Bu yazıda kendini çok titiz bir yazar olarak göstermeye çalışan (1) İslamoğlu’nun 3 satırlık alıntısında 6 tane hata yaptığını göreceğiz.. Alıntı yaptığımız kitap (Yahudileşme Temayülü) 1995 yılında yazılmış ve defalarca baskısı yapılmış olduğunu hatırda tutarsak bu hataların halen böyle iddialı bir kitapta düzeltilmemiş olmasının mazur görülecek tarafı olmadığı hükmünü verebiliriz..Kitapta Ehl-i sünnet de dahil ümmet-i Muhammedi Yahudileşme Temayüllü gösteren ve 4 mezhep imamımız başta Selef alimlerine zımni/dolaylı olarak aynı kulpu takmış olan bir kişinin önce kendi hata yapma temayüllerine çare üretmesi gerekirdi..Malum, kelin ilacı meselesi..
*
İslamoğlu: …Ayette geçen şahsın gerçek kimliği hakkında farklı rivayetler var. Belam b. Baura (Eber), Ümeyyeb. Eb’s-Salt es-Sekafi, Ebu Amir b. Sayfi bu isimlerin başında geliyor. Bizce, Bel’am, ayette anlatılan kıssanın gerçek sahibi ve “mâzi”deki sebeb-i nüzulü, Ümeyye b. Ebi’s-Salt, “hâl”deki sebeb-i nüzulü, Ebu Amir ise “istikbal”deki sebeb-i nüzulüdür. Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Mücahid, İkrime, ayette anlatılan şahsın Bel’am olduğunda müttefiktirler.(1) Mücahid, Abdullah b. Amr, Kelbi, Ümeyye b. Ebi’s-Salt’tır diyorlar.(2) Said b. Müseyyeb ise Ebu Amir’de karar kılıyor.(3)
(1). Taberi, Camiu’l-Beyan, 6/118-119. Kurtubi, 7/319-320.
(2). Taberi, 6/119-121.
(3). Kurtubi, Camiu’l-Ahkam, 7/320. (2)
*****
Taberi’nin tefsirinden (Camiu’l-Beyan) alıntı yapılan yapılan kısmın tamamı:
Araf 175-176: Ey Muhammed, onlara şu adamın halini anlat: “Biz ona ayetlerimizi vermiştik. O, onlardan sıyrılıp çıktı. Şeytan onu peşine taktı. Nihayet azgınlardan oldu.
“Eğer dileseydik onu ayetlerimizle yüceltirdik. Fakat o, ebedî kalacakmış gibi dünyaya sarıldı. Ve arzularına uydu. Onun hali şu köpeğin durumuna benzer ki, üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. Ayetlerimizi yalanlayan kavmin sıfatı işte budur. Ey Muhammed, bu kıssayı anlat. Gerekir ki düşünürler.
Ey Muhammed, sen, ümmetine, kendisine deliller verdiğimiz o kişinin hikâyesini anlat. O kişi, kendisine verdiğimiz ayetlerden uzaklaştı. Şeytan onu aldattı. Allah’ın emrine karşı geldiği için helak oldu. Eğer biz dileseydik, ona verdiğimiz alâmetler vasıtasıyla onun şanını yüceltirdik. Fakat o, dünyanın lezzetlerini ve şehvani arzularını ahirete tercih etti. Kendi nefsine uydu. Ve rabbine itaati terk etti. Bu gibi insanlar âdeta köpeğe benzerler. Onu kovsan da dilini sarkıtıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. Çünkü onun huyu böyledir.
Aslında sık, sık, soluma, bir gayretli çalışmanın veya bir sıkıntının sonucudur. Fakat köpekte durum böyle değildir. Sıkıntı sebebiyle de böyle solur.
Normal zamanlarda da böyle solur. Yani bu tür insanlar, yöneticilere yaranmaya çalışırken, bunu bir ihtiyaç sebebiyle değil huyları böyle olduğu için yaparlar. Şüphesiz ki ilim sahibi bir kişinin, ilmini kullanarak dünya malını veya mevkiini elde etmeye çalışması, aynen dilini sarkıtarak soluyan köpeğe benzer. Müfessirler, bu ayette, Resulullah’a kıssası anlatılan kişinin kim olduğu hususunda çeşitli görüşler zikredilmiştir.
a– Abdullah b. Mes’ud’a göre bu kişi, İsrailoğullarından Bel’am b. Ebur isimli bir kimsedir.
b– Abdullah b. Abbas, Mücahid ve İkrime’ye göre bu kişi, İsrailoğullarından, Bel’am b. Bâûra isimli bir kişidir.
c– Ali b. Ebi Talha’nın Abdullah b. Abbas’tan rivayetine göre bu kişi, “Zorbalar” diye vasıflandırılan Ken’anîler’den Bel’am isimli biridir.
d- Abdullah b. Abbas’tan nakledilen başka bir görüşe göre bu kişi Yemen halkından, Bel’am isimli biridir.
e- Abdullah b. Amr ve Kelbi’ye göre ise bu kişi Ümeyye b. Ebi es-Salt isimli kişidir.
Bel’am’ın kıssası, Seyyar tarafından şöyle anlatılmıştır: Bel’am, kendisine peygamberlik verilmiş olan ve duası kabul edilen bir kişiydi. Hz. Musa İsrailoğullarıyla birlikte Belam’ın yaşadığı topraklara veya Şam’a gitmek isteyince insanlar, Hz. Musa’nın gelmesinden dolayı büyük bir korkuya kapılmışlar ve Bel’ama giderek: “Sen bu kişinin ve ordusunun aleyhinde Allah’a dua et.” demişler Bel’am da: “Ben, rabbimle istişare edeyim ondan sonra.” demiştir. Bel’am İsrailoğulları aleyhine dua etmesi hususunda istişare edince ona “Onların aleyhine dua etme. Onlar benim kullarımdır. İçlerinde de kendilerinden peygamberleri bulunmaktadır.” denilmiştir. Bel’am da kavmine İsrailoğullarına beddua etmesinin kendisine yasaklandığını bildirmiştir. Bel’amın adamları Bel’ama bir hediye vermişler o da kabul etmiştir. Sonra tekrar Bel’ama gelip İsrailoğulları aleyhine dua etmesini istemişler yine Bel’am: “Ben, rabbimle istişare edeyim ve ona göre davranayım.” demiştir. Tekrar istişare etmiş bu defa kendisine herhangi bir şey emredilmemiştir. Bunun üzerine Bel’am: “Ben istişare ettim ama bana bir şey emredilmedi.” demiştir. Bu defa kavmi: “Şayet rabbin, onların aleyhine dua etmeni istememiş olsaydı ilk istişarende yasakladığı gibi bu istişarende de yasaklardı.” demişlerdir. Bunun üzerine Bel’am İsrailoğullarının aleyhine dua etmeye başlamış fakat onların aleyhine her dua ettikçe dili tersini söyleyerek kendi kavmi aleyhine dua etmiş, kavminin muzaffer olması için dua ettiğinde de, Musa (a.s.) ve ordusunun galip gelmesi için dua etmiştir. Bunun üzerine Belam’ın adamları: “Görüyoruz ki sen bizim aleyhimize dua ediyorsun” demişler. Bel’am da: “Dilim buna dönüyor. Musa’nın aleyhine dua etsem de duam kabul edilmiyor. Fakat ben size, onların helak olacakları ümidini veren bir hususu öğreteyim. O da şudur, Allah, zinaya buğuz eder. Eğer onlar zinaya düşecek olurlarsa umarım ki Allah onları helak eder. Kadınlarınızı gönderin onları karşılasınlar. Onlar, sefer halindeki insanlardır.
Umulur ki zinaya düşer helak olurlar.” dedi. Bel’am’ın adamları, onun söylediklerini yaptılar. Kadınları gönderip onlan karşıladılar. İsrailoğulları zinaya düştüler. Bunun üzerine Allah onlara taun hastalığını musallat etti. Onlardan yetmiş bin kişi öldü. Bel’am, eşeğine binerek onlara doğru gitmek istedi. Eşek gitmiyordu. Bel’am onu ağır şekilde dövünce eşek: “Önümde olanı görmüyor musun? Niçin beni dövüyorsun?” dedi. Eşeğin önünde şeytan bulunuyordu. Bel’am eşeğinden inip ona secde etti. Bu sebeple Allah Teâlâ onun hakkında “Şeytan onu peşine taktı.” buyurdu.
Salim b. Ebinnadr ise, Bel’amın kıssası hakkında şunları anlatmıştır. “Musa, Şam’mdaki Ken’an oğulları topraklarına ulaşınca Belam’ın kavmi ona gitmiş demişlerdir ki: “Ey Bel’am, İmran oğlu Musa, İsrailoğullarıyla birlikte buraya geldi. Bizi, memleketimizden çıkarıp öldürecek, buraya İsrailoğullarını yerleştirecek. Biz senin kavminiz. Bizim gideceğimiz başka yerimiz yok. Sen, duası makbul bir zatsın. Git de onların aleyhine dua et.” Bel’am da dedi ki: “Vay halinize o, Allah’ın peygamberidir. Onunla birlikte melekler ve müminler bulunmaktadır. Ben onlara nasıl beddua edebilirim. Ben Allah’ın ne yapacağını biliyorum.” Bel’amın kavmi: “Bizim gideceğimiz hiçbir yerimiz yok” dediler. Bel’am’ı övmeye ve ona yalvarmaya devam ettiler. Nihayet onu baştan çıkardılar. Bel’am İsrailoğullarının ordusunu takip etmek üzere eşeğine binip Cebel-i Hassan’a doğru gitti fazla ilerlemeden eşeği çöktü. Bel’am inip onu dövdü. Eşek kalkıp yürüdü. Sonra yine çöktü. Bel’am onu yine dövdü. Eşek tekrar kalkıp yürüdü. Bel’am onu yine dövünce eşek konuştu ve “Vay haline Bel’am nereye gidiyorsun, meleklerin beni geri çevirdiklerini görmüyor musun? Sen, Allah’ın peygamberinin ve müminlerin aleyhine dua etmeye mi gidiyorsun?” dedi. Bel’am yolundan dönmedi ve eşeği yine dövdü. Bunun üzerine Allah onun yolunu serbest bıraktı. Bel’am yürüyüp Cebel-i Hassan’ın üzerine çıktı. Orada Musa ve İsrailoğullarının askerleri aleyhine dua etmeye başladı. Fakat yaptığı her duada dili tersine dönüyor, İsrailoğulları aleyhine dua edecekken kendi kavminin aleyhine dua ediyor, kendi kavminin lehine dua etmek isterken de İsrailoğullarının lehine dua ediyordu. Kavmi ona: “Ey Bel’am ne yaptığının farkında mısın? Onların lehine, bizim aleyhimize dua ediyorsun.” dediler. Bel’am “Bu, benim elimde olmayan ve gücümün yetmediği bir şeydir…” dedi. Dili uzayıp göğsünün üzerine kadar sarktı. Bel’am dedi ki: “Şu anda ben dünyamı da kaybettim, ahiretimi de. Benim aldatmada bulunmak ve tuzak kurmaktan başa çarem kalmadı. Size şu hileyi öğreteceğim. Kadınları süsleyin. Onlara bir kısım eşyaları verip, satmaları için İsrailoğullarının askerleri içine gönderin. Herhangi bir askerin onlardan biriyle zina etmek istemesi halinde karşı koymamalarını tembih edin. O askerlerden bir tanesinin bile bu kadınlardan birisiyle zina etmesi sizin yeterlidir. Onlardan kurtulmuş olursunuz.”
Belam’in kavmi bu tavsiyeyi tuttu. Kadınlar ordunun içine içine girince, torunlardan (on iki fırkadan) birinin lideri, Hz. Musa’nın karşı çakmasına rağmen, kadınlardan biriyle zina etti. Bunun üzerine Allah, İsrailoğullarına taun hastalığını musallat etti. Hz. Harun’un torunu Fenhas b. İzar ise Hz. Musa’nın komutanı idi. Zina eden erkekle kadının çadırına girdi. Onların ikisini de mızrağına geçirerek yukarı doğru kaldırdı ve “Ey Allah’ım, sana isyan edenleri böyle yaparız.” dedi. Bunun üzerine Allah, İsrailoğullarından taun hastalığını kaldırdı. Fakat taun hastalığından bir gün içinde onlardan yetmiş bin kişi ölmüştü. İşte bu Bel’am b. Bâûra hakkında, Allah Teâlâ, Muhammed (s.a.v.)’e buyurdu ki: “Ey Muhammed, onlara şu adamın halini anlat. Biz ona, ayetlerimizi vermiştik. O, onlardan sıyrılıp çıktı. Şeytan onu peşine taktı. Nihayet azgınlardan oldu.
Ayet-i Kerimede, kıssası zikredilen kişiye ayetlerin verildiği zikredilmektedir. Bu ayetlerden neyin kastedildiği hususunda müfessirler farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Süddi ve Abdullah b. Abbastan nakledilen bir görüş göre bu ayetlerden maksat, Allah’ın ism-i A’zamıdır. Süddi diyor ki: “İsrailoğulları kırk yıl TİH çölünde ölünüp dolaştıktan sonra Allah onlara Peygamber olarak Yûşâ b. Nun’u gönderdi. O, İsrailoğullarına, kendilerine peygamber gönderildiğini bildirdi. Allah’ın, kendisine zorbalara karşı savaşmasını emrettiğini haber verdi. İsrailoğullan onu tasdik ettiler ve ona biat ettiler. Ancak, içlerinden, Allah’ın gizli tuttuğu ism-i Âzam’ını bilen “Bel’am” isimli biri inkâra düştü. İsrail oğullarından ayrılıp zorbaların tarafına geçti ve onlara “Siz, İsrailoğullarından korkmayın. Zira siz onlara karşı savaşmaya çıktığınızda ben onların aleyhine dua ederim, onlar size bir şey yapamazlar” dedi. İşte Allah Teâlâ, ayette buna işaret etmiştir.
b- İkrime’nin Abdullah b. Abbas’tan naklettiği diğer bir görüşe göre, kıssası anlatılan bu kişi Bel’am b: Bâûra, kendisine verilen ayetler ise Semavi kitaplarından bir kitaptı.
c- Mücahid ve Seyyar’a göre ise bu kişi İsrailoğullarından “Bel’am” isimli biriydi. Ona verilen âyetler’den maksat ise Peygamberlikti.
Taberi diyor ki: “Burada zikredilen ayetlerin neler oldukları beyan edilmemiştir. Bunların, “Deliller” şeklinde izah edilmeleri isabetlidir.”
Ayet-i kerime’de, kıssası anlatılan kişi, devamlı olarak dilini sarkıtıp soluyan köpeğe benzetilmiştir. Mücahid, İbn-i Cüreyc, Abdullah b. Abbas, Katade ve Hasan-ı Basri’ye göre Allah Teâlâ bu ayet-i kerime’de, kendisine Allah’ın ayetleri verildiği halde onlarla amel etmeyen ve onlardan öğüt ve ibret almayan-kimse, dilini dışarı çıkararak, her durumda soluyan köpeğe benzetilmiştir. Solumakta olan bir köpek nasıl ki üzerine gidilse de serbest bırakılsa da solur. Kıssası zikredilen bu kimse de Allah’ın ayetleriyle uyarılsa da uyarılmasa da heva ve hevesine uymaya devam eder ve hiçbir zaman ondan vaz geçmez. Bu itibarla her durumda soluyan bir köpeğe benzetilmiştir.
Süddi’ye göre ise ayette işaret edilen Bel’am isimli kişi, fiilen köpek gibi dilini sarkıtıp solurmuş. Ayet-i kerime’de Bel’am’ın köpeğe benzetilmesi söz konusu değildir. Buradaki ifade o kişinin gerçek durumunu beyan etmektedir.
Taberi, birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, Bel’am’ın uyarılıp uyarılmaması kendisini etkilemediğinden, dilini sarkıtıp devamlı olarak soluyan üzerine gidilip gidilmemesiyle etkilenmeyen köpeğe benzetildiğini söylemenin daha isabetli olacağım bildirmiştir.
Ayet-i kerime’de “Ayetlerimizi yalanlayan kavmin misali işte budur. Ey Muhammed, bu kıssayı anlat. Gerekir ki düşünürler.” buyrulmaktadır. Bu ifadeden maksat şudur: “Ey Muhammed, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz halde onlardan sıyrılıp çıkan kimse için zikrettiğimiz bu örnek delillerimizi ve alametlerimizi yalanlayan kavimlerin örneğidir. Ey Muhammed, kendisine ayet verdiğimiz bu kişinin kıssasını ve bu surede geçen diğer ümmetlerin kıssalarını, neticede ne şekilde cezalandırıldıklarını insanlara anlat ki onların bu kıssalarını düşünsünler öğüt alsınlar, bana itaate yönelsinler ve onların uğradıkları akıbete düşmesinler. Etrafında bulunan Yahudiler de senin gerçek Peygamber olduğunu anlasınlar. Çünkü sen, okur yazarlığı olmayan bir kişi olduğun halde Yahudilerin, ancak Hahamlarının bildikleri bilgileri onlara aktarıyorsun. Bu da senin ancak gökten gelen bir vahiyle konuştuğunu gösterir. [Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/149-153]
***
Kurtubi, Camiu’l-Ahkam
Araf 175 : Sen onlara ayetlerimizi verdiğimiz halde, onlardan sıyrılıp çıkmış, derken şeytanın kendisine uydurduğu ve sonunda azgınlardan olmuş kimsenin haberini oku!
Kitap ehli Tevrat’tan öğrendikleri bir kıssayı zikretmektedir. Burada kendisine “ayetlerin verildiği” kişinin tayini hususunda farklı görüşler vardır.
İbn Mes’ud ile İbn Abbas, bu kişinin Musa (a.s) döneminde yaşamış ve İsrail oğullarından Bel’âm -Naim de denilmektedir- b. Bâurâ olduğunu söylemişlerdir. Bu kişi baktığı vakit arşı görebilecek durumdaydı. İşte yüce Allah’ın: “Sen onlara ayetlerimizi verdiğimiz halde… kimsenin haberini oku” buyruğunda kastedilen odur.
Dikkat edilecek olursa “ayetimiz” denilmemiştir. Onun meclisinde söylediklerini yazan öğrencilere ait on iki bin mürekkep hokkası bulunurdu. Daha sonra bu kâinatın bir yaratıcısı olmadığına dair ilk kitap yazan kişi noktasına kadar geldi. Malik b. Dinar der ki: Bel’âm b. Bâurâ, imana davet etmek üzere Medyen kralına gönderildi. Medyen kiralı da ona birçok bağışlarda bulundu, iktalar verdi, onun dinine tabi olup, Hz. Musa’nın dinini de terk etti. işte bu ayet-i kerimeler onun hakkında nazil olmuştu.
el-Mu’temir b. Süleyman ise babasından şöyle dediğini nakletmektedir: Bel’âm’a peygamberlik verilmişti. Bel’âm duası kabul edilir bir kimse idi.[1] Musa, zorbalarla dövüşmek üzere İsrailoğulları ile birlikte gelince, bu zorbalar Bel’âm b. Baura’dan Hz. Musa’ya beddua etmesini istediler. O da Hz. Musa’ya beddua etmek isteyince, dili kendi adamlarına bedduaya döner oldu. Bu husus kendisine söylenince, bu sefer: Duyduğunuz sözlerden başkasını söylemeye gücüm yetmiyor dedi ve dili göğsüne kadar sarktı. Bunun üzerine: Artık dünya da ahiret de elimden gitti. Geriye hile, aldatma ve tuzaklardan başka elimde bir şey kalmadı. Sizin için bazı hilekârlıklar yapacağım. Benim görüşüm odur ki, kızlarınızı onlara karşı çıkartınız. Şüphesiz Allah zinaya buğuz eder. Eğer bu işi yapacak olurlarsa onlar da helak olup giderler. Bel’âm’ın dediklerini yaptılar. İsrailoğulları zinaya başladı. Yüce Allah da üzerlerine taunu gönderdi. Onlardan yetmiş bin kişi öldü. Bu rivayeti tamamıyla es-Sa’lebî ve başkaları zikretmiş bulunmaktadır.
Yine rivayet edildiğine göre Bel’âm b. Bâurâ Hz. Musa’nın zorbaların şehrine girmemesi için dua etti. Onun duası kabul olundu ve Hz. Musa Tih’de kaldı. Bunun üzerine Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim, biz hangi günah sebebiyle Tih’de kaldık? Yüce Allah, Bel’âm’ın bedduası sebebiyle deyince, Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim, onun bana bedduasını kabul buyurduğun gibi benim de ona bedduamı kabul buyur. Sonra da Hz. Musa yüce Allah’ın ismi azam bilgisini ondan alması için dua etti. Yüce Allah da Belâm’ı içinde bulunduğu halden sıyırıp aldı.
Ebu Hamid el-Ğazzâlî de “Minhâcü’l-Arifin” adlı eserinin son bölümlerinde şöyle demektedir: Ariflerden kimisini şöyle derken dinledim: Peygamberlerden birisi, yüce Allah’a Bel’âm’ın durumu ve kendisine verilen bunca ayet ve kerametten sonra neden kovulduğunu sordu. Yüce Allah şöyle buyurdu: Bir gün dahi bana verdiklerime karşılık şükretmedi. Eğer bütün bunlardan sonra bir defa olsun şükretmiş olsaydı ona verdiklerimi almazdım.
İkrime de şöyle demektedir: Bel’am peygamber idi ve ona kitap verilmişti. Mücahid de şöyle demiştir: Bel’am’a peygamberlik verilmişti. Kavmi ona susması mukabilinde rüşvet vermişti. O da bu dediklerini yapmış ve bulundukları halde onları bırakmıştı.
el-Maverdî ise şöyle demektedir: Ancak, bu doğru olamaz. Çünkü yüce Allah, taatini terk edip masiyetine yönelmeyeceğini bildiği kimselerden başkasını peygamber olarak seçmez.
Abdullah b. Amr b. el-As ile Zeyd b. Eslem ise şöyle derler: Bu ayet-i kerime Sakifli Umeyye b. Ebi’s-Salt hakkında inmiştir. O, daha önce indirilmiş kitapları okumuş, yüce Allah’ın da o dönemlerde bir peygamber göndereceğini öğrenmiş, gönderilecek bu peygamberin kendisi olmasını temenni etmişti. Fakat yüce Allah Muhammed (sav)’ı peygamber olarak gönderince onu kıskanmış ve onu inkâr etmişti. İşte Resulullah (sav)’ın kendisi hakkında: “Şiiri ile iman etmiş, fakat kalbiyle kâfir olmuştur”[2] dediği kişi odur.
Said b. el-Müseyyeb de der ki: Bu ayet-i kerime Ebu Amir b. Sayfî hakkında nazil olmuştur. Bu kişi cahiliye döneminde rahiplerin giyindikleri kıldan elbiseler giyerdi. Ancak, Peygamber (sav)’in peygamberliğini inkâr etti. Şöyle ki; Medine’de Peygamber (sav)’ın huzuruna girip şöyle dedi; Ey Muhammed, senin bu getirdiğin şey nedir? Hz. Peygamber: “Ben, İbrahim’in dinini, hanif dinini getirdim.” O; ben de o din üzereyim deyince, Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Hayır, sen hanif dini üzere değilsin. Çünkü sen, ona o dinde olmayan şeyleri sokmuş bulunuyorsun.” Bunun üzerine Ebu Amir şöyle dedi: Bizden kim yalan söylüyorsa Allah onu kovalanmış, kovulmuş kılsın ve tek başına canını alsın. Bunun üzerine Peygamber (sav) da: “Öyle olsun. Allah, bizden kim yalan söylüyorsa dediğin şekilde onun canını alsın.” O, bu sözleri söylerken Resulullah (sav)’ın Mekke’den çıkışına işaret etmek istiyordu. Ebu Amir de Şam’a çıkıp gitti, Kayser’e uğrayıp, münafıklara da şunu yazdı: Haydi hazırlıklarınızı yapınız. Ben, Kayser’in yanından size Muhammed’i Medine’den çıkartmak üzere bir ordu ile geleceğim. Ancak, Şam’da tek başına öldü. İşte “Zarar vermek için… ve Allah’a ve Rasulüne harp açan kimseye de bekleyip gözetlemek için bir mescid edinenler…” (et-Tevbe, 9/107) âyeti onun hakkında nazil olmuştur ki, ileride et-Tevbe Sûresi’nde (belirtilen âyetin tefsiri 1. başlıkta) gelecektir.
İbn Abbas da bir rivayette şöyle demektedir: Bu ayet-i kerime yaptığı takdirde kabul olunan, üç tane duası olan bir kimse hakkında nazil olmuştur. Bu kişinin “el-Besus” adında bir hanımı vardı, bundan da bir oğlu olmuştu. Hanımı, senin kabul olunan üç duandan birisini bana ayır deyince, adam birisi senin için olsun, ne emredersin diye sorunca, hanımı şöyle demiş: Allah’a, beni, İsrailoğulları arasında en güzel kadın haline getirmesi için dua et, dedi. İsrailoğulları arasında kendisi kadar güzel bir kadın olmadığını anlayınca kocasından yüz çevirdi. O da bu sefer yüce Allah’a onu havlayan bir köpek haline dönüştürmesi için dua etti. Böylelikle o kadın hakkında iki duası gitti. Bunun üzerine kadının çocukları gelip şöyle dediler: Bizim bu işe tahammülümüz yok. Annemiz bir köpek oldu. Herkes ondan dolayı bizi ayıplamaktadır. Haydi, Allah’a önceki haline onu döndürmesi için dua et, dediler. O da dua etti, yine eski haline döndü. Böylelikle üç duası da o kadın hakkında gitmiş oldu. Ancak bilinci görüş daha meşhur ve çoğunluğun kabul ettiği görüştür. Ubade b. es-Samit der ki: Bu ayet-i kerime Kureyş hakkında inmiştir. Allah, kendilerine Muhammed (sav)’a indirmiş olduğu âyetlerini verdiği halde, onlar o ayetlerden sıyrılıp çıktılar ve onları kabul etmediler. îbn Abbas der ki: Belam, zorbaların şehrinden idi. Yemenli olduğu da söylenmiştir.
“Onlardan sıyrılıp çıkmış” yanî, yüce Allah’ı bilmekten uzaklaşmıştı. Yani, Allah ondan bilmiş olduğu ilimleri çekip almıştı. Hadis-i şerifte Peygamber (say)’ın söyle buyurduğu nakledilmektedir: “İlim iki türlüdür. Kimi ilim kalptedir. İşte fayda veren ilim odur. Kimi ilim de dil üzerindedir. İşte yüce Allah’ın Adem oğluna karşı delili de budur.”[3] İşte, Bel’am ve benzerlerinin ilmi de bu kabildendir. Böyle bir ilimden Allah’a sığınır ve bize hakka ulaşma muvaffakiyetini ve tahkik üzere ölmeyi lütfetmesini dileriz. Sıyrılıp çıkmak (el-İnsilâlı); çıkmak anlamındadır. Yılan gömlek (deri) değiştirdiği vakit bu kökten gelen fiil kullanılır. Bunun, kalbedilmiş ifadelerden olduğu da söylenmiştir. Yani, ayetler ondan sıyrılıp çıkmıştır.
“Şeytanın kendisine uydurduğu” yani, şeytanın kendisine eriştiği kimse demektir. Mesela; “Kavme yetiştim” anlamındadır.
Bu âyetin yahudiler ve hristiyanlar hakkında indiği de söylenmiştir. Onlar Muhammed (sav)’in peygamber olarak gelmesini bekleyip durdular, ama sonra onu inkâr ederek kâfir oldular. [4]
[1] Bu görüşün tutarsızlığı açıktır. Çünkü Peygamber olan bir kimsenin, daha sonra bu hale düşmesi, peygamberlikle bağdaşmaz.
[2] Peygamber (sav), kendisine Ümeyye’nin şiirlerinden bazı bölümler okunduktan sonra: “Neredeyse müslüman olacakmış” diye buyurmuştur. (Müslim, İbn Mâce. Edeb 41; Müsned, IV, 388, 389)
[3] el-Azîzî, es-Sirâcu’l-Munîr Şerhu’l-Câmi’i’s-Sağir, II, 439, mürsel olduğu kaydıyla.
[4] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmil’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 7/510-514.
***
İslamoğlu’nun hataları
1. Hata: “Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Mücahid, İkrime, ayette anlatılan şahsın Bel’am olduğunda müttefiktirler. Mücahid, Abdullah b. Amr, Kelbi, Ümeyye b. Ebi’s-Salt’tır diyorlar.”
Hata: Mücahid’i her iki görüş için zikretmesi..Oysa Mücahid’in görüşü ayetin gizli öznesinin isminin Belam olduğu’dur..Taberi bunu kimin hangi görüşte olduğunu sıraladığı listede b maddesinde vermiştir..
2. Hata: İslamoğlu: “Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Mücahid, İkrime, ayette anlatılan şahsın Bel’am olduğunda müttefiktirler.”
İslamoğlu’nun burada ismini verdiği İbni Ömer dipnottaki kaynakların hiçbirinde geçmiyor..Her iki tefsirde de ismi geçen; İbni Mes’ud olması gerekirken ismi -nasıl bir el kaymasıysa artık- ibni Ömer olarak veriyor..
3. Hata: İslamoğlu: “Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Mücahid, İkrime, ayette anlatılan şahsın Bel’am olduğunda müttefiktirler.”
İslamoğlu, fahiş bir hata yaparak Taberi’nin c maddesinde ismini verdiği Tabiin’den Ali bin Ebi Talha’yı muhtemelen Ali bin Ebu Talib olarak okuduğu için Hz. Ali olarak yazmıştır..İbni Sad’ın Tabiin arasında zikrettiği (3) ve “İbni Abbas’tan tefsir naklederdi” bilgisini verdiği Ali bin Ebi Talha’yı Ali bin Ebu Talib ile karıştırma başarısını göstermesi 1. dipnotta gösterdiğimiz İslamoğlu’nun titizliğiyle ilgili yazıyı bir daha okuma ve üzerinde ibretle düşünme ihtiyacını hasıl ediyor..
4. Hata : İslamoğlu: Mücahid, Abdullah b. Amr, Kelbi, Ümeyye b. Ebi’s-Salt’tır diyorlar.
Taberi’nin ilgili cümlesi: e- Abdullah b. Amr ve Kelbi’ye göre ise bu kişi Ümeyye b. Ebi es-Salt isimli kişidir…Mücahid bu kişiler arasına hatalı bir şekilde eklenmiştir..
5. Hata: İslamoğlu: Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Mücahid, İkrime, ayette anlatılan şahsın Bel’am olduğunda müttefiktirler.
Belam’ın kimliğine dair Kurtubi’yi de bu alıntıya ortak edebilmek için sayılan kişilerin Camiu’l-Ahkam tefsirinde de olması gerekirdi..Oysa tefsirde şu isimler geçer: Abdullah b. Amr b. el-As ile Zeyd b. Eslem ise şöyle derler: Bu ayet-i kerime Sakifli Umeyye b. Ebi’s-Salt hakkında inmiştir.
6. Hata: islamoğlu: Ayette geçen şahsın gerçek kimliği hakkında farklı rivayetler var. Belam b. Baura (Eber)…Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas,Mücahid, İkrime, ayette anlatılan şahsın Bel’am olduğunda müttefiktirler.
Görüldüğü gibi İslamoğlu’nun Belam ile kastı Belam bin Baura’dır..Oysa dipnotta gösterdiği kaynaklar’dan Taberi, tek bir Belam’dan değil 3 farklı Belam’dan bahsetmektedirler: Belam bin Baura , Kenani’lerden Belam, Yemen halkından Belam…Bu ayrım önemli olduğu için Taberi bunları ayrı ayrı maddelemiştir…Taberi’de İbni Abbas’ın her üçü hakkında reyi nakledilmiştir..İbni Ümmü Mektum’un nispetinin büyük annesine mi, annesine mi meselesini ince şekilde araştıracak kadar titiz olduğunu ifade eden İslamoğlu aynı titizliği burada da sergileyip alıntıyı yaptığı yerdeki asla sadık kalması gerekirdi..Bu durumda Tıbi gibi deriz:”innehu vehem”
***
İslamoğlu: “hatalı bilgiyi kullandığımı hatırlasaydım derste kendimi eleştirip düzeltmekten zerrece imtina etmezdim”
E buyrun o zaman..Kele ilaç bulmaktan daha kolay bir iş..Söylenilenleri okuyup hataları tashih edin.. Konuşmak kolay.. İcraat görelim..
*
(1) http://www.mustafaislamoglu.com/HD242_kur-an.html
(2) Mustafa İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü , Düşün Yayıncılık, s.177.
(3) http://tr.wikipedia.org/wiki/Ali_bin_Ebu_Talha
http://en.wikipedia.org/wiki/Ali_ibn_Abi_Talha
http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/07/belamn-kimligi-ve-kelin-ilac.html
Belam KıssasıBelam'ın kimliği ve kelin ilacıMustafa İslamoğlu
Sual: A’raf süresi 175-176. âyetlerde bahsedilen şahıs, Bel’am bin Ba’ura mıdır?
Cevap; Bel’am, Musa ve Yuşa aleyhimesselam zamanlarında yaşayan, İsm-i azam duasını bilip, her duası kabul olurken, dünyaya meylettiği için doğru yoldan ayrılan kimsedir. Musa aleyhisselam vefat ederken yerine Yuşa bin Nun aleyhisselamı halife bıraktı. Allahü teala Yuşa aleyhisselamı da İsrailoğullarına peygamber olarak vazifelendirdi. Yuşa aleyhisselam, İsrailoğullarının başında olduğu halde Arz-ı mev’ud denilen bölgeye gidip, Eriha ve İlya (Eyliya) şehirlerini fethettikten sonra, Belka şehrini kuşattı. Belka şehrinin Belak ismindeki zalim hükümdarı, Yuşa aleyhisselama karşı aciz kalıp, İsm-i azam duasını bilen, her duası kabul olan, ilim ve ibadette yüksek, sözlerini yazıp istifade etmek için elinde hokka ve kalem ile yanında 2000 kişi bulunan ve İbrahim aleyhisselamın dinine inanan Bel’am bin Baura isimli kimseden yardım istedi. Yuşa aleyhisselama ve ordusuna karşı beddua etmesini istedi. Belka şehri ahalisi de gelip beddua etmesi için Bel’am bin Baura’ya yalvardılar. Bel’am, Allahü tealanın peygamberine karşı beddua edemeyeceğini bildirdiyse de, azgın ve imansız Belka şehri ahalisi bedduada bulunması için daha çok ısrar ettiler. Bel’am bin Baura’ya hediyeler getirip birçok dünyalık vad ettiler. Karısı da; “Eğer bu kavmin topraklarımızdan gitmesi için dua etmezsen senden ayrılacağım!” diye tehditte bulundu. Zalim hükümdar da beddua etmediği takdirde onu idam edeceğini söyleyerek idam sehpası kurdurdu. Bütün bunlar karşısında Bel’am bin Baura’nın gönlünde dünya malına ve servetine karşı meyl belirdi. Dua etmeye razı olarak şehrin dışındaki Husban Dağına gitti. Husban Dağının tepesine ulaşınca, ellerini dua için kaldırdığı zaman, dilinden Belka şehri ahalisi aleyhine, Yuşa aleyhisselamı ve İsrailoğulları lehine kelimeler dökülmeye başladı.
Bu sözleri işiten Belka şehri ahalisi; “Ey Bel’am! Ne yapıyorsun? Onlara dua, bize beddua ediyorsun!” dediler. Bel’am onlara; “Bu sözleri isteyerek söylemiyorum. Allah tarafından böyle konuşturuluyorum!” dedi. Bu sırada Allahü tealanın hikmetiyle dili ağzından çıkıp göğsü üzerine sarktı. Allahü tealanın kendisine ihsan ettiği nimetlerin kıymetini bilmeyen, irade-i cüz’iyyesini şeytanın ve kötü insanların istekleri doğrultusunda kullanan Bel’am bin Baura, nefsin ve şeytanın saptırmasıyla, dünya malına ve kadına meylederek yeni hileler peşine düştü ve imansız öldü. Kur’an-ı kerimde A’raf suresinin 175. ve 176. ayet-i kerimelerinde soluyan köpeğe benzetildi. “Onun gibiler köpek gibidir.” sözü, dillerde darb-ı mesel kaldı.
Tavsiye Yazı —> Şahsiyetlere dair sualler
Mûsâ -aleyhisselâm- Allah Teâlâ’nın emrine itaat edip Şam’ı fethetmek için ordusu ile harekete geçti.
O sırada Şam’ın Belka köylerinden Bala’da Bel’am bin Baûrâ isminde “ism-i a’zam”ı bilen, duâlarına icâbet edilen büyük bir âlim yaşamaktaydı. Kenânîler, içine düştükleri bu tehlikeli durumdan kendilerini kurtarması için Bel’am’ın kapısını çaldılar. Bel’am’a, “Musa bin İmran’ın kendilerini yurtlarından sürmek ve öldürmek üzere ülkelerine geldiğini, ülkelerine İsrailoğulları’nı yerleştireceğini, kendilerinin gidecek hiçbir yerleri olmadığını, bu belanın def’i için Mûsa ve ordusuna bedduâ etmesini” istediler.
Bel’am, onlara “Allâh’ın elçisi için bedduâ edemeyeceğini, inananların ve meleklerin Hazret-i Mûsâ ile beraber olduğunu, Allâh’ın dostlarına bedduâ etmenin çok büyük vebali olduğunu”söylese de azgın ve îmansız Belka halkı ısrarlarına devam ettiler. Birçok hediyelerle gelip dünyalıklar vaat ettiler. Bel’am bunlara itibar etmeyince, durumu zâlim hükümdarlarına bildirdiler.
Hükümdar, bedduâ etmediği takdirde kendisini idam ettireceği tehdidinde bulunup idam sehpasını kurdurdu. Kimsenin sözünü dinlemeyen Bel’am’ın en büyük zaafı karısıydı. Bel’am’ın hanımına karşı düşkünlüğü vardı, onu çok severdi. Kavmi, hiçbir zaman karısının sözünden çıkmayan Bel’am’ı, karısını kandırmak sûretiyle ikna etmeye karar verdi. Hediyelerle Bel’am’ın karısını kandırdılar. Kadın, hediyelerin şatafatından kocası ile konuşup ikna etmeye karar verdi:
“-Bunlar bizim yakınlarımız!.. Üzerimizde komşuluk hakları var. Darda kalana yardım etmek görevimizdir. Şimdi yakınlarımız, büyük bir sıkıntı ile karşı karşıyalar. Senin gibi bir adam, nasıl olur da komşusuna yardımdan kaçınır. Mûsâ ve ordusu, Allâh’ın emri olmadan kendi istekleriyle ülkemizi istilâ ediyorsa, hepimize çok yazık olacak!” dedi.
Başarılı olmak için son kozunu kullandı; Mûsâ ve ordusunun topraklarından gitmesi için bedduâ etmediği takdirde kendisinden boşanacağını bildirdi. Uzun uğraşmalar sonucunda, kadın, Bel’am’ı ikna etti. Nihayet Bel’am, Mûsâ -aleyhisselâm-’ın aleyhine duâ etmeyi kabul etti.
DİLİME ALLAH HAKİM OLDU BEDDUA EDEMİYORUM
Bel’am’a, o gece rüyasında:
“-Ey Bel’am, helak olacaksın!..” denilse de karısının baskıları ve teklif edilen nimetler gözünü kör etti ve rüyasındaki ikazı önemsemedi.
Sabah olduğunda, her zamanki gibi eşeğine binerek duâ ve niyazda bulunduğu Husban Dağı’na çıkmak için yola koyuldu. Eşek dağa tırmanmak istemediği için devamlı çökmekte, Bel’am da kalkıncaya kadar eşeği dövmekteydi. Çaresiz eşek dile gelip:
“-Bel’am nereye gidiyorsun? Meleklerin önümde durarak beni yolumdan çevirdiklerini görmüyor musun?” dese de Bel’am, bütün gücü ile eşeği döverek dağa çıkıp beddua etmeye başladı.
Bedduâ ederken Allâh’ın bir mûcizesi olarak, dili kendi kavmine bedduâ edip, Hazret-i Mûsa kavmi için hayır duâ etmekteydi. Bel’am, Allâh’ın duruma müdahale ettiğini, dünyasını da âhiretini de kaybettiğini anladı. Dili, köpek dili gibi ağzından sarkmış, salyaları etrafa saçılmaktaydı.
Durumun garâbetini gören kavmine:
“-Dilime Allah hâkim oldu, beddua edemiyorum! Dünya ve âhiret ellimden gitti, hileye başvurmaktan başka çaremiz yok!.. Size bir akıl vereyim, onu yapın; belki de kurtulursunuz!” deyip kabilesinin güzel kızlarını İsrailoğulları’nın içine salıvermelerini, kızların askerlere hiç karşı çıkmayıp onları yoldan çıkarmalarını tavsiye etti.
Kavim, kızları askerlerin içine salsa da belli bir zaman sonra Hazret-i Yûşâ komutasındaki ordu tarafından Belkalılar hezîmete uğramışlar Bel’am da öldürülenler arasında yerini almıştı.
Kaynak: Fatma Hâle Sağım, Şebnem Dergisi, 132. Sayı, Şubat 2016
İslam ve İhsan
A'râf Suresi - 175 . Ayet Tefsiri
﴿١٧٥﴾
﴾175﴿
Kendisine kanıtlarımızı verdiğimiz, fakat onları bir kenara atan, bu yüzden şeytanın peşine taktığı, nihayet azgınlardan olan kişinin haberini onlara anlat.Kendisine kanıtlar (âyetler) verildiği bildirilen kişinin kim olduğu hususunda değişik yorumlar vardır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu kişi İsrâiloğulları’ndan Bâûrâ (veya Eber) oğlu Bel‘am’dır; buna göre âyetin asıl muhatabı da yahudilerdir. Bu kişinin adı Tevrat’ta Beor’un oğlu Bal‘am olarak geçmektedir. Onun kâhin (Yeşu, 13/22) veya peygamber olduğu (Petrus’un İkinci Mektubu, 2/15) yönünde farklı bilgiler vardır. Kitâb-ı Mukaddes’te onun Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları karşısındaki tutumu hakkında da çelişik bilgiler yer almaktadır. Tevrat’taki bir kıssaya göre Hz. Mûsâ’nın ve İsrâiloğulları’nın çölde Ken‘ân diyarına doğru ilerlemesinden kaygılanan Moab kralının ısrarlı talebine rağmen, Tanrı katında dilekleri geri çevrilmeyen Bel‘am, İsrâiloğulları aleyhinde dilekte bulunmayıp aksine onları mübarek kılar (Sayılar, 23/7-10, 18-24; 24/3-9, 15-249). Fakat Kitâb-ı Mukaddes’te Bel‘am, İsrâiloğulları’na düşman olarak da tasvir edilir. Nitekim İsrâiloğulları’nın Midyan kadınlarıyla zina etmeleri onun bir tuzağı olarak gösterilir (Sayılar, 31/16; Vahiy, 2/14).
Başta Taberî’nin Câmiu’l-beyân’ı olmak üzere eski tefsirlerde bu âyet yorumlanırken Bel‘am hakkındaki rivayetlere geniş yer verilmektedir. Bu rivayetlerin birinde Hz. Mûsâ’nın, bir ordu ile zorba bir kavmin üzerine gittiği, durumdan kaygılanan bu kavmin, aslında iyi bir kişi olan Bel‘am’dan yardım istedikleri, onun başlangıçta bu isteği reddettiği, fakat bazı hediyelerle kandırıldığı; bunun üzerine kendisinden yardım isteyenlere, Mûsâ’nın askerlerine tuzak olarak kadınlarını süsleyip onlarla zina ettirmelerini öğütlediği, İsrâiloğulları’nın bu tuzağa düşmeleri üzerine Allah tarafından bir ceza olarak baş gösteren bir veba salgınında 70.000 kişinin öldüğü bildirilir. Başka rivayetlerde de başlangıçta sâlih bir kul veya bir peygamber olan Bel‘am’ın ism-i a‘zamı okuyarak Hz. Mûsâ’ya beddua ettiğinden ve bu suretle yoldan çıktığından söz edilmektedir (bk. Taberî, IX, 119-126; Kurtubî, VII, 319-321. İsm-i a‘zam “Allah’ın en büyük ismi” demektir. Bunun hangi isim veya isimler olduğu konusunda kesin bir bilgi yoktur. Bazı hadislerde Allah, Rahmân, rahîm, el-hayyü’l-kayyûm veya zü’l-celâli ve’l-ikrâm, Cenâb-ı Hakk’ın en büyük ismi olarak gösterilmekte, bu isimle yapılan duanın mutlaka kabul edileceği belirtilmektedir; Tirmizî, “Da‘avât”, 65; Ebû Dâvûd, “Salât”, 358).
Âyette işaret edilen kişinin kimliği hususunda daha farklı görüşler de vardır (Râzî, XV, 54; Şevkânî, II, 303). Bir görüşe göre bu kişi, Câhiliye döneminin tanınmış şair ve hakîmlerinden Ümeyye b. Ebü’s-Salt’tır. Ümeyye kutsal kitapları okumakta, yeni bir peygamberin geleceğini bilmekte, fakat o peygamberliği kendisi için beklemekteydi. Muhammed aleyhisselâm peygamber olunca onu kıskanmış ve inkâr etmiştir. Hz. Peygamber bu kişi hakkında, “Şiiri iman etti, kalbi inkâr etti” demişlerdir (Râzî, XV, 54; İbn Kuteybe, eş-Şi‘ru-ve’ş-Şuarâ’, Leiden 1902, s. 279).
Söz konusu kişiye verildiği bildirilen “âyetler”le peygamberliğin veya ism-i a‘zamın kastedildiği belirtilmektedir (bk. Taberî, IX, 122-123). Ancak Râzî, bunun peygamberlik anlamına gelmesinin uzak bir ihtimal olduğunu ifade ederek, Allah’ın lâyık olmayan birine peygamberlik vermeyeceğine işaret eden âyeti (En‘âm 6/124) hatırlatır (XV, 54). Taberî de haklı olarak buradaki “âyetler”i Allah’ın varlığına ve birliğine dair “delil ve işaretler” şeklinde anlamanın daha doğru olacağını; ayrıca söz konusu kişinin kim olduğu hakkında âyette bilgi verilmediğini, bunun Bel‘am veya Ümeyye olabileceğini, fakat bu hususta Allah’ın bildirdikleriyle yetinip âyetin zâhirine inanmanın yeterli olduğunu belirtmekte (IX, 123), dolayısıyla yukarıdaki rivayetlerin kesinlik taşımadığına işaret etmektedir.
Bizim için bu kişinin kim olduğu değil, tutum ve davranışı önem taşımaktadır. Buna göre Allah bir kişiye kendi varlık ve birliğinin kanıtlarını bildirmiş, yahut –172. âyette bildirildiği şekilde– onun fıtratına kendi rubûbiyyetini anlayıp kavrama yeteneğini yerleştirmiş; fakat daha sonra o kişi fıtratındaki inanma yeteneğinden sıyrılıp kopmuş; delilleri bir kenara bırakmış, inanmaktan vazgeçmiştir. Böylece şeytan onu peşine takmış, onu da kâfirlere ve azgınlara katmıştır (Râzî, XV, 55).
Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an-ı Kerim Portalında Kur'an hakkında istediğiniz biligilere ulaşabileceksiniz