cin süresi faziletleri / CİN SÛRESİ - TDV İslâm Ansiklopedisi

Cin Süresi Faziletleri

cin süresi faziletleri



Cin Sûresi Hakkında

Cin sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 28 âyettir. Cinlerin Kur’ân-ı Kerîm’i dinleyip doğru yolu buldukları anlatıldığından “cin” ismini almıştır. قُلْ اُو۫حِيَ اِلَيَّ(Kul ûhiye ileyye) ismiyle de anılır. (bk. Buhârî, Tefsir 72) Mushaf tertîbine göre 72, iniş sırasına göre sûredir.

Cin Sûresi Konusu

Görünmez varlıklar olan cinlerin Kur’an’ı dinleyip ona inandıkları haber verilerek Resûlullah (s.a.s.) teselli edilir. Bu vesileyle cinlerin durumları, kulak hırsızlığı yapmaları, yakıcı ışınlarla gök kapılarından kovulmaları, bir kısmının müslüman bir kısmının ise kâfir olması gibi olaylar, cinlerin bizzat kendi ifadeleriyle anlatılır. Peşinden tevhid, nübüvvet, şefaat, vahiy ve gayb konuları hakkında bilgi verilir.

Cin Sûresi Nuzül Sebebi

Abdullah b. Abbas (r.a.)’ın haber verdiğine göre, hicretten önceki günlerin birinde, Resûl-i Ekrem (s.a.s.) birkaç sahâbîsi ile Ukâz semtine doğru gidiyordu. O günlerde şeytanların göklerden haber alması engellenmiş, göğe çıkmak istediklerinde üzerlerine alevler atılmaya başlanmıştı. Bunun üzerine kavimleri onlara:

“- Gökten haber almanızı engelleyen herhalde yeni bir olay vardır; yeryüzünü dolaşın da bunun sebebini öğrenin” değince cinler yeryüzüne dağılmışlardı.

Ukâz’dan geçen bir grup şeytan, ashâbına sabah namazını kıldıran Efendimiz (s.a.s.)’in okuduğu Kur’an’ı dinleyince:

“- Gökten haber almanızı engelleyen işte budur!” dediler ve kavimlerinin yanına gidince:

“Biz harikulâde güzel bir Kur’an dinledik. O her hususta doğru yolu gösteriyor; biz de ona iman ettik. Bundan böyle artık Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız” (Cinn 72/) dediler.

İşte o zaman Allah Teâlâ da Peygamberimiz (s.a.s.)’e Cinn sûresini inzal buyurdu. (bk. Buhârî, Tefsir 72/1; Müslim, Salât )

Cin Sûresi Arapça Yazılışı

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ

قُلْ اُو۫حِيَ اِلَيَّ اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ فَقَالُٓوا اِنَّا سَمِعْنَا قُرْاٰنًا عَجَبًاۙ

1.

يَهْد۪ٓي اِلَى الرُّشْدِ فَاٰمَنَّا بِه۪ۜ وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَٓا اَحَدًاۙ

2.

وَاَنَّهُ تَعَالٰى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًاۙ

3.

وَاَنَّهُ كَانَ يَقُولُ سَف۪يهُنَا عَلَى اللّٰهِ شَطَطًاۙ

4.

وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ تَقُولَ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللّٰهِ كَذِبًاۙ

5.

وَاَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِنَ الْاِنْسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ فَزَادُوهُمْ رَهَقًاۙ

6.

وَاَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ اَحَدًاۙ

7.

وَاَنَّا لَمَسْنَا السَّمَٓاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَد۪يدًا وَشُهُبًاۙ

8.

وَاَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِۜ فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْاٰنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًاۙ

9.

وَاَنَّا لَا نَدْر۪ٓي اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًاۙ

وَاَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذٰلِكَۜ كُنَّا طَرَٓائِقَ قِدَدًاۙ

وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ نُعْجِزَ اللّٰهَ فِي الْاَرْضِ وَلَنْ نُعْجِزَهُ هَرَبًاۙ

وَاَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدٰٓى اٰمَنَّا بِه۪ۜ فَمَنْ يُؤْمِنْ بِرَبِّه۪ فَلَا يَخَافُ بَخْسًا وَلَا رَهَقًاۙ

وَاَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَۜ فَمَنْ اَسْلَمَ فَاُو۬لٰٓئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا

وَاَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًاۙ

وَاَنْ لَوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّر۪يقَةِ لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقًاۙ

لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۚ وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًاۙ

وَاَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلّٰهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللّٰهِ اَحَدًاۙ

وَاَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللّٰهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًاۜ۟

قُلْ اِنَّمَٓا اَدْعُوا رَبّ۪ي وَلَٓا اُشْرِكُ بِه۪ٓ اَحَدًا

قُلْ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا رَشَدًا

قُلْ اِنّ۪ي لَنْ يُج۪يرَن۪ي مِنَ اللّٰهِ اَحَدٌ وَلَنْ اَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَدًاۙ

اِلَّا بَلَاغًا مِنَ اللّٰهِ وَرِسَالَاتِه۪ۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ

حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ اَضْعَفُ نَاصِرًا وَاَقَلُّ عَدَدًا

قُلْ اِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ مَا تُوعَدُونَ اَمْ يَجْعَلُ لَهُ رَبّ۪ٓي اَمَدًا

عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلٰى غَيْبِه۪ٓ اَحَدًاۙ

اِلَّا مَنِ ارْتَضٰى مِنْ رَسُولٍ فَاِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ رَصَدًاۙ

لِيَعْلَمَ اَنْ قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَاَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَاَحْصٰى كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا

Cin Sûresi Türkçe Meali (Ömer Çelik)

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1.

Rasûlüm! De ki: “Bana vahiyle bildirildi ki, cinlerden bir topluluk beni Kur’an okurken dinleyip sonra da kavimlerine dönerek şöyle dediler: «Biz hârikulâde güzel bir Kur’an dinledik.»

2.

«O her hususta doğru yolu gösteriyor; biz de ona iman ettik. Bundan böyle artık Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.»

3.

«Şüphesiz Rabbimizin şânı çok yücedir. O ne bir eş edinmiştir; ne de bir çocuk.»

4.

«Şimdi öğreniyoruz ki, meğer bizim beyinsizlerimiz, Allah hakkında yalan yanlış şeyler söylüyormuş.»

5.

«Oysa biz, insanların da cinlerin de Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk.»

6.

“Gerçi, öteden beri insanlardan bazı adamlar cinlerden birtakım adamlara sığınıyor, böylece onların kibir ve azgınlıklarını artırıyor, cinler de kendilerine sığınanların günahına günah, isyânına isyân katıyorlardı.»

7.

«Onlar da, sizin sandığınız gibi, Allah ölen kimseyi bir daha diriltmeyecek sanıyorlardı.»”

8.

“«Doğrusu biz, melekleri dinlemek için göğe yükselmek istedik. Bir de ne görelim: Orası sert ve güçlü bekçilerle, alev fışkırtan mermilerle dopdolu.»

9.

«Oysa önceleri biz, haber dinlemek için orada oturacak yerler bulup otururduk. Fakat şimdi, Kur’an inmeye başladıktan sonra, artık kim göğe çıkıp melekleri dinlemeye kalksa, kendisini gözetleyen bir alev topuyla karşılaşıyor!»

«Göğün böyle sıkı denetim altına alınmasıyla yeryüzü ahâlisi için bir kötülük mü kastedilmiştir, yoksa Rableri onlar için bir iyilik mi dilemiştir; onu biz bilemiyoruz?»

«Bize gelince, içimizde dürüst ve erdemli kimseler de var, bunun çok aşağısında kalan azgınlar da. Tıpkı insanlar gibi biz de farklı inançlara sahip çeşitli gruplara ayrılmış vaziyetteyiz.»

«Artık şu gerçeği iyice anlamış bulunuyoruz ki, biz ne yeryüzünde Allah’ın iradesine karşı koyabiliriz, ne de O’nun elinden kaçıp kurtulabiliriz.»

«Ne zaman ki doğru yolu gösteren Kur’an’ı dinledik, hemen ona iman ettik. Rabbine iman eden kimse, ne ecrinin eksilmesinden korkar, ne de zulme uğramaktan.»

«İçimizde Allah’a teslimiyet yolunu seçenler de var, doğru yolu terk eden zâlimler de. Kim teslimiyet yolunu seçip Allah’ın emirlerine boyun eğerse, işte onlar doğru yolu arayıp bulmuş olanlardır.»

«Doğru yolu terk eden zâlimler ise cehenneme odun olacaklardır.»”

Eğer insanlar ve cinler, Allah’ın yolu üzerinde dosdoğru yürüselerdi, onlara bol bol yağmur verir, rızıklarını genişletirdik.

Aslında verdiğimiz bu nimetlerle onları imtihan ediyoruz. Kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse, Allah onu gittikçe artan çetin bir azaba uğratır.

Mescidler Allah’a ibâdet etmek içindir. Öyleyse Allah’tan başka hiçbir kimseye, hiçbir şeye el açıp yalvarmayın.

Allah’ın has kulu kalkıp da Rabbine dua ve ibâdet etmeye başlayınca, onlar neredeyse birbirini çiğnercesine onun başına üşüştüler, keçe gibi birbirine geçtiler.

De ki: “Ben ancak Rabbime kulluk ederim ve O’na hiç kimseyi ortak koşmam.”

De ki: “Benim size kendiliğimden ne bir zarar vermeye gücüm yeter, ne de sizi doğruya ulaştırarak bir fayda sağlamaya.”

De ki: “Allah’a isyân edecek olursam beni O’nun azabından hiç kimse kurtaramaz. O’ndan başka sığınacak bir yer de bulamam.”

“Benim vazîfem sadece Allah ile ilgili gerçekleri ve O’nun mesajlarını tebliğ etmekten ibârettir.” Kim Allah’a ve Rasûlü’ne karşı gelirse, hiç şüphesiz onun hakkı, ebedî olarak içinde kalacağı cehennem ateşidir!

Nihâyet tehdit edilip durdukları azabı gözleriyle gördükleri zaman, yardımcıları bakımından kim daha zayıf ve sayıca kim daha az, bileceklerdir.

De ki: “Tehdit edildiğiniz o azap yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi tâyin eder; onu ben bilemem?”

Gaybı bilen yalnız Allah’tır. O, hiç kimseye gayb bilgisini açık bir şekilde bildirmez.

Ancak seçip bildirmek istediği bir peygamber hâriç. Ona gayb bilgisinden dilediği kadarını açar. Ancak bu durumda Allah, verdiği gayb bilgisini şeytanların tasallutundan korumak için onun önünden ve ardından gözcüler salar.

Tâ ki, peygamberlerin, Rablerinden gelen mesajları eksiksiz olarak ve hiçbir değişikliğe maruz kalmadan tebliğ ettiklerini Allah kesin bir şekilde ortaya koysun. Zâten Allah, onların nezdinde olup bitenleri ilmiyle çepeçevre kuşatmıştır ve her şeyi tek tek kaydettirip korumaktadır.

Cin Sûresi Tefsiri (Ömer Çelik)

1. Rasûlüm! De ki: “Bana vahiyle bildirildi ki, cinlerden bir topluluk beni Kur’an okurken dinleyip sonra da kavimlerine dönerek şöyle dediler: «Biz hârikulâde güzel bir Kur’an dinledik.»

2. «O her hususta doğru yolu gösteriyor; biz de ona iman ettik. Bundan böyle artık Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.»

3. «Şüphesiz Rabbimizin şânı çok yücedir. O ne bir eş edinmiştir; ne de bir çocuk.»


Sûrenin iniş sebebi olarak zikredilen rivayet de göstermektedir ki, Resûlullah (s.a.s.) bir defasında Kur’an okurken, cinlerden bir grup gelip onu dinlediler. Duydukları Kur’an’a hayran kaldılar. Bu hayranlıklarını قُرْاٰنًا عَجَبًا(Kur’ânen ‘aceben) sözüyle ifade etmişlerdir. “Kur’an”, Efendimiz (s.a.s.)’in okuduğu Kur’an olabileceği gibi, cinler daha önce Kur’an’ın ne olduğunu bilmedikleri, onunla burada ilk kez karşılaştıkları için “okunan şey” mânasında da olabilir. اَلْعَجَبُ (‘aceb) ise “çok hayret verici, hayran bırakıcı, hârikulâde güzel” demektir. Bununla gerek dil yönünden, gerek fesahat ve belagat cihetiyle, gerek mâna ve mevzu itibariyle Kur’an’ın emsalsizliğini dile getirmişlerdir. Kur’an hakkında ikinci tespitleri, onun “her hususta doğru yolu gösteren; itikatta, amelde, ahlâkta doğru olanı öğreten bir kitap” olmasıdır. Cinler, anladıkları bu gerçeklere dayanarak iman ettiler, Allah’ın birliğini anladılar ve O’na bir daha aslâ şirk koşmayacaklarını söylediler.

Aynı hususa Ahkâf sûresinde de yer verilmektedir. Orada verilen bilgilere göre, Kur’an’ı dinleyen ve ona iman eden cin grubu, kavimlerinin yanına dönmüşler, onlara “Mûsâ’dan sonra indirilen, daha önceki kitapları doğrulayan, gerçeğe ve dosdoğru bir yola rehberlik yapan bir kitap” dinlediklerini söylemişler ve onları Allah’ın davetçisi olan Resûlullah (s.a.s.)’e iman ve itaate çağırmışlardı. (bk. Ahkâf 46/)

İster bu sûrede ister Ahkâf sûresinde olsun, cinlerin Kur’an’ı dinleyip ona iman etmelerinden haber verilmesi, Resûlullah (s.a.s.)’den defalarca Kur’ân-ı Kerîm’i dinledikleri halde bir türlü kalpleri yumuşamayan, ona inanmamakta ısrar ve inat eden müşrikleri onlardan ibret almaya teşvik etmek içindir. Bir taraftan da müşriklerin inatları karşısında daralan Allah Resûlü (s.a.s.) teselli edilmektedir. Müşrikler inanmasa da onu dinleyen ve ona inanan görünür görünmez daha farklı varlıklar bulunduğunu, dolayısıyla bütün gücüyle Kur’an okumaya, onun hakikatlerini tebliğe devam etmesi gerektiği öğütlenir.

Dinledikleri Kur’an sayesinde cinlerin öğrendikleri bir gerçek de şudur:

4. «Şimdi öğreniyoruz ki, meğer bizim beyinsizlerimiz, Allah hakkında yalan yanlış şeyler söylüyormuş.»

5. «Oysa biz, insanların da cinlerin de Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk.»


Allah hakkında asılsız sözler söyleyen beyinsizlerin başında İblîs gelir. Cinlerin inkârcı ve itaatsiz olanları da onun gibidir. Cinler, daha önce İblîs’in ve azgın cinlerin Allah hakkındaki aslı esası olmayan sözlerine kanarak şirk koşuyor, O’na eş ve çocuk isnat ediyorlardı. Anlaşılan o ki, Kur’an’ı dinleyip gerçekleri öğrendikten sonra bu yanlış yoldan vazgeçmişlerdir.

Cinlerle insanlar arasında gerçekleşen olumsuz etkileşimin sebebine gelince:

6. “Gerçi, öteden beri insanlardan bazı adamlar cinlerden birtakım adamlara sığınıyor, böylece onların kibir ve azgınlıklarını artırıyor, cinler de kendilerine sığınanların günahına günah, isyânına isyân katıyorlardı.»

7. «Onlar da, sizin sandığınız gibi, Allah ölen kimseyi bir daha diriltmeyecek sanıyorlardı.»”


Cahiliye döneminde Araplar, harap bir yerde geceleyin konaklamak istediklerinde: “Biz bu vâdinin şerrinden, buranın sahibi olan cine sığınırız” diyerek, cinlerin kötülüğünden onların efendisine sığınırdı. Çünkü onların inancına göre, her harabe yer cinlerin hâkimiyeti altındaydı. Onların büyüğüne sığınmadıkları takdirde, oradaki cinlerin kendilerine eziyet vereceğine inanırlardı. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXIX, ) Yaratılış itibariyle aslında kendilerinden daha üstün olan, yeryüzünün halifesi kılınan insanların, bunu fark etmeyip, kendilerine sığındığını gören cinler, kibirlenip iyice azgınlaşmaktadırlar. Böylece onlara daha fazla eziyet etmekte, sapıklıkta daha cüretkâr olmakta; kendilerine sığınanların günahına günah, isyanına isyan katmaktadırlar. O halde insan kendi yüksek değerini fark etmeli ve buna uygun davranmalıdır.

Cinler, bize gizli olan durumları hakkında açıklama yapmaya şöyle devam ediyorlar:

8. “«Doğrusu biz, melekleri dinlemek için göğe yükselmek istedik. Bir de ne görelim: Orası sert ve güçlü bekçilerle, alev fışkırtan mermilerle dopdolu.»

9. «Oysa önceleri biz, haber dinlemek için orada oturacak yerler bulup otururduk. Fakat şimdi, Kur’an inmeye başladıktan sonra, artık kim göğe çıkıp melekleri dinlemeye kalksa, kendisini gözetleyen bir alev topuyla karşılaşıyor!»

«Göğün böyle sıkı denetim altına alınmasıyla yeryüzü ahâlisi için bir kötülük mü kastedilmiştir, yoksa Rableri onlar için bir iyilik mi dilemiştir; onu biz bilemiyoruz?»


Cinler daha önceleri göklere çıkıyor, orada oturabilecekleri boş yerler bulup bir kısım gök haberlerini dinleyebiliyorlardı. Meleklerin kendi aralarında geçen konuşmalardan bazı şeyler çalıyor, insanları aldatmak ve bozgunculuk yapmak üzere çaldıkları haberlere pek çok yalan katıp bunu dostlarına ulaştırıyorlardı. Fakat Peygamberimiz (s.a.s.) gönderilip Kur’an inmeye başladıktan sonra artık bir daha önceki oturmuş oldukları yerlere oturma ve gök haberlerini dinleme imkânları kalmadı. Bunun asıl sebebi, cin ve şeytanların Kur’an vahyine müdahalesini engellemek ve vahyin sağlıklı, arı duru, tertemiz  bir şekilde Peygamber’e ulaşmasını sağlamak olduğu anlaşılmaktadır. Cenâb-ı Hak onlara gök kapılarını kapattı. Bundan böyle, oraya yükselip bir şey çalmaya teşebbüs edenleri, son derece güçlü ve sert bekçiler geri çevirmeye, gözetleyici şihaplar ve ateş huzmeleri onları yakalayıp etkisiz hale getirmeye başladılar. (bk. Hicr 15/; Sâffât 37/)

Önceleri gelecekle ilgili tahminler yürüten cinler, bu mühim hâdise üzerine ölçülü davranmaya başlamışlar, bunun, yeryüzünde yaşayanlar için bir kötülük mü getireceği, yahut Allah Teâlâ’nın bununla onlar için bir iyilik mi dilediği hususunu Allah’a havale etmişlerdir. Bunu yaparken de, mü’mine yakışan bir edeple, “iyiliği Allah’a nispet ederken, kötülüğü O’na nispet etmekten uzak durmuşlardır.” Bu ve benzeri âyetlerden hareketle, kulun Allah’a karşı gözetmesi gereken edepte:

اَلْخَيْرُ كُلُّهُ مِنْكَ وَ الشَّرُّ لَا يُنْسَبُ اِلَيْكَ

(el-Hayru kulluhû minke veşşerru lâ yünsebu ileyke)

 “Bütün iyilikler sendendir. Fakat, yaratanı sen olmakla birlikte kötülükler sana nispet edilmez” kaidesi benimsenmiştir.

Buradan itibaren cinler, toplum olarak kendi durumları hakkında bilgi verirler:

«Bize gelince, içimizde dürüst ve erdemli kimseler de var, bunun çok aşağısında kalan azgınlar da. Tıpkı insanlar gibi biz de farklı inançlara sahip çeşitli gruplara ayrılmış vaziyetteyiz.»

«Artık şu gerçeği iyice anlamış bulunuyoruz ki, biz ne yeryüzünde Allah’ın iradesine karşı koyabiliriz, ne de O’nun elinden kaçıp kurtulabiliriz.»

«Ne zaman ki doğru yolu gösteren Kur’an’ı dinledik, hemen ona iman ettik. Rabbine iman eden kimse, ne ecrinin eksilmesinden korkar, ne de zulme uğramaktan.»

«İçimizde Allah’a teslimiyet yolunu seçenler de var, doğru yolu terk eden zâlimler de. Kim teslimiyet yolunu seçip Allah’ın emirlerine boyun eğerse, işte onlar doğru yolu arayıp bulmuş olanlardır.»

«Doğru yolu terk eden zâlimler ise cehenneme odun olacaklardır.»”


Verilen bu bilgilere göre:

- Cinlerin hepsi kâfir olmadığı gibi, hepsi de müslüman değildir. İçlerinde çeşitli gruplar vardır. Allah’a ve peygambere inanıp sâlih olanlar bulunduğu gibi, böyle olmayanlar da vardır. Ahkâf sûresinin âyetinin haber verdiğine göre onlardan Hz. Mûsâ’ya ve Tevrat’a inananlar olduğu anlaşılmaktadır.

- Cinler, dinledikleri Kur’ân-ı Kerîm’den dinî gerçekleri öğrendiler. Allah’ı tanıdılar. Ne yeryüzünde ne de kaçacakları herhangi bir yerde Allah’ın iradesine karşı koyamayacaklarını iyice anladılar. O’nun hükmünden kaçamayacaklarını gördüler. İster gizlensinler ister açığa çıksınlar, ister parça parça olsunlar ister bir araya gelsinler, ne yaparsa yapsınlar, Allah’a karşı koyup ondan kurtulamayacaklarının farkına vardılar. Dolaysıyla tek çıkış yolunun Allah’a iman ve itaat etmek olduğunu aşikar bir şekilde görüp anladılar.

- Onlar, Allah Teâlâ’nın sonsuz kudretiyle birlikte son derece adâletli bir Rab olduğunu da öğrendiler. Öyle ki Rabbine iman eden, onun birliğini ve büyüklüğünü tanıyan, indirdiklerini doğrulayıp, azabından korunan ve O’na sığınan kimse en sağlam bir kulpa tutunmuş, en sağlam bir kaleye sığınmıştır. Artık onun ne hakkının yenilmesi ne de mükâfatından bir şeyin eksiltilmesi suretiyle zulme uğramaktan korkmasına gerek yoktur. O kişi, insan olsun cin olsun, başka birisi tarafından hâkimiyet altına alınıp zillete de düşmeyecektir. Çünkü Allah’ın hiçbir ortağı yoktur. Onun gücüne ve kudretine karşı gelecek kimse düşünülemez. Hülâsa, insanlara ve cinlere sığınanlar kendilerini kurtaramazlar. Fakat Allah’a iman edip de ona sığınanlar selâmete ererler. Öyleyse insanlar cinlere sığınmamalı, cinler de içlerindeki beyinsiz ve alçak grubunu oluşturan şeytanlara uyup da insanları aldatmaya çalışmamalıdır.

- Cinlerin içinde müslüman olan, haber verildiği üzere Allah’ın birliğine inanıp O’na itaatle selâmet yolunu tutanlar vardır. Buna karşılık iman ve İslâm yolundan sapıp zâlim olanlar da. müslümanları, iyiyi ve doğruyu arayan ve ona layık olanlardır. İşte göğün korunması ve peygamber gönderilmesiyle bunlar hakkında iyilik murat edilmiştir. İslâm yolundan sapan kâfirler ve zalimler ise cehenneme odun olacaklar; orada yanacaklardır. Dolayısıyla onlar hakkında da kötülük murat edildiği anlaşılmaktadır.

O halde, ey sorumlu varlıklar, şu gerçekleri aklınızdan çıkarmayın:

Eğer insanlar ve cinler, Allah’ın yolu üzerinde dosdoğru yürüselerdi, onlara bol bol yağmur verir, rızıklarını genişletirdik.

Aslında verdiğimiz bu nimetlerle onları imtihan ediyoruz. Kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse, Allah onu gittikçe artan çetin bir azaba uğratır.


İman ve istikâmet üzere bir hayat yaşamanın nimetlerin bollaşmasına, huzur ve refahın artmasına, Allah’ın zikrinden uzaklaşmanın ise sıkıntı ve felaketlerin gelmesine sebep olduğu bir kez daha vurgulanır. Burada “bol yağmur”, nimetlerin bolluğunu ifade eder. Çünkü su hayattır. Bir yere, ancak orada su varsa yerleşilir. Ziraat, ekim dikim su ile yapılır. Su olmazsa hayat devam etmez, hiçbir temel ihtiyaç elde edilemez.

İman ve salih ameller maddeten ve mânen genişliğe vesile olacağı gibi küfür, gaflet ve nankörlük de hem maddeten hem mânen darlık ve sıkıntılara yol açar. Özellikle Allah’ı unutmak en büyük musibettir. Âyet-i kerimelerde şöyle buyruluyor:

“Kim benim kitabıma sırt döner ve beni anmaktan uzak durursa, şüphesiz dünyada onun için sıkıntılı, dar bir geçim vardır; kıyâmet günü de onu kör olarak diriltip huzurumuza getireceğiz. O: «Rabbim! Beni niçin kör olarak dirilttin? Oysa ben dünyada gözleri gören biriydim» diye itiraz edecek. Allah şöyle buyuracak: «Evet, böyle! Âyetlerimiz sana geldiğinde sen onları nasıl unutup bir kenara attıysan, bugün de sen işte öylece unutulur, bir kenara atılırsın!»”(Tâhâ 20/)

O halde Allah’ı zikre dönmek, O’nu daha güzel zikretmek için de mescitlere koşmak lüzumu ortaya çıkar. Bu sebeple buyruluyor ki:

Mescidler Allah’a ibâdet etmek içindir. Öyleyse Allah’tan başka hiçbir kimseye, hiçbir şeye el açıp yalvarmayın.

Allah’ın has kulu kalkıp da Rabbine dua ve ibâdet etmeye başlayınca, onlar neredeyse birbirini çiğnercesine onun başına üşüştüler, keçe gibi birbirine geçtiler.


âyette yer alan “mescitler” kelimesini üç şekilde tefsir etmek mümkündür:

  Bunlar müslümanların ibâdetgâhı olan mescitlerdir. Buna göre âyetin mânası: “Mescitlerde Allah’a ibâdet ederken başkasını O’na ortak koşmayın” olur.

  Bütün yeryüzü ibâdetgâhtır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.): “…Yeryüzü benim için mescid ve temiz kılındı” (Buhârî, Teyemmüm 1) buyurmuştur. Buna göre mâna: “Yeryüzünde Allah’a hiçbir kimseyi ortak koşmayın” olur.

  Mescitten maksat, insanın üzerine secde ettiği, el, ayak, yüz, diz vs. gibi uzuvlarıdır. Buna göre ise: “İnsanın bütün azalarını Allah yarattı. O halde onların üzerinde Allah’tan başkasına secde edilmemelidir” mânası anlaşılır.

âyette bahsedilen “Abdullah”, Cenâb-ı Hakk’ın en seçkin kulu Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Kendisi Allah’a gerçek bir kul olmuş, insanları da O’na kulluğa davet etmiştir. Fakat o, insanları tek olan Allah’a çağırmaya başlayınca, insan ve cin kâfirleri onun bu davetini iptal için birlik oldular, birbirine sokuldular. Az daha birbirlerine keçeleneceklerdi. Fakat Allah peygamberini muhafaza etmiş ve onu düşmanlarına karşı başarılı kılmıştır.

Ancak şunu belirtmek gerekir ki Peygamberimiz (s.a.s.) vazifesini yaparken bir kısım ana esaslara dayanmaktaydı:

De ki: “Ben ancak Rabbime kulluk ederim ve O’na hiç kimseyi ortak koşmam.”

De ki: “Benim size kendiliğimden ne bir zarar vermeye gücüm yeter, ne de sizi doğruya ulaştırarak bir fayda sağlamaya.”

De ki: “Allah’a isyân edecek olursam beni O’nun azabından hiç kimse kurtaramaz. O’ndan başka sığınacak bir yer de bulamam.”

“Benim vazîfem sadece Allah ile ilgili gerçekleri ve O’nun mesajlarını tebliğ etmekten ibârettir.” Kim Allah’a ve Rasûlü’ne karşı gelirse, hiç şüphesiz onun hakkı, ebedî olarak içinde kalacağı cehennem ateşidir!


Müşrikler, Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’e: “Şu getirdiğin tevhid dini yüzün­den insanların düşmanlığını kazandın. Eğer bu davadan vazgeçersen seni düşmanlarına karşı himâye ederiz” diyorlardı.  Bu âyet­ler onlara cevap olarak inmiştir. (Kurtubî, el-Câmi‘, XIX, 25) Buna göre Peygamber (s.a.s.)’in vazifesi yalnız Allah’a kulluk etmek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve Allah’tan gelen emir ve talimatları tebliğ etmektir. Bunu yapmadığı takdirde, onu Allah’ın azabından koruyabilecek hiçbir güç yoktur. Peygamberin davetini işitip ona icabet etmeyenleri ise korkunç bir son beklemektedir:

Nihâyet tehdit edilip durdukları azabı gözleriyle gördükleri zaman, yardımcıları bakımından kim daha zayıf ve sayıca kim daha az, bileceklerdir.

De ki: “Tehdit edildiğiniz o azap yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi tâyin eder; onu ben bilemem?”

Gaybı bilen yalnız Allah’tır. O, hiç kimseye gayb bilgisini açık bir şekilde bildirmez.


Müşrikler, Allah Resûlü’nün davetini duyduklarında üzerine hücum ediyorlardı. Kendi gruplarının kalabalık ve güçlü olduğunu, Peygamber (s.a.s.)’in yanında ise birkaç kişinin bulunduğunu görüyor, dolayısıyla onu kolayca yenebileceklerini zannediyorlardı. Fakat o gün Peygamber’i çaresiz ve kendilerini de sayıca kalabalık görerek Hakk’ın sesini bastırmak için cesaretlenen müşrikler, sürekli tehdit olundukları azap, ölüm veya kıyametle karşılaştıkları vakit gerçek çaresizin, sayıca az olanın ve ordusu zayıf olanın kim olduğunu anlayacaklardır. Ancak onların tehdit edildikleri bu azap veya kıyamet gaybî hususlardan olup, Allah Teâlâ onun vaktini Peygamber (s.a.s.)’e bile bildirmemiştir. Nihayetinde Peygamber de bir insandır. Ancak Allah’ın bildirdiğini bilebilir:

Ancak seçip bildirmek istediği bir peygamber hâriç. Ona gayb bilgisinden dilediği kadarını açar. Ancak bu durumda Allah, verdiği gayb bilgisini şeytanların tasallutundan korumak için onun önünden ve ardından gözcüler salar.

Tâ ki, peygamberlerin, Rablerinden gelen mesajları eksiksiz olarak ve hiçbir değişikliğe maruz kalmadan tebliğ ettiklerini Allah kesin bir şekilde ortaya koysun. Zâten Allah, onların nezdinde olup bitenleri ilmiyle çepeçevre kuşatmıştır ve her şeyi tek tek kaydettirip korumaktadır.


Gaybı tam olarak bilen Allah’tır; O’ndan başkası bilemez. Ancak Allah Teâlâ, peygamberlik vazifesi verdiği kişilere, gayb ilminin bazı hakikatlerini bildirir. İşte peygamberlere gönderdiği vahiyler ve Resûlullah (s.a.s.)’e gönderdiği Kur’an bahsedilen gaybî hakikatlerdendir. Ancak Cenâb-ı Hak, o gaybî hakikati peygamberine gönderirken, alınan bir kısım ilâhî tedbirlerden haber vermektedir. Buna göre, o vahyi peygambere en emniyetli bir şekilde ulaşmasını sağlayacak gözcüler ve muhafızlar vazifelendirir. Bu muhafızlardan maksat meleklerdir. Yani, Allah Teâlâ, vahiy vasıtasıyla gayb ilmini Resûlullah’a gönderdiği zaman tam olarak Peygamber’e ulaşması ve kimsenin ona dokunamaması için her taraftan melekler onu muhafaza altına alırlar. Nitekim sûrenin başında da beyân edildiği gibi, Efendimiz (a.s.)’ın nübüvvetinden sonra cinler için göğe yaklaşacak bütün kapıların kapanması, melekler tarafından çok sıkı bir kontrol altına alınması ve artık bir şeyler duyabilmelerinin mümkün olmamasının hikmeti de budur. Nitekim âyet, “elçinin önünden ve arkasından gözetleyici ve koruyucu meleklerin görevlendirilmesi”nin sebebini açıklamaktadır. Burada “bilsin” fiiliyle alakalı üç farklı takdirde bulunulabilir ve her üçü de âyet için geçerli mânadır:

    Peygamber, meleklerin kendisine Allah’ın kelâmını eksiksiz olarak ulaştırdığını bilsin.

    Allah Teâlâ, meleklerin, Rablerinin mesajını doğru ve sağlam olarak yerine yani peygambere ulaştırdığını bilsin.

    Allah’ın tâlimatlarını Peygamberlerin insanlara eksiksiz olarak ve hiçbir değişikliğe maruz kalmadan ulaştırdıklarını Allah bilsin.

Âyet-i kerîmeden şu da anlaşılmaktadır ki, gerek peygamberler, gerekse melekler Allah Teâlâ’nın yüce kudretinin kuşatması altındadırlar. Kıl payı kadar Allah’ın emrinden dışarı çıkmak isteseler hemen yakalanırlar. Dolayısıyla Allah’ın onlara gönderdiği tâlimatlar ve gaybî bilgiler noktası noktasına sayılmıştır. Ne meleklerin, ne de peygamberlerin onun bir harfini bile değiştirmeye, çıkartmaya veya ona bir şey ilâve etmeye hiçbir hak, salahiyet, imkân ve cesaretleri yoktur. Bu kadar güvenilir yollarla insanlığa ikram edilen Kur’ân-ı Kerîm’in değeri ve şerefi ne yücedir. İnsanlar onun kıymetini bilip, onun hidâyetiyle doğru yolu bulmaya çalışmalıdırlar. Nankörlük yolunu tutup o büyük nimetten mahrum kalmamalıdırlar.

Şimdi ise kendisine gaybî bilgi verilmek üzere seçilen ve insanlarla cinlerin kötülüğünden korunarak pek çok üstün özelliklere sahip kılanan o Peygamber’in emsalsiz kulluğunu ve yüce ahlâkını tanıtmak üzere Müzzemmil sûresi geliyor:

monash.pw
Develer ile İlgili Ayetler

Deve, sözlükte “geviş getiren memelilerden, sırtı bir veya iki hörgüçlü, eti yenip sütü içilen, bacakları ve boynu çok uzun yük ve binek hayvanı” şekl


monash.pw
Kafirun Suresinin Fazileti

Kâfirûn sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 6 âyettir. İsmini, birinci âyette geçen ve “kâfirler” mânasına gelen اَلْكَافِرُونَ (kâfirûn) kelimesinden alı


monash.pw
Demir ile İlgili Ayetler

Demir kelimesi sözlükte, “dövülüp şekillendirilmesi, çekilip uzatılması, inceltilmesi kolay ve döküme elverişli olduğu için kullanılış yeri çok geniş


Copyright © Kuran ve Meali. Hiçbir ticari kaygısı yoktur.

monash.pw altında yayınlanan içeriklerin tüm hakları mahfuzdur. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi içeriklerin tamamı izinsiz kullanılamaz.

Kur'an-ı Kerim - Diyanet İşleri Başkanlığı

Cin Suresi

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 28 âyettir. Ağırlıklı olarak cinlerden bahsettiğiiçin “Cin sûresi” adını almıştır. Sûrede ayrıca tevhit, peygamberlik ve öldüktensonra dirilmek gibi meseleler konu edilmektedir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada yetmiş ikinci, iniş sırasına göre kırkıncı sûredir. A‘râf sûresinden sonra, Yâsîn sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Abdullah b. Abbas’ın naklettiği rivayete göre bir gün Hz. Peygamber ashabından birkaç kişiyle birlikte Ukaz panayırına doğru giderken Nahle denilen yerde onlara sabah namazını kıldırmıştı. Onun namazda okuduğu âyetleri işiten cinler bu âyetlerin tesirini derinden hissedip hayranlık duymuşlar, bu olayı kendi topluluklarına da anlatmışlar ve Kur’an’a inandıklarını, artık rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını açıklamışlardır. İşte bu olay üzerine Cin sûresi inmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 72).

Konusu

Sûrenin ana konusu cinler ve bunlara ait özel durumlardır. Sûrede bir cin topluluğunun Hz. Peygamber’den Kur’an dinlediği ve ona iman ettiği, inanç bakımından cinlerin de müminler ve kâfirler olarak ikiye ayrıldığı bildirilmekte ve cinlerle ilgili olarak insanın normal yollardan elde edemeyeceği bilgiler verilmektedir. Ayrıca sûrede Allah Teâlâ’nın varlığı, birliği, büyüklüğü, evrendeki hükümranlığı ve Allah’tan başkasına ibadet edilmemesinin gereği üzerinde durulmuş, öldükten sonra dirilme ve hesap vermeye iman gibi İslâm’ın bazı inanç esasları ele alınmıştır. Gayb bilgisinin Allah’a mahsus olduğu, bu bilgileri ancak kendisinin razı olduğu kimselere bildireceği ve Allah’ın ilminin kuşatıcılığı ifade edilerek sûre sona ermiştir.

Fazileti

Cin Suresi 1. Ayet Tefsiri


Ayet


  • قُلْ اُو۫حِيَ اِلَيَّ اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ فَقَالُٓوا اِنَّا سَمِعْنَا قُرْاٰناً عَجَباًۙ

    ﴿١﴾

Meal (Kur'an Yolu)


﴾﴿

De ki: Cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinleyip ş&#;yle s&#;yledikleri bana vahyolundu: “Biz, doğru yolu g&#;steren harika bir okuma dinledik ve ona iman ettik. Artık kesinlikle rabbimize kimseyi ortak koşmayacağız.

Tefsir (Kur'an Yolu)


Sözlükte cin, “örtmek, gizli kalmak” anlamındaki cenne fiilinden isim olup “gizli, görünmeyen varlıklar” mânasına gelir, tekili cinnîdir. Terim olarak cin, ateşten yaratılmış, duyularla idrak edilemeyen, şuur ve irade sahibi, ilâhî emirlere uymakla yükümlü olan, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık türünü ifade eder. Cin kelimesi gerek Kur’an’da (22 yerde) gerekse diğer İslâmî kaynaklarda insan ve melek dışındaki üçüncü bir akıllı / şuurlu varlık türünün adı olarak kullanılmıştır.

İnsanlar gibi cinler de kendi aralarında evlenip çoğalırlar; insanlara nisbetle daha üstün bir güce sahiptirler. Meselâ kısa sürede uzun mesafeleri katedebilir, insanlar onları görmedikleri halde onlar insanları görür, insanların bilmediği bazı hususları bilirler; fakat gaybı bilemezler. Cinlerin gaybı bildiklerine dair yanlış inancı Kur’an kesinlikle reddeder (bk. Sebe’ 34/14). Gökteki meleklerin konuşmalarından gizlice haber almak isterlerse de buna imkân verilmez (bk. Hicr 15/18). Kur’an bazı cinlerin Hz. Süleyman’ın emrine girerek ordusunda hizmet gördüklerini ve insanlarla beraber çalıştıklarını bildirmektedir (bk. Sebe’ 34/).

Cin telakkisi insanlık tarihinin her döneminde ve bütün kültürlerde mevcuttur. Eski Asurlular ve Bâbilliler’de kötü ruh ve cinlere inanılırdı. Sâmî kökenli kavimlerde cinlerin değişik sınıfları bulunduğu kabul edilirdi. Eski Mısır’da cinler çoğunlukla yılan, kertenkele gibi sürüngenlere benzetilirdi. Eski Yunanlılar’da daimon adı verilen insan üstü varlıklar bulunduğu kabul edilir, bunlar iyi ve kötü olarak ikiye ayrılırdı. Eski Romalılar’da da insanlara zarar verebilen kötü ruhlar telakkisi mevcuttu. Çinliler’de cinlerin her yerde bulunduğu, iyi ve kötülerinin olduğu kabul edilirdi. Özellikle taoist rahipleri cinlerin zararlarından korunmak için muska yazar, efsun yaparlardı. Hintliler’de de iyi ve kötü cin telakkisi mevcuttu. İran kültüründe cin telakkisi Zerdüşt öncesinden gelir. Eski Türkler’de cinler bütün hastalıkların kaynağı kabul edilir, bu cinler şaman tarafından hasta bedenlerden uzaklaştırılırdı.

İsrail kültüründe, daha çok İran’ın düalist sisteminin tesiriyle kötü ruh ve cin anlayışı belirginleşmişti. Yahudiler cinlerin çöllerde ve harabelerde yaşadığına inanırlardı. Yahudi kutsal kitaplarında ağrı ve felâket veren, kan emen cinlerden söz edilirdi (II. Samuel, 1/9; Süleyman’ın Meselleri, 30/15). Hıristiyan kültüründe cin telakkisi daha çok Yahudilik etkisinde gelişmiştir. Yeni Ahid, cinleri putperestlerin tanrıları (meselâ bk. Resullerin İşleri, 17/18 ), bedensel ve ruhsal hastalıkların kaynağı (Matta, 12/28; Luka, 11/20) olarak gösterir. Bilhassa XII. yüzyıldan itibaren cin telakkisi hıristiyan sanatının önemli bir teması haline gelmiştir. Avrupa’da ve daha sonra Amerika’da cadılık ve büyücülük büyük ilgi görmüştür.

İslâm’dan önce Araplar cinlere bazı tanrısal güç ve yetenekler yükler, onlar adına kurban keserlerdi. Cinlerin kâhinlere gökten haberler getirdiğine inanırlar; böylece Allah ile bu gizli varlıklar arasında bir bağ kurarlardı (bk. İbn Âşûr, VII, ). Câhiliye Arapları’nın bir kısmı şeytanın şer tanrısı olduğuna inanır, melekleri Allah’ın askerleri, cinleri de şeytanın askerleri sayarlardı (bk. En‘âm 6/). Kur’an-ı Kerîm bu bâtıl inançları reddetmiş, cinlerin de insanlar gibi Allah’a kulluk etmeleri için yaratıldıklarını haber vermiştir (Zâriyât 51/56). Onlara da peygamber gönderilmiş, içlerinden iman edenler olduğu gibi inkâr edenler de olmuştur (En‘âm 6/). Hz. Peygamber ilâhî emirleri cinlere de tebliğ etmiştir (Ahkaf 46/29; cinlerin insanlarla ilişki kurup kuramayacağı konusunda bk. Nâs /6; cinler hakkında bilgi için bk. M. Süreyya Şahin-Ahmet Saim Kılavuz, “Cin”, DİA, VIII, , ayrıca bk. En‘âm 6/; Hicr 15/27; Kehf 18/50).

Yukarıda sûrenin nüzülünden söz ederken belirtildiği üzere cinlerden bir grup, Hz. Peygamber’den Kur’an dinledikten sonra geri dönüp, doğru yolu gösteren ve üstün nitelikleri sebebiyle kendilerini hayran bırakan Kur’an’a inandıklarını, artık rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını kendi topluluklarına açıklayarak onları da uyarmaya çalışmışlardır. Âyetten anlaşıldığına göre Hz. Peygamber o esnada Kur’an dinleyen cinleri görmemiş, fakat onların Kur’an dinledikleri kendisine vahiy yoluyla bildirilmiştir; ancak daha sonraki buluşmalarında cinleri gördüğü ve onlara tebliğde bulunduğu rivayet edilmiştir (bilgi için bk. Ahkaf 46/29). Cinlerin Kur’an’ı dinlediklerini haber vermekten maksat, Hz. Peygamber’den defalarca Kur’an dinledikleri halde iman etmemekte direnen müşriklerin cinlerden ibret ve örnek almalarını sağlamaktır (Şevkânî, V, ).

3. âyette “rabbimizin şanı” diye çevirdiğimiz tamlamadaki ced kelimesi sözlükte “büyüklük, ululuk, zenginlik, güç, asıl” anlamlarına gelmektedir. Burada Allah’ın şanının yüce olduğunu ve hiçbir şeye muhtaç olmadığını ifade eder. Âyetin devamında “O, ne bir eş edinmiştir ne de çocuk” meâlindeki cümle de bu yorumu desteklemektedir. Cinlerin bu sözleri onların, müşriklerin “Melekler Allah’ın kızlarıdır” şeklindeki inançlarından haberdar olduklarını ve bu bâtıl inancı reddettiklerini gösterir.

Kur'an-ı Kerim Portalı

Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an-ı Kerim Portalında Kur'an hakkında istediğiniz biligilere ulaşabileceksiniz

Bağlantılar

  • Windows
  • Windows Store
  • IOS
  • Android
  • Mac

Uygulamalar

  • Windows
  • Windows Store
  • IOS
  • Android
  • Mac

Cin Suresi, Cenab-ı Hakk'ın kelamını içerisinde barındıran Kur'an-ı Kerim'in (yetmiş ikinci) suresidir. Toplamda 28 (yirmi sekiz) ayetten oluşan Cin Suresi, Mekke-i Mükerreme'de nazil olan mukaddes bir sure olma özelliği göstermektedir. Konu bakımından cinlere ağırlık verilmesi sebebiyle ismini buradan almış olmanın yanı sıra, öldükten sonra dirilmek, tevhid ve peygamberlik gibi konulara da yer verilen Cin Suresi'nde her şeyi yoktan var eden Allah'ü Teala kullarına dikkate alınması lazım gelen önemli hadiseler aktarmıştır. Peki, İslam Dini'nin temsilcisi Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ashabına sabah namazı kıldırdığı esnada cinlerin, onun okumuş olduğu ayetlerin etkisi altında kalarak yüce Mevla'ya bundan böyle şirkte bulunmayacağını ve Kur'an- Kerim'e de iman ettiklerini duyurmaları üzerine ortaya çıkan Cin Suresi'nin okunuşu ve anlamı nedir? İşte, ''Kul Uhiye'' şeklinde de isimlendirilen Cin Suresi'nin faziletleri ve meali

CİN SURESİ'NİN OKUNUŞU NEDİR?

-Bismillâhirrahmânirrahîm

*Kul ûhıye ileyye ennehustemea neferun minel cinni fe kâlû innâ semi’nâ kur’ânen acebâ(aceben).

*Yehdî iler ruşdi fe âmennâ bih(bihî), ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ(ehaden)

*Ve ennehu teâlâ ceddu rabbinâ mettehaze sâhıbeten ve lâ veledâ(veleden)

*Ve ennehu kâne yekûlu sefîhunâ alâllâhi şetatâ(şetatan)

*Ve ennâ zanennâ en len tekûlel insu vel cinnu alâllâhi kezibâ(keziben)

*Ve ennehu kâne ricâlun minel insi yeûzûne bi ricâlin minel cinni fe zâdûhum rehekâ(rehekan)

*Ve ennehum zannû kemâ zanentum en len yeb’asallâhu ehadâ(ehaden)

*Ve ennâ le mesnes semâe fe vecednâhâ muliet haresen şedîden ve şuhubâ(şuhuben)

*Ve ennâ kunnâ nak’udu minhâ mekâıde lis sem’i fe men yestemiıl âne yecid lehu şihâben rasadâ(rasaden)

*Ve ennâ lâ nedrî eşerrun urîde bi men fîl ardı em erâde bi him rabbuhum reşedâ(reşeden)

*Ve ennâ minnes sâlihûne ve minnâ dûne zâlik(zâlike), kunnâ tarâika kıdedâ(kıdeden)

*Ve ennâ zanennâ en len nu’cizallâhe fîl ardı ve len nu’cizehu herebâ(hereben)

*Ve ennâ lemmâ semi’nel hudâ âmennâ bih(bihî), fe men yu’min bi rabbihî fe lâ yehâfu bahsen ve lâ rehekâ(rehekan)

*Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ(reşeden)

*Ve emmel kâsitûne fe kânû li cehenneme hatabâ(hataban)

*Ve en levistekâmû alât tarîkati le eskaynâhum mâen gadekâ(gadekan)

*Li neftinehum fîh(fîhi), ve men yu’rıd an zikri rabbihî yeslukhu azâben saadâ(saaden)

*Ve ennel mesâcide lillâhi fe lâ ted’û maallâhi ehadâ(ehaden)

*Ve ennehu lemmâ kâme abdullâhi yedûhu kâdû yekûnûne aleyhi libedâ(libeden)

*Kul innemâ ed’û rabbî ve lâ uşriku bihî ehadâ(ehaden)

*Kul innî lâ emliku lekum darren ve lâ reşedâ(reşeden)

*Kul innî len yucîrenî minallâhi ehadun ve len ecide min dûnihî multehadâ(multehaden)

*İllâ belâgan minallâhi risâlâtihî, ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe inne lehu nâre cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden)

*Hattâ izâ reev mâ yûadûne fe se ya’lemûne men ad’afu nâsıren ve ekallu adedâ(adeden)

*Kul in edrî e karîbun mâ tûadûne em yec’alu lehu rabbî emedâ(emedan)

*Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden).

*İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden).

*Li ya’leme en kad eblegû rısâlâti rabbihim ve ehâta bimâ ledeyhim ve ahsâ kulle şey’in adedâ(adeden).

cin suresi okunuşu

CİN SURESİ'NİN ANLAMI NEDİR?

*Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

-(Ey Muhammed!) De ki: "Bana cinlerden bir topluluğun (Kur'an'ı) dinleyip şöyle dedikleri vahyedildi: "Şüphesiz biz doğruya ileten hayranlık verici bir Kur'an dinledik de ona inandık. Artık, Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız."

-"Doğrusu Rabbimizin şanı çok yücedir; ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk."

-"Demek bizim beyinsiz olanımız, Allah hakkında doğruluktan uzak sözler söylüyormuş."

-"Şüphesiz biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk."

-"Doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da, cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı."

-"Gerçekten onlar da, sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi öldükten sonra tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı."

-"Kuşkusuz biz göğe ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı ışıklarla dolu bulduk."

-"Hâlbuki biz, (daha önce) göğün bazı yerlerinde gayb haberlerini dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinlemeye kalkacak olursa, kendini gözetleyen yakıcı bir ışık bulur."

-"Hakikaten biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?"

-"Doğrusu içimizde salih olanlar da var, olmayanlar da. Ayrı ayrı yollar tutmuşuz."

-"Muhakkak ki biz Allah'ı yeryüzünde âciz bırakamayacağımızı, kaçarak da onu âciz bırakamayacağımızı anladık."

-"Gerçekten biz hidayet rehberini (Kur'an'ı) işitince ona inandık. Kim Rabbine inanırsa, artık ne hakkının eksik verilmesinden, ne de haksızlığa uğramaktan korkar."

-"Kuşkusuz içimizde müslüman olanlar da var, hak yoldan sapanlar da var. Kim müslüman olursa, işte onlar doğruyu arayıp bulmuşlardır."

-"Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır."

-Yine de ki: "Bana şöyle de vahyedildi: 'Eğer yolda dosdoğru olurlarsa, mutlaka onlara bol yağmur yağdırırız ki bununla onları imtihan edelim. Kim Rabbinin zikrinden (Kur'an'dan) yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe yükselen bir azaba sokar."

-"Şüphesiz mescitler, Allah'ındır. O hâlde, Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin."

-"Allah'ın kulu (Muhammed), O'na ibadet etmek için kalktığında cinler nerede ise (Kur'an'ı dinlemek için kalabalıktan) onun etrafında birbirlerine geçiyorlardı.

-De ki: "Şüphesiz ben ancak Rabbime ibadet ederim ve O'na hiç kimseyi ortak koşmam."

-De ki: "Şüphesiz ben, size ne zarar verebilir ne de fayda sağlayabilirim."

-De ki: "Gerçekten beni Allah'a karşı hiç kimse asla koruyamaz ve yine asla O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam."

-"Ancak Allah'tan gelenleri tebliğ edebilirim ve O'nun vahiylerini açıklayabilirim. Kim Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz onlar için, içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır."

-Nihayet uyarıldıkları şeyi gördüklerinde kimin yardımcısı daha zayıf, kimin sayısı daha azmış, bilecekler.

-De ki: "Sizin uyarıldığınız şey yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi koyacaktır, bilemem."

-O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez.

-Ancak seçtiği resûller başka. (Onlara bildirir.) Fakat O, Resûlün önünde ve arkasında gözetleyici (melek)ler yürütür ki resûllerin, Rablerinin vahiylerini tebliğ ettiklerini bilsin. Allah, onların her hâlini kuşatmış ve her şeyi inceden inceye sayıp dökmüştür.

cin suresi anlam&#x;

CİN SURESİ NEDEN İNDİRİLMİŞTİR?

Abdullah b. Abbas’tan nakledilen rivayete göre bir gün Hz. Peygamber ashabından birkaç kişiyle birlikte Ukaz panayırına doğru giderken Nahle denilen yerde ashabına sabah namazını kıldırmıştı. Onun namazda okuduğu âyetleri işiten cinler bu âyetlerin tesirini derinden hissedip hayranlık duymuşlar, bu olayı kendi topluluklarına da anlatmışlar ve Kur’an’a inandıklarını, artık rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını açıklamışlardır. İşte bu olay üzerine Cin sûresi inmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 72).

cin suresi meali

CİN SURESİNİN KONUSU NEDİR?

Bu sûresinin başlıca içeriği şunlardır:

->Cinlerin göklere yükselerek bir takım haberleri öğrenmelerine meydan verilmeyip alev hüzmeleriyle men edilip kovulduklarına ve Cinlerin mü'mîn ve kâfir kısımlarına ayrıldıklarına işaret etmek.

->Kur'an-ı Kerim'i dinlemiş olan Cinlerin dinî hakikatlere dair sözlerini nakletmek.

->Allâh-ü Teâlâ'ya ve Yüce Peygamberine âsî olanların cehennem azabına uğrayacağını ve yardımlarından mahrum bulunacaklarını ihtar etmek.

->Resûl-i Ekrem'in vazifesini, selâhiyet alanını ve Cenab-ı Hak bildirmedikçe gayba ait şeyleri ve kıyametin kopma vaktini bilmediğini beyan etmek.

cin suresi faziletleri

İŞTE, CİN SURESİNİN FAZİLETLERİ VE SEVABI…

1)Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Kim (sevabını umarak) Cin suresini okursa, Allah ona, bütün insanların, cinlerin ve şeytanların sayısınca sevab ihsan eder."(1)

2)Zalim bir devlet büyüğünün ve herhangi bir zorbanın şerrini önlemek için, onlarla karşılaşmadan önce bu sure okunur ve bundan sonra huzura çıkılırsa, beklediği genişlik, emniyet ve başarıyı elde eder.

3)Cin Suresi’ni okuyan nazardan ve şeytanın şerrinden korunur.

4)Cin Suresi’nin 7 kez okuyan kişi; nazardan, sara hastalığından, vesvese ve evhamdan kurtularak şifaya kavuşur.

5)Cin suresi göz, sara, sıtma ve evham için 7 defa okunmalıdır.

6)Cin Suresi’ni okuyan kimseye, cin ve şeytanların adedince hanesine sevap yazılır.

7)Ümmü Sübyan adı verilen manevi rahatsızlıktan korunmak için Cin Suresi okunmalıdır.

8)Cin Suresi, bir mal veya meta üzerine okunduğu takdirde her çeşit afetten korunur. Aynı zamanda Cin Suresi saklanacak, gizlenmesi istenen bir şeyin üzerine okunursa kimse bulamaz.

9)Hapse düşen veya esir tutulan biri bu sureyi okumaya devam ederse Allah’ın izni keremiyle tez zamanda kurtulur.

10)Cin Suresi bir yerde okunursa orada bulunan cinlerin kaçıp uzaklaşmasına vesile olur.

cin suresi sevab&#x;

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır