kaynağı değiştir]
İlk olarak terimin ifadesi 1500 yılında Oxford sözlüğünde geçmektedir.[8] Terim ayrıca 1610 yılında, bugünkü haliyle Kral I. James tarafından Lordlar Kamarası'nda kullanılmıştır. Bu ifade aşağıdaki şekildedir:
Majestelerinin krallığının, asil atalarının, kral ve kraliçelerinin, yönetimiyle yaşadığı mutluluk ve özgürlüğün pek çok farklı sebebi arasında, kesin bir hukukun üstünlüğü tarafından yönetilmek ve yönlendirilmekten daha dikkate değer, sevgili ve kıymetli bir şey daha yoktur, bu yönetimde haklar hem baştakilere hem de üyelere aittir ve herhangi muğlak bir hükûmete değil.[9]
Hukukun üstünlüğü, temel olarak hukukun bir topluluktaki veya ülkedeki yayılmışlığını ve yetkisinin yüksekliğini ifade eder. Özellikle de devlet ve hükûmet yetkisini elinde tutanlara karşı üstünlüğünün altı çizilir.[2]
Kavram, her ne kadar Platon tarafından yapılan savunma sırasında üstü kapalı olarak geçse de [3], ilk defa açıkça Aristo tarafından "hukuk yönetmelidir (hükmetmelidir)" şeklinde kullanılmıştır denilebilir.
Hukukun üstünlüğü kavramı, tarihsel süreçte Avrupa'nın atlatmış olduğu monarşi, feodalizm ve Katolik Kilisesi'nin imtiyazlı durumlarına (dokunulmazlıklarına) karşı önem kazanmıştır. Hukukun üstünlüğü ayrıca, her vatandaşın hukukun muhatabı olabileceği anlamına da gelir. Yani kimse imtiyazlı olamaz. Bu fikir, özellikle yöneticilerin hukukun altında olduğu ve hiç kimse ve hiçbir kurumun, hukukun üstünde olmadığı (örneğin ruhban sınıfının veya kralların üstünlüğü gibi) anlamına gelmektedir.
Her ne kadar hukukun üstünlüğü kavramı, politikacılar, yargıçlar ve akademisyenler tarafından yaygınca kullanılsa da, kavramın anlaşılmasının son derece güç olduğu da iddia edilmektedir.[4] Hukukun üstünlüğü kavramsal olarak şekilci ("ince") ve asli ("kalın") olarak iki yaklaşımla ifade edilebilir. İlk kavramsal yaklaşıma, yani şekilci (şekli veya usule yönelik) yaklaşıma göre, hukuk kavramının içerisindeki adalet önemli olmakla birlikte, belirleyici olan kurallar ve kanunlardır. Bu yaklaşımda adaletten çok kurallar ve kanunlar ön planda tutulur. Buna karşılık asli (veya esasa yönelik) yaklaşımda, esas olan adalettir ve kurallar ve kanunların ötesine geçilerek, gerçek anlamda adaletin (hakkın) sağlanıp sağlanmadığı sorgulanır.[5] Günümüzde kabul gören yaklaşım ise, gerçek anlamda hukuk (hak/adalet) üstünlüğüdür. Kuralcı ve şekilci anlayışa ise karşı çıkılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti'ndeki mevcut durum, ABD'deki uygulamalara çok benzemektedir. Bütün seçilmiş meclis üyeleri ve dolayısıyla bakanlar 'hukukun üstünlüğü' için mecliste yemin ederler. Bu yemin, hukukun üstünlüğü ilkesini ve hukukun bütün bireylerden üstün olduğu kabulünü temsil eder. Anayasa Mahkemesi'nin görevleri yine Anayasa tarafından tanımlanmıştır (1982 anayasası, ilgili maddeler 69, 90, 148 ve 149).[15]