başından tuz çevirmek / Nazardan korunmak için | Fıkıh Köşesi

Başından Tuz Çevirmek

başından tuz çevirmek

tuz çevirmek

  • anneannemin küçüklüğümden beri periyodik aralıklarla yaptığı dualı tuz çevirme ayini. şöyle uygulanıyor: anneanne elinde bir çay tabağına koyduğu tuzla tepene geliyor, fısır fısır dualar eşliğinde eline aldığı bir tutam tuzu tepende çeviriyor. sonra çay tabağına bıraktığı tuzdan bir parmak yalıyorsun. sonra bu tuz ocakta yakılıyor. bu işlemin nazarı aldığına inanılıyor. nedendir bilinmez duayı okurken anneanne ne kadar çok esnerse o kadar çok nazar değmiş demek oluyor.

  • illa ananenin çevirmesi gerekmiyor tuzu, herhangi biri olabilir. ayrıca çevrilen tuz bir dul kadının kapısının önüne bırakılıyor. bu gidişle her güne bir nazar şeysi diye kitap yazıcam.

    (bkz: ekmek çevirmek)

  • (bkz: şamanizm kökenli türk adetleri)

  • annemin küçükken yaptığı şey.
    bize nazar değmesin diye bir avuç tuzu alıp üstümüzde cevirirdi dualar okuyarak.
    ardından da bu tuzu ateşe atıp yakardı. (böylece nazar edenlerin gözleri yanıyormuş nazar kalkıyormuş)

    bazen ateş yakmaya imkan yoksa da çevirdikten sonra elinde sıkıca bastırıp lavaboda suyu akıtarak elini yıkıyordu.

  • tuzu nazar olduğu düşünülen kişinin başında çevirip ateşe attıktan sonra “ kör göze lanet” der bir de eskiler, özellikle anneanne babaanne tayfası. tuz çatır çatır yandıkça nazarın da çıktığına inanırlar. böyle batıl inançları olan yaşça büyük akrabalarınız varsa bırakın yapsınlar; içleri rahatlasın.

    not: bazen “ pis göze lanet” de derler.

  • bizim memlekette tuz arsımlamak olarak bilinen nazarsavar ritüel.

    nazar değen kişinin üzerinde bir yorgunluk bir halsizlik olur ki 'kolum kanadım kalkmıyor bir tuz arsımla bana da geçsin' diye dua okuyacak kişinin yanına bir avuç iri tuzla gidilir. nazarı çıkartacak kişi eline tuzu alıp nazar değen kişinin başında üç kez çevirir. sonra da karşısına oturup elindeki tuzu parmağı ile eşeleyerek duasını okur. dua okunurken esnemeleye başlar. hatta öyle esner ki gözlerinden yaş gelir. ne kadar çok esnerse o kadar çok nazar çıkacağına inanılır. her duadan sonra nazar değen kişinin yüzüne üflerir. yaklaşık beş dakika kadar avucunda tuzu eşeleyip dua okuduktan sonra tuzdan bir parça ağzına atar, nazar değen kişiye de kalan tuzu verir. sonra bu kişi kendisi de tuzdan bir parça alıp ağzına atar, odada başka kişiler varsa tuzu onlara da ikram eder. sonra tuzun bir parçası ateşe atılıp patlayana kadar ateşte pişirilir. bir parçası suya katılır ve su evin eşiğine, dış kapını önüne dökülür. böylece nazarın çıktığına, eve gelen kem gözlü kişilerle de tekrar gelmeyeceğine inanılır.

    unutmadan herkes değil el verilen kişiler tuzu arsımlayabilir. eski bir şaman geleneği olabilir, alevi kültüründe yer edinmiş bir gelenek olabilir ama kişinin üzerindeki ağırlık/yorgunluk gerçekten gidiyor. bu itikatını tam tut kara taşa sığın durumu da olabilir bilemiyorum*

  • Cevap-Bul.com

  • Nesne
  • İçindekiler

    Tuz yakmak nasıl yapılır?

    Önce tavaya bir avuç tuz konulur, tuz genellikle iri taneli tuzdur, ancak sofra tuzu da kullanılır. Tava, içindeki tuzla birlikte ateşe konulur. Ateşe konulun tuz patlamaya başlar. Bu arada nazar değen kişinin başına bir tülbent örtülür.

    Nazar değmemesi için ne okunur?

    Nazar duası okunuşu şöyledir: Euzü bi kelimatillahitammati min şerri külli şeytanin ve hammatin ve min şerri kulli aynin lamme. Her türlü şeytandan, kem gözlerden, zararlı tüm şeylerden, bütün kelimelerin yüzü ve suyu hürmetine Allah’a sığınıyorum.

    Nazardan insana ne olur?

    Özgüvensizlik ve korku aurayı düşürür hatta bazı durumlarda çakraların kapanmasına (dengesizleşmesine) neden olur. Bu da insanı çevreden gelen tüm negatif enerjilere açık hale getirir. “Nazar olacağım” diye düşünerek kendinize o negatif enerjiyi çekebilirsiniz.

    Nazar olan insan nasıl anlaşılır?

    Hakim olan inanışa göre negatif beyin enerjisine maruz kalıp, nazara uğrayan kişinin sık sık esnemeye başlar. Nazarın ani ruh bozukluklarına sebep olduğu, birden bire oluşan ağrıya veya ön belirtisi olmadan ortaya çıkan hastalıklara sebep olduğu düşünülmektedir.

    Nazar için tuz yakmak nasıl yapılır?

    Gerekli malzeme sadece tuzdur. Nazar değdiğine inanılan kişi tuz öveteleme işini yapacak kişinin karşısına oturur. Tuz övetelecek kişi avucuna bir miktar tuz alır. Avuca alınan tuz, nazar değen kişinin başının üzerinde dairesel hareketlerle dolaştırılır.

    Başından tuz çevirmek nasıl yapılır?

    nazarı çıkartacak kişi eline tuzu alıp nazar değen kişinin başında üç kez çevirir. sonra da karşısına oturup elindeki tuzu parmağı ile eşeleyerek duasını okur. dua okunurken esnemeleye başlar. hatta öyle esner ki gözlerinden yaş gelir.

    Peygamber efendimiz nazar için ne okurdu?

    Resûlullah’ın (s.a.s.) nazar değmesine karşı Muavvizeteyn (Felâk ve Nâs) sûrelerini okuduğu; ashabına da bunları okumalarını tavsiye ettiği rivayet edilmektedir (Tirmizî, Tıb, 16; İbn Mâce, Tıb, 32).

    Felak ve Nas kaç kere okunmalı?

    Felak Suresi anlam bakımından sabah demektir. Evrendeki tüm yaratıkların belalarından ve şerrinden Allah’a sığınmak için bu surenin okunması gerekir. Felak Suresi Günde Kaç Kere Okunmalıdır? 5 vakit namaz kılmanın ardından 3 kere Felak suresi okunduğunda kişi hem dünyevi hem de semavi kötülüklerden korunmuş olur.

    İnsanları fizikî olarak yıpratan hastalıklar olduğu gibi, rûhî olarak tahrîbat veren rahatsızlıkların bulunduğu da bir vak’ıadır. Halk dilinde göz değmesi de denilen nazar bunlardan biridir ve gerçektir. Başkasına gözü değen, yani nazarı geçen insan bunu bilerek yapmaz. İçinde bir takım fırtınalı/ruhsal elektro-manyetik güce benzeyen yüklü duygularla muhatabına bakanlar, farkında olmadan muhatap üzerinde tahribat verebilirler. Bakışla verilen bu tahribata halk arasında göz değmesi deniyor ki, nazar budur. Peygamber Efendimizi (asm) “mecnun” diyerek küçümsemeye çalışan Mekkeli müşrikler, Kur’ân’ın olağanüstü icâzı karşısında öylesine büyülenmişlerdi ki, bu Kitabın—hâşâ—mecnun dedikleri birisinin elinde zuhur etmesini kabul edememişlerdi. Allah korumasaydı, neredeyse Resûlullah’a (asm) gözleriyle zarar vereceklerdi. Bu hususu Kur’ân şöyle zikreder: “Doğrusu inkâr edenler, Kur’ân’ı dinlediklerinde neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. “O mecnundur” diyorlardı.”1

    Üstad Bedîüzzaman Hazretleri de (ra) nazardan şiddetle müteessir olduğunu ve nazarın kendisini hasta ettiğini, “Nazar deveyi tencereye, insanı mezara sokar”2 hadîsini zikrederek beyan eder.3

    Nazar konusunda iki hususun altını çizmemiz gerekir:
    1- Bakışlarımızı terbiye altına almak.
    2- Karşı tarafın bakışlarına hedef olmaktan kaçınmak.

    Bunları kısaca açalım:

    1-İnsanoğlu olarak her zaman hem bakan taraf, hem de bakılan taraf olduğumuzu unutmamalıyız. Yani hem herşey her zaman gözümüzün görüş sahası içinde; hem de biz her zaman herkesin gözü önündeyiz. Hepimiz her zaman başkasını denetleriz; ölçeriz, biçeriz, eleştiririz, az görürüz, çok görürüz, gözümüzde büyütürüz, küçültürüz, havsalamıza sığdıramayız, gördüklerimize inanamayız, duyduklarımıza hayret ederiz. İçimizde hayranlık uyandıran veya olumlu-olumsuz fırtınalara sebep olan ya da varlığına inanamadığımız bir olay karşısında çoğu zaman şaşırıp kalırız. Öylesine hayret ederiz ki, neredeyse bir süre kendimize gelemeyiz. Oysa varlıkların hendesesi bizim elimizde değil. Cenâb-ı Hak bir şeyi yaratırken veya birisine bir servet verirken ya da hasmımızı muvaffak kılarken bize sormuyor, bizim onayımızı almıyor. Meselâ bizim bahçemizdeki ağacımızda hiç meyve yokken, falancanın ağacına dalları taşıyamayacak derecede meyve ihsan edilmiş olabilir. Bu durumda şaşkınlığımızı ve hayretimizi “mâşallah, elhamdülillah, Allahu ekber, bârekallah” gibi Allah’ın kudretini, irâdesini, azametini, büyüklüğünü, rahmetini ve meşîetini teslim eden kelimelerle susturmalıyız. İşi tamamen Allah’a vermeli, bize ihsan edilmeyen nimetlerin başkasına ihsan edilişini çok görmemeli, göz koymamalı ve içimizi geniş tutmalıyız. Zaten mü’minin îman hasleti de bunu gerektirir. Bu terbiyeyi içimizde hâkim kılarsak, başkasına nazarımız değmez.

    Demek, Müslüman için—ne kadar başarılı olursa olsun—övgü ve methiyeye yer vermemeliyiz; başarısını, gayreti sonucunda, Allah’ın dilek ve yardımıyla elde ettiğini bilmeli ve ifâde etmeliyiz; Allah’ın yardım ve inâyetini eksik etmemesi için ve Allah’ın râzı olması için onun lehine duâ etmeye devam etmeliyiz; art niyetli bakışlardan Allah’a sığınmalıyız—bu sığınışı ona nazarımız değmesin diye değil; art niyet taşımamak îmânın şiârı olduğu için yapmalıyız.

    2- Her zaman göz altında bulunan taraf konumunda olmamız ise başka bir duyarlılığı daha gerektirir: Hayatta çoğu kez, çoğumuz muhtelif başarılar elde ederiz. Cenâb-ı Hak bazı şeylerden mahrum bıraktığı bir kulunu, muhakkak muhtelif zamanlarda diğer bazı şeylerden memnun etmiştir. Sahibi olduğumuz nimetleri bazan gözlerden de gizleyemeyiz. Bize düşen her hal ve şartta elimizde bulunan nimetlerin şükrünü edâ etmek ve alçak gönüllü olmaktır. Başarımızdan veya muvaffakiyetimizden dolayı üstünlük duygusuna kapılıp, başkalarını küçümsemeye ve riyakârlığa hiçbir zaman hakkımız yoktur. Gösteriş meraklısı olmak, bazen başımıza en beklenmedik ruhsal problemleri de beraberinde getirebilir. Ne kadar büyük başarı elde etmiş olursak olalım; her zaman mütevazı olmalı ve insanlarla aynı seviyede olduğumuzu hiçbir zaman unutmamalıyız. Başarımızı Allah’tan başkasının bilmesini istemek—çünkü riyakârlıktır—hayırlı amellerimizi yiyip bitireceği gibi, bazan böyle nazara ve kem gözlere isâbet etme gibi müessif bir şekilde neticeleneceğini de akıldan uzak tutmamalıyız. Hayırlı amellerin sevabını elden kaçırmak, nazara isabet etmekten çok daha tehlîkeli bir sonuçtur. Elimizde olmadan başkasının bilmesinden ise mes’ul değiliz.

    Sâf ve hâlis îmân, nazara ve göz değmesine karşı tedbîri de ihtivâ eder. Sıralamamız gerekirse: 1-Allah’a îmân ve tevekkül etmek; 2-Yaptıklarımızla gururlanmamak; 3-İyilikleri ve hasenâtı Allah’a vermek; 4-İyilikleri sahiplenmek yerine kusurlarımızla, eksikliklerimizle ve hatâlarımızla meşgul olmak; 5-İnsanlardan övgü ve methiye beklememek; 6-Gerçek övgüyü ve methiyeyi Allah’a yönlendirmek; 7-Başarılarımızda Allah’ın yardımının esas olduğunu kavramak ve nazarlara Allah’ın yardımını sunmak; 8-İnsanların gözü önüne her şeyimizi serip dökme heveslisi olmamak; 9-İns ve cin vesvesecilerin ve hasetçilerin şerlerinden ve zararlarından Allah’a sığınmak ve duâ etmek.

    Bu hususlar, nazarla ilgili almamız gereken tedbirlerden sadece bir kaçıdır. Diğer yandan bu fazîletler, zâten îmânın fıtrî ve hâlis kazanımlarıdırlar; yoksa, nazar değmesin diye takınılan sun’î tavırlar değildir.
    Nazara karşı okumak veya salih bir kimseye okutmak haktır. Resûlullah Efendimiz (asm) göz değmesine okunmasını tavsiye buyurmuş4; yüzünde sarılık eseri bulunan bir kız çocuğuna: “Bu kızcağıza okuyunuz; buna nazar değmiştir” buyurmuştur.5

    Göz değmesine karşı sâlih kimseler hastaya veya hasta bizzat kendisine; Kalem Sûresinin 51 ve 52. Âyetlerini, Âyet’el-Kürsî, Fâtihâ, İhlâs, Felak ve Nâs gibi Allah’ın isimlerini, sıfatlarını, zikrini ve şer güçlerden Allah’a sığınmayı içeren âyetler ve duâlar okunabilir ve Allah’tan şifâ niyâzında bulunulabilir.

    Ancak bu işi ticârete dökenlere rağbet edilmemelidir. Efsuncuların, sihirbazların ve cincilerin bu konu için yapacakları hiçbir şey yoktur. Nazar değmesinden korunmak için yukarıdaki asil kriterlerin dışında başka bir çözüm arayışında bulunmak sonuç vermez. Nazarlık, at nalı, at kafası takma, kurşun dökme, tütsü yapma, başta tuz çevirme gibi âdet ve geleneklerin İslâmiyet’te yeri yoktur. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) meşrû duâları bırakarak, efsûn yapmayı ve nazarlık takınmayı yasaklamıştır.6 Bir kişiye nazar değip değmediği konusunda söylenen sözler ise çoğu zaman tahminden ileriye gitmez.

    Nazar ve göz değmesini ifrat ölçüsünde büyüterek, bir takım Müslümanları gıyâben “Nazarı çok değiyor! Bu adama dikkat et!” gibi tâbirlerle taciz etmek ise; tümüyle sû-i zandan ibârettir. Gerçekçi bir yaklaşım değildir. Sû-i zan ise, Kur’ân’ın haram kıldığı fiillerdendir.7

    Dipnot:
    (1)Kalem Sûresi, 68/51,52;
    (2)Keşf’ül-Hafâ, 2/72;
    (3)Şuâlar, 286;
    (4)Buhârî, Tıp, 1932;
    (5)Buhârî, Tıp, 1933;
    (6)Buhârî, Tıp, 1934;
    (6)Nesâî, Süslenme, 17;
    (7)Hucurât Sûresi, 49/12.

    Benzer konuda makaleler:

    image_pdfimage_print

    Kimi zaman bir isteğin, bir beklentinin, şükür etmenin tezahürü biçiminde ortaya çıkan halk inançlarının Çorum’da derlenen örneklerini şöyle sıralayabiliriz: Nazardan Korunma, Kurşun Dökme, Nazar Boncuğu, Tuz Çevirme, Muska Yazma, Gelin Alma Sırasında Yapılan Uygulamalar, Al Duvak, Bekâret Kuşağı, Dua İle Çocuk Sahibi Olma, Al Basması, Kırklama, Bebek Mevlidi, Dilek Ağacı, Adak, Kına Yakma, Aşure Günü, Gece Dışarı Sofra
    Örtüsü Silkmenin ve Su Dökmenin Sakıncalı Olduğu, Giden Kişinin Ardından Su Dökme Geleneği, Mezarlık Ziyaretleri, Ölü Evinde Verilen Aş…

    Nazardan korunma esasına dayalı halk inançlarından biri “Tuz Çevirme” işlemidir: Nazar değdiğine inanılan kişi için bir kabın içerisinde bir miktar tuz kavrulur. Ardından bu tuz, soğuyunca avuç içine alınır ve rahatsızlığı olan kişinin başında üç defa çevrilir. Bu işlem sırasında Fatiha, İhlâs, Nas ve Felak sureleri okunur. İşlemler bittikten sonra tuz, ateşe atılır. Böylece kişinin yakalandığı hastalıktan kurtulacağına inanılır.

    Çorum’da nazar boncuğu inancı oldukça yaygındır. Özellikle yeni doğan çocuklara, hayvanlara, kapılara ve insanların geçimlerini sağladıkları iş araçlarına nazar boncuğu takılır. Çorum’da nazar boncuğunun yanı sıra at nalı,
    delik taş, kaplumbağa kabuğu, iğde dalı, iğde çekirdeği ve üzerlik otu kullanıldığı da görülmektedir. Çorum’da nazarının değdiğine inanılan kişiler için “öküz çatlatan” ve “duvar yıkan” tabirleri kullanılmaktadır.


    Yağmur Duası:


    Türkmenlerin eski dini inanışıyla İslam inancının yoğrulmasından ortaya çıkmış geleneksel bir kültür, sosyal bir etkinliktir. Batı Anadolu’dan Doğu İskilip’te yaygın ve düzenli bir şekilde tertip edilen yağmur duası törenleri ibadet olmakla birlikte, diğer ibadetlere kıyasla toplumsal bir organizasyon niteliği taşımaktadır. Birkaç şekilde yapılan dualar şu şekildedir.

    Uğurlu olduğuna inanılan 1300 ile 1500 metre yükseğindeki dağa DEVE kurban etmek için çıkılır. Bu dağ, o bölgede YÜCELİK ifade eder. Örneğin İskilip yöresinde bulunan 1350 metre yüksekliğindeki Deveci Dağına çıkılır. Kuraklıkta halk arasında “Deveci Dağı deve istiyor”yorumları yapılar. Büyük bir katılımla, dualarla deve kurban edilir. Hoca, dağda bulunan yüksek bir kaya parçasının üzerine çıkar. Uzun ve siyah cübbesini ters giyer, normal ibadette yapılan duanın tam aksine ellerini yere doğru ters çevirir. Katılanlar da hocanın yaptığını yaparlar. Dua ederler. Törenler coşkulu geçer.

    Diğer bir şekilde; yağmur duasında bazı kaynaklara göre 71, bazı kaynaklara göre de 71 bin taş sayılır. (Orta Anadolu’da 71 bin taştır.)Bilindiği gibi İslam öncesi Türk inanışında kutsal “Yada” veya “Yeşim” taşından bahsedilir. Bu taşlar alaları temsil eder. Hoca her bir taşa okur,üfler ve bir kenara koyar.Tamamlandıktan sonra bu taşlar bir torbaya konulur ve herhangi birisi tarafından suya atılır. Sihirli ve uğurlu olan bu taşlar yağmurun yağışına vesile olur,bolluk ve bereket getirir. Yağmur suları dağ ve dere eteklerine de birikerek gelir. Eğer yağmur çok yağar da zarar verir hale gelirse evlerde,mahallelerde,sokaklarda,baltanın keskin tarafı toprağa saplanır.Bu şekilde yağmurun şiddetinin azalacağına inanılır.


    Koç Katımı:

    Koç katımının ana nedeni, damızlık koçlarla daha güçlü daha iyi koyun nesli elde etmek ve yeni doğacak yavruların beslenme sorununu çözmektir. Koçların süslenmesinde muska ve nazarlıkların kullanılması, katımdan önce koçların üstüne erkek çocuk bindirilirse döl zamanı erkek kuzu, kız çocuk bindirilirse dişi kuzu doğacağı inancı ve buna bağlı olarak yapılan işlemler, yöre hayatında önemli uygulamalardır. Koç katımından sonra, çobanın boy abdesti alması gerekir. Eğer yıkanmadan sürünün içinde gezerse, doğacak kuzuların sakat olacağına inanılır. O gün sürünün içinde boş kapla dolaşılırsa kuzulayacak koyunların sütünün kıt olacağına inanılır. Koçlar ve tekeler sürüye katılmadan önce özel olarak süslenir. Koç boynuzlarına elmalar takılır, yünleri kırmızı ve yeşile yakın renklere toprak aşıboyası ile boyanır.


    Aşure Günü:

    Muharrem ayının onuncu günü “Aşure Günü”dür. Türkiye’nin birçok yerinde görüldüğü gibi, bazı yerlerde aşure gününden bir gün önce ve bir gün sonrası, bazı yerlerde de yalnızca aşure günü oruç tutulmaktadır. Kur’an-ı Kerim okumak ve dinlemek, herkese selam vermek, günahların affolması için dua etmek, en az yedi çeşitten olmak üzere aşure pişirmek ve dağıtmak sevap sayılmaktadır.

    Ehlibeyt Yas Töreni:
    Çorum’da her yıl Hicri takvimde “On Muharrem” denilen zamanda Ehlibeyt Yas Törenleri yapılmaktadır; baharın uyanışı, Hz. Ali’nin doğum günü, Hızır ile İlyas peygamberlerin yılda bir defa buluştuğu gündür. Hz. Hüseyin’in, Kerbela’da şehit edilen Ehlibeyt’in yası tutulmaktadır. Kur’an okunur, mersiyeler söylenir, oruç tutulur, aşure pişirilir, İmam Hüseyin için yarışmalar düzenlenir ve Hz. Hüseyin’in çektiği acıyı temsilen sineye vurulur. O gün iş yerlerine gidilmemektedir. Hepsinden hâsıl olan ecir ve sevap Hz. Muhammed, Hz. Hüseyin ve 72 şehidin ruhlarına hediye edilir. Allah’tan Muharrem ayı hürmetine rahmet, bereket ve bağış dilenir ve bu ayın feyzinden yararlanılmaya çalışılır.

    Koyunbaba’yı Anma ve Pilav Günü:

    Çorum’a bağlı Osmancık ilçesinde eylül ayının ilk haftasında üç gün süren Koyunbaba’yı Anma Günü adında kutlamalar yapılmaktadır. Kutlamalarda ilk gün, Koyunbaba Türbesinde mevlit okutulup, ardından pilav ve yayık ayranı ikram edilmektedir. Türbe etrafında kesilen adak kurbanlar dağıtılmaktadır. Koyunbaba adına yapılan helva halka sunulmaktadır. İkinci gün, açık alanda çeşitli ilahiler okunmakta, Koyunbaba hakkında hikâye ve menkıbeler anlatılmakta, O’nun hayatına dair bilgiler verilmektedir. Bu günlerde verilen bütün yemekler hayırseverler tarafından karşılanmaktadır. İsteyenler, evlerinde de yemek hazırlayıp getirebilmektedir. Birlik ve beraberlik içinde paylaşım ve ortaklaşa faaliyet sağlanmaktadır. Üçüncü gün ise, toplu sünnet törenleri yapılıp, şenlik düzenlenmektedir. Kutlamalar boyunca, türbe ziyareti yapılmaktadır.


    Diş Hediği Geleneği:

    Çorum’da yapılan diş hediği kutlamaları çeşitlilik göstermektedir; geleneksel niteliğiyle birlikte mevlit okutanlar olduğu gibi, eğlence biçiminde kutlayanlar da vardır. Diş hediği için kullanılan asıl malzeme buğdaydır. Buğdaya, nohut ve kuru fasulye de ilave edilir. Bazı yerlerde, pirinç ilave edildiği de görülür. Pirincin tercih edilmesinin nedeni, bebeğin dişlerinin pirinç gibi tane tane olacağı inancıdır. Yapılan diş hediği akrabalar, komşular, eş dost çağırılarak kutlamalar eşliğinde yenilir. Yapılan hedik artarsa komşulara dağıtılır.

    nest...

    oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır