başyücelik nedir / Türk tipi başkanlık mı Başyücelik Devleti mi?

Başyücelik Nedir

başyücelik nedir

BAŞ YÜCELİK NEDİR?

Hele bir okuyun bakalım.
Yaşadığımız şu on yıl süreci içersinde, Cumhuriyet rejiminin örselenmesi, kamufle edilerek ötelenmek istenmesi…
 Hatta ve hatta uygulanan bu başkanlık sistemiyle; işlevliği çoğunluğa bağlı olarak parlamento’nun, dolayısıyla da atanan bakanların önergeleri/tartışmaları dikkate almamaları…
 Sanki muhalefet milletvekillerinin de bir esamisi olmayıp yok gibi bakılması,  oldukça dikkat çekici olmuştur.
Yani açıkçası, Cumhuriyet rejiminin yokmuş gibi bakılması ve umursanmaması da oldukça ilginçtir! 
Yapmış olduğum araştırma neticesi de aşağıda belirtmeye çalıştığım, “yeni bir sistem mi” sorusunu istemesek de gündeme getirmiştir.
Yani, sanki bu rejim askıya alınmış, yerinede resmen söylenemeyen ama seçmene tedirginlik vermemek adına da, “Türk tipi başkanlık sistemi” gibi gösterilip de adı hepimizce belli olan ve uygulanan bir “ Başyücelik” sistemi getirilmiştir ki…
Sokaktaki vatandaşın da iddiası budur!

  Öyle veya böyle, sonuçta oldukça ilgi çekicidir!
Bununla birlikte, bu konuda dilimiz sürtmüş oluyorsa da lütfen af ola.
Çünkü biz de elçiyiz!
              ***
O nedenle…
“Baş yücelik” kimdir, nedir diye yazmadan ve de konuya geçmeden önce, bir yazarın kitabından biraz bilgi alıntıları yapalım dedik.
Ama bu konuyu esas anlamında çözüp anlamak için de Necip Fazıl Kısakürek’in “ İdeolocya örgüsü” adlı kitabını okumakta da yarar görüyorum.
Çünkü o zaman ne denecek, nasıl görünecek veya neye benzeyecek az da olsa bilgi sahibi olunacaktır?
Şimdiki zamanla bir benzerlik taşıyor mu, taşımıyor mu işte o zaman bunu tartışmaya veya irdelemeye de gerek duyulacaktır.
Ve birazcık benziyor gibi görünse de…
Aslında birazı ve de gibisi de fazla ama “ Türk tipi başkanlık sisteminden” de başka da şimdilik bir adı yok.
Vee bu başkanlık sisteminin de dünyada başka bir eşi veya benzeri olmayan ama kitaplarda adı başka türlü geçen bir sistemdir!
Yani totaliter bir bakış desem de yalan olmaz hani!
Neyse; bilgi akışı bakımından bir başka yazarın kaleme aldığı bu sistemi biraz olsun ele almakta da yarar görüyorum.
Çünkü bilgi bilgidir!
İster alırsın, ister atarsın ama bilgi her zaman geçerliliğini korur.
Tercih siz değerli okurlarımızın!
Bakın bir başka yazar bu konuda neler diyor?
    ***
Bunun, İslâmcılar tarafından ideal yönetim tarzı olarak sınırları Hz. Peygamber ve dört Halife dönemi acaba neye benziyordu diye düşünülebilir!
Sanki adaletin, hukukun, fırsat eşitliğinin, insan haklarının ve kendine özgü bir demokrasinin egemen olduğu cennet vari bir yönetimi vardır!
Bunda da, her kulda olabileceği gibi hata vardır ama asla hatalı olan da yoktur!
Aynı şimdiki durum gibi!
                  ***
Arif Tekin’in Kur’an’ın tarihçesi ve yazım serüveni özellikle de, Halife Osman’la ilgili bölümler!
 Baş yücelik devleti neye benzer sorusunun cevabına gelince…
 İslâm’ın Devr-i Saadet döneminin asri benzeridir diyebiliriz!
Yani, modern ve çağdaş hali!
         ***
Necip Fazıl Kısakürek’in “İdeolocya örgüsü” adlı kitabında, bir ütopya olarak tasvir olunan Baş yücelik Devletini kurma davası!
Evet…
Anayasası; “ İdeolocya örgüsü” olan bir dava, bir proje!
“Baş Yüce”, kaba ve umumi manasıyla her hangi bir devlet reisi değil, derin ve grift, içtimai bir remzdir!
Nereye çeksen gidecek bu belagat; Allah’ın temsilcisi ve simgesi mi “Baş yücelik”?
  “Baş yüce” milletini tek şahıs içinde yek ünleştiren baş örnek mi!
Onun içindir ki salâhiyeti, hak ve hakikate karşı yekuna eş, kendi öz nefsine karşı da yekunun en ufak parçasından daha küçük…
“ Baş yüce’nin, kendi öz lisanından başka her edası ve işi “ ben milletimin görünürde en bilgili ve en akıllı ferdiyim” diye ilân etmesi mi?
“Baş yüce” yüceler kurultayının her şubede lif/lif örülmüş kanunlar manzumesine aykırı emir veremez ve vermez, fakat her emri kanunu tamamlayıcı ve belirtici ayrı bir kanundur!
Kanunun bir şey söylemediği yerde “ baş yüce emri katidir” gibi.
Sonuca varmak istersek, Necip Fazıl Kısakürek’in “ ideolocya örgüsü” kitabına bakarak bu bilgileri bulmakta da yarar var.
Çünkü örnek türü çok, diyor!
                ***
Şimdi bu kitabı, bu sistemi okuyan bazı kişiler de soruyor; acaba bu yönetim şekli bu günkü yönetime benziyor mu, diye?
Çünkü kim ne derse desin, emir ve yasalar tek yerden çıkıyor artı hayat buluyor!
Tek elden hükümler ve kararlar verilip, formalite de meclis çoğunluğuyla tamamlanıp yaşama geçiyor!
Yani formalite tamamlanmış oluyor.
Umarım yürekli bir bilge bunun açılımını yapar/tamamlar ve kamuoyu ile de paylaşır.
Ama nerdeeen?
Her kes adeta sus pus olmuş gibi!
Adeta; “bana dokunmayan bin yıl yaşasın” gibi bir gözle bakılıyor desem yalan olmaz hani!
            ***
Aslında bunda da Anayasa ve yasalar var ama Baş yücenin emri her şeyin üzerindedir.
Çünkü:
+ Baş yücenin bir emri ile hükümet değişir!
+ Keza cihazı onun adına işler ve adalet onun adına dağıtılır.
+ Bütün hükümet manzumesi, en büyük müesseseden en küçüğüne kadar onun adına iş görür!
(Ama hırsızlık, yolsuzluk, yandaş kayırma, görevi ehline verme, adalet, tarafsızlık, eşitlik, fırsat eşitliği ve benzeri konularda hiçbir emir yok!
Bu da Baş yüce ile ilgili “ ideolocya örgüsünün” 191,192 ve 193 sayfalarında yer alıyor ve baş yüce olarak somut birini tarif ediyor.
Ne demokrasinin temeli olan kuvvetler ayrılığı var, ne parlamento, ne de millet!
Sadece baş yüce var.
Böyle bir yetki de, ne dört halife de, ne de Osmanlı padişahlarında vardı, deniliyor!
              ***
Bu sistemi detayıyla veya benzeriyle karşılaştırıp bir yol bulabiliriz iddiası da oldukça fazla.
 Merak işte!
Ama halkın dilinde de şimdi dolaşan bu.
Bakalım bir ses çıkacak mı?
Bize düşen de elçilik görevi!
Dinleyelim ve kulak verelim bakalım.
        ***
Gülen yüzleriniz solmasın inşallah.
Sevgi/saygı bizden değerli okurlarımız.

Üstad Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü eserinde “Devlet ve İdare Mefkûremiz” bölümünde sunduğu Sistemi seçkin ve çilekeş insan kadrosunu ön plâna çıkarır ve ehliyete ehemmiyet verir.

Bu modelde Yüceler Kurultayı, Başyüce ve Başyücelik hükümeti vardır. Başyüce, Yüceler Kurultayı içinden seçilir ve karşılıklı birbirlerini denetlerler ve ancak ağır şartlar içinde birbirlerini feshedebilirler. Bir fikir manzumesine inanan ve seçkin insanlar topluluğu olacağı için çatışma ihtimalleri azdır. Üstad’ın ifadesiyle, “Yüceler Kurultayı vicdan, Başyüce irade”dir.

Başyücelik hükümeti ise meclis dışından seçilir ve doğrudan Başyüce’ye bağlıdır. Başyüce, yürütme ve yargının başıdır. Bu da devlete hızlılık ve ahenk kazandırır. Yasama organı olan Yüceler Kurultayı 101 üyeden oluşur ve altında namzedler kadrosu vardır.

Yüceler Kurultayı üyeleri en başta Müessisler Meclisi tarafından oluşur. Yüceler Kurultayı; seçkin, ehliyetli, dürüst ve çalışkanlığıyla nüfuz etmiş millet ileri gelenlerinden oluşur. Yüceler Kurultayı bu vasıftaki fertlere namzetlik unvanı vererek meclisin boşalan üyelerini yeniler. Meclisin duvarında “Hakimiyet Hakk’ındır” düsturu yazar ve Allah korkusu içindeki fertler devleti yönetir. Kokuşma ve pörsüme alâmetleri gösterenler ise Kurultay tarafından namzetlikten ve meclis üyeliğinden çıkarılır. Ehliyet ve basirete göre hiyerarşi oluşturulur ve buna göre mekanizmalar kurulur.

Başyücelik modelini diğer tüm rejimlerden ayıran en önemli fark, seçimle gelmeyen, herhangi bir çıkar grubuyla veya sınıfla bütünleşik ya da iltisaklı olmayan üyelerden teşkil edilecek Yüceler Kurultayı’dır. Seçimle gelmediği için popülizm ve oy avcılığı peşinde koşmayacak, yasama ve denetleme vazifeleri dolayısıyla pasif değil bilakis her an etkin olacak, kendi mensuplarını kendi seçecek bir meclistir bu. Gerektiğinde Başyüce’yi görevinden azledebilecek, yapacağı kanunlarla bütün ülkeye yön verecek merkezî organ. Oligarşiye kayma tehlikesini önlemek için de üyelik kriteri olarak her şeyden önce iyi bir Müslüman olmak, yani faziletli ve Allah korkusu taşıyan bir insan olmak şartı getirilmiştir. Bir menfaatçinin içine giremeyeceği, girse bile barınamayacağı bir topluluk. Hülasa bütün Başyücelik sisteminin nihai dayanağı Yüceler Kurultayı’dır.

Başyücelik sisteminde Halk Şurası vardır ve burada seçimler söz konusu olur. Toplum katmanlarındaki tüm işlerin aksayan tarafları Halk Şuralarında yani Halk Divanlarında masaya yatırılır ve denetlemeden çıkan sonuç yaptırım gücüne kavuşur. Zira milletin en altındaki ferdi, milletin en tepesindeki ferdin bir öğünde kaç tabak yemek yediğini dahi sormak hakkına sahiptir. İslâm hukukuna sımsıkı bağlı olan Başyücelik rejiminde “la yüs’el” yani yaptığından sual olunmaz kimse yoktur, bu kişi isterse Başyüce olsun. Halk şurası, sistemin bütün toplum kesimleriyle daimi ve canlı bir irtibatı olacaktır.

Çağımızda İslâmî düşünceyi sistem çapında temellendiren Mütefekkir Necip Fazıl, en ileri toplum olan Allah Resûlü ve sahabîlerin devrine en yakın bir devlet modeli olma gayesiyle Başyücelik Modelini çizmiştir.

İBDA’nın temel ölçülerini bilmek, Başyücelik Devlet Modeli ve onun ardındaki düşünceyi tanımak açısından önemlidir. Burada kısaca bu beş ölçünün isimlerini sayalım: Sır idraki, dışa bakış, muradı kestirebilmek, şehidlik şuuru, işi ehline vermek.

Kuvvetler Ayrılığı

Başyücelik’te kuvvetler ayrılığı prensibi benimsenmiştir. Kök ideolocya etrafında kurulan bir sistem olduğu için kuvvetlerin birbirine şüphe ile bakması söz konusu değildir. Ancak insanoğlu çiğ süt emmiştir. Bu sistem de sağlam kazığa bağlanmış, madde ve ruh birlikte ele alınmıştır. Başyüce ile Yüceler Kurultayı arasında bu modelde kurulan denge, kuvvetler ayrılığı veya birliği meselesini çözer niteliktedir. Öbür kurumlar da Başyüce’ye bağlıdır zaten. Bu rejimde nefsani çekişmelere yer yoktur ve bu çekişmeleri önleyecek olan da Yüceler Kurultayı’dır. Her biri mevzu sahibi, samimi Müslüman 100 kişinin yanlış üzerinde birleşemeyeceği faraziyesinden yola çıkılan Yüceler Kurultayı düşüncesi, nefsani çekişmeleri daha baştan engellemektedir. Başyüce ile Kurultay arasında çok zayıf da olsa çatışma ortaya çıktığında, meclis 4’te 3 oy oranıyla Başyüce’yi azledebilirken, Başyüce de meclisin yüzde 40’ını yanına alarak referanduma gidebilir ve eğer halktan destek görürse Yüceler Kurultayı’ndaki diğer yüzde 60’ın üyeliğini düşürebilir. Destek veren yüzde 40 ise yerinde kalır. Meclis hiçbir zaman tamamen tasfiye edilemez. Kalan yüzde 40 üye, eksik üyeleri tamamlar ve meclis gene aynı sayıya ulaşır.

Bürokrasi Meselesi

Vurdumduymazlık, nemelazımcılık toplumları ve devletleri tehdit eden bir tehlikedir. Hele hele maaş garantisi ile devlete sırtını verenlerin, devleti hepten hantallaştırdıkları ve çağımızda “bürokratik oligarşi”den sıkça şikâyet edildiği malumdur.

İslâm Devleti’ni ilk teşkilâtlandıran Hz. Ömer’in idareciler üzerinde ne kadar ehemmiyetle durduğu, bugün de son tahlilde şikâyetçi olduğumuz insan unsurunun ehemmiyetini gösterir. Öyle ki, bir sistem iyi olsa bile vurdumduymaz kadrolar elinde zulme dönüşebilir.

Ehliyet ve şeffaflığa önem veren Başyücelik rejimi, Allah ve Resûlü korkusu altında, devleti ve milleti emanet gören bir anlayışla sistemini kurmayı en başa almıştır. “Yüce” kelimesi boşuna seçilmemiştir, işin düğümü buradadır.

Kötülüklerin hızlı yayılmasına karşı, suyun başı tutulduktan sonra, iyiliklerin de hızlı yayılacağını, şimdiki gibi mal-makam ve koltuğa özenilmek yerine, iyi, doğru, güzel gibi meziyetlerin baştacı edileceğini, uzak ihtimal ve kuru bir temenni olarak değil de, yakinen hissederek söylüyorum. Allah ne gösterir bilmem, bilemem, ancak biz bunu diler ve duayı icrada ararsak Allah’ın vereceğine de inanmalıyız...

Asıl cari sistemin oligarşik olduğunu ve demokrasinin sadece resmî uygulamalarda ve kanunlarda ortaya çıkan bir dış görünüş olduğunu ortaya koyan Robert Michels (1876-1936) “Oligarşinin Tunç Kanunu” adlı teorisini geliştirmiştir. Örgütlenme olan yerde bürokrasinin tabiî olarak zuhur edeceğini ve bununla başa çıkmanın zor olduğunu iddia eder. (Eryılmaz, 2013; 267)

Bürokrasi ile en başta hizmeti sevdirmek olmak üzere, maddi-manevi yöntemlerle mücadele edilebilir, Başyücelik sisteminin varlık sebebi manevi değerler olduğu ve devletin de bu hiyerarşiye göre kurulduğu düşünülünce bürokrasi başından engellenmiş olur. Gerisi ise maddi tedbirlere bakar. Yine de bürokrasi tüm devlet için önemli sorundur. Zira tepedekiler de rehavete düşebilir. Din büyüklerinin uyarıcı rolleri devreye girer.

Başyücelik ve Başkanlık Sistemi

Başyücelik modeli kendine özgü bir sistem olduğu için herhangi bir şablona oturtulamaz. Büyük Doğu-İbda dünya görüşüne odaklanıp, teklif ettiği modeli hem teoride hem de pratikte iyice anlamalıyız. Zira, bu model mevcut sistemlerin iyi taraflarından istifade etmiş, kötü taraflarını dışarıda bırakmış, bütün İslâmî devlet tecrübelerini süzmüş ve ondan sonra ortaya konmuş yeni bir sentezdir.

Yine bir karşılaştırma yapmak gerekirse, benim kanaatimce Başyücelik sistemi, Yüceler Kurultayı ile Parlamenter sisteme benzer iken yürütmeye ehemmiyet vermesi ve Başyüce’nin tek başı temsil etmesi bakımından Başkanlık sistemine daha yakındır. Her şeyden önce öbür sistemlerde manevi yön eksiktir ve bunun devlet ve topluma katacağı hız çok farklıdır. Orijinal bir sistem olan Başyücelik’in başka sistemlere benzetilmesi de doğru değildir. Şunu da ifade edeyim, mevcut sistemlerin devamlı buhran ürettiğini, bir modelden başka modele, bir şekilden başka şekle geçtiğini hatırlatalım. Dünyada hakim olan artık kaos olmuştur. Kaosu üreten sistemler olup, Başyücelik sisteminin kök ideolocya ile toplum ahengini sağlayacağı söylemi abartı olmaz. Mevcutlar üzerinden düşünmeye alıştığımız için bir an önce bu alışkanlıkları bırakıp Başyücelik üzerinde yoğunlaşmamız ve onun toplumun ve çağın sorunlarını ne kadar temelinden tesbit edip çözümler ürettiğini incelememiz gerekiyor.

Başyücelik’te İktisad, Paylaşım ve Gelir Dağılımı

Çağımızın en büyük sorunlarından biri de gelir dağılımındaki adaletsizliktir. Müslüman ülke olmamıza rağmen bizde de gelir dağılımında önemli adaletsizlik vardır. Bunun sebebi, İslâmî bir rejim olmaması ve İslâm’ın kardeşlik ve paylaşım olgusuna karşı modernizmin bencillik ve köşeyi dönme anlayışının daha yaygın olması ve sistemin de buna dönük olmasıdır. Başta on yedi yıldır muhafazakâr hükümet olsa bile sistemin çarkları maalesef böyle işlemektedir.

Başyücelik sisteminde zenginlik, popülerlik, nüfuz gibi şeyler baştacı edilmeyeceği için rant ve çıkar sınıfının doğmasına da müsaade edilmez. Toprak rantına engel olucu tedbirler alınır; mesela 1850’lere kadar zirai alanlar devletin malıydı ve alım satıma konu teşkil edemezdi. Hatta çoğu yerleşim yeri de aynı pozisyondaydı. Şehirlerde oturan insanlar devlete 19. Asrın ortasına kadar evlerinin arsaları için mukataa/ecrimisil öderlerdi ve bu arsaları satamazlardı. Osmanlı’dan ve diğer İslam devletlerinden toprağa dayalı oligarşik oluşumların çıkmayışını burada aramak lazımdır. Yani zirai toprak üzerindeki özel mülkiyet kutsal olmadığı gibi Hz. Ömer’in içtihadına da uygun değildir, gerekirse makul bir bedel ödenip kaldırılabilir.

Ferd hürriyeti ve ticaret serbestisi vardır. Ancak sermaye urlaşmaya başladığı an hemen müdahale edilir. Ticaret helaldir ve teşvik edilir, ancak tekelleşmesine ve kapitalist bir sınıfın doğmasına müsaade edilmez. Ticaret ve büyüme için sermaye gereklidir ve teşebbüs sahipleri şarttır. Marksizm gibi herkese tek tip elbise giydirmek ne insanın fıtratına uyar ne de toplumun yapısına. Başyücelik’te karşı olunan husus gelirin belli ellerde temerküz etmesi ve kazancın topluma yayılmamasıdır. Bu hususta maddi ve manevi tedbirlerin alınması modelin temel ilkesidir. İslâm’ın emirleri icabı faiz yasak ve zekat şart olup, İdeolocya Örgüsü’ndeki dokuz temel prensipten biri de “Sermaye ve Mülkiyette Tedbircilik”tir. Mesela, vakıf kuruluşları sermaye çevrelerinin haddini aşan gelirleri için önemli bir alternatiftir. Vakfeden için manevi bir tatmin olurken toplum için yardımlaşma ve dayanışmaya vesile olur. Tarihteki örnekleri gibi vakıflar canlandırılacak ve hayatın içine sokulacaktır.

İslâm toplumunda fakir ve zengin olacaktır. Zira çalışan-çalışmayan, girişken olan-olmayan farkı bunu icap ettirir. Ancak fakir ile zengin arasında derin ayrılıklar olmayacaktır. Kapitalist toplumlarda gelir dağılımı piramit şeklinde olurken, İslâm toplumlarında yumurta şeklinde olup üst tabaka ile alt tabaka arasında uçurum söz konusu olmaz. (Genç, 2018) Başyücelik Devleti gelir adaletini sosyal, siyasî ve ruhî tedbirlerle sağlamak vazifesindedir. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” şeklindeki Peygamber buyruğu bunu gerektirir.

Mutlak Fikre bağlı olmayan rejimlerin kula kulluk ettiklerini söylemiştik. Bir misal verirsek: Liberal devlet anlayışında mülkiyetin mutlak hak olması neticesi böyle bir durum doğmaktadır. Prof. Dr. Ayferi Göze’nin tesbitiyle verelim: “Bireysel mülkiyetin zamanla kapitalist mülkiyete dönüşmesi sonucunda, mülkiyet, BİR İNSANI DİĞERİNE TÂBİ KILAN bir araç durumuna gelmiştir. Modern çağın gelişen kapitalist ekonomi düzeni içinde tekeller ekonominin çeşitli alanlarında hükümranlıklarını kurmuşlar ve tüm ekonomik hayata hükümdar olmuşlardır.” (Göze, 2017; 425)

Liberal devlette sosyal-ekonomik demokrasi gerçekleşmiyor. Eşitlik ilkesi ise kapitalist zümrenin lehine işliyor. Yasal eşitlik ilkesi ise şans, fırsat ve imkân eşitliği meydana getirmiyor ve “sosyal devlet” anlayışına dönülüyor. Bunun aslı ise Başyücelik’te.

Sonuç ve Değerlendirme

Üstad’ın, “aydınlar aristokrasisi” ismini verdiği üstün ve çilekeşlerden oluşan aydınlar topluluğu rejiminin dayandığı sınıflar üstü bir sınıftır. Kur’ân ve Sünnet’e bağlı ve içinde yaşadığı toplumu bilen fikir ve aksiyon adamlarından oluşur. Bu durum, Başyücelik rejiminin “hukuk devleti” vasfını ve diktatörlüğe kapalı olduğunu da gösterir.

Modernizmin bilhassa muhafazakâr nesilde açtığı değer kaybı, iktidarın bunu seyretmesi ve bu gidişattan duyulan memnuniyetsizlik gibi hususlar büyük değişimi şart kılmaktadır. Karşı tarafın ve şımaran Kemalistlerin ne istediğinden ziyade inkılâp çapında bir değişimden yana olanların istediğini bilmesi önemlidir. Bu şartlar altında ise Başyücelik modelinin kurtarıcı reçete hüviyeti daha bariz olmaktadır. Dünyada kan dökmeden büyük değişimlerin olduğu da vaki değildir. Devrim, bedel ister. Yeni devirde ise bugünden farklı düşünüleceğini ve nice olmaz denen şeylerin tabiî karşılanacağını ifade edelim. Toplumun seviyesine göre tedricîlik ilkesi gözetilirken aynı zamanda kartopu misali hayırda ilerleneceğini ifade edelim. Kötülüklerin aleniyetinin engellenmesi ve içimizdeki mikropların tecridi bunu sağlamaya yeterlidir.

İktidar koltukları kaymak yeme yeri değildir. O makamlara emaneti taşıma şuurundaki insanlar oturduktan sonra içeriden ve dışarıdan gelen belalar imha edileceği gibi dünyadaki 1,5 milyar Müslüman ile kenetlenme yolları da canlanmış olacaktır. Ondan sonra kartopu misali bir güç ile dünya dengesinin değişmesi kolay ve hızlı olur. İdrak etmemiz gereken mesele şudur: İslâm inkılabında kaldıracın dayanak noktası Türkiye’dir ve Başyücelik modeli dengeyi lehimize çevirecek yegane ağırlık merkezidir. Başka da şansımız yoktur.

Kazım Albay

kaynağı değiştir]

Necip Fazıl, Büyük Doğu'yu dokuz esasa dayandırır.[9]

1. Ruhçuluk: Büyük Doğu'nun, materyalizm ve rasyonalizme karşı, İslam tasavvufuna dayanan mistik ve idealist karakteridir.

2. Keyfiyetçilik: Büyük Doğu ruhçuluğunun tümevarımsal yönü olarak özcülüğe vurgu yapar.

3. Şahsiyetçilik: Hakikati toplumun değil, bireylerin temsil edebileceği görüşüdür.

4. Ahlakçılık: Büyük Doğu'nun İslam ahlakını idealize ettiğini ve ona bağlılığını ifade eder.

5. Milliyetçilik: Büyük Doğu ideolojisinin ırkçılık ve kozmopolitanizme karşı, milletlerde inanç, değer, düşünce ve duyarlığı öne çıkarma prensibidir.

6. Sermaye ve mülkiyette tedbircilik: Mülkiyet hakkını korumakla birlikte sermaye ve refahın devlet eliyle topluma yayılarak düzenlenmesini savunur.

7. Cemiyetçilik: Bireylerine dayanışma, aidiyet ve sorumluluk duygusunu veren bir toplum kurmayı önemser.

8. Nizamcılık: Sistemli düşüncenin ve eylem disiplininin önemini vurgular.

9. Müdahalecilik: İnsan iradesinin toplumdaki başıboşluğa karşı yapıcı, zorbalığa karşı yıkıcı hamlelerini destekleme prensibidir.

Kaynakça[değiştir

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır