Bu kitap, kendi bilgi ve görgülerim dışında, bir lokma ekmek için kötü iş şartları içinde zehir gibi bir hayatı yaşayanlardan derlenmiş malzemeyle meydana gelmiştir. Yayımlanmadan önce, çeşitli ırgat, usta, usta yardımcısını toplayarak bir gece sabaha kadar okudum onlara. Dinlediler. 'Pardon,' dediler, 'bu bu kadar olur. Bütün anlattıkların doğru. Eksik bile. Çukurova'nın bereketli topraklarında öyle işler olur ki, aklın durur. Sana anlatsak, bir değil beş roman çıkarırsın'
Orhan Kemal'in kitapları bir okurun hayatta rastlayabileceği o çok nadir hazineler arasında yer alır. Çok az yazar okurunun dünyasında onun kadar iz bırakır, okurunu onun kadar biçimlendirir. Orhan Kemal umudu ve iyimserliği yeniden kazanmamız için yol gösterir bize. Edebiyatımızın en değerli ustalarından biri olan Orhan Kemal'in kitaplarını yayımlamaktan onur duyuyoruz.
Devamı
Format | :Kitap |
Barkod | |
Yayın Tarihi | |
Yayın Dili | :Türkçe |
Baskı Sayısı | Baskı |
Sayfa Sayısı | |
Kapak | :Karton |
Kağıt | Hamur |
Boyut | X |
Eğitim Öğretim İle İlgili Belgeler>Kitap Özetleri >Roman Özetleri
BEREKETLİ TOPRAKLAR ÜZERİNDE ÖZET KİTAP ÖZETİ ROMAN ÖZETİ
Yazarı: ORHAN KEMAL
Sayfa Sayısı:
Romanın Konusu
Daha iyi bir yaşam seviyesine erişmek için Çukurova gurbetine giden üç köylünün başlarından geçen acıklı olaylar.
Yazarın Amacı:
Orhan Kemal bu romanında Türk toplum yapısına ilişkin dönemsel bir gerçekliği yansıtırken, temelde Anadolu köylüsünün maddi şartlar nedeniyle dışarı açılma zorunluluğuna ve bu zorunluluk sonucunda şehir dünyasında ezilişini ve ekmek derdi peşinde insanlıktan çıkışını, yok oluşunu dile getirmeyi amaçlamıştır.
Romanın Özeti
Romanda, orta Anadoludaki köylerinden Çukurovaya çalışmaya giden üç kişinin başından geçen olaylar anlatılmaktadır. Bu üç kişi; iflahsızın Yusuf, Pehlivan Ali ve Köse Hasandır. Bunlar aynı köyde kapı komşudurlar. Üçü de şehir hayatını bilmiyorlar. Fakat Yusuf biraz biliyor. Üçü birlikte Sivastan trenle yola çıkıyorlar ve Adanaya geliyorlar. Adanada bunlar gibi iş bekleyen birçok işçi vardır. Zor da olsa bir fabrikatör hemşerilerinin yanında iş buluyorlar. Üçü de fabrikanın ayrı yerlerinde çalışıyorlar. Sadece akşamları görüşebiliyorlar. Kaldıkları ev ise âdeta bir ahır. Ama para kazanmak için her şeye katlanmak zorundalar. Kaldıkları bu evde köse topal adında yaşlı bir adam var. Çok kurnaz birisidir. Yemek yapmayı bilmediği halde yemek yaparak işçilere yemek satıyor ve bu yolla para kazanıyor. İşçiler bu kötü yemeği yemeye mecburdurlar.
Köse Hasan çalıştırılmak için fabrikanın sulu koza bölümüne verilmişti. Ortamın soğukluğu yüzünden hasta olur ve yatağa düşer. Herkes kendi işine bakıyor ve köse Hasan kaderine terk ediliyor. Köse topal bu hasta adama bir sıcak çayı bile parasız vermiyor.
Bu çevrede bir de Hidayetinoğlu adında bir avare var. Bu kişinin gözü Köse Topalın parasındadır. Hidayetinoğlu, Köse Hasana hasta iken gelip yardım ediyor. Başka kimse yardım etmiyor. Halbuki iki köylüsü ile kardeş gibiydiler. Anlaşılıyor ki şehirde herkes ekmeğinden başka bir şey düşünmüyor. Ve Köse Hasan ölüyor.
Köse Hasan hastayken iflahsızın Yusuf ve Pehlivan Ali başka bir işe giriyorlar. Yusuf inşaatta, Pehlivan Ali ise kireç söndürmede görevlendiriliyor. Pehlivan Alinin Ömer Zorlu adında bir ustası var. Bu kişi Niğdenin bir köyünden. On yıldır burada, karısı var; Fatma. Ömer Zorlu için aile müessesesi çok önemli değil. Kumarcı ve karısı ile fazla ilgilenmeyen bir tip. Fatma ile nikahsız yaşıyor. Pehlivan Ali nişanlı birisi ama Fatmayı görünce çok hoşlanıyor. Yusuf akşamları Pehlivan Aliye öğüt veriyor sen nişanlısın, boş ver elin karısınıdiyor. Fakat Pehlivan Ali vazgeçmiyor. Günler sonra Fatma ile ilişki kuruyorlar. Kazandığı parayı da Ömer Zorluya borç veriyor. Bütün bunları Fatma uğruna yapıyor.
İflahsızın Yusuf bir gün Hidayetinoğlunu görüyor. Hidayetinoğlu ona köse Hasanın öldüğünü söylüyor. sen nasıl hemşerisin?diyor. İflahsızın Yusuf çok üzülüyor ama kendini suçlu hissetmiyor,
Pehlivan Ali ise Hidayetinoğlu ile birlikte Fatmayı Ömer Zorlunun elinden alıp uzaklara ırgatlık yapmak için kaçıyor. Fakat burada da bir çingene kıza vuruluyor. Fatmaya da başkaları göz koyuyor. Pehlivan Ali ile Fatmayı ayırmak için ustabaşı, Pehlivan Ali ile Hidayetinoğlunu patoza çalışmaya gönderiyor. Ali ayrılmak istemiyor ama (bilgi monash.pw) mecburdur. Pehlivan Alinin çalıştığı patozun ağası çok sert ve işçiyi düşünmeyen birisidir. Gece bile işçiler çalıştırılmaktadır. Pehlivan Ali patoz makinesinin içine sap atmaktadır. Yalaka çavuş ise ağanın işi erken bitsin diye işçileri çok yoruyor. Pehlivan Ali karanlıkta çok yoruluyor ve ayağı kayarak patozun içine düşüyor. Bir bacağı kopuyor. Ağa arabam kirlenir diye Aliyi arabasına alıp hastaneye götürmüyor. Ali kan kaybından ölüyor. Diğer işçiler buna çok kızıyorlar.
Zeynel ile Şamdin adında iki kişi vardır. Bunlar daha önce doğru, dürüst oldukları için işten atılmışlardır. İşçinin hakkının yenmesine tamamen karşıdırlar. Bunların yerine işe Pehlivan Ali ve Hidayetinoğlu alınmıştı. Alinin bu şekilde ölümünü duyunca çok üzülüyorlar ve olay yerine gizlice gelerek bütün harmanı ateşe veriyorlar. Daha sonra bütün işçileri ağa mahkemeye veriyor, ancak davayı kazanamıyor.
Yusuf ise artık duvar ustası olmuştur. çok para kazanmış, artık köye dönmenin vakti gelmiştir. tam köye gideceği zaman Hidayetinoğlu ile karşılaşıyor. Pehlivan Aliyi soruyor. Öldüğünü öğrenince çok üzülüyor.
Yusuf ne kadar üzülse de bu geçicidir. İyice havaya girmiştir. yani şehir hayatı Yusufu tamamen değiştirmiştir. Hem artık bir meslek sahibidir: duvar ustası..
Yusuf köye geliyor. Ailesi büyük bir sevinç yaşıyor. Eve Çukurovadan bir takım eşyalar alıyor. Pehlivan Ali ve Köse Hasanın aileleri ise sessizce onların gelmelerini bekliyor.
Ana Fikri:
Gelir dengesizliği ile başa edebilmek için sadece göç etmek yetmez, bunun yanında asıl önemli olan eğitim seviyesinin yükseltilmesidir.
Kişileri, Kahramanları:
İflahsızın Yusuf: Yusuf evli, çalışkan, azimli, kendine haksızlık yapılmasını hiç sevmeyen, haksızlığa dayanamayan bir kişidir.
Pehlivan Ali: Ali köyden bir kızla sözlü olan, temiz kalplidir ama kadınlara düşkün, kötülük peşinde koşmayan, söylenenlere hemen inanan, saf, kendine hayran bırakmaktan hoşlanan, gurbetten korkan, ağanın ihmalkarlığı ve değerbilmezliği soncu ölen bir kişidir.
Köse Hasan: Evli, iyi kalpli, evini geçindirmek için çabalayıp duran, her işte de çalışmayan, gurbet ve ağır şartlarda çalışması sonucu ölen bir kişidir.
>>>TIKLAYIN<<<
KİTAP ÖZETLERİ
SAYFASINI GÖRMEK İSTERSENİZ
>>>TIKLAYIN<<<
EĞİTİM ÖĞRETİM İLE İLGİLİ BELGELER SAYFASINA GERİ DÖNMEK İÇİN
>>>TIKLAYIN<<<
EKLEMEK İSTEDİKLERİNİZ VARSA AŞAĞIDAKİ "Yorum Yaz" kısmına ekleyebilirsiniz.
|
Sabırla derlenmiş gözlemler, toplumsal gerçekliğin insan gerçekliğiyle birlikte uyumlu bir biçimde verilişi, insanların -idealize edilmeden- içinde yaşadıkları şartlarla bağlantılı olarak ele alınışı, ayrıntıların ustalıkla değerlendirilişi, sanırım, Bereketli Topraklar Üzerindeyi güçlü kılan başlıca öğeler.
Kış aylarında tarım alanında yapacak hiçbir iş bulamadıkları için Orta Anadolunun seksen evlik köylerinden birinden iş ve ekmek aramak üzere Çukurovaya inen üç köylü arkadaş: İflahsızın Yusuf, Pehlivan Ali, Köse Hasan. Orhan Kemal, bu üç köylü aracılığıyla fabrikalardaki, inşaat işlerindeki çalışma şartlarını, sonra büyük toprak sahiplerinin tarım işletmelerinde çapa çapalama ve harman yerinde buğdayı sapından ayırma işini gözler önüne serer. Orhan Kemalin anlattıkları henüz gerçek sanayi işçisi değildir; Bereketli Topraklar Üzerindenin işçileri bir ayağı köyde, bir ayağı kentte köylü-işçiler. Orhan Kemal, onları anlatabilmek için, onların çalışabilecekleri işleri seçmiş. Bu işler, bir eğitim, bir çıraklık gerektirmeyen işlerdir çoğunlukla.
Romandaki olayların hangi yılda geçtiği kesin olarak belli değil; belli olan, günde 12 saat çalışıldığı ve karşılığında sadece üç lira bilmem Kaç kuruş alındığı yıllarda geçtiğidir. Çalışma şartları ise bugün artık inanılmayacak kadar berbattır: Fabrika penceresinde cam yerine çuval kullanılır. Sonuç: Zatürree. İşte köylü-İşçilerin kaldıkları ev: oturdukları ev, iki mahalle aşağıda, mahalle muhtarının bir zamanlar hayvanlarını bağladığı, tabanı hala gübre örtülü, genişçe bir ahırdı. Atsinekleri vınıltılı daireler çizerek uçuşuyorlardı. Harap kerpiç duvarlar yarı bellerine kadar ıslaktı. Oda ekşi ekşi fışkı kokuyordu. (s. 75) Köyün besleyemediği, toprağın kente, yani işe ve ekmeğe ittiği köylüler, en ağır iş şartlarında çalışmaya, verilecek herhangi ücreti kabul etmeye, ahırlarda yatmaya razıdırlar: Yeter ki iş bulsunlar! İş bulabilmek için, patronun sömürüsü yanında ırgatbaşının sömürüsüne de (haraç almasına) razıdırlar.
Irgatbaşıya haraç vermekten, Bereketli Topraklar Üzerindenin önemli bir özelliğine geçebiliriz. Romanda anlatılan köylü-işçiler henüz sömürü bilincinden çok uzaktırlar. Bütün özlemleri Bir tahta araba, pazardan sebze, meyve (s), ya da Hafız Alinin dükkanı gibi bir dükkandır (s. ). Gözleri bireysel çıkar-perdesi ile örtülüdür; el yordamıyla bireysel kurtuluş yolları ararlar. Bu bilinç düzeyi, belirli şartların belirlediği bir bilinç düzeyidir. Bunu çok iyi bilen Orhan Kemal, toplumsal gerçekliğe, biraz da onların görebildiği, anlayabildiği ölçüde yaklaşmaktadır. Sömürü bilincinden uzak emekçiler, sömürünün en belirgin, en yüzeydeki, en somut biçimlerini görebilirler genellikle Sözgelimi fabrikadaki emek-sermaye ilişkisini değil de ırgatbaşının aldığı haracı görürler sömürü adına. Orhan Kemal de o kadarını gösterir. Ya da tarım işletmelerinde, ırgatbaşının kumar oynatıp mano almasını, kumar oynatmak için faizle para vermesini, işçiyi esrara alıştırmasını, batözde 45 işçi yerine 32 işçi çalıştırmasını ön plana alır sömürü adına. Derinine pek inmez. Bile bile.
Burada Orhan Kemalin bir çabasına değinmek gerek. Romanın birinci baskısı te, ikinci baskısı te. Başka türlü söylersek, biri, Demokrat Parti döneminde, öbürü 27 Mayıs ertesinde. Birinci baskı sayfa, ikinci baskı sayfa. İkinci baskının kapağında, yayınevi şöyle demiş: Yayımlandığı sıralar yılın en başarılı romanı sayılan bu kitabı Orhan Kemal, ikinci baskısı için üzerinde tam bir yıl çalışarak, adeta yeniden yazdı. Orhan Kemal gerçekten çalışmış roman üzerinde. Önce, birinci baskıdaki şive taklitlerini kaldırarak çok akıllıca bir iş yapmış. Sonra, romana yer yer bazı ekler yapmış. Bunların bazıları gerçekten yararlı, bazı hareketleri ya da psikolojik durumları daha bir aydınlatan ekler; bazıları romanın örgüsündeki yoğunluğu bozan gereksiz uzatmalar (Genellikle Pehlivan Ali ile ilgili olan ekler); bazıları da 27 Mayıs sonrasının getirdiği nispi özgürlük ortamında, Orhan Kemalin romanla daha fazla toplumsal görevler yerine getirmek kaygısıyla yaptığı ekler. Romandaki kişilerin sömürü bilincinden uzak olduklarını belirtmiştim. Birinci baskıda Orhan Kemal, belirli şartların sonucu olan bu gerçek duruma sonuna kadar bağlı. Oysa ikinci baskıda, romanıyla bilinçlendirme çabası zaman zaman var olmayan, var olması mümkün de olmayan bir bilinci varmış gibi göstermesine yol açmış. Örnekse birinci baskıda Pehlivan Ali kocaman yumruklarını sıkmış öfkeyle bakıyordu. Hasana değil, onu bu hallere sokan kahpe feleğe. (s) Oysa, Orhan Kemalin bütün roman boyunca ayrıntılarıyla gösterdiği gibi, Pehlivan Ali devirin, devranın, kahpe feleğin farkına varamadan öbür dünyayı boylayacaktır. Bir de Allahla, dinle, ağalarla ilgili ekler var. Örnekse Bu Allah da hep onların Allahı mıdır nedir? Fakir fıkaraya garaz tekmil (s. ) Birinci baskıda Topal, Allahın acımadığına deyince Hidayetin oğlu Ne biliyorsun acımadığını (s. 86) derken ikinci baskıda İnsan ol da sen acı. (s) der. İkinci baskıya eklenen bir cümle de şu: Sen, ben hatta ağa olmasa da işler yürür ama, onlar (işçiler) olmasa yürümez ! (s. ) Batöz ustası söyler bunu. Zaten bütün romanda olan bitenin farkında olan iki emekçi vardır. İkisi de işçi sınıfından gelme batöz ustası. Orhan Kemalin sömürülenleri uyandırmak için romanıyla bir şeyler söyleme çabasını anlıyorum; ama bu eklerin, belirli bir gerçeklik içinde, yama gibi kaldığını da söylemeden edemeyeceğim. Çünkü Bereketli Topraklar Üzerinde, bir bilinçsizliğin romanıdır; bu türlü ekler, ister istemez, romanın bütünlüğüne zarar verecektir.
Orhan Kemal, insanlara hep umutla, hep iyimserlikle bakar. Türk romanında bir Orhan Kemal bakışı vardır. O, her insanda, her şeye rağmen aydınlık bir yan, temiz, insani bir yan bulunabileceğine inanır. Bunu eserlerinde gösterirken, anlattığı toplumsal, ekonomik şartlara kimi zaman boş verdiği bile olur. Oysa Bereketli Topraklar Üzerindede, severek, kahrolarak baktığı belli olan insanları, hoşgörüyle ama olduğu gibi gösterir. Onların birbirlerine güvensizliklerini, yalancılıklarını, birbirlerini gammazlamalarını, gösterişçiliklerini palavra atışlarını, ilkel egoizmlerini bütün çıplaklığıyla gösterir. Kürt Zeynelin söylediği Onların sekseninden bir mezelik yürek çıkmaz (s) sözü, bu gerçekçi bakışın bir özeti gibidir. Ama, o insanlar, içinde yaşadıkları -şartlarda başka türlü de davranamazlardı. Orhan Kemal, bunu büyük bir ustalıkla gösterir. Tiksinerek, öfkeyle bakmaz onlara, anlayarak bakar. Sebep ortadadır: İflahsızın Yusuf, Hepimizin de bir ekmek derdi mesela. Öyle değil mi? deyince arkadaşı Köse Hasan, Ne diyorsun Yusuf? Gözü çıksın. Yurdumuzu, yuvamızı ne diye teptik? der (s. 10).
Bir ekmek derdi: Bereketli Topraklar Üzerinde) bunun romanıdır. Bunun içindir ki anca beraber, kanca beraber (s.6) diyen üç arkadaş birbirinden ayrılır, hiçbiri ötekiyle ilgilenmez, birlikte iş aramaya çıktıkları köylülerini ölüme terkederler. Bunun içindir ki Kemal Cesur durmadan iki yüzlülük eder. Ama Orhan Kemal, birden aşağılık bir insan diye tanıdığımız Hidayetin oğlunun bir davranışını yakalar ve biz o umutlu, o iyimser Orhan Kemal bakışını ete kemiğe bürünmüş olarak görüveririz: Para uğruna adam öldürecek olan Hidayetin oğlu, köylülerinin terkettiği Köse Hasanı sırtına alıp helaya götürür. Dahası var: Hela çukurunu çevrelemeye çalışan eski çuval parçalarından birinin ucuyla Köse Hasanın kıçını sildikten sonra adamı kıyıya aldı, donunu çekti, uçkurunu bağladı, yeniden sırtlayıp odaya getirdi, yatağa yatırdı. Bitmedi: Hidayetin oğlu günlerce sıcak yemek yemediği halde, sıcak yemeği çalmaya kalkıştığı halde, kendisine verilen yemeği Köse Hasana ikram eder. Ve inanırsınız Orhan Kemale: Verebilir. Ya da Kürt Zeynel gibi biri Selvi için, kerhaneye düşen fıkara Selvi için ağlayabilir. İnanırsınız.
Çukurovaya birlikte inen üç arkadaştan Köse Hasan zatürreden ölür. Pehlivan Ali, ayağını batöze kaptırır; toprak ağası, arabası kirlenmesin diye arabasına almaz, kan kaybından ölür. (Toprak ağasının daha yoğun çalışmaları için ırgatları kışkırttığı parça [ss. ] -ki Pehlivan Alinin ölümüyle sonuçlanacaktır- romanın en unutulmaz bölümlerinden biridir.) Üç arkadaştan sadece İflahsızın Yusuf kurtarır kendini, duvarcı ustası olur. Çukurovaya inmeden tek bilgi kaynağı emmisinin sözleriydi; hep onun sözlerini tekrarladı; Şimdi artık ustasının sözlerini tekrarlamaktadır. Çukurovaya gelirken Şehir adamı köylüyü cin çarpar gibi çarpar. (s. 6) diyordu; şimdi -usta olduktan sonra- artık, Bu şehirli kısmı pek enayi oluyor, (s) demektedir. Ve artık çoluk çocuğu toplayıp köyden kente göçmeyi, kentte yerleşmeyi tasarlamaktadır (s. ). Yusuf, kendiliğinden bir gelişmenin tek olumlu simgesidir. Kavgasız, uzlaşmacı; ama bireysel gücüyle duvarcı ustası olan, okumayı söktüren bir köylü; bireysel gücüyle bireysel kurtuluş çabasını sürdüren bir köylü.
Bereketli Topraklar Üzerindede, her şey, nesnel şartlar gereği olarak, bireysel plandadır. Zeynel, kötü yemeği, taşlı pilavı protesto için bile ırgatları toplu harekete geçiremez. Zeynelin kavgası da bireyseldir: İşten atıldığına değil, aldatılmasına kızar. Ağa ile hesaplaşmaz, ırgatbaşıyı arar. Harmanı yakar; ırgatbaşıyı bulamadığı için!
Çukurovada bahar harikadır! Gök masmavi, kırmızı topraklar yemyeşildir! Çukurovanın bereketli toprağına dört kilo çiğit at, seksen kilo kütlü, yani tohumlu pamuk versin! (s. ) Ve bu bereketli topraklar üzerindeki emekçiler, kendi küçük ve dar dünyalarında, bir başlarına çırpınıp durmaktadırlar. Toprak reformunu yapmamış, sanayileşmesini gerçekleştirmemiş bir az gelişmiş ülkede, Türkiyede, köylü işçilerin kahırlı yaşamlarını mükemmel bir biçimde yansıtır. Orhan Kemal. Roman, belirli bir tarihsel anı unutulmayacak bir ustalıkla tespit ettiği için, tarihsel ve toplumsal gerçekliği, ele aldığı insanları gerçeğe uygun olarak gösterdiği için güçlü ve kalıcı. Orhan Kemalin en güçlü romanı, bence.
(Fethi Naci, Cumhuriyet Kitap, 6 Haziran )