1841’de İstanbul’da doğdu, 1970’de İstanbul’da öldü. Asıl adı Ahmet Ali’dir. Küçük yaşta Tıbbiye Mektebine girdi (1855). Resim yeteneği nedeniyle bu okulda resim öğretmenliği yardımcılığına getirildi. Daha sonra okuldan ayrılarak Harbiye’ye geçti. Abdülaziz’in ilgisini çekince, resim öğrenimi için Paris’e gönderildi (1864). Önce Mektebi Osmani’ye devam etti. Paris Güzel Sanatlar Akademisi’ne geçti ve G. Boulanger, J. L. Gerome gibi öğretmenlerden dersler aldı. Paris Uluslararası Fuar sergisinde resimleri sergilendi (1867). Resimleri Salon’a kabul edildi (1869, 1870) Abdülaziz, Avrupa gezisi sırasında sergideki resimleri gördü ve Ahmet Ali’yi resim seçip almakla görevlendirdi. 1870’te akademiyi bitiren Ahmet Ali, “Prix de Rome”u kazanarak, üç ay süreyle Roma’ya gönderildi.
Yurda dönünce kolağası rütbesiyle Sultanahmet’teki Sanat Mektebi’ne resim öğretmeni olarak atandı (1871). Uzun hazırlık ve çalışmalardan sonra, Türk ve yabancı ressamların eserlerinden oluşan bir resim sergisi açmayı başardı (27-Nisan-1873). Bu sergi, Türkiye’de açılan ilk resim sergisiydi. İkinci sergiyi 1 Temmuz 1875’te Darülfünun binası salonunda açtı. Bu sergide kendi resimleri, başka Türk ressamların eserleri, çoğunlukla Hıristiyan ve yabancı ressamların eserleri yer aldı. Ahmet Ali, Abdülaziz’in takdirini kazanarak, padişah yaverliğine atandı. Bu görevi sırasında manzara resimlerinden uzaklaştı ve Mercandaki konağındaki atölyesinde natürmort çalışmaları yaptı. 1884’te mirliva (tuğgeneral), 1890’da da ferik (tümgeneral) rütbesine yükseldi.
Başlıca eserleri: Karpuz Dilimli ve Üzümlü natürmort, Ağaçlar Arasında Karaca, Manolya ve Meyveler, Talim Yapan Erler, Manzara, Tepe Üzerindeki Kale.
Şeker Ahmet Paşa, çağdaş Türk Resim Sanatı’nın temel taşlarından biri olarak değerlendiriliyor. Batıdaki deneyimleri özümseyen bir istemle, peyzaj temasına yaptığı dünya çapındaki üslup katkısı, sanatçının mekan derinliği ve atmosfer ilişkilerini yorumlayan duyarlığının ürünü olarak görünür. Şeker Ahmet Paşa’nın düzen anlayışına mal olan lirizm, özgün bir şema geometrisiyle dengeleniyor.
1842 yılında İstanbul’da doğdu, 1913 yılında İstanbul’da öldü. Maltepe ve Maçka askeri rüştiyesinde okudu. İdadi ve Harbiye’de resim yeteneğiyle öğretmenleri Chirans ve Kess’in dikkatlerini çekti. Paris’e gönderilerek, Abdülaziz tarafından Türk öğrenciler için açılmış olan Mektebi Osmani’de öğrenim görmeye başladı. Önce Rolrobens’le, Mektebi Osmani’ye kapatılınca da A. Cabanel ile çalıştı. Paris Güzel Sanatlar Okulu’nu bitirdi. Bazı kaynaklara göre de bir yıl Roma’da kaldı. 1875’te yurda döndü ve Osman Nuri Paşa’nın yardımcılığını yaptı. Harbiye’ye resim öğretmeni olarak atandı. Fakat Şeker Ahmet Paşa ile resim anlayışı konusunda ters düşünce, Kuleli Askeri Lisesinde öğretmenliğini sürdürmek zorunda kaldı. Ayrıca uzun yıllar da Askeri İdadisi’nde resim öğretmenliği yaptı (1884-1910). Süleyman Seyyid’in İstiklal ve Osmanlı gazetelerinde yazı ve çevirileri de çıkmıştır. Bazı okullarda Fransızca öğretmenliği de yapmıştır. Fenn-i Menazır adlı basılmamış bir eseri vardır.
Natürmort temasına karşı yoğun ilgisiyle bilinen Süleyman Seyyid, peyjaz ve figür alanında da üstün yeteneklerini kanıtlıyor. Süleyman Seyyid özellikle resim düzeninin içerdiği yön zıtlıklarında ifadesini bulan üslup dinamizmi ile özgün yerini kazanıyor.
1882 yılında Denizli’nin Çal kasabasında doğdu, 1960 yılında İstanbul’da öldü. İlk ve orta öğrenimini kasabasında, lise öğrenimini İzmir’de yaptı. Askeri okulda okumak için İstanbul’a geldi. Burada parasını çaldırıp zor durumda kalınca çalışmaya başladı. Bir resim öğretmeninden ve ressam Roben Efendiden resim dersleri aldı. Şeker Ahmet Paşa’nın oğlu İzzet Bey ile tanıştı ve arkadaşının yardımıyla Sanayii Nefise Mektebine girdi (1906). Altı yıllık okulu üç yılda bitirdi ve devlet tarafından Paris’e gönderilerek, Fernand Cormon’un atölyesinde öğrenimini sürdürdü (1910-1914). 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yurda döndü. Sanayii Nefise Mektebinde Vallaury’nin yardımcısı oldu. Atölye öğretmeni olduktan sonra, 1947’de emekli oluncaya kadar bu görevde kaldı. Devlet Resim ve Heykel sergilerine aralıklı olarak katıldı. Ölümünden bir yıl sonra, Ankara Türk-Amerikan Derneği’nde son toplu sergisi açıldı (1961). Güzel Sanatlar Birliği’nin kurucularından biriydi.
En tanınmış eserleri: Türk Topçularının Mevzie Girişi, Tefli Kız, İstiklâl Savaşında Zeybekler, Manolyalar, Atatürk Portresi, İnönü Portresi, Yahya Kemal Portresi, Mevleviler Dizisi.
İbrahim Çallı, kendi kuşağı içindeki sanatçılar arasında uçarı denilebilecek bir üslup dinamizmiyle karşımıza çıkar. Resimlerine yerel bir atmosferin tadını kazandırmakta, izlenimci sınırları aşan bir duyarlığa sahiptir.
1890’da İstanbul’da doğdu, 1935 yılında İstanbul’da öldü. Galatasaray Lisesinde okurken okul müdürü Tevfik Fikret’in kurduğu resim atölyesinde resim çalışmalarına başladı. Daha sonra Sanayii Nefise Mektebi’ni bitirdi. Ailesi tarafından Fransa’ya gönderildi. Burada Julian Akademisinde, Ecole Nationale des Arts Dêcoratif’te ve Cormon’un atölyesinde çalışmalarını sürdürdü. Yurda dönünce 1. Dünya Savaşı yıllarında Kafkas cephesinde yedek subay olarak görev yaptı. Bu sırada savaş resimleri çizdi. Bu resimleri daha sonra Viyana ve Berlin’de (Celâl Esat Arseven ile birlikte) sergiledi. Bir süre Berlin’de Liebermann ve Corynth’in atölyelerinde çalıştı. Yurda dönünce İstanbul’da resim öğretmenliğine başladı. Güzel Sanatlar Akademisinde çalıştı. Paris’e gidip döndükten sonra, Güzel Sanatlar Akademisine müdür olarak atandı (1928). Lâle Devri, Tifüs Girdabı, Harman en tanınmış eserleridir.
Namık İsmail, Türk resim sanatında kişisel üslup ayrımının belirginlik kazanmasını sağlayan büyük ustalardan biridir. Temalara biçimsel yaklaşımı belli sınırları aşmayan bir deformasyon eğilimi yansıtır.
1903’te Selanik’te doğdu. İlkokulu Serez’de ve İstanbul’da okudu. Darülmuallimin’de öğrenimini sürdürdü. Burada Şevket Bey resim öğretmeniydi. Aksel’in çalışmalarını Şevket Bey yönlendirdi. 1921’de öğretmen olan Aksel, 1928’de sınav kazanarak Almanya’ya gitti. Berlin Yüksek Öğretmen Okulunda Prof. Grossmann’ın atölyesinde çalıştı. Yurda dönünce Ankara’da açılan Resim Öğretmen Okulunda görev yaptı (1932). Gazi Eğitim Enstitüsü’nün kuruluşuna katkıları oldu ve uzun yıllar bu okulun Resim-İş Bölümünde yöneticilik ve öğretmenlik yaptı. 1951’de İstanbul’daki Çapa Enstitüsüne atandı. 1968’de emekli oluncaya kadar burada görev yaptı. “Suluboyacı Malik” diye de anılıyordu.
Başlıca eseleri: Halı Önünde, Şu Karalı Kızlar, Çingeneler, Kız Çocuğu, Kardeşler. Ayrıca resim sergisinde Otuz Gün, İstanbul Minaresinde Kuş Evleri, Anadolu Halk Resimleri, Türklerde Dini Resimler, Sanat ve Folklor, İstanbul’un Ortası adlı kitapları da vardır.
Geniş bir folklor bilgisine sahip olan Malik Aksel, hem eğitici ve araştırmacı, hem de resim uğraşları içinde gündelik yaşam kesitlerinin bazen dramatik, bazen mizahi içerik değerlerine ulaşabilmektedir.
1897’de İstanbul’da doğdu. 1984’te Ankara’da öldü. Bursa Ziraat Okulu’ndan sonra Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. Burada İbrahim Çallı ve Hikmet Onat atölyelerinde çalıştı. Bir süre Paris’te Andrê Lhote ve Othon Griesz’in atölyelerine devam etti(1928-1929). Yurda dönüşünde çeşitli illerde resim öğretmenliği yaptı. “D Grubu”na katıldı. Resimleri bu grubun sergilerinde ve Galatasaray Sergilerinde yer aldı. Katıldığı Devlet Resim ve Heykel sergilerinin bazılarında ödül aldı(1942’de üçüncülük, 1945’te ikincilik, 1964’te birincilik). Ayrıca Venedik Bienaline, Paris (UNESCO), San Francisco ve Atina sergilerine katıldı.
En tanınmış eserleri: Ankara’da Kış, Gençlik Parkı, Beynam Ormanları, Karadeniz Kadınları, Paris.
Özellikle kent oluşumundan kesitleri işleyen peyzajlarında, Eşref Üren’in düzene açık ve sınırsız bir ifade boyutu getiren duyarlılığın canlı titreşimlerine tanık olunabilir.
1906’da İstanbul’da doğdu. 1982 yılında İstanbul’da öldü. İlkokulu Heybeli ada’da, orta okulu Nişantaşı’nda okudu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra, Sanayii Nefise’ye girdi. Burayı Hikmet Onat ve İbrahim Çallı atölyelerinde öğrenim görerek bitirdi (1924). Daha Paris’e giderek, Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulunda Ernest Laurent’nin öğrencisi oldu. Yurda dönüşün de İstanbul’da arkadaşlarıyla birlikte “Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği”ni kurdu(1928). 1933 yılında tekrar Paris’e gitti. Andrê Lhote ve Fernand Lêger‘in yanında çalıştı. Aynı yılın sonunda yurda dönünce, arkadaşlarıyla “D Grubu” topluluğunu kurdu. 1939’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenim üyesi oldu. 1962’de de İstanbul Resim ve Heykel Müzesi müdürlüğüne getirildi. Berk, UNESCO’ya bağlı “Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Türkiye Komitesi”ni Suut Kemal Yetkinle birlikte kurmuş, Paris, Moskova, Bükreş, Leningrad ve Brüksel sergilerinde komiserlik yapmıştır. Sao Paolo ve Venedik bienallerine katıldı.1967’de de Ankara devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde birincilik kazandı.
En tanınmış eserleri: İskambil Kağıtlı Natürmort, Ütü Yapan kadın, Çömlekçi, Dikenler.
Nurullah Berk’i kübizmen A. Lhote^tan esinlenen ve oldukça dekoratif bir yön tutturan uygulamaları içinde görüyoruz.
1918’de İstanbul’da doğdu. Saint-Josephe Fransız Erkek Lisesini bitirdikten sonra, Güzel Sanatlar Akademisinde Lêopold Lêvy ve Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyelerinde öğrenim gördü. Bu okulu 1948’de bitirdi. Bir süre resim öğretmenliği yaptı. 1957-1973 yıllarında, Paris’te çalıştı. Besançon’da açılan “Paris’te Altı Türk Ressamı”sergisinde ve İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki “Paris’teki Türk Ressamları” sergisinde yer aldı. Yurda döndükten sonra kişisel sergiler açtı. 4. Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü’nü Turan Erol’la paylaştı(1980).
Resimsel oluşuma iç dünyasının kişisel yorum güçleriyle yaklaşan Adnan Varınca’yı “pentür” alanında az rastlanır bir üslupçu olarak kavrıyoruz.
1915’te İstanbul’da doğdu Güzel Sanatlar Akademisinde Nazmi Ziya Güran, Hikmet Onat, İbrahim Çallı ve Lêopold Levy atölyelerinde öğrenim gördü (1933-1937). Arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’da “Liman Resim Sergisi”ni düzenledi (1940). 1941’de Ferruh Başağa, Avni Arbaş, Selim Turan, Fethi Karakaş, Mümtaz Yener, Turgut Atalay, Nejat, Agop Arad, Haşmet Akal’la birlikte “Yeniler Grubu”da yer aldı. Bu grubun her yıl iki kez açılan sergilerine katıldı(1941-1951). 1946-1983 yılları arasında yaklaşık kırk kadar kişisel sergi açtı. Paris’te, Hollanda’da, Venedik’te, Sao Paolo’da resimlerini sergiledi.
Başlıca eserleri: Nalbant, Halk Şairi, Çeşme Başı, Aile, Orkestra, Ana Şefkati, Kardeşler.
Nuri iyem, figüratif ve soyut çalışmalarının tümünde özenli bir işçiliğin giderek ustalık katına ulaştığı bir gelişme içinde görülür.
1878’de İstanbul’da doğdu. 1945’te İstanbul’da öldü. İlköğrenimini Taşmektep’te, ortaöğrenimini Çiçekpazarı Rüştiyesi’nde ve Mülkiye İdadisi’nde yaptı. Askerliğe ilgi duyduğu için Kuleli’ye geçti. 1898’de de Harbiye’yi bitirdi. Okul dönemimde Osman Nuri Paşa’dan ve Hoca Ali Rıza Bey’den resim dersleri gördü. Subay olunca, Eyüp Askeri Baytar Rüştiyesine resim öğretmeni olarak atandı. Bu arada Sanayii Nefise Mektebine de devam ederek, burayı da bitirdi (1906). 1910-1912 yılları arasında Paris’te resim çalışmaları yaptı. Yurda döndükten sonra, Balkan Savaşına katıldı ve Bulgarlara esir düşerek, bir süre esaret hayatı yaşadı. 1. Dünya Savaşı sırasında da görev yaptı. 1933’te binbaşılıktan emekli oldu. 1918’de Berlin ve Viyana sergilerine katılan Yetik’in, daha çok Balkan Savaşı ve Milli Mücadeleyle ilgili resimleri vardır (Cepheye Cephane Nakli).
Eğitici etkinliğinin yanı sıra, izlenimciliğe yakın doğrultuda bir üslup çabası göstermiş olan Sami Yetik, renkçi değerler yönünden ölçülü bir uyum davranışı ortaya koymaktadır.
1905 yılında İstanbul’da doğdu, 1938 yılında Paris’te öldü. Resim öğrenimine Almanya’da Berlin Akademisi’nde başladı. Sonra İstanbul’da İnas Sanayii Nefise Mektebinde Ömer Adil’in ve Feyhaman Duran’ın öğrencisi oldu. Maarif Vekaleti’nin bursuyla tekrar Almanya’ya gönderildi(1924). Buradan Fransa’ya geçerek, Paris’te resim çalışmalarını sürdürdü. Seramikçi İsmail Hakkı (Oygar) ile evlendi. Paris’teki Grande Chaumiêre atölyesinde çalıştı. Matisse ve Dufy’den dersler aldı. Yurda dönüşünde “Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği”nin çalışmalarına katıldı (1928). Bu topluluğunun Ankara (1928) ve İstanbul (1929) sergilerinde yer aldı. Bir süre sonra Bursa Kız Öğretmen Okulu’nda resim öğretmenliği yaptı. İstanbul’a döndü. Sonra da Paris’e giderek bu kente yerleşti(1930). Bir yandan yakalandığı hastalıkla mücadele ederek resim çalışmalarını sürdürdü. İtalya’daki Faşist yönetimden kaçan yazar Antonio Ariante ile birlikte bir süre “Jeune Europa” galerisini yönetti. Hale Asaf’ın İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan resimleri dışındaki eserleri bilinmemektedir.
Türk resim sanatında akonstrüktif üslup anlayışına uygun dramatik içerikler kazandırma yolunda olan bir ressamın, Hale Asaf olduğu söylenebilir.
1913’te Görele’de doğdu, 1975’te İstanbul’da öldü. İlk ve ortaokul öğrenimini Trabzon’da yaptı. 1931’de İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisini bitirdikten sonra, Paris’te Andrê Lhote’nin atölyesinde çalıştı(1931-1933). Yurda dönüşünde Güzel Sanatlar Akademisinde öğretim üyesi oldu. “D Grubu”na katıldı. G. S. Akademisinde kendi adıyla anılan resim atölyesini yönetti. Basma-çoğaltma yöntemiyle serigrafi, litografi, gravür çalışmalarına ağırlık verdi ve halk el sanatlarından kaynaklanan mozaik çalışmaları yaptı. Ayrıca “yazmacılık” sanatıyla uğraştı. Paris’te Musêe de I’Homme’ da ilkel soylar sanatını inceledi. 1958 Brüksel sergisinde Türk pavyonu için yaptığı 277 m2’lik mozaik panosuyla, altın madalya (büyük ödül), Sao Paulo Bienali’nde şeref madalyası yaptı. Paris’teki NATO binasında yer alan 50 m2’lik mozaik panosuyla da uluslararası ün kazanmıştır.
Başlıca eserleri: Köylü kadını, Beylerbeyi İskelesi, Balıklar, Mavi Siyah Kuş, Anadolu Hisarı, Mangal ve İbrik.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, gelişmesi boyunca folklorik nakışlarla kurduğu resimsel ilişkileri, popüler boyutlara eriştiren bir sanatçı olarak dikkatleri üzerinde toplamıştır.
1899’da İstanbul’da doğdu, 1968’de İstanbul’da öldü. Sanayii Nefise’de öğrenim görürken, Milli Mücadeleye katılmak için Anadolu’ya geçti. öğrenimini daha sonra tamamladı. Bir süre Elazığ Öğretmen Okulunda resim öğretmenliği yaptı(1927-1929). Avrupa’ya giderek Andrê Lhote, Fernand Lêger, Hans Hoffmann, Gromaire gibi sanatçılarla çalıştı(1929-1932). Yurda dönüşünde bir süre Erzincan Askeri Ortaokulunda resim öğretmenliği yaptı(1932-1935). Güzel sanatlar Akademisinde Lêopold Lêvy’nin yardımcılığına getirildi. Daha sonra resim bölümünde yönetici olarak da görev yaptı ve bu okuldan emekli oldu(1937-1964). “D Grubu”nun kurucularındandır(1933).
Resimleri ilk kez 1927’de sergilendi. 1967’de de retrospektif sergisi açıldı. Yazıları “Sanat Bahisleri” başlığı altında Yeni Sabah gazetesinde yayımlandı. Yunan Mitolojisi (1964), Şeker Ahmet Paşa (1967) adlı kitapları vardır.
Başlıca eserleri: Hatay Portakal Bahçelerinden, Zeytin Ağacı, Okuyan Köylüler, Mevleviler, Balerin.
Cemal Tollu, kübist bir resim üslubu anlayışına yöresel anlamlar kazandırma yolunda bir sanatçı olarak görülmektedir.
1923 yılında Cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından başta Atatürk olmak üzere diğer devlet adamlarının en çok üzerinde durdukları konulardan biri Türkiye Cumhuriyeti’ni bilim, teknik ve sanat alanlarında çağdaş devletlerin seviyesine ulaştırmak olmuş ve bu hedef doğrultusunda büyük çaba sarf edilmiştir. Özellikle Cumhuriyet’ in ilk yıllarında bu alanlarda yetişmiş kişilerin bulunmaması dikkate alınarak yurt dışına yetenekli gençler gönderilerek yetişmeleri sağlanmıştır. Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra 1924 yılında yurt dışına gönderilenler arasında beş ressam bulunması güzel sanatlara verilen önemin bir göstergesidir. Bu uygulama diğer yıllarda da devam etmiş, yalnız resim sanatçılarına değil güzel sanatların başka kollarında yetenekli gençlere de yurt dışında eğitim olanağı sağlanmıştır.
Cumhuriyet dönemi resim çalışmalarına bakacak olursak Cumhuriyetin ilanından önce kurulmaya başlayan resim birliklerinin Cumhuriyet döneminde de kurulmaya devam ettiğini görürüz.
Ali Avni Çelebi Muradiye Camisi 56×67 cm:
Müstakil ressamlar birliği hareketi Türkiye’de çağdaş Türk sanatının devrimci diye niteleyebileceğimiz büyük adımların atıldığı döneme yani 1920’li yıllara rastlar. Tam tarihiyle söyleyecek olursak, Müstakil Ressamlar Birliği 1929 yılında kurulmuştur. Ancak bu hareketin tohumları 1923 yılında atılmıştır. Öncülüğünü ve kuruculuğunu Zeki Kocamemi (1901-1959) ve Ali Çelebi (1904-1993)’nin yaptığı grup, izlenimcilerin aksine, renkten çok çizgisel kuruluş üzerinde durmuşlar, özellikle de Alman anlatımcı ve kuruluşçu resminden esinlenmişlerdir.
Geleneksel Galatasaray sergileriyle isimlerini duyuran derneğin ressamları arasında Refik Epikman, Hamit Görele, Nurullah Berk, Şeref Akdik, Hale Asaf, Mahmut Cuda, Cevat Dereli (1900-1989), Ali Avni Çelebi, Muhittin Sebati, Edip Hakkı Köseoğlu ve Turgut Zaim bulunmaktadır.
Zeki Kocamemi, Natürmort:
Cevat Dereli, Balık Tutan Adam, Tuval/ Yağlı boya, 89×115 cm İstanbul Resim ve Heykel Müzesi:
Müstakiller, Cumhuriyet döneminin ilk sanatçı topluluğudur. Bunun yanı sıra sanatçının ekonomik özgürlüğünü de savunan ilk sanat birliğidir. Müstakiller Ressamlar Birliği’nin en çarpıcı tarafı ressamların ortak özelliklerinin yok denecek kadar az olmasıdır. Hemen hemen hepsi değişik akımların etkisi altında çalışmışlardır. Bu ressamlarımızın hemen hepsinin renkçi kaygılardan çok resimlerinde, desen sağlamlığına ve çizgiye önem verdiklerini ilk bakışta fark edebiliyoruz. Müstakillerin renkten çok desene önem vermelerinin sebebi, o dönemde ressamlarımızı etkisi altında bırakan akımların ortak özelliğinin de renkten çok desen ve çizgiyi temel alan akımlar olmasından kaynaklanmaktadır.
Hale Asaf, Matisse’in ilkelerini benimseyerek kullanmış olan bir sanatçımızdır. Matisse ışık-gölge geriliminin yarattığı etkiyi kontrast renkleri kullanarak yaratmayı başarmıştır. Hale Asaf da renklerin kontrast kullanımını, biçimlerin ayrıntıya girilmeden verilmesini, az renk kullanımını bu tablosunda da uygulamıştır.
Hale Asaf İsmail Hakkı Oygar’ın Portresi:
Turgut Zaim, Orta Oyunu tuval üzerine yağlıboya, 100×84,5 cm:
Turgut Zaim, belgeci bir kesinlik, sıcak bir içtenlik ve duyarlılığını yitirmeyen bir süreklilik ve tutarlılıkla Anadolu köylü ve göçer yaşamından sahneleri, resminde büyük bir başarı ile uygulamıştır. Eski orta oyunu gibi tarihsel seyirlik türü konulara ilgi duyuyor ve sanatında Türk minyatür resminin, geometrik kompozisyon ve şematik figür esprisinden hareketi tercih ediyordu. Turgut Zaim, üslup karakteriyle geleneksel biçim iradesine bağlılığı yeğlemiş ve buna nitelikçe çağdaş bir anlam da verebilmiştir.
Türk resim sanatının Cumhuriyet dönemiyle birlikte açılan yeni ve özgün atılımları içinde, köy temalarına yönelik figür üslubuyla Turgut Zaim’in yaratmayı başardığı ulusal ve yerel atmosfer, hala aşılamamış bir değer sistemi gibidir.
Beş ressam ve bir heykeltraş tarafından 1893’te kurulan “D” grubu, Türkiye’deki sanat kuruluşlarının dördüncüsü olduğundan, alfabenin dördüncü harfini isim olarak seçmiştir. 1933-47 arasında on beş grup sergisi açan topluluk Nurullah Berk, Abidin Dino, Zeki Faik İzer, Elif Naci, Cemal Tollu gibi kuruculara, sonradan Bedri Rahmi Eyüboğlu, Halil Dikmen, Eşref Üren, Hakkı Anlı, Sabri Berkel gibi başka sanatçıların katılmasıyla genişlemiştir.
Elif Naci, Saklanan Çocuk 54×73 cm tuval üzerine yağlı boya:
“D” grubu ressamlarının amacı, Batıdaki sanat gelişmelerini daha yakından izlemek yeniliklere uyum sağlamak, aynı zamanda da kişilik değeri ağır basan çalışmalara yönelmekti. “D” grubunun etkili olduğu dönem, Güzel Sanatlar Akademisinde reform çalışmalarının yoğunlaştığı yılları kapsar. Grupla birlikte, sanatın amacı ve işlevi konusunda Türk basınında eleştiri ve tartışma yazıları çoğalır, fikir ve kültür adamları, bu tartışmaya doğrudan katılmaya başlarlar.
“D” grubunun kurucularından sanatçı Elif Naci’nin oda içi resimlerinden biri olan “Saklanan Çocuk” adlı resim odanın içinde saklanan bir kız çocuğunu konu alıyor. Neden saklandığı çok belli olmayan kız belki oyun oynuyor, belki de işlediği bir suçtan dolayı saklanmış olabilir. Çocuğun saklandığı kapının açıldığı mekân resimde bir derinlik yaratıyor.
Nurullah Berk’e ait bir tablo:
Nurullah Berk, ressamlığının yanı sıra yazar ve düşünür kimliğiyle de Çağdaş Türk Sanatı’nda etkin bir rol oynamıştır. Doğu ve Batı ikilemi içinde bunalan bir sanat ortamında geometrik-figüratif bir anlayışı geleneksel tasvir sanatlarımızdan yola çıkarak özgün bir temel üzerinde yorumlayan Nurullah Berk, 1920-1924 yılları arasında Sanayi-i Nefise’de Hikmet Onat ve İbrahim Çallı atölyelerinde sanat öğrenimi gördü. Berk, Batı’nın tekniğine, Doğu’nun estetiğine yönelerek üslubu ile Türk resminin kimliğinin oluşmasında önemli bir rol oynadı.
Zeki Faik İzer Oturan Kadın 69×49 tuval üzerine yağlı boya:
1950’li yıllar ile birlikte, Türk resminde, savaş sonrasında batıda yaygınlaşan soyut sanata yönelik bir ilgi biçimlenmektedir. Zeki Faik İzer de, bir süre sonra soyut anlatım biçimlerine yönelecektir. Sanat akımlarını izleyerek resim yapmıyor, kendi yapısına uygun olanı veriyordu. 1950’li yıllarda figür soyutlamasına dayanan eserler üreten İzer, 60’larla birlikte lirik tarzda soyutlamaya dayanan non-figüratif bir anlayışa yönelmiştir.
Bu resimler, çizgi ve leke değerinin ön plana çıktığı hareketli, dinamik fırça vuruşlarıyla tanımlanan renkçi çalışmalardır. İzer, resmin her türlü teknik ve malzeme olanaklarından yararlanmayı ve araştırmayı seven bir sanatçıdır. Fresk ve duvar halısı üzerine de çalışmalar yapmıştır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu (1911-1975) non-figüratif resim yerine figürleri aşırı deformasyona uğramış biçimlerle resimlerini şekillendirmiştir. Etkilenmekten korkmadan insandan çok şeyler almasını bilmiş, beğendiği bir motifi alıp kullanma özgürlüğünü kendinde bulmuş ve bu etkileşimler sonunda aldığı motifleri kendine özgü üslubu içinde özümseyerek kendine mal etmiştir.
Yaşayan Türk halk kültürünün önemini ve değerini ilk kavrayan sanatçılarımızdan birisi olarak geleneksel Türk el sanatlarımızdan seçtiği motifleri, Anadolu nakışları, dokuma, kilim ve yazma motiflerini özgün bir üslupla kaynaştırarak çağdaş resimsel tekniklerle yorumlamıştır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’na ait bir tablo:
1940’da akademinin yüksek resim bölümünün faaliyete geçmesiyle bir grup ressam, toplum yaşamına ağırlık veren yeni bir topluluk çevresinde birleştiler. Bu topluluğun adı “Yeniler” ya da “Liman Ressamları” grubudur.
Grubun amacı, toplumla ilişkisi zayıflamış olan sanatı, toplumsal yaşamdan aldığı konulara ağırlık vermek suretiyle, insan ve çevre temeli üzerinde geliştirmekti. Nuri İyem başta olmak üzere Ferruh Başağa, Selim Turan, Turgut Atalay, Agop Arad, Avni Arbaş, Mümtaz Yener, Fethi Karakaş ve Haşmet Akal’dan oluşan grup, kendisinden önceki “D” grubunun sanat tutumuna karşı çıkarak İstanbul limanını ve orada çalışanları, gerçekçi bir gözlemin ışığı altında inceleyerek tablolarına aktarmışlardır. Kendilerini, içinde yaşadıkları toplumun bir parçası olarak gören bu ressamlar, klasik ve alışılmış konuların dışına çıkmaya ve toplumla diyalog kurmaya çalışmışlar, sanatımıza toplumsal gerçekçi bir görüşü egemen kılmak istemişlerdir. 1959’da kurulan “Yeni Dal” grubu, “Yeniler’in bir devamıdır.
Nuri İyem, Köylü Sevgililer 50×50 cm, tuval üzerine yağlı boya:
Agop Arad, Peyzaj, mukavva üzerine yağlı boya 38×46 cm:
Avni Arbaş (1919-2003) hayatla ilişkilerinde ve genel yaklaşımında ayrıntılarla değil daha fazla özle ilgileniyor. Doğaya, hayata bakınca da ayrıntıları değil resmini yapmak istediği nesneyi görüyor. Buna “seçmeci” bir bakış da diyebiliriz. Bu bakış seçileni çevresinden yalıtıyor, çevresiyle olan ilişkisini kopartıyor. Bir anlamda sanatçı doğanın gerçekliğini bozuyor.
Bu bakışın tuval üzerindeki ifadesinin ise, arka planın giderek figürden arınarak renge dönüşmesi ve tuvalin yüzeyselleşmesi, ayrıntıların feda edilmesi ve ana figürün tuvalin ortasına yerleştirilerek çarpıcı biçimde öne çıkması biçiminde olduğu görülüyor. Avni Arbaşın bunca yol aldıktan sonra resimlerinde, renk ve biçim olarak ortaya çıkan, çarpıcı yalınlıkta pür bir resme ulaştığını söyleyebiliriz. Bir bakıma onun sanatı arınmış bir sanattır.
Avni Arbaş’a ait bir tablo:
Avni Arbaş’a ait bir tablo daha:
Batıdaki sanatsal gelişime koşut olarak sanata gönül veren ve farklı bir boyut getiren sanatçı Selim Turan, Türkiye’de soyut resmin öncüleri arasındadır. Sürekli kendini yenileyen arayışlar içinde olan sanatçı Batı kültürü ile Anadolu geleneksel kültürünü ustalıkla kaynaştırmayı bilmiştir.
Selim Turan’a ait bir tablo:
Ferruh Başağa, genellikle her resim için tek bir renk seçen sanatçı, ince duru bir duyarlıkla kurguladığı üçgen formların sivrilen uçları birbiri ardından ve birbiri içinden gelişerek yükselmekte ve ön planda daha koyu ve belirgin olan biçimler, arka planlarda giderek saydamlaşmakta yeni bir espas derinliği etkisi yaratmaktadır. Sınırsızlık, süreklilik izlenimi vererek gizemli bir atmosfer oluşturmaktadır. Sanki yer çekiminden kurtulmuş bir dünyada geometrik formlar üzerindeki gizli ışığa dönüşmekte, bu ışıklı çizgiler uyum içinde toplanıp dağılarak varlıklarını sürdürmektedir.
Ferruh Başağa’a ait bir tablo:
1940’lı yıllar Türkiye’de toplumsal ve kültürel alanda yeni bir dönemin başlangıcıdır. Sanayi ve ticaret burjuvazisinin oluşması, çok partili siyasal yaşama geçiş, yabancı sermayenin ekonomik yaşama katkısı, bu dönemde gerçekleşmiştir.
Aynı dönem, sanatta çok seçenekli ve araştırmaya ağırlık verici gelişmelerin de yaşandığı bir dönemdir. Resimde gruplaşmalar giderek azalmaya, kişisel çıkışlar önem kazanmaya başlar. Bir yanda yöresel eğilimlerin güçlendiğini gösteren ve 1930’lu yıllarda devletin destekleyici çabaları doğrultusunda ilk örneklerine tanık olduğumuz doğa ve insan gerçekliğine yönelik çalışmalar ön plana geçerken, bir yanda da soyut resmin uzantıları gündeme gelmeye başlar.
Orhan Peker, Turan Erol, Nedim Günsür, Adnan Çoker, Adnan Turani, Leyla Gamsız bu dönemin ressamları arasında sayılabilir. 1940 ve sonrasının Türk resminde gözlemlenen bir başka gelişmesi, başta Paris olmak üzere sanat merkezlerine uzun süreli yerleşmelerin başlamasıdır.
Turan Erol, İsimsiz tuval üzerine yağlı boya, 70×100 cm:
Günümüz Türk resmindeki eğilimler çok ve çeşitlidir. Sanat piyasasının oluşmaya başladığını gösteren ilk belirtiler, özel galerilerin devreye girmesi, sanat eğitim kuramlarının genişlemesi, özel kuruluşların destekleyici katkıları, sanatçı sayısındaki artışı olumlu yönden etkilerken üretimin de çoğalmasına yol açmıştır.
Türkiye’de 1950’ler sonrası resim sanatına yansıyan eğilimlerini şu gruplar altında toplayabiliriz:
İzlenimci ya da klasik-izlenimci anlayışta, eski hocaların açmış oldukları yolu sürdürenler ve böylece gelenekçi tabanı, yeni arayışlara tercih edenler.
Eğilimler ise, sanatçı sayısındaki artışa paralel olarak çeşitlenmiştir. Klasik ve izlenimci anlayıştan, doğa gerçekliğine dayalı soyutlayıcı eğilimlere, salt soyut çıkışlara, anlatımcılığa, kavramsalcılığa varıncaya kadar değişik yönelişler, günümüz Türk resminin dinamik yapısında etken olmaktadır.
Soyut sanat, resim ve heykelde, yapıtın doğada rastlanan gerçek varlıkları betimlememesi anlayışı olarak tanımlanabilir. Bu tür bir anlayışla yaratılan yapıt sanat dışı gerçekliklere gönderme yapmamakta, dolayısıyla da yapıtın içerdiği betiler gerçek varlıklar olarak ‘tanınabilir’ nitelikte bulunmamaktadır. (Metin Sözen, Uğur Tanyeli, Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü)
1950’li yıllara gelinceye dek 1910’lardan itibaren bir yandan izlenimci anlayışa bağlı çalışmalar sürdürülürken, diğer yandan 1930’lardan başlayarak şematik kübizm örnekleri verilmiştir.
Kaligrafiden Hareket Edenler
Kaligrafi, harfler arasındaki boşlukları belli estetik ve tasarım kurallarına göre düzenleyerek kâğıt ya da ideografik benzeri malzeme üstüne kalem ya da fırçayla güzel ve zarif yazı yazma sanatı olarak tanımlanabilir. (Eczacıbaşı sanat ansiklopedisi)
Kaligrafik özelliklerden esinlenerek ürünler veren bazı sanatçılar; Abidin Elderoğlu, M. Şevket Arman, Şemsi Arel’dir. Soyut sanat uğraşlarında eski yazının kaligrafik özelliklerinden esinlenerek yeni arayışların ürünleri verilmeye başlanmıştır.
Abidin Elderoğlu ‘Sonbahar’ 1964:
Resim sanatının soyutluğunu sağlamak amacıyla müziğin, seslerin işlevlerine göre uygulanmasına koşut olarak renk, biçim, açık-koyu ve yarım-koyuluk gibi plastik öğelerin etkinliklerine dayatılmış bir anlayışı benimsediğini belirten Elderoğlu Türkiye’de, 1950’li yıllarda belirgin bir çizgi oluşturmaya başlayan soyutçu eğilimin, 1960’lı yıllardaki temsilcileri arasında yer alır. Resimlerinde kaligrafik değerleri, belirli bir plastisiteye göre düzenler, çizgi ile renk arasındaki oluşumları, süreçsel bir etkinlik düzeyinde işleyerek geliştirir.
Geometrik Non-Figüratif
Bu grupta yer alan sanatçılar; Sabri Berkel, Veysel Erüstün, Cemal Bingöl, Ferruh Başağa, İsmail Altınok, Abdurrahman Öztoprak, Adnan Çoker, Özdemir Altan, Nüzhet Kutluğ, Altan Gürman, Adem Genç, Halil Akdeniz, Mehmet Mahir, Bubi, Zekai Ormancı, Pesent Doğan, Tanju Demirci, H.Avni Topçu, Devabil Kara, Yıldız Çiftçi’dir.
Sabri Berkel’e ait bir tablo:
Geometrik bir üslup içinde kararlı çizgilerle Türk resim tarihinde modernleşmenin öncülerinden olan Sabri Berkel’in (1907-1994) ismi soyut sanatla özdeşleşmiştir. Doğaya bağlı kalmadan gördüklerinin yerine kendi görüşünün resmini yapmıştır.
Geometrik soyut yapıtlarında olduğu gibi lekeci çalışmalarında da kurgulama anlayışı ön plana çıkar. Çizgisel ögeli katı geometrik kompozisyonlarının yanı sıra daha serbest görünümlü lekesel ve yüzeysel çalışmalarda yapmıştır. Bu tür resimlerinde de önceden belirlenmiş kompozisyon düzenine bağlı kalma duygusu renkten önce gelmiştir. Sabri Berkel tüm soyut çalışmalarında tesadüflere ve anlık fırça vuruşları yerine akılcı bir düzenleme ile oluşturulan yaratmalara her zaman daha fazla değer vermiştir.
Lirik Non-Figüratif
Lirik soyutlama, 1970’lerden bu yana gelişen bir sanat akımıdır. Soyut ekspresyonizmin son halkası sayılabilir.
Bu grupta yer alan bazı sanatçılar; Zeki Faik İzer, Selim Turan, Hasan Kavruk, Mustafa Tömekçe, Nejat Melih Devrim, Lütfü Günay, Adnan Turani, Orhan Tamer, Burhan Doğançay, Sühendan H. Fırat, Erdal Alantar, Ediz Tezel, Güngör Tanel, Asım İşler, Gökhan Anlağan, Bilal Erdoğan, Gören Bulut, Hasan Pekmezci, İsmet Çavuşoğlu, Fevzi Tüfekçi, Salih Turan, Lütfü Cülcül, Bahattin Odabaşı, Orhan Benli, Mehmet Gün, İrfan Okan ve Bahar Kocaman’dır.
Burhan Doğançay, Fısıldayan Duvar, 1985 40×90 cm, tuval üzerine akrilik:
Doğadan Soyutlama Yapanlar
Bu grupta yer alan bazı sanatçılar;
Hamit Görele, İlhami Demirci, Ercüment Kalmık, Hasan Akın, Selahattin H. Taran, Tayfur Sanlıman, Gencay Kasapcı, Ünsal Toker, Devrim Erbil, Erol Eti, Ayten Yetiş Doğu, Ahmet Özol, M. Zahit Büyükişleyen, Veysel Günay, Hatice Odabaşı, Mahmut Celayir ve Yusuf Taktak’tır.
Devrim Erbil’e ait bir tablo:
Gencay Kasapçı, Ağaç (1995) 60×80 cm:
Figüratif Soyutlama
Bu grupta yer alan bazı sanatçılar; Maide Arel, Hakkı Anlı, Salih Urallı, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Abidin Dino, Ömer Kaleşi, Ömer Uluç, Dinçer Erimez, Tomur Atagök, Mustafa Ata, İbrahim Örs, Seyit Bozdoğan, Figen Aydıntaşbaş, Fatma Tülin Öztürk, Ahmet Müderrisoğlu, Habib Aydoğdu, İbrahim Çiftçioğlu, Kemal Önsoy ve Mustafa Yıldırım’dır.
Mustafa Ata, Denemeler I, 1995:
Akatünvel Grubu
Akatünvel sanat grubu 1967 yılında Tangül Akakıncı (1946) ile psikiyatri bilim dalında profesör, psikopatolojik sanat laboratuvarı yöneticisi ve “Creative Art Therapy” uzmanı olarak sanat yolu ile tedavi uygulayan bilim adamı ve ressam Süleyman Velioğlu (1932) kurmuştur.
Bu grupta yer alan bazı sanatçılar; Tangül Akakıncı, Süleyman Velioğlu, Tamer Akakıncı, Nafi Çil, Güven Zeybek, Ulu Sungu ve Aynur Okay’dır.
Süleyman Velioğlu, Baş, 1994, 60×65 cm:
Tangül Akakıncı, Kompozisyon 1996, tuval / yağlı boya 50×60 cm:
Figüratif Resim
Günümüz Türk resminde insan figürüne ağırlık veren üslup etkileri soyut resmin en geçerli olduğu 1950’li yıllarda bile varlığını sürdürmeye devam etmiş, bir dönem soyut resme yönelmiş olan bazı sanatçılar bile 1960’dan sonra yeniden figüratif çalışmalara dönmüşlerdir. Çağdaş Türk resmi batılı temellere dayanmakla beraber zaman zaman ulusal veya yöresel eğilimlerin ilgi odağı olduğu çalışmalara da yer vermiştir.
Toplumsal gerçekçilik, toplumsal yaşamdan sahneleri ve olayları doğalcı bir yaklaşımla işleyen anlatım türüdür. Türkiye’de 1940’larda etkinlik gösteren “Yeniler Grubu” sanatçıları bu tür resimler yapmışlardır.
Bu grupta yer alan bazı sanatçılar; Mehmet Yücetürk, Edip Hakkı Köseoğlu, Nuri İyem, Mümtaz Yener, Neşet Günal, Hüseyin Bilişik, Nedim Günsur, Zeki Kıral, Salih Zeki, İsmail Avcı, Neşe Erdok, Nedret Sekban ve Alev Ermiş Mavitan’dır.
Neşe Erdok, Bekleyiş, 1999:
Gerçekçi Doğa Yorumları
Bu grupta yer alan bazı sanatçılar; Zehra Say, Şükriye Dikmen, Adnan Varınca Naile Akıncı, Şeref Bigalı, Cemil Eren, Kainat Barkan Pajonk, Muammer Öner, İbrahim Bozkuş, Oya Kınıklı, Fahrettin Baykal ve Aysu Koçak’tır.
Naile Akıncı Eyüp, 1961, tuval/yağlı boya, 55×46 cm:
Erol Deran, Kanlıca, 2002, tuval/yağlı boya, 61×46 cm:
İzlenimcilik, empresyonizm olarak da bilinir. İzlenimciler cisimleri gördükleri gibi betimlemekle birlikte kesin dış çizgiler kullanmayarak biçim özgürlüğüne ulaşmışlardır. Işık önemli bir öge olarak kullanılmış, koyu tonlardan kaçınılarak ışığı en iyi yansıtan parlak ve açık renkler yeğlenmiştir. Su ve kar, yansıtıcı niteliklerinden ötürü en sevilen temalardır. (Eczacıbaşı sanat ansiklopedisi)
Bu grupta yer alan bazı sanatçılar; Eşref Üren, İbrahim Safi, Adil Doğançay, Şefik Bursalı, Sami Lim, Naim Uludoğan, Fikret Kolverdi, Yaşar Yeniceli, Ülkü Uludoğan ve Vural Yıldırım’dır.
Şefik Bursalı, Ankara’da Kış, tuval/yağlı boya, 49×59 cm:
Sulu Boya Resim
Bu grupta yer alan bazı sanatçılar; Şinasi Barutçu, Cafer Bater, Ruzin Gerçin, Mustafa Pilevneli, Yılmaz Sülükçü, Işıl Özışık, Deniz Karakaya, Recep Adakçılar, Birim Bozok, Mehmet İleri ve Ömer Muz’dur.
Ruzin Gerçin, Manzara, sulu boya, 31×40 cm:
Fikret Mualla, Sokak, 1903-1967 kâğıt üzerine guaj:
Dışavurumculuk, ekspresyonizm ya da anlatımcılık olarak da bilinir. Sanatçılar dışavurumcu olmak koşuluyla farklı anlatım dilleri geliştirmişlerdir. Örneğin, Almanya’da Die Brücke (köprü) sanatçıları figüratif bir dil benimsemişler; öte yandan, Der Blaue Reiter sanatçıları soyut anlatımı yeğlemişlerdir.
Figüratif anlatımda amaç gerçek yaşamın karmaşık ve acı dolu duygularını yansıtmak, soyut anlatımda da mutlak özü ve yaşamın şiirselliğini yansıtacak yeni biçimler bulmaktı.
Bu grupta yer alan bazı sanatçılar; Fikret Mualla, Cavit Atmaca, Fikri Cantürk, Tülay Tura Börteçene, Mustafa Ayaz, Metin Talayman, Nevhiz Tanyeli, Oktay Anılanmert, Mehmet Özet, Ali Candaş, Aka Gündüz Temur, Zafer Gençaydın, Ali İsmail Türemen, Veli Sapaz, Cihat Aral, Jale N. Erzen, Mehmet Güler, Mahir Güven ve Salih Keleş’tir.
Gerçeküstücülük, sürrealizm olarak da bilinir. Bu grupta yer alan bazı sanatçılar; Tiraje Dikmen, Şadan Bezeyiş, Nuri Abaç, Erol Akyavaş, Mehmet Güleryüz, Burhan Uygur, Muammer Durmuş, Ergin İnan, Muzaffer Akyol, Hanefi Yeter, Serap Demirağ, Kemal İskender, Erol Bulut, Ali Kotan’dır.
Şadan Bezeyiş, tuval/yağlı boya:
Burhan Uygur, Topuzlu Kadın, 140×180 cm:
Amerika’da 1960 yıllarının sonunda ortaya çıkan fotogerçekçilik (hiperrealizm / aşırı gerçeklilik) ruhsal olguların dışa aktarıldığı bir yöntem sayılabilir.
Fotogerçekçiliği benimseyen bir sanatçı olarak Nur Koçak, fotoğraftan yararlanarak resim yapmakta ya da fotoğrafı doğrudan tuval üzerine aktararak açık, temiz ve belirgin görüntüler elde etmektedir.
Nur Koçak “Pınar ve Ben, II”, 1979, kâğıt üz. kurşun kalem, 100×70 cm:
Nur Koçak, Otoportre (Ben, II), 1984, tuv. üz. akrilik, 195×114 cm:
Minimalizm, modern sanat ve müzikte, kökeni 1960’lara giden, sadelik ve nesnelliği ön plana çıkaran bir akımdır. ABC sanatı, minimal sanat gibi tabirlerle de anılır.
Soyut dışavurumculuğun biçime ve duyguya verdiği aşırı öneme karşı bir tepki olarak, nesnenin nesne olma özelliğine dikkat çekmek ve ifade, tarihsel, sembolik anlamlarını minimuma indirmek amacıyla hareket eden minimalist sanatçılar, nesnelere ve nesnelliğe olan bu ilgi nedeniyle genellikle heykel üzerinde yoğunlaşmışlardır. Süreç sanatı, arazi sanatı, performans sanatı ve enstalasyon sanatı minimalizmden etkilenerek ortaya çıkmıştır.
Bu grupta yer alan bazı sanatçılar; Tülin Onat, Server Demirtaş ve Mürteza Fidan’dır.
Tülin Onat, Taşlar, 1997:
Tülin Onat, Kabaralar, 1997:
Kavramsal sanat terimi, 1960’larda artık kendilerini alışılageldik sanat eseri biçiminde göstermeyen sanat eserleri için kullanılmaya başlanmıştır. Fikir sanatı olarak da geçer. Kavramsal sanatçılar, bir resim veya heykel yapmak üzere yola koyulup bu amaca yönelik fikirler üretmek yerine geleneksel gereçlerin ve biçimlerin ötesinde düşünüp fikirlerini uygun malzemeler ile ifade etme amacı güderler. Klasik anlamda resim veya heykel tarzı nesneler, ticarî mal olmaya elverişli olduklarından sanatsal yaratı ve beğeninin dışında tutulur.
Kavramsal sanatta öncelik kavramda olduğundan ve metin (anlatı) ile de yakından bağlantılı olduğundan, bu sanat üretim şekli kendini her biçim ve malzemede gösterebilir. Bazı kavramsal sanat eserleri atık, buluntu nesneler, karalamalar, yazılı ifadeler veya kılavuzlardan oluştuğu gibi fotoğraf, film ve video da kullanılan gereçler arasındadır. Temel olarak 1960 ve 70’lere ait bir akım olmasına rağmen hala etkisi büyüktür.
Bu grupta yer alan bazı sanatçılar; İpek Aksüğür Düben, Şükrü Aysan, Hüsamettin Koçan, Gülsün Karamustafa, Canan Beykel, Bünyamin Özgültekin, Bedri Baykam, İsmet Doğan ve Tayfun Erdoğmuş’tur.
Hüsamettin Koçan’a ait iki çalışma:
Naif resim, saf bir içtenliğin süsleyici ögelerle bütünleştiği örnekleriyle hasta ve çocuk resimlerinden temelde ayrılmaktadır.
Modern resim araştırmaları, naif resim olgusuyla fazla ilgileniyor değillerdir; fakat cesaretle renk kullanabilen, gerçek ya da hayali süs ögelerini bazen fantastik boyutlarda resim düzenine mal etmesini bilen naiflere rağbet eden çok sayıda koleksiyoncu da vardır. Resim sanatının herhangi bir eğitim sorunuyla ilişkisinin bulunmadığı koşullarda, bağımsız özellikleriyle naif sanatçılar, önemli bir ilgi kaynağı oluşturabiliyorlar.
Bu grupta yer alan bazı sanatçılar; İhsan Cemal Karaburçak, Cihat Burak, Fahir Aksoy, İbrahim Balaban, Hüseyin Yüce, Oya Katoğlu, Hikmet Karaburçak, Berna Türemen, Nadide Akdeniz ve Ayşe Özel’dir.
Hikmet Karaburçak’a ait bir çalışma:
Fahir Aksoy, Boğaz Manzarası, tuval / yağlı boya 1975, 65×90 cm:
Batılılaşma çabalarının Türkiye’deki sanat dünyasına çağdaş bir çehre kazandıran gelişmeleri yönünden baktığımızda hiç de uzun bir geçmişi kapsamayan resim sanatı, 150 yıl sınırlı bir süre içerisinde, Batı’nın Ortaçağ sonrasından bu yana yaşamış olduğu sanatsal deneyimlerin çoğunu aşmak zorunda kalmıştır. Bu durum, yeterince özümsenmeyen süreçlerin Türkiye’de sanatçıyı, doğrudan doğruya modern sanat olgusuyla yüz yüze gelmek zorunda bırakmış olduğunu göstermektedir.
İlginizi Çekebilir!