bakara suresi 187 ayet oruçla ilgili / Kur'ân Seferberliği - Birlikte Kur'ân Seferberliğine Çıkıyoruz!

Bakara Suresi 187 Ayet Oruçla Ilgili

bakara suresi 187 ayet oruçla ilgili

Kuran'da oruç nasıl anlatılıyor

Türkiye ve İslam dünyası Ramazan ayını karşılamaya hazırlanıyor. Özellikle Türkiye’de Ramazan ayı geldiğinde bir kısım televizyon kanallarında bu aya özel ilginç dini yayınlar yapılıyor. Bu yayınlarda zaman zaman seviyenin çok düştüğü malumdur. İzleyici yahut konukların sorduğu bazı sorular, bazen komedi filmlerindeki replikleri anımsatıyor. Nitekim bu programlarda yer alan bazı ilahiyatçıların hal ve tavırlarından esinlenen usta komedyenlerin çeşitli skeçler ürettiklerini de biliyoruz.

Aradan geçen yüzıllara rağmen avamın oruca ve Ramazan ayına ilişkin soruları neredeyse hiç değişmiyor. Temel argümanı; “orucu ne bozar?” ifadesi olan malum sorular, aktüel ve popüler olma özelliklerini hiç yitirmiyor.

Ancak oruca ve Ramazan ayına ilişkin bilinmesi gereken fakat pek gündeme getirilmeyen çok önemli konular var. Bu yazıda işte o konulara ilişkin birkaç hususa yer vermek istiyorum.

Ramazan ayı orucu, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretinin ikinci yılında farz kılınmıştır. Dolayısıyla Hz. Muhammed, sadece 8 yıl Ramazan orucu tutmuştur.

Hz. Muhammed’in tuttuğu Ramazan oruçları günlerin kısa olduğu kış mevsimine denk gelmiştir. Yani Hz. Muhammed ömrü yetmediği için uzun yaz günlerinde hiç oruç tutmamıştır.

İlk Ramazan orucu yılının Şubat ayında tutulmuştur. Hz. Muhammed Şubat ve Aralık aylarında oruç tutmuştur. Bu aylarda gündüzlerin kısa olduğu malumdur.

Acaba Hz. Muhammed’in ömrü yetseydi ve uzun yaz günlerinde de oruç tutma deneyimi yaşasaydı oruca ilişkin yeni bir düzenleme, yeni bir vahiy gelirmiydi? Zira peygamberin yaşamında bazı uygulamaların zamanla değiştiği ve bu değişimin de vahye dayandırıldığı malumdur.

Hatta bu durum oruç konusunda da yaşanmıştır.

Nasıl mı?

Anlatalım

Ramazan orucu ilk farz kılındığında tıpkı Muharrem orucu gibi tutuluyordu. Araplar Muharrem orucu tutmayı da Yahudilerden öğrenmişlerdi. Muharrem orucunda yalnızca tek öğün yenilirdi. Bir sonraki günün orucu yatsı vakti başlardı. Yani akşam açılan oruç, bir kaç saat sonra yeni günün orucuna niyet edilerek devam ederdi. Yalnıca akşam ile yatsı arasında yeme içme serbestti. İmsak, sahur diye bir şey yoktu. Ayrıca oruç gecelerinde tıpkı gündüz olduğu cinsellik yasaktı.

Ancak bu kurallar sonradan değişti.

Değişimi Dişi Sığır Bölümü / Bakara Suresi Ayetten öğreniyoruz.

Bu ayette oruç gecelerinde cinsel ilişkinin serbest bırakıldığı ve oruca başlama vakti konusunda, sabah siyah iplikle beyaz ipliğin ayırdedilecek kadar havanın aydınlanmasının esas alınması gerektiği belirtilmektedir. Ayette şöyle deniliyor:

Oruç gecelerinde kadınlarınızla ilişki size helal kılındı Allah bu yüzden sizin kendinizi yiyip bitirdiğinizi bildiği için tövbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık onlara serbestçe yaklaşın Tanyerinin ak ipliği kara ipliğinden ayırdedilinceye değin yiyin için. Daha sonra da gece oluncaya değin orucunuzu tamamlayın” (1)

Ramazan orucunun emredildiği Ayette böylesi hiçbir kuraldan bahsedilmemiştir. Bu nedenle oruç, Yahudilerin tuttuğu gibi tutuluyordu. Fakat Ayette çok köklü bir değişikliğe gidildiği görülüyor. Peki neden bu değişikliğe gidildi?

Çünkü bir şey yaşandı.

Hattap oğlu Ömer, (Halife Ömer)  bir yatsı vakti mescitte ibadetten sonra peygamberin yanına gidip ona şöyle dedi:

“Ey Allah’ın elçisi, ben dün gece yasak olmasına rağmen yatsı ibadetinden sonra eşimle birlikte oldum.” Peygamber, Hattap oğlu Ömer’e; “Bu sana yakışmadı ey Ömer!” dedi.

Bu konuşmaya tanık olanlardan bazıları da geceleri eşleriyle birlikte olduklarını itiraf ettiler. Peygamber üzüntü ve kızgınlıkla oradan ayrıldı. Daha sonra işte bu yaşanan olay üzerine Ayet geldi ve oruç gecelerinde cinsel ilişki serbest bırakıldı. (2)

Görüleceği üzere Hattap oğlu Ömer’in yaşadığı bir hadise nedeniyle orucun kuralları değişti ve yasak olan cinsellik serbest bırakıldı. Kim bilir belki peygamber, uzun yaz günlerinde de oruç deneyimi yaşasaydı büyük olasılıkla orucun süresi konusunda da bir değişiklik sözkonusu olabilirdi.

Öte yandan aslında sanıldığının aksine oruc günlerinin sayısı da ihtilaflıdır. Zira ne Ayette ne de Ayette oruç günlerinin sayısı açıklıkla ifade edilmiş değildir. Neredeyse icmaya yakın derecede yani görüş birliği içerisinde ulema, oruç günlerinin sayısının Ramazan ayının tümü olduğu noktasındadır. Yani 29 – 30 gün

Ancak yine de aykırı yahut uç görünse de oruç günlerinin sayısı konusunda farklı fikirler de vardır. Bu farklı fikirlerin sebebi de hem ilgili ayetlerde oruç günleri sayısının açıkça belirtilmemiş olması hem de Ayette geçen “Eyyamen Ma’dudat” ifadesidir.

Ayette orucun sayılı günlerde olduğu belirtilmektedir.

“Eyyamen ma’dudat” ifadesinin Arapçada sayılı günler yahut birkaç gün anlamına geldiği ifade ediliyor. Birkaç gün yahut sayılı gün ise 3 ila 10 gün arası bir günü işaret etmektedir.

Kur’an yorumcusu  Fahruddin Razi, “Tefsir’ül – Kebir” adlı yapıtında Bakara Suresi ayeti yorumlarken bu görüşü ortaya koyuyor.

“Eyyamen ma’dudat” ifadesi Kur’an’ın başka ayetlerinde de geçmektedir.

“İsrailoğlulları; sayılı bir kaç gün dışında ateş bize dokunmayacaktır, dediler…” (Dişi Sığır Bölümü / Bakara Suresi Ayet.)

“Onların bu tutumlarının nedeni “ateş bize sayılı birkaç gün dışında dokunmayacaktır,” demeleridir…” ( İmaran Ailesi Bölümü / Al – i İmran Suresi, ayet. )

“Tanrı’yı sayılı günlerde anın…” (Dişi Sığır Bölümü / Bakara Suresi, ayet.)

“Eyyamen ma’dudat”   ifadesiyle birkaç günün kastedildiği görülmektedir. Bu ifadeyle en az üç, en çok 10 günün işaret edildiğinin Kur’an’da pek çok kanıtı vardır.

Bunlardan biri de Dişi Sığır Bölümü / Bakara suresi ayettir:

“Bunu bulamayan ORUÇ tutsun: Bu, üç günü hacda, yedi günü döndüğünüzde, tam on gündür. Bu, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kişi içindir”

Görüleceği üzere hac ibadetiyle ilgili bu ayette oruç günleri konusunda bir açıklama vardır. Bakara Suresi ayette belirtilen “Sayılı Günler” sözünün ne anlama geldiği bu ayette bizzat Kur’an tarafından açıklanmaktadır. Kur’an’ın, Kur’an’la tefsir edilmesi ilkesiyle hareket edildiğinde böylesi bir yoruma ulaşmak mümkün olabilmektedir.

Kur’an’da on gün kavramına yapılan göndermeler başka ayetlerde de vardır. Nitekim Araf Suresi ayette de on gün vurgusu yer almaktadır:

Musa ile otuz gece için sözleşmiştik.  Ve bunu bir ON ekleyerek tamamladık…

Bununla birlikte on gün yahut on gece kavramına yapılan en güçlü vurgu Fecr Suresi’nin 1 ve 2. ayetlerinde bulunuyor.

“Tan yerine ve on geceye and olsun…”

Burada orucun başlama vaktine de bir vurgu söz konusudur. Tan yerine yemin edilmesi bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu ayetlerdeki “on gece” ifadesiyle Muharrem ayının ilk on gününe işaret edildiği ve Muharrem orucuna gönderme yapıldığı belirtilmektedir.

Dişi Sığır / Bakara Suresi Ayette geçen “şehr” ifadesiyle takvim ayı değil de gökte beliren dolunayın kastedildiği, dolayısyla da Ramazan orucu günlerinin dolunay günleri olduğu da ileri sürülmektedir. Buna göre de Ramazan’da oruç günü sayısı 3’tür.  Zira dolunay üç gün sürmektedir.

Bir diğer ilginç bilgi de şudur:

Hz. Muhammed, Mekke’den Medine’ye hicretin ikinci yılına değin ayda üç gün oruç tutulmasını öğütlemiştir. Fakat bunu zorunlu kılmamıştır. (2)

Bu nedenle Ramazan ayında da aslında oruç, üç gün olarak tutulmuş ve bu, farz-ı ayn olarak görülmemiştir. Alevi geleneğinde zorunlu olmamakla birlikte Ramazan ayında üç gün oruç tutma uygulamasının dayanaklarından birinin de Hz. Muhammed’in bu pratiği olduğu anlaşılmaktadır.

Bu arada hemen belirtelim ki, Alevi geleneğinde farz-ı ayn anlamında Ramazan ayında bir ay süreyle oruç tutma uygulaması yoktur.

Alevilikte günlük Muharrem orucu muteberdir. Oruçla birlikte aynı zamanda Kerbela şehitleri için yas da tutulur.

Aslında Ramazan orucu konusunda bütün İslamî ekollerin ittifakı diye bir durum yoktur. Yani bu konuda Aleviler yalnız değildir. Nizari İsmailîleri de benzer bir tavra sahiptir. Nizarî İmamlarından 2. Hasan, bir Ramazan günü (17 Ramazan / 8 Ağustos ) mehdiliğini ilan ederek oruç, namaz gibi şerî ibadetleri / ritüelleri kaldırdığını açıklamıştır. Böylece Nizari İsmailîleri Sünni-Şii şerî ibadetleri büyük ölçüde terketmişlerdir. Bazıları Alevilikteki durumu da Nizarî etkiye bağlarlar.

Ramazan ayının ne zaman başladığı konusunda da İslam ülkeri arasında görüş birliği yoktur. Bazı ülkeler, Ramazan’a bir gün evvel başlarken bazıları da bir gün geç başlamaktadır. Bu konuda hilalin görülmesi (rüyet – i hilal) meselesi temel etkendir. Bazıları hilalin çıplak gözle görülmesinin şart olduğunu ileri sürmekte, bazıları ise böyle şarta yer olmadığını, teknolojik aygıtlarla ayın ne zaman başladığını tespit etmenin çok kolay olduğunu belirtmektedirler.

Orucun başlama vakti konusunda da süregelen tartışmalar vardır. İmsak vakti noktasında Diyanet İşleri Başkanlığı ile bir kısım ilahiyatçılar arasında 70 dakikalık bir zaman farkı vardır.

Peki orucu gerçekte kimler tutmalıdır?

İslam’da ibadetler / ritüeller konusundaki önemli unsurlardan biri de kişinin bu ibadetleri / ritüelleri yapabilmesi için hür / özgür olması yani köle olmaması gereğidir. Buradan hareketle köleler, efendileri izin vermedği müddetçe bu tür ritüelleri yapamazlar. Nitekim Cuma namazının şartlarından  birinin hürriyet olduğu ilmihal kitaplarında açıkça ifade edilmektedir. Hür olmayana gerçekte ibadet yükümlülüğü yoktur. Bu genel hüküm uyarınca aslında oruç için de hürriyet şarttır. Hürriyetin kapsamı yalnızca köle olmamak biçiminde anlaşılamaz. Zaten resmi manada bugün kölelik yasaktır ve köle bulunmamaktadır. Ancak insanların köle olmamaları demek, yaşamlarının her anında özgür oldukları anlamına da gelmemektedir. Sözgelimi memuriyet, işçilik gibi statülerde bulunanların hürriyetleri kısıtlıdır. Tam anlamıyla özgür değildirler. Bu gibi kimselerin gerçekte oruç yükümlülükleri yoktur. Köleliğin cari olduğu dönemlerde büyük takat gerektiren işleri zaten köleler yapmaktaydılar. Efendileri ise yorucu hiçbir işle meşgul değillerdi. Kölelerin efendileri için yani hürler için bir yükümlülük olan oruç ibadeti / ritüeli ilave bir bedensel / fiziki bir güç gerektirmediğinden yerine getirilmesi herhangi bir zorluğa yol açmıyordu. Ancak köleler için durum bambaşkaydı. Zaten efendileri de verim kaybı yaşamamak için kölelere oruç tutturmuyorlardı.

Açıkça ifade edelim ki geçmişin köleleri aslında bugünün işçileridir. İşçi konumunda olan yahut ağır işlerde çalışan ve oruca güç yetiremeyen yahut zor güç yetiren kimseler için oruç yükümlülüğü yoktur. Onlar ilgili ayetlerde belirtildiği üzere maddi imkanları el veriyorsa fidye vermekle yükümlüdürler.

Nitekim; Ayette geçen “yutîkune” / “güç yetirememek – zorlukla güç yetirmek” ifadesi bağlamında müfessir İbn Abbas’tan beri bir tartışma söz konusudur. Buradan hareketle sadece hasta, gebe ve yolcular değil, güçsüz kimseler de oruç tutmakla yükümlü değildirler. Muhammed Abduh gibi modernist İslam düşünürleri güçsüz kimseler yahut zorlukla güç yetiren kimseler ifadesinin kapsamına ağır işlerde çalışan işçileri de dahil etmektedirler. (3)

Oruçla ilgili bir başka konu da şudur:

Ayetteki hükümler gereğince Ramazan orucunun tümüyle ihtiyarî bir ibadet olduğu, dileyenin oruç tutabileceği, dileyenin ise fidye verebileceği belirtilmektedir. Hatta bu ayette ifade edildiği üzere bu ibadeti / ritüeli yapmanın daha hayırlı olduğu ama yapamayanların da fidye verebileceği hükmü gayet nettir. Ama bazıları sonra gelen Ayetin ’teki hükmü neshettiğini ileri sürmektedirler. Lakin neshi kabul etmeyen pekçok İslam bilgini Ayetin hükmünün cari olduğunda ısrarlıdırlar.(4)

Açıkçası üzerinde bu denli söz söylenen, hakkında kitaplar yazılan ve aktüel anlamda kendisine ilişkin günlerce televizyon programları yapılan Ramazan orucu konusunda Kur’an’da hiçbir cezaî hüküm bulunmamaktadır. Yani bu orucu tutmayanların nasıl cezalandırılması gerektiği yahut nasıl cezalandırılacağı hususunda Kur’an’da tek bir ifade bile yoktur. Tıpkı namaz kılmamanın da cezasının olmayışı gibi. Fakat dört Sünni fıkıh mezhebinin uleması oruç tutmayanların ve namaz kılmayanların, Kur’an’a rağmen, hapis, dayak ve öldürülmeye kadar varacak şekilde çeşitli cezalara çarptırılması gerektiği yönünde hükümler ihdas etmişlerdir.

Oruç tutarken orucunu bozan kimsenin 61 gün keffaret orucu tutması gerektiği yönündeki görüş de sonradan uydurma olup Kur’an’da böylesi bir hüküm kesinlikle yoktur.

Görüleceği üzere neredeyse hemen hemen her dinsel konuda olduğu gibi oruç konusunda da Kur’an’dan bir hayli uzaklaşılmış ve Kur’an’a aykırı bir yığın kural ihdas edilmiştir.

Oysa takip edilmesi lazım gelen yol bellidir; Kur’an’a uymak!

Kur’an da bize bildiriyor ki Ramazan orucu konusunda net bir gün sayısı yoktur. Dileyen dilediği kadar tutabilir. Ayrıca dileyen tutar, dileyen de fidye verir. Tutmayanlar için herhangi bir ceza da söz konusu değildir. Ancak yine Kur’an’ın ifadesiyle “bu orucu tutmak, tutmamaktan daha hayırlıdır!”

Lakin Ramazan orucu tutmadığı için yüzyıllardır zulme uğrayan mazlumları da hüzünle anımsamaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Özellikle Alevi canlarımıza karşı yapılan kabul edilmez uygulamalar öyle anlaşılıyor ki hiçbir zaman unutulmayacaktır.

Biz yine de son söz olarak; Ramazan ayının her şeyden önce farklılıklara saygı duygusunu güçlendiren bir ay olmasını dileyelim. İman ederek oruç tutan her müminin de orucunun kabulünün niyaz edelim.

Ramazan buyursun gelsin ama gerçekten HOŞ gelsin! Zira hoş olmayan şeyler yaşamak istemiyoruz.

Cemil Kılıç - İlahiyatçı yazar

monash.pw

Dipnotlar:

  1. Cemil Kılıç, Anlamak İçin Türkçe Kur’an (Meal), s.
  2. Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. IV, s; İbn Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. I, s
  3. Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, c. I, s.
  4. Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an’ın Temel Kavramları, s.
  5. Yaşar Nuri Öztürk, age. S. –

اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَٓائِكُمْۜ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اُحِلَّ mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ve zaman zarfı konudaki önemlerine binaen naibi faile takdim edilmişlerdir.  رَّفَثُ fiili, اِلٰى  edatı ile geçişli kılınmıştır

لَيْلَةَ الصِّيَامِ izafeti, az sözle çok anlam ifadesi için gelmiştir.

رَّفَثُ , harf-i cer اِلٰى ile geçişli kılınmıştır, çünkü onda yanaşmak manası vardır. Burada رَّفَثُ kelimesinin tercih edilmesi, irtikâp ettikleri şeyi çirkin göstermek içindir. Bunun içindir ki, ayetin devamında ona hıyanet adını vermiştir. رَّفَثُ aynı zamanda رُفُسُ şeklinde de okunmuştur. (Beyzâvî)

Burada geçen الرَّفَثُ kelimesinin asıl anlamı kötü ve çirkin söz olup, daha sonra cinsî münasebet (cima) ve onu çağrıştıran şeylerle, açıkça telaffuz edilmeleri hoş olmayan sözleri ifade etmede kullanılır olmuştur. Bu ayette, söz konusu zamanda kadınlarla cinsî münasebete davet etmenin ve o konuda onlarla konuşmanın caiz olduğuna işaret etmek üzere kinaye yolu ile anlatım kullanılmıştır. Nitekim Beyzâvî bu hususu şu şekilde izah etmektedir: ayette geçen الرَّفَثُ  kelimesi, cimadan kinayedir. Çünkü cima hemen hemen her zaman bu sözlerle birlikte olur. Yani الرَّفَثُ kinayeli (üstü kapalı) olarak konuşulması gereken şeyleri açık seçik konuşmaktır. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı/Süleyman Gür)

[Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı.] Sonra Cenâb-ı Hak müminlerin hataya düştükleri önceki hükmü ortadan kaldırdı ve [önceden haram kılınan şimdi helal kılındı] buyurdu. ‘Oruç gecesinde’ ifadesi zarf olduğu için mansubdur. Yani oruç tuttuğunuz günün gecesinde demektir. ‘Kadınlarınıza yaklaşmanız’ ifadesi onlarla cinsel ilişkiye girmeniz anlamındadır. (Keşşâf)

باشر ve رفث kelimeleri cinsel ilişkiden kinayedir. Edeben üstü kapalı anlatımdır. Cima kelimesi Kur’an'da hiç geçmemiştir.

İslam’ın ilk yıllarında kişi akşama çıkınca yatsıyı kılacağı veya uyuyacağı ana dek onun için yeme, içme ve cinsel ilişki helal olurdu. Fakat yatsıyı kıldığı veya uyuyup orucunu bozmadığı vakit, ertesi günün akşamına kadar ona yeme, içme ve kadın haram olurdu. (Keşşâf)

Vahidi, "Hak Teâlâ ayeti kerimedeki, لَيْلَةَ الصِّيَامِ (oruç gecesi) ifadesiyle, لَيَالَى الصِّيَامِ (oruç tutulan geceler) manasını kastetmiştir. Böylece de müfred kelime, cemi manasında kullanılmış olur" demiştir. 

Bu hususta bir başka izah da vardır. O da, لَيْلَةَ الصِّيَامِ (oruç gecesi) sözünden maksadın, tek bir gece olmadığı; aksine, bundan maksadın bu hakikate izafe edilen geceye işaret olduğudur. (Fahreddin er-Razi)

 

هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ  


İkinci cümle taliliye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta müteakiben gelen cümle de buna matuftur. 

هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ [Onlar sizin için elbisedir] cümlesiyle اَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ [siz de onlar için elbisesiniz] cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bu söz bir istînâf yani başlangıç yapma olup, cinsel ilişkinin helal kılınma sebebinin beyanı gibidir. (Keşşâf)

Ayette önce kadınların erkekler için bir elbise olduğu söylenmiş, ardından da aynı durumun kadınlara göre erkekler için söz konusu olduğu belirtilmiştir. Uygun şekilde zamirlerin yeri değiştirilerek etkili bir aks sanatı oluşturulmuştur. Böylelikle Kur’an, iki ayrı cümle ile hem bir söz ahengi sağlamış hem de ortaya koyacağı anlamı güçlü bir tarzda ortaya koymuştur. (Bedî’ İlminde Aks Sanatı ve Kur’an’dan Örnekler/Muhammet Vehbi Dereli )

Onlar sizin elbiseniz cümlesinde istiare vardır. Elbise insanı güzelleştirir, kusurlarını örter. Eşlerin de birbirlerinin kusurlarını örtmesi lazımdır. Elbise ile insan arasında nasıl bir ilişki varsa, bu her yönden karı koca arasında da düşünülmesi lazımdır. Korumak (sıcak ve soğuktan), örtmek, yakın olmak, güzelleştirmek vs.

Bu istinaf cümlesi, oruç gecesi cinsel ilişkinin helâl kılınmasının sebebini beyân etmektedir ki, o da, eşleriyle tam iç içe olmaları ve onlara çok ilgi duymaları sebebi ile, onlara dayanmalarının güçlüğüdür.

Kadın ve erkeğin her biri diğerine "libas - elbise, örtü" olarak değerlendirilmiştir. Çünkü onlar geceleri kucaklaşmaları ve birbirlerine sarılmaları cihetiyle birbirinin örtüsü gibidirler. Onların birbirlerini örtmeleri gayri meşru ilişkiden korunmalarına vesile olmasındandır. (Ebüssuûd)

Bu açık bir istiaredir. Açıklanacak olursa mana şu olur: İki noktadan böyle birbirinizin elbisesi durumundasınız:

a) Bir taraftan elbise gibi birbirinize sarılır, sarmalaşırsınız,

b) Diğer taraftan elbisenin ayıpları örtmesi, soğuk ve sıcaktan koruması gibi, her biriniz, diğerinin halini gizleyip örter, namusunu muhafaza edip, günahlardan korur. Aranızda böyle bir beraberlik ve ilişki vardır. (Elmalılı)


عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ


Cümle istînâfiyyedir. Fasılla gelmiş müsbet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin haberi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كان ’nin haberi muzari fiil gelerek hükmü takviye, teceddüt ve hudûs ifade etmiştir. Faide-i haber talebî kelamdir. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelam olan müteakip iki cümle makabline matuftur. 

تَابَ - عَفَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İrtikâp ettiğiniz mahzurlu fiilden ötürü tövbe ettiğinizde [o sizin tövbelerinizi kabul etti.] () [Ve Allah’ın sizin için yazıp takdir ettiği şeyi arayın.] Allah’ın cinsel ilişki sayesinde gelecek çocukla ilgili size kısmet ettiği ve Levh-i Mahfuz ’da sabit kıldığı şeyi talep edin! Yani sırf şehvetin tatmini için değil; aksine, Allah’ın, nikahı kendisi için yasal kıldığı neslin bekasına talip olmak için cinsel ilişkide bulunun! (Keşşâf)

خان ; ihanet etti demektir, azaltmak manası da vardır. Allah sizin kendinize ihanet edeceğinizi bildi yani sizin kendi hazzınızı azaltarak bu işten Allah için vaz geçeceğinizi bildi ve sizi bu sorumluluktan affetti. Ya da kendinizi bu nedenle zor duruma düşüreceğinizi bildi. (Tefsiri Kebir)

تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْifadesinde istiare vardır. Çünkü insanın kendisine hıyaneti gerçekte doğru olmaz. Bununla anlatılmak istenen, Yüce Allah'ın oruç gecelerinde kendilerine yeme- içmeyi ve kadınlarla ilişkiyi mubah kılmak suretiyle onların yükümlülüklerini hafifletmesidir. Onlar bu işleri yasaklasaydı, birçoğu sabır gemini  terkedip nefis mücadelesinde yenik düşecek, yapmaları yasaklanan kadınlarla ilişki fiilini işleyecek bu suretle günaha girmiş, sevabı eksiltmiş ve sonuçta kendisini cezaya maruz bırakmış olacaktı. Böylece kendisinin yararına olan işleri yapmamak, zararına olanlara bulaşmak suretiyle adeta nefsine hıyanet etmiş olacaktı. Zaten Arapların kelâmında hıyanet kelimesinin gerçek anlamı eksiltmektir. تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ [Nefse hıyanet] ifadesi de bu manada yorumlanır. Nefsin sevabını eksiltmek demektir. (Kur'an Mecazları Şerif er-Radi)

 فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ  ifadesindeki فَ ; fa-i takibiyyedir. Müminlerin tövbelerinin kabul edildiğinin ve affedildiklerinin müjdesini onlara bildirmenin süratini gösterir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru )

 تَابَ fiili عَلَيْ harf-i ceri ile kullanıldığında tevbesini kabul etti manasına gelir.

(Fiilin manası = tövbe etti- Tazmin manası = tövbesini kabul etti) Harf-i cerin fiile mana kazandırmasına tazmin monash.pwı fiiller mefullerini harf-i cerlerle alırlar. Bu harfler fiilin manasına tesir eder. Bazı nahivcilerin görüşüne göre harf-i cerin fiile mana kazandırmasına tazmin denir. (Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ


فَ mahzuf bir cümleye atıf içindir. Takdiri فتبتم فتاب عليكم (Siz de tövbe ettiniz, O da sizin tövbenizi kabul etti.) şeklinde olabilir. Cümle emir üslubunda, talebî inşâî isnaddır. بَاشِرُوهُنَّ emir cümlesi ibâha manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Yine emir üslubunda talebî inşâî isnad olan وَابْتَغُوا cümlesi بَاشِرُوهُنَّ ’ye matuftur. Mef’ûl mahallindeki müşterek ism-i mevsûlün sılası müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

بَاشِرُو- الرَّفَثُ  kelimeleri arasında  mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın.] Mübâşeret tenin tene dokunmasıdır. Cinsel ilişkinin mübâşeret diye nitelendirilmesi kinayedir. Onunla ilgili her şey bu kapsama girer. 

 كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ [Allah’ın size yazdığı] Allah Teâlâ’nın levh-i mahfûzda sizin kaderinize yazdığı şeyler demektir. كَتَبَ Kur’an-ı Kerim’de şu anlamlara gelir: 

1. كَتَبَ fiili ‘kaza’ anlamındadır: قُلْ لَنْ يُص۪يبَنَٓا اِلَّا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَنَاۚ [De ki: Bizim başımıza Allah’ın bize yazdığından (kaza ettiğinden) başkası gelmez.] (Tevbe 9/51) Çünkü yazdığı zaman onu kesinleştirip bitirmiştir. 

2. Farz kılmak anlamındadır: كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ [Oruç size farz kılındı.] (Bakara 2/) Çünkü farz kılınmış şey kesinleşmiş, bitmiştir. Artık ondan geri dönmeye imkân yoktur. 

3. Yapmak anlamındadır: فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ [Bizi de şahitlerle birlikte kıl.] (Mâide 5/83). Yapılan şey kesinleştirilip bitirilmiştir.

4. Helal kılmak anlamındadır: وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ [Allah’ın size helal kıldıklarından istediklerinizi dileyin.] (Bakara 2/) Helal kılınan şey kulların maslahatı için murad edilmiş ve bitirilmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

بَشر ; cilt, deri demektir. İnsana beşer denmesi cildi gözüktüğü için, tüy veya pullarla kaplı olmadığı içindir.بَاشِر ; temas etmek, ten temasıdır. بشري ; müjde demektir. İnsan müjdelendiği zaman sevinci yüzünde görülür.

فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ [Şimdi onlarla bir araya gelin] ; yasağın hemen peşinden gelmiş bir emirdir. Buna göre, yasağın peşinden gelen emirler ancak mübahlığı ifâde eder diyenlerin sözü açıktır. Mutlak emir, vücûb ifâde eder diyenlere gelince, onlar, "Biz zahiri terkettik ve bu emrin mübâhlık ifâde ettiğini icmâ sebebiyle anladık" derler. (Fahreddin er-Razi)

“Mübaşeret”kelimesi cumhurun görüşüne göre  burada "cima" manasına gelir. İki cilt (beşera) birbirine bitişip yapıştıkları için, cima bu şekilde adlandırılmıştır.  (Fahreddin er-Razi)

Ayetteki,كتبَ (Yazdı) ifâdesi hakkında bazı izahlar vardır:

a) Bu kelime اُو۬لٰٓئِكَ كَتَبَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْا۪يمَانَ [Allah onların kalblerine imanı yazdı] (Mücâdele/22) yani "imanı koydu", فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ [Bizi şahitlerle birlikte yaz] (Maide/83) yani "onlardan kıl" ve فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ ["onu müttakiler için yazacağım] (Araf/) yani "kılacağım" ayetlerinde de olduğu gibi, (kıldı, koydu) manasınadır. (Fahreddin er-Razi)

Yani bunu haram kılan hüküm neshedilince, şimdi artık oruç gecesi kadınlarınıza mübaşeret edin. Mübaşeret, tenin tene dokunmasıdır. Cinsel ilişki, mübaşereti gerektirdiğinden dolayı mübaşeret, kinaye yoluyla o mânâ için kullanılmaktadır.

Bu âyet, sünnet yolu ile konulan hükümlerin, Kur’ân âyetleri ile neshedilmesinin câiz olduğuna delildir.

[Allah'ın sizin için yazdığını isteyin] ifadesinden murad, Levh-i Mahfuz'a yazdığı çocuktur.

Cinsel ilişkide bulunan mü'minin asıl gayesi, çocuk yapmak olmaktır. Çünkü şehvetin yaratılmasında ve evlilik teşriindeki hikmet, çocuk yapmaktır; şehveti tatmin değildir. (Ebüssuûd)


وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ


و , istînâfiyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. كُلُوا , اشْرَبُوا cümlesine matuftur. Emir üslubundaki iki inşâ cümlesi, ibâha anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

حَتّٰى sebebiyle masdar tevilindeki muzari fiil cümlesi يَتَبَيَّنَ , faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Cümlede  الْخَيْطِ ’nın tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الْاَبْيَضُ - الْاَسْوَدِ kelimeleri arasında tıbâk-ı tedbîc sanatı vardır.

[Beyaz iplik] ufukta uzun çizgi şeklinde yayılan fecrin ilk belli olduğu vakittir. [Siyah iplik] de gecenin ufukla beraber uzayıp giden nihaî karanlığıdır ki, böylece (fecir vaktiyle, hemen öncesindeki gece karanlığı) beyaz ve siyah; iki ipliğe benzetilmiştir.

مِنَ الْفَجْرِۖ ifadesi [beyaz ipliğin] açıklaması olup, [siyah ipliğin]  gece karanlığının  açıklanması için bu ifadenin tekrarına ihtiyaç duyulmamıştır. Çünkü bunlardan biri açıklandığında diğeri de açıklanmış olur. Ancak مِنَ ’in beyâniyye değil teb’îdıyye olarak kısmîlik bildirmesi de caizdir. Çünkü şafak sökümü fecrin bir kısmı olup, ilk başlangıcıdır. (Keşşâf)

وَكُلُوا وَاشْرَبُوا [Yiyin ve için.] Bu, yeme ve içmenin mübah kılındığını bildirmek için gelen bir emirdir. بَاشِرُوهُنَّ [Onlarla ilişkiye girin] emri de cinsî münasebetin mubah olduğunu ifade eder. مِنَ الْفَجْرِۖ [Sabah vaktinden] Burada مِنَ harfi parça bildirmektedir. Yani onun bir kısmı girdiğinde oruç vaktinin başladığına işaret eder. Bir görüşe göre buradaki مِنَ harf-i ceri, açıklama anlamındadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ [beyaz iplik] “sabah”,  الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ [siyah iplik] “gece” manasındadır. Bu ifadede istiare vardır. مِنَ الْفَجْرِۖ ibaresi bunun istiare olduğuna delil, karinedir. Gerçek kastedilmemiştir.

الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ  Şerif Râdî bu ayeti şöyle açıklar: Bu, güzel bir istiaredir. Maksat, sabahın beyazlığı ve gecenin karanlığıdır. Bu­rada iplikler mecaz olarak kullanılmıştır. Sabahın beyazlığı, tan yeri ilk ağardığında hafif bir aydınlık şeklinde olur. Gecenin karanlığı ise yok olup gitme durumunda oldukları ve her ikisi de zayıf oldukları için ipliklere benzetmişlerdir. Ancak beyazlık gittikçe artar, karanlık ise gittikçe azalır. Zemahşerî bunun teşbih-i beliğ olduğu görüşündedir. (Safvetü't Tefâsir)

Şayet: “Bu ayet (şafağın beyaz ipliğe, karanlığın ise siyah ipliğe benzetilmesi) istiareden mi sayılır, yoksa teşbihten mi?” dersen, şöyle derim:’’ مِنَ الْفَجْرِۖ  ifadesi bunu istiare konusu olmaktan çıkarmıştır. Nitekim senin; “Bir aslan gördüm” demen bir mecaz iken, buna ‘yani falancayı’ ifadesini eklediğinde (رايت اسد من فلان) teşbihe dönmüş olacaktır. Müsteârın şartlarından biri de durumun veya sözün kendisine delalet etmesidir. Şayet مِنَ الْفَجْرِۖ ifadesi zikredilmeseydi, o iki ipliğin müsteâr olduğu bilinmeyecekti. İşte bu yüzden مِنَ الْفَجْرِۖ  ifadesi eklenmek suretiyle bu beliğ teşbihe dönüşmüş ve istiare konusu olmaktan çıkmıştır.’’ (Keşşâf)

حَتّٰى edatı intiha-ı gaye içindir. Buna göre bu ayet, fecr-i sâdık doğunca cinsî münasebetin, yemenin ve içmenin helâl oluş zamanının oruçlu için sona erdiğine delâlet eder. (Fahreddin er-Razi)


الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ. A'meş, bu ayet hakkında da şöyle demiştir: "Ayette yer alan beyaz ve siyah ipliklerden maksad, gündüz ve gecedir. İplik ile bunlar arasındaki benzeme yönü, beyazlık ve siyahlıktır. Teşbihin şekil bakımından yapılmış olması caiz değildir. Çünkü fecr-i sâdık doğarken ufkun karanlığını şekil itibarı ile siyah ipliğe benzetmek mümkün değildir. Böylece ayetteki beyaz iplik ile siyah iplikten muradın, gündüz ile gece olduğu sabit olur. (Fahreddin er-Razi)


Ezheri, الْفَجْرِۖ "fecr" kelimesinin asıl manasının "yarmak" olduğunu söylemiştir. Buna göre gecenin sonundaki fecr, sabahın nurunun gecenin karanlığını yarmasıdır. Allahü teâlâ'nın مِنَ الْفَجْرِۖ beyanına gelince, buradaki مِن  harfinin tebyîd (bazılık, kısmîlik) ifâde etmek için olduğu söylenmiştir. Çünkü burada nazar-ı dikkate alınacak olan fecrin tamamı değil, bazısıdır. Bazıları da bu harfin tebyin ( açıklama) manasını ifâde etmek için olduğunu söylemişlerdir. Buna göre sanki ayette, "Fecrin kendisi olan beyaz iplik" denilmiştir. (Fahreddin er-Razi)


 ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِۚ


Bu cümle tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ harfiyle öncesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Dediler ki: Bu ifadede Ramazan orucu hakkında gündüz niyet edilebileceğinin ve gusletmenin şafak vaktine kadar ertelenebileceğinin cevazının yanı sıra, savm-i visâlin (ara vermeden oruç tutmanın) olumsuzluğuna da bir delil vardır. (Keşşâf)

[Sonra akşama kadar orucu tamamlayın.] Yani kadınlarla ilişkide bulunmaktan, yemek ve içmekten gündüzün tüm kısımlarında uzak durun. Gecenin girmesine kadar bu işleri bırakın. Bu da güneşin batmasıyla olur. Tamamlamak, tam olarak yerine getirmek demektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Oruç, on beşinci senede yani Medine’ye hicretten bir buçuk sene sonra farz kılınmıştır. Zor gelen bir ibadettir. Hep birlikte yapılınca kolaylaşır.

اِلَى kelimesi, intihây-ı gaye (bir şeyin devam edeceği son noktayı bildirmek) içindir. Buna göre ayetin zahiri, orucun, gecenin girmesiyle sona ermiş olduğunu gösterir. Bu böyledir, çünkü bir şeyin gayesi, o şeyin sona ermesi ve bitmesi demektir. Bundan sonra geriye o şeyden bir şey kalmadığı zaman ancak o şey sona ermiş ve bitmiş olur. Bazan bu kelime, "intiha" manası için olmaz. Nitekim Cenâb-ı Hakk'ın, اِلَى المَرَافِقِ "Dirseklere kadar" (Maide, 6) sözünde durum böyledir. Yani bu, delilin aksinedir (yani "intiha" mânası ifâde etmez). (Fahreddin er-Razi)


 وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَۙ فِي الْمَسَاجِدِۜ

Cümle و ’la önceki cümleye atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Akabindeki و ’la gelmiş hal cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Buradaki وَ harfi hal içindir. Yani îtikâf halindeyken demektir. Burada ramazan ayının gecelerinde kadınlarla cinsel ilişkiye girmenin îtikâfta olmayan kişiler için helal olduğu beyan edilmiştir. Sözlükte عَاكِفُ ikamet eden kişi demektir. [Mescidlerde] ifadesi îtikâfın ancak mescidde yapılabileceğine delalet eder. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

 تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İkaz manasında ıtnâbdan mesel tarikinde olmayan tezyil cümlesidir. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek  içindir. 

Müsnedin lafza-i celâle muzâf olarak marife olması ise müsnedin tazimi yanında müsnedün ileyhin de şereflendiğini ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Ayette Allah'ın koyduğu yasaklar işaret edilmiştir.  Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. 

فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ cümlesinde فَ fasiha, لَا nehiydir. Müstenefe olan cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

 كَ harfi; مثل (gibi) manasında mahzuf mukaddem masdar için sıfat yerindedir. 

Takdiri; تبيينًا مثل ذلك يبين الله آياته (Buna benzer bir açıklamayla Allah ayetlerini açıklar.) şeklindedir.

كَذٰلِكَkendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Duhan Suresi Belaği Tefsiri, Muhammed Ebu Musa, Duhan/28)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâllerde tecrîd sanatı ve tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اٰيَاتِه۪  izafeti ayetlerin şanı içindir.

[Sakın bu sınırlara yaklaşmayın.] Bu ifade “Onlara muhalefet etmeyin” şeklindeki bir uyarıdan daha beliğdir. Çünkü kişi bunlara yaklaşmayınca onları yapmamış olur. Burada emir ve yasakların sınırlar diye isimlendirilmesi, onların aşılmaz engeller olması sebebiyledir. حآد kelimesi menetmek anlamına gelir. Dinin hadleri günaha girmeye engel olan hükümlerdir. Evin sınırları da başkalarının ona girmesine mani olur. حداد gardiyan ve kapıcı demektir. Bunların ikisi de işleri icabı birilerine mani olurlar. محدود , bedbaht ve mahrum kişi demektir. Bir görüşe göre buradaki yasak bütün hadler hakkındadır. Yasaklanan hiçbir şeye yaklaşmamak gerekir. Bununla kastedilen çiğnenmemesi gereken her türlü yasaktır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Hududu aşmayın değil, bu hududa yaklaşmayın emredilmiştir. Çünkü yaklaşınca kendini tutmak zordur.

Ayetteki, تِلْكَ "İşte bunlar" sözünün, i'tikâfın hükmüne işaret olması caiz değildir Çünkü, حُدُودُ (sınırlar), cemî bir kelimedir. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, i'tikâf hakkında sadece, mübaşeretin (hanımlara yaklaşmanın) haramlığı hükmünü zikretmiştir. Daha doğrusu bu تِلْكَ kavli, oruç ayetinin başından buraya kadar geçmiş olan ve tafsilâtlı bir şekilde anlatılmış olan bütün hükümlere işarettir. (Fahreddin er-Razi)


Hudut Kelimesi İle ilgili Bilgi

Leys şöyle demiştir: "Bir şeyin sınırı, o şeyin kesiştiği ve bittiği yerdir." Ezherî ise şöyle demiştir: "Bu (hudûd) kelimesinden olmak üzere, mahrum bırakılan kimseye "mahdûd" denilir. Çünkü o kimse rızıktan menedilmiştir. Kapıcıya da, bu kökten olarak حَدَّادٌ denilir. Çünkü o, insanları içeri girmekten meneder. Evin haddi (sınırı) ise, ev halkı dışındakileri kendisine girmekten alıkoyan sınırdır. Buna göre Allah'ın hududu, kendilerine muhalefet edilmesini yasakladığı hükümleridir. Yine kuvvet ve sertliğinden dolayı demire de "hadid" denilmiştir. 

Allah'ın hududundan maksad, onun kesin sınırlarla belirttiği, yani belli ölçü ve sıfatlarla takdir etmiş olduğu hükümlerdir. (Fahreddin er-Razi)


 لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ


Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.ان gibi ismini nasb haberini ref eder. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. ‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teala’ya isnad edildiğinde ‘olsun diye, olması için’ şeklinde tercüme edilir.

Önceki cümledeki muhatap zamirinden, يَتَّقُونَ ’deki gaib zamirine iltifat edilmiştir.

[Umulur ki korunurlar.] Yani onlar Allah’tan sakınsınlar. Bir görüşe göre açık bir şekilde, gösterilerek veya işaret yoluyla hükümler kendilerine açıklandığında onlar da takvalı olmaya hazır hale gelmişlerdir. Bir görüşe göre bu hükümlerin açıklanmasındaki hikmet takvadır, yani sadece işitmek değil emirlere uyup 

yasaklardan sakınmaktır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Bu son derece mükemmel belâgatle yapılan açıklamalarda olduğu gibi, Allah (celle celâlühü), insanlar için teşri buyurduğu hükümleri muhtevi âyetlerini her zaman apaçık bildirir. Umulur ki insanlar, sakınırlar, ıttıka ederler. (Ebüssuûd)

Bakara suresi oru&#; ile ilgili ayetler nelerdir? Bakara Suresi okumanın yararları ve faziletleri - Bakara Suresi T&#;rk&#;e Arap&#;a okunuşu ve meali

1.

Elif-lâm-mîm.

2.

Bu kitap, hiç şüphe yok, sakınanlar için bir rehberdir.

3.

(Onlar) gayba iman ederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiklerimizden hayra harcarlar;

4.

Sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler ve âhirete de onlar kesin olarak inanırlar.

5.

Rableri tarafından gösterilen doğru yol üzerinde olanlar ancak onlardır ve kurtuluşa erenler de yalnızca onlardır.

6.

İnkâr edenleri uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, asla iman etmezler.

7.

Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de kalın bir perde bulunmaktadır ve onlar için büyük bir azap vardır.

8.

İnsanlardan bazıları da vardır ki inanmadıkları halde "Allah'a ve âhiret gününe inandık" derler.

9.

Akıllarınca Allah'ı ve iman edenleri aldatmaya kalkışıyorlar; halbuki onlar farkında olmadan yalnızca kendilerini aldatmış oluyorlar.

Kalplerinde bir bozukluk vardır, Allah da onlardaki bozukluğu arttırmıştır. Yalan söylemeleri yüzünden kendilerine acı veren bir azap da vardır.

. Onlara "Yeryüzünde düzeni bozmayınız" denildiğinde, "Hayır, biz yalnızca ıslah edenleriz" derler.

Biline ki, gerçekten bozanlar onların ta kendileridir, ama farkında olmuyorlar.

Onlara "Diğer insanlar gibi siz de iman ediniz" denildiğinde, "Akılsızların inandıkları gibi biz de inanalım mı?" derler. Biline ki, asıl akılsızlar onlardır, fakat bilmezler.

İman edenlerle karşılaşınca "inandık" derler, şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise "Biz sizinleyiz, biz yalnızca alay etmekteyiz" derler.

Asıl onlarla alay eden ve azıp saparak dolaşmalarına izin veren Allah'tır.

Doğruya karşılık sapıklığı satın alanlar işte onlardır. Bu sebeple ticaretleri kâr etmemiş ve doğru yolu da bulamamışlardır.

Onların misali, bir ateş yakan insan gibidir. Ateş tam etrafını aydınlattığında Allah ışıklarını yok eder de onları karanlık içinde, hiçbir şeyi görmez bir halde bırakıverir.

Artık onlar sağırlardır, dilsizlerdir ve körlerdir; bu yüzden geri de dönemezler.

Yahut onlar, karanlıklar içinde gökten boşanan gök gürültülü, şimşekli bir yağmura tutulmuş kimseler gibidirler. Yıldırımlar yüzünden ölümden korkarak parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Halbuki Allah inkârcıları çepeçevre kuşatmıştır.

Şimşek gözlerini kör edercesine çakar, onlara ışık verdikçe yürürler, ışığı karartınca da kalakalırlar. Allah dileseydi onların işitme ve görmelerini büsbütün giderirdi. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan rabbinize kulluk edin ki, sakınabilesiniz.

Rabbiniz ki, sizin için yeri döşek, göğü bina kılmıştır; gökten su indirmiş, bununla sizin için rızık olarak çeşitli ürünler çıkarmıştır; artık siz de bile bile O'na eş ve ortaklar koşmayın.

Kulumuza indirdiğimiz kitaptan dolayı bir şüphe içinde iseniz onun benzeri bir sûre de siz getirin, Allah'tan başka taptıklarınızı da yardıma çağırın; eğer iddianızda samimi iseniz!

Bunu yapamazsanız -ki asla yapamayacaksınız- yakıtı insanlar ve taş olan ateşten sakının; o, inkârcılar için hazırlanmıştır.

İman eden ve iyi işler yapanlara, kendileri için zemininden ırmaklar akan cennetler bulunduğu müjdesini ver. Onlara cennetteki meyvelerden biri rızık olarak her sunulduğunda, "Bu daha önce de bize rızık olarak verilendir" derler. O kendilerine, benzer şekilde verilmiştir. Ayrıca orada kendileri için tertemiz eşler de vardır ve orada onlar sonsuza kadar kalıcıdırlar.

Şüphe yok ki, Allah herhangi bir şeyi, bir sivrisineği, hatta onun da ötesindekini misal vermekten utanıp çekinmez. Bunun karşısında iman edenler onun, Allah'tan gelen gerçek olduğunu bilirler, inkâr edenler ise "Allah misal olarak bununla neyi kastediyor?" derler. Allah birçok kimseyi onunla saptırır, birçok kimseyi de onunla doğru yola iletir; onunla başkalarını değil, ancak emrine karşı gelenleri saptırır.

Onlar ki, iyice pekiştirdikten sonra da Allah'a verdikleri sözden dönerler, Allah'ın birleştirilmesini emrettiğini ayırırlar, yeryüzünde fesat çıkarırlar; işte sonunda zararlı çıkacak olanlar da yalnız bunlardır.

Cansız nesneler iken size O hayat verdiği halde Allah'ı nasıl inkâr edebiliyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, sonra diriltecek, sonra O'na götürüleceksiniz.

Yeryüzünde ne varsa tamamını sizin için yaratan, sonra göğe yönelerek onları, yedi gök olarak tamamlayıp düzene koyan O'dur ve O, her şeyi hakkıyla bilmektedir.

Hani rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar, "Biz seni eksiksiz bilirken ve durmadan övgü ile tenzih ederken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?" dediler. Allah "Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim" buyurdu.

Ve Âdem'e bütün isimleri öğretti. Sonra bunları meleklere gösterip "Sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana söyleyin" dedi.

"Seni tenzih ederiz! Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. En kâmil ilim ve hikmet sahibi şüphesiz sensin" cevabını verdiler.

"Ey Âdem! Bunların isimlerini onlara bildir" dedi. Onlara bunların isimlerini bildirince de "Size ben göklerin ve yerin gizlisini kesinlikle bilirim; yine sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim, demedim mi!" buyurdu.

Meleklere, "Âdem'e secde edin" dediğimizde İblîs dışındakiler derhal secde ettiler; o direndi, büyüklendi ve kâfirlerden oldu.

"Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, istediğiniz yerinden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz" dedik.

Şeytan oradan onların ayağını kaydırdı da bulundukları yerden onları çıkardı. Biz de "Birbirinize düşman olmak üzere inin! Bir zamana kadar sizin için orada yerleşecek bir yer ve ihtiyaç maddeleri vardır" dedik.

Bunun üzerine Âdem rabbinden bazı kelimeler aldı (bunlarla tövbe etti); rabbi de onun tövbesini kabul buyurdu. Şüphesiz O, tövbeleri kabul buyuran ve rahmeti sınırsız olandır.

Onlara şöyle dedik: "Oradan hepiniz inin! Benden size muhakkak bir yol gösterici gelecektir." Kim benim gönderdiğim rehbere uyarsa artık onlara ne korku vardır ne de üzüleceklerdir.

İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar cehennemliklerdir ve orada devamlı kalıcıdırlar

Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size vaad ettiklerimi vereyim. Asıl bana itaatsizlikten sakının.

Elinizdekini (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin; sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın. Yalnız benden korkun.

Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.

Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.

Sizler kitabı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?

Sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz bunlar, Allah'a huşû ile boyun eğenlerden başkasına ağır gelir.

Onlar kesinlikle rablerine kavuşacaklarını ve O'na döneceklerini bilen kimselerdir.

Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.

Öyle bir günden korkun ki, o gün kimse başkası için bir şey ödeyemez; hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.

Hatırlayın ki sizi Firavun'un adamlarından kurtardık. Onlar size işkencenin en kötüsünü revâ görüyorlar, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlar, kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bu size reva görülenlerde rabbinizden büyük bir imtihan vardı.

Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık; Firavun'un adamlarını da siz bakıp dururken denizde boğduk.

Mûsâ'ya kırk gece için söz vermiştik. Sonra siz, haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz.

Bundan sonra, (akıllanıp) şükredersiniz diye sizi affettik.

Doğru yolu bulasınız diye Mûsâ'ya kitabı ve hak ile bâtılı ayıran hükümleri verdik.

Mûsâ kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Şüphesiz siz buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Onun için yaratanınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün. Öyle yapmanız yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir; böylece Allah tövbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tövbeleri kabul eden ancak O'dur".

Bir zamanlar, "Ey Mûsâ! Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayız" demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı.

Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz.

Ve sizi bulutlarla gölgeledik; size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik; "Verdiğimiz güzel nimetlerden yiyiniz" (dedik). Gerçekte onlar bize değil, kendilerine kötülük ediyorlardı.

Dedik ki: "Şu şehre girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yiyip için, kapıdan eğilerek girin ve af dileyin ki hatalarınızı bağışlayalım. Biz iyi davrananlara fazlasıyla vereceğiz."

Fakat zalimler kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.

Mûsâ kavmi için su istemiş, biz de ona, "Asânı taşa vur!" demiştik. Bunun üzerine taştan on iki göze fışkırdı. Her topluluk kendi içeceği yeri bildi. "Allah'ın rızkından yiyin için; yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın" (dedik).

Hani siz, "Ey Mûsâ! Biz bir tek yiyecekle dayanamayacağız. Bizim için rabbine dua et de bize toprağın mahsullerinden; sebzelerinden, kabakgillerinden, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bitirsin" demiştiniz. Mûsâ ise, "Daha iyiyi daha kötü ile değişmek mi istiyorsunuz? Şehre inin; istedikleriniz orada var" dedi. Zillete, fakru zarurete mahkûm oldular; Allah'ın gazabına uğradılar. Bu durum, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerinin, bu yaptıkları da isyan etmeleri ve haddi aşmalarının sonucuydu.

Şüphesiz, iman edenler; yahudilerden, hıristiyanlardan ve Sâbiîler'den de Allah'a ve âhiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler.

Hatırlayın ki, sizden sağlam bir söz almış, üzerinize de dağı kaldırmıştık. "Size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda bulunanları daima hatırlayın; umulur ki korunursunuz" (demiştik).

Bundan sonra yine döndünüz. Eğer Allah'ın keremi ve rahmeti üzerinizde olmasaydı muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz.

İçinizden cumartesi günü hakkındaki hükmü çiğneyenleri elbette bilirsiniz. Bu yüzden onlara, "Aşağılık maymunlar olun!" demiştik.

Biz bunu, hem çağdaşlarına hem de sonradan gelenlere ibret veren bir ceza, müttakiler için de bir öğüt kıldık.

Bir zaman Mûsâ kavmine, "Allah size bir inek kesmenizi emrediyor" demiş; onlar da "Bizimle alay mı ediyorsun!" demişlerdi. Mûsâ, "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım!" dedi.

"Bizim adımıza rabbine dua et de onun ne olduğunu bize açıklasın" dediler. Mûsâ dedi ki: "Allah şöyle buyuruyor: 'O, yaşlı da değil düve de değil; ikisinin arası bir inek olacak.' Haydi size emredileni yapın."

"Bizim için rabbine dua et de renginin nasıl olacağını bize açıklasın" dediler. Mûsâ, "O buyuruyor ki: Rengi parlak sarı, bakanların içini açan bir inek olacak" dedi.

Yine, "Bizim için rabbine dua et de onun nasıl bir şey olduğunu bize iyice açıklasın; çünkü bu sığır bize ayırt edilemez geldi; inşallah doğrusunu buluruz" dediler.

Mûsâ, "Rabbim şöyle buyuruyor, dedi: O, henüz boyunduruk altına alınıp yer sürmemiş, ekin sulamamış, serbest dolaşan ve alacası bulunmayan bir inektir." "İşte şimdi doğrusunu anlattın" dediler ve ineği (bulup) kestiler, ama az daha (bunu) yapmayacaklardı.

Hani siz bir adam öldürmüştünüz de bu hususta birbirinize düşmüştünüz. Halbuki Allah sakladığınızı ortaya çıkaracaktı.

Sonra "(kesilen ineğin) bir parçasıyla ölüye vurun" dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve belki akıllanırsınız diye size âyetlerini gösterir.

Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; artık kalpleriniz taş gibi, hatta daha da katıdır. Taşın öylesi vardır ki ondan ırmaklar kaynar; öylesi de vardır ki, çatlayıp bağrından su fışkırır; bazı taşlar da vardır ki, Allah korkusuyla yerinden düşer. Allah, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.

Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler; sonra o kelâmı iyice anlamış olmalarına rağmen yine de bile bile onu tahrif ederlerdi.

Onlar inananlarla karşılaştıklarında "İman ettik" derler. Birbirleriyle başbaşa kaldıklarında ise, "Allah'ın size açtıklarını (Tevrat'taki bilgileri) rabbiniz katında sizin aleyhinizde delil getirsinler diye mi onlara anlatıyorsunuz; bunları düşünemiyor musunuz!" derler.

Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açığa vurduklarını da Allah bilmektedir!

İçlerinde birtakım ümmîler vardır ki, kitabı bilmezler; bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar.

Elleriyle kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için, "Bu Allah'ın katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıkları yüzünden vay haline onların! Ve yapıp ettikleri yüzünden vay haline onların!

"Sayılı birkaç gün dışında bize ateş dokunmayacak" dediler. De ki: "(Bu hususta) Allah'tan söz mü aldınız; -öyleyse Allah sözünden dönmeyecektir- yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?

Hayır! Kim bir kötülük işler de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte bu kimseler cehennemliktirler; onlar orada ebedî olarak kalırlar.

İman edip hayırlı işler yapanlara gelince, onlar da cennetliktirler; onlar orada ebedî kalacaklardır.

Bir zamanlar biz İsrâiloğulları'ndan, "Yalnız Allah'a kulluk edeceksiniz; ana babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz. İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin" diyerek söz almıştık. Sonra, içinizden küçük bir kesim dışında, sözünüzden döndünüz; hâlâ da sırt çevirmektesiniz.

Vaktiyle sizden, birbirinizin kanlarını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair de söz almıştık. Siz de kabullenegeldiniz. Hâlâ da (buna) şahitlik ediyorsunuz.

Sonra işte şimdi sizler birbirinizi öldürüyorsunuz; içinizden bir kesimi yurtlarından sürüyor, onlara karşı kötülük ve düşmanlıkta birbirinize arka çıkıyorsunuz. Esirler olarak size geldiklerinde de fidye verip kendilerini kurtarıyorsunuz. Halbuki onları sürgün etmek size haram kılınmıştı. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden bu şekilde davranan birinin dünya hayatındaki cezası ancak rezil rüsvâ olmaktır; kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine itilirler. Allah sizin yapmakta olduğunuzdan habersiz değildir.

İşte onlar, âhirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir

Andolsun biz Mûsâ'ya kitabı verdik. Ondan sonra da ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu Îsâ'ya da deliller verdik ve onu Rûhulkudüs ile destekledik. Ama ne zaman size bir peygamber nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse büyüklendiniz, kimini yalanladınız, kimini de öldürdünüz, doğru değil mi?

Yahudiler "Kalplerimiz perdelidir!" dediler. Aksine, inkârları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir; o yüzden çok az inanırlar.

Onlara Allah katından ellerindekini (Tevrat) doğrulayan bir kitap gelince, daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken işte şimdi bilip tanıdıkları (Kur'an) kendilerine ulaşınca onu inkâr ettiler. Allah'ın lâneti böyle inkârcılaradır.

Onlara Allah katından ellerindekini (Tevrat) doğrulayan bir kitap gelince, daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken işte şimdi bilip tanıdıkları (Kur'an) kendilerine ulaşınca onu inkâr ettiler. Allah'ın lâneti böyle inkârcılaradır.

Kendilerine, "Allah'ın indirdiğine iman edin" denilince, "Biz sadece bize indirilene inanırız" derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur'an, kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Resulüm!) Onlara, "Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?" deyiver.

Andolsun Mûsâ size apaçık mûcizeler getirmişti. Sonra onun ardından haksızlıkla buzağı putunu edindiniz.

Hatırlayın ki sizden sağlam bir söz almış, dağı da üzerinize kaldırmıştık. "Size verdiklerimizi kuvvetle tutun, söylenenlere kulak verin" demiştik. Onlar, "İşittik ve isyan ettik!" dediler. İnkârları yüzünden kalpleri buzağı sevgisiyle dopdoluydu. De ki: "Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!"

Onlara, "Şayet Allah katında âhiret yurdu, diğer insanlara değil de yalnız size ait ise ve bu iddianızda doğruysanız haydi ölümü isteyin bakalım!" de.

Kendi elleriyle yapıp ettikleri işler sebebiyle hiçbir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir.

Yemin olsun ki, onları insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun; müşriklerden de çok; her biri ister ki bin sene yaşasın. Oysa yaşatılması hiç kimseyi azaptan kurtaramaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür.

Söyle (yahudilere): Cebrâil'e kim düşmansa bilsin ki, Allah'ın izniyle önce gelen kitapları doğrulayıcı, müminler için bir hidayet rehberi ve müjdeci olarak Kur'an'ı senin kalbine indiren odur.

Her kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil'e ve Mîkâil'e düşman ise bilsin ki Allah da inkârcıların düşmanıdır.

Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. Onları ancak fâsıklar inkâr eder.

Ne zaman onlar bir ahidde bulundularsa yine kendilerinden bir grup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmezler.

Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince Ehl-i kitabın bir kısmı, Allah'ın kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi arkalarına atıp terkettiler.

Onlar, Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurup söylediklerine uydular. Gerçek şu ki Süleyman kâfir olmadı, fakat şeytanlar kâfir oldular; çünkü insanlara sihri, Bâbil'de iki meleğe, Hârût'la Mârût'a indirileni öğretiyorlardı. Halbuki bu iki melek, "Biz ancak imtihan vasıtasıyız; sakın küfre sapma!" demedikçe hiç kimseye bilgi vermezlerdi. Fakat onlar bu iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onunla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Yine de kendilerine fayda sağlayanı değil zarar vereni öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu (sihir) satın alan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını çok iyi biliyorlardı. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür, bir bilselerdi!

Eğer onlar iman edip kendilerini kötülükten korusalardı şüphesiz Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke bunu bilselerdi!

Ey iman edenler! "Râinâ!" demeyin; "unzurnâ" deyin ve iyi dinleyin. Kâfirler için elem verici bir azap vardır.

Ehl-i kitaptan kâfirler ve putperestler Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Halbuki Allah rahmetini ancak dilediğine tahsis eder. Allah büyük lutuf sahibidir.

Biz bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak, mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kādirdir.

Yine bilmez misin ki göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnız Allah'ındır. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de yardımcı vardır.

Yoksa daha önce Mûsâ'ya sorulduğu gibi siz de peygamberinize sorular sormak mı istiyorsunuz? Kim imanı küfre değişirse şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur.

Ehl-i kitap'tan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki haset duygusundan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah hükmünü ortaya koyuncaya kadar affedin ve hoşgörün. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

Namazı kılın, zekâtı verin. Önceden kendiniz için ne hayır yaparsanız onu Allah katında bulursunuz. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı eksiksiz görür.

Onlar, "Yahudi veya hıristiyan olanlar hariç, hiç kimse cennete giremeyecek" dediler. Bu onların kuruntusudur. De ki: "Eğer sözünüzde doğru iseniz kesin kanıtınızı getirin!"

Bilâkis, kim güzel niyet ve davranış sahibi olarak kendini Allah'a teslim ederse rabbinin katında onun mükâfatı vardır. Öylelerine korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.

Hepsi de kitabı okumakta oldukları halde yahudiler, "Hıristiyanlar hiçbir gerçeğe dayanmıyor" dediler; hıristiyanlar da "Yahudiler hiçbir gerçeğe dayanmıyor" dediler. Bilmeyenler de onların dediklerine benzer şeyler söylediler. Allah, ayrılığa düştükleri konularda kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir.

Allah'ın mescidlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olması için çalışandan daha zalim kim olabilir? Aslında bunların oralara ancak korka korka girmeleri gerekir. Böyleleri için dünyada rezillik var, âhirette de onlar için büyük azap vardır.

Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın zâtı oradadır. Şüphesiz Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, çok bilgilidir.

"Allah çocuk edindi" dediler. Hâşâ! O bundan münezzehtir. Bilâkis, göklerde ve yerde ne varsa yalnız O'nundur. Hepsi de O'na boyun eğmişlerdir.

O, göklerin ve yerin eşsiz-örneksiz yaratıcısıdır; bir şeyin olmasını dilediğinde ona "ol!" der, hemen oluverir.

Bilgiden yoksun olanlar, "Allah bizimle konuşmalı veya bize bir mûcizeli işaret gelmeli değil miydi?" dediler. Bunun gibi onlardan öncekiler de onların dediklerinin benzerini demişlerdi. Kalpleri hep birbirine benziyor! Biz, gerçeği kabul edenlere âyetleri açıkladık.

Doğrusu (ey peygamber), biz seni hak ile desteklenmiş bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Yakıcı azaba mahkûm olanlardan sen sorumlu değilsin.

Sen onların dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır. De ki: "Asıl doğru yol ancak Allah'ın yoludur." Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, bilesin ki artık Allah sana ne dost ne de yardımcı olacaktır.

Kendilerine kitap verdiğimiz ve onu hakkını vererek okumakta olanlar var ya, işte kitaba iman edenler onlardır; ama her kim onu inkâr ederse işte asıl kaybedenler onlardır.

Ey İsrâiloğulları! Geçmişte size verdiğim nimetimi ve sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.

Öyle bir günden korkun ki, o gün kimse başkası için bir şey ödeyemez; hiç kimseden fidye kabul edilmez, kimseye şefaat fayda vermez, onlara asla yardım da yapılmaz.

Vaktiyle rabbi İbrâhim'i bazı sözlerle sınayıp da İbrâhim onları eksiksiz yerine getirince, "Ben seni insanlara önder yapacağım" buyurmuştu. İbrâhim, "soyumdan da" deyince rabbi, "Vaadim zalimleri kapsamaz" buyurdu.

O zaman biz beyti insanların gidip gelip ziyaret edecekleri bir makam ve bir güvenlik yeri yaptık. Siz de İbrâhim'in makamından kendinize namaz kılacak bir yer edinin. İbrâhim ve İsmâil'e de, "Tavaf edecekler için, ibadete kapanacaklar, rükû ve secde edecekler için evimi temiz tutun" diye tâlimat verdik.

İbrâhim, "Rabbim! Burayı güvenli bir şehir yap, halkından Allah'a ve âhiret gününe inananları da çeşitli ürünlerle rızıklandır" diye dua etmişti. Allah buyurdu ki: "İnkâr edene de az bir süre dünya nimetleri veririm, ama sonunda onu cehennemin azabına sürerim. O ne kötü bir sondur!"

İbrâhim İsmâil'le birlikte beytin temellerini yükseltiyordu: "Ey rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.

Ey rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan eyle, soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet çıkar. Bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et. Şüphesiz tövbeleri kabul eden, merhameti bol olan yalnız sensin.

Soyumuz içinden, onlara senin âyetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir elçi çıkar rabbimiz! Çünkü yalnız sensin kudret ve hikmet sahibi."

Kendine câhilce kötülük edenden başka kim İbrâhim'in inanç sistemini reddeder? Oysa biz, gerçekten onu dünyada seçkin kıldık; şüphesiz ki o, âhirette de iyiler arasında yer alacaktır.

Çünkü rabbi ona, "Bana teslim ol" buyurmuş; o da, "Âlemlerin rabbine teslim oldum" demişti.

İbrâhim de bu dini oğullarına vasiyet etti, Ya'kub da. "Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti; öyleyse yalnız O'na teslim olmuş müminler olarak can verin!" (dediler).

Yoksa Ya'kub son nefesini verirken siz orada mıydınız? O sırada Ya'kub oğullarına, "Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?" demiş; onlar da "Senin, ataların İbrâhim, İsmâil ve İshak'ın ilâhı olan tek Tanrı'ya kulluk edeceğiz; biz sadece O'na teslim olduk" demişlerdi.

Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz.

Onlar, "Yahudi veya hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız" dediler. Sen de de ki: "Hayır! Biz, Hanîf olan İbrâhim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi."

"Biz Allah'a ve bize indirilene; kezâ İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya'kub ve torunlarına indirilenlere; yine Mûsâ ve Îsâ'ya verilenlere ve bütün peygamberlere rableri tarafından gönderilenlere inandık. Onlar arasında ayırım yapmayız; biz O'na teslim olanlarız" deyin.

Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa kesinlikle doğru yolu bulmuş olurlar; fakat eğer yüz çevirirlerse bilesin ki bir ayrılıkçılığın içindedirler. O takdirde artık onlara karşı Allah sana yeter; O, işitendir, bilendir.

"Allah'ın boyasıyla boyandık. Boyaca O'ndan daha güzel olan kim vardır? Biz yalnız O'na kulluk ederiz" (deyin).

De ki: "Allah bizim de rabbimiz, sizin de rabbiniz olduğu halde O'nun hakkında bizimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O'na gönülden bağlananlarız.

Yoksa siz İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya'kub ve torunların yahudi yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?" De ki: "Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah tarafından kendisine verilmiş bir kanıtı saklayandan daha zalim kim vardır? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.

Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz.

İnsanlardan bir kısım sefihler, "Onları şimdiye kadar yöneldikleri kıbleden vazgeçiren sebep nedir?" diyeceklerdir. De ki: "Doğu da batı da Allah'ındır. O, dilediğini dosdoğru yola iletir."

İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (örnek) bir ümmet yaptık. Biz bu yöneldiğin kıbleyi özellikle resule uyanlarla sırt çevirenleri açıkça ayırt edelim diye belirledik. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelecektir. Allah imanınızı asla zayi edecek değildir. Çünkü Allah insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.

Biz senin, yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu elbette görüyoruz. İşte şimdi kesin olarak seni memnun olacağın kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir; nerede olursanız olun yüzünüzü o yöne çevirin. Kuşku yok ki kendilerine kitap verilenler onun rablerinden gelmiş bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.

Ehl-i kitaba her türlü mûcizeyi getirsen onlar yine de senin kıblene asla dönmezler. Sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirinin kıblesine de uymazlar. Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzusuna uyarsan, işte o vakit sen kesinlikle hakkı çiğneyenlerden olursun.

Kendilerine kitap verdiklerimiz onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Yine de içlerinden bir grup bile bile gerçeği saklıyorlar.

Gerçek, rabbinden gelendir; o halde sakın şüpheye düşenlerden olma!

Herkesin yüzünü ona doğru çevirdiği bir yönü vardır. Öyleyse hayırlarda yarışın. Nerede olursanız olun, Allah sizin hepinizi bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

Her nereden (yola) çıkarsan yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir. Bu, elbette rabbinden gelen bir gerçektir. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.

Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir. Nerede bulunursanız yüzünüzü yine o tarafa döndürün ki, -haksızlığa saplanmış olanları dışında- insanların aleyhinize kullanacakları bir delil bulunmasın. Onlardan korkmayın, benden korkun. Ve bir de size nimetimi tamamlayayım, siz de hidayete eresiniz.

Nitekim aranızdan size bir peygamber gönderdik: O size âyetlerimizi okuyor, sizi arıtıp temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor; yine size daha önce bilmediklerinizi öğretiyor.

Artık siz beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, bana nankörlük etmeyin!

Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerin yanındadır.

Allah yolunda öldürülenler için "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.

Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!

Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, "Doğrusu biz Allah'a aidiz ve kuşkusuz O'na döneceğiz" derler.

İşte rablerinin lutufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır.

Safâ ile Merve Allah'ın nişanlarındandır; dolayısıyla hac veya umre yaparak Beytullah'ı ziyaret eden bir kimsenin bu yerleri tavaf etmesinde kendisi için bir günah yoktur. Kim gönüllü bir iyilik yaparsa bilsin ki Allah iyiliği mükâfatıyla karşılayan ve çok iyi bilendir.

İndirdiğimiz açık delillerle hidayet bilgisini -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyip saklayanlar yok mu, işte onlara hem Allah lânet eder hem de lânet okuyanlar lânet eder.

Ancak tövbe edenler, kendilerini düzeltenler ve gerçeği açıkça ifade edenler bunun dışındadır. İşte bunların tövbesini kabul edeceğim. Doğrusu ben tövbeleri kabul eden ve rahmeti bol olanım.

Gerçekleri inkâr eden ve inkârcılığa saplanmış olarak ölenlere gelince, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üzerinedir!

Onlar hep lânette kalacaklar; azapları hafifletilmeyecek ve yüzlerine bakılmayacak!

Tanrınız bir tek Tanrı'dır; O'ndan başka tanrı yoktur; O rahmândır, rahîmdir.

Kuşkusuz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanlara fayda veren yüklerle denizde seyreden gemilerde, Allah'ın gökten indirerek onunla ölü haldeki toprağa can verdiği ve orada her çeşit canlının yetişmesini sağladığı yağmurda, rüzgârları ve gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirip yönlendirmesinde aklını işleten bir topluluk için elbette nice deliller vardır.

İnsanlardan kimileri vardır ki, Allah'tan başka bazı varlıkları Allah'a denk tanrılar sayar da bunları Allah'ı sever gibi severler. İman edenler ise en çok Allah'ı severler. Keşke zalimler -azapla yüz yüze geldiklerinde anlayacakları gibi- şimdi de bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu anlasalardı!

İşte o zaman, izlenenler, kendilerini izleyenlerden hızla uzaklaşmışlardır; artık azabı görmüşler, aralarındaki bağlar kopmuştur.

İzleyenler şöyle derler: "Ne olurdu, bize ikinci bir fırsat verilseydi de, şimdi onlar bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!" Böylece Allah onlara yapıp ettiklerini kendileri için pişmanlık sebepleri olarak gösterir. Onlar artık ateşten çıkacak değillerdir.

Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan maddelerin helâl ve temiz olanlarından yiyin; şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır.

O size ancak kötülüğü, çirkinliği, Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi buyurur.

Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiğinde, "Hayır, atalarımızdan gördüğümüze uyarız" dediler. Ya atalarının aklı bir şeye ermemiş, doğru yolu bulamamışlarsa!

İnkârcılara seslenenin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen hayvana haykıran çobanın durumuna benzer. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler; çünkü onlar düşünmezler.

Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin ve Allah'a şükredin; eğer kendisine kulluk ediyorsanız.

Allah size yalnızca murdar eti, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkasının adına kesilmiş olanı haram kıldı. Ama biri zorda kalırsa, haksızlığa sapmadıkça, sınırı aşmadıkça kendisine günah yoktur. Biliniz ki Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.

Allah'ın indirdiği kitabın bir bölümünü gizleyenler ve onu az bir karşılık için satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmayacak, onları arındırmayacak! Onlar için elem verici bir azap vardır.

Onlar, doğru yol karşılığında sapkınlığı, mağfiret karşılığında azabı satın almış kimselerdir. Ateşe ne kadar da dayanıklılarmış!

Bu azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olması ve kitap hakkında aykırı görüşlere sapanların derin bir ayrılıkçılık içine düşmüş bulunmalarıdır.

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takvâ sahipleri bunlardır.

Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas size gerekli kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ancak her kime, kardeşi tarafından bir şey bağışlanırsa artık ona hakkaniyetle uymalı ve diyeti ona güzellikle ödemelidir. Bu, rabbinizden bir hafifletme, bir rahmettir. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici bir azap vardır.

Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız.

Birinize ölüm yaklaştığında, eğer geriye mal bırakıyorsa anasına, babasına ve akrabasına uygun bir vasiyette bulunması, sakınanlara bir borç olmak üzere yazıldı.

Onu işittikten sonra kim değiştirirse günahı, yalnızca onu değiştirene ait olur. Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir.

Her kim bir vasiyette bulunacak birinin hakkı çiğnemesinden veya günaha girmesinden korkar da aralarını düzeltirse ona bir günah yoktur. Allah elbette bağışlayıcıdır, sonsuz rahmet sahibidir.

Ey iman edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de sayılı günlerde oruç yazıldı. İçinizden hasta veya yolcu olan, başka günlerden sayısınca tutar. Orucu tutmakta zorlananlar için bir yoksulun (günlük) yiyeceği kadar fidye yeterlidir. Bir iyiliği mecbur olmadan yapan için bu (yaptığı) iyidir. Ama orucu tutmanız -bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.

O (sayılı günler), doğruyu eğriden ayırma, gidilecek yolu bulma konusunda açıklamalar ve insanlara rehber olarak Kur'an'ın indirildiği ramazan ayıdır. Artık sizden kim bu aya yetişirse onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, başka günlerden sayısınca tutar. Allah sizin için kolaylık istiyor güçlük çekmenizi istemiyor. Sayıyı tamamlamanız, sizi doğru yola iletmesine karşı Allah'ın ululuğunu dile getirmeniz ve umulur ki şükredersiniz diye (uygun hükümler gönderiyor).

Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben yakınım, bana dua ettiğinde duacının dileğine karşılık veririm. Şu halde benim davetime gelsinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulalar.

Oruç gecesinde kadınlarınızla birleşmek size helâl kılındı. Onlar sizin için elbisedir, siz de onlar için elbisesiniz. Sizin kendinize hıyanet etmekte olduğunuzu Allah bilmiş, tövbenizi kabul etmiş ve sizi bağışlamıştır. Şimdi artık onlarla birleşin ve Allah'ın sizin için yazdığını isteyin. Fecirden siyah ip beyaz ipten sizin için ayırt edilir hale gelinceye kadar yiyin ve için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Mescidlerde ibadete çekilmişken kadınlarla cinsel ilişkide bulunmayın. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır; sakın bu sınırlara yaklaşmayın. Allah âyetlerini insanlar için işte böyle açıklar. Umulur ki sakınırlar.

Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Bile bile, günaha saparak, insanların mallarından bir kısmını yemeniz için onun bir parçasını yetkililere aktarmayın.

Sana hilâlleri soruyorlar. De ki: "Onlar insanlar ve hac için vakit ölçüleridir. Erdemlilik asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir; fakat erdemlilik kişinin Allah'a saygılı olmasıdır. Evlere kapılarından gelin; Allah'a saygılı olun ki kurtuluşa eresiniz.

Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın, fakat aşırılığa sapmayın; Allah aşırılığa sapanları sevmez.

Onları yakaladığınız yerde öldürün; sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Harâm civarında onlar sizinle savaşmadıkça siz de orada onlarla savaşmayın. Şayet sizinle savaşmaya kalkışırlarsa o zaman onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir!

Eğer onlar vazgeçerlerse, artık Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.

Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın; fakat vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına saldırmak yoktur.

Haram ayın karşılığı haram aydır; saldırmazlık kurallarına riayet karşılıklıdır. Şu halde kim size saldırırsa, onun saldırısının dengiyle siz de ona saldırın. Allah'ın hükmüne saygılı olun ve bilin ki Allah kendisine saygılı olanların yanındadır.

Allah yolunda harcama yapın; kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin, kuşkusuz Allah iyilik edenleri sever.

"Haccı ve umreyi Allah için eksiksiz yerine getirin; engellenirseniz kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Kurban, mahalline ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Fakat içinizden biri hasta ise veya başından bir rahatsızlığı varsa (tıraşını olup) oruç veya sadaka yahut kurban olarak bir fidye ödesin. Güvenlikte olduğunuzda hacdan önce umre yapan kişi, gücünün elverdiği türden bir kurban kessin. Bulamayan ise hac sırasında üç gün, döndükten sonra da yedi gün yani tam on gün oruç tutmalıdır. Bu, ailesi Mescid-i Harâm civarında oturmayanlar içindir. Allah'ın buyruğuna saygılı olun ve bilin ki Allah'ın cezalandırması çok şiddetlidir.

Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca karar verip niyet ederse, bilsin ki hac sırasında kadına yaklaşmak, günaha sapmak ve tartışıp çekişmek yoktur. Ne hayır işleseniz Allah onu bilir. Azık edinin; kuşkusuz azığın en hayırlısı takvâdır. Öyleyse bana saygı duyun, ey akıl sahipleri!

Rabbinizden bir lutuf beklemenizde sizin için bir günah yoktur. Arafat'tan dalga dalga indiğinizde Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin; O'nu, size gösterdiği şekilde zikredin; kuşkusuz siz bundan önce yolunu şaşırmışlardan idiniz.

Sonra insanların dalga dalga ilerlediği yerden siz de ilerleyin. Allah'tan bağışlanmanızı dileyin. Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.

Hacca mahsus ibadetlerinizi bitirdiğinizde de, atalarınızı andığınız gibi, hatta daha canlı bir şekilde Allah'ı anın. Ama insanlardan öyleleri vardır ki, "Ey rabbimiz! Bize bu dünyada ver" diye dua ederler. Böyle bir kimsenin âhiretten hiç nasibi yoktur.

İnsanlardan öyleleri de vardır ki, "Ey rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, öteki dünyada da iyilik ver; bizi cehennem azabından koru" derler.

İşte kazandıklarından bir payı olanlar bunlardır. Allah, hesabı çok çabuk görür!

Belirlenmiş günlerde Allah'ı zikredin. Allah'a saygılı olan için iki günde (dönmekte) acele edene günah yoktur; daha uzun kalana da günah yoktur. Allah'a saygılı olun. Bilin ki sizler O'nun huzurunda toplanacaksınız!

İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatı konusundaki sözleri senin hoşuna gider; o, hasımların en yamanı olduğu halde kalbinde olana Allah'ı şahit de tutar.

Hâkimiyeti aldığında ise ülkede bozgunculuk çıkarıp ürünleri ve nesilleri yok etmeye çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.

Ona, "Allah'tan kork!" dense gururu kendisini günaha sürükler. Ona cehennem yeter! Orası ne kötü bir yataktır!

İnsanlardan öylesi de vardır ki, kendisini Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya adamıştır. Allah, kullarına çok şefkatlidir.

Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin; çünkü o, apaçık düşmanınızdır.

Size açık seçik kanıtlar geldikten sonra yine de yalpalarsanız bilin ki Allah güçlüdür, hakîmdir.

Onlar, ille de Allah'ın ve meleklerin, bulutların gölgeleri arasından çıkıp gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar! Bütün işler Allah'a dönecektir!

İsrâiloğulları'na sor: Onlara nice apaçık âyet verdik! Kim Allah'ın nimetini kendisine geldikten sonra değiştirirse bilsin ki Allah cezalandırmada çok şiddetlidir.

İnananlarla alay ederek inkâra sapanlar dünya hayatının çekiciliğine kapıldılar. Ama Allah'tan korkanlar onlardan kıyamet gününde üstün olacaklardır. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.

İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberleri gönderdi; onlar aracılığı ile anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hüküm vermek için gerçeği içeren kitabı indirdi. Ancak kendilerine apaçık gerçekler geldikten sonra aralarındaki kıskançlık yüzünden, o kitap hakkında, sadece onun verildiği kimseler anlaşmazlığa düştüler. Sonra Allah kendi iradesiyle, onların, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeği müminlere gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.

Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" diye niyaz etmişlerdi. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır.

Sana ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: "Harcayacağınız mal, ana baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolcular için olmalıdır. Hayır olarak ne yaparsanız muhakkak ki Allah onu bilir."

Size zor geldiği halde savaş üzerinize farz kılındı. Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz ise bilemezsiniz.

Sana haram ayı, onda savaşmayı soruyorlar. De ki: Onda savaşmak büyük günahtır. Allah'ın yolundan menetmek ve O'nu inkâr etmek, Mescid-i Harâm'dan (insanları) engellemek, halkını oradan çıkarıp sürmek ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de öldürmekten daha ağırdır. Güçleri yeterse sizi dininizden çevirinceye kadar durmadan sizinle savaşırlar. İçinizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, dünyada ve âhirette amelleri boşa gidenler işte bunlardır. Cehennemin dostları da bunlardır ve orada onlar devamlı kalıcıdırlar.

İman edenler, hicret eden ve Allah yolunda savaşanlar; şüphesiz işte bunlar Allah'ın rahmetini umarlar. Allah çok yarlığayıcıdır, sonsuz rahmet sahibidir.

Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: Bu ikisinde insanlar için büyük zarar ve bazı faydalar vardır; zararları da faydalarından büyüktür. Sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlasını. Allah sizin için âyetlerini işte böyle açıklıyor ki düşünesiniz.

Dünya ve âhiret hakkında (düşünesiniz diye). Sana yetimleri de soruyorlar. De ki: Onların durumlarını iyileştirmek hayırlı bir iştir. Onlarla içli dışlı olursanız zaten onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah düzelten den bozanı ayırıp bilir. Allah dileseydi sizi güçlüğe düşürürdü. Hiç şüphe yok ki Allah izzet ve hikmet sahibidir

İman etmedikleri sürece Allah'a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Şundan emin olun ki imanlı bir câriye, sizin hoşunuza gitse de müşrik bir hür kadından iyidir. İman etmedikleri sürece Allah'a ortak koşan erkeklerle de kadınlarınızı evlendirmeyin. Şundan da emin olun ki imanlı bir köle, sizin hoşunuza gitse bile müşrik bir hür kişiden daha iyidir. Onlar insanları ateşe çağırırlar, Allah ise izni ile cennete ve bağışlanmaya çağırır, gerektikçe hatırlasınlar diye insanlara âyetlerini açıklar.

Sana kadınların aybaşı hallerini soruyorlar. De ki: O bir rahatsızlıktır. Bu sebeple âdet günlerinde kadınlardan ayrı durun, temizlenmedikçe onlarla cinsel ilişkide bulunmayın. İyice temizlendiklerinde onlara Allah'ın emrettiği şekilde yaklaşın. Allah çok tövbe edenleri sever ve içi dışı temiz olanları sever.

Kadınlar sizin ekeneğinizdir; ekeneğinize hangi taraftan isterseniz oradan varın. Kendiniz için de önceden hazırlık yapın. Allah'tan sakının ve bilin ki O'na kavuşacaksınız. Müminleri müjdele.

Yeminlerinizden dolayı Allah'ı, iyilik etmeye, kötülükten sakınmaya ve insanların arasını düzeltmeye engel kılmayın. Allah her şeyi işitir ve bilir.

Yeminlerinizin kasıtlı olmayanlarından dolayı Allah sizi sorumlu kılmaz, fakat kalplerinizin yöneldiği yeminden sizi sorumlu tutar. Allah çok bağışlayıcıdır, aceleci değildir.

Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer geri dönerlerse Allah çok bağışlayıcıdır, sonsuz rahmet sahibidir.

Boşamaya karar vermiş olurlarsa, şüphe yok ki Allah her şeyi işitir ve bilir.

Boşanan kadınların kendileri üç âdet görünceye kadar beklerler. Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorlarsa, Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Eğer taraflar arayı düzeltmeyi istiyorlarsa kocaları, onları kendilerine geri çevirme hususunda başkalarından daha ziyade hak sahibidirler. Kadınların, mâkul ve meşrû ölçülerde ödevlerine denk hakları vardır; erkeklerin ise onların üzerinde bir dereceleri mevcuttur. Allah izzet ve hikmet sahibidir.

Boşama iki keredir. Her ikisinden sonra ya iyilikle evlilik içinde tutmak veya güzellikle serbest bırakmak gerekir. Allah'ın koyduğu kurallara uymamalarından korkmadığınız sürece onlara verdiğiniz mehirden hiçbir miktarı geri almanız sizin için helâl olmaz. Eğer Allah'ın kurallarına uymamalarından korkarsanız, kadının evlilikten kurtulmak için verdiği meblâğda taraflara bir vebal yoktur. Bunlar Allah'ın koyduğu kurallardır,bu sebeple onları çiğnemeyin. Her kim Allah'ın koyduğu kuralları çiğnerse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

İkinciden sonra koca eşini bir daha boşarsa, bundan sonra kadın, boşayandan başka bir koca ile evlenmedikçe ona helâl olmaz. İkinci koca da onu boşarsa, birinci kocası ile bu kadının, Allah'ın kurallarına riayet edeceklerini zannederlerse, tekrar evlilik hayatına dönmelerinde bir sakınca yoktur. Bunlar Allah'ın kurallarıdır, bilmek isteyenler için onları açıklamaktadır.

Kadınları boşadığınızda, onlar da bekleme sürelerini doldurduklarında ya onlarla yeniden evlenip iyilikle tutun ya da iyilikle serbest bırakın. Onları zarar vererek haklarını çiğnemek için nikâh altında tutmayın. Bunu yapan bilsin ki kendine haksızlık etmiştir. Allah'ın âyetlerini sakın alaya almayın. Allah'ın size bahşettiği nimetleri, kitaptan ve hikmetten size öğüt vermek üzere gönderdiklerini dilinizden düşürmeyin. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilmektedir.

Kadınları boşadığınızda, onlar da bekleme sürelerini tamamladıklarında, aralarında mâkul ve meşrû ölçülerde rızalaştıkları takdirde boşayan kocalarıyla yeniden evlenmelerine engel olmayın. Bu söylenenler, içinizden Allah'a ve âhiret gününe iman edenlere verilen öğüttür. Bunlar sizin için en iyi iç ve dış temizliği sağlayan öğütlerdir. Tam mânasıyla bilen Allah'tır, siz ise bilmezsiniz.

Emzirmeyi tamamlamak isteyen için analar çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Onların normal ölçülerde yiyecek ve giyeceklerini sağlamak da çocuk kendisi için doğurulanın (babanın) borcudur. Hiç kimse gücünü aşan bir şeyle yükümlü kılınamaz. Ne ana çocuğu yüzünden zarara uğratılsın ne de çocuk kendisi için doğurulan çocuğundan dolayı zarar görsün. Kendisine miras kalan kimseye de benzer yükümlülük vardır. Ana baba karşılıklı danışarak ve anlaşarak çocuğu sütten kesmek isterlerse bundan dolayı onlar için bir sakınca yoktur. Çocuklarınızı sütannelere emzirtmek isterseniz münasip olan ücreti verdiğiniz takdirde sizin için bir günah yoktur. Allah'ın koyduğu kurallara aykırı davranmaktan sakının ve bilin ki Allah yaptıklarınızın tamamını görmektedir.

İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri kendi başlarına (evlenmeksizin) dört ay on gün beklerler. Bekleme sürelerinin sonuna geldiklerinde kendileri hakkında, normal ölçülerde yapıp ettiklerinden size bir sorumluluk yoktur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.

Bu kadınlarla evlenme isteğinizi üstü kapalı bildirmenizde veya içinizde saklamanızda bir sakınca yoktur. Allah bu kadarını onlara söyleyeceğinizi bilmektedir. Fakat meşrû söz söylemeniz dışında onlarla gizli sözleşme yapmayın. Bekleme emri süresine ulaşmadıkça evlenme akdi yapmaya kalkışmayın. Bilin ki Allah içinizde olanları bilmektedir. O'ndan sakının ve bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, halîmdir.

Kadınları boşarsanız, onlarla birleşmemiş ve mehir de belirlememiş olursanız malî bir sorumluluğunuz yoktur. Zengin olan gücüne göre, eli darda olan da gücüne göre onlara makul ve gönül alıcı bir şeyler versin. iyiler için bu bir borçtur.

Bir mehir belirlediğiniz halde onlarla birleşmeden kendilerini boşarsanız, belirlediğiniz mehirin yarısını ödemek size borçtur; ancak kadınların bağışlaması veya nikâh bağı elinde olanın hoşgörülü davranması müstesnadır. Hoşgörülü davranmanız takvâya daha uygundur. Aranızda lutufkâr davranmayı unutmayın. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.

Namazları ve orta namazı aksatmadan kılın, huşû içinde Allah'ın huzurunda durun.

Bir şeyden korkarsanız yaya veya binek üzerinde kılabilirsiniz. Korkunuz geçince Allah'ı, daha önce bilmediğinizi size öğrettiği gibi anın.

İçinizden vefat edip de geride eşler bırakanlar, bir yıla kadar evlerinden çıkarılmaksızın eşlerinin geçimliğini vasiyet etsinler. Onlar çıkar giderlerse kendiliklerinden yaptıkları uygun şeylerde sizin için bir vebal yoktur. Allah izzet ve hikmet sahibidir.

Boşanmış kadınlara faydalanacakları uygun bir şeyler verilmesi, Allah'ın rızâsını gözetenlerin borcudur.

Akledesiniz diye Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor.

Sayıca binleri buldukları halde ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Bunun üzerine Allah onlara "ölün!" dedi. Sonra kendilerine hayat verdi. Şüphesiz Allah'ın insanlar üzerinde büyük lutufları vardır ama insanların çoğu şükretmezler.

Allah yolunda savaşın ve bilin ki, Allah her şeyi işiten ve bilendir.

Kim Allah'a güzel bir borç verirse Allah da bunu kat kat fazlasıyla öder. Daraltan da genişleten de Allah'tır ve O'na döndürüleceksiniz.

Mûsâ'dan sonra İsrâiloğulları'nın ileri gelenlerini görmedin mi? Peygamberlerinden birine "Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" dediklerinde o, "Üzerinize savaş farz kılındığında savaşmayacağınızdan korkarım" cevabını verdi. "Yurtlarımızdan ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımız halde Allah yolunda savaşmayıp da ne yapacağız!" dediler. Üzerlerine savaş farz kılınınca da, içlerinden azı müstesna, yüz çeviriverdiler. Allah zalimleri iyi bilmektedir.

Peygamberleri onlara "Allah size Tâlût'u hükümdar olarak gönderdi" dedi. "Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken ve ona da servet bakımından bir genişlik verilmemişken onun üzerimize hükümdarlığı nasıl olur?" dediler. Peygamber "Allah onu sizin için seçti, kendisini ilimde ve bedende daha güçlü kıldı" dedi. Allah mülkünü dilediğine verir ve Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilir.

Peygamberleri onlara "O'nun hükümdarlığının alâmeti, içinde rabbinizden bir sekînet, Mûsâ ve Hârûn ailelerinin bıraktıklarından bir bakiye bulunan ve meleklerin taşıdığı tabutun (sandığın) size gelmesidir" dedi. Gerçekten inanıyorsanız bilin ki, bunda sizin için büyük bir işaret vardır.

Tâlût askerleriyle birlikte ayrılıp sefere çıkınca, "Allah muhakkak sizi bir nehirle imtihan edecek; kim ondan içerse benden değildir -eliyle bir avuç alan müstesna- ondan tatmayan da bendendir" dedi. İçlerinden pek azı dışındakiler ondan içtiler. Kendisi ve onunla beraber inananlar nehri geçince "Bugün Câlût'a ve askerlerine karşı bizim gücümüz yok" dediler. Allah'a kavuşacaklarını umanlar ise, "Nice az birlik vardır ki, Allah'ın izniyle sayıca çok birliği yenmişlerdir, Allah sabredenlerle beraberdir" dediler.

Câlût ve askerlerinin karşısına çıkınca da "Rabbimiz! Bizi sabırla donat, bize sebat ver ve inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!" diye niyazda bulundular.

Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler, Dâvûd da Câlût'u öldürdü ve Allah ona hükümranlık ve hikmet verdi, ona dilediği şeyleri öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile diğer kısmını engellemesi olmasaydı yeryüzünde düzen bozulurdu. Fakat Allah'ın âlemler için büyük lutufları vardır.

İşte bunlar sana gerçek olarak okumakta olduğumuz Allah'ın âyetleridir ve sen şüphesiz Allah'ın elçilerinden birisin.

O peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık. içlerinden bir kısmıyla konuşmuş, bir kısmını da derecelerle yükseltmiştir. Meryem oğlu Îsâ'ya açık deliller verdik ve onu Rûhulkudüs'le destekledik. Allah dileseydi elçilerin ardından gelen insanlar, kendilerine bunca açık delil geldikten sonra birbirine düşüp savaşmazlardı; lâkin farklı yollara yöneldiler. Bu sebeple kimileri iman etmiş, kimileri de inkâr etmişlerdir. Allah dileseydi aralarında savaşmazlardı fakat Allah dilediğini yapar.

Ey iman edenler! Alım satım, dostluk ve aracılığın olmadığı bir gün gelip çatmadan Allah'ın size verdiklerinden O'nun için harcama yapın. Kâfirler zalimlerin ta kendileridir.

Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; diridir, her şeyin varlığı O'na bağlı ve dayalıdır. Ne uykusu gelir ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O'nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez. Onların önlerinde ve arkalarında olanları O bilir. O'nun ilminden hiçbir şeyi -dilediği müstesna- kimse bilgisi içine sığdıramaz. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. Onları korumak kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür.

Dinde zorlama yoktur. Doğru eğriden açıkça ayrılmıştır. Artık kim sahte tanrıları reddeder de Allah'a inanırsa kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir ve bilir.

Allah iman edenlerin velîsidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri ise sahte tanrılardır; onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar. İşte bunlar ateşliklerdir, bunlar orada devamlı kalıcıdırlar.

Allah'ın kendisine verdiği iktidara dayanarak İbrahim ile rabbi hakkında tartışmaya giren kimseyi görmedin mi? İbrâhim "Rabbim hayat veren ve öldürendir" deyince o, "Hayat veren ve öldüren benim" dedi. İbrâhim "Allah güneşi doğudan getirmektedir, hadi sen de onu batıdan getir" dedi. Bunun üzerine inkârcı ne diyeceğini bilemedi. Allah zalimler topluluğuna rehberlik etmez.

Yahut evlerinin duvarları çatıları üzerine yıkılmış, ıssız bir kasabaya uğrayan kimsenin durumu gibi. Bu kişinin, "Allah, bütün bunları öldükten sonra nasıl diriltecek?" demesi üzerine Allah onu yüzyıl ölü olarak tuttu, sonra diriltti. "Ne kadar kaldın" diye sordu. "Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldım" dedi. Allah "Hayır, yüzyıl kaldın. Anlamak için yiyeceğine içeceğine bak, henüz değişmemiş; eşeğine bak, -seni insanlara bir işaret kılmamız için- ve kemiklere bak, onları nasıl düzeltiyor ve üzerini etle kaplıyoruz" buyurdu. Artık o adam için durum açıkça ortaya çıkınca, "Biliyorum ki Allah kesinlikle her şeye kadirdir" dedi.

İbrâhim "Rabbim! Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster!" deyince, rabbi "Yoksa inanmıyor musun?" demişti. O "Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin diye" cevabını verdi. Rabbi "Kuşlardan dört tane al, onları kendine alıştır, sonra (parçalayıp) her bir tepeye onlardan bir parça bırak, sonra onları çağır. Koşarak sana gelecekler ve şunu bil ki, Allah hep galiptir ve hikmet sahibidir" buyurdu.

Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tanenin bulunduğu yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine katlayarak verir, Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir.

Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının arkasından başa kakıp incitmeyenler için rablerinin katında özel karşılık vardır. Artık onlar için korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.

İyi sayılan bir söz ve bir bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, halîmdir.

Ey iman edenler! Allah'a ve âhiret gününe inanmadığı halde malını insanlara gösteriş yapmak için harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle boşa gidermeyin. O kimsenin misali, üzerinde toprak bulunan düzgün ve yalçın bir kayadır; kayanın üzerine şiddetli bir yağmur yağmış, onu çıplak halde bırakmıştır. Bu gibilerin kazandıkları hiçbir şeyden istifadeleri olmaz ve Allah, inkârcı topluluğa hidayet vermez.

Mallarını Allah rızâsını dileyerek ve içlerinden gelerek harcayanların misali ise tatlı bir yamaçta bulunan, üzerine bolca yağmur yağan, bu sebeple ürününü iki misli veren bir bahçedir; şayet sağanak yağmazsa incecik yağar. Allah yapıp ettiklerinizi görmektedir.

Sizden biri arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, zemininden ırmaklar akan ve kendisi için orada her çeşit meyvenin bulunduğu bir bahçesi olsun da bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken kendine ihtiyarlık gelip çatsın, bahçeye de içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakıp kül etsin! Düşünesiniz diye Allah önünüze açık işaretler koyuyor.

Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardıklarımızın iyilerinden verin. Kendinizin ancak içiniz çekmeye çekmeye alabileceğiniz âdi şeyleri hayır diye vermeye kalkışmayın. Bilin ki Allah zengindir, bütün iyilik ve güzellikler O'na mahsustur.

Şeytan içinize yoksulluk korkusu düşürür ve çirkin şeyler yapmanızı emreder. Allah ise kendinden bir bağışlama ve lutuf sözü vermektedir. Allah her şeyi kuşatmakta ve her şeyi bilmektedir.

O, dilediğine hikmeti verir ve kime hikmet verilirse o kimse birçok hayra nâil olmuş demektir. Bunu ise ancak derin kavrayış sahibi olanlar düşünüp anlarlar.

Siz hangi hayrı yapsanız ve hangi adakta bulunsanız şüphesiz onu Allah bilir. Zalimlerin ise samimi yardımcıları yoktur.

Sadakaları açık olarak verirseniz bu ne güzel! Şayet onu yoksullara verirken gizlerseniz bu sizin için daha da hayırlıdır ve sizin bir kısım günahlarınızı düşürür. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Onları doğru yola iletmek senin üzerine borç değildir, fakat Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayır için yaptığınız her harcama kendiniz içindir. Verdiklerinizi ancak Allah rızâsı için verirsiniz. Hayır için yaptığınız her harcamanın karşılığını da hiçbir haksızlığa uğramaksızın tam olarak alacaksınız.

Kendilerini Allah yoluna adadıklarından seyahat ve ticarete imkân bulamayan yoksullara verin. Yoksulluklarını gizli tuttukları için bilmeyen onları zengin sanır. Kendilerini simalarından tanırsın. Onlar insanlara asla el açmazlar. Hayır için yaptığınız her harcamayı Allah hakkıyla bilmektedir.

Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak hayra sarfedenler için rableri nezdinde ecirleri vardır; onlar için ne korku olacak ne de üzüleceklerdir.

Faiz yiyenler ancak şeytanın çarparak sersemlettiği kimse gibi kalkarlar. Bunun sebebi onların, "Alım satım da ancak faiz gibidir" demeleridir. Halbuki Allah alım satımı helâl, faizi ise haram kılmıştır. Artık kime Allah'tan bir öğüt erişir de faizciliği bırakırsa geçmişte yaptığı kendisine aittir, işi de Allah'a kalmıştır. Kim de yine faizciliğe dönerse işte bunlar orada devamlı kalmak üzere cehennemliklerdir.

Allah faizi tüketir, sadakaları ise arttırır ve Allah hiçbir inkârcı günahkârı sevmez.

Şüphe yok ki iman edenler, güzel şeyler yapanlar, namaz kılanlar ve zekât verenlerin rableri katında ecirleri vardır; onlara ne korku vardır ne de üzüleceklerdir.

Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve gerçekten iman etmiş iseniz faizden kalanı bırakın.

Bunu yapmazsanız Allah ve Resulü tarafından size bir savaş açıldığını bilin. Eğer tövbe ederseniz, haksızlık etmemek ve haksızlığa uğramamak üzere ana paranız sizindir.

Eğer eli darda olan birisi borçlu ise eli genişleyene kadar beklemek gerekir. Şu da var ki, eğer bilirseniz bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.

Bir günden sakının ki, onda Allah'a döndürüleceksiniz, sonra kimseye zulmedilmeden herkese hak ettiği tam olarak verilecektir.

Ey iman edenler! Belirlenmiş bir zamana kadar bir borç ilişkisi kurduğunuzda bunu yazın. Aranızdan bir kâtip bunu adaletle yazsın. Kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın. Artık o yazsın, borçlu da yazdırsın; rabbi olan Allah'tan korksun ve borçtan hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer borçlu akılca zayıf veya eksik yahut kendisi yazdıramaz durumda olursa velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahidi de tanık tutun. Şahitler iki erkek olmazlarsa, rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkekle -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki de kadın olsunlar. Çağrıldıklarında şahitler gelmezlik etmesinler. Borç küçük olsun büyük olsun vadesini belirterek onu yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah katında daha adaletli, şahitlik için daha destekleyici ve şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Borç ilişkisinin, aranızda alıp vererek bitirdiğiniz peşin ticaret olması müstesnadır; onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alış veriş yaptığınızda şahit tutun. Kâtip de şahit de zarar görmesin. Eğer bunu yapar da zarar verirseniz şüphesiz bu sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah'tan korkun, Allah size öğretiyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.

Şayet yolculuk halinde olur ve yazacak birini bulamazsanız, teslim alınmış rehinler (yeterlidir). Birbirinize güveniyorsanız, kendisine güvenilen borçlu emaneti yerine getirsin ve rabbi olan Allah'tan korksun. Tanıklığı gizlemeyiniz. Kim onu gizlerse şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Allah yaptıklarınızı eksiksiz bilmektedir.

Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir. İçinizdekini açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder; Allah her şeye kādirdir.

Allah'ın elçisi ve müminler, rabbinden ona indirilene iman ettiler. Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandılar. "O'nun elçileri arasında ayırım yapmayız" ve "İşittik, itaat ettik, bağışlamanı dileriz rabbimiz, gidiş sanadır" dediler.

Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır. Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi cezalandırma! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz şeyleri üzerimize yükleme! Bizi bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın; artık inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır