beyaz bir gemi özet / Beyaz Gemi Özet - Cengiz Aytmatov

Beyaz Bir Gemi Özet

beyaz bir gemi özet

Beyaz Gemi kitabını kim yazmıştır? Beyaz Gemi kitabı özeti, konusu ve karakterleri

Haberin Devamı

Beyaz Gemi kitabı 1970 yılında Kırgız yazar tarafından yazılmış bir eserdir. Bu eser 2016 yılında ise Ötüken Neşriyat yayın evi tarafından Türkiye Türkçesine çevrilmiştir. Beyaz Gemi kitabı toplam 168 sayfadır. Bu kitabı Türkiye Türkçesine çeviren çevirmen Refik Özdek'tir.

Beyaz Gemi Kitabı Konusu ve Anafikri

Beyaz Gemi kitabının konusu san taş vadi etrafında dedesinden başka hiç kimsesi olmayan ve birkaç insanla bu bölgede yaşamak zorunda olan, özünde mutlu olmaya çalışan bir çocuğun hikayesini anlatmaktadır. Beyaz Gemi kitabının ana fikri ise insanlar hoşgörülü ve güçsüz göründüklerinde ezmeye çalışmamalı her insan doğası gereği farklı olabilir.

Beyaz Gemi Kitabını Kim Yazmıştır?

 Beyaz Gemi kitabının yazarı ünlü Kırgız Türkü yazar Cengiz Aytmatov'dur.

Haberin Devamı

Beyaz Gemi Özet

 Mümin dede zamana meydan okuyan, yaşlı olsa dahi sürekli olarak çalışmaya devam eden bir kişidir. Mümin dedeyi çalışmaya zorlayan, annesi ve babası tarafından terk edilmiş küçük torununa sahiplenişi ve ona bakmak zorunda oluşudur. Mümin dedenin torunu ise sürekli olarak kitaplarla haşır neşirdir. Hayal gücü de son derecede gelişmiş bir çocuktur. Hayal gücünün gelişmesinde ki en büyük etken ise dedesinin zamanında ona anlattığı hikayelerdir. Dedesinin anlattığı hikayeler sayesinde hayalperest bir çocuk haline gelmiştir. Mümin dedenin torununa anlattığı hikayelerden birisi ise Maral Ana efsanesidir.

 Bu efsaneye göre Kırgız Türkleri bir gün yuğ töreni düzenlerlermiş. Yuğ töreni ölen hanları için düzenlenmekteymiş. Tam bu tören esnasında ise bir saldırı düzenlenmiş ve törene katılan bütün Kırgızlar bu saldırı sonucu hayatını kaybetmiş. Tören sırasında ise yalnızca bir kız ve bir erkek sağ kalmış. Kız ve erkek ormana doğru kaçmış. Kaçtıklarını gören saldırganlar ise hemen peşlerinden gitmişler. Kız ve erkeği yakalayan saldırganlar onları öldürmek üzere bir uçurumun kenarına götürürler. Tam o esnada ise Maral ana çıka gelmiş. Çocukları himayesi altına almak istediğini söylemiş. Saldırganlar ise bunun üzerine çocukları öldürmekten vazgeçmiş fakat Maral anaya da diğer insanlar karşısında dikkatli olması gerektiğini söylemiş.

Haberin Devamı

 Maral ana her şeye rağmen çocukları himayesi altına alır. Onları Issık gölü çevresine götürür. Buradan ise Kırgız Türkleri ile Maralların tekrardan çoğalmasını sağlar. Kırgızlar ve Marallar bu sayede uzun süre birlikte yaşarlar. İçlerinden bazı insanlar ise kendilerini Maralların soyundan geldiğini belli etmek amacı ile Kırgızlardan birini öldürür. Ardından boynuzlarını da babasının mezarına getirir. Bu şekilde Maral soyundan gelenlerin soyu belli olması amaçlanır.

 Anne ve babası tarafından terk edilen çocuk dedesi ile birlikte gel zaman git zaman dağın eteklerinde birlikte vakit geçirir.

Beyaz Gemi Karakterleri

 - Mümin Dede

 - Çocuk

 - Orozkul

 - Bekey

 - Seydaahmet

 - Gülcemal

 - Kulubeg

 - Koketay

Beyaz Bir Gemi - Sabahattin Ali Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar:Sabahattin Ali

Yayın Evi: Lilith Yayınları

İSBN: 9786057595201

Sayfa Sayısı: 154

Beyaz Bir Gemi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Beyaz Bir Gemi adlı öyküsü Sabahattin Ali’nin en son kitabı olan, basıldıktan sonra toplatılan ve yasaklanan Sırça Köşk adlı eserindeki öykülerden biridir. Beyaz Bir Gemi yazım tarihi açısından kitaptaki en eski hikâyelerinden birisi olmaktadır. Yazar bu hikâye kitabına 1945 ile 1946 yılları arasında yazdığı hikâyeleri eklemiş, Beyaz Bir gemi ile Sırça köşk adlı öyküleri yazım tarihleri bakımından 1945 de yazıldıkları için en eski tarihli öyküleri olmuşlardır. Kitaptaki diğer hikâyeleri ise yazarın 1946 yılında yazmış olduğu öyküleri kapsamaktadır. Beyaz Bir Gemi, yazarın Sırça Köşk adlı öykü kitabındaki ikinci öyküsüdür

Beyaz Bir Gemi Alıntıları - Sözleri

Beyaz Bir Gemi İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Sabahattin Ali / beyaz bir gemi Merhabalar ; Beyaz Bir Gemi adlı öyküsü Sabahattin Ali’nin en son kitabı olan, basıldıktan sonra toplatılan ve yasaklanan Sırça Köşk adlı eserindeki öykülerden biridir. Beyaz Bir Gemi yazım tarihi açısından kitaptaki en eski hikâyelerinden birisi olmaktadır. Yazar bu hikâye kitabına 1945 ile 1946 yılları arasında yazdığı hikâyeleri eklemiş, Beyaz Bir gemi ile Sırça köşk adlı öyküleri yazım tarihleri bakımından 1945 de yazıldıkları için en eski tarihli öyküleri olmuşlardır. Kitaptaki diğer hikâyeleri ise yazarın 1946 yılında yazmış olduğu öyküleri kapsamaktadır. Beyaz Bir Gemi, yazarın Sırça Köşk adlı öykü kitabındaki ikinci öyküsüdür Bu kitap Sabahattin alinin okuduğum ilk öykü kitabı oldu devamı kesin gelir, içerisinde 11 farklı hikaye bulunuyor. Beyaz Bir Gemi de baş karakterimiz ressam Tevfik bir sanatçı olmasına rağmen  sanatı hayatının merkezinden uzaklaştırıp basitleştiriyor  aslında diğer ressamların da yaptığı bu. Tevfik  bir Fransız yatını görür, resmini yapar istediği şey  iyi bir ücret alabilmektir ve alır da Tevfik ve diğer ressamlar o günden sonra sadece beyaz bir yatın yolunu gözlemeye başlar. Ve bu bir bakıma gerçeklerşir de ama şöyle "ama çok düşündükleri  ve aradan yıllar geçtiği halde biçimsiz bir tahsiliye gemisini o gün kendilerine zarif, Beyaz Bir yat gibi gösteren şeyin ne olduğunu bir türlü anlayamadılar." umarım beğenirsiniz, keyifli okumalar :) (Yağmur)

Sabahattin Ali’nin beğenmediğim bir kitabı yok gibi, kalemi bu kitabında da akıcı… Hikaye ressam Tevfik in beyaz bir gemiyi boğazda resmedişi ile başlıyor…. (zehra)

Öykü başlarken içinde şöyle bir cümle geçmişti "çünkü sanat yeryüzünde ve insanların içinde olup bitenleri çöplük ve sarayı aynı hakikatten uzak ve güzelleltirici örtüye bürüyen ay ışığı gibi, tatlı bir yalan bulutunun arkadasından göstermeye mecburdu..." Öyküde baş karakterimiz olan ressem Tevfik sanatı bir sanatçı olmasına rağmen hayatının merkezinden uzak bi yere koyup basitleştirmişti Tevfik den çok toplumu eleştirmek aslında çok daha doğru olur diye düşünüyorum zira bugün dahi sanata ve sanatçıya değer yok denilebilir dolayısıyla sanat bir zaman sonra sanatçı içinde artık basitleşmiş karşılığı karşılığı olmayan bir oluşuma dönüşmüş olucaktır. Öykü içindede bunu net bi şekilde görüyorsunuz. Sanatçının değerini kendi kendine azaltmasına sebepü olan bir sistem ve bu sisteme sürüklenen ressamlar.. Sanat sayesinde beyaz bir rüyanın içine dalan ressamlarımıza gerçeklik çok yakındı "Ama çok düşündükleri ve aradan yıllar geçtiği halde biçimsiz bir tahsiliye gemisini o gün kendilerine zarif, beyaz bir yat gibi gösteren şeyin ne olduğunu bir türlü anlayamadılar" (Hic'ran)

Kitabın Yazarı Sabahattin Ali Kimdir?

Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907'de Edirne Vilayeti'nin Gümülcine Sancağı'na bağlı Eğridere kazasında doğmuştur.

Babası piyade yüzbaşısı (Cihangirli) Selahattin Ali Bey'in görev yerlerinin sık sık değişmesi dolayısiyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit'in çeşitli okullarında tamamlamıştır.

Edremit'e göçtüklerinde bölge Yunan işgalinde olduğu için emekli olan babası aylığını alamamış ve aile çok zor günler geçirmiştir. İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu'na giren Sabahattin Ali, beş yıl burada okumuş, daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu'nda mezun olmuştur (1926). Bir yıl kadar Yozgat'ta ilkokul öğretmenliği yapmış, Millî Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya giderek iki yıl orada okumuştur (1928 - 1930).

Yurda döndükten sonra Sabahattin Ali, Orhaneli’nde ilkokul öğretmenliğine atandı. Aydın ve sonra Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yapmıştır.

Konya'da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında Atatürk'ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanmış (1932), bir yıla mahkûm olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde yatmış, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuşmuştur (1933). Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara'ya giden Sabahattin Ali Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurarak yeniden göreve alınmasını istemiştir. Dönemin bakanı Hikmet Bayur'un "eski düşüncelerinden vazgeçtiğini ispat etmesini" istemesi üzerine Varlık dergisinde "Benim Aşkım" adlı şiirini yayımlayarak (15 Ocak 1934) Atatürk'e bağlılığını göstermeye çalışmıştır. Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü'ne alınmış, Ankara II. Ortaokul'da öğretmenlik yapmıştır.

16 Mayıs 1935 günü Aliye Hanım ile evlenmiş, 1936'da askere alınmış, 1937 Eylülünde kızı Filiz Ali dünyaya gelmiştir.

Yedek Subay olarak askerliğini Eskişehir'de tamamlamış, 10 Aralık 1938 de Musiki Muallim Mektebi'nde Türkçe öğretmeni olarak göreve başlamıştır.

1940 yılında tekrar askere alınmış, askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet Konservatuarı'nda Almanca öğretmenliği yapmıştır (1941 - 1945).

"İçimizdeki Şeytan" romanı milliyetçi kesimde büyük tepki toplamıştır. Nihal Atsız'ın hakkında yazdığı hakaret dolu bir yazıya karşılık dava açmış, dava sırasında çok sıkıntı çekmiştir. 1944 yılında davayı kazanmasına rağmen tepkilerden kurtulamamıştır. Olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden alınmış, İstanbul'a giderek gazetecilik yapmaya başlamıştır (1945). Ancak fıkra yazdığı La Turquie ve Yeni Dünya gazeteleri, Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kalmış, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarmıştır (1946 - 1947). Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşmış, dergilerin isimlerindeki Paşa ifadesiyle "Milli Şef" İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile kapatılmış, yazılar ve yazarları hakkında kovuşturmalar açılmıştır.

Sabahattin Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatmış, karşılaştığı baskılardan bunalmıştır. Ali Baba dergisinde yayımladığı "Ne Zor Şeymiş" başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmaktadır: "Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?"

Bir başka dava nedeni ile 1948'de Paşakapısı cezaevinde üç ay yatmıştır. Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlamış, işsiz kalıp, yazacak yer bulamamıştır. Yurt dışına gidebilmek için pasaport almak istemiş, alamamıştır. Yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı da bulamayınca Bulgaristan'a kaçmaya karar vermiş fakat para karşılığı anlaştığı Ali Ertekin adlı kaçakçı tarafından Jandarma karakolunda katledilmiş daha sonra da cesedi 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında şaibeli bir şekilde bulunmuştur.

Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giymiş; fakat birkaç hafta sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest kalmıştır.

Bulgaristan’ın Eğridere (Ardino) kentinde, Sabahattin Ali’nin 100. doğum yılı kutlandı. 31 Mart 2007 günü gerçekleşen toplantıya, başta Bulgaristan Yazarlar Birliği Başkanı olmak üzere Sofya ve Bulgaristan’ın çeşitli kentlerinden Türk ve Bulgar yazarlar, şairler, okurlar ve Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali katıldı. Bütün eserleri 1950’li yıllardan beri Bulgaristan’daki tüm okullarda okutulduğundan, Sabahattin Ali bu ülkede çok tanınan bir yazardır.

Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başlamış, hece vezniyle yazdığı ve halk şiirinin açık izleri görülen bu ürünlerini Balıkesir'de çıkan ve Orhan Şaik Gökyay tarafından yönetilen Çağlayan dergisinde yayımlamıştır (1926).

Servet-i Fünun, Güneş, Hayat, Meşale gibi dergilerde de yazan (1926 - 1928) Sabahattin Ali, bu arada öykü de yazmaya başlamış, ilk öyküsü "Bir Orman Hikayesi" Resimli Ay'da yayımlanmıştır (30 Eylül 1930).

Toplumsal eğilimli bu öyküyü Nazım Hikmet, şu sözlerle okurlara sunmuştur: "Bu yazı bizde örneğine az tesadüf edilen cinsten bir eserdir. Köylü ruhiyatının bütün muhafazekâr ve ileri taraflarını, iptidaî sermaye terakümünü yapan sermayedarlığın inkişaf yolunda köylülüğü nasıl dağıttığını ve en nihayet, tabiatın deniz kadar muazzam bir unsuru olan ormanın muğlak, ihtiraslı hayatını, kımıldanışların zeki bir aydınlık içinde görüyoruz".

Sabahattin Ali, af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan sonra, özellikle Varlık dergisinde yayımladığı "Kanal", "Kırlangıçlar", "Arap Hayri", "Pazarcı", "Kağnı" (1934 - 1936) gibi öyküleriyle dikkati çekmiştir.

Sabahattin Ali Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırmıştır. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirmiş, aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirmiştir.

1937'de yayınlanan Kuyucaklı Yusuf romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biridir.

Sabahattin Ali'nin halk şiirinden esinlenerek yazılmış şiirlerini içeren Dağlar ve Rüzgâr (1934) adlı kitabı yazın çevrelerinde ilgi uyandırmış, örneğin Yaşar Nabi, Hakimiyeti Milliye'de şu övücü satırları yazmıştır: "Bu kitabın mümeyyiz vasfı halk edebiyatı tarzında bir deneme teşkil etmesidir. Sabahattin Ali'nin tecrübeli muvaffak neticeler vermiş. Ve bize, şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış olduklarını hissetirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz samimi edayı tattırabiliyor. Komplike imajlardan kaçınılmış olması, bu şiirlere büyük bir sadelik vermiş." Ancak, Sabahattin Ali, bu kitabından sonra şiirle ilgilenmemiş, sadece öykü ve roman yazmıştır.

'Leylim Ley', 'Aldırma Gönül' gibi halk dilinden yararlanarak yazdığı şiirler herkes tarafından bilinir.

Sabahattin Ali, Varlık'ta Esirler adlı üç perdelik bir oyun da yazmış (1936), ancak bu türü de bir daha denememiştir.

Sabahattin Ali Kitapları - Eserleri

Sabahattin Ali Alıntıları - Sözleri

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır