bir ben var benden içeri mevlana / Bir Ben Vardır Bende - Yunus Emre

Bir Ben Var Benden Içeri Mevlana

bir ben var benden içeri mevlana

YUNUS EMRE

 

Yaşamı destanlaştıran halkın sevgilisi ozan, bir aşık, bir alevi-betkaşi dervişi, bir mutasavvıf, ulu bir kişi Yunus Emre. Doğum tarihi 1230-1249 arası. Doğduğu yer bilinmiyor. Ölümü de 1320 ya da 1321

   Bir kıtlık senesinde Yunus Emre, Suluca Karacahöyükteki (Hacı Bektaş) Hacı Bektaş Veli’ye başvurur. Hacı Bektaş sordurur. “Buğday mı ister, himmet mi ister”. Yunus buğdayı seçer. Yola çıkar ama, bir müddet sonra vazgeçer, geri gelir. Himmet talep eder. Hacı Bektaş Veli, o geçti. Himmetin anahtarını Taptuk Emre’ye verdim. Git nasibini ondan al der.

   Yunus, kulaya yakın bir yerde oturan Taptuk Emre’ye varır, onun dervişi olur, 40 yıl odun taşır.

   Gün gelir oradan ayrılır, kendisinden yaşlı Mevlana’yı Konya’da ziyarete gider. Mevlana onu ağırlar, okuması için mesnevisini verir. Yunus dikkatlice inceler mesneviyi.

   Mevlana sorar, nasıl buldun diye. Yunus Çok uzun yazmışsın. Ben olsam ete kemiğe büründüm, yunus diye göründüm derdim. Birbirini beğenen, takdir eden iki ulu çınar.

   Mevlana Manevi konaklardan hangisine vardıysam, bir Türkmen kocasının izini önümde buldum, onu geçemeden der Yunus Emre için.

   Yunus, iyi bir eğitim almış derin, din ver tasavvuf bilgisi olan, bir kişi. Tanrı, insan sevgisini, tasavvufu, güzel-arı bir dil, ince düşünce, sıcak duygularla işlenmiş. Kolay bir söyleyiş, en zor en karmaşık hakikatları, herkesin anlayacağı sade bir dilde edilmiş. Şiirlerinde; sevgi, ümit, inanç, iç içe. Nefesleri, şiirleri çok beğenilip söylenmiş ki, bugünlere kadar gelerek ölümsüzleşmiş.

   Bektaşilerin yedi ulularından biri Yunus Emre. Ayrıca Türk dilinin, Türk şiirinin kurucularından da Bektaşiler, Kızılbaşlar arasında ünü çok büyük Bektaşiler törenlerinde onun ilahileri nefesleri hep okunur.

   Kaygusuz Abdal, Hacı Bayram Veli, Pir Sultan Abdal, Aşık Veysel, Karacaoğlan onun izleyicileri, Mevlevi şiirlerinde, Cumhuriyet dönemi şiirlerinde de, Yunus Emre’nin etkileri, izleri mevcut.

   1320 ya da 1321’de ölen Yunus Emre’nin Anadolu’da bir çok mezarı var. En görkemlisi Mihaliç’in Sarı Köyündeki anıt mezarı.

   Ünü sınırlarımızı aşmış, uluslar arası düzeye erişmiştir. Unesco tarafından Yunus Emre toplantıları düzenlenmesi bunun açık bir kanıtıdır. Yunus Emre, evrensel değerimiz, gurur kaynağımız.

Yunus’un yolu tasavvuf yolu, hak ve hakikatin yolu, Allah’a kavuşmanın yolu. Tasavvufta insan gönlü, Allah’ın tecelli ettiği, ilahı sırların çözüldüğü, bu sırların hissedildiği yer. Demek ki Allah, insanın dışında değil, içinde. İnsan devamlı içine dönüp Allah’ı orada aramalı, başka bir yerde Yunus, bunu bir ben var benden içeri, diyerek dile getirmiş.

Yunus, neye baksa, nereye baksa hep Allah’ı görmekte. Yüce yaradan her an ve her yerde, hazır ve nazır.

   Dağlar ile taşlar ile/ Çağırayım Mevlam seni

   Seherlerde kuşlar ile/ Çağırayım Mevlam seni

Gök yüzünde İsa ile/ Tur dağında Musa ile

   Elimdeki asa ile/ Çağırayım Mevlam seni

   Şol cennettin ırmakları/Akar Allah deyu deyu

   Çıkmış İslam bülbülleri/ Öter Allah deyu deyu

Gönlü, hep tanrı sevgisiyle dolu Yunus’un.

   Aşkın aldı beni benden/ Bana seni gerek, seni

   Ben yanarım dünü günü/ Bana seni gerek, seni

   Ne varlığa sevinirim/ Ne yokluğa yerinirim

   Aşkın ile avunurum/ Bana seni gerek, seni

   Ölüm gerçeğini nede güzel anlatıyor.

   Mal sahibi, mülk sahibi/ Hani bunun ilk sahibi

   Mal da yalan, mülk de yalan/ Gel sende biraz oyalan

   Ana rahminden geldik Pazar

   Bir kefen aldık, döndük mezara

   Sana ibret gerek ise/ Gel göresin bu sinleri

   Ger taş isen, eriyesin/ Bakıp görecek bunları

   Şunlar çoktur malları/ Gör nice oldu haller

   Sonucu bir gömlek giymiş/ Onun da yoktur yenleri

   Hani mülke benim diyen/ Köşk-ü saray beğenmeyen

   Şimdi bir evde yatarlar/ Taşlar olmuş üstünleri

   Bunlar bir vakit beyler idi/ Kapıcılar korlar idi

Gel şimdi gör, bilmeyesin/ Bey hangidir, ya kulları

   Ne kapı vardır giresi/ Ne nimet vardır yiyesi

   Ne ışık vardır göresi/ Dün olmuştur gündüzleri

   Bugün senin dahi Yunus/ Benim dediklerim kala

   Seni dahi böyle ede/ Nitekim etti bunları

   Onun için her şeyin esası sevgi. Aşk gelecek, her eksik tamam olur diyor.

   Ruhların, canların ölümsüzlüğünü de şöyle anlatıyor.

   Ten fanidir, can ölmez/ Çün gitti geri gelmez

   Ölür ise ten ölür/ Canlar ise değil

   İnsan gönülsüz olmalı diyor Yunus.

   Dövene elsiz gerek/ Söğene dilsiz gerek

   Derviş gönülsüz gerek/ sen derviş olamasın

   Bir kez gönül yıktın ise/ Bu kıldığın namaz değil

   Yetmiş iki millet dahi/ Elin yüzün yumaz değil

Ak sakallı bir hoca/ Hiç bilmez kim hal nice

   Emek vermesin hacca/ bir gönül yıkar ise

……………………………………………………………………………………

   Derviş dedikleri/ Hırka ile taç değil

   Gönlünü derviş eyleyen/ Hırkaya muhtaç değil

   Yunus için atılacak ilk ve önemli adım insanın kendini bilmesidir.

   İlim, ilim bilmektir/ İlim kendini bilmektir,

   Sen kendini bilmesen/ Bu nice okumaktır.

   Dili kullanmanın nedenli önemli olduğunu şöyle anlatıyor.

   Söz ola kese savaşı/ söz ola, kestire başı

   Söz ola ağulu aşı/ Bal ile yağ ede bir söz

   Ondaki hoşgörü anlayışı mistisizm kokmakta

   Elif olduk ötürü/ Pazar eyledik götürü

   Yaradılanı hoş gördük/ Yaradandan ötürü

   Alçak gönüllülüğe de şöyle değinmiş

   Yol odur ki doğru vara/ Göz odur ki hakkı göre

   Er odur ki alçakda otura/ Yüceden bakan göz değil

   Kin tutmayı hiç sevmiyor

   Adım miskindir bizim/ Düşmanımız kindir bizim

   Biz kimseye kin tutmayız/ Kamu alem birdir bizim

   Türk tasavvufunu dünyaya tanıtan hoşgörü ustası bu evrensel değerimizle, ne kadar övünsek azdır. Yunus’a çok şey borçluyuz.

Bir Ben Var Benden İçeri / Arif Gökhan RAKICI

Ünlü Matrix serisinin ilk bölümünde kahinin Neo’ya mutfağının duvarında asılı olan “Nosce te ipsum (kendini tanı)” yazısını göstererek anlatmaya çalıştığı şey neydi acaba? Neden en güçlü insan kendini en iyi tanıyan insandır? Atatürk neden, “Eğer bir millet büyükse kendisini tanımakla daha büyük olur” demiş. Ya da ne güzel söylemiş Mevlana: “Canında bir can var o canı ara…ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara”

Eğitim ve danışmanlık hizmetlerimiz sırasında, özellikle iş hayatlarının başındaki katılımcılarımızın kariyer gelişimleriyle ve planlamalarıyla ilgili bizlere sorular sorup tecrübelerimizden yararlanmak istemeleri sıklıkla karşılaştığımız bir durum. Ancak, aslına ve idealine bakacak olursak bizler kariyer planlaması yapmaya başladığımız anda birçok şey için de artık biraz geç kalınmış oluyor bir bakıma. Bu açmazı bir kenara bırakacak olursak, başarılı bir kariyer gelişiminde her şey öncelikle kişinin kendini tanımasından geçiyor. Kişinin yeteneklerini bilmesi, neyi yapabileceğinin ve neyi yapamayacağının farkında olması, ne yapmaktan hoşlanacağına ve neyi yapmaktan hoşlanmayacağına tamamen hakim olması ya da hayattan ne istediğine dair kafasında net bir cevaba sahip olması sanıldığının aksine çok da kolay bir şey değil kanımca. Kahinin Neo’ya, Atatürk’ün bizlere ve Mevlana’nın da herkese anlatmaya çalıştığı da buydu sanırım: Kendini bilebilmek. 

İş dünyasına dönecek olursak, hiç şüphe yok ki kişinin kendi karakteri ve yapısı için doğru yani uygun olan bir bölümden mezun olması çözüm için önemli bir anahtar. Okumak istediği bölümün “popülerliğinin” ya da en azından imajının büyüsüne kapılıp beceremeyeceği ya da sevmeyeceği bölümlere doluşup sonra da mutsuz bir şekil de mezun olan çok insan var iş dünyamızda. Çünkü öğrenciler daha lise yıllarındayken becerebilecekleri değil o günün şartlarına göre revaçta olan bölümlerde okumayı tercih ediyorlar, sonuç da hüsran oluyor tabi. Üniversiteler her yıl yığınla mutsuz mezun veriyor, bu da doğal olarak çok ciddi bir iş gücü ve sermaye kaybına neden oluyor. Binlerce insan istemedikleri meslek kollarında çalışmak durumunda kaldığından iş yerindeki performanslar vasat olmaktan öteye gidemiyor. Bunun önüne geçmenin yollarından biri de Sabancı Üniversitesi’nin uyguladığı öğretim modeli. Öğrencilerin üniversitedeki ilk iki yıllarında mesleki ayrımı yapılmıyor, sadece sayısal ve sözel olmak üzere iki anadal mevcut (Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi ile Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi), daha sonrasında ise öğrenciler istedikleri mesleği seçip mezun oluyorlar, böylece de hem sevdikleri hem de daha önemlisi becerebildikleri bir mesleğe sahip oluyorlar.

Mutlu ya da mutsuz, üniversiteden mezun olduktan sonra ise “doğru işe doğru insan” ilkesi devreye giriyor. Bu noktada işe alım yapan insan kaynakları yetkilisinin becerisi çok hayati bir öneme sahip şüphesiz. Balık baştan kokar misali bu iki temel köşe taşı eğer yerinde değilse bundan sonraki süreç oldukça sancılı geçebiliyor. Şayet biraz azimliyseniz er veya geç olmanız gereken yeri buluyorsunuz fakat bu bazı durumlarda oldukça yıpratıcı olabiliyor. Eğitim ve danışmanlık faaliyetlerimiz boyunca gerek maddi açıdan gerekse kariyer açısından zirvede olduğu halde mutlu olmayan birçok insanla karşılaşıyoruz. Ne yazık ki, istediğimizi sandığımız şeyin aslında o olmadığını o şeye sahip olduğumuzda anlıyoruz bazen. Bu anda da artık çok geç kalınmış oluyor ve devreye hemen emeklilik hayalleri ve yapılacaklar listesi giriveriyor. Her şeyi ertelediğimiz gibi bunu da erteliyoruz. İş hayatındaki birçok kişinin diline pelesenk olan, “Emekli olunca bir kafe açacağım kendime” sözü aslında bu psikozun klasikleşmiş bir yansıması değil mi?

Sorularla başladık sorularla devam edelim, kariyer hedeflerimizi nasıl belirlemeliyiz? Bu biraz hayatta neler yapmak istediğiniz ve nelere ulaşmak istediğiniz ile ilgili bir soru. “Hayattan istediğiniz üç şey” sorusu sorulduğunda herkesin verdiği cevap: “Önce sağlıktır, daha sonra da iyi bir iş ve iyi bir eş”. Verilen cevaptaki ikinci kısım bir açıdan bizim için belirleyici, yani biz ikinci sıraya iyi bir işi mi yoksa iyi bir eşi mi koyuyoruz. Bu değişken bir tercih olabiliyor, hem kişiler arasında hem de kişinin kendinde zaman içerisinde. Kariyer hayatının başında olan biri için iyi bir iş daha önemli olabilirken ilerleyen yıllarla birlikte kimi zaman iyi bir eş daha ön plana çıkabiliyor. Kariyer hedefimizi belirlerken büyük resim anlamında çok zor da olsa bu soruya biraz olsun cevap verebilmiş olmamız gerekir, daha sonra keşke dememek için en azından. Merdivenin en üst basamağına geldiğimizde merdiveni aslında yanlış duvara dayadığımızı fark edersek yapacak pek de bir şey kalmamış olabilir, unutmamak gerekir.

Özele ve detaya inecek olursak işe önce kendimize 20 yıl sonra nasıl bir yerde olmak istediğimizi sorarak başlayabiliriz, kendimizi bir CEO olarak mı hayal ediyoruz yoksa kendi küçük işinin patronu olmuş bir girişimci mi, yoksa hayır işlerine kendini adamış vergi rekortmeni bir sanayici mi? Bu konuda bir cevaba ulaşabilmişsek artık bir planlama yapmanın vakti gelmiş demektir. Bizi bu hedefimiz doğrultusunda yükseltebilecek sektör ve şirketler hangileri? Bu konuda biraz araştırma yapmak gerekecek. Örneğin, akrabalık ilişkilerinin kuvvetli ve belirleyici olduğu bir patron şirketinde yükselmek kişisel ilişki kurabilme beceriniz zayıf olduğunda biraz daha zor olabiliyor, kurumsal şirketlerin ise başka dezavantajları var şüphesiz. Bu noktada detaylı bir analiz yapmak neyi becerebileceğimizi ve istediğimizi iyi tespit etmemiz gerekir. Sektör ve firma belirlendikten sonra hangi pozisyonu seçeceğimize sıra geliyor. Kendimizi tanıdığımızı varsayarsak, diğer birçok şeyi göz ardı ederek (ör: maaş avantajı) başarılı olabileceğimiz bir departmandan şirkete girmemiz faydalı olacaktır. Eğer bu saydıklarımı biraz olsun uygulamaya koyabilirsek şunu göreceğiz ki ilerleyen zamanla birlikte, kariyer gelişimimiz istediğimiz yönde ve şekilde olacaktır. 

Bir diğer konu da fırsatları doğru değerlendirmek. Kariyer planlamamız için karşımıza çıkan fırsatları çok iyi değerlendirmek gerektiği şüphesiz ancak sadece pozisyon avantajı getirdiği için de çok sık iş değiştirmek pek verimli olmayabiliyor. Ayrıca bu durum çok sık oluyorsa o zaman bir yerlerde sorun var demektir, bu yeni bir iş başvurusu yaptığınız zamanda da bir sorun teşkil edebilir sizin için, çünkü karşınızdaki “işe alımcı” acaba çok uyumsuz biri mi de böyle sık sık şirket değiştirmiş diye düşünebilir ister istemez. Vurgulamak istediğim, derinlemesine bir kariyer gelişimi için sık yapılacak şirket veya sektör değişikliği bir dezavantaj olarak da karşımıza çıkabilir, dikkatli davranmak gerekir. Öte yandan, şöyle de bir gerçek var ki, Yeni eğilimlere (trendlere) paralel olarak, çok yönlü ve yenilikçi kişiler iş dünyasında artık daha önce hiç olmadığı kadar rakiplerinden önde. Sektörler arasındaki eski kalın ayrım çizgileri artık iyice ortadan kalktığı için farklı sektör ve şirket deneyimi olan disiplinler arası çalışanlar öne çıkıyor artık. Bir başka deyişle çok yönlülük ve kendini sürekli ve hızlı geliştirebilme günümüzde bir hayli önemli hale geldi. Departmanlar arasında geçiş yapabilen çok yönü bir yedek oyuncu gibi farklı görev ve pozisyonlara süratli şekilde adapte olabilen deyim yerindeyse ”İsviçre çakısı” modeli çalışanlar iş dünyasının aranan insanları oldu, çünkü günümüz iş koşulları bunu gerektiriyor artık. Bu noktada da sürekli öğrenme yaklaşımı karşımıza çıkıyor. Her insan artık öğrenmek için kendini bir zaman ve yer kısıtlamasından kurtarmak zorunda. Çalışan herkes her fırsatta ve her yerde kendini geliştirmeyi düşünmeli, bunu kendine bir düstur edinmeli diye düşünüyorum. Kişi “ben bu bilgiyi ya da bu yetiyi nerede kullanacağım 3 ki?” sorusunu kendine hiç sormadan öğrenmeye meraklı olmalı, bilgi birikimine sürekli bir şeyler katıyor olmalıdır, kendi çalıştığı sektör dışındaki sektörlere de ilgi duymalı oradaki gelişmeleri de yakından takip etmek için en azından gayret sarf etmelidir. Her ne kadar günlük iş rutinleri içerisinde sıkıştığımızı ve zamanımızın olmadığını düşünsek de aslında fırsatlar sürekli karşımıza çıkmakta, tek sorun bizim bunları birer fırsat olarak algılayamıyor olmamız. Unutmamak gerekir ki, bugün artık bilgiye ulaşmanın maliyeti neredeyse “0”. Bu nedenle artık bu bilgiyi doğru yada işe yarar bir şekilde yorumlayabilmek önemli hale geliyor. Bunun olabilmesi için de kişinin çok yönlü olması bir lüks değil zaruret.

Ülke olarak deyim yerindeyse köşeye sıkıştığımız şu günlerde İnovasyonun (Yenilikçiliğin) önemi her geçen gün daha çok anlar ve hisseder olduk çünkü artık her ürün ve hizmet birbirine benzemeye başladı, hemen her şey artık üç aşağı beş yukarı aynı. Artık farklı bakış ve tasarım yeni bir trend oldu. Bir şekilde farklılaşmayı yakalamak iş dünyası için artık çok ama çok daha önemli. Tüm sektörlerdeki üst düzey yöneticiler yenilikçiliğin önemini vurguluyor ve her fırsatta dile getiriyor olsa da iş icraata gelince performans ister istemez biraz düşüyor, deyim yerindeyse mikrofon karşısında mangalda kül bırakmayan yöneticiler işin mutfağına girdiğinde yenilikçiliğin hiç de öyle kolay bir şey olmadığının farkına varıyor ve sessizce odalarına geri dönüyor. Sonuç olarak da ülkemizin ithalat ve ihracatı arasındaki ithalat lehine olan uçurum ise olduğu gibi duruyor ne yazık ki.

Soruyla başladık soruyla da bitirelim: İş dünyasında ne gibi fırsatlar mevcut şu günlerde?. Alın size bir fırsat, kariyer planlamanızda yenilikçiliği göz önünde bulundurun ve yenilikçilik üzerine kendinizi geliştirin, inanın pişman olmazsınız.

A.Gökhan RAKICI
Kasım 2008




Makaleyi indir

Eş Benlik Perspektifinden Yunus Emre’yi Okumak: Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri Çiğdem AKYÜZ ÖZTOKMAK* ÖZ Yunus Emre, XIII. yüzyılın savaşlarla geçen atmosferinde geniş kitle- lere umut aşılayan sanatsal üretimleri ile çağdaşı mutasavvıf şairlerin aksine lirizmini, yabancı unsurlardan uzak, Türk dilinin ve kültürün en saf hali ile kurar. Kadim Türk bilgeliğini sufiyane bakış açısıyla birleş- tirmesi, daha yaşadığı dönemde takipçileri ve taklitçileri olmasını, da- hası şöhretinin günümüzde yereli aşarak evrensel bir boyuta ulaşmasını sağlar. Yunus Emre, çağları aşan sanatı ve üslubu ile Türk kültürünün ve yazınının zamansız şahsiyetlerinden biri hâline gelir. Sanatını ev- 21 reni, insanı, varoluşu ve var edeni idrak etmek üzerine ören Yunus, bu girift kavramların öncesinde kişinin kendi benliğinin farkına varması gerekliliğini kavrar. Eserleri irdelendiğinde Yunus’un bu bakış açısıyla birincil olarak kendine odaklandığı ve kendilik bilinci geliştirdiği gö- rülür. İçine yönelen Yunus, “ete-kemiğe bürünmüş” görünen/bilinen varlığı dışında başka bir varlığı daha olduğunu keşfeder. Modern psi- kanaliz çalışmalarında bu keşif, “öteki ben” (alter ego), “ikili yansıtma” (double projection) ve “eş benlik” (double) olarak adlandırılır. İlkel toplulukların ruh, gölge ve aynaya yansıyan görüntüye yükle- dikleri anlam, bireyin fizik varlığı dışında açıklama ihtiyacı duyduğu ontik bir alanın varlığına işaret eder. Genel olarak “eş benlik” adı al- tında tanımlanabilecek olan bu kavrayış, modern psikanaliz çalışmala- rında kişinin fizik varlığının dışında keşfettiği iç benliğini işaret eder. Eserlerini asırlar önce meydana getiren Yunus Emre’nin de sıklıkla bu fenomene atıflar yaptığı düşünülür. İnsanın kaotik yapısını anlamaya önce kendini tanımakla başlayan Yunus, içindeki öteki benlere yönelir. Yunus Emre’nin insanı merkeze aldığı ancak başka insanlardan bah- * Dr. Öğr. Üyesi, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Polatlı Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Ankara/Türkiye E-posta: [email protected], ORCID: 0000-0003-3749-4692, DOI: 10.32704/erdem.838412 Makale Gönderim Tarihi: 26.02.2020 * Makale Kabul Tarihi: 22.07.2020 * (Sanat ve Edebiyat Mk.) ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Çiğdem Akyüz Öztokmak setmek yerine kendisini eleştirdiği, kendisine öğütler verdiği, kendi aczinin farkında olduğu görülür. Bu felsefesini “bir ben vardır bende benden içeri” deyişi ile özetleyen Yunus, insanın yeryüzünde Tanrı’nın bir parçası olarak var olduğunu ifade eder. Asırlar sonra bilimsel litera- türe kazandırılan “eş benlik” kavramı, Yunus’un XIII. yüzyılda insanın kendilik algısına dair geliştirdiği felsefede açıkça gözlemlenir. Bu çalışmada, Yunus Emre’nin yaşamına ve eserlerine yansıyan tema- lardan birisi olarak “eş benlik” tespit edilmiş; menkıbevi anlatımlar ve manzumlar irdelenerek konu, “Tanrı zatında eş benlik” ve “kritik eden eş benlik” biçiminde iki alt başlıkta değerlendirilmiştir. Eş benlik pers- pektifinden Yunus Emre’yi okumak, onu güncel literatür ile ifade et- mek anlamını taşır ve insanın kendilik algısına dair geliştirdiği felsefe- yi açımlayarak onu anlamaya yaklaştırır. Böylelikle Yunus’un sanatının ve dehasının zamansızlığı vurgulanabilir ve Yunus’un sesinin modern zamana aktarılarak güncellenmesine katkı sağlanabilir. Anahtar Kelimeler: Yunus Emre, eş benlik, Tanrı zatında eş benlik, kritik eden eş benlik. 22 ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Eş Benlik Perspektifinden Yunus Emre’yi Okumak: Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri Understanding Yunus Emre From The Double Perspective: There Is An I Further Inside Me Abstract Yunus Emre, with his artistic productions, which gives hope to wide masses in the atmosphere of the war with the XIII. century, establishes his lyricism in the purest form of the Turkish language and culture, unlike his contemporary sufi poets. He combined ancient Turkish wisdom with a sufistic point of view that enabled him to have followers and imitators during his lifetime, moreover his fame has reached a universal dimension by transcending the locale. Yunus Emre becomes one of the timeless personalities of Turkish culture and writing with his art and style that goes beyond the ages. Knitting his art on realizing the universe, the human, the existence and the creator, Yunus realizes the need to realize one’s own self before these intricate concepts. When his works are examined, it is seen that Yunus focused primarily on himself and developed self-awareness with this perspective. Yunus discovers that there is another being apart from his visible / known entity “covered body with meat and bone” by focusing himself. In modern psychoanalytic work, this discovery is called “the 23 other self ” (alter ego), “double projection” and “double self ” (double). The meaning, attributed by primitive communities to the image reflected in the mirror, soul, and shadow indicates the presence of an ontic area that the individual needs explanation other than the presence of physics. This understanding, which can be defined as the common “double”, points to the inner self that one has discovered outside of the existence of physics in modern psychoanalytic studies. Yunus Emre, who created his works centuries ago, is often thought to refer to this phenomenon. Yunus, who started by understanding himself first to understand the chaotic structure of human, turns to the other self in inside of himself. It is seen that Yunus Emre took the person to the center but criticized himself, gave advice to himself, and was aware of his own weakness instead of talking about other people. Summarizing this philosophy with the phrase “there is an I further inside me”, Yunus states that human exists on earth as part of God. The concept of “double”, which was brought to the scientific literature after centuries, is clearly observed in the philosophy of Yunus’s philosophy developed by the individual about self-perception in the 13th century. In this study, as one of the themes reflected on the life and works of Yunus Emre, the “double” was determined; The subject was evaluated in two subtitles, namely “the equity double in God” and “the critical ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Çiğdem Akyüz Öztokmak double” by examining the epic narratives and poems about Yunus’s life. Reading Yunus Emre from the “the double” perspective, means expressing him with current literature and explains the philosophy that people have developed about self-perception and thus brings us closer to understanding the timelessness of Yunus’s art and genius. This can be emphasized and contributed to updating Yunus’s voice by transferring it to modern time. Keywords: Yunus Emre, the double, equity double in God, critical double. 24 ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Eş Benlik Perspektifinden Yunus Emre’yi Okumak: Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri Giriş X III. yüzyılda beyliklerin mücadelesine, dalga dalga gelen Moğol akınla- rının eklenmesiyle bir savaş yurduna dönen Anadolu’da, maddi değerle- rin yanında manevi değerler de zarar görür.1 Erk sahiplerinin dahi mevkile- rini korumak adına adaletsizliğe başvurduğu bu dönemde, sığınacak bir güç bulamayan Anadolu halkı, dışarıda kaybettiği huzuru, iç dünyasında arar. Bu dönemde bir yandan Anadolu’da yetişen alimler bir yandan Ahmet Yesevi’nin yetiştirdiği kolonizatör Türk dervişleri ve Moğol saldırılarından kaçarak Anadolu’ya göçen sufiler, kendi tariklerince halka Tanrı’nın kudreti, hayır- şer, benlikten, bencillikten sıyrılıp Tanrı mevcudiyetinde yok olmak (fena/ fenafillah) gibi sufiyane konuları anlatırlar. Tanrı’nın iradesine teslim olmayı öğütleyen bu görüşler, mutsuz ve ümitsiz toplulukları teselli eden bir ışık hü- viyeti kazanır. Nitekim bu çağda tasavvuf cereyanı, Ahmediler, Kâzerunlar, Mevlâna âşıkları, Kalenderiler, Haydariler, Babâiler, Câmiler, Alp Erenler, Gaziyan-ı Rumlar gibi pek çok zümre ve bu zümrelerin içlerinden yetişen sufilerle çoğalıp gider (Gölpınarlı 2009: XVII). XIII. yüzyılda edebi literatür ise daha çok Arap-İran tesirinde, vahdet-i vü- 25 cut felsefesini2 aktaran eserlerle gelişir. Dinî akideleri yaymayı amaçlayan bu çalışmalar, halk kitlelerince içerik, dil, üslup ve şekil bakımından yabancı bulunur ve benimsenmez. Halkın asıl ilgi gösterdiği, dinî-millî kahramanlık menkıbelerini anlatan sanatlı söyleyişler olur (Köprülü 2003: 242-243). Eser- lerini daha çok Farsça yazan Mevlâna Celaleddin Rumi ve Ahmet Yesevi’nin yolundan giden Hacı Bektaş Veli’nin de tasavvufi verimlerinin duyulduğu bu manevi ve edebi ortamda diğer sufilerin aksine halkın millî zevk ve duyuşuna hitap eden, yabancı unsurlardan uzak, Türk dilini ve ananesini yansıtan bir derviş olarak Yunus Emre belirir. Yunus Emre’nin hayatı hakkında güvenilir belgeler bulunmamakla birlikte bazı tezkirelerde, menkıbelerle sınırlı anlatımlar mevcuttur. Yaşamının kro- nolojik verileri günümüze ulaşmasa da (Tatçı 1990: 14; Köprülü 2003: 248; Baykara 2012: 15) daha XIV. yüzyılda Âşık Paşa gibi tarihlerden başlayarak Şakâyık, Tâcü’t-Tevârih, Nefahât tercümesi, Künhü’l Ahbâr ve daha sonra- ki tarih ve hal tercümesi kitaplarında büyük bir mutasavvıf olarak zikredilir (Köprülü 2003: 262-263). Hakkında aktarılan en yaygın anlatı, Bektaşi men- 1 Geniş bilgi için bkz. Jean-Paul, Roux (2001). Moğol İmparatorluğu Tarihi. İstanbul: Kabalcı Yayınları. Eserin 300-302 sayfalarında XIII. yüzyıl Moğolların Anadolu seferi anlatılır. 2 Geniş bilgi için bkz. Ekrem, Demirli (2012). “Vahdet-i Vücut”, İslam Ansiklopedisi. C.42: İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 431-435. ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Çiğdem Akyüz Öztokmak kıbesidir. Bu menkıbeye göre Yunus Emre, buğday istemek için geldiği Hacı Bektaş Veli’nin dergahında kendisine teklif edilen nefesi önce reddedip sonra pişmanlıkla kabul eder ve Hacı Bektaş Veli tarafından Tapduk Emre’nin irşa- dına gönderilir. Tapduk Emre, Yunus’u dergâhın odunculuğuna tayin eder ve bu görevi kırk yıl yerine getirdikten sonra Yunus Emre’ye icazet verir (Köp- rülü 2003: 245-248). Rüştünü ispatladıktan sonra il il dolaşarak manzumlar söyleyen Yunus’un bir menkıbeye göre de Konya’da Mevlâna ile görüştüğü belirtilir. Bahsi geçen görüşme, Yunus Divanı’nın Fatih nüshasında geçen be- yitlerde şu şekilde dile getirilir: “Mevlânâ Hudavendigâr bize nazar kılalı Anın görklü nazarı gönlümüz aynasıdır ……. Mevlânâ sohbetinde saz ile işret oldu Ârif ma’nîye daldı çün biledir ferişte” (Gölpınarlı 2009: XXVI) Türkçeyi, yabancı unsurların tesirine girmemiş hâli ile sanat diline dönüştü- ren Yunus, halkın kendini ifade etme gücünü yansıtır. Yunus Emre’nin sa- 26 natının ve yaşamının oluşturduğu güçlü kişilik ile henüz yaşadığı dönemde dahi takipçileri ve taklitçileri oluşmaya başlar. Bu durumun bir sonucu olarak Yunus Emre, bir kişiden ziyade bir ekolü tanımlar hale gelir. “Yunus tarzında söylemek” ortak noktasında buluşan bu âşık/dervişler, bu okulun mümessil- leridir.3 Bununla birlikte Yunus Emre’nin kendi döneminin sınırlarını aşarak aktüel zamanı yakaladığından ve bugün dahi uluslararası bir ilgiye matuf ol- duğundan söz edilebilir. Aktarılanlara göre 82 yıl ömür sürdüğü düşünülen Yunus Emre (Gölpınarlı 2009: XXVII), bu dünyadan göçtükten sonra da birçok yerde makama ve mezara izafe edilerek takdis edilir. Vefatının ardından şiirlerinin yer aldığı Divan ve mesnevi şeklinde yazdığı nasihatleri içeren Risâlet’ün Nushiye isimli iki eser bırakır. Eserlerinde insan-ı kâmil olma yolunu, kişinin kendini aşarak ebedî benliğini bulması olarak tanımlayan Yunus Emre, yaşamın gayesinin Tanrı aşkına erişmek olduğunu belirtir (Güzel 1991: 4). Mutasavvıf bir eday- la dünyayı gören ve gösteren Yunus Emre, eserlerindeki temaların özgünlüğü yanı sıra dilin en saf, doğal ancak ifade gücü yüksek (sehl-i mümteni) yönünü kullanarak Türkçenin lirik yapısını ustalıkla işler. 3 Yukarıda bahsi geçen durumdan ötürü, Yunus Emre’ye ait olduğu düşünülen şiirler, farklı kaynaklar taranarak çalışmaya konu edilmiştir. “Gerçek Yunus Emre’ye ait şiirler hangileridir?” veya “Yunus Emre taklitçilerine ait şiirler hangileridir?” gibi bir sorunsal, bu çalışmanın konusu değildir. ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Eş Benlik Perspektifinden Yunus Emre’yi Okumak: Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri Tanrı aşkını, vahdet-i vücut felsefesi ile harmanlayan Yunus’un eserleri ve düşünceleri, geçmişten bugüne pek çok araştırmanın konusu olmuştur. Yu- nus Emre’nin ifadelerindeki derinlik, modern okuma biçimleriyle yeniden anlamlandırıldığında farklı katmanları ortaya çıkaracak imkanlar dünyası sunar. Yunus’un garip bir derviş görünümünde geçirdiği düşünülen hayatı, bir dehaya dönüşen sanatı ile modern zamanları dahi etkiler. Bu kavramsal çerçevede, kendisinden çağlar sonra belirginlik kazanıp bir bilim termino- lojisine dönüşen eş benlik teriminin de Yunus Emre’nin şiirlerinde işlenen ana temalardan biri olduğu düşünülür. Yunus Emre’nin eserleri, bu perspektif ile irdelendiğinde XIX. yüzyılda literatüre giren eş benlik kavramına sıklıkla atıflar yapıldığı görülebilir. Bu bakımdan Yunus’un eserlerinde eş benlik tema- ları irdelenerek temel mesajlarını, modern literatür ile açıklamak ve bu yolla geçmiş ile bugün arasındaki tarihsel mesafenin kapatılmasına katkı sunmak mümkündür. Eş Benlik Kavramının Gelişimi ve Mahiyeti İlk çağlardan itibaren varlığın metafizik bir boyutu olup olmadığı sorunsalı rüya deneyimi ile ilişkilendirilir. Rüyanın, beden uykuda iken kişinin bilişsel 27 boyutu ile başka zaman ve mekân deneyimleri yaşayabilmesine olanak sağ- laması, varlığın yalnızca fizik boyutu olmayacağı düşüncesini doğurur. Antik dönemlerden süregelen söz konusu merak, başta Freud olmak üzere araştır- macıları rüya fenomenini derinlemesine incelemeye iter. Freud, yeni uyanan kişinin, düşlerin başka bir dünyadan geldiğini değil sanki kendisini başka bir dünyaya götürdüğünü varsaydığını ileri sürer (1996: 61). Bu psikanaliz ince- lemeden çok önceleri benzer düşüncelerle insan, görünen/bilinen varlığı yanı sıra bedene ihtiyaç duymayan bir başka varlığı olabilme ihtimalini keşfeder. Psikanalizle elde edilen iç görüler, kültürün daha ilkel düzeylerinde, rüya gör- me deneyiminden yola çıkılarak yaşayan benin, ölümden sonra da var olabi- leceği inancına kanıt olarak değerlendirilir (Rank 2016: 134). Bu durumun bir sonucu olarak insanın spritüal boyutunu işaret eden ruh kavramı belirir. Ölümü sonsuz bir yok oluş olarak kabul etmek istemeyen insan, gittikçe artan gerçeklik deneyimiyle birlikte, varlığı tinsel bir kavrama dönüştürür. Ruhun bir cisimden mahrum olması, kişinin fizik yansıması olan gölgenin ruh ile ilişkilendirilmesi sonucunu doğurur. Kişiden ayrılamayan gölge, ilk insanın aynada kendi yansımasını görmeden önce ruhunun ilk tecessümle- rinden birine dönüşür. Yabaniler, ruhun cam, su, portre ya da gölgenin ye- niden ürettiği imgede olduğuna inanır. Kamerunlular da ruhlarını güneşte ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Çiğdem Akyüz Öztokmak gördüklerini iddia ederler. Bu kültürel verilere dayanarak halk bilimciler, göl- genin insan ruhuyla eş değer kabul edildiği konusunda hemfikirdir (Rank 2016: 98-101). Bu bilgiler çerçevesinde ruhun, kişinin yansıyan görüntüsü, özellikle gölgesi ile ilişkilendirilerek soyut ve kavranması nispeten zor duru- mundan somutlaştırılarak uzaklaştırıldığı gözlenir. Aynayı keşfeden insanoğlu ise aynaya yansıyan görüntüsüne bir anlam yük- leme ve onu açıklayamadığı girift hallerinin kaynağı olarak izah etme yoluna gider. Benzer şekilde suya yansıyan görüntüsüne âşık olan Narkisos’un du- rumu da bu bağlamda değerlendirilebilir. Genel bir tanımlama ile kendini beğenme olarak ifade edilebilen narsisizme kaynaklık eden söz konusu mitik anlatı, Otto Rank’ın eş benlik kavramını geliştirmesine önemli katkılar sunar. Zira konu üzerine çalışan Tymms, Rank’ın eş benlik temasını, Freud’un nar- sisizm kuramı üzerinde temellendirdiğini ileri sürer (1949: 40-41). Rank’ın çalışmaları da bu savı destekler niteliktedir. Narsisizm kavramını Rank 1911’de (jgii) ilk kez bir psikanalitik çalışmada kullanarak kibir ve kendine hayranlık gibi ruhsal fenomenlerle açıklarken bir dönem birlikte çalıştıkları Freud da ilkel insanın doğasında var olan ancak modern insanın bastırma- ya çalıştığı yönleri, narsisizm ile açığa çıkardığını öne sürerek kavramı, bire- 28 yin libidosunu dış dünyadan soyutlayarak kendi benliğine yöneltmesi olarak tanımlar (1964: 3). Bu bağlamda eş benlik kavramının, kendine âşık olan Narkisos’un durumu üzerine temellendirilen narsisizm ile ilişkili mitik bir anlatıdan mülhem geliştiği düşünülür. Bunun yanı sıra eş benlik rüya, gölge/ yansıma ve ruh kavramları etrafında şekillenir ve bu kavramsal çerçevenin imkanları içerisinde tanımlanır. İlk insanın inancından modern insanın yaşamına süregeldiği düşünülen eş benlik kavramının, özellikle edebi metinlerde sıklıkla işlenen bir imge olduğu görülür. Konu ile ilgili ilk araştırmaları yapan ve eş benlik kavramını irdeleyen iki çalışma, Otto Rank ve Ralph Tymms tarafından kaleme alınır. Her iki çalışma da konuyu edebî metinler üzerinde irdeler ancak Rank (The Double: A Psychoanalytic Study 2011/Eş Benlik: Bir Psikanaliz Çalışması) bu kavramı geliştirirken psikanalitik bir yaklaşımla folklorik, etnografik ve mitik gele- neklerden istifade ederken Tymms’ın eseri, (Doubles in the Literary Pschology 1925/Edebiyat Psikolojisinde Eş Benlikler) psikanalitik bir çalışma olmaktan ziyade edebiyat tarihi araştırması özelliği taşır ve kültürel kanıtları birincil kaynaklar olarak kabul etmez. Her iki çalışma da edebî/sanatsal eserlere yo- ğunlaşarak insanın, anlama eylemini başta kendini anlayarak gerçekleştire- bileceği evrensel görüşünü güçlendirir. Bu çalışmada da sanatsal üretimleri ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Eş Benlik Perspektifinden Yunus Emre’yi Okumak: Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri ile felsefesini betimleyen Yunus Emre’nin seçilmesinin nedeni, insanın varlık algısına dair kendiliğin kendilikle ilişkisi sorununu ele alması bağlamında eş benlik kavramına (bu kavram henüz onun yaşadığı çağda kullanılmasa da) eserlerinde ustalıkla yer verdiğinin düşünülmesidir. Yunus Emre ve Eş Benlik(ler) İlkel insanda kişi ve onun gölgesi şeklinde tezahür eden anlayış, modern in- sanda kendini ebedîleştirebilmesine olanak tanıyan eş benlik olarak görülür. Eş benlik kavramı, manevi değerlerin gelişimi ile kişi ve ruh şeklinde bir ikizliğe, ölümü ve ölümsüzlüğü kapsayan, kişinin ruhani ikizi olan dolayısıyla sanatındaki ölümsüzlüğü sarsılmaz bir biçimde yansıtan sanatçıya dönüşür. Aynı zamanda kişinin kendisiyle ve başkalarıyla çatışmasını; benzeme ve farklı olma arayışı arasındaki çatışmayı vurgular. Bu çatışma, bir fani olarak güçsüzlükleri ile beliren fiziksel eş benliğin reddedilmesi lehine ruhani bir ikizin yaratılmasıyla sonuçlanır (Rank 2016: 11-12). Yunus, varlığın özünün, insanın bilinçli yanında yattığına inanır. Ona göre, insanın bilincinde yer alan iki varlık söz konusudur: birisi kendi varlığı, di- ğeri yüceliğine âşık olduğu Yaratıcı’nın varlığı. Bu bakımdan benlik bilinci- 29 ni Yaratıcı’nın zatından uzakta görmez ve bu durumu, dünya yaratılıp insan onda misafir edilmeden öncesine dayandırır. Ruh ile kavranan bu bilme du- rumunda insan, evrenden öncedir ve Tanrı’ya âşıktır (Çubukçu 1982: 71). Yunus, ruhun Tanrı kantından bir içerikle donandığının ve bu evrenin sınır- lılığının çok ötesinde bir boyutu olduğunun farkındadır. Bu bakımdan “ken- dini bilen” Yunus’un, şiirlerinde nasihatlerini kendi nefsine vermesi kendisini dışarıdan izleyen bir bakışla içindeki beni/benleri keşfettiğini gösterir. Yunus, varlığı, varoluşu tasavvuf felsefesi ile anlamayı ve anlatmayı seçer. Var olan ve var edeni birbirinden ayırmayan bu felsefi yaklaşım, Yunus epistemo- lojisini oluşturur. Bu epistemoloji içerisinde Yunus, öncelikle kendine odak- lanır ve içindeki diğer benliği keşfeder. Bu keşif, kendisinden çağlar sonra psikanaliz çalışmalarında öteki ben (alter ego), ikili yansıtma (double projec- tion) ve eş benlik (double) gibi isimlerle zikredilir. Eş benlik tanımı altında toparlanabilecek olan bu fenomen, Yunus Emre’nin şiirlerinin ana temala- rından birini oluşturur. Eserleri ve yaşamı incelendiğinde, Yunus’un kendi içerisinde gördüğü benliğini iki biçimde nitelediği düşünülür: İlki, kendisinin de bir parçası olduğu kadir-i mutlak “Tanrı zatında eş benlik”, ikincisi mü- kemmele ulaşmak için kendini sürekli “kritik eden eş benlik”tir. ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Çiğdem Akyüz Öztokmak Tanrı Zatında Eş Benlik Vahdet-i vücut felsefesi ile oluşturduğu sanatsal verimlerinde Yunus, Tanrı’nın insanı, kendi ruhundan üfleyerek yarattığını kabul eder. İnsan ile Tanrı’yı tek bir varlık olarak gösteren bu sufi metafiziğinde, evrende görünen-görünme- yen tüm varlıklar, aslında Tanrı’nın birer yansımasıdır. Tanrı, mutlak iyilik formunda her yerde, her şeyde ve her daim bulunmaktadır. Tanrı’nın ezelî ve ebedî kudreti, tüm evreni kaplar. Zira Yunus bir deyişinde: “Sor durduğum yeri bana gelirsen gösterem sana Bir zerrece Hak’tan ayrı gözüm nesne görmez benim” (Özçelik 2010:151) diyerek aktardığı durumu, bir başka deyişinde: “Bilenlere sormak gerek bu tendeki can neyimiş Can hod Hakk’ın kudretidir damardaki kan neyimiş” (Gölpınarlı 2009: 77) diyerek güçlendirir. Tanrı’nın varlığını, kendi varlığında özümseyen Yunus, yapıp ettiklerini, söyleyip yazdıklarını da kendine mal etmez ve tüm fillerin faili olarak Yaratıcı’yı işaret eder. Aşağıya alınan deyişlerinde benliğini unut- 30 tuğunu, sadece tüm güzelliklerin sahibi Tanrı’yı gördüğünü dile getirir: “Ey sözlerin aslın bilen, gel di bu söz kandan gelir Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir (Gölpınarlı 2009: XXXIII) ……. Baksam seni görür gözüm söyler isem sensin sözüm Seni gözetmekten gayrı yeğrek şikârım yokdurur Çün ben beni unutmuşum şöyle ki sana gitmişim Ne kalde ne halde isem bir dem karârım yokdurur” (Gölpınarlı 2009: 113) Eş benlik, kişinin içinde hissettiği, onu yönlendiren ve gerçekte görünen var- lığının sınırlılığını aşabilen boyutudur. Yunus, görünen varlığı, hiçlik olarak kabul ederken içteki varlığı/beni yüceltir. Kedi zahir cismini ancak Tanrı ile bütünlediğinde anlam kazandığını vurgular. Bir manzumunda: “Et ve deri, sögük ve can, ten perdelerini tutan Kudret işim çoktur benim hem Zâhir u ‘Ayân benem Hem bâtınem hem zâhirem hem evvelem hem âhirem Hem ben Ol’um hem Ol benem Ol Kerîm-i Subhân benem” (Köprülü 2003: 300) derken Hallac-ı Mansur’un “enel Hak” ifadesine yaklaşır. Bu düşüncesini: ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Eş Benlik Perspektifinden Yunus Emre’yi Okumak: Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri “Ezelde benim fikrim Ene’l Hak idi zikrim Henüz dahı doğmadan ol Mansûr-ı Bağdâdî” (Gölpınarlı 2009, 166) beytinde açıkça beyan ederken mevzuyu ezelde insanın henüz Tanrı’dan ay- rılmadığı durumuna dayandırır. Bu söylemini diğer manzumlarında da de- vam ettiren Yunus’a göre yaratılan her şey, Tanrı’nın bir parçası ise varlık âleminde Tanrı’dan başka hiçbir şey bulunmaz: “Hem Leyli idim anda hem Mecnun idim hayran Bu âlem-i kesrette sen Yûsuf u men Ya’kub Ol âlem-i vahdette ne Yûsuf u ne Ken’an Adım Yunus olduğu bû cisim belâsıdır Adım sorar olursan sultana benem sultan” (Gölpınarlı 2009: 240) Yukarıdaki beyitlerde bu düşüncelerini kıssa ve mazmunlara atıf yaparak dile getiren Yunus’a göre insan, Tanrı’ya âşıktır ancak âşık da maşuk da Tanrı’nın kendisidir. Nitekim bir diğer manzumunda da: “Nereye bakar isem dopdolusun Seni kanda koyam bundan içeri 31 O bir dilberdürür yoktur nişânı Nişân olur mu nişandan içeri ……….. Beni sorma bana bende değilem Suretim boş gezer dondan içeri” (Gölpınarlı 2009: 201) diyerek her yerde ve her şeyde olduğunu imlediği Tanrı’nın, aynı zamanda hiçbir işareti de olmadığını söyleyerek kesretteki vahdeti dile getirir. Zira Tanrı’nın yüce varlığı, nişanın kendisidir. Tanrı, tüm noksanlıklardan mü- nezzeh ve tüm güzelliklere malik zatı ile ne bir nişana ne de bir kanıta ihti- yaç duyar. Tanrı’nın varlığının kavranabileceği tek yer, kişinin ruhu/gönlüdür. Benzer bir görüşle Descartes da Tanrı’yı mutlak ben olarak kabul eder ve şuurlu benin, evrende değil, bizzat insanın zihninde gizli olduğunu ileri sürer (1962: 121). Suretinin boş gezdiğini ifade eden Yunus’un içindeki (eş)benlik de Tanrı’dan başkası değildir. Bir manzumunda da aynı düşüncelerle: ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Çiğdem Akyüz Öztokmak “İstemeğil Hakk’ı ırak, gönüldedir Hakk’a durak, Sen senligil elden bırak, tenden içeri candadır” (Gölpınarlı 2009: 286) diyerek Tanrı’nın yerini, tenin içindeki can/gönül olarak açıkça belirler. Var- lığın birliği ilkesinden hareket ettiği manzumlarında Tanrı-insan ikiliğinden ıstırap duyan Yunus, bu sorunu Tanrı’yı kendi benliği ile bütünleyerek çözü- me kavuşturur: “İstediğimi buldum eşkere can içinde Daşra isteyen kendi kendi cihan içinde …… Baştan ayağa değin Hak’tır ki seni tutmuş Hak’tan ayrı ne vardır kalma güman içinde Bir isen birliğe gel ikiyi elden bırak Bütün ma’nî bulasın sıdk u îmân içinde” (Gölpınarlı 2009: 241) ifadeleri ile kendi içinde bulduğu Tanrı’yı, dışarıda aramanın anlamsızlığı- nı dile getirir. Nitekim tasavvufta aşk ve cezbe makamlarında derviş, yalnız Hakk’ı görür, kendi mevcudiyeti ile fâni, Allah ile bakidir. Tapan, tapılan, 32 gören, görünen, secde eden, secde edilen hülasa her şey O’ndan ibarettir (Su- nar 1975: 18). Yunus, gönlünde hissettiği Tanrı ile bu fani aleme gelmeden önceki ezeli birliğini de şu şekilde dile getirir: “Ben bu sûretten ileri adım Yunus değil iken Ben ol idim ol ben idim bu aşkı sunanda idim” (Gölpınarlı 2009, 215) Tüm bunlardan hareketle Yunus’un konu edilen eserlerinde, eş benliği olarak içinde hissettiği yaratıcı güç olan Tanrı’yı tanımladığı sonucunu çıkarmak; temayı “Tanrı zatında eş benlik” olarak işlediğini belirtmek mümkündür. Kritik Eden Eş Benlik Eş benlik kavramı, ikinci bir benliğin ötesinde farklı saiklerle hareket eden farklı benlikleri de içerir. Bunlardan en belirgin olanı, kişinin başka kimsenin görüşüne ihtiyaç duymadan kendisi hakkında edindiği fikirleri, yine kendisi- ne ileten “kritik eden eş benlik”tir. Rank (2016: 18-19) eş benlik kavramını, insanın kendini ve onu kuşatan çevreyi, kendi bedeni dışındaki bir perspek- tiften algılayabilip kendiyle yüzleşmesini ifade etmek için de kullanır. Bu perspektifte kişinin tüm noksanlıklara matuf otonom varlığı, eksikleri gider- meye çalışan diğer benliğini harekete geçirir. Emanuel Kant ve Max Scheler ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Eş Benlik Perspektifinden Yunus Emre’yi Okumak: Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri gibi konuya felsefi açıdan yaklaşan araştırmacılar, insanı bütüncül bir varlık olarak kabul etseler de doğal varlık ve akıl varlığı olarak ikiye ayırarak diğer canlılar gibi bilgiyi doğuştan getirmeyen, bir imkânlar dünyası olarak nite- lerler. Bu imkânların gerçekleşip gerçekleşmemesi ise insanın kendi kararıdır (Mengüşoğlu 2014: 113). Sahip olunan varlık biçimiyle zihinde tasarlanan ideal varlık formu arasındaki fark, insanın elinde bulunan imkânların daha iyilerine ulaşmak konusunda motive eden eleştirel yanını başka bir ifadeyle “kritik eden eş benliği”ni açığa çıkarır. Yunus Emre’nin menkıbevi hayatında yer alan Molla Kasım ile ilgili anlatının da “kritik eden eş benlik” içeriğiyle örülü olduğu düşünülür. Menkıbeye göre: “Yunus, üç bin şiir söylemiş. Bunları bir divan hâline getirmiş. Molla Kasım isimli şeriat bilgini bir su kenarına oturup bu şiirleri okumaya başlamış. Bun- lardan binini okumuş ve şeriata aykırı bularak yakmış. Kalan bin tanesini de aynı sebeple suya atmış. Üçüncü bine başlayınca şu beyitle karşılaşmış: Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir 33 Bu beyti okur okumaz, Molla Kasım, Yunus’un kerametine inanmış. Divanı öpüp alnına koymuş. Fakat ne çare ki elde bin şiir kalmış. Şimdi Yunus’un o yakılan bin şiirini gökte kuşlar ve melekler, denize atılan bin tanesini balıklar, kalan bin şiirini de insanlar okumaktalarmış.” (Özçelik 2010: 55). Anlatıda dikkat çeken husus, tasavvufun temel meselelerinden kabul edilen şeriat-tarikat ikiliğidir. Bu ikilik, Yunus’un birçok eserinde işaret ettiği iç ben- liği ile bilinen/görülen benliği arasındaki düalizm olarak okunabilir. İlhan Başgöz, bu menkıbede Molla Kasım’ın zahirî bilgiyle donanmış, hakikat bil- gisinden yoksun, ham sofu olarak nitelenen din bilginini; Yunus Emre’nin ise kalp gözüyle gören, duyan, seven ve batın ilmine sahip mutasavvıfı temsil ettiğini ileri sürer ve Yunus Emre’nin hayatını “Molla Yunus-Derviş Yunus” şeklinde iki döneme ayırır (2004: 21-22). Bu bakış açısıyla Yunus Emre’nin kadılık yaptığı dönemde şeri hükümleri önceleyen bir tavır sergilerken “derviş” vasfı kazandıktan sonra bu söyleyişlerden vazgeçtiği sonucu çıkarılır. Ancak aynı menkıbeyi farklı bir bakış açısıyla yorumlayan Sezai Karakoç, Yunus’un hayatının da eserlerinin de parçalanarak incelenmesini doğru bulmadığını; tasavvufun dört kapısı olarak nitelenen “şeriat-tarikat-hakikat-marifet” yol- culuğunun, birinden girince diğerinin terk edileceği merhaleler olmadıklarını ifade eder. Karakoç’a göre Molla Kasım, Yunus’un kendisidir. Molla Kasım ile ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Çiğdem Akyüz Öztokmak imlenen, Yunus’un kendini eleştiren, doğruyu-yanlışı kritik ederek mükem- mele ulaşmaya çalışan iç benliğidir (Karakoç 1999a: 30). Karakoç’un eleştirel zekâ (esprit critique) olarak tespit ettiği durum, Yunus’un kendi benliğini kritik eden diğer benliği/eş benliğidir. Zira eş benlik, kişiyi en iyiye ulaştırma konusunda onu acımasızca eleştirmeye eğilimlidir. Kant’ın, saf teorik akıl ve pratik aklın karşılaşması olarak tanımladığı (1999: 76) hem kişinin kendisinden duyduğu rahatsızlık hem de bu rahatsızlığı gi- derme çabası, ilgili anlatıda Molla Kasım’la sembolize edilen, kendisini ide- ale ulaştırmayı amaçlayan dolayısıyla başkalarına gerek kalmadan kendini eleştiren, uyaran ve kusur bulan Yunus Emre’nin eş benliğidir. Mutasavvıf- ların insan-ı kâmil olma mertebesine giden yolda, kendi kusurlarının farkın- da olması ve onları düzeltmeye çalışması, önemli bir erdem kabul edilir ve bu tarz eleştiriler yapması olağan bir durum olarak görülür. Nitekim Yunus Emre’nin çağdaşı olan Mevlâna Celaleddin Rumi ve Şems arasında da ben- zer bir hadise yaşandığı aktarılır.4 Rivayet olunan anlatıdan hareketle Şems’in de Mevlâna’nın “kritik eden eş benliği” olduğu savı ileri sürülebilir. Mutasavvıfın, kendisini aciz bir varlık olarak görmesi ve göstermek isteme- 34 si, her türlü kibirden azade yokluk içerisinde yaşaması, Melamilik olarak da bilinen halk içinde hakir görülmeyi içeren birtakım davranışlar sergilemesi, sıklıkla görülen bir durumdur. Yunus, Melami meşrebini “miskin” tabiri ile aşikâr ettiği aşağıdaki beytinde bu durumu ifade eder: “Aşk çengine düşenin melâmet olur canı Onun için bed-namdır miskin Yunus’un adı” (Gölpınarlı 2009, 166) Kendisini “kötü şöhretli” olarak nitelemesinin Yunus’un “kritik eden eş benliği”ne işaret ettiği düşünülebilir. Zira bu durumda, eleştiren ve hor gören içteki benlik, tasavvuf perspektifinden nefsi hedef alır; nefis ise ruhun isten- meyen tüm vasıflarına sahip, kişiyi Yaratıcı’dan ve yaratılış amacından uzak- laştıracak her türlü düşünceyi içerir. Bu bakımdan nefis, ruhun karanlık tarafı olarak tanımlanabilir. Tasavvufta “ölmeden önce ölmek” olarak zikredilen öğ- reti de nefsin heva ve isteklerini öldürmeyi içerir. Bu karanlık tarafın farkına varabilmek iç görü, sağ duyu ve derinlikli bir inanç gerektirir. Farkındalığı 4 Mevlâna ve Şems arasında yaşanan olay şu şekilde nakledilir: “Şemsi’i Tebrizi Konya’ya gelince, Mevlâna medresede bir havuz kenarında oturmakta idi. Ve önünde birkaç kitap bulunuyordu. Şems “Bu kitaplar nedir?” diye sordu. Mevlâna onun kalender ve pejmürde halini gördü “Bunlar senin işine yaramaz, dedikodu kabilinden şeylerdir.” cevabını verdi. Şems elini uzatarak kitapları havuzdaki suya attı.” (Sofuoğlu 2010: 15). Mevlâna ve Şems arasındaki ilişki, araştırmacılar tarafından “doğu ve batının birleşmesi” (Karakoç 1999b: 48) veya “ikiz ruhlar” (Çetinkaya 2007: 183) şeklinde tanımlanır. ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Eş Benlik Perspektifinden Yunus Emre’yi Okumak: Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri artan kişi, uyanır ve aydınlanır. Yunus, nefsine verdiği öğütler ile Yaratıcı’nın huzuruna çıkacağı ölüm anına hazırlıklı olmayı bekler. Eş benlik kavramının gelişmesinde ruhun ve ölümün varlığının kabul edilmesi önemli rol oynar. Nitekim ölüm düşüncesi, kişiye bu yaşamdan son- ra, bir eş benlik olarak ikinci bir yaşam sözü verilerek desteklenir hale getirilir (Rank 2016: 135-137). İnsanoğlunun ölümü görerek ders alması gerektiğini söyleyen Yunus da öğütlerini kendisini dışarıdan seyreden bir bakış açısı ile kendisine verir. Bazı manzumlarında da “kritik eden eş benliği” ile “Tanrı zatındaki eş benliği”n iç içe geçtiği görülür: “Ölüm haktır bilirsin niçin gaafil olursun Azrâil kasdediser günahlı canımıza Miskin Yunus bu sözü kend’özünden ayıtmaz Hak Çalap veribidi sabakın dilimize” (Gölpınarlı 2009: 101) ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Çiğdem Akyüz Öztokmak Yine ölüm temasını işlediği bu deyişinde kendisini miskin olarak tanımla- yıp günahlı canından söz ettiğinde “kritik eden eş benliğe”, hikmetli sözleri kendiliğinden söyleyemeyeceğini ancak yüce bir varlığın söyletmiş olabilece- ğini ifade ettiğinde içindeki “Tanrı zatındaki eş benliğe” işaret eder. Yunus’un Tanrı lütfuyla şekillenen benliği ile nefsinin tesirinde kalan benliğinin ça- tışması ve onu eleştirerek görece daha iyi olması yönünde teşvik etmesiyle “kritik eden eş benliği”nin ortaya çıktığı kabul edilebilir. 36 ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Eş Benlik Perspektifinden Yunus Emre’yi Okumak: Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri Sonuç Yunus Emre’nin dil ve üslup bakımından Türkçenin en yalın halini kullana- rak temelde Tanrı aşkı üzerine kurduğu eserleri, detaylı incelendiğinde derin- likli ve katmanlı anlamlar dünyası açığa çıkar. Birçok araştırmaya konu edilen eserleri, farklı okuma biçimleri ile ele alındığında Yunus’un çağları aşan sanat gücü görülebilir. Bahsi geçen okuma biçimlerinden biri de eş benliktir. Nite- kim Yunus’un dış dünyadan, onun tabiri ile “kamu alem” den bağımsız, öğüt- lerini kendisine vermesi, içindeki benliği/benleri keşfettiğini gösterir. Eş benlik, temelinde kendine âşık olan Narkisos’un durumundan ortaya çı- kan narsisizm ile ilişkili mitik bir anlatının olduğu, XIX. yüzyılda psikotera- pi çalışmalarında keşfedilen bir kavram olarak kişinin kendine odaklanması, farklı yönlerini/yanlarını görebilmesi ve kendi içerisindeki başka benlikleri keşfetmesini içerir. Bilimsel bir terminoloji ile ifade edilmeden önce, ilkel toplulukların, varlığın fizik boyutunun sınırlılığının dışına çıkmak istemeleri sonucu, farklı benlikleri keşfettikleri ve bunu rüya, gölge, suya veya aynaya yansıyan görüntü ve ruh ile ilişkilendirdikleri gözlenir. İnsanı anlamaya ve anlatmaya çalışan edebî eserlerde de bu bakımdan, eş benlik kavramının sık- 37 lıkla işlendiği; bu yolla insanın kaotik yapısının kapısının aralanmak istendiği düşünülebilir. Yunus Emre de insanı anlamaya kendini irdelemekle başlar ve eserlerinde en çok kendisine odaklanır. Varoluşun temelini Tanrı’ya dayandıran Yunus, eş benlik temasını da Tanrı etrafında şekillendirir. Ona göre Tanrı’nın varlığının kavranabileceği tek yer insanın ruhu/gönlüdür. Yunus, eserlerinde sıklıkla suretinin boş gezdiğini, fillerinin failinin Tanrı olduğunu, Tanrı’nın da kendi içinden başka bir yerde olmadığını belirtir. Bu söylemleri ile Yunus’un, eş benliğini Tanrı zatında ta- nımladığı görülür. Yunus’a göre Tanrı-insan-evren üçgeninde mutlak varlık, sadece Tanrı’dır. Görülen, duyulan, hissedilen her farklı eşya, sadece Tanrı’nın murat etmesiyle yaratılmış varlıklardır. İçerisine Tanrı ruhundan üflenmiş olan insanın, benlik davasına düşmesi ve kendisini Tanrı’dan gayrı tanımla- ması ise Yunus felsefesinde kabul edilemez. Yunus, manzumlarında Tanrı-in- san düalizminden rahatsızlık duyduğunu dile getirerek Tanrı’nın, “benliğinin içindeki ben”, olduğunu açıkça dile getirir. Yunus, beşerîlikten soyutlanıp varlığın hakikatinin farkına varmanın yolları- nı, kendi lisanınca kendine verdiği öğütler yoluyla aktarır. Böylece kendine odaklanan Yunus, içindeki “kritik eden eş benliği”ni keşfeder. Rivayet olunan yaşamı ile ilgili bilgilerde onun sanatsal verimlerini yakan, suya atan Molla ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Çiğdem Akyüz Öztokmak Kasım’ın, bu açıdan değerlendirildiğinde, Yunus’un kendisi olduğu düşünü- lür. Şeriat-tarikat ikiliğini de hatırlatan bu anlatı, Yunus’un kadılık yaptığı dönemdeki “benlik bilinci” ile artık tam anlamı ile bir Hak âşığı olduğu dö- nemdeki “benlik bilinci”nin farklılıklarını ortaya koyar. Her iki okuma biçi- minde de Yunus’un içindeki “öteki ben”in farkında olduğu görülür ki bunu, “kritik eden eş benliği” olarak okumak mümkündür. Yunus’un Melami meş- rebi ve sıklıkla kullandığı “miskin” mahlası da fena (yokluk) makamında, ken- dini eleştiren eş benliğine işaret eder. Sonuç olarak Yunus Emre’nin şiirlerinde eş benlik temasını, en genel tanım- lama ile, “ölümsüz benlik” olarak kabul eden sanatçı duyarlılığı ile kullandığı, bazen bir “ben”, diğer “ben”i kapsayacak biçimde tasarladığı, bu bakımdan “ben”in içinde ben(ler) betimlediği ifade edilebilir. Varlığın hikmetini ve in- sanın evrendeki niteliğini kavrayan Yunus, içindeki tüm güzellikleri kendisine bahşeden Tanrı’yı işaret ederek kendi benliğinin içindeki asıl benliğin Tanrı olduğunu dile getirir ki bu, “Tanrı zatında eş benliği”dir. İnsanın ruhunda var olan kötüye meyletme isteğini ise onu daha iyiye ulaştırmak adına karanlığın, ışığın değerini artırması gibi insanın içindeki cevheri fark etmesini sağlayan “kritik eden eş benliği” olarak işler. Bütüncül bir yaklaşımla, bir mutasavvıf 38 şair olarak Yunus’un eş benlik temalı eserleri, evrendeki kaotik yapının da tıpkı insandaki onu düzeltmeye çalışan “kritik eden eş benliği” gibi, düzeni sağlamak adına birbirlerini daha iyiye ulaştırmaya çalışan ve bu bakımdan Tanrı tarafından tanzim edilen kanunlara hizmet eden “öteki benlikler” ol- duğunu düşündürür. Yunus’un “bir ben vardır bende benden içeri” dediği, hem ona şiirler söyletecek ilhamı veren hem de bu şiirlerin bazılarını yok etmek isteyen, içindeki eş benliğidir; eş benliği ise Tanrı’dan başkası değildir. Tüm bunlarla birlikte henüz XIX. yüzyılda bilimsel literatürde yerini alan bir kavramın, Yunus’un eserlerindeki ana temalardan birini oluşturması, sanatı- nın zamansızlığını ortaya çıkararak yeni yaklaşımlara kapı ararlar ve dehasını ortaya koyan bir veri olarak belirir. ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Eş Benlik Perspektifinden Yunus Emre’yi Okumak: Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri KAYNAKLAR Başgöz, İlhan (2004). Yunus Emre, İstanbul: Pan Yayınları. Baykara, Tuncer (2012). “Sufi ve Çevre: Yunus Emre Anadolu’sunda Siyasal ve Toplumsal Ortam”, Yunus Emre. Ed. Ahmet Yaşar Ocak. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, s.15-43. Çetinkaya, Bayram Ali (2007). Şems-Mevlânâ Dostluğu -Benlik Duvarından Kerpiç Koparmak-, İstanbul: İnsan Yayınları. Çubukçu, İbrahim Agah (1982). “Yunus Emre’nin Felsefesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 25, S. 1, s. 71-93. Demirli, Ekrem (2012). “Vahdet-i Vücut”, İslam Ansiklopedisi, C. 42., İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 431-435. Descartes, René (1962). Metafizik Düşünceler, Çev. M. Karasan. İstanbul: MEB. Yayınları. Freud, Sigmund (1964). On Narcissism: An Introduction, Standard Edition, C. 14, Çev. Strachey J. London: Hogarth Press Ltd, ____________ (1996). Düşlerin Yorumu I, Çev. Emre Kapkın, İstanbul: Payel 39 Yayınları. Gölpınarlı, Abdulbaki (2009). Yunus Emre, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Güzel, Abdurrahman (1991). “Yunus Emre’de İnsan Telâkkisi”. Millî Folklor, S. 11, s. 1-5. Kant, Immanuel (1999). Pratik Aklın Eleştirisi, Çev. Ioanna Kuçuradi, Ülker Gökberk ve Füsun Akatlı, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları. Karakoç, Sezai (1999a). Mevlânâ, İstanbul: Diriliş Yayınları. Karakoç, Sezai (1999b). Yunus Emre, İstanbul: Diriliş Yayınları. Köprülü, Fuat (2003). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara: Akçağ Yayınları. Mengüşoğlu, Takiyettin (2014). Kant ve Scheler’de İnsan Problemi, Ankara: Doğu Batı Yayınları. Özçelik, Mustafa (2010). Bizim Yunus, Ankara: Sistem Ofset. Rank, Otto (2016). Eş Benlik Bir Psikanaliz Çalışması. Çev. Gökçe Metin, İstanbul: Pinhan Yayınları. ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40 Çiğdem Akyüz Öztokmak Roux, Jean-Paul (2001). Moğol İmparatorluğu Tarihi, İstanbul: Kabalcı Yayınları. Sofuoğlu, Ebubekir (2010). Şems ve Rûmi’de Aşk’ın Dili, İstanbul: NR Yayınları. Sunar, Cavit (1975). Melâmîlik ve Bektaşîlik. Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi. Tatçı, Mustafa (1990). Yunus Emre Dîvânı I İnceleme, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Tymms, Ralph (1949). Doubles in Literary Psychology. United Kingdom: Cambridge Press. 40 ERDEM, Aralık 2020; Sayı: 79; 21-40

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır