onu yanına çağırmaktaymış. O anda gökyüzünde kayan bir yıldız görmüş. Biri daha öldü, diye düşünmüş kız. Büyükannesi kayan yıldızın birinin öldüğüne dair işaret olduğunu söylermiş hep. Kız büyük bir sevinçle büyükannesinin peşinden koşmuş ve onunla beraber göğe yükselmiş.

Ertesi sabah kızın oturduğu köşeden geçenler soğuktan donmuş küçük bir kız bulmuşlar. Kızın yüzünde huzur ve mutluluk dolu bir gülümseme varmış. Etrafında yanmış kibrit çöplerini görenler, “Yazık, ısınmak istemiş,” diye üzülmüşler. Oysa küçük kız, büyükannesinin kollarında çok mutluymuş.
 

Uyanık Tüccar

Bir zamanlar ülkenin birinde, uyanık bir tüccar yaşardı. Halkın güvenini kazanmış biriydi. Uzak ülkelerden mal getirip kendi ülkesinde satardı. Bir gün gene geziye çıkması gerekti; fakat elinde henüz satamadığı yüz kilo kadar hurma vardı. Bunları bir arkadaşına emanet etti. Yolculuktan döndükten sonra hemen arkadaşının evine gitti. Arkadaşı bütün hurmaları satmış, parasını afiyetle yemişti. Tüccaraysa:
“Senin hurmaları mahsene koymuştum. Orada fareler yedi,” dedi.
“Nasıl olur?” dedi tüccar.
“Ne desen haklısın. Benim bir suçum yok ama istersen malının bedelini ben vereyim.”
“Yok yok gerekmez,” dedi tüccar.

Arkadaşı tüccarı kandırdığını düşünsün tüccar küçücük farelerin yüz kilo hurmayı yediğine ikna olmamıştı. Bir gün sonra arkadaşının küçük oğlunu kandırıp kendi evine götürdü. Sonra arkadaşının evine gitti. Adam harıl harıl oğlunu arıyordu.
“Küçük oğlum kayıp, onu gördün mü?” Diye sordu tüccara.
Tüccar da, “Gördüm,” dedi.
“Nerede?” dedi adam.
“Bir çaylak kapmış götürüyordu.”
“Nasıl olur? Küçücük çaylak kocaman çocuğu nasıl götürsün?”
Tüccarın istediği cevap da buydu.
“Küçücük fareler yüz kilo hurmayı yiyor da, bir çaylak çocuğu niye götürmesin?” diye sordu.
Bu cevap karşısında sıkışan adam suçunu itiraf etti. Zararını karşılayacağına söz verdi. Tüccar da getirip oğlunu adama geri verdi. E, son gülen iyi gülermiş.
 

Alice Harikalar Diyarında

Sıcak bir yaz günüydü. Alice bir ağacın gölgesinde kuş seslerini dinliyordu. İşte bu sırada Alice’nin önünden bir elinde saat tutan smokinli bir tavşan hızla geçti. Tavşan hem koşuyor hem de kendi kendine söyle mırıldanıyordu:
– Acele etmeliyim, bugün çok geç kaldım!

Alice merakla yerinden kalktı ve tavşanın peşinden koşmaya başladı. Tavşan az sonra biraz ötede büyük bir ağacın altında gözden kayboldu. Alice ağacın yanına geldi ve büyükçe bir delik gördü. Merakla delikten aşağı doğru bakarken dengesini kaybetti ve karanlık çukurun içine yuvarlandı.

Alice uzun bir zaman düştükten sonra kendini küçük bir kapının önünde buldu. Merakla bu küçük kapıya geldi. Kapının yanında altın bir anahtar ve bir şişe ilaç duruyordu. Şişenin üstünde “iç beni” yazıyordu. Alice şişenin içindeki ilacı içti. Bundan sonra da birden küçülmeye başladı. Artık bu kapıdan girebilirdi. Altın anahtarla kapıyı açtı ve içeri girdi. Burası dünyanın en güzel çiçeklerinin bulunduğu bir bahçeydi. Alice bir süre bu güzel yeri hayranlıkla seyretti. İleride çiçeklerin ve ağaçların arasında şirin bir kulübe gördü. Bu kulübenin biraz önce gördüğü tavşanın evi olduğunu düşündü. Koşarak kulübeden içeri girdi.

Tavşan karşısında Alice’yi görünce şaşırdı. Kapıyı vurmadan içeri girdiği için çok kızdı. Alice masanın üzerinde duran pastayı görünce dayanamadı ve biraz yedi. Fakat birden Alice’nin boyu uzamaya başladı. Öyle ki tavşanın küçücük evine sığamaz oldu. Tavşan Alice’yi böyle görünce çok korktu. Alice şaşkınlıkla şişede kalan sudan biraz daha içti. Bu sefer boyu yine kısaldı. Böylece Alice de evden çıktı. Alice tavşanı ararken bir mantarın üstünde bir tırtıl gördü. Mantarlardan bir parça yedi. Boyu daha da kısalmaya başladı. Alice bu tuhaf ülkeden gittikçe hoşlanıyordu. Otların, çiçeklerin arasına daldığı sırada karşısına bir kedi çıktı.
Kedi,
– Küçük kız, buralarda ne arıyorsun, diye sordu. Alice:
– Ben smokin giymiş bir tavşan arıyorum.

Kedi, Alice’ye bir yol işareti gösterdi. Alice kedinin tarif ettiği yere doğru gitti. Ağaçların ortasında büyükçe bir alana geldi.
Burada bir bahçede masanın etrafında oturan tavşanı ve bay şapkacıyı gördü. İkisi de çay içiyordu. Alice’yi görünce masaya oturup çay içmeye devam ettiler. Alice bir süre sonra çayını içip onlara teşekkür etti ve oradan ayrıldı.

Bir süre yürüdükten sonra bir oyun kağıdından asker gördü. Onunla oynamaya başladı. Ondan bu ülkeyi bir kraliçenin yönettiğini öğrendi. Tam bu sırada kraliçe geldi. Alice’yi görünce pastayı yiyen bu küçük kızı hemen yakalayın diye askerlerine emretti.

Kraliçenin yanına Alice’nin bir süre önce gördüğü kedi duruyordu. Kedi Alice’nin suçlu olduğunu söylüyordu. Askerler Alice’ye saldırdılar. Kraliçe Alice’ye ölüm cezasına çarptırılacağını söyleyerek bağırıp çağırmaya başlayınca Alice bu sefer korkup var gücüyle oradan kaçmaya başladı. Acaba onu gerçekten öldürecek miydi?

Askerler koşarken “Kraliçemizin pastasını yiyen yabancıya ölüm!” diye bağırıyorlardı. Alice onların ne demek istediklerini pek anlayamadı. Pastayı tavşanın evinde yemişti. Kendi kendine, beni pastayı yediğim için öldürecekler. Ne kadar da saçma diye düşünürken askerler onu yakaladılar. Alice korkuyla,
– Benim hiçbir suçum yok. Beni bırakın diye bağırmaya başladı.

Bu sırada biri, Alice’yi sarsmaya ve onunla tatlı tatlı konuşmaya başladı. Alice gözlerini açtı. Ablası ona sevgiyle gülümsüyor ve saçlarını okşuyordu. Alice bir rüya gördüğünü anlamakta gecikmedi. Sonra iki kardeş oradan kalktılar ve eve gittiler.
 

Miki’nin Dersi

Çok uzaklarda Masallar Diyarı diye bir yer varmış. Burada Miki adlı bir fare ve arkadaşları yaşarmış. Miki’nin arkadaşları her gün okula gider gelir, boş zamanlarında bol bol kitap okurlarmış. Ama Miki bir türlü kitap okumak ve okula gitmek istemezmiş.

Bir gün Miki okula gitmekten de kitap okumaktan da çok sıkılmış. Uzak dünyalara gidip başka yerler görmek istemiş. Ertesi gün yola çıkmış. Dağları taşları okyanusları çölleri geçmiş. Bu arada da türlü yaratıklarla, gizemli ağaçlarla karşılaşmış.

Gördükleri karşısında korkmaya başlayan Miki, pişmanlık içerisinde yürürken yolda bir köstebek yuvasına rastlamış. Yeterince büyüyemeyen ve daha dünyayı tanımayan Miki, gördüğü köstebek yuvasını farklı farklı ülkeler sanmış. “Hımm, şurası İtalya olmalı ya da Amerika… Keşke daha çok kitap okusaydım o zaman anlardım ne olduğunu.”

Biraz daha ilerlemiş Miki, bu sefer de susayıp bir deniz kıyısına geldiğinde kıyıya vurmuş kocaman istiridyeleri görünce, “İşte bunlar da dev gemiler olmalı, ne yazık ki kıyıya vurmuşlar! Gidip hemen birine bineyim,” demiş. Zavallı Miki yeterince kitap okumadığı için ve öğrenmeyi sevmediği için bu sefer de istiridyeleri gemi sanmış. Bir gemiye bineceğinin hayaliyle tıpış tıpış yaklaşmış, istiridye kabuğunun içine burnunu sokmuş. İstiridye Miki’yi görünce çok korkmuş ve kendini korumak için kabuğunu hızlıca kapatmış. Miki son anda kendini kurtarmış.

Bu olaydan sonra Miki, yaşadıklarından bir ders alıp okula gitmeye ve kitaplarını okuyup daha bilgili olmaya söz vermiş.


2023 TYT Konuları
2023 AYT Konuları
Üniversite Taban Puanları

Tamamen hayal ürünü olan, bilinmeyen bir yer ve zamanda geçen, dinleyicileri inandırmak iddiası bulunmayan nesirle söylenen kısa anlatı türüdür. Değişik bölgelerimizde, metel, matal, metelok, mesel, mesele, misal v.b. olarak adlandırılır. Masal anlatıcısı dinleyicinin dikkatini toplayabilmek için masalın başında, sonunda ve bazen uygun görülen yerlerde masal tekerlemeleri söyler.

Keloğlan

Masal Örnekleri:

Tembel Kız

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir karı koca varmış. Bu karı kocanın bir kızı olmuş. Kız, el bebek gül bebek büyütülmüş, ama hiç iş öğrenememiş. Bunun için adına Tembel Kız denilmiş. Bu kız o kadar tembelmiş ki yerinden kalkmaya üşeniyormuş. Anası babası ona bir gelberi yaptırmış. Kız da oturduğu yerden işini gelberiyle yapıyormuş.

Kızının evlilik çağı gelmiş. Anası babası kızı bir avcıyla evlendirmiş. Avcı ava gitmiş, bir ördek vurmuş. Eve gelmiş, ördeği temizlemiş, ateşe koymuş. Tekrar ava gitmek üzere hazırlanmış, karısına ateşe ördeği koydum, yanmasın bak demiş. Tembel Kız, olur demiş, demiş ama yerinden bile kalkmamış.

Aradan uzunca bir zaman geçmiş. Dilenci eve gelmiş. Tembel Kıza, hanımcığım Allah rızası için bir dilim ekmek demiş. Tembel Kız da yan tarafta mutfak, geç al cevabını vermiş.

Dilenci mutfağa girmiş. Bakmış ocakta ördek kaynıyor, almış ördeği, torbasına koymuş, tencerenin içine de ayaklarındaki pis çarıkları... Gelmiş, Tembel Kız'ın yanına. Bak hanımcığım demiş, ekmeği aldım Allah razı olsun.

Şimdi sana bir türkü söyleyeyim de ben gideyim. Türküyü şöyle söylemiş;Senin gaga benim torba içinde,Benim çarık senin çorba içinde,Sen yat kaba yatak yorgan içinde,Ben yiyecem gagayı orman içinde.

Dilenci türküyü böyle söylemiş, çekip gitmiş. Aradan bir zaman geçmiş, kızın avcı kocası gelmiş. Karısına ördek pişti mi? Demiş. Karısı olan biteni anlatmış, bak bana bir de türkü söyledi, sana deyiverem demiş, türküyü söylemiş.

O zaman avcı kocası durumu anlamış, karısına kızıp azarlamış. Ondan sonra Tembel Kız, tembelliği bırakmış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

Kıymetli Tuz

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Pire berber iken,deve tellal iken,ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken.Tıngır elek, tıngır felek demişler,bu masalı şöyle anlatmışlar.Bir varmış, bir yokmuş, evvel zamanda bir padişah ile bunun üç kızı varmış.

Bir gün bu padişah kızlarını başına toplamış, beni ne kadar seversiniz? Demiş. En büyük kız dünyalar kadar, ortanca kızı kucak kadar,küçük kızı da tuz kadar severim demiş.

Padişah küçük kızın cevabına çok sinirlenmiş, insan tuz kadar sevilir mi demiş, ardından küçük kızını cellada teslim etmiş. Cellat, kızı kesmek için dağa götürmüş.

Kız cellada yalvarmış, sen de babasın, bana kıyma demiş. Cellat, kızın yalvarmalarına dayanamamış, onun yerine bir hayvan kesmiş, kızın gömleğini kesilen hayvanın kanına bulayıp padişaha getirmiş.

Küçük kız yollara düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, bir köye ulaşmış. Orada köyün zenginlerinden birine kul köle olmuş, büyümüş, çok güzel bir kız olmuş. Güzelliği ilden ile, dilden dile yayılmış, kısmet bu ya bir başka padişahın oğluyla evlenmiş.

Aradan bir hayli zaman geçmiş, başından geçenleri kocasına anlatmış, babamları yemeğe çağıralım demiş. Kocası da olur demiş. Gereken hazırlıklar yapılmış, padişah babası ziyafete çağrılmış.

Kızın padişah babası söylenen günde avanesiyle birlikte ziyafete gelmiş. Padişah ve beraberindekiler sofraya oturduğunda yemekler sırayla gelmeye başlamış. Ama kız, aşçısına bütün yemeklerin tuzsuz olmasını tembih etmiş. Padişah hangi yemeğe saldırdıysa eli geri gitmiş, yemeklerin hiçbirini yiyememiş.

O sırada küçük kızı padişahın sofrasından ayağa fırlamış. Padişahım, duyduğuma göre sen küçük kızını seni tuz kadar seviyormuş dediği için öldürtmüşsün demiş. Padişahın söz söylemesine fırsat vermeden işte o küçük kız benim demiş ve bütün yemekleri tuzsuz yaptırdım ki kıymetimi anlayasın sözlerini eklemiş.

Padişah yaptığından utanarak küçük kızının boynuna sarılmış, tuzun ne kadar kıymetli olduğunu anlamış. Ondan sonra yeni bir dönem başlamış. Onlar ermiş muradına,biz çıkalım kerevetine.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır