cenk yigiter / Cenk Yiğiter Haberleri - Cenk Yiğiter Kimdir - Haberler

Cenk Yigiter

cenk yigiter

Dr. Cenk Yiğiter: 15 Temmuz Sonrası Üniversitelerimiz ve Akademik Özgürlük Üzerine


Akademik özgürlük, üniversite kurumunun kurucu ilkesi ve bu anlamda üniversiter değerlerin en başında yer alıyor ve hatta tüm üniversiter değerler bu kurucu ilkenin gerçekleştirilmesiyle anlam kazanıyor. Yükseköğretim ve araştırma faaliyetlerinin yürütüldüğü bir kurumun üniversite payesini hak edebilmesi için bu kurumun içinde bulunduğu tüm ilişkilerin en temelde akademik özgürlük ilkesinin hayat bulacağı bir biçimde örgütlenmesi gerekiyor.  Akademik özgürlük ilkesinin esas alınmadığı, kurumun buna göre örgütlenmediği bir takım kurumlarda da öğretim faaliyeti ve araştırma faaliyeti yürütülebilir şüphesiz. Fakat bu tip kurumlardan,hakikatin, bilimsel yöntemle ve sonuçlar her nereye varacak olursa olsun aranması ve açığa çıkarılması ve bu anlamda tek sadakati hakikate olan ve bu amaçla bilimsel yöntemi uygulama yetisiyle donanmış bireylerin yetiştirilmesi amacını gerçekleştirmesi beklemek mümkün olmayacaktır.

Modern bilim, kapitalizmin ve onun yarattığı yeni dünyanın ihtiyaçlarının itkisiyle ve olanaklarıyla ortaya çıktı. Bu anlamda modern bilimi tek başına olmasa da önemli ölçüde kapitalizme borçluyuz. Öte yandan kapitalist – endüstriyalist  dünya da modern bilimin verilerine ve bilimin kurumsallaşması süreçlerine çok şey borçludur. Üniversite de bu kurumsallaşma sürecinin görünümlerinden biri. Siyasal iktidar ve sermaye gibi tarafsız ve evrensel olma iddiasında olmayan öznelerle ilişki içinde olan bir kurum, hakikati bilimsel yöntemle sonuçlar her nereye varacak olursa olsun arama ve açığa çıkarma ve bu anlamda tek sadakati hakikate olan ve bu amaçla bilimsel yöntemi uygulama yetisiyle donanmış bireylerin yetiştirme iddiasını nasıl sürdürebilir? İşte akademik özgürlük ve üniversite özerkliği bu paradoksa ilkesel düzeyde bir çözüm önerisi olarak da anlaşılabilir.

Akademik özgürlüğün dış çeperini bir ülkedeki çoğulcu demokrasinin temel kurucu ilkelerinden olan düşence ve ifade özgürlüğü, bilim ve sanat özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, basın özgürlüğü, eğitim hakkı ve hatta seyahat hürriyeti gibi temel haklar ve özgürlükler oluşturur. Bu temel hak ve özgürlüklerin hukuken, siyasal veya sosyokültürel olarak kısıtlanmış olduğu bir siyasal rejimde akademik özgürlük de dışarıdan bir kuşatmanın içerisindedir; dışarıdan daraltılmıştır. Bu anlamda tüm yurttaşların bu temel hak ve özgürlüklerini hayata geçirmesi türlü biçimlerde kısıtlanırken, akademik topluluk üyelerinin bu sınırlamalardan muaf olması düşünülemez. Peki bu temel hak ve özgürlüklerin hukuken kısıtlanmadığı bir rejimde akademik özgürlüğün de kendiliğinden varlık bulacağını düşünebilir miyiz? Temel hak ve hürriyetlerin hukuken tanınmış olması doğrudan üniversitelerde özgürce bilimsel ve akademik faaliyetlerin gerçekleştirilebilmesine olanak tanıyor olsaydı, yeni bir özgürlük kategorisi olarak akademik özgürlükten bahsetmemize gerek olmazdı. Ancak şüphesiz ki tüm yurttaşların ve hatta herkesin öznesi oldukları bu hak ve özgürlüklerin soyut birer hak olmanın ötesinde somutlaşabilmesi için bir takım koşulların oluşması, oluşturulması gerekir. Soyut düzlemde tanımlanmış olan hak ve özgürlük kategorilerinin somut birer karşılık bularak gerçek hayatta anlam ifade edebilmeleri de hak ve özgürlüklerin somut öznelerinin somut koşullarının göz önünde bulundurulmasını gerektirmektedir.

Akademik topluluk mensupları da şüphesiz herkes gibi anayasal olarak tanınmış bu temel hak ve özgürlüklerin öznesidirler. Ancak akademik topluluk mensupları, aynı zamanda üniversite ile istihdam ve aidiyet ilişkisi içerisinde olduğu gibi, devletle, siyasal iktidarla, bürokrasiyle, sivil toplumla, diğer üniversitelerle, piyasa ile, uluslararası bazı kuruluşlarla, akademik yönetim birimleriyle, akademik topluluğun diğer üyeleriyle belirli ilişkiler içerisindedir. Dolayısıyla bu temel hak ve özgürlüklerin akademik topluluk mensupları açısından etkin bir biçimde hayat bulabilmesi ve somutlaşabilmesi için üniversitenin buna uygun bir biçimde kurumsallaşması, örgütlenmesi ve yukarıda saydığımız aktörlerle de buna uygun biçimde ilişkiler kurması gerekmektedir. Üniversite özerkliği, üniversitenin dışarısıyla kuracağı tüm ilişkilerin akademik özgürlük ilkesini ortadan kaldırması veya zedelemesini engellemenin araçlarından biridir.

Olağan dönemlerde ve çoğulcu demokrasinin ve kurucu ilkeleri olan temel hak ve özgürlüklerin aktüel olduğu durumda dahi, kapitalist toplumsal ilişkiler içerisinde, siyasal iktidardan, sermayeden ve sivil toplumdan yönelecek pek çok müdahale ile, aslında kökleri modern öncesi döneme dayanan bir kurumsallaşma biçimi olan üniversite biçimindeki bir örgütlenme dahilinde akademik özgürlük pek çok şekillerde zedelenmeye açık durumdadır. Hal böyleyken, geç kapitalistleşmenin sancılarıyla şekillenen Osmanlı – Türkiye modernleşme sürecinde ise, ne çoğulcu demokrasi, burjuva demokrasisi sınırlıkları içinde dahi yaşam bulabildi ne de Osmanlı – Türkiye üniversiteleri, üniversite olarak adlandırılan bu kurumlar, sadece evrensel düzeyde kabul görmüş amaçlarına uygun bir faaliyete yönelebilme fırsatı bulabildiği istikrarlı bir dönem yaşanabildi. Bu anlamda Türkiye’de üniversite kurumunun, hiçbir zaman inşa edilemediğini, kurumsallaşamadığını, biraz olsun nefes alma ve gelişebilme olanağı bulduğu zamanlar olduysa da bunların şiddetli biçimde kesintiye uğratılarak hep başa dönüldüğünü söylememiz mümkün.

15 Temmuz sonrası yaşanılan süreçte ise Türkiye üniversiteleri, yeniden ve belki ilk defa bu kadar kapsamlı bir biçimde örseleniyor. OHAL ilanından sonra, Erdoğan başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan ve1 Eylül tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren sayılı KHK ile onbinlerce kamu emekçisinin yanısıra binlerce öğretim elemanı, pek çoğu hakkında hiçbir adli veya idari soruşturma olmamasına rağmen, bir takım yasadışı örgütlerle irtibatlı oldukları iddia edilerek ihraç edildiler. İhraç edilen akademisyenlerden bir kısmının darbe girişiminin arkasındaki güç olduğu söylenen FETÖ ile ilişkilendirildiği anlaşılıyor. Öte yandan ne bu örgütle ne herhangi bir yasadışı örgütlenme ile ilişkilendirilmesi mümkün olmadığını kesin olarak bildiğimiz, salt Eğitim Sen üyesi olmaları, muhalif, demokrat, sosyalist siyasal kimlikleriyle tanınmaları ve/veya Barış için Akademisyenler inisiyitafinin “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzalamış olmaları dolayısıyla da onlarca akademisyen ihraç edildi ve bir gecede üniversitelerinden,  mesleklerinden,işlerinden, öğrencilerinden koparıldı. Şu an tüm üniversite çevrelerinde bu tasfiye sürecinin bir ikinci, üçüncü dalgaları olup olmayacağı ve olursa bu dalgada başka hangi akademisyenlerin tasfiye sürecine kurban edilebilecekleri konuşuluyor.

Hükümetten gelen açıklamalar yapılan bazı “hatalı” ihraçlardan geri dönülebileceğinin sinyalini veriyor. OHAL içerisinde veya sonrasında bu tasfiye dalgasına kurban edilen akademisyenler bir biçimde bir zaman görevlerine iade olacaklar. Uğradıkları kişisel zararlar da bir biçimde tazmin edilecek ve bu tazminatlar bu zarara sebep olanların cebinden değil hazineden ödenecek. Ancak değil tazmin edilmesi, niceliksel olarak tespit edilmesi mümkün olmayan bir zarar geri dönülemez bir biçimde ortaya çıkmış durumda: Türkiye üniversiteleri, henüz üniversite olma sürecini tamamlayamadan tekrar ve çok ağır bir yara daha aldılar ve bu enkazı değil kaldırmak hasar tespitini yapmak dahi onlarca yıl alabilir. OHAL şartlarında ihraç edilen akademisyenlerin, OHAL’den çok önceki bir takım yasadışı izleme ve fişlemelerin sonucunda OHAL sürecinden çok daha öncesindeki süreçlerde tespit edildiği artık herkesçe biliniyor. Bu bilgiyle birlikte düşünüldüğünde bu ihraçlar hem toplumun hem akademinin kolektif hafızasına kazınmış durumda. Bugünden baktığımızda, Türkiye’nin istikrarsızlaşma sürecinin son bulduğu, burjuva demokrasisi sınırılılıkları içinde de olsa bir çoğulcu demokratik dönem, çok zor bir ihtimal de olsa mümkün olabilir. Ancak bu en iyimser senaryoda dahi, Türkiye toplumunun ve akademilerinin kolektif hafızası bu ihraçları unutmayacak ve gelecekte de Türkiye üniversitelerinin gerçek anlamda bir üniversite olarak kurumsallaşabilmelerinin önünde bir travma olarak duracak. Akademik topluluğun tüm mensupları, olağan dönemlerdeki akademik faaliyetlerinin, siyasal konum alışlarının ve hatta bir yurttaş olarak tutumlarının, ani bir istikrarsızlaşma sonrası gelecek bir olağanüstü dönemle birlikte karşılarına çıkartılabileceği, tüm bunların hesabının sorulabileceği ihtimalini gözeterek tüm eyleme biçimlerini oluşturmak zorunda hissedecekler. Ayrıca baskılama ve sansür mekanizmalarına gerek olmaksızın, akademik topluluğun üyelerinin pek çoğu, sadece ve sadece hakikate sadık olma yükümlüğünde olarak eylemelerine imkan vermeyecek reflekslerle sürdürecekler akademik ve bireysel yaşantılarını. Böylesi bir travma geçmişi ve kolektif hafıza ile ortaya çıkacak ilişkilerden bir üniversite kurumunun çıkmasının mümkün olamayacağını söylemek için kahin olmak gerekmiyor. Bu karamsar tabloyu ortaya koyduktan sonra şunu söyleyerek bitirelim: Gelecekte, gerçek anlamda üniversiteleri inşa etmemizin tek yolu, tüm bu travma geçmişiyle hesaplaşarak geride bırakabilecek yeni bir siyasallığın ve toplumsallığın inşasıyla mümkün olabilir. Bunun yolu da, ezilenlerin, üretenlerin, emeğin örgütlü eylemliliği ve bunun sonucunda siyasal iktidarı ele geçirmesinden ve geleceğin toplumunu inşa etmeye başlamasından geçiyor. Şimdiden hepimize kolay gelsin, gelecekte görüşmek üzere.

cenk yiğiter

  • ağustos adalet kurultayı sırasında tanıştığım mert insan.

  • adamın dibidir. bir de aynı liseden mezunuz. bi olayı anlatırken ki atarlı ve heyecanlı hallerini betimleyemiyorum, canlı yaşamak gerekir.

    şu ara ilhan cihaner'e danışmanlık yaptığını da bu vesileyle ekleyeyim.

    adamın dibidir demiş miydim? *

  • dilerim ilk genel seçimde cumhuriyet halk partisi kendisini milletvekili adayı olarak gösterir ve meclise girer. yaşadıkları tam bir ohal türkiye'si biyografisi..

  • +akademisyenlik yapmak?
    -yassah
    +öğrenci olmak?
    -yassah
    +avukatlık yapmak?
    -yassah
    +sıçmak da yassah mı kurban?
    -degildir
    +yat da suratına sıçam.

  • şu cümleler, bana, kendisini hatırlattı; daha doğru bir tabirle, umut etmemi sağladı:

    "sayın bayanlar, sayın baylar, hiç beklemediğim, beni şaşırtan heyecanımdan dolayı lütfen bağışlayın beni. neredeyse yirmi yıl sonra, benimle aynı tutkuyu paylaşan insanlardan oluşan bir topluluk karşısında yeniden konuşuyorum. bir insanın yalnızca yüksek sesle düşündüğü için hayatına anlam veren şeyden yoksun kalabildiği bir ülkeden geliyorum. bir bilim adamı için hayatın anlamı, kuşkusuz, bilimin anlamından başkası değildir. sizin de bildiğiniz gibi, on binlerce insan, ülkemin bütün aydınları, yılının o trajik yazından sonra işlerinden atıldılar. bundan daha on ay öncesine kadar yapı işçisi olarak çalışıyordum. hayır, onur kırıcı bir şey yok bunda, insan çok şey öğreniyor, basit ve hayranlık duyulacak insanların dostluğunu kazanıyor ve ayrıca biz bilim adamlarının ayrıcalıklı insanlar olduğumuzun da farkına varıyor, çünkü aynı zamanda bir tutku olan bir iş yapmak bir ayrıcalıktır, evet, dostlarım, yapı işçisi arkadaşlarımın hiç bilmedikleri bir ayrıcalık, çünkü tutkuyla kalas taşımak olanaksızdır. bu ayrıcalık yirmi yıl elimden alındı, ama şimdi bu ayrıcalığa tekrar sahibim ve bundan dolayı da sarhoş gibiyim. benim için biraz hüzünlü de olsa, bu anları gerçek bir şenlik olarak yaşamamın nedenini, dostlarım, size bu sözlerim açıklayabilir"

    (bkz: milan kundera / yavaşlık)

  • bu sabah gözaltına alınmış

    monash.pw&#x;-yigiter-gozaltina-alindi,

  • yassah hemserim yassah memleketinde bugun sabah evinden derdest edilerek gozaltina alinmis insan. ilk degil, son da olmayacak belli ki, ama ulkede yasama imkani vermiyorlar bu insana bildiginiz. kendi twitter'da yazmisti ona yasak olanlari gecenlerde, bence o yuzden aldilar. tertemiz apacik anlattigi icin. umarim bir an once ozgurlugune kavusur, yasaklardan kurtulur. hem o hem diger insanlar, hem de biz, halk, kamu, genel vicdan.

  • benzer zulme ugrayanlar icin getirilen yeni yasak icin:
    (bkz: khklı doktorlara özel hastane yasağı)

  • murat sevinç arkadaşını yazmış,

    monash.pw&#x;yigiter-gozaltina-alinmis/

    özellikle son bölümü muhteşem olmuş, özet geç diyen piçler, burası size yazılmış,

    "muhterem okur, faydası yok biliyorum ama bir kez daha tekrarlamanın zararı da olmaz:

    her hak ihlali, senin hakkının ihlalidir. her adaletsizlik, aslında sana yapılmıştır. birinin susturulması, bir gün senin konuşma ihtimalinin engellenmesi anlamına gelir. cenk yiğiter&#x;in mücadelesi kişisel değil, içeriği ve sonuçları itibarıyla toplumsaldır.

    canımızın içi cenk, tanıdığım en dürüst, en ahlaklı ve en mücadeleci insanlardan biridir. türkiye için, güzel ve anlamlı bir sürprizdir. kıymeti bilinmelidir.

    sevgili cenk yiğiter, serbest bırakılmalıdır.

    akademi ise sessizliğini korumalıdır. kesinlikle. suskunluktan ödün vermemelidir. daha girilecek ilk &#x;ler var, böyle işlerle uğraşmamalıdır.

    şşşş.ş.. ses çıkarmayın sakın. şşşşşş&#x; sessiz olun. şşşşş&#x; aman ha. şşşşş&#x; kime ne canım! şşşşş&#x; siz mi söylediniz mücadele et diye. şşşşş.. size mi sordu sanki gevezelik ederken. şşşşş&#x; neymiş, cenk akademisyenmiş, pöh, şayteyşında yayını var mı ki?! şşşşş&#x; benim çoluğum çocuğum var kardeşim. şşşşş&#x; böyle zamanlarda konuşmak akıllıca olmaz. şşşşş&#x; dönem geçsin, o zaman değerlendirme yaparız. şşşşş&#x; sessizlik.

    şşşşş&#x;"

  • türkiye'nin tam bir kara ütopya olduğunun canlı kanıtı. artık kafta'nın dava'sını mı okursunuz, yoksa orwell'ın 'ünü mü? siz karar verin.

ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.


Röportaj: Müjgân Halis


Geçen yıl bu zamanlardı. 15 Temmuz’un ardından ilan edilen Olağanüstü Hal sonrası, lügatimize kısaca KHK olarak giren Kanun Hükmünde Kararnameler’in hedefinde bu kez ‘barış akademisyenleri’ vardı. 6 Ocak ’da yayımlanan KHK ile ihraç edilenlerin arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Cenk Yiğiter de yer alıyordu. Ancak onun diğer KHK’lılardan belirgin farkları olduğunu söylemek gerek. Mesela bitmek bilmeyen enerjisi. ’da üniversite sınavında Türkiye çapında dereceyle girdiği okuldan, akademisyen olarak ‘atılmasına’ karşı boş durmadı, bu kez yine sınava girerek Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazandı. Ancak öğrencilik yapma hakkı da elinden alındı, üstelik neredeyse ona özel bir uygulamayla. Bu kez avukatlık yapmak için staja başladı, şimdilerde ümitsiz de olsa bunun için de hukuk mücadelesi veriyor. Tabii bütün bunları yaparken, Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan İbiş ile amiyane tabirle ‘uğraşmak’tan asla vazgeçmiyor. Bu hafta Cenk Yiğiter ile konuştuk ama söyleşiye başlamadan önce öğrencilerinin Cenk Hoca ile ilgili birkaç cümlesini alıntılamadan geçmek olmaz: “Mithat Sancar’ın yerini ancak kendisi doldurabilirdi, ama izin vermediler. Öyleyse bat dünya bat.” Bir diğer cümle ise şöyle: “Sanıyorum yakında okula önce adı Cenk olanlar, sonra adı C ile başlayanlar alınmayacak&#;.

Orhan Pamuk&#;un Yeni Hayat&#;ı herkesin bildiği o cümleyle başlar: &#;Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti&#;. Sizin hayatınıza dair böyle bir cümle herhalde &#;Bir imza attım&#; diye başlar. Daha önce de Türkiye, Aydınlar Bildirisi gibi süreçler yaşadı. Bu defa akademinin bu kadar güçlü bir &#;barış&#; mesajı vermesi, neden hazmedilemedi sizce?

İmza metni önüme geldiğinde, bunun hepimizin hayatını etkileyecek bir süreci başlatma ihtimali olduğunu görmüştüm açıkçası. Hatta eşimi yanıma çağırdım, metni ona da okuttum. “Bu bildiriye imza atmanın sonucunda işimden de olabilirim, bir ihtimal özgürlüğümden de” dedim. Ve kendisi de tereddüt etmeden onay verdi imzayı atmama. Ancak buna ihtimal versem de yine de bu kadar kapsamlı bir biçimde hedef alınmamız, beni yine de şaşırttı. Erdoğan’ın, barış bildirisini ve imzacıları doğrudan, birinci ağızdan hedef alması sürecin hepimiz açısından zor olacağının ilk sinyali oldu. Fakat burada şuna dikkat çekmek gerekir: Erdoğan bizi hedef aldığında imza sayısı ’di. Sonrasında, küsur akademisyen ve araştırmacı arkadaşımız, bu tehdidi görerek ve olacaklara göğüs gererek imzasını verdi. Ayrıca Erdoğan’ın çıkışı aslında bizim bu bildirimizin amacına da hizmet etmiş oldu. Bu sayede bildiri ve bildirinin konusu olan, Kürt coğrafyasındaki ağır insan hakları ihlalleri ve barış talebimiz hakkında çok daha fazla insan haberdar oldu.

Bu bildirinin hazmedilememesinin bir yönü Erdoğan’ın temsilcisi olduğu sağ popülist ve faşizan siyasal İslamcılığın entelektüel düşmanlığından kaynaklanıyor elbette. Bu düşmanlık kendisine akacak bir mecra buldu ve hatta siyasal İslamcılığa uzak olan başka faşizan varyantlar tarafından da sahiplenildi ve yeniden üretildi. Ayrıca AKP iktidarının ve sonrasında tek adam rejiminin uzunca süredir üniversiteler üzerinde bir tasfiye operasyonu yürütmek istediğini tahmin etmek de zor değildi. Bunun için de bu bildiri bir fırsat olarak görüldü, siyasal iktidar tarafından. Ancak bu konuda, Ankara Üniversitesi SBF’den ihraç edilmiş akademisyenlerden Barış Ünlü’nün tespiti de çok kıymetli: Kürt olmayan, Kürt siyasal hareketi ile ilişkisi bulunmayan pek çok akademisyen ve araştırmacının, Kürt coğrafyasında yaşananlara dair, üstelik bedel ödemeyi de göze alarak söz söylemesi Türkiye için yeni bir dönemi, yeni bir algılama ve düşünme biçimini işaret ediyordu. Siyasal iktidar da bu yeni olanı büyük bir tehlike olarak gördü ve tüm gücüyle boğmak istedi. Yeni olan bu biçim, bu sırtını dönmeme, görmezden gelmeme, inkâr etmeme tavrı, Kürt sorununun kadim yönetilme biçimleri için önemli bir sıkıntı olarak tarif edildi muhtemelen siyasal iktidar tarafından.

Kişisel hikâyenizi biraz biliyorum. Örneğin akademideyken bizzat Gülen Cemaati ile mücadelenizi. Cemaat yurtlarına akreditasyon verilmesine karşı çıkmanızı, cemaatçilerin stand açmalarını eleştirmenizi. KHK sürecine geçmeden önce bilmeyenler için o dönemde Ankara Üniversitesi&#;nde yaşananları anlatır mısınız?

Akademideyken Eğitim Sen’in işyeri temsilciliği ve bir dönem Üniversiteler Şube Yürütme Kurulu üyeliğini yaptım. Sendikamız her zaman kamusal ve parasız eğitimi savundu. Fethullahçıların darbe girişimine varacak kadar güçlenmesinde, yoksul halk çocuklarının kamusal imkânlardan yoksun bir biçimde okumaya çalışırken bu tip örgütlenmelere, bunların yurtlarına, burslarına mahkûm edilmiş olması önemli bir sebep. Erkan İbiş’in rektör olarak göreve başlamasından hemen sonra, kayıt döneminde özel öğrenci yurtları üniversite yerleşkesinin içerisinde üniversite yönetiminden akreditasyon alarak tanıtım ve kayıt masaları açtılar. Bunların içerisinde malum cemaatin yurtlarının da olduğu o dönem muhalif medya tarafından haberleştirildi. Ben de o zaman bu konuyu Eğitim Sen Üniversiteler Şubesi Yürütme Kurulu üyesi olarak üniversite yönetimine ilettiğim gibi, üniversitenin e-posta listesinde de gündeme getirdim. Ne var ki 15 Temmuz’dan sonra OHAL sürecinde hakkımda açılan 5 soruşturmadan bir tanesi bu konuyu tekrar hatırlatmam üzerine açıldı.

&#;Ankara Üniversitesi e-posta listesine darbeyi destekleyen mesaj atanlar hâlâ görevde&#;

Bu arada, 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece saat 02,00’de, henüz darbe girişimi sürerken ve darbenin başarılı olup olmayacağını öngörmek mümkün değilken, Ankara Üniversitesi e-posta listesine,  “Halka karşı silah kullanmak insanlık suçudur. Bu suça da ortak olmayacağız!” şeklinde bir mesaj attım. Aynı ifadeleri twit olarak da attım. Bu twiti ve mesajı atmadan önce de, tıpkı bildiriye imza atmadan önce yaptığım gibi eşimin onayını aldım. Kendisine, “Sabah olduğunda bu darbe girişimi başarıya ulaşmış olabilir. Bu takdirde bu ifadem dolayısıyla da işimden ve belki de özgürlüğümden olabilirim” dedim. O da, “İnsanları öldürüyorlar, tabii ki sözünü esirgemeyeceksin, hiç değilse tarafın belli olsun” diye yanıtladı beni. Bu anlamda Ankara Üniversitesi’nde darbe girişimine karşı açıkça tavrını açıklayan ilk kişi benim.

Darbe girişimi sırasında, aynı e-posta listesine, darbecilere selam duran, darbeyi kutlayan bir mesaj da atıldı Fen Fakültesi’nde profesör olarak çalışan bir öğretim üyesi tarafından. Bu darbesever öğretim üyesi Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’nün gönüllü sözcülüğünü ve savunuculuğunu yapmasıyla tanınır üniversite çevresinde. Evet, şu anda bu öğretim üyesi hâlâ görevinin başında, ben ise ihraç edilmiş ve bir sivil ölüye dönüştürülmüş durumdayım. Bu arada şunu da söylemek lazım: Ankara Üniversitesi’nden ’e yakın barış bildirisi imzacısı akademisyen ihraç edildi. Ancak Ankara Üniversitesi gibi büyük bir üniversitede Fethullahçılara yönelik ciddi bir tasfiye de yürütülmedi. Ve hatta FETÖ şüphelisi olarak tutuklu yargılanan ve adli kontrol şartıyla serbest kalan Hakkari Üniversitesi eski rektörü Ebubekir Ceylan bu dönemde, 15 Temmuz sonrasında Ankara Üniversitesi’ne transfer edildi. Ankara Üniversitesi’nde gerçekten ne gibi işlerin döndüğü şimdilik bir muamma.

“Esas travmayı bildiriye imza atmasaydım yaşardım”

Ve KHK süreci. Bir cümlenize rastladım, diyorsunuz ki &#;’de birinci sınıf öğrencisiyken tanıştığım çömez güvenlik görevlisi 20 yıl içinde güvenlik amiri olmuş, girişimi de o engellemişti&#;. Dile kolay, 20 yıldan bahsediyoruz. Derece yaparak girdiğiniz bir okuldan böyle uzaklaştırılmayı, psikolojik olarak nasıl tarif ettiniz kendinize?

Bir sosyalist olarak, bir muhalif olarak, akademisyenlik mesleğini tercih ettiğimde, Türkiye şartlarında başıma her an böyle bir şeyin gelebileceğini göze alarak buna girişmiştim. Dolayısıyla üniversiteden bu şekilde uzaklaştırılmış olmak benim açımdan hiç hazır olmadığım bir travmaya sebep olmadı elbette. Hatta üniversiteden tasfiye edilen meslektaşlarımı düşününce, bu isimlerle birlikte bu süreci yaşıyor olmak benim için bir onurdur. Bu bildiriye hasbelkader imza atmamış olsaydım ve bu arkadaşlarımız, meslektaşlarımız bunları yaşarken ben üniversitedeki görevimde olsaydım işte bu benim için kesinlikle bir travma olurdu. Öte yandan, ihraç edilmemin üzerinden bir yıl geçmesiyle birlikte ciddi bir kayıp yaşadığımı kendime yeni yeni itiraf edebilmeye başladım. Akademide belli hedeflerim, hayallerim vardı. Bunlar elimden hukuksuzca alındı. Ve öğrencilerim… Ders yürütmeyi, öğrencilerle birlikte olmayı gerçekten özlüyorum ve zaman geçtikçe bu özlem artıyor elbette. Bu özlemle birlikte öfkem de artıyor tabii ki.

Sizin diğer KHK mağduru akademisyenlerden farklı yönleriniz de var. Akademisyen olarak çıkarıldığınız okula öğrenci olarak dönmek istediniz, o da engellendi. Ben şunu merak ediyorum: Neden İLEF?

Üniversite sınavına girerek Ankara Üniversitesi’ne dönmek öncelikli olarak protest bir eylemdi. Cebeci Kampüsü’nde bir bölüm kazanmayı ve sınırlarından içeri girmeme izin verilmeyen Cebeci Kampüsü’ne öğrenci kimliğimle girebilmeyi istiyordum. Öte yandan Ankara Hukuk’ta öğrenciyken de İLEF’te okuyan arkadaşlarımızı kıskandığımız da bir sır değil. Nitekim tam bizim final sınavları için kütüphanelere ve boğucu hukuk kitaplarına kapandığımız zamanlarda İLEF Radyo Televizyon Sinema öğrencileri kampüste kısa film çekerlerdi. Bu anlamda da İLEF’te okumak bir gençlik hayaliydi elbette. Gerçi Ankara Üniversitesi tasfiyesinden en büyük yara alan okullardan biri İLEF. Pek çok kıymetli hocasını yitirmiş olan bu okulun bizim kıskandığımız İLEF olmaktan çok uzak olduğu da ortada.

“Kendilerini Marksist gibi sunan akademisyenler, ölü taklidi yaptı, suç ortağı oldu”

İhracınızdan yaklaşık iki ay sonra, ana akımda atıldığınız Ankara Üniversitesi ile ilgili bir haber yayınlandı, hatırlarsınız. Ve orada bazı akademisyenlerin &#;Ankara Üniversitesi gibi bir kent&#; önerilerini okuduk. Her ne kadar artık o büyükşehir belediye başkanının yerinde yeller esse de, Anadolu Ajansı&#;nın dahi refere edildiği bu toplantının size ne hissettirdiğini merak ediyorum?

Evet, Ankara Üniversitesi’nin ’e yakın hocası tasfiye edildikten, hocaların cüppeleri polis postallarının altında ezildikten kısa bir süre sonra, tasfiyenin baş sorumlularından Erkan İbiş’in itibarının onarılması ve yeniden parlatılması için sipariş edilmiş bir haberdi o. Bu haberin içerisinde görüş bildiren ve bu operasyonun içinde gönüllü olarak bulunanların arasında Ankara Üniversitesi İLEF’in hocalarından kendini Marksist ve muhalif bir akademisyen gibi sunmuş bir isim de vardı. Ki bu kişi, bir dönem Akit Gazetesi tarafından hedef gösterilmiş, bu süreçte de sonradan ihraç edilecek meslektaşları koşulsuz yanında durmuşlardı. Maalesef bu konformist tutum, hem dünya tarihinde, hem ülkemiz tarihinde faşizm dönemlerinde sıkça karşılaşabileceğimiz bir savrulmanın sıradan bir örneği. Sanıyorum bu hikâyelere de hakkından fazla kıymet vermemek gerekiyor. Bu dönemlerde böyle savrulmalar yaşanabiliyor. Ancak bu tip savrulma hikâyelerinden çok daha fazla direnme, dayanışma hikâyesi görmek mümkün.

Eminim şu anda akademide &#;solcu-muhalif&#; akademisyen olmak zordur. Ama sanki bir &#;muhalif&#; kalanlar var, bir de pozisyonunu korumak için çabalayanlar. Bize dışarıdan öyle görünüyor. Yanılıyor muyum?

Pozisyonunu korumak adına korkuya teslim olmuş, ölü taklidi yapanlar, temel ilkelerini, değerlerini askıya alanlar da var, daha ileri gidip pozisyonunu korumak adına dönemin failleriyle suç ortaklığı geliştirenler de var. Ancak bu konformizm hikâyeleri oldukça istisnai. Sadece küçük ama mide bulandırıyor durumu geçerli aslında. Öte yandan akademide henüz tasfiye sürecinden payını almamış pek çok meslektaşımız böylesi zor bir dönemde onurlu bir şekilde ilkelerinden ödün vermeksizin mesleklerini sürdürmeye çabaladıkları gibi biz ihraç edilenlerle de dayanışma içerisinde olabilmeyi, bize moral ve güç verebilmeyi başarıyorlar.

Öğrencilik hakkı elinden alındı, avukatlık hakkı da yargıda

Şu anda stajyer avukatlık yapıyorsunuz. Ama sanırım o da tehlikede değil mi? Bu sürece dair bizi bilgilendirir misiniz?

21 Mart tarihinde avukatlık stajıma başladım ve staj sürecimin bitmesine 3 aydan daha kısa bir süre kaldı. Bu süreçte yaşanmış bir başka skandaldan da burada bahsetmekte fayda var. Ankara Barosu staj başvurumu değerlendirirken, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Suçlar Bürosu’na hakkımda bir FETÖ/PDY soruşturması olup olmadığını soruyor. Ve Anayasal Suçlar Bürosu’ndan bir savcı bu soruya verdiği yazılı cevapta, hakkımda yürütülen ve Kasım ’da takipsizlik kararıyla sonuçlanmış olan tarihli Ankara Gezi Soruşturmasını, sürmekte olan bir FETÖ soruşturması gibi gösteriyor. Bunun üzerine ben dosyanın içeriğini ve takipsizlik kararını Ankara Barosu’na kendim teslim ettim. Resmi evrakla yalan beyanda bulunan bu savcı hakkında da HSYK’ya şikâyette bulundum. Bu savcı daha sonra Ankara Barosu’na bir yazı yollayarak önceki yazının sehven – yanlışlıkla yazıldığını, hakkımda bir FETÖ/PDY soruşturmasının aslında olmadığını yazdı. Yeri gelmişken bundan da bahsedeyim. tarihli bu Ankara Gezi soruşturması takipsizlik kararına kadar benim haberimin olmadığı, gizli olarak yürütülmüş bir soruşturma bu arada. Haziran ’ten Kasım ’ya kadar telefon sinyallerim izlenmiş, telefonlarım dinlenmiş. Savcılık kamuya açık yerlerde ve işyerimde de izlenmem için karar aldırmış. Evimin içi hariç her yerde izlenmişim yani. Sonunda hakkımda herhangi bir delil bulamıyorlar ve takipsizlik kararı veriliyor. Bu takipsizlik kararının üzerinden bir buçuk ay geçtikten sonra da terörle ilişkili denilerek ihraç edilmiş oluyorum.

21 Mart’ta avukatlık stajıma başladım ve stajım devam ederken, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, KHK ile ihraç edilmemden ötürü Türkiye Barolar Birliği’ne itirazda bulunuyor ve stajımın son verilmesini talep ediyor. TBB bu itirazı reddediyor. Adalet Bakanlığı vesayet yetkisini kullanarak bu ret işlemini TBB’ye geri gönderiyor. TBB Yönetim Kurulu nitelikli çoğunlukla kararında direniyor ve avukatlık stajımın durdurulamayacağı yönünde tekrar karar alıyor. Bunun üzerine Adalet Bakanlığı, TBB’nin bu kararını idari yargıya taşıyor ve yürütmenin durdurulması talebini içeren bir iptal davası açıyor. Şu anda konu idari yargının önünde. Yargı yürütmenin durdurulması kararı verecek olursa benim staj sürecim de sekteye uğrayacak. Şu anda Adalet Bakanlığı’nın davacı olduğu bir davada, idari yargının Adalet Bakanlığı’nın taleplerini reddebileceğini beklemek fazla naifçe. Çok büyük ihtimalle mahkeme yürütmenin durdurulması kararı verecek ve staj sürecimi bitiremeyeceğim. Bu arada bu konudan etkilenen tek kişi de ben değilim. Adalet Bakanlığı avukatlık stajı yaptığını tespit ettiği tüm KHK’liler için bu süreci işletmek istiyor. Danıştay’ın avukatın kamu görevlisi olarak sayılamayacağına ilişkin kararları olmasına rağmen, idari yargının hukuka uygun kararlar vereceğini bekleyemeyeceğimiz bir dönemdeyiz maalesef.

Eğitim Sen ve KESK üyesisiniz. KHK sonrası sendikalarınızın, mağdurlar için önemli bir maddi dayanışma ağı ördüğünü biliyorum. Bilmeyenler için, bu dayanışmayı biraz da örnek olması amacıyla anlatırsanız sevinirim.

Eğitim Sen üyesi bir öğretmenin çocuğuyum. Henüz çocukken annemle birlikte Eğitim Sen’in ve KESK’in pek çok eylemine katılmıştım. Bu anlamda çocukluğumdan beri KESK’li ve Eğitim Sen’li olduğumu söyleyebilirim. Eğitim Sen’in de, KESK’in de bu dönemde dayanışma adına iyi bir sınav verdiğini düşünüyorum. Belki böylesi bir sürece daha hazırlıklı girebilirdik ama şu dönem bundan sonrası süreçler için bize pek çok deneyim kazandırmış oldu. İhraç edildiğimiz günden bu yana Eğitim Sen pek çok maddi zorluk çekmek pahasına ihraç edilen üyeleriyle hem maddi hem manevi olarak dayanışma içinde bulundu. Eğitim Sen’in ihraç edilmiş üyeleriyle dayanışmak için açtığı bir hesap da var:

Yurtiçinden yapılacak bağışlar için:
Hesap Sahibi: Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası
Banka/Şube: Ziraat Bankası/Başkent Şubesi
IBAN: TR50 47

Yurtdışından yapılacak bağışlar için: Education International / ING Bank

IBAN: BE05
SWIFT/BIC: BBRUBEBB

(Yurtdışından Education International dayanışma hesabına katkı yapacak olanların para transferinin açıklama bölümüne &#;UAA Egitim Sen&#; ibaresi konularak bağışın Eğitim-Sen için olduğunun belirtilmesi gerekiyor, orada birikenler Eğitim-Sen&#;e düzenli olarak aktarılıyor.)

Şu an KESK’in iki eş genel başkanı da KHK ile ihraç edilmiş kamu emekçisidir. Eş genel başkanlarımızdan Aysun Gezen de KHK ile ihraç edilmiş bir barış bildirisi imzacısı akademisyen.

Biraz da muzır bir soru sorayım izninizle: Cenk Yiğiter deyince akla doğal olarak ikinci bir isim geliyor, Rektör Erkan İbiş. Sosyal medya profilinizde, yılmadan usanmadan Erkan İbiş&#;le ilgili paylaşımlar yapıyorsunuz. Ben şahsen bu enerjiyi nereden bulduğunuzu merak ediyorum?

Bu çok da büyük bir enerji gerektirmiyor açıkçası. Şu anda faşizan bir tek adam rejimi var karşımızda. Bu tek adam rejiminin sürmesi için de birtakım aparatçıların hayati rolleri var. Erkan İbiş de bu rejimin aparatçıklarından sadece biri. Benim amacım ise bu aparatçığın toplumsal hafızadan silinmesini engellemek. Ve bu süreci arkamızda bıraktığımızda da hem hesap vermesi hem de bu dönemin bir faili olarak utancının onu takip etmesi için elimden geleni ardıma koymamak.

Siz No&#;lu KHK ile ihraç edilmiştiniz. Sizden sonra ne KHK&#;lar gördük. En sonuncusu herhalde, en iz bırakanı olacak. Bilim insanı kimliğinizi de unutmayarak söyleşiyi sürdürmek istiyorum. Dünyada benzer örneklerini çokça gördüğümüz &#;yönetememe krizi&#;ne dair hem yorumlarınız hem de gelecek öngörülerinizi öğrenmeyi çok isterim. Ne söylemek istersiniz?

Bu konuda çok uzun konuşmaktan korktuğum için cevabımı çok kısa tutmaya çalışacağım: Bu yönetememe hali sürdürülebilir görülmüyor. Türkiye toplumu da bu faşizan tek adam rejimi ile uzun süreler yönetilemeyecek olgunluğa erişmiş bir toplumdur. Fakat bu sürdürülemezlik hali bizi naif bir iyimserliğe de sürüklememeli. Bu yönetememe krizinin pek çok yeni siyasal, toplumsal ve ekonomik krizleri tetiklemesi ve yeni yönetememe krizleri doğurarak bu topluma çok daha fazla bedeller ödetmesi mümkün. Bu süreci olabildiğince az hasarla atlatmak da, sonrasında yeniden, barış içinde yaşayan adil, demokratik bir toplumsal hayatı inşa etmek de bu ülkenin emek ve demokrasi güçlerinin sorumluluğudur.

“Korkuyorum elbette ama en çok barışın inşa edilemediği bir ülke olmaktan”

Aslında ilk sormak istediğim soruyu sonlara bıraktım: Korkmuyor musunuz? Çünkü diyorsunuz ki, bizim çekeceklerimiz Cizre&#;nin, Sur&#;un, Nusaybin&#;in acıları yanında hiçbir şeydir.

Korkmadığımı söyleyemem. Evet korkuyorum. Daha ödeyecek bedellerimiz var, bunlardan da korkuyorum. Bu korkunun hayatımı, eyleme biçimlerimi belirleyemediğini de söyleyemem. Öte yandan 3 yaşında bir kız çocuğum var. Onun geleceği için, onun gelecekte yaşayacağı ülke ve dünya için duyduğum endişeler şu anki korkuma da baskın geliyor. Barışın inşa edilemediği, insanlarımızın acılarıyla yüzleşilmediği, sorumluların hesap vermediği, insan haklarını temel alan bir hukuk devletinin, laikliğin, çoğulcu demokrasinin hayata geçirilmediği bir ülke çocuklarımız için parlak bir gelecek vadedemez. En çok bundan korkmamız gerekiyor sanıyorum.

Belki de bu sorudan sonra, şunu da sormalıyım: Ülkeyi tek parça halinde tutmak için, şimdi amfide olsaydınız öğrencilerinize hangi kitapları okumayı salık verirdiniz?

Aslında öğrencilerden de sıkça duyduğum bir soruydu bu. Ve genel olarak da cevap vermekten kaçındığım bir soru. İddialı bir okuma önerisinde bulunamayacağım maalesef. Ama şunu söyleyebilirim: Bu ülkeyi tek parça halinde tutmak ve ayrıca özgür bir ülke, özgür bir dünya inşa etmek genç arkadaşlarımızın da omuzlamaları gereken bir sorumluluktur. Okudukları, çalıştıkları alanı iyi tanısınlar, derinleşsinler. Fakat asla kendilerini bir disiplinin içine hapsetmesinler. Tek boyutlu insanlar olmaya da dirensinler. Ve özellikle, edebiyatı, romanı, şiiri ihmal etmesinler.

Etiketler:akademicenk yiğiterihraçKHKMüjgan Halis

'KHK ile ihraç edilenler kayıt yaptıramaz' kuralı sadece Cenk Yiğiter için geçerli!

Ankara Üniversitesi (AÜ) Rektörü Erkan İbiş’in, barış imzacısı olduğu için üniversiteden atılan Cenk Yiğiter’in üniversiteye öğrenci olarak dönmesini kişiye özel yönetmelikle engellediği ortaya çıktı. Yiğiter'le aynı durumdaki 4 kişinin kaydı yapıldı.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden KHK ile ihraç edilen akademisyen Cenk Yiğiter, aynı üniversitenin iletişim fakültesini kazanınca Ön Lisans ve Lisans Eğitim-Öğretim Yönetmeliği değiştirilerek üniversiteye kayıt yaptırması engellendi. Yönetmeliğin iptali için dava açan Yiğiter, KHK ile ihraç edilen 4 kişinin üniversiteye kaydının yapıldığını belirtti.

Cumhuriyet'ten Dilek Şen'in haberine göre; Ankara İdare Mahkemesi’ne açtığı davada kayıt yapılmaması ve ve yönetmeliğin kayıt hakkını ortadan kaldıran iki maddesinin iptali istediklerini ifade eden Cenk Yiğiter, “idarenin savunması alınmaksızın yürütmenin durdurulmasını istedik. Çünkü savunma beklenirse, telafisi olmayan sonuçlar doğacak. 16 Eylül’de hazırlık muafiyet sınavı var. Ayrıca, kayıt listeleri ortaya çıktığında kontenjanda kaydımın yapılmaması nedeniyle bir boşluk doğacak ve bir öğrenci yerleştirilecek” dedi. Davaya sunulmak üzere bütün hukukçulardan mütalaa isteyen Yiğiter, “Yargının vereceği kararlara güvenemez hale geldik. Anayasada çok açık; temel hak ve hürriyetler ancak kanunla sınırlandırılır. Bunun, hukukçular tarafından ortaya konması son derece önemli ve öte yandan ironik olacaktır” dedi.

'Öğrenci olarak dönmem protest bir eylemdi'

Cenk Yiğiter’in üniversiteye kayıt yaptırmasını engelleyen yönetmeliğin, aynı durumdaki başka kişilere uygulanmadığı ise CHP Manisa Milletvekili Tur Yıldız Biçer tarafından ortaya çıkarıldı. Daha önce KHK ile ihraç edilen bir kişinin 16 Ağustos’ta Ankara Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı bölümüne, başka kişinin ise 17 Ağustos’ta Kalecik Meslek Yüksek Okulu’na kaydı yapıldı. 

Yiğiter, yönetmelikle kendisinin hedef alındığını belirterek, “Bildiğimiz 4 kayıt var, 2’si belgeyle sabit. Yönetmeliğin bana özel uygulanmasının nedeni, öncesinde okula gireceğimi deklare etmem. Okuluma öğrenci olarak dönmem, aynı zamanda protest bir eylem biçimiydi. Erkan İbiş, ‘Sen bunu yapamazsın' dedi” ifadelerini kullandı.

İbiş, cemaat yurtları için uyarınca soruşturma açtı

Barış bildirisini imzalayana kadar hakkında hiçbir soruşturma olmadığına dikkat çeken Yiğiter, “Erkan İbiş’in benimle olan husumeti ’ye dayanıyor. Eğitim Sen Ankara Üniversiteler Şubesi’nde temsiliyet görevim vardı. 15 Temmuz’dn sonra bana toplam 5 soruşturma açıldı. Hepsi de okulun personelinin bulunduğu e-mail listesine attığım mailler nedeniyleydi. Maillerden birinde, cemaat yurtlarının üniversitede tanıtım masası açtığına dair haberleri hatırlatıp o zamanlar bu tehlikeye karşı Eğitim Sen’li akademisyenler olarak yönetimi uyardığımızı söylemiştim. Bundan dolayı hakkımda ‘üniversite yönetimi itibarsızlaştırmak’ suçlamasıyla soruştuma açıldı. Böyle bir suç yok. Suçu da uyduruyorlar. Bir mailde de, Rektör Erkan İbiş’in AKP Siyaset Akademisi’nde ders vermesini yazdım ve ayrıca bu konuda BİMER’e şikayetçi oldum. Bu defa da, ‘rektörü itibarsızlaştırmak’ suçundan kınama cezası aldım” diye konuştu.

FETÖ’den yargılanan Prof. Ceylan ders veriyor

Yiğiter, 15 Temmuz gecesi üniversitenin mail listesinde darbeyi kınayan ilk kişi olduğuna da vurgu yaparak, “Darbe girişimi sürerken ‘Halka karşı silah kullanmak suçtur ve bu suça ortak olmayacağız’ yazmıştım, bununla ‘barış bildirisi’ne de ithafta bulundum. Bu kınama metniyle darbe girişimine olan tavrımı açıkça ortaya koymuşken okuluma öğrenci olarak dahi giremiyorum, ama FETÖ soruşturması kapsamında yargılanan ve bir süre de tutuklu kalmış Hakkari Üniversitesi Rektörü Prof. Dr Ebubekir Ceylan, bizim üniversitede profesör olarak çalışıyor. Rektör İbiş, OHAL sürecinde darbeyle mi mücadele ediyor, barış imzacılarıyla mı?' diye sordu.

'Ankara Üniversitesi özerkliği aştı, bağımsız cumhuriyet oldu’

Hacettepe Üniversitesi Sağlık Meslek Yüksek Meslek Yüksekokulu’nda öğrenci olan Cenk Yiğiter, “Barış bildirisinden sonra tasviye edileceğimi anlayıp yazında üniversite sınavına girdim. İki yıl sonunda hemen bir meslek sahibi olayım diye düşünerek yüksekokula girdim. Orada öğrenciliğim sürüyor. Yani hiçbir üniversitenin yapmadığı işlemi, Ankara Üniversitesi yapıyor. Durumda, bir yetki gaspı da var. Ankara Üniversitesi özerkliği aştı, bağımsız cumhuriyet haline geldi” dedi.

‘ Nazi hukukunun başlangıcı’

“Belli bir toplumsal kategoriyi, tüm yurttaşlara tanınmış haklardan mahrum bırakmak, Nazi hukukunun başlangıcı” diyen Yiğiter, “28 Şubat’ta başörtülü öğrencilerin üniversiteye alınmaması da YÖK’ün kılık kıyafet yönetmeliği ile yapılmıştı. O zaman bunu yapan YÖK’tü, şimdi Ankara Üniversitesi; farkı yok. Bu bir Nazi hukuku. Bunun sonucu, ‘Bu insanları Gettolara kapatalım ve toplama kampına götürelim’e kadar gidebilir” ifadelerini kullandı. 

ETİKETLER :türkiye gerçeği, vişne haber ajans, vişne ajans, istanbul gerçeği, türkiye haberleri, son dakika haberler, istanbul haberleri, sondakika, 'KHK ile ihraç edilenler kayıt yaptıramaz' kuralı sadece Cenk Yiğiter için geçerli!

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır