cuma suresini okumanın fazileti / Cuma Suresi Okunuşu - Arapça ve Türkçe Cuma Suresi, Cuma Suresi Oku Anlamı

Cuma Suresini Okumanın Fazileti

cuma suresini okumanın fazileti

2013 - 2023
islamveihsan.com altında yayınlanan yazıların tüm hakları mahfuzdur. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi yazıların tamamı izinsiz kullanılamaz.

Cuma Suresi Son 3 Ayet - Cuma Suresi Son 3 Ayeti Okunuşu Ve Anlamı

Medine döneminde nazil olan Cuma Suresi, 11 ayeti bulunan bir suredir. Sure ismini 9. ayetinde geçen "elCumu'a" kelimesinden alır. Bu kelime "Cuma" gününü işaret eder. Kur'an-ı Kerim'de 62. sırada yer alan bu surenin içerisinde geçen başlıca konular; Hz. Muhammed'in peygamber olarak gönderilişi, Yahudilerin Allah'ın dininden vaz geçmeleri ve Cuma namazı ile ilgili hükümlerdir.

Cuma Suresi Son 3 Ayet

9.يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نُودِيَ لِلصَّلٰوةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِ وَذَرُوا الْبَيْعَؕ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

10. فَاِذَا قُضِيَتِ الصَّلٰوةُ فَانْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَثٖيراً لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

11. وَاِذَا رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَٓائِماًؕ قُلْ مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِؕ وَاللّٰهُ خَيْرُ الرَّازِقٖينَ

Cuma Suresi Son 3 Ayet Okunuşu

9. Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû iżâ nûdiye lissalâti min yevmi-lcumu'ati fes'ev ilâ żikri(A)llâhi ve żerû-lbey'(a)(t) żâlikum ḣayrun lekum in kuntum ta'lemûn(e)

10. Fe-iżâ kudiyeti-ssalâtu fenteşirû fî-l-ardi vebteġû min fadli(A)llâhi veżkurû(A)llâhe keśîran le'allekum tuflihûn(e)

11. Ve-iżâ raev ticâraten ev lehven(i)nfaddû ileyhâ ve terakûke kâ-imâ(en)(t) kul mâ 'inda(A)llâhi ḣayrun mine-llehvi ve mine-tticâra(ti)(t) va(A)llâhu ḣayru-rrâzikîn(e)

Cuma Suresi Son 3 Ayet Anlamı

9. Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında Allah'ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.

10. Namaz kılındı mı artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lutfundan nasip arayın. Allah'ı da daima çok anın ki kurtuluşa eresiniz.

11. Ama onlar bir ticaret veya eğlence görünce ona yönelip seni ayakta bırakıverdiler. De ki: "Allah'ın nezdinde olan, eğlenceden de ticaretten de üstündür. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır."

Cuma Suresi Son 3 Ayet Tefsiri

Müslümanların cuma günü yaptıkları haftalık toplu ibadetin önemi üzerinde durulmakta ve Resûlullah döneminde yaşanan bir olay ışığında ibadet ciddiyeti ve mabet âdâbıyla ilgili bir uyarı yapılmaktadır.

Dilimizde cuma şeklinde telaffuz edilen "cum'a" (cumu'a, cuma'a) kelimesi, "toplamak, bir araya getirmek" anlamına gelen "cem'" kökünden türetilmiş bir isimdir. İslâm'dan önce "arûbe" diye anılan bu günün cum'a adını almasının sebebi hakkında değişik izahlar bulunmakla beraber, bunların ortak noktası toplantı günü olması özelliğidir. Bu günün önemi ve faziletiyle ilgili birçok hadis bulunmaktadır. Bunlardan ikisinin anlamı şöyledir: "Güneşin doğduğu en hayırlı gün cumadır. Âdem o gün yaratılmış, o gün cennete girmiş ve o gün cennetten çıkarılmıştır. Kıyamet de cuma günü kopacaktır" (Müslim, "Cum'a", 18); "Cumada öyle bir an vardır ki eğer müslüman bir kul o anı denk getirir Allah'tan iyi bir dilekte bulunursa Allah onu kendisine muhakkak verir" (Müslim, "Cum'a", 13-15). Bazı rivayetlere dayanarak müslümanlar cuma gününün kendileri için bir bayram günü olduğunu kabul ederler ve bu güne ayrı bir önem verirler. Cuma hazırlığı çerçevesinde sünnet olan işlerin başında boy abdesti almak gelir; hatta bu, bazı âlimlere göre farzdır.

Cuma günü öğle vaktinde öğle namazı yerine kılınan namaza cuma namazı denir. Belli şartların varlığı halinde cuma namazının farz olduğu hususunda icmâ vardır. Cuma namazının tarihçesi hicret öncesine uzanır. Peygamberliğin 11. yılı (m. 620) hac mevsiminde gerçekleşen ilk Akabe görüşmesi sonucunda Yesribli (Medineli) altı kişinin müslüman olmasını takiben bu şehirde İslâmiyet yayılmaya başlamış, hatta ertesi yıl yapılan Birinci Akabe Biatı'nın ardından Resûl-i Ekrem Medineliler'e İslâm dini hakkında bilgi vermesi ve Kur'an öğretmesi için Mus'ab b. Umeyr'i görevli olarak göndermişti. İşte kaynaklar anılan bu ilk görüşmede Hz. Peygamber'e ilk olumlu cevabı veren ve peygamberliğin 13. yılında (m. 622) yapılan İkinci Akabe Biatı'nda kendi aile çevrelerindeki İslâmî gelişmeleri takiple görevli on iki kabile sorumlusuna başkan (nakîbü'n-nukabâ) seçilen Es'ad b. Zürâre'nin Medine yakınlarında cuma namazı kıldırdığını kaydetmektedir. Bazı rivayetlerde Mus'ab b. Umeyr'in de bu dönemde Medine'de cuma namazı kıldırdığı belirtilir. Hz. Peygamber'in ilk defa cuma namazı kıldırması ise hicret esnasında olmuştur. Şöyle ki, Resûlullah Medine'ye bir saat mesafede bulunan Kuba'ya varınca orada konaklamış ve pazartesiden perşembeye kadar ashabı ile beraber çalışarak İslâm'ın ilk mescidini inşa etmiştir. Cuma günü buradan hareket edip Medine yakınlarında Rânûnâ vadisine ulaştığında buradaki Sâlim b. Avf kabilesine misafir olmuş ve o sırada cuma vakti girdiğinden anılan vadideki namazgâhta cuma namazını kıldırmıştır. Günümüzde, bu yerde inşa edilmiş ve Mescid-i Cum'a adıyla anılan küçük bir cami bulunmaktadır. O tarihten sonra toplu cuma ibadeti düzenli bir farîza olarak ifa edilmekle beraber konumuz olan âyetlerle bu ibadetin önemi pekiştirilmiş ve –aşağıda açıklanacağı üzere– bir olaydan hareketle hem bu namazın cemaat olarak yerine getirilmesi gereği hem de bu sırada dikkat edilecek bazı hususlarla ilgili mesajlar verilmiştir.

9. âyetteki özel vurgunun yanı sıra Resûlullah'ın birçok hadisinden cuma namazının diğer namazlardan daha önemli bir farîza olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan biri meâlen şöyledir: "Her kim önemsemediği için üç cumayı terk ederse, Allah onun kalbini mühürler" (Ebû Dâvûd, "Salât", 210; Tirmizî, "Cum'a", 7). Hürriyeti kısıtlanmamış, yolculuk halinde olmayan ve geçerli mazereti bulunmayan müslüman erkeklere cuma namazı farzdır. Hastalık, camiye gidemeyecek ölçüde yaşlılık, hasta bakıcılık, hava ve yol durumunun sağlığa zarar verecek ölçüde olumsuz olması, can ve mal güvenliğinin tehlikeye girmesi cuma namazına gitmemeyi meşru kılan mazeretlerdir. Yine fakihlerin birçoğuna göre camiye götürecek kimsesi bulunsa bile âmâya cuma namazı farz değildir. Kendilerine cuma namazı farz olmayan kadınlar ve geçerli mazereti bulunan erkekler camiye gidip bu namazı kıldıkları takdirde ayrıca öğle namazı kılmaları gerekmez. Cuma namazının geçerli olabilmesi için ileri sürülen şartlar özetle şunlardır: 1. Cuma kılınacak yerin şehir veya şehrin civarında bir yerleşim birimi olması, 2. Caminin belli özellikler taşıması, 3. Namazın devlet başkanı veya devlet otoritesinin izin verdiği bir imam tarafından kıldırılması, 4. Belirli sayıda cemaat bulunması, 5. Muayyen vakitte kılınması, 6. Hutbe okunması. Bu namazın müslümanların hayatında özel bir öneme sahip olması sebebiyle ve konuya ilişkin uygulamaların da etkisiyle müctehidler belirtilen hususlarda bazı şartlar ileri sürmüşlerse de zamanla bu görüş ayrılıklarının söz konusu ictihatların asıl amacı dışına çıkarılarak derinleştirildiği bir gerçektir. Esasen vakit ve hutbe şartı ile ilgili önemli bir ihtilaf bulunmamaktadır: Cuma namazının vakti –Hanbelîler'in dışındaki– üç mezhebe göre öğle namazının vaktiyle aynıdır; hutbenin şart olduğunda ise görüş birliği vardır. Diğer şartlara gelince, bunlarla ilgili görüşlerin delilleri ve amaçları dikkate alındığında, küçük veya büyük bir yerleşim biriminde bulunan müslümanların cemaatte belirli bir sayı aranmaksızın ve arkasında namaz kılmaya razı olunan bir imam bulunduğunda cuma namazını kılmalarının gerekli olduğu sonucuna ulaşılabilmektedir.

Cuma namazının iki rek'at olduğu hususunda İslâm âlimleri arasında görüş birliği vardır. Buna cuma namazının farzı denmektedir. Bu namazı kıldırırken imam, öğle namazından farklı olarak Fâtiha'yı ve zamm-ı sûreyi sesli okur. Resûl-i Ekrem'in cuma günü öğle vaktinde gerek hutbeden önce gerekse anılan iki rek'at farz namazdan sonra bir miktar nafile namaz kıldığı bilinmektedir. Fakat rek'at sayıları hakkında farklı rivayetler bulunduğu için bu konuda mezhepler de farklı değerlendirmeler yapmışlardır. Hanefî mezhebince benimsenen uygulama şudur: Hutbeden önce dört rek'at, farzdan sonra da Ebû Hanîfe'ye göre dört rek'at, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan'a göre biri dört diğeri iki olmak üzere toplam altı rek'at sünnet kılınır. Yukarıda değinilen sıhhat şartlarındaki eksiklik veya eksiklikler sebebiyle kılınan cuma namazının geçerli olmayabileceği ihtimalinden hareketle bazı yerlerde "zuhr-i âhir" adıyla kılınan dört rek'atlık namazın sünnette ve sahâbe tatbikatında bir dayanağı bulunmamaktadır.

Cuma namazı beş vakte ilâve bir namaz olmayıp cuma günlerinde –yükümlüleri açısından– öğle vaktinin ibadetidir. Bütün İslâm âlimlerine göre, namazla yükümlü olmakla beraber kendisine cuma namazı farz olmayanlar veya farz olup da bu namazı kaçıranlar dört rek'at öğle namazı kılarlar.

9. âyette yer alan buyruk gereğince cuma namazı ile yükümlü olanların cuma namazı için çağrı yapıldığında her işi bırakıp hemen toplu ibadet mahalline yönelmeleri gerekir. Burada "Alışverişi bırakın" buyurulmasını lafızcı bir yaklaşımla yorumlayıp sadece alışverişle meşgul olmanın yasaklandığını söyleyenler bulunmakla beraber âlimlerin çoğunluğuna göre maksat bununla sınırlı olmayıp benzeri işler, hatta namazdan alıkoyan her türlü meşgale de bu kapsamdadır. Râzî bir taraftan alışverişin günlük hayatın en yaygın meşguliyet türü olması diğer taraftan da ticaretle uğraşanların kendilerini kazanma arzusuna kaptırma ihtimalinin daha fazla olması sebebiyle bu örneğin seçilmiş olduğunu belirtir (XXX, 10). Tabii ki –o sırada güvenlik görevi ifa etme gibi– gerekli ve meşru olan meşgaleler bu kapsamda değildir.

Hz. Peygamber ve ilk iki halife zamanında sadece, imam hutbe için minbere çıktığında ezan okunuyordu; üçüncü halife Hz. Osman cuma vaktinin geldiğini haber vermek üzere bir de dış tarafta ezan okutmaya başladı ve bu bütün sahâbîler tarafından uygun görüldü; bu konuda sahâbe icmâı meydana geldi. Bu uygulama öncesinde âyette sözü edilen ve başka işleri terketmeyi gerektiren çağrının ülkemizde "iç ezan" diye bilinen ezan olduğunda şüphe bulunmamakla beraber, bir kısım fakihler Hz. Osman zamanında başlatılan ezanın da icmâ ile sâbit olması ve cuma namazına çağrı niteliği taşıması sebebiyle anılan yasağın artık dış ezanla birlikte başladığını savunmuşlardır. Ezandan namazın tamamlanmasına kadarki süre içinde alışveriş ve benzeri bir işle meşgul olmak yasaklanmış olmakla beraber bu esnada yapılan hukukî muamelelerin geçerli olup olmadığı hususunda fakihler arasında görüş ayrılığı vardır (bilgi için bk. Elmalılı, VII, 4961-4990; Hayreddin Karaman, "Cuma", DİA, VIII, 85-89).

Âyetin "Allah'ı anmaya koşun" diye çevrilen kısmında "Allah'ı anmak"tan maksadın cuma namazının ayrılmaz bir parçası olan hutbe ile birlikte iki rek'atlık farz namaz olduğu genellikle ifade edilir. Hatta mezhep imamlarından Ebû Hanîfe buradaki "Allah'ı anma" ifadesine dayanarak, hutbenin rüknünü "Allah'a hamd, O'nu tesbih ve tehlil etmek" şeklinde belirlemiş yani bu şekilde hutbenin asgari gereğinin yerine getirilmiş olacağına hükmetmiştir. Bu arada bazı müfessirler, Hz. Peygamber'i, Hulefâ-yi Râşidîn'i ve takvâ sahibi müminleri övme ve öğüt verme içerikli hutbeler bu kapsamda sayılırsa da bazı zalim yöneticileri övücü ifadelerin "Allah'ı anma" değil "şeytanı anma" olarak nitelenmesi gerektiğini hatırlatırlar. Müfessirlerce genellikle, "koşun" emrinden gerçek anlamda koşma, telâşla yürüme ve hızla gitmenin kastedilmediği belirtilir. Bununla birlikte bazıları bunun "gidiniz" anlamına geldiğini, nitekim bu mânaya gelen bir kıraatin de bulunduğunu savunurken, bazıları kalp ve niyetle yönelme, bazıları da bir aksiyon (amel) gösterme yani işe koyulma mânasında olduğunu söylerler. İbn Atıyye son anlamı açıklarken kalkıp abdest almak, elbisesini giymek, yola çıkmak gibi eylemlerin hepsinin bu kapsamda düşünülmesi gerektiğini kaydeder (bk. Zemahşerî, IV, 98-99; İbn Atıyye, V, 308-309; Şevkânî, V, 261-262; hutbe ve ilgili hükümler hakkında bilgi için bk. Mustafa Baktır, "Hutbe", DİA, XVIII, 425-428).

10. âyette geçen "yeryüzüne dağılınız" anlamındaki buyruk, cuma namazının kılınmasından sonra çalışmaya, dünya işiyle meşgul olmaya dinî bir engel bulunmadığını belirtmektedir. Bu ifadeyle muhtemelen, müslümanların yakın çevrelerinde dinî telakkilerine en fazla muttali oldukları yahudilerin cumartesi gününe ilişkin uygulamaları dolaylı biçimde eleştirilmiş olmaktadır. Zira onlar bir taraftan bu konuda kutsal kitaplarında yer alan ifadeyi yüce Allah'ın kudretini sınırlar ve O'na noksanlık izâfe eder bir biçime dönüştürmüşler (Tekvîn 2/2-3), bir taraftan da ya bu güne ilişkin buyruğa hiç uymama yahut onu çerçevesi dışına taşırıp cumartesiyi abartılı bir yasaklar günü haline getirme şeklinde aşırılıklara gitmişlerdi (bk. Bakara 2/65; A'râf 7/163-165). Böylece "Yeryüzüne dağılınız" buyurularak, cuma namazı çağrısı üzerine dünya meşgalesini bırakıp hemen toplu ibadet mahalline gitme vecîbesinin yanlış anlaşılması önlenmiş, yasağın namaz süresiyle sınırlı olduğuna açıklık getirilmiştir. İfadenin asıl amacı bu olmakla beraber, buradaki emir ifadesinden ayrıca çalışmaya teşvik anlamı da çıkarılabilir; çünkü âyetin devamında "ve Allah'ın lutfundan nasip arayınız" buyurulmaktadır. Bu da, namaz süresine ilişkin yasağın tembelliğe itici bir sebep olarak algılanmaması için yapılmış bir uyarı olmalıdır. Şu var ki "Bu ifade, –Ehl-i kitaba benzememek için– cuma gününün tatil edilmesinin dinen doğru olmadığını göstermektedir" şeklindeki çıkarıma (bk. Kāsımî, XVI, 164) katılmak mümkün değildir. Zira bilinçli bir tercihle haftalık dinlenme gibi meşrû bir ihtiyacın karşılanmasını bu tür gerekçelerle önlemek de dinden olmayan şeyleri dine mal etme sonucunu doğurur (ayrıca bk. Furkan 25/47; Rûm 30/23; Zâriyât 51/17-18; Nebe' 78/9). Öte yandan bu âyetin "Allah'ı da çok anın ki kurtuluşa eresiniz" meâlindeki cümlesiyle, gerçek dindarlığa yalnız mâbed içinde ibadet edilmekle ulaşılamayacağına, burada olduğu gibi mabet dışında da Allah'ı anmanın, iş ve ticaret hayatında da O'nun rızâsını gözetmenin önemli olduğuna vurgu yapıldığı dikkatten kaçırılmamalıdır (Emin Işık, "a.g.m", VIII, 93).

Önemli bir eleştirinin yer aldığı 11. âyette değinilen olayla ilgili olarak kaynaklarda yer alan bilgiler özetle şöyledir: Bir gün Resûlullah cuma hutbesi irat ederken Medine'ye bir ticaret kervanının ulaştığını ilân eden sesler duyuldu. O sıralarda kıtlık olduğu için gıda maddesi getirecek bir kervanın gelmesi dört gözle bekleniyordu. Bu sesleri duyan cemaatin önemli bir kısmı o anda ibadet halinde olduklarını unutup yerlerinden fırladılar ve o tarafa doğru koşmaya başladılar; mescidde sadece on iki kişinin kaldığı rivayet edilir (Buhârî, "Tefsîr", 62; Tirmizî, "Tefsîr", 62; Taberî, XXVIII, 103-105; İbn Atıyye, V, 309). Hz. Peygamber'i minberde bu şekilde (ayakta dururken) bırakıp gidenlerin ilk muhacirler ve ensar değil henüz İslâm'ı özümseyememiş yeni müslümanlar olması da muhtemeldir (Derveze, VIII, 233); nitekim bazı rivayetlerde yukarıda belirtilen sayı on ikiden daha yüksektir (bk. Zemahşerî, IV, 99; Râzî, XXX, 10). Onları telâşlandıran asıl âmil, gecikip mal alma fırsatını kaçırma kaygısıydı. Fakat kervanın gelişi o günkü âdetlere göre çalgı aletleriyle ve insanların ona eşlik eden sevinç çığlıklarıyla duyurulduğu için bu koşuşturma aynı zamanda bir şenlik ve eğlence havası da oluşturuyordu. İşte âyette bu sebeple hem ticaret hem eğlence faktörüne değinilmiştir; ama "ona" zamirinin müennes (dişil) olması, yöneldikleri esas şeyin eğlence değil ticaret olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte âyette, ister alışveriş yapma ister şenliğe katılma arzusuyla olsun, böyle önemli bir ibadetin yarım bırakılmasının tasvip edilemeyeceği, hele Hz. Peygamber'i o halde terketmenin asla edebe uygun olmadığı bildirilerek bu olay ışığında ibadet, toplu hareket, mâbed âdâbı ve peygambere saygı konularında daha bilinçli, titiz ve dikkatli olunması gerektiği uyarısı yapılmıştır.

Taberî, bu olayın Resûlullah zamanında birkaç defa tekerrür ettiğine dair bir rivayete yer vermekle beraber bu ihtimali zayıf görür (XXVIII, 104, 105). İbn Âşûr da âyetin "bırakıverirler" şeklinde geniş zaman ifade etmediğine dikkat çeker (XXVIII, 229).

Bütün varlıkların sürekli olarak Allah'ı tesbih ettiği belirtilerek başlayan sûre, rızık verenlerin en hayırlısının Allah olduğu yani bütün varlıkları kapsayan bir görüp gözetmenin de yine O'na mahsus bir sıfat oluşu hatırlatılarak sona ermektedir.

Kaynak :Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 348-354

Cuma günü Kehf suresi okumanın fazileti

Cuma günü Kehf suresi okumanın fazileti

ensonhaber.com

Ömrümüz boyunca davranışlarını ve yaşam şeklini her daim örnek almamız gereken Peygamber Efendimiz'in sünnetleri bizler için rehber, hayat kılavuzu niteliğindedir. Bizler de Efendimiz (s.a.v)'in hadis-i şeriflerini öğrenerek yaşam şeklimizi düzenleyebiliriz.

Gün içerisinde yaptığımız ibadetlerin sevabını arttırmak için sünnete uygun hareketler sergilemeliyiz. Örneğin; yemek yerken besmele çekmek, güzel yerlere sağ ayak ile girmek, cuma gününe hürmet gibi...

Mümin kimselerin bayramı olan mübarek cuma gününde Kehf suresi okumanın fazileti hadis-i şeriflerle sabittir. İşte Cuma günü Kehf suresi okumanın sevabı...

CUMA GÜNÜ KEHF SURESİ OKUMANIN FAZİLETİ

Rivayetlere göre Hz. peygamber şöyle buyuruyor.

“Her kim Cuma gecesi veya günü Kehf Sûresi’ni okursa, o kişiye okuduğu yerden Mekke-i Mükerreme’ye kadar ulaşan bir nûr ihsân edilir. Bir dahaki cumaya ve üç gün fazlasına kadar (yapacağı günahlar) kendisi için bağışlanır. Sabaha kadar yetmiş bin melek kendisine salât eder. Bütün hastalıklardan, özellikle karın tümörü, verem, alaca ve cüzzam dertlerinden, bir de Deccâl’ın fitnesinden kendisine âfiyet verilir.”

Bu Hadis-i Şerif farklı kaynaklarda farklı şekillerde de karşımıza çıkabilir.

Ebû Sa‘îd el-Hudrî (r.a)'ın rivayetine göre, Efendimiz (SAV) şöyle buyurdu:

“Her kim Cuma gününde Kehf Sûresi’ni okursa, o iki Cuma arasını o kimse için nûr gibi parlatır. Size, öyle bir  sure haber vereyim mi ki, azameti gökle yer arasını doldurmuştur, kendisini yazana da o kadar ecir vardır, onu Cuma günü okuyan için bir dahaki cumaya üç gün ziyadesine kadar (günahları) bağışlanır. Uyurken onun sonundaki beş (bir başka rivâyete göre on) âyeti okuyanı gecenin dilediği saatinde Allâh-u Te‘âlâ uyandırır” buyurunca Sahâbe-i Kirâm: “Buyur yâ Rasûlallâh!” dediler. Bunun üzerine Rasûlüllâh (s.a.v): “Ashâb-ı Kehf Sûresi’dir.” buyurdu.

KEHF SURESİNDE NE ANLATILIYOR?

Kuran-ı Kerim'in tam ortasında yani 15. cüzde yer alan Kehf suresi, ismine ilk kez 9. ayette daha sonra diğer ayetlerde de rastladığımız ‘Kehf ‘ kelimesinden almaktadır. Arapça'da kelime manasına baktığımızda'Mağara' anlamına gelen Kehf, Ashab-ı Kehfolarak ifade edildiğinde'Mağaraya sığınanlar' anlamı taşımaktadır.

En genel haliyle tanımlayacak olursak konu bakımından sağlam iman ve inançlarından dolayı öldürülmek istenen bir grup gençlerin Allah (c.c) tarafından nasıl mucizevi bir şekilde korunduğu anlatılmaktadır. Bu gençlerin dışında surede Hz. Mûsâ ile Zülkarneyn de konu edilmektedir.

Özellikle de cuma günü ya da gecesinde bu sureyi okumanın çok büyük bir mükafat olduğunu bizlere müjdeleyen Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v),  bir hadis-i şerifinde "Cuma gecesi Kehf suresini okuyan, kıyamette, yerden göğe kadar bir nurla aydınlanır. İki cuma arasında işlediği (küçük) günahlar da affolur." (bk. et-Terğıbü ve't-Terhib, Kitabu'l-Cuma, 1/512-513) buyurmaktadır.

Gündelik yaşantımız içerisinde en azından haftada bir kere bile olsa okumayı alışkanlık haline getirmemiz gereken Kehf Suresinin faziletlerini ve bilinmeyen mucizevi konusunu sizler için sağlam kaynaklardan araştırmaya çalıştık...

Cuma günü Kehf suresi okumanın fazileti

Kehf Suresinin büyük bir bölümünde hepimizin ibret alması gereken 3 kıssa anlatılmaktadır. Bu kıssalardan birisi Ashab-ı Kehf gençleri.

ASHAB-I KEHF GENÇLERİ

Ashab-ı Kehf gençlerinin Allah'a olan inançlarından dolayı zalimler tarafından öldürülmek istenmesi ve bu iman dolu gençlerin de inançlarından vazgeçmeyip dağdaki mağaraya sığınmaları zikredilmektedir. Ashab-ı Kehf gençleri kıssasını çok kısa bir şekilde özetleyelim...

Ashab-ı Kehf ve Roma İmparatoru Dekyus-Decius isimli zalim bir kral, Ashab-ı Kehf gençlerinin yaşadığı döneme denk gelmektedir. Zalim kral, Allah'a iman eden bu gençlerin öldürülmesi için, çalışanlarına emir verip mümin herkesi bir araya toplamasını ister. Zabıtalar Ashab-ı Kehf'i yakalayınca putperestliği seçmelerini emrettiğini söyler. Gençler bunu kabul etmeyince de zorlu işkencelerden geçerler. O zamanlarda öldürülen kimselerde kapıya asılırdı. Kral yurt dışından gelene iman dolu bu gençlere vazgeçmeleri için mühlet verir.

Gençler de bu esnada şehrin yakınlarında yer alan mağaraya topladıkları erzak yiyeceklerle sığınıyorlar. Ve şu şekilde dua ediyorlar:

“Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!..”” (KEHF SURESİ 10. AYET)

Allah (c.c), bu gençlerin imdadına yetişerek onları orada uyutuyor. Allah Kral'ın aklına mağarayı ördürme düşüncesini getiriyor. Açlıktan ölecekleri düşünülse de bazı rivayetlere göre 309 yıl bazılarına göre de 900 yıl kadar uyutuluyorlar. Daha sonra uyanıyorlar ve ruhlarını teslim ediyorlar. Bu mucizevi uyku herkese ibret oluyor...

Cuma günü Kehf suresi okumanın fazileti

ASHAB-I KEHF'İN KÖPEĞİ KITMİR NE DEMEK? KURANDA GEÇİYOR MU? CENNETE GİRECEĞİNE İNANILAN KITMİR KÖPEĞİNİN HİKAYESİ

Ashab-ı Kehf gençlerinin köpeği olarak duyduğumuz Kıtmir; (ketmir ya da katmir) dinimize göre, cennete gireceğine inanılan hayvanlardan biri olarak bilinmektedir.

Günümüzde tevazu sözleri arasında da kullanılabilen bu terim, aynı zamanda gündelik yaşantımızda tükettiğimiz hurmanın çekirdeğindeki orta kısımdaki zara da denilmektedir.

Allah (c.c)'un Kuran-ı Kerimdeki Kehf Suresinde bahsettiği Kıtmir köpeği ile ilgili şu ayet zikredilmektedir: “Mağara ehli uykuda iken sen onları uyanık sanırdın. Biz onları sağa ve sola döndürürdük. Onların köpekleri, dirseklerini eşiğe uzatmıştı. Onları görsen, için korkuyla dolar, geri dönüp kaçardın.” 18/Kehf  Sûresi’nde toplamda 4 kez “köpekleri” şeklinde geçen ifade ile bu kutlu hayvana işaret edilir.

Peki Kıtmir köpeği neden Kuranda geçiyor olabilir? Kıtmir köpeği cennete girecek kadar Allah'ın hoşuna gidebilecek ne yapmış olabilir? Cevabını şu şekilde düşünebiliriz: Allah (c.c)'un yolundan ayrılmayıp hak yol için tüm dünyalık işleri elinin tersi ile iterek kıyam halinde mağaraya sığınan bu gençleri bekleyip, onlarla birlikte olan bu kutlu köpek kıssasında anlayabileceğimiz gibi ne olursa olsun iyilerle olmak, Allah (c.c)'ın rızasını kazanabilmemiz için çok önemli bir vesiledir. Durumu özetleyen en açık hadis ise şu olabilir:

"Kişi sevdiği ile beraberdir." Dünyada olduğu gibi, ahirette de...

cuma

Google News ile Takip Et

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır