baba ölümü nasıl atlatılır / Çocuklarda ölüm kavramı

Baba Ölümü Nasıl Atlatılır

baba ölümü nasıl atlatılır

Geçtiğimiz günlerde anne/baba kaybı yaşayan üç arkadaşımın acısını paylaşmaya çalışırken, kendi acılarım da depreşti. Hafta sonu ne zamandır okunmayı bekleyen Debra Umberson’un “Ebeveynin Ölümü: Yeni bir yetişkin kimliğine geçiş*” kitabını, karışık duygularla elime aldım ve bırakamadım.

Ebeveyn kaybının etkisi tahmin edilebilir ama yaşanmadan anlaşılamaz

Yazar Umberson (özetle) kitabın ilk sayfalarında şöyle diyor: 

“Ortalama yaşam ömrü uzadıkça, ebeveynlerin hayatta olma olasılığı arttığından günümüz yetişkinlerinin ebeveynlere bağımlı olma süresi uzadı. Ebeveyn ölümü birçok yetişkinin duygusal, özel ve sosyal hayatında dönüm noktası olup, hayata bakışını değiştiren bir olay.

"Ebeveynlerin kendilerinden önce öleceği gibi beklentisi olsa da,  kayıp sarsıcıdır, etkilidir ve kişiye özeldir. Bu olağan deneyim derin etkiler bırakabilir; sonuç kişiye özel olsa da.” 

Hiçbir yetişkin ebeveyn ölümü sonrası aynı kalamaz

Teksas Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı olan yazar anne ve baba ölümlerini karşılaştırıyor:

“Yetişkin de olunsa ebeveyn kaybı; ruhsal sıkıntı, depresyon riskinde artış, fiziksel sağlıkta bozulma, alkol tüketiminde artışa yol açabilir. Her kayıp, yakınını kaybeden kişi için derin bir hikayedir. Kişi çocukluğuyla temel bağını kaybettiğinden ilkel çocuksu duygular yaşar. Anne ölümü daha yüksek duygusal sıkıntı, baba kaybı daha çok üzüntü yaşanır.

"Ölen babaysa, annenin acısına tanık olmak ve ona yardımcı olmak; anneye daha önce olmadığı kadar ebeveynlik yapmaya neden olur. Anne, kocasının ölümü sonrası çocuklarını toparlar ama babalar bunu pek beceremez. Eleştirel ve sorunlu bir ebeveynini yitiren ve benlik imgesine zarar verilen yetişkin, rahatlar.“ 

Ebeveyn kaybı, yeni bir yetişkin kimliğine geçiş töreni 

Yazar; ebeveyn ölümünün bir iç gözlem dönemi olduğunu, yetişkin kimliğinde dönüşüm ve yoğun içsel değişime yol açtığını, ayrıca yetişkinin ebeveynle yaşam boyu yasadığı etkileşimleri (örn: sıcak, sevecen ve mizah dolu ya da çatışma, ikmal, duygusal acı) yansıttığını; yetişkinlerin ebeveynlerini önemsediğini ancak ebeveynlerin her yaştaki çocukları için ebeveynlik hissi taşıdığını söylüyor.

Ebeveyn ölümü konusunda, yetişkin çocukların ebeveynleriyle ilişkileri üzerine uzun soluklu nitel araştırma yapan Umberson kitabında;  her yıl ABD nüfusunun yüzde 5’inin ebeveynini yitirdiğini; her 10 yetişkinden birinin 25 yaşına kadar bir ebeveynini ‘yitirdiğini, 55 yaşında bu oranın yüzde 50’ye yükseldiğini; 62 yaşında ise yetişkinlerin yüzde 75’inin her iki ebeveynini yitirdiğini; iki ebeveyn ölümü arasında 13 yıl süre olduğunu; anne ölümünün yetişkinin 45-64 yaşında olduğu döneme, baba ölümünün 35-44 yaşları arasında gerçekleştiğini söyleyip ardından ekliyor:

“Orta yaş dönemindekiler kendilerini daha çok yargılar, farkındalıklarını değerlendirir, içsel sorgulamalar yaşar.”

Ebeveyn ölümü, yetişkini fani olduğu gerçeğiyle yüzleştirir

Yazar (özetle) “Hasta ebeveynin ölümü, bakımını yapan kız çocuğunun stresini azaltır. Ebeveynlerinin bakımında yeterli rol almayan erkek çocukları ölüm sonrası suçluluk duyar. Hastalık süreci olup ölen ebeveynle ani ölen ebeveyn için taşınan acı farklı. Duygusal destekçi bir babanın kaybı yetişkin için risk faktörüdür. Yetişkin erkek çocukların ölen babasını içinde tutması, babalarını hayatta tutmalarının bir yolu, aslında” deyip ardından ekliyor:

“Ebeveynlerle çözülmemiş meselelerin varlığı, ebeveynin kaybı sonrasında iyileşmeyi zorlaştırır.”

Ebeveyni yaşarken çocuk, ölünce yetişkin olmak

Kitaptaki her satır çok kıymetli. Dokuz bölüm ve eklerden oluşan kitaptan bazı satırları birbirine eklemekte yarar var.

“Duygusal olarak rahatsız, istismarcı, ilgisiz vb. bir ebeveynle geçirilmiş çocukluk, genellikle ebeveynin ölümü sonrası da süren bir miras olmaktadır. Bazı yetişkinler yaşamlarını farklı bir ebeveyn (örn: daha sevgi dolu, daha az eleştirel, daha dengeli vb.) özlemiyle geçirir. Ebeveyniyle ilişkisindeki sorunları çözümleyemeyen yetişkin, onu kaybettiğinde duyduğu bu özlem için yoğun acı yaşar.

"Yetişkin sadece ebeveynini değil, onunla ilişkili sembolik anlamları da yitirir. Ebeveyn, çocuğunu en çok önemseyen tek insandır. Ebeveynle olumlu ilişkilendirme kuramamak, gelecekteki kimliğin şekillendirilmesinde etkili olur.”

Ebeveyn kaybı, yetişkinin kendiyle ölüm arasında engeli kaldırır

“Ebeveyn ölümü; güçlerinin doruğunda olup, yaklaşan düşüşün de farkında olan orta yaştakiler (35-60 yaş) için yaşamlarını değerlendirmeleri ve değişmeleri için katalizördür. Ölüm ailedeki her bireyi farklı etkiler, ancak her birinin tepkisi ailedeki diğer bireylerin ihtiyaç ve tepkilerini de yansıtır.

"Ebeveyni ölen yetişkin, yaşamı daha fazla takdir eder, sağlığını önemser;  kendini acısını paylaştığı çocuklarına daha yakın hisseder; geçmişe dair bilgi-belge-kayıt edinmediği için üzülür; ilk ve üçüncü kuşak birlikteliğinin zayıflığına hayıflanır. “

Ebeveyn-çocuk ilişkisi, ebeveyn öldükten sonrada devam eder

“Dul kalan –ve hasta eşine de bakmış olan- ebeveynin ruhsal ve fiziksel sağlığı etkilenir; örn: umutsuz, depresif, yalnız, soyutlanmış, hasta olabilir. Çocuklarıyla ilişkileri zorunlu/gönüllü olarak yeniden betimlenir; taraflar arasında uzun vadeli sorunlar yoksa iletişimin kalitesi artar. Ebeveynin bağımlılık, aşırı endişe hali ya da bakım sorunu yaşaması olası.”

“Ebeveyn kaybı kardeşleri birbirine yakınlaştırır”

Debra Umberson’un “Ailedeki rollerin yeniden yapılanmasına yol açan ebeveyn kaybında, kardeşlerin birbirinin acısını anlaması ve paylaşması, kaybın etkilerini hafifletir; zira her kardeşin diğeriyle ilişkisi benzersizdir.

Her bir kardeşin ölümle farklı türde baş etmesi, farklı şekilde yas tutması, miras paylaşımına ilişkin tavrı vb. ilişkileri zorlayabilir” satırlarına katılmamak mümkün mü? 

Ebeveynin ölümü, dönüm noktasıdır

Kitabın bence en iyi bölümü, “geçiş töreni” başlıklı son bölümü.

“Ebeveynle geçmiş etkileşimler, baskın olan stratejileri hem bilinçli/hem bilinçsiz belirler” diyen  yazar kişilerin neden değiştiğini sıralar:

Ebeveynle eski sorunlarını çözmek, ona daha çok benzeyerek ebeveyne tutunmak, ebeveyninin hoşlanacağını düşündüğü biri gibi olma yoluyla ölüm sonrası ebeveyn onayı arayışında olmak, çok sevilen/ eleştirel, yargılayıcı/kınayıcı ebeveyne acı verecek şeyler yaparak ebeveynden kopmak, ebeveynin belli özelliklerini, inanç ve davranışlarını güvenli şekilde reddetmek.

Ebeveyn acısı yaşamış kişilerden cesaret sözleri

Yazar, araştırma sürecinde görüştüğü ebeveyn kaybı acısı yaşayan kişilerden derlediği her biri çok kıymetli değerli önerileri/cesaret sözlerini sıralıyor:

"Acınızı içinizden geldiği gibi yaşayın; sırtınızı başkalarıyla ilişkilerinize yaslayın; -mümkünse- ebeveynlerinizle meselelerinizi onlar ölmeden önce çözümleyin; suçluluk-pişmanlık duygularına teslim olmayın; ebeveynin kişisel eşyalarını elden geçirin; maneviyata sarılın ya da profesyonel yardım alın."

Ebeveyn kaybı yaşayanlara destek olacaklara öneriler

Umberson; ebeveyn kaybını yaşayanlara destek olmak isteyen yakınlarına (özetle) tavsiyede bulunmayın; dinleyin; kaybı olduğu gibi kabullenin, diyor.

“Ebeveynin Ölümü”, ABD Ulusal Yaşlılık Enstitüsü’nden ödüllü bir kitap. Ebeveyn kaybı yaşayanlar, aile-çocuk-yaşlılık-ölüm alanında çalışan uzmanlar için başvuru niteliğinde çok kıymetli bir kitap.

Anne-baba kaybı yaşayanların şefkatli birinin varlığına veya omzuna elini koyacak birinin varlığına gereksinimi olduğunun ve bu kaybın yeni bir yetişkin kimliğine geçişe neden olabileceğinin unutulmaması dileğiyle!

Umberson hakkında

Teksas Üniversitesi’nde profesör ve sosyoloji bölümünde kürsü başkanı. Ebeveynin Ölümü konulu araştırması, National Institute on Aging (Amerikan Ulusal Yaşlılık Enstitüsü) tarafından FIRST Award ödülüne layık görüldü.

Sosyal hizmet uzmanı olarak ölümcül hastalar ve aileleriyle çalıştı; aile ilişkileri ve sağlık üzerine 36 kitap bölümü ile makale yazdı. Teksas Üniversitesi’nde ölüm ve ölmek konuları üzerine ders veriyor.  (ŞD/EA)

* Ebeveynin Ölümü/ Yeni Bir Yetişkin Kimliğine Geçiş, Debra Umberson, çeviri: Özge Çağlar Aksoy, İletişim Yayınları, 2011

Kayıplar ve Yas

Yaşamımız boyunca kontrol edebildiğimiz olayları deneyimlemekle beraber kontrolümüz dışında olan ve bizi derinden etkileyen olaylara da maruz kalırız. Üzerinde nispeten kontrol sahibi olduğumuz durumlar evlilik, iş değiştirme, çocuk sahibi olma, eğitim görmek gibi deneyimlerdir. Kontrol edemediğimiz olayların başında kayıplar gelir. Sevilen birinin kaybı sonunda ondan yoksun kalma durumunda yas tutarız. Yas süreci normal ve yaşanması gereken bir dönemdir.

Yas Yaşanılması Gereken Bir Dönemdir

Yas geri döndürülemeyecek bir kayıp karşısında verilebilecek en doğal tepkidir. Bu doğal tepkiye müdahale edilmemesi gerekir. Yas tepkileri depresyon semptomlarına çok benzediğinden kayıp yaşayan kişinin yas dönemi, çevresi tarafından sorun olarak görülebilir.

Yas süreci, zaman içinde yaşanan duygularda bir azalma olmadan devam ediyor ve durumu kabullenme gerçekleşmiyorsa, kaybın travmatik etki bıraktığı ortaya çıkar. Bu şekilde uzayan süreçler yas kapsamına girmez ve müdahale edilmesi gerekir.

Kişi yas tuttuğu zaman sosyal ortamı da bundan etkilenir. Haftalarca işyerinde devamsızlık yapabilir, arkadaşlarıyla bağlantısını koparabilir. Ancak zaman içinde bu durumda kademe kademe düzelme olması ve kişinin kayıptan önceki hayatındaki işlevselliğine dönmesi beklenir. Bu, kişinin kaybettiği insanı özlemeyeceği anlamına gelmez. Kaybedilen kişinin özlenmesi ve beraber yaşanan güzel anların zihinde canlanması son derece doğaldır. Sorun, kaybın ardından kaybedilen kişinin sürekli kayıp dönemindeki hali ile akla geldiği ve acı, aşırı üzüntü, çökkünlük gibi olumsuz duygu hallerinin azalmadan sürdüğü zaman ortaya çıkar. Yaşanan kayıptan 3-6 ay sonrasında kişinin bu halinde değişim olmuyor ya da daha şiddetli biçimde bu hali yaşıyorsa depresyondan şüphelenmek gerekir.

Yas Evreleri

as tutma biçimi, kişiden kişiye farklılık gösterir. Bu farklılık çoğunlukla kişilik yapısına bağlı olmakla birlikte; önceki yaşam deneyimleri, kaybedilen kişinin yas tutan kişi için anlamı, kaybın şekli, beklenip beklenmediği, kaybı yaşayan kişinin kayıptan önceki psikolojik durumu gibi unsurlar yas tutma sürecinin ne şekilde geçeceğini belirler.

1. Evre: Şok ve İnkar

Kişi bu dönemde aşırı bir üzüntü çektiğinden dolayı kaybettiği kişinin ölümünü bir türlü kabullenmek istemez. Kişi bu dönemde aynı zamanda çok yalnız kalacağını düşünmek istemediğinden de bu ölümü kabullenmeme yoluna başvurabilir. Özellikle kaybedilen kişi çok yakın bir kişi ise, yas tutan kişi eskiden gelen alışkanlıklarından dolayı bu süreci kabullenemez ve kaybedilen kişi hayatta iken yaşananları tekrar edebilir. (Kaybedilen kişi için masada yer ayırma, ekstra bir tabak da onun için koyma, elbiselerini ütüleyip hazırlama, telefonuna mesajlar bırakma gibi). İnkar mutlaka davranış biçiminde görülmeyebilir; kaybettiği insanın ölmemiş olduğu ile ilgili istem dışı hayaller, düşünceler ya da çeşitli söylemler de inkar sürecinde görülen durumlardır.

2. Evre: Sıkıntı Huzursuzluk Hali ve Sosyal Geri Çekilme

Kişi bu dönemde ölümü daha çok kabullenmiş bir haldedir. Fakat buna rağmen yaşam standartları çok düşüktür. Kişi işe gitmede büyük zorluk yaşayabilir, işe gidemeyebilir ya da gitse de rahat ve huzurlu olamaz ve işinde verimli olamaz. Arkadaşlarıyla iletişime geçmeyi reddeder, bazen en yakınıyla bile konuşmaktan çekinir. Kişi kendi öz bakımını bile aksatabilir, banyo yapmak istemeyebilir. Bu durumun uzaması, kişinin depresyona girme olasılığını oldukça arttırır.

3. Evre: Yeniden Yapılanma

Kişi, 1. ve 2. evreyi olması gerektiği gibi atlatırsa ve 2. evreden belli bir süre sonra depresyona girmeden çıkarsa, kendiliğinden yaşama uyum sağlayacaktır. Eski hayatındaki rollerine geri dönebilecek, sosyal ilişkilerini yeniden kurabilecek ve iş ya da akademik hayatına devam edebilecektir.

Patolojik Yas Belirtileri - Travmatik Yas

Yas süreci olması gerektiği şekilde ve sürede tamamlanmazsa psikolojik sorun oluşmuş demektir. Bu durumda kişide bazı belirtiler görülür:

  1. Bedensel Yakınmalar
  2. Ölene ait eşyalarla sürekli uğraşma
  3. Suçluluk duygusu (normal tutulan yasta suçluluk duygusu yaşanmaz, başlangıçta yaşansa bile sürmez)
  4. İntihar etme isteği (normal tutulan yasta bu istek görülmez)
  5. Öfkeli davranışlar

Yas ve Depresyon Arasındaki Fark

Yas ve depresyon birçok yönden aynı etkileri ve belirtileri gösterir. İkisinde de kişi iştahını kaybeder, sürekli mutsuzdur ve uykusuzluk çeker. Yas normal bir süreçtir ve bir rahatsızlık olarak kabul edilmez. Yas ve depresyon arasındaki en büyük fark, yas sürecinde kişi depresyon belirtileri gösterse bile destek bulduğu zamanlarda bu etkilerde azalma gözlenmesi ve bu belirtilerin zaman içinde azalarak bir süre sonra da ortadan kalkmasıdır. Depresyonda ise zaman geçtikçe duygularda hiçbir değişiklik yaşanmaz. Yasta tetikleyici bir olay (sevilen kişinin kaybı) vardır ve bu olay sonucunda da normal bir şekilde kötü hissedilir. Depresyonda ise kaybedilen kişi ile ilgili yaşanıyor olan örseleyici duygular geçmediği gibi kötü hissetme hali yaşamın birçok yönüne yansır.

Yas İle İlgili Yanlış İnanışlar

Kaybedilen kişinin acısını görmezden gelmeye çalışmak ve yaşanması gereken üzüntü ve kederi itmek ve yaşamamaya çalışmak durumu daha da kötüleştirir. Bu sebeple kişi belli bir süre yasını yaşamalı ve içinde tutmamalıdır. “Ölenle ölünmez”, “Artık onu düşünme, o öldü”, “Çok kafana takıyorsun”, “Ağlayınca geri mi gelecek” gibi söylemler kayıp yaşayan kişinin yas sürecine girmesinin, bu süreci yaşamasının ve/veya bu süreci tamamlamasının önünde engel teşkil eden sorunlu çevresel yaklaşımlardır. Kaybedilen kişinin resimlerini kaldırmak, kayıpla ilgili konuşmamak gibi yanlış tutumlar da yas sürecinin sağlıklı bir şekilde yaşanmasını engeller. Bu tutumları kişinin kendisi de sergiliyor olabilir ya da çevresi tarafından bu şekilde yönlendirilebilir.

Ağlamak insana acı veren bir duruma ve üzüntüye verilen en doğal tepkidir. Bu dönemde ağlamamak kişinin yas tutmadığı anlamına gelmez, aksine yasını olması gerektiği gibi yaşayamadığının göstergesidir. Kaybedilen kişinin resimlerine bakmak ve onunla ilgili konuşmak yas sürecinde gerekli ve normal olan durumlardır.

Yas süresi kimse tarafından bilinemez, 1 ay, 1 yıl veya 2 yıl diye kesin bir rakam verilemez. Dışa vurulan tepkiler gibi yas tutma süresi de kişiden kişiye göre değişkenlik gösterir. Önemli olan hayatı ne derecede ve ne kadar yoğun bir şekilde etkilediği ve bu etkinin zaman içinde azalıp azalmadığıdır.

İçinde Bulunulan Toplumun Kayba Karşı Tutumu

İçinde bulunduğumuz toplumun kayıplara ve ölüm kavramına verdiği anlam ve gösterdiği tepkiler de kişinin yas sürecini sağlıklı ya da sağlıksız biçimde geçirmesinde oldukça etkilidir. Her toplumun kaybedilen kişi arkasından düzenlediği belirli ayinler, ritüeller vardır ve her toplum yasını farklı yollardan yaşar. Bunlar, ülkeden ülkeye değişebileceği gibi, bölgeler, şehirler, aileler arasında da farklılıklar görülür. İçinde yaşadığımız toplum kültürü, yasımızı tutmamızda kişiliğimiz kadar bizi etkiler. Kayıp ardından yapılan ya da yapılmayan ayinler, ritüeller ve tepki verme alışkanlıklarının, kaybedilen kişi için hüzün yaşamayı ve bunu ifade etmeyi, ağlamayı, kişi hakkında konuşmayı engelleyici bir şekilde olması durumunda kişinin yasını tutması ve bu süreci tamamlaması imkansız hale gelir. Bunun sonucu kaçınılmaz olarak psikolojik sıkıntılar ortaya çıkar.

Ne Zaman Bir Psikiyatri Uzmanına Başvurmalıyım?

Ölümden birkaç ay sonrasına kadar olan depresif durumlar normal kabul edilmektedir. Yas sürecinde yaşanan belirtiler depresyonla aynı olduğundan ve yas yaşanması gereken bir durum olduğundan depresyon belirtilerinin yas sürecinde görülmesi normaldir. Kişi, ölümden birkaç hafta sonra işine veya okuluna geri dönebiliyor, birkaç aya kadar öz bakımını sağlayabiliyor ve ölümü kabullenebiliyor, 6 aydan 1 yıla kadar ise yeni ve anlamlı ilişkiler kurmaya başlayabiliyorsa sorun yoktur. Fakat daha önce de belirtildiği gibi bunun süresi hakkında kesin konuşmak doğru değildir. Kişi eğer uzun süredir hayatından hiçbir keyif almıyor, ölen kişi ölmemiş gibi davranıyor (masaya onun için tabak koymak, eşyalarını yıkayıp ütülemek, odasını düzenlemek, onunla konuşmak), sürekli depresif bir hal içinde kalıyor, iletişim kuramıyor, geçimini işe devamsızlığı yüzünden sağlayamıyor ise kesinlikle bir psikiyatri uzmanından yardım alınması gerekir. Bu gibi durumlarda kişi eski hayat standardını tamamen kaybeder, kişinin öldüğünü kabullenmez ve yas süreci travmatik etki yaratan bir hale dönüşür.

Çocuklarda Yas Tepkisi

Çocukların yas tepkisi, erişkinlerinkinden farklıdır. Bu farklılık, yas tutmanın hem şeklinde hem de yoğunluğunda görülebilir. Çocuklar çoğunlukla, hiçbir şey olmamış gibi davranmayla, aşırı reaksiyon gösterme arasında gidip gelirler. Bu noktada çocuğun gelişim seviyesine bağlı olarak, kayıpla ilgili farklı unsurların ön plana çıkacağını ve zihninde değişik soruların uyanacağını bilmek gerekir. Yas tepkilerini tamamlamış olan erişkinler, çocukların olaya yönelik sonradan verdikleri tepkileri ve sorgulamaları anlamayabilir, hatta bastırmak için uğraşabilirler. Ebeveynle çocuğun yas süreçleri paralellik göstermeyeceğinden, sağ kalan ebeveynin ölenin ardından yasını yaşayıp, normal hayatına dönmesi; ölen ebeveyninin kaybından kaynaklanan sorgulamalarının cevabını bulamayan ya da büyüdüğü için farklı bir sorgulama seviyesine geçmiş çocuğuyla çatışma yaşanmasına yol açabilir. Mesela, eşi ölen bir adam yeni bir ilişki kurduğunda, çocuğunun annesi ile ilgili sorular sormasını yadırgayabilir ve bu durumu mevcut ilişkisi ile ilgili sorun çıkardığı şeklinde değerlendirebilir.

Ölen Ebeveynin Boşluğunu Doldurmak

Bazı çocuklar, ebeveynlerinin kaybını telafi etmek için ölen ebeveynin rollerini üstlenebilirler. Böylesi bir durum, çocuğun yapmacık bir olgunlaşma sürecine girme tehlikesini bünyesinde barındırır. Ancak, bazı ebeveynler farkında olarak ya da olmadan bu durumu teşvik etmektedirler. Çocuğun ölen eşin davranışlarını taklit etmesi, yaşayan ebeveynin hoşuna gidebilir ve bu hoşnutluğu da sözel veya davranışsal yollarla ifade ederek çocuğun tutumlarının pekişmesine yol açabilir. Bunun daha ileri aşaması, sağ kalan ebeveynin, çocuğundan ölen eşin yaptığı işleri üstlenmesini bizzat istemesi ve çocuğun istenenleri yapmakta zorlanmasıdır. Böyle bir durumda, çocuk yaşadığı kaybın travması ile baş etmeye çalışırken, bir de kendisine hiçbir şekilde uygun olmayan bir rolü yaşamak zorunda kalmanın travmatik etkisi ile karşı karşıya kalır.

Eş ve Sevgiliden Ayrılma

“Bir daha asla başkasını sevemem”

“Kimse ile onunla olduğum gibi mutlu olamam”

“Onun gibisini bulamam”

Eş ya da sevgiliden ayrıldıktan sonra yaşanan süreç bir yakının kaybı sonrasında yaşanan sürece benzerdir. Kişi yas süreci yaşar ve zaman içinde duygusal olarak bazı aşamalardan geçer. Öncelikle olaylara inanamaz, şok ve şaşkınlık içindedir. Ardından öfke ve pazarlık evresi gelir. Öfke evresinde onun sevmediği yanları büyütür. Onun adının anılması bile kişiyi rahatsız eder. Ardından gelen pazarlık aşamasında “Keşke şöyle söylemeseydim, benden ayrılmaz mıydı?” gibi soruların, hesaplaşmaların yapıldığı aşamadır. Kavuşmanın imkansızlaştığını, kişinin anlamasıyla yokluk, boşluk duyguları hissetmeye başlar. Son evre ise, çözülme evresidir. Kişi, eşi ya da sevgilisi ile ilgili anıları hatırladığında bir burukluk hisseder, ancak yaşamına da devam eder. Bu şekilde yaşanan yas süreci normaldir ancak bu süreç uzar ve yaşanan duygusal aşamalardan birinde takılma olursa ayrılığın travmatik etkisi oluşmuş demektir ve psikolojik sorunlar ortaya çıkar.

Ayrılık Sürecini Travmatik Duruma Getiren Unsurlar Nelerdir?

Ayrılığın travmatik etkisinin boyutu belirli etkenlere bağlı olarak büyür.

  • İlişkinin süresi
  • İlişkinin nasıl sonlandırıldığı
  • İlişkiye yapılan yatırım
  • İlişkiden beklentiler
  • Sevdiği halde, devam etmek istediği halde, terk edilmek
  • Bir kişi nedeniyle terk edilmek (Öfkeyi arttırmaktadır. Kişi kendisini sürekli olarak o kişi ile karşılaştırabilir)
  • Ayrılık nedenlerinin konuşulmaması

gibi etkenler ayrılık nedeniyle yaşanan yas sürecinin süresini ve normal bir yas sürecinden geçilip geçilmeyeceğini belirler. Çocukluk ve ergenlik döneminde yaşanmış travmatik ayrılıklar ve önceki ilişkilerde yaşanan travmatik olaylar ve ayrılık süreçleri ilişkilerde ayrılmaya ve reddedilmeye olan duyarlılığın ve ayrılık sonrası psikolojik sorun gelişiminin belirleyicisi olan başlıca nedenlerdir.

Ayrılık Sonrasında Yaşanan Süreçler

Normal yas sürecinin yaşanamaması durumunda en çok karşılaştığımız psikolojik sorunlar depresyon, panik atak gibi anksiyete bozukluğu türleri ve alkol ve madde kötüye kullanımıdır. Kişinin ayrıldığı kişi ile karşılaşması, ona ulaşması ayrılık acısını daha da fazlalaştırabilir. Bu sorunlar eşliğinde umutsuzluk, hayal kırıklığı, öfke, suçluluk gibi birçok duygu yoğun bir şekilde kendini gösterir. Takıntılı aşk olarak bilinen ruh hali ayrılık sonrası oluşan psikolojik sorunların en yoğun yaşandığı durumdur.

Bazı kişiler ise, ayrılık acısını azaltmak için hemen yeni bir ilişkiye başlayabilirler. Bu durum yaşanması gereken yas sürecini engellediği için olumsuz duygu birikimi oluşur ve ileriki dönemde bu birikim mutlaka çeşitli psikolojik sıkıntılar şeklinde yüzeye çıkacaktır. Ayrılığın yasının tutulması önemlidir. Geçmiş ilişkinin bitmesi nedeniyle oluşan olumsuz duyguların doğal yas sürecinde işlenmesi başlanacak yeni ilişkinin sağlıklı yaşanması için ön koşuldur.

Ayrılık ve Psikoterapi

Ayrılık sonrasında kişi yas sürecinin aşamalarını sağlıklı olarak geçemediyse, ayrıldığı kişinin akla gelme sıklığı ve akla geldiğinde yaşanan rahatsızlığın seviyesi azalmıyorsa, yeni bir ilişki kurmaktan belirgin bir şekilde kaçınılıyorsa, bir psikolojik sorun oluştuysa ve ayrılık sonrasında günlük hayatın sürdürmesinde sürekli bir zorlanma varsa profesyonel bir yardım almalıdır. Ayrılık sonrası yaşanan ve zaman içinde geçmeyen sorunların temel iki kaynağı olan erken dönem ayrılık travmaları ve ilişki sürecinde ve ayrılık döneminde yaşanmış olan travmatik deneyimler psikoterapide çalışılır. Psikoterapi süresince kişinin yaşadığı sıkıntılar kademe kademe azalır, kişi hayatını ayrılık acısından bağımsız yaşamaya ve yeni bir ilişkiye kendini hazır hissetmeye başlar. EMDR, diğer bir çok psikolojik sorunda olduğu gibi psikoterapide ayrılık sorunlarının son derece etkili ve hızlı bir biçimde çözülmesini sağlayan bir yöntemdir.

İş Kaybı

İş kaybı kişinin hayatındaki ilk üç stresten biridir. Kişinin uzun süredir üzerinde yatırım yaptığı bir şeyi kaybetmesidir. Kişinin sevdiği bir kişiyi kaybettiğinde hissettiği duyguya benzemektedir. Tıpkı bir yas sürecidir. İş kaybı veya işi kaybetmeye yönelik tehdit birçok yoğun duyguyu tetikleyebilir. İşini kaybeden veya işini kaybetmeye yönelik tehdit altında olan kişi, korku, kaygı, şok, üzüntü, duygusal donukluk, içe kapanma vb. duygular yaşayabilir.

İlk aşama, şok aşamasıdır. Tam olarak ne olduğunun farkında olmayabilir. Sonraki aşama ise, inkardır. Kişi bir türlü işini kaybettiğini kabul edemez. “Bu durum benim başıma geliyor olmaz”. Öfke aşamasında ise, kişi işini kaybettiği için ya kendisini suçluluk duyar ya da çevresindeki insanları suçlar.” Ben suçluyum. Tüm suç ortağımın”. Kayıp süreci ile yüzleştiğinde ise, depresyon durumu yaşar. “Hiçbir şeyden zevk almıyorum. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” Son aşama ise, danışanın yaşadığı kabul aşamasıdır.” Artık kendime yeni bir iş bakmalıyım” Bu aşamada, kişi artık yeni bir işe aramaya başlayabilir. Ancak her zaman böyle bir bekleme lüksü de olmayabilir.

İş Kaybı Sonrasında Görülebilen Durumlar

  • Örneğin; Patronun işten çıkarttığını söylediği anının kişinin tekrar tekrar aklına gelmesi, bu durumla ilgili sıkıntılı rüyalar görme, terleyerek, titreyerek uykudan uyanma
  • İş görüşmesine gitmekten kaçınma
  • İşini hatırlatan kişilerden, yerlerden uzaklaşma
  • İnsanlardan uzaklaşma (içe kapanma)
  • Güvensizlik “Kendime güvenmiyorum… İş yerlerine güvenmiyorum”
  • Uykusuzluk
  • Sinirlilik
  • Konsantre olmakta zorlanma
  • Tetiktelik
  • Yetersizlik duygusu “Ben yetersizim, Ben başarısızım”
  • Gelecek kaygısı “Ya iş bulamazsam … Yine işten atılırsam”

İş kaybı, çoğu zaman erken travmatik deneyimleri tetikleyebilir. Terapide, danışanın erken travmatik deneyimlerinin çalışılması önemlidir. İşini kaybeden kişinin “Ben yetersizim. Ben başarısızım” vb. şeklindeki olumsuz düşüncelerinin, bu düşüncelerin yarattığı duyguların belirlenmesi, bu düşüncelerin, duyguların yeniden yapılandırılması hedeflenmektedir.

İş Kaybı Sonrasında Görülebilen Durumlar

  • Örneğin; Patronun işten çıkarttığını söylediği anının kişinin tekrar tekrar aklına gelmesi, bu durumla ilgili sıkıntılı rüyalar görme, terleyerek, titreyerek uykudan uyanma
  • İş görüşmesine gitmekten kaçınma
  • İşini hatırlatan kişilerden, yerlerden uzaklaşma
  • İnsanlardan uzaklaşma (içe kapanma)
  • Güvensizlik “Kendime güvenmiyorum… İş yerlerine güvenmiyorum”
  • Uykusuzluk
  • Sinirlilik
  • Konsantre olmakta zorlanma
  • Tetiktelik
  • Yetersizlik duygusu “Ben yetersizim, Ben başarısızım”
  • Gelecek kaygısı “Ya iş bulamazsam… Yine işten atılırsam”

Tedavi

İş kaybı, çoğu zaman erken travmatik deneyimleri tetikleyebilir. Terapide, danışanın erken travmatik deneyimlerinin çalışılması önemlidir.

İşini kaybeden kişinin “Ben yetersizim. Ben başarısızım” vb. şeklindeki olumsuz düşüncelerinin, bu düşüncelerin yarattığı duyguların belirlenmesi, bu düşüncelerin, duyguların yeniden yapılandırılması hedeflenmektedir.

Servet Kaybı (İflas)

Göç ve Muhit Değiştirme

DOÇ. DR. ADNAN ÇOBAN

PSİKİYATRİST-PSİKOTERAPİST

Çocuklarda Ölüm Kavramı ve Yas


Çocuklarda Ölüm Kavramı ve YasÜrküntü ve bilinmezliklerle dolu, tarih boyunca anlamlandırılmaya çalışılmış bir olgu ölüm. Gerçekleşmesi %100 olan yaşam gerçeği ölüm.

İnsanı bu kadar yakından ilgilendiren, yaşamımızla iç içe olan ölüm, elbette çocuklar için de merak konusu. Anne baba olarak çocuğunuzdan ölümle ilgili sorular mutlaka alırsınız. Çocuklarda ölüm algısı ve ölüm kavramı hakkında bilgi sahibi olmanız, çocuğu yaşına uygun biçimde aydınlatmanızı sağlayacak, herhangi bir zihin karışıklığı ya da korku oluşmasına meydan vermeyecektir.

Çocuğunuzla ölüm hakkında konuşurken;

1)Ölümü bir uyku hali olarak tarif etmeyin. Çocukta uyuma, uykuya dalma korkusuna sebep olabilirsiniz.

2)Uzun bir yolculuğa çıktı, çok uzak bir yere gitti gibi açıklamalarda bulunmayın. Çocuk kendisine neden bir haber verilmediğini merak edecek, üzülecek hatta seyahate çıkan bir yakınının geri dönmeyeceği kaygılarına sahip olacaktır.

3)Hasta oldu öldü gibi bir açıklama basit hastalıklar ile ciddi hastalıklar arasındaki farkı bilmeyen çocuğunuzda hastalık korkusu, hastalanma korkusu yaratabilir. Çocuk hastalıktan ölen bir yakınını gördüğünde, birçok hastalığın çok çabuk iyileştiğini, sizin ve kendisinin sağlıklı olduğunu, hastalıkları kolayca yenebileceğinizi, nadiren bazı ciddi hastalıkların ölümcül olabileceğini uygun bir dille anlatın.

4)Yaşlı idi öldü, yaşlılar zamanı gelince ölür gibi açıklamalar da doğru değildir. Çocuk genç birinin ölümünü öğrendiğinde çelişkiye düşecektir. Yaşlılığın ölüm sebebi olduğu, ancak her yaşta ölünebileceği, anne baba ve çocuk olarak uzun yıllar yaşayacağınızı düşündüğünüzü söyleyin.

5)Konuyu kapatmaya çalışmanız, kaçamak cevaplar vermeniz ya da çocuğu susturmanız hatalıdır. Yaşam gerçekliği olan ölümün konuşulabilir olduğu çocuğa verilmelidir.

Çocuklar ölümle çok erken yaşlarda ilgilenmeye başlasalar da 3 yaşından önce ölümü kavrayacak zihinsel yeti oluşmamıştır. 3 yaşından önce ebeveyn kaybı yaşayan çocuğa söz konusu kişinin öldüğü söylense de korku ya da üzüntü duymayacak, o kişinin verdiği bakımla ilgili eksiklikten kaynaklanan sıkıntıları yaşayacaktır.

3-5 yaşlarında “ölüm, ölmek, ölmüş” gibi kavramlar çocuk tarafından kullanılsa da ölüm ile ilgili bir duygulanım ve korku tepkisi verecek zihinsel gelişim henüz yoktur. Televizyon kumandasını vermediğiniz için size kızan 4 yaşındaki çocuğunuz, “ölürsün inşallah anne-baba” diyebilir. Bu yaşlarda ölüm uzun bir ayrılık, dönüşü uzun sürecek bir yolculuk gibidir. Sürekli ve geri dönülmez ölüm olgusu kavranmamıştır. Oyunlarında ölü numarası yapıp, dirildim diyerek karşısındakini korkutmaya çalışabilir, akvaryumda ölen balığı “balık ölmüş” diye size haber verebilir, sonra da “bunu yüzdür, yem verelim yüzsün” diye tutturabilir.

5 yaşlarında çocuk için ölüm, uyanılmayan bir uyku halidir ve artık korkutucu bir kavram haline gelmeye başlamıştır. Daha önce anne baba ölümü uyku olarak tariflemişlerse çocukta uyku düzeni bozulabilir, uykuya dalmaktan korkma, yalnız yatamama gibi sorunlar görülebilir. Çocuk ölen dedesinin toprak altında nasıl nefes aldığını, orada yalnız sıkılıp sıkılmadığını, ne yiyip içtiğini, kıpırdamadan nasıl yattığını sorabilir. Yani henüz ölümün bir son, geri dönülmez bir durum olduğu kavranmamıştır. Bu yaşlarda çocuk anne babanın da ölüp ölmeyeceğinden korku duyar, sık sık siz de ölecek misiniz diye sorabilir.

6-7 yaşlarında ölümün yaşlılık ve hastalıkla ilgili bir kavram olduğu yavaş yavaş pekişmeye başlar. İzlenen çizgi filmler, okunan masal ve öykülerin etkisiyle ölüm kötüler içindir, ölüm kötülere bir cezadır algısı oluşur. Çocuk ölümü kendine yakıştırmaz. Yaşlı, hasta kişilerin yakında öleceklerini düşünür, fakat ölümden uykudan uyanır gibi birden dönmek mümkündür. Çocuk ölümden korkar gibi görünse de asıl korkusu yalnız kalma korkusudur. Ebeveynlerin “söz dinlemez, yaramazlık yaparsan ölürüm annesiz-babasız kalırsın” gibi söylemleri bu korkuyu pekiştirecek, sevdiklerinin ölümü karşısında kendini suçlayacak, kendine verilmiş bir ceza olarak algılayacaktır. “Ben yaramazlık yaptım, dedem öldü, şimdi cennette uslu çocuklarla oyun oynuyor” gibi bir algıyı çocuğun zihnine yerleştirecek tarzdaki yaklaşımlarınız büyük hata olup, psikolojik sorunlara eğilimli yetişkinlerin temelini atmış olursunuz.

9-10 yaşlarından itibaren ölüm gerçekliğini kavrayacak bilişsel yetenek kazanılır, ölümün yaşamın geri dönülmez bir sonu olduğu anlaşılır. Yakın çevreden bir ölüme şahit olmak ya da uzun yıllar böyle bir durumla karşılaşmamak ölüm gerçekliği kavramının kazanılmasını daha erken ya da ileri yaşlara atabilmektedir.

Anne baba olarak çocuğunuzla ölüm hakkında konuşurken öncelikle sizin ölümü içselleştirmiş, kabul etmiş, ölümle barışık olmanız gerekir. Siz ölümü korkutucu bir olay olarak görmeyen duygusal ve felsefi kapasiteye eriştiyseniz çocuğunuza sağlıklı bilgileri verebilirsiniz.

Ölüm hakkında çocuğunuzla konuşurken gerginlikten uzak, huzurlu ve rahat olmanız, kafa karışıklığına yol açmamak için sadece sorduğu sorulara gereksiz ayrıntılara girmeden net ve kısa yanıtlar vermeniz, ne sorduğunu tam olarak anlamanız tavsiye edilir.

Anne baba, eş, evlat, yakın akraba ölümü bireyin yaşayabileceği en travmatik olaylardandır. Yas tepkisi yetişkin ya da çocuk herkes için doğaldır. Ağlama, üzüntü, uykusuzluk, iştahsızlık, isteksizlik, çaresizlik, karamsarlık, umutsuzluk gibi belirti ve duygular bir dönem yaşansa da sağlıklı bir psikolojik yapı sürekli ruhsal çökkünlük halinde kalmaz.

Bu yazımızda çocuklarda yas süreci ve sevilen birinin ölüm haberi çocuğa nasıl verilir, bir yakını ölen çocuğa nasıl davranılır? sorularına da cevap vereceğiz.

Anne babasını kaybeden bir çocuk ağlama, bağırıp çağırma, öfkeli ve şiddet dolu davranışlar gösterebildiği gibi sessiz ve tepkisiz de kalabilir. Elbette üzüntülü ve hüzünlüdür, fakat temeldeki korku “bana kim bakacak”, “ben ne olacağım” dır.

Bazı çocuklar donmuş ve uyuşmuş gibi bir hal alır, ölü ve ölümle ilgili konuşmaları duymazdan, anlamazdan gelir, hiçbir soru sormaz, oyununa ve arkadaşlarına döner.

Bazı çocuklar ise yas tepkisi olarak bir bayram, şölen havasına girip sevinçli, canlı, yerinde duramaz olup, yersiz gülmeler, olmayacak şeyler istemeler, çeşitli soytarılıklar yaparlar. Her iki durumda da yadsıma (inkar) savunma mekanizması devreye girmiş, inanmama yoluyla travma atlatılmaya çalışılmaktadır.

Çocuklar, yetişkinler kadar üzüntülü ve acılı kalıp, yaslı görünüm vermezler. Ölüm gerçeği kabul edildikçe, ölen ebeveyne karşı kendini bırakıp gitmesinden ötürü öfke duyulmaya başlanır. Ebeveyne duyulan öfke ve ölümün kendi yaramazlıkları, kötü çocuk olması kaynaklı olduğuna dair hatalı inançlar suçluluk duygusu yaratırsa ruhsal problem çıkma olasılığı artar.

Genel kaygı hali ve farklı korkular, gece korkuları, karabasan ve kâbuslar, uyku bozuklukları, tikler, bayılma ve titreme nöbetleri, baş ve karın ağrıları gibi bedensel yakınmalar, dalgınlık, unutkanlık, yaşından daha küçük davranmaya başlama, kekemelik, tırnak yeme, altını ıslatma, hırçınlık, içine kapanma, okula gitmede isteksizlik, okul başarısızlığı, uyum ve davranış bozuklukları yasın getirdiği ruhsal sorunlar olarak çocuk psikiyatrisinde sıklıkla karşımıza çıkar.

Çocukluk dönemlerinde anne ya da baba kaybının ileriki yıllarda depresyon olasılığını yükselttiği, birçok ruhsal bozukluğa zemin hazırladığı psikiyatristler tarafından kabul edilse de bu bir kural değildir. Ebeveyn boşluğunu dolduracak bireyin çocukla kurduğu sevgi dolu ilişki ve iletişim burada önem kazanmaktadır.

Çocuğun yas sürecini sağlıklı biçimde atlatması ve çocuğa ölüm haberini verirken dikkat edilmesi gerekenler şunlardır:

1)Çocuğun yaşına göre 1-2 hafta bekleyip, alıştırmak mümkün olsa da gerçek uzun süre gizlenmemeli, en kısa sürede, çocuğun en yakını haberi vermelidir.

2)Haber verirken, ölen kişinin bir daha geri gelmeyeceği, ancak sizin onun yanınızda olduğunuz, bakımında, ihtiyaçlarının karşılanmasında hiçbir sorun yaşamayacağı net olarak anlatılmalıdır.

3)Üzgün olsanız da güçlü olduğunuzu, sevgi ve desteğinizin hep onun yanında olacağını göz teması kurarak ve tensel temas ile söyleyerek korkularını hafifletin.

4)Ölmüş kimseden konuşmaktan kaçınmayın, anılarını anlatıp paylaşın.

5)Yasınızı çocuktan gizlemeyin.

6)Çocuk yas yerine neşeli, hareketli, canlı, oyuncu davranışlar gösteriyorsa kesinlikle suçlamayın.

7)Ölümü yadsıyan çocuk için aceleci olmayın, bekleyin ve anlayışla davranın. Genelde birkaç haftada durum olağan akışına kavuşur.

8)Ev, okul, şehir değiştirmek gibi büyük değişikliklerden bu dönemde kaçının.

9)Üzüntüsünü belli edemiyor, soru soramayacak kadar şaşırmış ya da üzgün ise siz onun adına konuşmayı başlatabilir, duygu aktarımına yardımcı olabilirsiniz.

10)Ölüm sebebiyle çocuğa karşı korumacı davranmayın.

11) 6-7yaşından önce çocuklar gömme merasiminden uzak tutulmalıdır.

12)“Annen melek gibiydi, Allah çok sevdiğinden onu aldı” “Baban çok iyi biri olduğundan erken öldü” gibi ölümü sevimli ve aranacak bir şey olarak göstermeye çabalamayın.

13)Zamanı geldiğinde sevdiklerimizle öteki dünyada buluşacağımız umudu ve bilgisini vermek doğrudur.

Yas sürecinde çocuğun yaşadığı huzursuzluk 1 aydan uzun sürerse psikiyatrik destek almak uygun olur.

Antalya psikiyatri ve psikoterapi merkezi, Çocuk psikolojisi birimi, Lara/Muratpaşa/ANTALYA 2015.

Psikiyatri uzmanı ve psikoterapist Filiz Uluhan.

ICD-10 KODU: Z 63.4

AİLE ÜYESİNİN ORTADAN KAYBOLMASI VE ÖLÜMÜ

(EBEVEYN KAYBI TRAVMA VE YAS SÜRECİ)

AİLE ÜYESİNİN ORTADAN KAYBOLMASI  VE ÖLÜMÜ BAĞLAMINDA

YAS SÜRECİNE BİR BAKIŞ "EBEVEYN KAYBI VAKA ÖRNEĞİ" 

Kişinin bir yakınını kaybetmesi veya ölümü, beraberinde yas, üzüntü, öfke ve umutsuzluk gibi duyguları getiren baş edilmesi ve kabullenilmesi güç bir yaşam olayıdır.  Ölüm veya ayrılık yoluyla, kaybı yaşanılan kişi aile üyesi içinden bağlanma ilişkisi gerçekleştirilmiş bir insan ise, bu durum daha da güç bir hale gelecek, durumun anlamlandırılması, kabullenilmesi ve üstesinden gelinmesi daha zor ve karmaşık olacaktır.

Bir aile üyesinin ölümü ya da ani olarak ortadan kaybolması şeklinde yaşanılan kayıp duygusu kişide üzüntü, kızgınlık, öfke, suçluluk, kaygı gibi bir takım duyguların eşliğinde bir yıkım yaratacak ve yas sürecine yol açacaktır. 

John Bowbly, ‘Kayıp, Yas ve Depresyon’ da kayıp sonrası süreçleri hem çocuk hem de yetişkinler açısından ele almış, insanların özellikle ölüm vakalarında kayıpla olan ilişkilerini ortaya koymuştur. (Bowbly, 1998)

Bowbly’ye göre kayba verilen tepkiler şu aşamalarda ortaya çıkmaktadır:

  • Donakalma (şok süreci)
  • Kayıp kişiyi arama
  • Dağınıklık ve Umutsuzluk
  • Toparlanma ve geleceğe dönme

Yas Süreci ve Yas Aşamaları:

Sevilen kişinin ölümü veya ortadan kaybolması şeklinde ortaya çıkan kayıplarda, yas ve üzüntü duygusu farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Kişi, kayıp sonrasında şiddetli bir üzüntü yaşacak ve bu üzüntü de bireyin yaşamında, emosyonel durumunda, hayata yönelik algısında değişiklikler yaratacaktır. Bu değişiklikler, emosyonel olarak kızgınlık, öfke, çaresizlik, umutsuzluk, suçluluk şeklinde ortaya çıkarken, yakın çevre ve uzak çevreyle olan ilişkilerde bozulma,  izole olma gibi psiko-sosyal süreçlerin etkilenmesi şeklinde kendini gösterecektir.

Yas süreci, kaybedilen kişiye yeniden ulaşma çabasını içeren kaybı kabul etmeme isteği ve inzivaya çekilme, üzüntü ve içe dönük sorgulama ile birlikte umutsuzluk duygusu ve son aşama olarak da kaderini kabul etme ve yeniden yapılanma gibi birtakım aşamalardan oluşacaktır. Bu aşamaları şu şekilde sıralayabiliriz: 

İnkar dönemi: Kayıptan hemen sonra yaşanan şok ve uyuşukluk dönemidir. İnkâr, inanmama ve şok gözlemlenir. Bu uyuşukluk evresi birkaç dakika ile birkaç gün arası sürebilir.

Arama ve İsyan dönemi: Bireyin kaybın farkına varmaya başladığı dönemdir. Kaybedilen insanın geri getirilmesi düşüncesi hakimdir. Öfke, suçluluk ve isyan durumları gözlemlenir. Aylarca sürebilen bir dönemdir.

Onarma çabaları dönemi: Kişinin kaybı ile yüzleştiği ve başa çıkma yöntemlerini araştırdığı, içsel sorgulamalara girdiği, kayıptan sonra yaşadığı yıkımı onarmaya ve kendini yenilemeye çalıştığı bir dönemdir. Bu dönemde intihar riski görülebilir.

- Yapılandırma dönemi: Yas sürecindeki birey artık kaybı ile yaşamaya, yaşamını yeniden organize etmeye başlamış ve bu yeni duruma uyum sağlamıştır. Yarım bıraktığı işleri tamamlamaya ve yeni uğraşlar bulmaya başlar. Yavaş gelişen ve zaman alan bu evrede birey bazen duygusal geri dönüşler yaşayabilir.

Ruppert’e göre yas tutmak, acıya ve gözyaşlarına izin vermek, yalnız bırakılmış olma kaygısıyla yüzleşebilmek demektir. Yas, geçmişe yönelik öfke bittiğinde başlamakta ve kişinin gerçekliğe uyum sağlama çabasını içermektedir.

(Ruppert, 2011, s.160) 

Bir Aile Üyesinin Ortadan  Kaybolması ve Ölümü bağlamında Çocukta Ölüm ve Kayıp / Ebeveyn  Kaybı:

Ebeveyn kaybı yaşayan çocuk, kayıp karşısında yetişkinden farklı tepkiler verebilmekte, yas sürecinin belirtileri farklı şekillerde gözlemlenebilmektedir. Bir çocuğun kayba karşı verdiği tepki; çocuğun yaşına, bilişsel ve psiko-sosyal gelişim düzeyine, kaybın yakınlık derecesine, kayıp sonrasında çocuğa yetişkinler tarafından yapılan açıklamalara ve çevresindeki yetişkinlerin tavrına göre değişecektir. Bu noktada, kaybedilen kişiye yakınlık derecesinin önemi göz önünde bulundurulduğunda ebeveyn kaybının çocuğu diğer kayıplardan daha çok etkileyeceği aşikardır. Önemli olan başka bir nokta ise, ebeveyn kaybında çocuğa bu durumun nasıl ve ne şekilde aktarıldığıdır. Çocukla ebeveynin kaybı konuşulurken, verilen bilginin çocuğun yaşına, algısına, gelişim düzeyine uygun, anlayabileceği bir şekilde olması gerekmektedir.  

“Çocuklar ölüm karşısında farklı duygu ve düşünceleri bir arada yaşarlar. Onlara yakından tanıdıkları bir hayvan ya da bir insan öldüğünde üzülmenin ve onu geri getirmeyi istemenin normal olduğu söylenirse; çocuklar bu bilginin kendi deneyimleriyle uyuştuğunu göreceklerinden, yaşadıkları acıyı paylaşmada daha açık olurlar.” ( Yavuzer, 2011, s.141)

Bowlby’e göre çocuklar da yetişkinler gibi kayıp karşısında benzer yas süreçlerini yaşayıp, benzer tepkiler vermektedirler. Yetişkinler ve çocuklardaki yas süreci arasındaki önemli fark, çocuklardaki kayıp deneyiminin genellikle olumsuz psikolojik sonuçlara yol açabilmesidir. Çünkü, çocuklarda kayıp beraberinde ayrılma kaygısını da getirmektedir.

Çocuk ve yetişkinlerin yasları arasındaki önemli bir başka fark da, yetişkinlerin yası genellikle geçmiş yaşantıları çerçevesinden yaşaması, çocuklar için ise ‘şimdi’nin baskın olmasından dolayı, çocukların yas süreçlerinde farklı ruh hallerine (aşırı hareketlilik, saldırganlık, sahte neşe vb.) girmeleridir.  (Yavuzer, 2011, s.141)  

BİR VAKA ÖRNEĞİ EŞLİĞİNDE ÇOCUKTA EBEVEYN KAYBI:

VAKA: 10 yaşında olan A.Y,  İstanbul Büyükşehir Belediyesi Psikolojik Danışmanlık Merkezi’ne çocuk psikolojik danışmanlık hizmeti almak üzere,  içe kapanıklık, kaygı ve davranış sorunları nedeniyle annesi tarafından getirilmiştir.  

Çocuğun anamnezini almak, aile ve sosyal yaşantısıyla ilgili ayrıntılı öykü almak ve çocuk hakkında bilgi edinmek amacıyla anneyle yapılan ilk görüşmede, 2 ay önce A.Y’nin babasını kanser nedeniyle kaybettikleri, A.Y’nin babasının hastalık sürecine şahit olduğu ve ölüm haberini hastanede aldığında donup kaldığı, uzunca bir süre kimseyle iletişim kurmak istemediği, annenin bu süreci çok ağır yaşadığı ve evde bir matem ortamının olduğu öğrenilmiş; A.Y’nin bu olaydan sonra suskunlaştığı, içe çekilme ve içe kapanma yaşadığı, sonrasında kaygı sorunlarıyla eşlik eden kaş yolma gibi davranış sorunları yaşadığı ortaya çıkmıştır. Görüşme esnasında annenin aşırı korumacı bir tutumu olduğu, annenin de kızına karşı bir kayıp korkusu yaşadığı gözlemlenmiştir. Anne ile bu sürecin çocuktaki etkileri, ona nasıl aktarılması ve bu duygunun nasıl paylaşılması gerektiğiyle, bu sürecin birlikte nasıl üstesinden gelebilecekleriyle  ilgili bilgilendirme yapılmıştır.

Anneyle yapılan görüşmede, 10 yaşındaki bir çocuğun, ölüm duygusunu anlayabileceği ve bir yetişkinin yaşadığı süreçlere benzer bir süreç yaşadığı aktarılmış, çocuğun sorduğu sorulara doğru yanıtın verilmesi gerektiği, bilmek istediklerini sormasını sağlamasının önemli olduğu söylenmiş, çocuğun duygularını sözcüklere dökmesinin sağlanması gerektiği, ağlamasının engellenmemesi ve duygularını ifade etmesi için yüreklendirilmesi gerektiği üzerine bilgilendirilmiştir. Annenin çocuğun kafasındaki kaygıları gidermek için onu sevdiğini yansıtmasının önemli olduğu ancak, ölüm nedeniyle aşırı koruyucu bir yaklaşım yerine eski ilişkilerin aynı düzeyde sürdürülmesi gerektiği, çocuğun zevk aldığı boş zaman etkinliklerinin arttırılması ve akran iletişiminin güçlendirecek faaliyetlere katılmasının yararlı olabileceği söylenmiştir. Özlendiğinde ölen ebeveynin mezar ziyaretinin yapılmasının, resminin evde bulunmasının olumlu olacağı aktarılmıştır. Kaybolan ebeveyn modelinin yerini en azından bir süre için dayı, amca gibi yakın bir akrabanın üstlenmesinin faydalı olabileceği söylenmiştir.

Anne ile yapılan görüşmenin ardından çocukla ilk görüşme alınmış, danışman kendini tanıtmış, çocukla terapötik iletişim sağlanmış ve çocuğun danışmanlık sürecine olan direnci kırılmıştır. Daha sonrasında birlikte nasıl bir yol izleyecekleri üzerine konuşulmuş, danışmanlığın amacı ve süreci belirtilmiştir.

Anneyle ve çocukla ayrı ayrı alınan ilk görüşme sonrasında danışman, çocuğun anamnezi doğrultusunda, yaşanan problemin genel tanımını yaparak, problem alanlarının tespitini yapmış, çocukla çalışılması ve geliştirilmesi gereken alanları belirlemiş, çocuğun yaşamındaki stres faktörlerini göz önünde bulundurarak nasıl bir yol izleyeceklerine çocukla birlikte karar vermiş ve  hangi yöntemi kullanacağını belirlemiştir.

İlk seanslarda projektif yöntemlerle ve aktif dinleme yolu ile çocuğun kendini, duygu ve düşüncelerini anlatmasına  fırsat verilmiş, çocuğun ölüme yüklediği anlamların açığa çıkması, ölüm karşısında hissettiği duyguları dışa vurması sağlanmıştır. Çocuğun kayıptan önce zevk aldığı faaliyetler, uyku düzeni vb. yaşam alışkanlıkları üzerine konuşulmuştur.

Önceleri iletişime kapalı ve çekingen bir tavır sergileyen A.Y, terapi seansları ilerledikçe, kendini daha rahat ifade etmiştir. İlerleyen seanslarda, çocuğun kayıp süreci sonrasında yaşamını yeniden yapılandırması, bu süreci sağlıklı bir şekilde tamamlayabilmesi ve kaybın üstesinden gelebilmesi sağlanmıştır.  Bilişsel Davranışçı Terapi yöntemi kullanılarak ayrılık kaygısıyla baş etme stratejileri uygulanmıştır. Sosyal desteğin sağlanması için anne-çocuk iletişimi güçlendirilmiştir. Bu esnada anne de psikoterapiste yönlendirilmiş, kayıp sürecini sağlıklı bir şekilde geçirmesi için danışmanlık desteği verilmiştir. Bu süreç zarfında  annenin çocuğa yönelik aşırı korumacı tutumu yerine olumlu ebeveyn tutumu edindiği gözlemlenmiştir.

Çocukta içe çekilme ve içe kapanmanın ortadan kalkması için, akran iletişimini güçlendirecek, benlik saygısını arttıracak voleybol takımı, tiyatro vb. ilgili alanlara yönlendirmeler yapılmıştır. İletişim ve sosyal becerilerini güçlendirecek çalışmalara ağırlık verilmiştir. Çocuğun sevdiği alanlara ve spor etkinliklerine aktif katılımı sağlanarak bir yandan da çocuğa meşguliyet yaratılmış ve okul dışı zamanlarda aklında çeşitli senaryolar kurarak içe çekilip kendini izole etmesi engellenmiştir.

Çocuk, kendisini dinleyecek, anlayacak ve empati kuracak arkadaşlık ilişkilerini geliştirmesi için teşvik edilmiş, sosyal açıdan güçlenmesi yönünde desteklenmiştir.

Uzun bir sürece yayılan danışmanlık ve terapi seansları sonucunda, çocuğun kayıpla başa çıkma becerilerinin güçlendiği, hayatını yeniden organize ettiği, iletişim becerilerinin geliştiği, ayrılık kaygılarının azaldığı ve  kaş yolma davranışının ortadan kalktığı gözlemlenmiştir.  

                KAYNAKÇA:

  1. Ruppert (2011), Travma Bağlanma ve Aile Konstelasyonları. İstanbul: Kaknüs Yayınları
  2. Yavuzer (2011), Çocuğu Tanımak ve  Anlamak, İstanbul: Remzi Kitabevi
  3. Bowlby (1998), ‘Attachment and Loss, Vol. III. Loss: Sadness and Depression. London: Pimlico, Random House.
  4. Herman (2011), Travma ve İyileşme. İstanbul: Literatür Yayınları

Ebru ÖZER
Uzman Psikolog, Felsefeci, Aile Danışmanı

Psikosentez Danışmanlık ve Eğitim Merkezi Türkiye İzmir'de ve Almanya Münih/Düsseldorf şehirlerinde Almanca ve Türkçe yüz yüze seanslar vermektedir. Bunun haricinden Dünya'nın neresinde yaşıyorsanız yaşayın Türkçe ya da Almanca Online Terapi, Online Cinsel Terapi, Online Psikoterapi ya da Online Psikolojik Danışmanlık ile SKYPE ya da WhatsApp üzerinden seanslara katılabilirsiniz. Bunun için Online Terapi sayfamıza göz atabilirsiniz.

 

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır