Dillirga kökenli bir grup Kıbrıslı Türk, Uluslararası Kıbrıslı Türk Dillirgalılar Derneği’ni kurdu. Derneğin kuruluş amacı “Dillirgalıları bir çatı altında toplam” olarak duyuruldu
Dillirga bölgesinden bir grup Kıbrıslı Türk, turizmci Aziz Kent öncülüğünde Uluslararası Kıbrıslı Türk Dillirgalılar Derneği çatısı altında örgütleniyor.
Kaybolmaya yüz tutmuş Dillirga kimliği ve kültürünün korunması ve yaşatılması hedefiyle kurulan dernek, Dillirga bölgesinin ekonomik kalkınmasına fayda sağlayacak faaliyetlerde bulunacak. Savaş sebebiyle Dillirgalıların maruz kaldıkları ekonomik sosyal ve siyasi mağduriyetlerin, göçlerin ve eğitim sorunlarının daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla konferanslar düzenlemeyi hedefleyen dernek, Dillirgalıların taşınır ve taşınmaz mal varlıklarının akıbetinin araştırılması, korunması ve inkişafı amacıyla gerekli tüm müracaatların yapmayı hedefliyor.
Uluslararası Kıbrıslı Türk Dillirgalılar Derneği Kurucu Başkan Aziz Kent, “Dillirgalı bir Kıbrıslı Türküm” diyerek, toplumumuzun gözden kaçırdığı, görmezden geldiği veyahut görmek istemediği bazı küçük ama çok önemli gerçekler olduğuna dikkati çekti. Kent, “Kimdir bu Dilloralar, nerede yaşarlar, neler yaşadılar ve şu an ne durumdadırlar. Öncelikle Dillirolar Kıbrıs’ın batısında Lefke’den sonra dağlık bir coğrafyada yaşamış yiğit, çalışkan ve ülkelerini seven insandırlar. Ancak tarih benim insanlarıma her zaman gülücükler dağıtmadı. Bölgenin büyük yerleşim yerlerinden uzak olması, ulaşım sıkıntıları bölge insanın hem eğitim hem de sağlık yönünden kalkınmasında hep sorun oldu. Adanın diğer halkı olan Rumlar tarafından kuşatılmış olmaları da hep bir problem olarak bizi etkiledi. Bu ortamda yaşayan Dilliroların kalkınmadaki sıkıntıları onları tarih boyunca göçe zorladı. Bugün gerek Kıbrıs’ın gerekse dünyanın her yerine göçmüş Dillirga Türkleri bulunmaktadır ve bu insanlar tarihsel bir mağduriyetin en güçlü kanıtıdırlar. öncesi maalesef ki insanlarımız Dillirgalı olduklarını söylemeye dahi utanırlardı. Dillargalı olmak sanki bir suçmuş gibi birçok yerde bir nevi aşağılanma sözcüğü olarak anlam kazanmıştı. Napalım yani bölgede okul mu vardı da bizimkiler gitmezdi yoksa sanayi mi ya da turizm mi? Bunlar yaşanmış anılarda kırıcı izler bırakmış gerçekler olsa da Dillirgalılar hiçbir zaman
kendilerini içerisinde var oldukları Kıbrıs Türklüğünden soyutlamadılar”
Dillirgalılar hiçbir zaman kendilerini içerisinde var oldukları Kıbrıs Türklüğünden soyutlamamalarının en güzel örneği, milli mücadele yıllarında takındıkları tavır ve yaptıkları kahramanlıklar olduğunu söyleyen Kent, bu adaya taşınan silahları Dillirgalıların “Bereketçiler”in taşıdığını vurguladı. de Rum ve Yunan saldırılarına karşı ise yine Dillirgalıların göğsünü siper ettiğini hatırlatan Kent,
Türkiye’de okuyan ve Erenköy direnişine katılan Kıbrıslı Türk öğrencilere de evlerini açtıklarını gururla anlattı. Tüm dillairga köyleri sığındıkları Erenköy de bitmek bilmeyen bir mağduriyet yaşadıklarını belirten Kent, Ardından ise halkımızın büyük çoğunluğu Karpaz’daki yeni Erenköy’e taşındığını ve Bir mahrumiyet bölgesinden diğerine geçildiğinin altını çizdi.
Kent, sözlerine şu şekilde devam etti; “Halkımızın büyük bir kısmı yeni Erenköy’e, büyük kısmı ise yurt dışına ve bir kısmı da büyükşehirlerde tutunmaya çalıştı. Çok şükür artık bir devletimiz vardır ve bu devlet Türkiye’nin garantisi altındadır ve geldiğimiz noktada da halkımız artık kendini ifade edebilecek haklarını talep edebilecek bir kültürel seviyeye ulaşmıştır. Bugünkü dillirolar dillargalı olmaktan gurur
duymaktadır. Dillarga’nın çetin doğa şartlarının getirdiği mücadele yeteneği bizi bu toplum içerisinde güçlü kılmaktadır. İşte bu aşamada eksiğimiz olan tek şey bu dağılmış halkı toparlamaktır. Yeni nesillere nereli oldukları, nerelerden geçilerek bugünkü kazanımlarını elde ettiklerini hatırlatmak görevimizdir. Geleceğe daha güçlü yürüyebilmenin önderliğini yapabilme derneğimizin ilk çıkış noktasıdır.”
Kıbrıs Türk toplumu içerisinde hiçbir kimseyi ötekileştirmeden herkesi kucaklayarak Dillirgalılarında bu toplum içerinde var olduklarını hatırlatmaktır. Dağılmış olmamıza rağmen kalbimiz ve yüreğimiz Dillirga’nın tepelerinde atmaktadır. Tüm Kıbrıs’ın severek dinlediği Dillirga türküsündeki gibi güzellikleri yeni nesillere aktarmak öncelikli hedefimizdir. Derneğimizin yıllarca yaşanan mağduriyete bir anda merhem olma gibi iddiası yoktur ama önce insanımızı toparlayıp sonra ise ata yadigarı
Osmanlı mirası mülkiyetimize sahip çıkma hedeflerimiz arsındadır. Diğer bir amacımız, Dillirga kültürünü korumak ve yaşatmaktır. Bu doğrultuda kültürümüzü yaşatmaya yönelik tüm Fillirgalıların faaliyetlerini maddi ve manevi olarak desteklemek, tüm Dillirgalıların tekrardan kaynaşmasını hedefleyerek bu konuda hem ulusal hem de uluslararası platformda çaba göstermek, bu amaçlar doğrultusunda özellikle Dillirga topraklarına sahip çıkabilme adına etkinlikler düzlemek hedeflerimiz arasında olacaktır” dedi.
Uluslararası Kıbrıs Türk Dillirgalılar Derneği Kurucu üyelerinden ve dernek sözcüsü Ünsal Özbilenler, derneğin çok önceden kurulması gereken bir dernek olduğunu, Dillirga bölgesinin gelmiş geçmiş tüm hükümetler tarafından geri kalmış bir yer olarak kabul edildiğini söyledi. Özbilenler, Kıbrıs’ta birçok kişinin Dillirga Bölgesinin nerede olduğunu bilmediğini, bazılarının da Dilliroluğu kabul etmediğini çünkü eskiden insanları aşağılamak için “yürü be dilliro git ora” dendiğinin anlattı. Özbilenler, Dillirga Bölgesinde 10 köy olduğunu kaydederek, bu köylerin genellikle dağ köyü olduklarını fakat düzlük olan köylerinde olduğunu vurgulayarak, köylerinde en çok yetişen ürünler arasında incir, badem, harnup ve zeytin olduğunu, köylülerin bu ürün ve denizcilikten para kazandığını belirtti.
Özbilenler, Dillirgalıların mücadeleci olduğunu söyledi. yıllarından bu yana Dilliroların Rumlardan sandal alıp Türkiye’ye gittiklerini ve adaya Türkiye’den silah ve mermiyi getiren ilk insanlar olduğunu anlatan Özbilenler, bu insanlar olmasaydı ’e Rum’a karşı direnişin yapılamayacağını iddia etti. Dilliroların sandallarla Türkiye’den getirdikleri silahları, katır ve eşeklerle insanlara dağıttığını söyleyen Özbilenler, bu insanlardan bazılarının da fırtınalı havalarda sandallarının devrilmesi sonucu şehit olduklarını, bazılarının ise silahları dağıtırken yakalanıp öldürüldüklerini kaydetti. Bu şehitlerin heykelleri dikilmesi gerekirken, isimlerinin unutulduğundan yakınan Özbilenler, amaçlarından birinin bu insanları hatırlatmak olduğunu aktardı.
Dillirga’da meyve ve hayvan festivalleri olduğunu vurgulayan Özbilenler, İngiliz döneminde bu festivallerin yasaklandığına dikkat çekti. Bu kültürü yeniden yaşatmayı ve dağılmış Dilliroları bir araya getirmek için dernek kurmaya karar verdiklerini söyleyen Özbilenler, Kimlik Dairesinden yapılan araştırmalara göre KKTC’de 7 bin civarında Dillirgalı olduğunu, bunların aileleri ve yurtdışında olanlarla birlikte Dillirgalıların sayısının 10 bin civarında olduğunu aktardı.
İngiliz, Rum ve KKTC hükümetleri tarafından geri bırakılmış Dillirgalıları bir çatı altında toplayarak, ezilmiş haklarını geri almaya çalışacaklarını vurgulayan Özbilenler, diğer bir amaçlarının yılına kadar girerek ürünlerini toplayabildikleri Yeşilırmak tarafında kalan askeri bölgeye yeniden girebilmek olduğunu belirtti.
Dernek kurucuları;
1-Aziz Kent
2-Taner Tay
3-Hasan Yengin
4- Doç. Dr. Bülent Kızılduman
5-İsmet Çetinsel
6-Gordon Kent
7-Ünsal Özbilenler
8-Mehmet Osmanlılar
9-Atilla Süren
Nevzat Özbilenler
Ümit Özkıran
Aykan Kızılbora
Derneğinin Avukatı
Nermin Görgün Tomgüsehan
(bkz: audio fact) tarafından da yorumlanan etnik bi melodi
kıbrısta içi ful asker olan bir bölge
ayna grubu bunun melodisi ile akdeniz diye bir sarki yapmisti vakt-i zamaninda..
dillirgadan gece gectim
suyundan ictim
badem gozlu bir yar sevdim
kendimden gectim
dillirganin tepeleri denize bakar
koy kizlari saclarina cicekler takar
cilek yuzlu bir yarimsin
nazli bir yarsin
mavi daglar boyunca
sen uzanirsin
bir de aralarda "lalar laala lalarlalarlalar" tadinda vokal vardir, hostur. gidin efkan sesenden dinleyin.
kibris ta bir avuc kibrisli universiteli ogrencinin turkiyeden sallarla geri donerek kahramanca savastigi bolge.
(bkz: erenkoy)
(bkz: sanli erenkoy direnisi)
türküsünün birleştirilmiş üç versiyonu dinlenip, winampta çalışı izlenebilir. şuradan,
monash.pw?v=nc7oao2juxi
kıbrıslı türk'ün marşı haline gelmiş türkü. hemen hemen her yerde söylenir.
düzgün bir yorumu için
monash.pwoalfz1m3sja&feature=related
kıbrıs'ın tek şarkısı olduğunu düşündüğüm söylence. başka şarkılarını duymuş değilim geçirdiğim zaman boyunca.
19 nisan kktc genel seçimleri'nde ubp'nin elde ettiği zafer sonrası şu sıralar lefkoşa sokaklarında çınlayan türkü..
Bilindiği gibi, Osmanlı devrinde, toplumsal yaşamda, " millet sistemi" diye bir sistem yürürlükteydi. Bu sisteme göre, "müslüman milleti" birincil önemde olduğu için, önemli miktarda gayri müslim, devlet karşısında daha avantajlı konuma geçmek için, islamiyete geçmiş, bir kısmı ise yy'da İznik'in fethi üzerine patriğin verdiği " Türkler'e islama geçtim demek, dininizi gizleyerek takiyye yapmak günah değildir" yollu bir fetva dolayısıyla, bütün Osmanlı toprağında, gizli din taşımak, yani hristiyan olduğu halde, müslümanmış gibi davranmak, yolunu seçmişlerdir.
Bu tavır, daha çok katolik halkların başvurduğu bir yöntem olmuştur. Zira Osmanlı'nın, Ortrdoks veya
Gregorien veya Süryani, Nasturi gibi hristiyanlığın doğulu kolları ile bir sorunu olmak bir yana, kendi devlet mekanizması, bu mezheplarin koruyucusu durumundadır. Örneğin, bir Sırp olan Sokollu Mehmet Paşa, sadaret makamında otururken, kardeşi Sırbistan başpiskoposu idi. Öte yandan, katoliklik; Osmanlı'nın Avrupa'daki en önemli rakibi olan Habsburglar'ın mezhebi olduğundan dolayı; ümmi bir kültür taşıyan Osmanlı gözünde, doğudaki en önemli rakibi, Safeviler'in mezhebi olan kızılbaşlık gibi, kabullenilemez bir inanç sistemi idi.
Uzun yüzyıllar , özellikle katoliklerin başvurduğu bu yöntem, sonunda onların eski din ve mezhepleri ile de bağlarını koparmış ve bu yy ortasından itibaren, ulusçuluk Osmanlı toprağına da gelip de halklar uluslaşmaya başlayınca, katolikliğe geri dönmeyip, ya Ortodoks'luğa veya gerçekten İslamiyet'e geçip, modern ulusçuluğun peşine takılmalarına yol açmıştır.
Linobambaki, "keten / pamuk" anlamında bir söz olup, " ne birinden ne ötekinden" veya " her ikisinden de" manasında kullanılmıştır. Bu sözcüğün popüler olması, adaya İngiliz yönetiminin gelmesi, ve herkesten ait olduğu tarafı, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde belirtmesini, istemesinden sonradır. Linobambakiler'den ilk defa bahseden yazar, 'de adayı ziyaret eden, Di Casnola'dır. 'de ada hakkında bir kitap yazan Mrs. Scott - Stevenson ve 'da " British Cyprus" diye bir eser kaleme alan Dixon da Linobambakiler^den bahsederler. Ne var ki bu üç yazar, Mağusa yöresindeki Latin kökenli topluluğu ele almaktadırlar'de adayı ele alan Hackett, ilk defa Dillirga köylerinin de Linobambaki kökenli olduğunu, dile getirir.
Ünlü İngiliz diplomatı Storrs ise Kıbrıs valisi iken, 'da yazdığı bir kitapta, Hackett'i kaynak göstererek, ayni görüşü ileri sürer.
Latin kökeninden gelmeyen Dillirga köylerinin, kökenini aramaya girişenler ise, Ahmet Erdengiz'in Venedik Arşivi'nde yaptığı araştırmalardan sonra, bu insanların adaya sahil muhafızı olarak getirilmiş Arnavut askerlerin soyundan geldiğini işitince, Kıbrıs'ta yy sonlarında yeniçerilerle bir olup isyan çıkaracak önemli bir yekün teşkil ederken, birden kaybolan Arnavutlar'ın da nereye gittiğini, anlamış olur.
St. Helena, Bizans İmparatoru Konstantin'in ( bu, İstanbul / Konstantinopolis'i kuran, Büyük Konstantin'dir.) annesidir. İmparator, annesini İsa'nın gerildiği Kutsal Haç'ı bulması için, Kudüs'e gönderir. Bu yolculuk esnasında, St. Helena Kıbrıs'a da uğrar. O esnada, ada geçirilen büyük bir kuraklık sonucunda halkı başka ülkelere göç ettiği için, tamamen insansız kalmış idi. St. Helena, Kudüs dönüşünde, yine adaya uğrar, orada bulduğu Kutsal Haç'ın iki parçasını burada bırakıp, adlarına iki kilise inşa ettirir. Biri Stavrovouni'de, ötekisi ise Dohni'de bulunan bu kiliseler tamamlanınca, Bizans'a döner ve Ege'deki Delos Adası halkının, Kıbrıs'a göç edip, sonradan Dillirga diye isimlendirilen bölgeye iskan edilmelerini sağlar. 'da kuraklık sona erer, Tanrı Kıbrıs'a bol bol yağmur yağdırır. Adaya yeniden yağmur yağmaya başladığını öğrenen eski yerliler, Kıbrıs'a geri dönerler ve ada yeniden şenlenir.
Halikarnas Balıkçısı'nın, yanlış olarak yayılan bir inanca göre, Yunan mitolojisinde, Artemis ile Apollo'nun doğum yeri olarak gösterildiğini belirttiği Delos Adası, Ege Denizi'ndedir. Bernard Randolph, yy'da kaleme aldığı Arşipelago ( Ege Takımadaları) isimli eserinde, Delos Adası'nın terkedilmiş bir ada olduğunu ve burada terkedilmiş eski bir Apollon Tapınağı'nın harabelerinin bulunduğunu yazar. Yani, eskiden bir miktar insanın bu adada yaşadığı, burada bir tapınak yapacak belirli bir uygarlık düzeyine erişildiği, sonra da adanın terkedildiği anlaşılmaktadır. Daha eski tarihlere uzananlar, Delos’un altın çağının, Atina şehir devletinin İyonya, Karya ve Likya gibi batı Anadolu devletleri üzerinde egemenlik kurduğu dönemde, Atina ile ada arasında oluşturulan “Atina – Delos Birliği” esnasında yaşandığını görürler. Atina askeri, Delos ise mali merkezdir. Delos’un parlak günleri, Perikles ile sona erer.
Ayni eserde Randolph, Ege Adaları'nda, ticaret ve denizciliği yönlendiren kent halklarının Grek kökenli olduğu, oysa adalarda tarımın daha çok, Arnavutlarca yapıldığı anlatılmaktadır. Ege adalarının bazılarında, kırsal nüfus, efsanede anlatıldığı gibi, gerçekten de Arnavutlar'dan ibaretmiş.
Ben de diyorum ki:
İş bu noktaya, yani etnik köken anlamında, bu bölge insanlarının Arnavutluk çıkışlı olduklarına bir kez geldikten ve yerleştikleri bölgeye eski ülkelerinin adını vermek istedikleri açıldıktan sonra, niye Delos Adası'nda duralım? Buyrun, sonuna kadar gidelim. Madem ki, bölgenin adlandırılmasında, oraya yerleşmiş olanların geldikleri yerin isminden hareket edilecek, ilk çıkış noktasına yürüyelim
Kıbrıs adasında Tillirya varsa, Arnavutluk'ta da İllirya yok mudur?
Bütün bu bilgiler bir kez daha gözden geçirildiğinde varılan sonuç, MS 4. yy'da adaya yerleşen bu insanların Osmanlı döneminde dinlerini gizlemek zorunda kalıp, uluslaşma çağında da adanın iki büyük dininden birini seçtiklerini göstermektedir.
Not: Dr. N. Beratlı Kıbrıslı Türkler'in Tarihi c.l, Ruperd Gunnis Historic Cyprus, Bernard Randolph, Ege Takımadaları ve Halikarnas Balıkçısı Merhaba Anadolu isimli eserlerden yararlanılarak yazılmıştır.
İKİ DÜŞÜNÜRÜN ÖYKÜSÜ
Kataloq:ow userfiles -> plugins -> ifiles
ifiles -> Tedbili mekânda ferahlık vardır
plugins -> Mal ya da ürün; bilgisayar ya da otomobil örneklerindeki gibi, işletmeler tarafından üretilen ve insanların ihtiyaçlarını gideren somut bir varlıktır. Hizmet ise
plugins -> Arama ve kurtarma biLGİSİ ÜNİTE=8 afet ve acil durumlara hazirlik
plugins -> Arama ve kurtarma bılgisi unıte=9 afet ve acil durumlarda hayati idame ve emprovize yöntemler
plugins -> 1 ergonomi (Ergonomics, Human Factors)
plugins -> Okul öncesi EĞİTİm kurumlarinda program geliŞTİrme
ifiles -> Dr nazim beratli
ifiles -> Kıbrıs Yazıları sayı Güz-Yaz BİLİm mi- sanat mi- propaganda mi?
ifiles -> L- tıp Etiği
ifiles -> Hemşirelik Tarihi
Yüklə 0,7 Mb.