dimağçe bulmaca / yali capkini 33 bolum izle | Laf Deposu

Dimağçe Bulmaca

dimağçe bulmaca

C ile başlayan İngilizce kelimeler ve anlamlarını aşağıda sıraladık. 1000 adet c harfi ile başlayan İngilizce kelime listesi;

  • c:do, karbon, orta, yüz dolarlık banknot
  • o.:beraber, birlikte
  • cab:aracı kullanan kişinin yeri, kiralık araba, taksi, taksi ile gitmek
  • cabal:dalavere veya hile yapmak, dolap, dümen, entrika, entrika çevirmek, hizip, komplo, komplo kurmak
  • cabala:esrar, gizem, gizli öğreti, ibrani felsefesi yazıları, kabala, sır
  • cabaret:gece klübü, kabare, meyhane, müzikli ve danslı şov
  • cabbage:lâhana
  • cabbagehead:ahmak, bir baş lâhana, eşek
  • cabbala:esrar, gizem, gizli öğreti, ibrani felsefesi yazıları, kabala, sır
  • cabby:taksi şoförü
  • cabdriver:araba sürücüsü, taksi şoförü, taksici
  • cabin:hücre, kabin, kamara, kulübe, uçakta öndeki özel bölüm
  • cabinet:bakanlar kurulu, dolap, kabine, kartvizitten büyükçe fotoğraf, televizyon veya teyp bölmesi, vitrinli dolap
  • cabinetmaker:ince iş marangozu, kabineyi kurmakla görevli başbakan, marangoz
  • cabinetmaking:ince marangozluk
  • cable:kablo, kablo döşemek, kablo ile bağlamak, kablolu yayın, kablolu yayın yapmak, palamar, telgraf, telgraf çekmek
  • cablecast:kablolu yayın, kablolu yayın yapmak
  • cablegram:telgraf
  • cabman:taksi şoförü, taksici
  • caboodle:cemaat
  • caboose:gemi mutfağı, trende personel vagonu
  • cabotage:kabotaj
  • cabriolet:kabriyole, üstü açılabilir araba
  • cacao:kakao
  • cachalot:ispermeçet balinası, kaşalot
  • cache:gizleme yeri, gizlemek, gizli bir yere saklamak, gizli yer, gizli yerde saklanan şey
  • cached:gizlemek, gizli bir yere saklamak
  • cachet:ayrıcalık, damga, fark, kapsül, kaşe, mühür, özellik, prestij, saygınlık
  • cachexia:beden zayıflığı, kaşeksi
  • cachexy:beden zayıflığı, kaşeksi
  • cachinnate:kahkaha atmak, yüksek sesle gülmek
  • cachou:ağız kokusu pastili, kaşu
  • cacique:kızılderili kabile reisi
  • cackle:gevezelik, gevezelik etmek, gıdaklama, gıdaklamak, kahkaha, laflamak
  • cackling:gevezelik etmek, gıdaklamak, laflamak
  • cacography:bozuk imlâ, kötü el yazısı
  • cacophonous:kakofonik
  • cacophony:kakofoni
  • cacti:atlasçiçeği, kaktüs
  • cactus:atlasçiçeği, kaktüs
  • cad:ahlaksız kimse, kaba adam, kimse, kişi
  • cadastral:kadastro ile ilgili
  • cadaver:ceset, kadavra
  • cadaverous:kadavra gibi, soluk
  • caddie:çay kutusu
  • caddish:terbiyesiz
  • caddy:çay kutusu
  • cadence:ahenk, kadans, ritim, ritm, ses uyumu, sesin alçalması, tempo
  • cadenced:ahenkli, ritmik
  • cadenza:durgu, kadenz
  • cadet:aday, askeri öğrenci, erkek kardeş, harp okulu öğrencisi, oğul, polis akademisi öğrencisi
  • cadge:avuç açmak, el açmak
  • cadger:dilenci, otlakçı
  • cadging:avuç açmak, el açmak
  • cadmium:kadmiyum
  • cadre:çekirdek kadro, çekirdek kadro elemanı, hücre merkezi, kadro, kurmay heyeti
  • caducity:bunaklık, fanilik, geçicilik, zayıflık
  • caecum:körbağırsak
  • caesar:diktatör, otokrat, sezar
  • caesarean:sezar ile ilgili
  • caesarian:sezar ile ilgili
  • caesarism:askeri diktatörlük
  • caesura:durak, duraklanacak yer, durgu
  • cafe:bar, kafe, kahvehane, lokanta
  • café:bar, kafe, kahvehane, lokanta
  • cafeteria:kafeterya
  • caffeine:kafein
  • caftan:kaftan
  • cage:asansör kabini, basket, buz hokeyi kalesi, buz hokeyinde sayı yapmak, çelik bina iskeleti, esir kampı, hapishane, hapsetmek, kafes, kafese koymak, kafeslemek, kodes, kuş kafesi, sayı
  • caged:buz hokeyinde sayı yapmak, hapsetmek, kafese koymak, kafeslemek
  • cagey:ağzı sıkı, ihtiyatlı, kapalı kutu, kurnaz, sırrını söylemeyen, tedbirli
  • caging:buz hokeyinde sayı yapmak, hapsetmek, kafese koymak, kafeslemek
  • cagy:pişkin
  • cahoot:işbirliği
  • caique:kayık
  • cairn:dağ tepesine yığılan taş, höyük, tepe biçiminde mezar
  • cairo:kahire
  • caisson:cephane arabası, cephane sandığı, duba, sualtında temel atma sandığı
  • caitiff:alçak kimse, aşağılık kimse, korkak
  • cajole:ikna etmek, razı etmek, tatlı sözle kandırmak
  • cajolery:tatlı sözle kandırma
  • cajoling:ikna etmek, razı etmek, tatlı sözle kandırmak
  • cake:çörek, kabuk bağlamak, kabuklaşmak, kabuklaşmış kir, kalıp, kalıplaşmak, katılaşmak, kek, parça, pasta
  • caked:kabuk bağlamak, kabuklaşmak, kalıplaşmak, katılaşmak
  • cakes:çörek, kabuk bağlamak, kabuklaşmak, kabuklaşmış kir, kalıp, kalıplaşmak, katılaşmak, kek, parça, pasta
  • cakewalk:dans çeşidi
  • calabash:su kabağından yapılmış su kabı, sukabağı
  • calamary:kalamar
  • calamine:kalamin, tutya taşı
  • calamities:afet, belâ, felâket, musibet, sefalet, yoksulluk
  • calamitous:belâlı, felâketli
  • calamity:afet, belâ, felâket, musibet, sefalet, yoksulluk
  • calamus:hint kamışı
  • calash:eski bir ipekli kadın başlığı, hafif gezinti arabası, kaleska
  • calcaneus:topuk kemiği
  • calcedony:alaca akik
  • calceolaria:çanta çiçeği
  • calcic:kalsiyum, kalsiyumlu, kireçli
  • calciferous:kalsiyumlu, kireç veren, kireçli
  • calcification:kireçlendirme, kireçlenme, kireçleştirme, taşlaşma, taşlaştırma
  • calcified:kireç haline getirmek, kireçlenmek
  • calcify:kireç haline getirmek, kireçlenmek
  • calcine:yakarak toz haline getirmek
  • calcined:yakarak toz haline getirmek
  • calcining:yakarak toz haline getirmek
  • calcite:kalsit, kalsiyum karbonatı
  • calcium:kalsiyum, kireç taşı
  • calcuator:hesap cetveli, hesap makinesi, hesap yapan kimse
  • calculable:güvenilir, hesaplanabilir, sağlam, sayılabilir
  • calculate:bel bağlamak, düşünüp taşınmak, güvenmek, hesap etmek, hesap yapmak, hesaplamak, ihtimal vermek, ölçüp biçmek, planlamak, saymak, tahmin etmek, tasarlamak
  • calculated:hesaba katılmış, hesaplanmış, hesaplı, tahmini, uygun, yerinde
  • calculating:bencil, çıkarcı, egoist, hesap-, işini bilen, kurnaz
  • calculation:çıkar hesabı, düşünüp taşınma, hesap, hesap sonucu, hesaplama, öngörü, tahmin
  • calculations:çıkar hesabı, düşünüp taşınma, hesap, hesap sonucu, hesaplama, öngörü, tahmin
  • calculator:hesap cetveli, hesap makinesi, hesap yapan kimse
  • calculus:hesap, taş
  • caldron:kazan
  • caledonian:iskoç, kaledonya ile ilgili, kaledonyalı
  • calefacient:ısıtan, sıcaklık yapan
  • calefaction:ısınma, ısıtma
  • calendar:almanak, düzenlemek, kaydetmek, kütük, liste, mahkeme günü, sicil, takvim, yıllık
  • calender:almanak, düzenlemek, kaydetmek, kütük, liste, mahkeme günü, sicil, takvim, yıllık
  • calf:baldır, buzağı, çorabın baldır kısmı, dana, dana derisi, kocaman hayvan yavrusu, sersem genç veya çocuk
  • calf’s:baldır, buzağı, çorabın baldır kısmı, dana, dana derisi, kocaman hayvan yavrusu, sersem genç veya çocuk
  • calfskin:dana derisi, vidala
  • caliber:çap, kalibre, yetenek
  • calibrate:ayar etmek, ayarlamak, derecelendirmek, kalibresini bulmak
  • calibrated:ayar etmek, ayarlamak, derecelendirmek, kalibresini bulmak
  • calibration:ayarlama, çaplama
  • calibre:çap, kalibre, yetenek
  • calico:basma, değişik, karışık, pamuklu, pamuklu bez, patiska
  • calif:halife
  • california:kaliforniya
  • caliph:halife
  • calisthenics:beden eğitimi, jimnastik
  • calix:çanak, çanak biçiminde organ, havuzcuk, kaliks, kâse biçiminde organ, keis, tohum zarfı, zarf
  • calk:buzmıhı, kalafat etmek, kayar
  • calkin:buzmıhı, kalafat etmek, kayar
  • call:adlandırmak, aramak, bağırmak, çağırma, çağırmak, çağrı, çağrıda bulunmak, dava açmak, davet, davet etmek, demek, farzetmek, ihtiyaç, lakap takmak, ötüş, ses, seslenme, seslenmek, söylemek, telefon etmek, telefonda konuşma, telefonda konuşmak, uyandırmak, ziyaret, ziyaret etme, ziyaret etmek
  • callback:arayan kimseyi geri aramak, caymak, dönmek, geri çağırmak, tekrar uğramak, yalanlamak
  • called:adlı, denilen
  • caller:misafir, oyunu yöneten kimse, telefon eden kimse, ziyaretçi
  • callers:misafir, oyunu yöneten kimse, telefon eden kimse, ziyaretçi
  • calligraphy:güzel yazı sanatı, hattatlık, kaligrafi
  • calling:çağrı, davet, görev aşkı, iş, meslek, seslenme, telefon etme
  • callisthenics:beden eğitimi, jimnastik
  • callosity:nasır, nasır tutma
  • callous:duygusuz, duygusuzlaşmak, hissiz, hissizleşmek, katı, nasır tutmak, nasırlı, şefkâtsiz
  • calloused:duygusuzlaşmak, hissizleşmek, nasır tutmak
  • callow:acemi, tecrübesiz, toy, tüyleri bitmemiş
  • calls:adlandırmak, aramak, bağırmak, çağırma, çağırmak, çağrı, çağrıda bulunmak, dava açmak, davet, davet etmek, demek, farzetmek, ihtiyaç, lakap takmak, ötüş, ses, seslenme, seslenmek, söylemek, telefon etmek, telefonda konuşma, telefonda konuşmak, uyandırmak, ziyaret, ziyaret etme, ziyaret etmek
  • callus:nasır
  • calm:ağırbaşlı, arsız, dingin, dinginlik, durgun, durgunluk, endişesiz, esintisiz, gürültüsüz, huzurlu, rüzgârın kesilmesi, sakin, sakinleştirmek, sakinlik, serinkanlı, soğuk, soğukkanlı, teskin etmek, yatıştırmak
  • calmative:yatıştırıcı
  • calming:dinlendirici, huzur veren, teskin, teskin edici, yatıştırıcı
  • calmly:heyecan göstermeden, sakince
  • calmness:dinginlik, durgunluk, sakinlik, soğukkanlılık
  • caloric:hararet, ısı, ısı ile ilgili
  • calorie:ısı birimi, kalori
  • calories:ısı birimi, kalori
  • calorific:ısı veren, ısıtan
  • calorimeter:ısıölçer, kalorimetre
  • calory:ısı birimi, kalori
  • caltrop:boğadikeni, demirdiken
  • calumet:barış çubuğu, barış piposu
  • calumniate:çamur atmak, iftira etmek, karalamak
  • calumniation:çamur, iftira
  • calumniator:çamur atan kimse, iftiracı
  • calumnious:iftira gibi, iftira türünden
  • calumny:çamur atma, iftira, karalama
  • calvary:cefa, eza, felâket
  • calve:buzağılamak, parçalamak, yavrulamak
  • calving:buzağılamak, parçalamak, yavrulamak
  • calvinism:kalvin’cilik, kalvin’in doktrinleri, kalvinizm
  • calvinist:kalvinist
  • calx:kalsiyum oksit
  • cam:kam, mil dirseği, tırnak
  • camaraderie:arkadaşlık, dostluk, samimiyet, yoldaşlık
  • camarilla:gizli danışmanlar grubu
  • camber:bombe, bombelendirmek, dışbükey yapmak, eğrilik, hafifçe bükülmek, kamber, kavis
  • cambered:bombeli, eğri, kavisli
  • cambrian:galler ülkesi ile ilgili, galli kimse, kambriyum, kambriyum’a ait, paleozik devrin ilk dönemi
  • cambric:ince beyaz keten, pamuklu ince kumaş, patiska
  • cambridge:cambridge
  • came:buyurmak, gelmek, görünmek, ileri gelmek, orgazm olmak, tatmin olmak, tavır takınmak, ulaşmak
  • camel:deve, duba, tombaz
  • cameleer:deveci, hecin süvarisi
  • camelhair:devetüyü, devetüyünden dokunmuş kumaş
  • camellia:çingülü, japon gülü, kamelya
  • camel’s:deve, duba, tombaz
  • cameo:kabartmalı değerli taş, minyatür
  • camera:fotoğraf makinesi, gizli, hakimin özel odası, kamera, mahrem
  • cameraman:basın fotoğrafçısı, kameraman
  • camion:kamyon
  • camisole:kadın geceliği, kadın iç gömleği, kaşkorse, kısa sabahlık
  • camomile:öküzgözü, papatya, sarı papatya
  • camouflage:gizleme, gizlemek, kamuflaj, kamufle etmek
  • camouflaged:gizlemek, kamufle etmek
  • camp:adi, adileştirmek, aşırı, bayağı, bayağılaştırmak, eşcinsel, gülünç, homoseksüel, kamp, kamp kurmak, kamp yapmak, kampa yerleştirmek, konak yeri, konaklamak, ordugâh, yapmacık davranışları olan
  • campaign:adaylığını koymak, kampanya, kampanyaya katılmak, mücâdele, mücâdele vermek, savaş, savaşmak, sefer, seferberlik, sefere çıkmak
  • campaigned:adaylığını koymak, kampanyaya katılmak, mücâdele vermek, savaşmak, sefere çıkmak
  • campaigner:kampanyaya katılan kimse, mücâdele veren kimse
  • campaigning:adaylığını koymak, kampanyaya katılmak, mücâdele vermek, savaşmak, sefere çıkmak
  • campane:çan, kampana
  • campanile:çan kulesi
  • campanula:boruçiçeği, çançiçeği
  • camper:kamp arabası, kamp yapan kimse, kampçı
  • campground:kamp alanı, kamp yeri
  • camphor:kâfur
  • camphorated:kâfur, kâfurlu
  • camping:kamp, kamp yapma, kamping
  • campion:bir tür karanfil
  • campsite:kamp bölgesi, kamp yeri
  • campus:kampus, okul arazisi
  • campy:adi, yapmacık
  • camshaft:kam şaftı
  • can:-ebilmek, edebilmek, hapishane, hela, kaba et, kasede kaydetmek, kayıt yapmak, kıç, kodes, konserve kutusu, konservelemek, konservesini yapmak, kovmak, kutu, olabilmek, popo, teneke kutu, teneke kutudaki içecek, uzaklaştırmak, yapabilmek
  • canada:kanada
  • canadian:kanada ile ilgili, kanadalı
  • canaille:aşağı tabaka, ayaktakımı
  • canal:ark, kanal, suyolu
  • canalization:kanal açma, kanallar sistemi
  • canalize:kanal açmak, kanal haline getirmek, kanalize etmek, yönlendirmek
  • canals:ark, kanal, suyolu
  • canapé:kanepe
  • canard:asılsız haber, hile, oyun, uydurma haber
  • canards:asılsız haber, hile, oyun, uydurma haber
  • canary:açık sarı, kanarya
  • canasta:kanasta
  • cancan:kankan, kankan dansı
  • cancel:boşa çıkarmak, bozma, çıkarma, damgalamak, etkisiz hale getirmek, feshetmek, fesih, geçersiz kılmak, hükümsüz kılmak, iptal, iptal etmek, kaldırmak, kısaltmak, sadeleştirmek, silme, silmek
  • canceled:iptal edildi, iptal edilmiş
  • canceling:iptal, iptal etme
  • cancellation:bozma, çıkarma, damga, fesih, geçersiz kılma, iptal, iptâl damgası, kaldırılma, silme
  • cancellations:bozma, çıkarma, damga, fesih, geçersiz kılma, iptal, iptâl damgası, kaldırılma, silme
  • cancelled:iptal edildi, iptal edilmiş
  • cancelling:iptal, iptal etme
  • cancer:kanser, kötü şey
  • cancerous:kanser gibi, kanserli
  • cancers:kanser, kötü şey
  • candelabra:kollu büyük şamdan, şamdan
  • candelabrum:kollu büyük şamdan, şamdan
  • candid:açık, candan, dürüst, gizli çekimde kullanılan, içten, saf, samimi, tarafsız
  • candidacy:adaylık
  • candidate:aday, namzet
  • candidates:aday, namzet
  • candidature:adaylık
  • candied:hoş görünen, şatafatlı, şekerleme yapılmış, şekerlenmiş
  • candies:bonbon, karamela, şeker, şekerleme
  • candle:kandil, mum
  • candleberry:mum ağacı
  • candleholder:mumluk
  • candlelight:mumışığı, yapay ışık
  • candles:kandil, mum
  • candlestick:şamdan
  • candlewick:fitil
  • can–do:hay hay!, olur!
  • candor:açık kalplilik, açık sözlülük, doğruluk, samimiyet, tarafsızlık
  • candour:açık kalplilik, açık sözlülük, doğruluk, samimiyet, tarafsızlık
  • candy:bonbon, karamela, şeker, şekerleme
  • candyfloss:pamuk helva
  • cane:bambu, değnek, dövmek, hasırla kaplamak, kamış, sopa, sopalamak
  • canine:köpek, köpek gibi, köpek soyundan, köpekler için, yalaka
  • caning:dayak, sopa
  • canister:teneke kutu
  • canker:ağız veya kulak yarası, bozucu etken, buğdaypası, çürümek, çürütmek, mahvetmek, mahvolmak, pamukçuğa yakalanmak, pamukçuk, pamukçuk oluşturmak, yara, yozlaştıran etmen
  • cankered:bozulmuş, kötü huylu, kötücül
  • cankerous:çürüten, çürütücü, pamukçuğa neden olan, pamukçuk gibi, yozlaştıran
  • cannabis:esrarotu, haşiş, kendir, kenevir
  • canned:banda alınmış, kaydedilmiş, konserve, konservelenmiş, kutu, önceden söylenmiş olan, sarhoş, zom
  • canner:konserve fabrikası, konserveci
  • cannery:konserve fabrikası
  • cannibal:yamyam, yamyamlıkla ilgili
  • cannibalism:yamyamlık
  • cannibalistic:yamyam gibi
  • cannibalize:kullanılmış parça takmak, parça almak
  • cannibalized:kullanılmış parça takmak, parça almak
  • cannibalizing:kullanılmış parça takmak, parça almak
  • canning:konserve yapma, konserveleme, kutulama
  • cannon:bombardıman etmek, bombardıman silahı, çarpışmak, çarpmak, incik kemiği, karambol, karambol yapmak, mil, top, topa tutmak
  • cannonade:bombardıman, bombardıman etmek, topa tutmak
  • cannot:edememek, gücü yetmemek, yapamamak
  • cannula:kanül, sonda
  • canny:açıkgöz, dikkatli, hoş, kurnaz, tedbirli, tutumlu, uyanık, zarif
  • canoe:kano, kano ile gezmek, kano kullanmak
  • canoeist:kano kullanan kimse, kanocu
  • canon:azizler listesi, genel kural, ilke, kanon, kanun, kilise heyeti üyesi, kilise kanunu, kırk sekiz puntoluk harf, kriter, kutsal kitaplar, ölçüt
  • canoness:dinsel kadın topluluğu üyesi
  • canonical:kabul edilmiş, kilise kanununa göre belirlenen, kutsal kitapta geçen, standart
  • canonize:azizler listesine almak, kutsamak
  • canonized:azizler listesine almak, kutsamak
  • canons:azizler listesi, genel kural, ilke, kanon, kanun, kilise heyeti üyesi, kilise kanunu, kırk sekiz puntoluk harf, kriter, kutsal kitaplar, ölçüt
  • canoodle:bağrına basmak, kucaklamak, okşamak, sarılmak
  • canopy:gölgelemek, gölgelik, kaplamak, kubbe, örtmek, örtü, paraşüt, saçak, tente
  • canorous:ahenkli, uyumlu
  • cant:argo, argolu konuşmak, dilenmek, eğim, eğmek, iki yüzlülük, iki yüzlülük etmek, meyil, meyil vermek, riyakârlık, samimiyetsizlik, yan yatırmak, yapmacıklı konuşmak, yapmacıklık, yatay kesit
  • can’t:edememek, gücü yetmemek, yapamamak
  • cantaloup:kavun
  • cantaloupe:kavun
  • cantankerous:aksi, geçimsiz, hırçın, huysuz, inatçı
  • cantata:kantat
  • canted:argolu konuşmak, dilenmek, eğmek, iki yüzlülük etmek, meyil vermek, yan yatırmak, yapmacıklı konuşmak
  • canteen:kantin, matara, yemek kabı
  • canter:atın eşkin gidişi, eşkin gitmek
  • canticle:ilahi, kantik
  • canticles:hazreti süleyman ın neşideleri
  • cantilever:çıkma, konsol, manivela, sundurma
  • cantilevered:destekli, dirsekli, konsol
  • canting:argolu konuşmak, dilenmek, eğmek, iki yüzlülük etmek, meyil vermek, yan yatırmak, yapmacıklı konuşmak
  • cantle:bölüm, eyerin arka kaşı, parça
  • canto:kıta
  • canton:kanton
  • cantonment:karargâh, konak yeri, ordugâh
  • cantor:kantor, koro şefi
  • canuck:kanadalı, kanadalı fransız
  • canvas:çadır bezi, kanaviçe, kanvaz, tuval, tuvale yapılmış tablo, yelken, yelken bezi
  • canvass:görüşmek, gözden geçirmek, kamuoyu yoklaması yapmak, oy toplama, propaganda yapmak, reklâm yapma, reklâm yapmak, seçim kampanyası, seçmenleri dolaşarak oy istemek, sipariş toplama, sipariş toplamak, tartışmak
  • canvasser:propagandacı, sipariş toplayan kimse
  • canvassing:propaganda, reklâm
  • canyon:kanyon, vadi
  • caoutchouc:kauçuk
  • cap:başkent, başlık, daha iyisini yapmak, geçmek, kapak, kapatmak, kapital, kasket, kep, kep takmak, örtmek, şapka, tepe, zirve
  • capabilities:güç, iktidar, kabiliyet, kapasite, yetenek
  • capability:güç, iktidar, kabiliyet, kapasite, yetenek
  • capable:becerikli, duyarlı, ehliyetli, etki altında kalabilen, kabiliyetli, kapasiteye sahip, yetenekli
  • capacious:büyük, ferah, geniş
  • capacitance:direnç, kapasitans
  • capacitate:yetki vermek, yetkilendirmek
  • capacitor:kondansatör
  • capacity:azami, dolu, ful, güç, hacim, iktidar, kabiliyet, kapasite, maksimum, sıfat, verim, yetenek, yeterlik
  • caparison:eyer örtüsü, giysi, haşe, haşe örtmek, kıyafet, örtü, süslemek
  • cape:burun, kap, pelerin
  • caper:aptalca davranmak, geberotu, hoplama, hoplamak, kanunsuz davranış, muziplik, muziplik etmek, oynayıp sıçramak, sıçrama, suç
  • capercaillie:çalıhorozu
  • capercailzie:çalıhorozu
  • capers:kapari
  • capias:tutuklama emri
  • capillarity:kapilarite
  • capillary:kıl gibi, kılcal, kılcal damar, kılla ilgili
  • capital:ana, baş, başkent, büyük, büyük harf, cezası ölüm olan, ciddi, çıkar, kapital, kâr, kazanç, kusursuz, mühim, mükemmel, ölüm, önde gelen, önemli, sermaye, sermaye ile ilgili, sütun başı
  • capitalise:büyük harflerle yazmak, çıkar sağlamak, katılımcı olmak, sermaye olarak kullanmak, sermayeleştirmek, yararlanmak
  • capitalism:ana malcılık, kapitalizm
  • capitalist:kapitalist, sermayedar
  • capitalistic:kapitalistlik ile ilgili, sermayedarlık ile ilgili
  • capitalists:kapitalist, sermayedar
  • capitalization:büyük harf kullanma, işletme sermayesi, sermaye miktarı, sermayelendirme, sermayeye katma
  • capitalize:büyük harflerle yazmak, çıkar sağlamak, katılımcı olmak, sermaye olarak kullanmak, sermayeleştirmek, yararlanmak
  • capitalizing:büyük harflerle yazmak, çıkar sağlamak, katılımcı olmak, sermaye olarak kullanmak, sermayeleştirmek, yararlanmak
  • capitation:kişi başına düşen
  • capitulate:silâhları bırakmak, teslim olmak, teslim şartlarını kararlaştırmak
  • capitulation:kapitülasyon, şartlı olarak teslim olma, silâh bırakma, yabancılara tanınan ayrıcalık
  • capon:kısırlaştırılmış horoz
  • capped:kepli, şapkalı
  • capping:daha iyisini yapmak, geçmek, kapatmak, kep takmak, örtmek
  • cappuccino:cappuccino, italyan kahvesi, kapuçino
  • capri:kapri
  • caprice:değişken istek, geçici heves, kapriçyo, kapris, kaprislilik
  • capricious:değişken, dönek, gelgeç gönüllü, kaprisli
  • capriciousness:değişkenlik, kaprislilik
  • capricorn:oğlak burcu, oğlak takımyıldızı
  • capriole:sıçrama, sıçramak, sıçrayış, zıplama, zıplamak
  • caps:başlık, daha iyisini yapmak, geçmek, kapak, kapatmak, kasket, kep, kep takmak, örtmek, şapka, tepe, zirve
  • capsicum:kırmızı biber
  • capsize:alabora etmek, alabora olmak, değişivermek, devirmek, ters dönmek
  • capsizing:alabora etmek, alabora olmak, değişivermek, devirmek, ters dönmek
  • capstan:bocurgat, ırgat
  • capsular:kapsül, kapsüle benzeyen
  • capsule:çanak, kapak, kapsül, kısa, özlü
  • captain:başkomiser, kaptan, kaptanlık etmek, kumanda etmek, lider, önder, postabaşı, şef, ustabaşı, yönetmek, yüzbaşı
  • captaincy:kaptanlık, liderlik, önderlik, yüzbaşılık
  • captainship:kaptanlık, liderlik, önderlik, yüzbaşılık
  • caption:altyazı, altyazı koymak, başlık, başlık yazmak, manşet, manşet atmak, tutuklama
  • captions:altyazı, altyazı koymak, başlık, başlık yazmak, manşet, manşet atmak, tutuklama
  • captious:asılsız, boş, ince eleyip sık dokuyan, kılı kırk yaran, kusur bulan, yanıltıcı
  • captivate:büyülemek, çekmek, cezbetmek
  • captivated:büyülemek, çekmek, cezbetmek
  • captivating:büyüleyici, çekici
  • captivation:büyüleme, cezbetme
  • captive:baskı altında, esir, kısıtlanmış, mahkum, tutsak
  • captivity:esaret, tutkunluk, tutsaklık
  • captor:esir alan kimse, tutan kimse
  • capture:almak, çekim alanına almak, el koymak, ele geçirme, ele geçirmek, esir, esir alma, esir almak, ganimet, ganimet almak, tutsak etmek, zaptetme, zaptetmek
  • captured:almak, çekim alanına almak, el koymak, ele geçirmek, esir almak, ganimet almak, tutsak etmek, zaptetmek
  • capturing:almak, çekim alanına almak, el koymak, ele geçirmek, esir almak, ganimet almak, tutsak etmek, zaptetmek
  • capuccino:cappuccino, italyan kahvesi, kapuçino
  • capuchin:başlıklı pelerin, kapüsen
  • car:araba, kabin, otomobil, vagon, yolcu bölümü
  • carabineer:karabinalı asker
  • carabinier:karabinalı asker
  • caracal:karakulak
  • caracole:yarım çark hareketi
  • carafe:karaf, sürahi
  • caramel:karamel, karamela
  • carapace:kabuk, kaplumbağa kabuğu
  • carat:ayar, kırat
  • caravan:kafile, karavan, karavanda yaşamak, karavanla gezmek, kervan, seyyar ev
  • caravansary:kervansaray
  • caravanserai:han, kervansaray
  • caravel:karavela
  • caraway:karaman kimyonu, kimyon
  • carbide:karbit
  • carbine:karabina
  • carbody:araba gövdesi, karoser
  • carbohydrate:karbonhidrat
  • carbon:karbon, karbon kâğıdı, karbon kömür, kopya kâğıdı
  • carbonaceous:karbon, karbon gibi, karbon ile ilgili
  • carbonate:karbonat, karbonata çevirmek, karbonatlamak, kömürleştirmek
  • carbonated:karbonata çevirmek, karbonatlamak, kömürleştirmek
  • carbonic:karbonik
  • carboniferous:karbonlu, kömürlü
  • carbonization:karbonun gazını çıkarma, kömürleşme, kömürleştirme
  • carbonize:karbonlaştırmak, kok haline getirmek, kömürleştirmek
  • carbonized:karbonlaştırmak, kok haline getirmek, kömürleştirmek
  • carbonizing:karbonlaştırmak, kok haline getirmek, kömürleştirmek
  • carborundum:korindon, zımpara
  • carboy:asite dayanıklı kap, damacana
  • carbuncle:kan çıbanı, kızıl renk, kızıl renkli ziynet eşyaları, kızılyara, lâl taşı, şirpençe, sivilce
  • carburet:karbonlamak
  • carbureter:karbüratör
  • carburetor:karbüratör
  • carburettor:karbüratör
  • carcase:ceset, enkaz, gövde, iskelet, kadavra, kalıntı
  • carcass:ceset, enkaz, gövde, iskelet, kadavra, kalıntı, leş, ölü
  • carcinogen:kanserojen madde
  • carcinogenic:kansere yol açan, kanserojen
  • carcinoma:kanser, kötücül ur
  • card:belge, esprili kimse, fişlemek, iskambil kâğıdı, kart, kart açmak, kart koymak, kartlara yapıştırmak, kartpostal, kartvizit, oyun kâğıdı, program, tarak, taramak, tebrik kartı
  • cardamom:kakule
  • cardamum:kakule
  • cardan:kardan
  • cardboard:karton, mukavva
  • carded:fişlemek, kart açmak, kart koymak, kartlara yapıştırmak, taramak
  • carder:tarak makinesi, tarak tezgâhı, tarakçı
  • cardiac:kâlp, kâlp hastası, kâlp ilacı, kâlp ile ilgili
  • cardigan:hırka
  • cardinal:ana, asıl, başlıca, kardinal, önemli, parlak kırmızı
  • carding:taraklama, tarama, yapağı taraması
  • cardio:kâlbe ait, kâlp, kardiyo
  • cardiogram:kardiyogram
  • cardiography:kardiyografi
  • cardiology:kardiyoloji
  • cardsharp:hilebaz
  • cardsharper:hilebaz
  • care:aldırış, bakım, beğenmek, borç, dikkat, endişe, endişelenmek, hevesli olmak, himaye, hoşlanmak, ilgi, ilgi duymak, ilgilenmek, itina, kafaya takmak, kaygı, kendini üzmek, merak, merak etmek, önem vermek, önemsemek, özen, özen göstermek, sevmek, tasa, umurumda olmak, üzüntü, vecibe, yapılması gereken şey
  • careen:karina etmek, sarsılmak, sendelemek, yan yatırmak, yan yatmak
  • career:dörtnala koşmak, hız, hız yapmak, kariyer, kariyer yapma, koşmak, meslek, meslek hayatı, meslekte başarı kazanma, sürat
  • carefree:dertsiz, endişesiz, gamsız, kalender, kaygısız, kayıtsız, tasasız
  • careful:dikkatli, düşünen, idareli, itinalı, ölçülü, özenli, tedbirli, titiz, tutumlu
  • carefully:dikkatlice, idareli biçimde, itinayla, özenle, tutumlu
  • carefulness:dikkat, dikkatlilik
  • careless:aldırışsız, dikkatsiz, düşüncesiz, gafil, ihmalci, ihmalkâr, ilgisiz, kaygısız, kayıtsız, lakayt, pervasız, tasasız
  • carelessly:dikkatsizce, düşüncesizce, ihmâlkârlıkla, ilgisizce, kaygısızca, pervasızca
  • carelessness:aldırışsızlık, aldırmazlık, dikkatsizlik, ihmal, ihmalcilik, ihmalkârlık, kayıtsızlık
  • cares:aldırış, bakım, beğenmek, borç, dikkat, endişe, endişelenmek, hevesli olmak, himaye, hoşlanmak, ilgi, ilgi duymak, ilgilenmek, itina, kafaya takmak, kaygı, kendini üzmek, merak, merak etmek, önem vermek, önemsemek, özen, özen göstermek, sevmek, tasa, umurumda olmak, üzüntü, vecibe, yapılması gereken şey
  • caress:kucaklama, kucaklamak, okşama, okşamak, öpme, öpmek, sevmek
  • caressing:okşama, şefkâtli, sevecen
  • caretaker:bakıcı, bekçi, hademe, kapıcı
  • careworn:endişeden bitkin, üzgün, üzüntüden bitmiş
  • carfare:bilet ücreti
  • cargo:kargo, yük
  • carhop:garson
  • caribbean:karayib denizi, karayib denizi ile ilgili
  • cariboo:karibu, kuzey amerika ren geyiği
  • caribou:karibu, kuzey amerika ren geyiği
  • caricature:karikatür, karikatürize etmek, karikatürünü yapmak, kötü taklit
  • caries:diş çürümesi, kemik çürümesi, yenirce
  • carillon:çanlarla çalınan melodi
  • carina:omurga
  • caring:önemseme, şefkâtli, sempatik, yardımsever
  • carious:çürük, çürümüş
  • carjack:kriko
  • carload:araba dolusu yük, asgari yük, bir yığın eşya, vagon dolusu yük
  • carloads:araba dolusu yük, asgari yük, bir yığın eşya, vagon dolusu yük
  • carman:arabacı, kamyoncu, nakliyeci
  • carmine:kırmızı, parlak kırmızı renkli
  • carnage:kan dökme, katliam
  • carnal:bedensel, cinsel, dünyevi, şehvetle ilgili
  • carnality:şehvet
  • carnassial:köpek dişi
  • carnation:karanfil, pembe
  • carnations:karanfil, pembe
  • carnival:büyük spor olayı, eğlence, festival, gezici sirk veya fuar, karnaval, şenlik
  • carnivel:büyük spor olayı, eğlence, festival, gezici sirk veya fuar, karnaval, şenlik
  • carnivore:etobur hayvan
  • carnivores:etobur hayvan
  • carnivorous:etçil, etobur, etoburlarla ilgili
  • carob:harnup, keçiboynuzu
  • carol:ilahi, şarkı, şarkılar söylemek, şarkılarla kutlamak
  • carolingian:şarlman hanedanı, şarlman hanedanı ile ilgili
  • carom:çarparak geri tepmek, karambol, karambol yapmak
  • carotid:karotis, şahdamar, şahdamarlar ile ilgili
  • carousal:alem, cümbüş, içki alemi
  • carouse:içki alemi yapmak, içki içmek, kafayı çekmek
  • carousel:atlıkarınca
  • carousing:içki alemi yapmak, içki içmek, kafayı çekmek
  • carp:beğenmemek, eleştirmek, kusur bulmak, mızmızlanmak, sazan
  • carpal:bilek ile ilgili
  • carpel:karpel, meyve yaprağı
  • carpenter:doğramacı, doğramacılık yapmak, dülger, marangoz, marangozluk yapmak
  • carpentry:doğramacılık, dülgerlik, marangozluk
  • carpet:azarlamak, halı, halı döşemek, haşlamak, kaplamak, örtmek
  • carpetbag:heybe
  • carpeting:halı malzemesi
  • carping:beğenmemek, eleştirmek, kusur bulmak, mızmızlanmak
  • carpool:araba parkı, sırayla araba kullanma anlaşması
  • carport:yanları açık garaj
  • carpus:bilek, bilek kemikleri, el bileği kemiği
  • carrel:tek kişilik çalışma yeri
  • carriage:araba, binek arabası, duruş, nakliye, nakliye ücreti, navlun, onaylama, taşıma, taşıyıcı alttakım, tavır, tutum, vagon
  • carriageable:araba geçebilir
  • carried:başarı kazanmak, bulundurmak, çakmak, çekmek, elde etmek, geçirmek, getirmek, götürmek, kaldırmak, menzili olmak, nakletmek, sağlamak, satışa sunmak, sevketmek, taşımak, taşıyıcılık yapmak, yayımlamak
  • carrier:hamal, kızak, kurye, nakliye şirketi, nakliyeci, port bagaj, portör, taşıyıcı, ulak
  • carrierbag:çanta, hafif kâğıt torbası, torba
  • carries:başarı kazanmak, bulundurmak, çakmak, çekmek, elde etmek, geçirmek, getirmek, götürmek, kaldırmak, menzil, menzili olmak, nakletmek, sağlamak, satışa sunmak, sevketmek, taşımak, taşıyıcılık yapmak, yayımlamak
  • carrion:kokmuş et, leş, leş gibi şey
  • carriying:nakliye, taşıma
  • carrot:havuç, kızıl saç, kızıl saçlı kimse
  • carrots:kızıl saç
  • carroty:havuç renginde, kızıl saçlı
  • carrousel:atlıkarınca
  • carry:başarı kazanmak, bulundurmak, çakmak, çekmek, elde etmek, geçirmek, getirmek, götürmek, kaldırmak, menzil, menzili olmak, nakletmek, sağlamak, satışa sunmak, sevketmek, taşımak, taşıyıcılık yapmak, yayımlamak
  • carryall:çuval, harhar, yolcu çantası, yolcu taşıma aracı
  • carrying:nakliye, taşıma
  • carryover:devren gelen mal veya eşya, ertelenmiş iş, nakli yekun, repor işlemi
  • carsick:araba tutmuş
  • carsickness:araba tutması
  • cart:araba, araba ile taşımak, at arabası, çekçek, el arabası
  • cartage:araba ile taşıma, navlun, taşıma ücreti
  • cartel:esir değişimi anlaşması, kartel
  • cartelize:kartel oluşturmak, kartelleşmek
  • carter:arabacı, kamyon şoförü, yük arabası kullanan kimse
  • cartesian:dekartçı, kartezyen
  • carthage:kartaca
  • carthorse:beygir, kuvvetli at, yük beygiri
  • cartilage:kıkırdak
  • carting:araba ile taşımak
  • cartload:bir araba dolusu şey, sürü, yığın
  • cartographer:haritacı, kartograf
  • cartography:haritacılık, kartografi
  • cartomancy:iskambil falcılığı, kâğıt falcılığı
  • carton:karton kutu, kutu, mukavva kutu, onikiden vurma
  • cartoon:çizgi film, karikatür, resim taslağı
  • cartoonist:çizgi film çizeri, karikatürist
  • cartouch:kabartma resim veya şekil
  • cartouche:kabartma resim veya şekil
  • cartridge:film kutusu, fişek, hartuç, kartuş, kutu, pikap, zarf
  • cartridges:film kutusu, fişek, hartuç, kartuş, kutu, pikap, zarf
  • carts:araba, araba ile taşımak, at arabası, çekçek, el arabası
  • cartwheel:at arabası tekerleği, yanlamasına takla, yanlamasına taklalar atmak
  • cartwright:araba yapımcısı
  • carve:doğramak, hakkaklık yapmak, hakketmek, keserek servis etmek, kesmek, oyma ile süslemek, oymacılık yapmak, oymak
  • carved:doğramak, hakkaklık yapmak, hakketmek, keserek servis etmek, kesmek, oyma ile süslemek, oymacılık yapmak, oymak
  • carver:et bıçağı, hakkâk, oymacı
  • carvery:et lokantası
  • carving:hakketme, kıvırcık, oyma, oyma eser, oymacılık
  • cascade:çağlayan, çağlayan gibi dökülmek, dalga dalga döküm, kademeli, kademeli dizi, şelâle
  • cascading:çağlayan gibi dökülmek
  • case:çanta, ciltlemek, dava, delil, dikizlemek, durum, görüş, gözetlemek, hasta, hukuksal olay, husus, kanıt, kap, kaplamak, kasa, kılıf, kovan, kutu, kutulamak, mahfaza, neden, olay, örtmek, sorun, tuhaf tip, valiz, yerine koymak
  • casehardened:yüzeyden sertleştirilmiş
  • casein:kazein, sütteki protein maddesi
  • casemate:kazamat, siper
  • casement:pencere kanadı
  • caseous:peynir, peynir gibi, peynir ile ilgili
  • cases:çanta, ciltlemek, dava, delil, dikizlemek, durum, görüş, gözetlemek, hasta, hukuksal olay, husus, kanıt, kap, kaplamak, kasa, kılıf, kovan, kutu, kutulamak, mahfaza, neden, olay, örtmek, sorun, tuhaf tip, valiz, yerine koymak
  • caseworker:sosyal görevli
  • cash:bozdurmak, bozmak, nakit, para, paraya çevirmek, peşin ödeme, peşin para, ufak madeni para
  • cashable:paraya çevrilebilir
  • cashbox:kasa
  • cashew:kaşu
  • cashflow:nakit akımı, nakit girişi
  • cashier:atmak, işine son vermek, kasadar, kasiyer, kovmak, veznedar
  • cashiering:atmak, işine son vermek, kovmak
  • cashiers:kasa
  • cashing:bozdurmak, bozmak, paraya çevirmek
  • cashless:parasız, parasız yapılan
  • cashmere:kaşmir, kaşmir kumaş
  • cashomat:bankamatik
  • casing:bumbar, çerçeve, dış lastik, kaplama, kasa, kılıf, muhafaza
  • casino:gazino, kumarhane
  • cask:fıçı, fıçı dolusu, varil
  • casket:küçük kutu, mücevher kutusu, tabut
  • caspian:hazar
  • casque:başlık, miğfer
  • cassation:fesih, iptal
  • casserole:güveç
  • cassette:kaset, kutu
  • cassock:cüppe
  • cast:alçı, atma, atmak, az bir miktar, biçim, biçim vermek, boşaltım, çarpıklık, çeşit, cins, dökmek, döküm, dökümcülük, eğrilik, eğrilmek, erken doğum yapmak, fırlatma, fırlatmak, kalıba dökmek, kalıp, kehanette bulunmak, kokuyu takip etmek, kusmak, nüans, olta iğnesi, oyuncular, rol alanlar, rol dağıtımı, rol dağıtımı yapmak, rol vermek, tip, ton, voli, yem atmak, yöntem, zarda gelen sayı, zoka
  • castanet:kastanyet, parmaklara takılan zil
  • castaway:atılmış, çürüğe çıkarılmış, kazazede, reddedilmiş, reddedilmiş kimse, reddedilmiş şey
  • caste:kast, sosyal sınıf
  • castellated:kale biçiminde yapılmış, kale gibi, kuleli
  • caster:biberlik, dökme kabı, küçük tekerlek, tuzluk
  • castigate:azarlamak, cezalandırmak, dövmek, kınamak
  • castigating:azarlamak, cezalandırmak, dövmek, kınamak
  • castigation:azarlama, cezalandırma, kınama
  • casting:ağ atma, astar sıva, dökme, dökmecilik, döküm, kalıba dökme, olta atma, rol dağıtımı
  • castle:hisar, kale, kaleyi şahın yanına koymak, rok yapmak, şato
  • castled:kaleyi şahın yanına koymak, rok yapmak
  • castles:hisar, kale, kaleyi şahın yanına koymak, rok yapmak, şato
  • castling:rok yapma
  • castoff:bir kenara atılmış, kullanılmayıp atılan şey, yazının baskı büyüklüğü hesabı
  • castor:biberlik, dökme kabı veya şişesi, hintyağı otu, ikizler burcunun yıldızı, kastor, kunduz esansı, kunduz kürkü, şekerlik, tuzluk
  • castrate:hadım etmek, iğdiş etmek, kısırlaştırmak, kuvvetten düşürmek, sansürden geçirmek
  • castrated:hadım etmek, iğdiş etmek, kısırlaştırmak, kuvvetten düşürmek, sansürden geçirmek
  • castration:hadım etme, iğdiş etme
  • casual:geçici, geçici işçi, gelişigüzel, gündelik, gündelik ayakkabı, gündelik giysi, gündelikçi, kaçamak, rastlantı eseri, sıradan, tesadüfen olan, üstünkörü, yoksul kimse
  • casually:gelişigüzel biçimde, gündelik, günlük, kaçamak, raslantı sonucu olarak, sıradan, tesadüfen, üstünkörü
  • casualness:gelişigüzellik
  • casualties:kayıplar, ölü sayısı, zayiat
  • casualty:felâket, kaza, ölü, şehit, yaralı
  • casuist:safsatacı
  • casuistic:ahlâk kuralları ile ilgili, safsatalı
  • casuistical:ahlâk kuralları ile ilgili, safsatalı
  • casuisticly:ahlâk kuralları ile ilgili, safsatalı olarak
  • casuistry:safsata, vicdan muhasebesi
  • cat:caz meraklısı kimse, dedikoducu kadın, griva palangası, kedi, kedi soyundan hayvan, kinci kadın, pisi
  • catabolism:katabolizma
  • cataclysm:afet, felâket, karışıklık, tufan
  • catacomb:katakomp, yeraltı mezarlığı
  • catafalque:katafalk
  • catalan:katalonya lehçesi, katalonya veya dili ile ilgili, katalonyalı, katalonyalı kimse
  • catalepsis:irade ve his yitimi, katalepsi
  • catalepsy:irade ve his yitimi, katalepsi
  • cataleptic:katalepsi ile ilgili
  • cataliytic:katalitik, katalizle ilgili, katalizör
  • catalog:ardarda olaylar dizisi, fihrist, katalog, kütüphane kitap listesi, olaylar dizisi
  • catalogue:ardarda olaylar dizisi, fihrist, katalog, kütüphane kitap listesi, olaylar dizisi
  • catalyse:katalize etmek, kolaylaştırmak
  • catalysis:kataliz, tezleştirme
  • catalyst:katalizatör
  • catalytic:katalitik, katalizle ilgili, katalizör
  • catalyze:katalize etmek, kolaylaştırmak
  • catalyzed:katalize etmek, kolaylaştırmak
  • catalyzer:katalizör
  • catamaran:hırçın kadın, katamaran, kütüklerden yapılmış sal
  • catamite:ibne, oğlan
  • cataplasm:yakı
  • catapult:atmak, fırlatma düzeneği ile ilgili, fırlatmak, katapült, mancınık, sapan, vurmak
  • cataract:çağlayan, katarakt, perde, sel, şelâle
  • catarrh:nezle
  • catastophe:afet, dönüm noktası, felâket, felâketle sonuçlanan olay
  • catastrophic:felâket getiren, felâket gibi
  • catastrophical:felâket getiren, felâket gibi
  • catbird:alaycı kuş, miyavlar gibi ses çıkaran kuş
  • catcall:ıslık, ıslıklama, ıslıklamak, ıslıklanmak, yuhalama, yuhalamak, yuhalanmak
  • catcalling:ıslıklamak, ıslıklanmak, yuhalamak, yuhalanmak
  • catch:aldatmaca, anlamak, av, baskın yapmak, basmak, bityeniği, bulaşmak, çalışmak, çekmek, cezbetmek, edinmek, enselemek, gafil avlamak, geçmek, hile, kanca, kapmak, kâr, kavramak, kilit dili, maruz kalmak, sıkışmak, takılmak, tokat atmak, topluca söylenen şarkı, tutma, tutmak, tutunmak, tutuşmak, tuzak, voli, vurmak, yakalama, yakalamak, yakalanmak, yetişmek
  • catchall:geniş kapsamlı şey, öteberi torbası
  • catcher:yakalayan kimse, yakalayan şey
  • catching:bulaşıcı, cazip, çekici, kapma
  • catchment:havza, hizmet alanı, su toplama, toplama
  • catchpenny:işporta malı, ucuz
  • catchphrase:slogan
  • catchup:ketçap
  • catchword:parola, replik, sayfadaki ilk veya son kelime, slogan
  • catchy:akılda kalıcı, aldatıcı, cazip, çekici
  • catechize:ilmihal öğretmek, sorguya çekmek, soru cevap yöntemiyle öğretmek
  • catechumen:acemi, din eğitimi gören kimse
  • categorical:açık, kategorik, kesin, koşulsuz
  • categorically:kategorik olarak, kesin olarak, koşulsuzca
  • categories:bölüm, grup, kategori, sınıf, zümre
  • categorise:kategorize etmek, sınıflamak, sınıflandırmak
  • categorize:kategorize etmek, sınıflamak, sınıflandırmak
  • categorized:kategorize etmek, sınıflamak, sınıflandırmak
  • categorizing:kategorize etmek, sınıflamak, sınıflandırmak
  • category:bölüm, grup, kategori, sınıf, zümre
  • catena:zincirleme seri
  • cater:hitap etmek, sağlamak, temin etmek
  • caterer:yiyecek içecek sağlayan kimse
  • catering:ikram servisi yapma, yiyecek içecek sağlama
  • caterpillar:kurt, tırtıl, traktör
  • caters:hitap etmek, sağlamak, temin etmek
  • caterwaul:azgın kedi sesi, kediler gibi kapışmak, mart kedisi gibi bağrışmak, mart kedisi sesi
  • caterwauling:kediler gibi kapışmak, mart kedisi gibi bağrışmak
  • catfish:yayın balığı
  • catgut:kiriş
  • catharsis:amel, ishal, katarsis
  • cathedral:büyük kilise, katedral, katedral ile ilgili
  • catheter:sonda
  • cathode:eksi uç, katot
  • catholic:açık fikirli, genel, liberal, yaygın
  • catholicism:katolik kilisesi, katoliklik
  • catholicity:katolik kilisesi, katoliklik
  • cation:katyon
  • cations:katyon
  • catkin:huş ağacı çiçeği, söğüt çiçeği
  • catlike:kedi gibi
  • catnap:kestirme, şekerleme, tavşan uykusu
  • catsup:baharatlı domates sosu, ketçap
  • cattish:hain, kedi gibi, kurnaz, sinsi
  • cattle:insanlar, sığırlar
  • cattleman:sığır güden kimse, sığır yetiştiren kimse
  • catty:hain, kedi gibi, kurnaz, sinsi
  • catwalk:dar köprü, podyum
  • caucasia:kafkasya
  • caucasian:kafkas, kafkas dili, kafkas diliyle ilgili, kafkasya ile ilgili, kafkasyalı
  • caucasians:kafkas dili, kafkasyalı
  • caucasus:kafkaslar
  • caucus:klik, parti toplantısı, parti yönetim kurulu
  • caudal:kuyruğa benzer, kuyruk, kuyrukla ilgili
  • caudate:kuyruklu
  • caudle:hasta şerbeti, şerbet
  • cauldron:kazan
  • cauliflower:karnabahar
  • cauline:sap, sap ile ilgili
  • caulk:kalafat etmek, kalafatlamak
  • caulking:kalafat etmek, kalafatlamak
  • causal:nedeni olan, nedensel, sebep gösteren
  • causality:nedensel ilişki, nedensellik, nedensellik ilkesi
  • causation:neden olma, neden sonuç ilişkisi, sebep
  • causative:ettirgen, neden gösteren, neden olan
  • causatively:neden, nedensel olarak
  • cause:amaç, dava, dava konusu, doğurmak, gaye, haklı neden, iş, meydan vermek, neden, neden olmak, problem, sebep, sebep olmak, sorun, yol açmak
  • caused:doğurmak, meydan vermek, neden olmak, sebep olmak, yol açmak
  • causeless:nedensiz, rastlantı sonucu olan, sebepsiz
  • causelessly:nedensiz, tesadüfen
  • causerie:konuşma, makale, sohbet, söyleşi
  • causes:amaç, dava, dava konusu, doğurmak, gaye, haklı neden, iş, meydan vermek, neden, neden olmak, problem, sebep, sebep olmak, sorun, yol açmak
  • causeway:bataklıktan geçen yol, bozuk arazide yapılmış geçit, geçit
  • causing:doğurmak, meydan vermek, neden olmak, sebep olmak, yol açmak
  • caustic:aşındırıcı, iğneli, kezzap, kostik, onur kırıcı, sert, yakıcı, yakıcı madde
  • causticity:alaycılık, aşındırıcılık, iğneli konuşma, yakıcılık
  • cauterization:dağlama, yakma
  • cauterize:dağlamak, yakmak
  • cautery:dağlama, dağlama demiri, dağlayan şey, yakma
  • caution:dikkat, dikkatini çekmek, garip şey, ihtar etmek, ihtiyat, ikaz, kefalet, sakınma, tedbir, tembih etmek, teminât, tuhaf kimse, uyarı, uyarma, uyarmak
  • caution!:dikkat!
  • cautionary:ikaz edici, uyarıcı
  • cautioned:dikkatini çekmek, ihtar etmek, tembih etmek, uyarmak
  • cautious:dikkatli, ihtiyatlı, sakınan, tedbirli
  • cautiously:dikkatlice, ihtiyatla
  • cautiousness:dikkat, ihtiyat, tedbir
  • cavalcade:süvari alayı, süvari geçit töreni
  • cavalier:atlı şövalye, kavalye, kendini beğenmiş, kibirli, laubali, rahat, şarl yanlısı kimse, serbest, süvari, ukalâ
  • cavalierly:laubalice, rahatlıkla, serbestçe, ukalâca
  • cavalry:süvari, süvari sınıfı
  • cavalryman:süvari
  • cavalrymen:süvari
  • cave:açmak, batmak, boyun eğmek, çökmek, in, kazmak, mağara, oymak, partiden kopmak, pes etmek, siyasi partiden kopan grup, siyasi partiden kopma, yıkılmak
  • cave!:aman ha!, dikkat!, sakın ha!
  • caveat:askı başvurusu, ikaz, işlemlerin askıya alınması, uyarı
  • caveman:hoyrat adam, kaba adam, mağara adamı
  • cavern:büyük mağara, mağara, oyuk, patolojik doku boşluğu
  • cavernous:boğuk, çökmüş, delikli, mağara gibi, mağaraları olan, mağaralarla dolu
  • caviar:balık yumurtası, havyar
  • caviare:havyar
  • cavil:bahane, bahane aramak, itiraz, kusur, kusur bulmak, şikâyetçi olmak
  • caviler:itirazcı
  • caviling:bahane aramak, kusur bulmak, şikâyetçi olmak
  • caviller:itirazcı
  • cavilling:bahane aramak, kusur bulmak, şikâyetçi olmak
  • cavitation:boşlama, kavitasyon
  • cavities:boşluk, çukur, çürük, delik, kovuk, oyuk
  • cavity:boşluk, çukur, çürük, delik, kovuk, oyuk
  • cavort:hoplamak, sıçramak, zıplamak
  • cavy:güney amerika’ya özgü kobay, kobay
  • caw:gaklamak, karga sesi, kuzgun sesi, ötmek
  • cawing:gaklamak, ötmek
  • cayenne:arnavut biberi, çok acı biber, iskambil oyunu, kırmızı biber
  • cayman:timsah, tropikal timsah
  • cd:cd, kompakt disk
  • cease:bitirmek, bitmek, dinmek, durdurmak, durmak, kesilmek, kesmek, son vermek, sona ermek, vazgeçmek
  • ceased:bitirmek, bitmek, dinmek, durdurmak, durmak, kesilmek, kesmek, son vermek, sona ermek, vazgeçmek
  • ceasefire:ateşkes, silâh bırakma
  • ceaseless:biteviye, duraksamayan, fasılasız
  • ceaselessly:durmaksızın
  • ceasing:kesilme
  • cecum:körbağırsak
  • cedar:dağ selvisi, sedir
  • cede:devretmek, terketmek, teslim etmek, vazgeçmek, vermek
  • cedilla:çengel, harf
  • ceding:devretmek, terketmek, teslim etmek, vazgeçmek, vermek
  • ceil:tavan çekmek, tavan yapmak
  • ceiled:tavan çekmek, tavan yapmak
  • ceiling:iç kaplama, tavan, yükseklik sınırı
  • celandine:basurotu, kırlangıçotu
  • celebrate:anmak, aşai rabbani ayinini yönetmek, ayin yapmak, bayram yapmak, göklere çıkarmak, kutlamak, övmek, yönetmek
  • celebrated:meşhur, ünlü
  • celebrates:anmak, aşai rabbani ayinini yönetmek, ayin yapmak, bayram yapmak, göklere çıkarmak, kutlamak, övmek, yönetmek
  • celebration:anma, kutlama, tören
  • celebrations:anma, kutlama, tören
  • celebrities:şöhret, tanınmış kimse, ün, ünlü kimse
  • celebrity:şöhret, tanınmış kimse, ün, ünlü kimse
  • celebritys:şöhret, tanınmış kimse, ün, ünlü kimse
  • celerity:çabukluk, hız, sürat
  • celery:kereviz
  • celestial:çok iyi, gök, göksel, göksel varlık, gökyüzü ile ilgili, ilahi, kutsal, tanrısal
  • celiac:karın boşluğu ile ilgili, karın boşluğuna ait
  • celibacy:bekârlık
  • celibate:bekâr, bekâr kimse, dini nedenlerle evlenmeyen, dini nedenlerle evlenmeyen kimse
  • cell:göz, hücre, oda, petek gözü, pil
  • cellar:bodrum, kiler, mahzen, şarap stoğu
  • cellarage:bodrum, mahzen kirası, mahzenlik yer
  • cellarer:kilerci, manastır kilercisi
  • celled:hücreli
  • cellist:çello çalan kimse, viyolonsel çalan müzisyen
  • cello:çello, viyolonsel
  • cellophane:şeffaf kâğıt, selofan
  • cells:göz, hücre, oda, petek gözü, pil
  • cellular:ajurlu, gözenekli olan, hücre, hücre ile ilgili, hücreli, hücresel
  • celluloid:selüloit
  • cellulose:selüloz
  • celsius:selsius
  • celt:hint-avrupa kökenli kavim, kelt
  • celtic:kelt, keltçe
  • cembalo:çembalo, klavsen, klavyeli ve telli bir çalgı
  • cement:betonlamak, çimento, çimentolamak, diş kökünün dışındaki tabaka, dolgu maddesi, dostluk bağı, güçlendirmek, macun, pekiştirmek, sağlamlaştırmak, tutkal, yapıştırmak, zamk
  • cementation:bağlılık, çimentolama, sementasyon, tavlama, yapıştırma
  • cemented:betonlamak, çimentolamak, güçlendirmek, pekiştirmek, sağlamlaştırmak, yapıştırmak
  • cementing:betonlamak, çimentolamak, güçlendirmek, pekiştirmek, sağlamlaştırmak, yapıştırmak
  • cemetery:kabristan, mezarlık, şehitlik
  • cencorship:sansür, sansür kurulu
  • cenobite:manastırda yaşayan tarikat üyesi
  • cenotaph:anıt mezar, temsili mezara dikilen taş
  • cense:buhur yakmak, tütsülemek
  • censed:buhur yakmak, tütsülemek
  • censer:buhurluk, tütsü kabı
  • censor:bilinçaltını kontrol etme gücü, denetçi, sansür memuru, sansür uygulamak, sansürcü, sansürlemek
  • censored:sansür uygulamak, sansürlemek
  • censoring:sansür uygulamak, sansürlemek
  • censorious:devamlı kusur bulan, eleştirici, tenkitçi
  • censorship:sansür, sansür kurulu
  • censurable:eleştirilebilir, eleştiriyi hak eden
  • censure:eleştiri, eleştirmek, kınama, kınamak, suçlama, suçlamak, tenkit, tenkit etmek
  • censured:eleştirmek, kınamak, suçlamak, tenkit etmek
  • censuring:eleştirmek, kınamak, suçlamak, tenkit etmek
  • census:nüfus sayımı, sayım
  • cent:doların yüzde biri, sent
  • centaury:kantaron
  • centenarian:asırlık, asırlık kimse, yüz yaşında, yüz yaşını aşmış kimse, yüzyıllık
  • centenary:asır, asırlık, yüzüncü yıldönümü, yüzyıl, yüzyılda bir olan, yüzyıllık
  • centennial:yüzüncü yıldönümü, yüzüncü yıldönümü ile ilgili, yüzyılla ilgili, yüzyıllık
  • center:çevresinde dönüp dolaşmak, çevresini dönüp dolaşmak, göbek, ılımlı kimse, ılımlı politik görüş, kemer inşaat desteği, konsantre olmak, kubbe inşaat desteği, merkez, merkezde toplamak, merkezde toplanmak, odak, orta, orta alan, orta alan oyuncusu, ortalamak, ortaya gelmek, ortaya yerleştirmek, punta, santra, sente, yoğunlaşmak
  • centerboard:işler omurga, salma omurga
  • centered:çevresinde dönüp dolaşmak, çevresini dönüp dolaşmak, konsantre olmak, merkezde toplamak, merkezde toplanmak, ortalamak, ortaya gelmek, ortaya yerleştirmek, yoğunlaşmak
  • centering:çevresinde dönüp dolaşmak, çevresini dönüp dolaşmak, konsantre olmak, merkezde toplamak, merkezde toplanmak, ortalamak, ortaya gelmek, ortaya yerleştirmek, yoğunlaşmak
  • centerpiece:en can alıcı bölüm, en etkileyici bölüm, göbek, orta parçası
  • centesimal:yüzde bir, yüzde birlik, yüzüncü
  • centigrade:santigrat, santigrat derece ile ilgili, yüz dereceye bölünmüş
  • centimeter:santimetre
  • centimeters:santimetre
  • centimetre:santimetre
  • centimetres:santimetre
  • centipede:kırkayak
  • central:asıl, baş, esas, merkezde olan, merkezi, önde gelen, orta, santral, santral memuru
  • centralism:merkezcilik
  • centralist:merkezci
  • centralization:merkezcilik, merkezileştirme
  • centralize:merkezde toplamak, merkeze bağlamak, merkeze bağlanmak, merkezleşmek, merkezleştirmek
  • centre:çevresinde dönüp dolaşmak, çevresini dönüp dolaşmak, göbek, ılımlı kimse, ılımlı politik görüş, kemer inşaat desteği, konsantre olmak, kubbe inşaat desteği, merkez, merkezde toplamak, merkezde toplanmak, odak, orta, orta alan, orta alan oyuncusu, ortalamak, ortaya gelmek, ortaya yerleştirmek, punta, santra, sente, yoğunlaşmak
  • centreboard:işler omurga, salma omurga
  • centrepiece:en can alıcı bölüm, en etkileyici bölüm, göbek, orta parçası
  • centric:merkez, merkeze ait, merkezi
  • centrical:merkez, merkeze ait, merkezi
  • centrically:merkez, merkeze ait, merkezi
  • centrifugal:merkezden uzaklaşan, merkezkaç, santrifüj
  • centrifuge:santrifüj, santrifüjlemek, santrifüjör
  • centring:çevresinde dönüp dolaşmak, çevresini dönüp dolaşmak, konsantre olmak, merkezde toplamak, merkezde toplanmak, ortalamak, ortaya gelmek, ortaya yerleştirmek, yoğunlaşmak
  • centripetal:merkezcil, merkeze doğru olan
  • centuple:yüz ile çarpmak, yüz katı, yüz katına çıkarmak, yüz misli
  • centuplicate:yüz ile çarpmak, yüz katı, yüz katına çıkarılmış miktar, yüz katına çıkarmak, yüz misli, yüzle çarpılmış sayı
  • century:asır, yüz dolar, yüz kişilik bölük, yüz taneden oluşan grup, yüzyıl
  • cephalic:başa ait, kafada olan, kafadan
  • cephalopod:kafadanbacaklı
  • cephalous:başlı, kafası olan
  • ceramic:çini, porselen, seramik
  • ceramics:çömlekçilik, seramik eşya, seramikçilik
  • ceramist:çinici, seramikçi
  • cereal:hububat, kahvaltılık gevrek, mısır gevreği, tahıl, tahıllı
  • cereals:hububat, kahvaltılık gevrek, mısır gevreği, tahıl
  • cerebellum:beyincik, dimağçe
  • cerebral:beyin, beyin ile ilgili, beyinsel
  • cerebrate:beynini çalıştırmak, düşünmek
  • cerebration:beyin faaliyeti, düşünme
  • cerebrum:beyin
  • cerecloth:kefen bezi, mumlu bez
  • cerement:kefen, kefen bezi
  • cerements:kefen, kefen bezi
  • ceremonial:ayin, dini törenle ilgili, merasim, merasimli, resmi, seremoni, tören, törensel
  • ceremonies:merasim
  • ceremonious:dini törenle ilgili, fazlasıyla nazik, merasime düşkün, merasimli, resmi, törensel
  • ceremony:ayin, dini tören, dinsel tören, merasim, nezaket kuralları, protokol, resmilik, resmiyet, seremoni, tören
  • cerise:kiraz kırmızısı
  • cert:sertifika
  • certain:belirlenmiş, belirli, belli, emin, falanca, güvenilir, herhangi bir, kesin, kuşkusuz, muhakkak, mutlâk, şüphesiz
  • certainly:elbette, kesinlikle, kuşkusuz, muhakkak, şüphesiz
  • certainly!:tabii!
  • certainty:katiyet, kesin olan şey, kesinlik
  • certifiable:beyan edilmesi zorunlu, bildirilebilir, doğrulanabilir, doşrulanabilir, kaçık, onaylanabilir, zırdeli
  • certificate:belge, belge vermek, belgelemek, diploma, kimlik, ruhsat, ruhsat vermek, sertifika, tasdikname
  • certificated:belgeli, onaylanmış, onaylı, resmi
  • certificates:belge, belge vermek, belgelemek, diploma, kimlik, ruhsat, ruhsat vermek, sertifika, tasdikname
  • certification:belgeleme, onay, onaylama, ruhsat
  • certified:belgeye bağlı, deliliği belgelenmiş, diploma, garanti edilmiş, onaylı, taahhütlü, tasdikli
  • certify:belge vermek, deli raporu vermek, doğrulamak, garantilemek, havale etmek, kabul etmek, kanıtlamak, onaylamak, tasdik etmek, tasdiklemek
  • certitude:katiyet, kesinlik
  • cerulean:gök mavisi
  • cerumen:kulak kiri
  • ceruse:fondöten, üstübeç
  • cervical:boyun, boyuna ait, rahim boynu ile ilgili
  • cervine:geyik gibi, geyik ile ilgili
  • cervix:boyna benzer kısım, boyun, rahim boynu
  • cessation:ara, durma, fasıla, kesilme
  • cession:çekilme, devir, devretme, terk, vazgeçme
  • cesspit:çöp çukuru, fosseptik, lağım çukuru
  • cesspool:çöp çukuru, çöplük, fosseptik, lağım çukuru, pislik yuvası
  • cestode:bağırsak şeridi, kurt, parazit
  • cestoid:bağırsak şeridi, kurt, parazit
  • cetacean:memeli deniz hayvanı
  • ceylon:seylan, seylan adası, seylan adası ile ilgili, sri lanka’da üretilen
  • chafe:aşınmak, berelenmek, gücendirmek, gücenmek, kızdırmak, kızmak, ovalamak, ovuşturmak, rahatsız etmek, rahatsız olmak, sürtmek, sürtünmek, yaralamak, yıpratmak
  • chafed:aşınmak, berelenmek, gücendirmek, gücenmek, kızdırmak, kızmak, ovalamak, ovuşturmak, rahatsız etmek, rahatsız olmak, sürtmek, sürtünmek, yaralamak, yıpratmak
  • chaff:ıvır zıvır, kesmek, kıyılmış hayvan yemi, önemsiz mesele, şaka, şaka etmek, şakalaşma, saman, saman tozu, takılmak, ufalamak
  • chaffer:alışverişte bulunmak, çekişme, çekişmek, pazarlık, pazarlık etmek
  • chaffing:kesmek, şaka etmek, takılmak, ufalamak
  • chafing:aşınmak, berelenmek, gücendirmek, gücenmek, kızdırmak, kızmak, ovalamak, ovuşturmak, rahatsız etmek, rahatsız olmak, sürtmek, sürtünmek, yaralamak, yıpratmak
  • chagrin:hayal kırıklığı, hayal kırıklığına uğratmak, hüsran, kırgınlık, ümidini kırmak, üzmek, üzüntü
  • chagrined:kırgın, üzgün
  • chain:boyunduruk, dizi, kayıt altına almak, ölçme zinciri, ölçme zinciri ile ölçmek, seri, silsile, sınırlama, zincir, zincire vurmak, zincirlemek
  • chained:kayıt altına almak, ölçme zinciri ile ölçmek, zincire vurmak, zincirlemek
  • chaining:kayıt altına almak, ölçme zinciri ile ölçmek, zincire vurmak, zincirlemek
  • chair:başkanlık etmek, başkanlık makamı, elektrikli sandalye, iskemle, koltuk, kürsü, makam, makama geçirmek, sandalye, sandâlyeye oturtmak, tahtırevan, yetki vermek, yönetmek
  • chairman:başkan, reis, tahtırevan taşıyıcısı, tekerlekli sandalye sürücüsü
  • chairmanship:başkanlık
  • chairperson:başkan
  • chairwoman:kadın başkan
  • chaise:hafif gezinti arabası
  • chalcedony:alaca akik
  • chalcography:bakır hakkaklığı
  • chalet:ahşap sayfiye evi, dağ evi
  • chalice:kadeh, kadeh şeklinde gonca
  • chalk:beyazlatmak, kireç taşı, tebeşir, tebeşir katmak, tebeşirle çizilen çizgi, tebeşirle çizmek, tebeşirle yazmak
  • chalkstone:nıkris uru
  • chalky:kireçli, tebeşirli
  • challengable:meydan okunabilir
  • challenge:bağışıklık, boy ölçüşmek, davet, davet etmek, düelloya davet etmek, dürtü, havlamaya başlama, havlamaya başlamak, hiçe saymak, insanı kamçılayan bir durum, itiraz, itiraz etmek, kafa tutmak, kimlik sorma, meydan okuma, meydan okumak, parola sorma, reddetme, reddetmek, tartışmak
  • challenged:boy ölçüşmek, davet etmek, düelloya davet etmek, havlamaya başlamak, hiçe saymak, itiraz etmek, kafa tutmak, meydan okumak, reddetmek, tartışmak
  • challenger:meydan okuyucu, mücâdeleye davet eden kişi
  • challengers:meydan okuyucu, mücâdeleye davet eden kişi
  • challenging:boyun eğmez, büyüleyici, dürtücü, ilgi çekici, kamçılayıcı
  • chalybeate:demir tuzları içeren, demirli
  • chamber:bölme, boşluk, büro, hakimin özel odası, kabul salonu, oda, yasama meclisi, yatak odası
  • chamberlain:kâhya, muhasebeci, teşrifatçı
  • chambermaid:oda hizmetçisi
  • chamberpot:lazımlık, sürgü
  • chambers:kiralık odalar
  • chameleon:bukalemun
  • chamfer:kanal, oluk, oluk açmak, şev açma aleti, şev yapmak, yiv
  • chamois:dağ keçisi, elik, güderi
  • chamomel:sarı papatya
  • chamomile:sarı papatya
  • champ:çiğnemek, hapur hupur çiğnemek, ısırmak, şampiyon
  • champagne:şampanya, şampanya rengi
  • champion:desteklemek, destekleyici, en iyi, galip, müdafaa etmek, mükemmel, şampiyon, savunmak, savunucu, uğrunda mücadele vermek, üstün niteliklere sahip kimse
  • championing:desteklemek, müdafaa etmek, savunmak, uğrunda mücadele vermek
  • championship:şampiyonluk, üstünlük
  • championships:şampiyona
  • chance:baht, denemek, fırsat, göze almak, ihtimal, imkân, kısmet, olasılık, risk, riske girmek, riziko, şans, şans eseri olan, şans eseri olmak, tâlih, tesadüf, tesadüfen olmak, tesadüfi
  • chancel:kilisede rahip ve koronun yeri
  • chancellery:idare, idari işler
  • chancellor:bakan, başbakan, rektör, yüksek makamlı resmi görevli
  • chancery:temyiz mahkemesi, yargıtay, yüksek mahkeme
  • chances:baht, denemek, fırsat, göze almak, ihtimal, imkân, kısmet, olasılık, risk, riske girmek, riziko, şans, şans eseri olmak, tâlih, tesadüf, tesadüfen olmak
  • chancre:frengi çıbanı, şankr
  • chancy:kesin olmayan, riskli, şüpheli
  • chandelier:avize
  • chandler:mum satan kimse, mum yapımcısı, mumcu
  • change:aktarmak, borsa, bozdurmak, bozmak, bozuk para, değiş tokuş etmek, değişiklik, değişim, değişmek, değiştirmek, demir para, dönüşmek, haline gelmek, para üstü, takas etmek, üstü, üzerini değişmek, yenilik
  • changeability:değişebilirlik, değişkenlik, istikrarsızlık, kararsızlık
  • changeable:değişebilir, değişken, değiştirilebilir, dönek, istikrarsız, kararsız
  • changed:değişmiş, değiştirilmiş
  • changeful:değişken, dönek, istikrarsız, kararsız
  • changeless:değişmez, sabit
  • changeling:perilerin değiştirdiği çocuk
  • changeover:geçiş, kale değişimi, yöntem değiştirme
  • changer:değiştiren, takası yapan
  • changers:değiştiren, takası yapan
  • changing:bozma, değişen, değişim, değişme, değiştirme
  • channel:bağlantı, iletişim, kanal, kanal açmak, kanala dökmek, maceraya sevketmek, nehir yatağı, oluk, suyolu, yol, yön
  • channeled:kanal açmak, kanala dökmek, maceraya sevketmek
  • channeling:kanal açmak, kanala dökmek, maceraya sevketmek
  • channelled:kanal açmak, kanala dökmek, maceraya sevketmek
  • channels:bağlantı, iletişim, kanal, kanal açmak, kanala dökmek, maceraya sevketmek, nehir yatağı, oluk, suyolu, yol, yön
  • chant:çok tekrarlanıp bıktıran söz, dini şarkı, ilahi, ilahi söylemek, monoton bir sesle söylemek, monoton şarkı, monoton ses tonu, şarkı söylemek, tekrarlayıp durmak, terane, terane tutturmak
  • chanterelle:sarı renkli bir tür mantar
  • chantey:gemi şarkıcısı
  • chanticleer:horoz
  • chanting:ilahi söylemek, monoton bir sesle söylemek, şarkı söylemek, tekrarlayıp durmak, terane tutturmak
  • chanty:baraka, külübe
  • chaos:kaos, kargaşa, karışıklık, keşmekeş
  • chaotic:düzensiz, karmakarışık, karman çorman
  • chaotically:düzensizce, karmakarışık biçimde, karman çorman olarak
  • chap:adam, ahbap, arkadaş, çatlak, çatlamak, çatlatmak, çene, kızartmak, yanaklar, yarık, yarılmak
  • chapel:basımevi çalışanları sendikası, ibadet odası, küçük kilise, mabet, tapınak
  • chaperon:genç kıza eşlik eden kadın, genç kıza eşlik etmek, şaperon
  • chapfallen:kederli, mahzun
  • chapiter:başlık
  • chaplain:papaz, vaiz
  • chaplaincy:papazlık, papazlık makamı, vaizlik
  • chaplet:boncuk dizisi, çelenk, çiçekten taç, küçük tespih
  • chapman:işportacı, seyyar satıcı
  • chapped:çatlak, çatlamış
  • chappy:çatlak, çatlamış, yarık, yarılmış
  • chaps:adam, ahbap, arkadaş, çatlak, çatlamak, çatlatmak, çene, kızartmak, yanaklar, yarık, yarılmak
  • chapter:bahis, bölüm, dernek bölge kuruluşu, dini meclis toplantısı, kısım
  • chapterhouse:bölgesel dernek binası, papazlar meclisi binası
  • chapters:bahis, bölüm, dernek bölge kuruluşu, dini meclis toplantısı, kısım
  • char:ev işi, gündelik ev işi, gündelikçilik yapmak, karbonlaşmak, karbonlaştırmak, kömür haline getirmek, kömürleşmek, temizlikçilik yapmak
  • charabanc:açık omnibüs, gezinti otobüsü
  • character:ahlâk, bonservis, el yazısı, harf, harf türü, huy, işaret, isim, kahraman, karakter, karakteristik yapı, kişilik, nitelik, özellik, şan, sıfat, tabiat
  • characterisation:niteleme, tanımlama, tarif
  • characterise:ayırt edici özellik olmak, canlandırmak, farklı olmasını sağlamak, karakterize etmek, nitelendirmek, simgelemek, simgesi olmak, tanımlamak
  • characterising:ayırt edici özellik olmak, canlandırmak, farklı olmasını sağlamak, karakterize etmek, nitelendirmek, simgelemek, simgesi olmak, tanımlamak
  • characteristic:karakteristik, nitelik, özellik, özgün, tipik, vasıf
  • characteristical:karakteristik, tipik
  • characteristically:karakteristik olarak, tipik olarak
  • characteristics:nitelik, özellik, vasıf
  • characterization:niteleme, tanımlama, tarif
  • characterize:ayırt edici özellik olmak, canlandırmak, farklı olmasını sağlamak, karakterize etmek, nitelendirmek, simgelemek, simgesi olmak, tanımlamak
  • characterized:ayırt edici özellik olmak, canlandırmak, farklı olmasını sağlamak, karakterize etmek, nitelendirmek, simgelemek, simgesi olmak, tanımlamak
  • characterizing:ayırt edici özellik olmak, canlandırmak, farklı olmasını sağlamak, karakterize etmek, nitelendirmek, simgelemek, simgesi olmak, tanımlamak
  • characterless:ahlaksız, karaktersiz
  • characters:ahlâk, bonservis, el yazısı, harf, harf türü, huy, işaret, isim, kahraman, karakter, karakteristik yapı, kişilik, nitelik, özellik, şan, sıfat, tabiat
  • charade:maskaralık, sessiz sinema oyunu
  • charades:maskaralık, sessiz sinema oyunu
  • charasteristics:nitelik, özellik, vasıf
  • charbroil:mangalda ızgara yapmak, mangalda pişirmek
  • charcoal:karakalem, karakalem resim, kömür, mangal kömürü
  • chard:pazı
  • charge:aydınlatmak, bilgi vermek, doldurmak, doluluk miktarı, doz, emir, görev, gözaltı, hapis, hücum, hücum etmek, iddia, ipotek, itham etmek, kredi kartından almak, masraf, nezaret, ödetmek, saldırı, saldırmak, şarj etme, şarj etmek, sorumlu tutmak, sorumluluk, suçlama, suçlamak, talep, talimat, tembihlemek, ücret, uyarmak, üzerine atmak, yük, yükleme, yüklemek, yükümlülük
  • chargeable:hesaba geçirilebilir, masrafa tabi, ödetilebilir, suçlanabilir
  • charged:heyecan dolu, heyecan yaratan, yüklü
  • charger:düz ve büyük tabak, imlâ dinamosu, şarj dinamosu, savaş atı, süvari atı
  • charges:aydınlatmak, bilgi vermek, doldurmak, doluluk miktarı, doz, emir, görev, gözaltı, hapis, hücum, hücum etmek, iddia, ipotek, itham etmek, kredi kartından almak, masraf, nezaret, ödetmek, saldırı, saldırmak, şarj etme, şarj etmek, sorumlu tutmak, sorumluluk, suçlama, suçlamak, talep, talimat, tembihlemek, ücret, uyarmak, üzerine atmak, yük, yükleme, yüklemek, yükümlülük
  • charging:doldurma, itham
  • chariot:iki tekerlekli araba
  • charioteer:arabacı, iki tekerlekli araba sürücüsü
  • charisma:çekicilik, etkileyicilik, karizma
  • charismatic:büyüleyici bir çekiciliği olan, çekici, etkileyici, sempati uyandıran
  • charitable:hayırsever, merhametli, müşfik, şefkâtli, yardımsever
  • charitableness:hayırseverlik, merhamet, yardımseverlik
  • charities:hayır, hayır işi, hayır kurumu, hayırseverlik, merhamet, sadaka, yardımseverlik
  • charity:hayır, hayır işi, hayır kurumu, hayırseverlik, merhamet, sadaka, yardımseverlik
  • charivari:ahenksiz sesler, curcuna, gürültü, patırtı
  • charlady:gündelikçi kadın, temizlikçi kadın
  • charlatan:dolandırıcı kimse, sahte doktor, şarlatan
  • charlatanry:dolandırıcılık, şarlatanlık
  • charlock:yabani hardal
  • charlotte:meyveli puding
  • charm:afsun, albeni, alımlılık, büyü, büyülemek, cazibe, cazip gelmek, çekicilik, çekmek, cezbetmek, hayran bırakmak, korumak, memnun etmek, muska, nazarlık, sevimlilik, sihir, tılsım
  • charmer:büyücü, büyüleyici kimse, sihirbaz, yılan oynatıcı
  • charming:alımlı, büyüleyici, cazibeli, çekici, hoş, sevimli
  • charms:cazibe, güzellik
  • charnel:kabristan, mezarlık
  • charnelhouse:cesetlerin koyulduğu yer, ölü kemiklerinin koyulduğu yer
  • charred:gündelikçilik yapmak, karbonlaşmak, karbonlaştırmak, kömür haline getirmek, kömürleşmek, temizlikçilik yapmak
  • chart:çizelge, çizelge ile göstermek, deniz haritası, grafik, harita köşkü, haritasını yapmak, kroki, plan, plânını çizmek, planlamak, popüler müzik listesi, portolon, tablo
  • charter:ayrıcalık, kiralama, kiralamak, kontrat, patent, sözleşme, tanımak, tutmak, tüzük, vermek
  • chartered:kiralamak, tanımak, tutmak, vermek
  • chartism:cartizm
  • charwoman:gündelikçi kadın, hizmetçi, temizlikçi kadın
  • chary:cimri, idareli, ihtiyatlı, sakınan, temkinli, tutumlu
  • chase:av, avlanma bölgesi, hakketmek, hızla geçip gitmek, iz sürme, izlemek, kabartma işlemek, kovalama, kovalamak, oluk, oymak, peşinde olmak, peşine düşmek, takip, takip etmek, yiv, zıvana açmak
  • chaser:avcı, avcı gemisi, avcı uçağı, çapkın, cila, diş açma bıçağı, hovarda, keski, kovalayan, pekiştirme mektubu
  • chases:av, avlanma bölgesi, hakketmek, hızla geçip gitmek, iz sürme, izlemek, kabartma işlemek, kovalama, kovalamak, oluk, oymak, peşinde olmak, peşine düşmek, takip, takip etmek, yiv, zıvana açmak
  • chasing:takip, takip etme
  • chasm:ara, boşluk, duygusal farklılık, kanyon, uçurum, yarık
  • chasse:yanlamasına bir dans türü, yanlamasına dans etmek
  • chassis:alt düzen, ana gövde, şasi, top kızağı
  • chaste:erdemli, gösterişsiz, iffetli, nezih, sade, temiz
  • chasten:basitleştirmek, ıslah etmek, sadeleştirmek, terbiye etmek, yola getirmek, yumuşatmak
  • chastened:basitleştirmek, ıslah etmek, sadeleştirmek, terbiye etmek, yola getirmek, yumuşatmak
  • chastening:basitleştirmek, ıslah etmek, sadeleştirmek, terbiye etmek, yola getirmek, yumuşatmak
  • chastise:cezalandırmak, dayak atmak, dövmek, eleştirmek, suçlamak, yerden yere vurmak
  • chastisement:cezalandırma, dayak
  • chastising:cezalandırmak, dayak atmak, dövmek, eleştirmek, suçlamak, yerden yere vurmak
  • chastity:iffet, ırz, namusluluk, saflık, temizlik
  • chasuble:cüppe, papaz cüppesi
  • chat:çene çalmak, gevezelik etmek, hoşbeş, hoşbeş etmek, kandırmaya çalışmak, konuşma, lafa tutmak, laflamak, ötücü kuş türü, sohbet, sohbet etmek, söyleşi, söyleşmek
  • chateau:şato
  • chattel:köle, menkul mal, taşınır mal
  • chattels:menkul kıymetler, taşınır mallar
  • chatter:aptalca ve çok konuşmak, çatırdamak, çene çalmak, dırdır, gevezelik etmek, gıcırdatmak, konuşkan kimse, konuşup durmak, laklak etmek
  • chatterbox:ağustosböceği, boşboğaz, çenebaz, çenesi düşük kimse, geveze kimse, konuşkan kimse
  • chattered:aptalca ve çok konuşmak, çatırdamak, çene çalmak, gevezelik etmek, gıcırdatmak, konuşup durmak, laklak etmek
  • chatterer:dırdırcı, farfaracı, geveze, lafebesi
  • chattering:geveze, gevezelik
  • chatting:söyleşi
  • chatty:çenesi düşük, geveze, konuşkan, konuşma biçiminde, sohbet tarzında
  • chauffeur:özel şoför, özel şoförlük yapmak, şoför
  • chauvinism:aşırı milliyetçilik, şovenizm, şovenlik
  • chauvinist:şoven, şovenist
  • chauvinistic:aşırı milliyetçi, şoven
  • chauvinistical:aşırı milliyetçi, şoven
  • cheap:aciz, bayağı, değersiz, kalitesiz, ucuz, ucuza, uğraşsız, zahmetsiz
  • cheapen:değeri düşmek, değerini düşürmek, ucuzlamak, ucuzlatmak
  • cheapened:değeri düşmek, değerini düşürmek, ucuzlamak, ucuzlatmak
  • cheapening:değeri düşmek, değerini düşürmek, ucuzlamak, ucuzlatmak
  • cheaper:aciz, bayağı, değersiz, kalitesiz, ucuz, uğraşsız, zahmetsiz
  • cheapest:en ucuz
  • cheapjack:adi, kalitesiz, salı pazarı, ucuz mal satan seyyar satıcı
  • cheaply:değersiz biçimde, ucuz, ucuza, zahmetsizce
  • cheapness:kalitesizlik, ucuzluk
  • cheapskate:avantacı kimse, cimri
  • cheat:aldatma, aldatmak, dolandırıcı, dolandırıcılık, dolandırmak, dümen, hile, hile yapmak, hilebaz, hilekâr, hileyle elinden almak, ihanet etmek, kandırmak, kazık atmak, kazıklamak, keklemek, aldatmak, razı etmek, üçkâğıt, üçkâğıtçı
  • cheated:aldatmak, dolandırmak, hile yapmak, hileyle elinden almak, ihanet etmek, kandırmak, kazık atmak, kazıklamak, keklemek, aldatmak, razı etmek
  • cheater:aldatan kimse, dolandırıcı, hilebaz, hilekâr
  • cheating:aldatan, dalavere, dolap, hile, hilekârlık
  • check:alıkoymak, ara, çek, çek keşide etmek, çek yazmak, check, denetim, denetleme, denetlemek, durdurma, durdurmak, ekose, emanete bırakmak, engel, fasıla, fiş, frenlemek, gemlemek, gözden geçirmek, karelerle kaplamak, karşılaştırma, karşılaştırmak, kısmak, kontrol, kontrol belgesi, kontrol etmek, kontrol işareti, kontrol işareti koymak, köpeğin koku alamayıp durması, makbuz, marka, şah, şah demek, tutmak
  • checkback:araştırma, soruşturma
  • checkbook:çek defteri
  • checked:damalı, ekoseli, kareli
  • checker:dama oyunu, damalı yapmak, değişiklik katmak, denetçi, ekose deseni, ekose deseni ile kaplamak, kare, kare desen, kare kare yapmak, kontrolör
  • checkered:damalı, ekoseli, inişli çıkışlı, kareli, karışık
  • checkers:dama
  • checkin:giriş, kayıt
  • checking:denetleme
  • checkmate:mat, mat etmek, yenilgi, yenmek
  • checkoff:kontrol işareti koymak
  • checkout:ayrılma, çıkış, kasa
  • checkouts:ayrılma, çıkış, kasa
  • checkover:araştırma, inceleme
  • checkpoint:kontrol noktası
  • checkroom:emanet bürosu, vestiyer
  • checkup:araştırma, inceleme, sağlık kontrolü
  • cheek:arsızca konuşmak, arsızlık, avurt, küstahlık, küstahlık etmek, saygısızca konuşmak, yanak, yüzsüzlük
  • cheekbone:elmacık kemiği
  • cheeked:yanaklı
  • cheekily:arsızca, küstahça, yüzsüzce
  • cheekiness:arsızlık, küstahlık, yüzsüzlük
  • cheeks:mengene kıskacı, yan parçalar
  • cheeky:arsız, küstah, yüzsüz
  • cheep:cıvıldamak, cıvıldayarak söylemek, cıvıltı
  • cheeping:cıvıltı
  • cheepy:cıvıltılı
  • cheer:alkış, alkışlamak, avuntu, avutmak, ferahlamak, huy, keyif, keyiflendirmek, misafirperverlik, mizaç, neşe, neşelendiren şey, neşelendirmek, neşeli sesler çıkarmak, sevinç çığlığı, sevinçle bağırmak, teselli, teselli etmek, teşvik etmek, tezahürat, yiyecek erzak
  • cheer!:alkış, alkışlamak, avuntu, avutmak, ferahlamak, huy, keyif, keyiflendirmek, misafirperverlik, mizaç, neşe, neşelendiren şey, neşelendirmek, neşeli sesler çıkarmak, sevinç çığlığı, sevinçle bağırmak, teselli, teselli etmek, teşvik etmek, tezahürat, yiyecek erzak
  • cheerful:içten gelen, istekli, keyifli, mutluluk veren, neşe saçan, neşelendirici, neşeli, şen
  • cheerfully:içten gelen, keyifli, neşe saçan, neşeli, neşeyle
  • cheerfulness:neşe, neşelilik
  • cheeriness:neşe, neşelilik
  • cheerio:eyvallah!, hoşça kal!, sağlığınıza!, şerefe!
  • cheerio!:eyvallah!, hoşça kal!, sağlığınıza!, şerefe!
  • cheerleader:amigo, tezahürat yaptıran kimse
  • cheerless:hüzünlü, iç karartan, kasvetli, keyifsiz, neşesiz
  • cheerlessly:kasvetle, keyifsiz bir biçimde, neşesiz
  • cheerlessness:kasvet
  • cheers:alkışlar, şerefe, tezahürat
  • cheers!:bravo!, şerefe!, yaşa!
  • cheery:keyifli, neşe saçan, neşe saçarak, neşeli, neşeyle, şen
  • cheese:doğru, meyve konservesi, peynir, peynir kalıbı
  • cheesecake:cheesecake, peynirli pasta, seksi kadın posteri
  • cheesecloth:tülbent
  • cheeseparing:cimri, değersiz şey, hesapçı kimse, pinti
  • cheetah:çita, leopar benzeri bir yabani kedi
  • chef:ahçı, ahçıbaşı, şef
  • chela:kıskaç
  • chemical:kimya, kimyasal, kimyevi
  • chemise:iç gömleği, kombinezon
  • chemist:eczacı, kimyager
  • chemistry:doğal etkileme, kimya, madde yapısı, yapı
  • chemists:eczacı, kimyager
  • chemist’s:eczacı, kimyager
  • chemotherapy:kanser tedavisi, kemoterapi, kimyasal maddelerle tedavi
  • cheque:alıkoymak, ara, çek, çek keşide etmek, çek yazmak, check, denetim, denetleme, denetlemek, durdurma, durdurmak, ekose, emanete bırakmak, engel, fasıla, fiş, frenlemek, gemlemek, gözden geçirmek, karelerle kaplamak, karşılaştırma, karşılaştırmak, kısmak, kontrol, kontrol belgesi, kontrol etmek, kontrol işareti, kontrol işareti koymak, köpeğin koku alamayıp durması, makbuz, marka, şah, şah demek, tutmak
  • chequer:dama oyunu, damalı yapmak, değişiklik katmak, denetçi, ekose deseni, ekose deseni ile kaplamak, kare, kare desen, kare kare yapmak, kontrolör
  • chequerboard:dama tahtası
  • chequered:damalı, ekoseli, inişli çıkışlı, kareli, karışık
  • cheques:ara, çek, check, denetim, denetleme, durdurma, ekose, engel, fasıla, fiş, karşılaştırma, kontrol, kontrol belgesi, kontrol işareti, köpeğin koku alamayıp durması, makbuz, marka, şah
  • cherish:aziz tutmak, bağrına basmak, beslemek, değer vermek, şefkât göstermek, sevgi ile muamele etmek, yaşatmak
  • cherished:aziz tutmak, bağrına basmak, beslemek, değer vermek, şefkât göstermek, sevgi ile muamele etmek, yaşatmak
  • cheroot:bir tür puro
  • cherries:kiraz, kiraz ağacı, kızlık, kızlık zarı, vişne
  • cherry:kiraz, kiraz ağacı, kiraz kırmızısı, kırmızı, kızlık, kızlık zarı, vişne
  • chert:kuvarslı bir tür kaya
  • cherub:melek, melek çocuk, melek çocuk resmi, nur yüzlü kimse, nurtopu gibi çocuk
  • cherubic:melek gibi
  • chervil:frenk maydanozu
  • chess:köprü tahtası, satranç
  • chessboard:satranç tahtası
  • chessman:satranç taşı
  • chest:göğüs, göğüs kafesi, kasa, kutu, sandık
  • chesterfield:içten düğmeli bir tür palto, kabarık kanepe
  • chestnut:bayat espri, bayat fıkra, doru, kestane, kestane rengi, maron
  • chesty:büyük göğüslü, göğüsten gelen, kendini beğenmiş, küstah
  • chevalier:cesur ve mert kimse, silâhşör, şövalye, süvari
  • cheviot:koyun yününden yapılmış dokuma, sık yünlü bir koyun türü
  • chevron:çavuş nişanı, kol şeridi, onbaşı nişanı, zikzak çıta
  • chevrotain:küçük geviş getiren bir hayvan
  • chevy:avlamak, sıkıntı vermek, sıkmak
  • chew:çiğneme, çiğnemek, derin derin düşünmek, düşünüp taşınma, düşünüp taşınmak, kafa yormak, lokma, tütün çiğnemek, tütün parçası
  • chewed:çiğnemek, derin derin düşünmek, düşünüp taşınmak, kafa yormak, tütün çiğnemek
  • chewing:çiğneme
  • chewinggum:çiklet, sakız
  • chic:modaya uygun, şık, şıklık
  • chicago:chicago
  • chicane:dalavere, hile, hile ile elinden almak, hile yapmak, kozsuz el, pistteki engel, şike, şike yapmak
  • chicanery:aldatma, şike
  • chichi:gösterişli, süslü, yapmacık
  • chick:civciv, kız, piliç, yavru kuş
  • chicken:cesaret yoklama oyunu, civciv, kız, korkak, korkak davranmak, korkudan çekinmek, ödlek, piliç, tavuk, tavuk eti, toy, yavru kuş
  • chickenfeed:bozuk para, bozukluk, tavuk yemi
  • chickenhearted:korkak, ödlek, tavşan yürekli
  • chickenpox:suçiçeği
  • chickpea:nohut
  • chicle:sakız
  • chicory:hindiba
  • chid:ayıplamak, azarlamak, çıkışmak, söylenmek
  • chide:ayıplamak, azarlamak, çıkışmak, söylenmek
  • chiding:ayıplamak, azarlamak, çıkışmak, söylenmek
  • chief:amir, ana, armanın en üst kısmı, baş, belli başlı, en üst rütbeli, reis, şef
  • chiefly:başlıca, en çok
  • chieftain:başbuğ, başkan, çete reisi, kabile reisi, klan şefi
  • chieftaincy:başkanlık, şeflik
  • chieftainship:emaret
  • chiffonier:çamaşır dolabı, şifoniyer
  • chigger:ekin zararlısı, insan etine gömülen pire
  • chigoe:insan etine gömülen pire
  • chilblain:kızarıklık, mayasıl, şişlik
  • chilblains:kızarıklık, mayasıl, şişlik
  • child:çocuk, evlat, küçük, ürün, velet
  • childbearing:doğum
  • childbed:doğum hali, loğusa yatağı, loğusalık
  • childbirth:çocuk doğurma
  • childcare:çocuk bakımı
  • childhood:çocukluk, çocukluk çağı, küçüklük
  • childish:çocukça, çocuksu
  • childishness:çocuksuluk, dar düşüncelilik
  • childless:çocuğu olmayan, çocuksuz
  • childlike:çocuk ruhlu, içten, samimi
  • chili:kırmızı biber
  • chill:buz gibi, dondurmak, donmak, kaçırmak, kırmak, serinlik, soğuk, soğuk döküm kalıbı, soğukalgınlığı, soğukluk, titreme, ürperme, ürpermek, üşüme, üşümek, üşütmek, üşütücü
  • chilled:dondurulmuş, donmuş
  • chilli:kırmızı biber
  • chillier:serin, soğuk
  • chilliness:soğuk davranış, soğukluk
  • chilling:dondurucu, soğuk, üşütücü
  • chilly:serin, soğuk
  • chimaera:hayal ürünü korkunç yaratık, tüm başlılar sınıfından hayvan
  • chime:ahenk, ahenkle çalmak, ahenkli çan sesi, çalmak, melodi, uymak, uyum, vurmak
  • chimed:ahenkle çalmak, çalmak, uymak, vurmak
  • chimera:ateş püskürten canavar, canavar, gerçekleşmesi imkânsız düşünce, hayal ürünü korkunç yaratık, kuruntu, tüm başlılar sınıfından hayvan
  • chimerical:asılsız, boş, hayali, saçma
  • chimney:baca, krater, lamba şişesi, yanardağ ağzı
  • chimneypiece:şömine parçası
  • chimneysweep:baca temizleyicisi
  • chimp:şempanze
  • chimpanzee:şempanze
  • chin:çene, çene hizası, çene hizasına getirmek, çenenin altına sıkıştırmak, konuşmak
  • china:çini, porselen, porselen kap
  • chinaman:çinli
  • chinas:çin
  • chinaware:porselen eşya, porselen takımlar
  • chinch:tahtakurusu
  • chine:belkemiği, omurga, sırttan çıkarılan et
  • chinese:çin, çin ile ilgili, çince, çinli
  • chink:çatlak, metalik ses, metalik ses çıkartmak, para, şıkırdamak, şıkırdatmak, şıkırtı, şıngırdatmak, temiz para, yarık, yarıkları doldurmak
  • chinned:çene hizasına getirmek, çenenin altına sıkıştırmak, konuşmak
  • chintz:basma, perdelik kumaş
  • chintzy:adi, kötü, kreton
  • chinwag:çene, çene çalmak, gevezelik, havadan sudan konuşmak
  • chip:alaya almak, budamak, çatlak, çentik, çentmek, çöp, dilimlemek, fiş, havalandırmak, iz, kırılgan olmak, kırılmak, kırıntı, marka, mikrodevre, para, patates kızartması, takılmak, yonga, yontmak
  • chipboard:mukavva
  • chipmuck:çizgili sincap
  • chipmunk:çizgili sincap
  • chipped:alaya almak, budamak, çentmek, dilimlemek, havalandırmak, kırılgan olmak, kırılmak, takılmak, yontmak
  • chippendale:chippandale tarzı mobilya
  • chipping:matkap talaşı, taş parçaları
  • chippy:can sıkıcı, çentik, çentikli, orospu, sarhoşluktan olan, tatsız, yontuk
  • chips:cips, patates kızartması
  • chiromancer:el falına bakan kimse
  • chiromancy:el falı
  • chiropodist:ayak hastalıkları uzmanı
  • chiropodists:ayak hastalıkları uzmanı
  • chiropody:ayak bakımı
  • chirp:cıvıldamak, cıvıldar gibi sesler çıkarmak, cıvıltı
  • chirping:cıvıl cıvıl
  • chirpy:cıvıl cıvıl, neşeli
  • chirr:çekirge sesi çıkarmak
  • chirrup:cıvıltılı sesler çıkarmak
  • chisel:dolandırmak, iskarpela, kalem keski, kazıklamak, keski, oymacı kalemi, oymak, sızdırmak, yontmak
  • chiseled:keski ile yontulmuş, keskin
  • chiseler:dolandırıcı, para sızdıran kimse, üçkâğıtçı
  • chiselled:keski ile yontulmuş, keskin
  • chiseller:dolandırıcı, para sızdıran kimse, üçkâğıtçı
  • chiselling:dolandırmak, kazıklamak, oymak, sızdırmak, yontmak
  • chit:çocuk, not, para makbuzu, pusula, velet, yumurcak
  • chitchat:çene, çene çalmak, gevezelik, havadan sudan konuşmak, sohbet
  • chitterling:bumbar, kasaplık hayvan kalın bağırsağı
  • chitterlings:bumbar, kasaplık hayvan kalın bağırsağı
  • chivalrous:cesur, kibar, mert, şövalye gibi
  • chivalry:cesaret, kibarlık, mertlik, şövalyeler, şövalyelik, şövalyelik örgütü
  • chive:bıçak, bıçaklamak, frenksoğanı
  • chives:bıçak, frenksoğanı
  • chivvy:avlamak, rahatsız etmek, sıkmak
  • chivy:avlamak, rahatsız etmek, sıkmak
  • chloric:klorik
  • chloride:klorid
  • chlorinate:klorlamak
  • chlorinated:klorlamak
  • chlorine:klor
  • chloroform:kloroform, kloroform ile uyutmak, kloroform vermek
  • chlorophyl:klorofil
  • chlorophyll:klorofil
  • chlorosis:kloroz
  • chock:destek koymak, kızağa çekmek, kızak, odun parçası, sıkıca, sımsıkı, takoz, takozla desteklemek, tamamen, yomalık büyük kurtağzı
  • chockablock:ağzına kadar dolu, dopdolu, hıncahınç, sıkış tepiş, tıkışık
  • chocked:destek koymak, kızağa çekmek, takozla desteklemek
  • chockfull:dopdolu, tıklım tıklım
  • chocolate:çikolata, çikolata renkli, çikolatadan yapılmış, çikolatalı, çikolatalı şekerleme, fondan, koyu kahverengi
  • choice:elit, güzide, kalburüstü, kaliteli, seçenek, seçilen şey, seçim, seçkin, seçkin sınıf, seçkinler, seçme, seçme hakkı, şık, tercih, üstün
  • choiceness:seçkinlik
  • choices:seçenek, seçilen şey, seçim, seçkin sınıf, seçkinler, seçme, seçme hakkı, şık, tercih
  • choicest:kalburüstü
  • choir:kilise korosu, koro, koro yeri, koroda şarkı söylemek
  • choirboy:şarkıcı çocuk
  • choirmaster:koro yönetmeni
  • choke:baskılamak, bastırmak, boğarak öldürmek, boğma, boğmak, boğulmak, boğumlu tüfek namlusu, jigle, kısma bobini, kısmak, nefesini kesme, nefesini kesmek, ölmek, tıkamak, tıkanmak, tutmak
  • chokebore:boğumlu tüfek, tüfeğin boğumlu namlusu
  • choked:kısık, tıkanık, tıkanmış
  • choker:boğan kimse, boğan şey, boğazlı yaka, gerdanlık
  • chokers:boğan kimse, boğan şey, boğazlı yaka, gerdanlık
  • choking:boğucu
  • choky:boğucu, hapishane, kodes, tıkayan
  • choler:kızgınlık, öd, öfke, safra
  • cholera:kolera
  • choleric:asabi, çabuk öfkelenen, sinirli
  • cholesterol:kolesterol
  • choose:ayırmak, istemek, seçmek, tercih etmek, üstün tutmak, yeğlemek
  • chooser:seçici kimse, seçim yapan kimse
  • choosier:kılı kırk yaran, müşkülpesent, titiz, zor beğenen
  • choosing:seçen, seçici, seçme
  • choosy:kılı kırk yaran, müşkülpesent, titiz, zor beğenen
  • chop:ağız, balta ile kesmek, çene, çene kemiği, çırpıntı, darbe, doğrama, doğramak, işaret, kalite, kalite belgesi, kesmek, kırmak, külbastı, marka, mühür, pat diye söylemek, pirzola, söyleyivermek, vuruş, yandan vuruş yapmak, yarma, yarmak
  • chophouse:çin’de gümrük binası, et lokantası, lokanta
  • chopped:kıyılmış
  • chopper:akım kesici alet, balta, helikopter, kısa saplı balta, satır, takma diş
  • choppers:akım kesici alet, balta, helikopter, kısa saplı balta, satır, takma diş
  • choppet:akım kesici alet, balta, helikopter, kısa saplı balta, satır, takma diş
  • chopping:değişiklik, değişme, doğrama, iri, iri yarı, kıyım
  • choppy:çırpıntılı, dalgalı, değişen, değişken, durmadan yön değiştiren, istikrarsız, tutarsız
  • chops:ağız, balta ile kesmek, çene, çene kemiği, çırpıntı, darbe, doğrama, doğramak, işaret, kalite, kalite belgesi, kesmek, kırmak, külbastı, marka, mühür, pat diye söylemek, pirzola, söyleyivermek, vuruş, yandan vuruş yapmak, yarma, yarmak
  • chopstick:çinlilerin yemek yeme çubukları, çubuk
  • chopsticks:çin yemek çubukları
  • choral:koro, koro ile ilgili
  • chorale:dini orkestra parçası, koral
  • chord:akort, bağlama kirişi, duygu, his, kanat genişliği, kiriş, nüans, tel, ton
  • chore:günlük ev işi, sıkıcı iş, zevksiz iş
  • chorea:kora
  • choreographer:bale direktörü, kareograf
  • choreography:bale eserleri yazma sanatı, bale sanatı, koreografi
  • chores:çiftlik işleri, ev işleri, zor ve sıkıcı işler
  • choric:koro, koro gibi, koro ile ilgili
  • chorister:koro şefi, koro üyesi
  • choristers:koro şefi, koro üyesi
  • chortle:kıkır kıkır gülmek, kıkırdama, kıkırdamak
  • chortling:kıkır kıkır gülmek, kıkırdamak
  • chorus:hep bir ağızdan konuşmak, koro, koro ekibi, koro halinde söylemek, koro halinde söylenilen bölüm, nakarat, oyundaki şarkıcı ve dans grubu, proloğu söyleyen kişi, revü dans topluluğu, topluca söylemek
  • chose:mal, şahsi eşya, şey
  • chosen:cennetlik, seçilmiş, seçilmiş olan
  • chough:kızılca karga
  • chow:çin köpeği, siyah renkli bir köpek, yemek, yiyecek
  • chowchow:çin köpeği, karışık turşu, reçel
  • chowder:balık türlüsü
  • chrism:kutsal vücut yağı
  • christ:hazreti isa, mesih
  • christen:açılışını yapmak, ilk defa kullanmak, isim koymak, vaftiz etmek
  • christendom:hristiyan alemi, hristiyanlık dünyası
  • christening:ad koyma, vaftiz, vaftiz için olan
  • christian:dini bütün kimse, dürüst, hristiyan, hristiyan kimse, iyi insan, merhametli, saygıdeğer
  • christianism:hristiyanlık
  • christianity:hristiyanlar, hristiyanlık
  • christmas:isa’nın doğum yortusu, noel, yirmibeş aralık
  • christmassy:noel gibi, noele özgü
  • christmastide:noel zamanı
  • christmastime:noel zamanı
  • chroma:renk parlaklığı
  • chromatic:kromatik, renklerle ilgili, yarım tonlardan oluşan
  • chromatics:kromatik, renkler bilimi
  • chrome:krom, krom bileşiği, kromat sarısı boya, kromat sarısı renk, tabaklanmış deri
  • chromium:krom
  • chromosomes:kromozom
  • chronic:berbat, çok kötü, devamlı, kronik, müzmin, sürekli
  • chronicle:günün olayları, kaydetmek, kronik, kronolojik yazılmış tarih
  • chronicled:kaydetmek
  • chronicler:kronikleri derleyen kimse, tarihçi
  • chronicles:kronikler
  • chronograph:hız ölçeği, kronograf, zaman ölçeği
  • chronological:kronolojik, tarihe göre sıralanmış, zaman dizinsel
  • chronologically:kronolojik olarak
  • chronology:cetvel, kronoloji, kronolojik liste, zamandizin
  • chronometer:kronometre, süreölçer
  • chronometry:kronometri
  • chrysalis:kelebek olmadan önceki başkalaşım, krizalid
  • chrysanthemum:kasımpatı, krizantem
  • chub:tatlısu kefali
  • chubby:ablak, dolgun, hantal, tombul
  • chuck:atış, atma, atmak, bırakmak, çenesini okşama, çenesini okşamak, fırlatma, fırlatmak, gıdaklama, gıdaklamak, gurklama, kavrama, savurmak, sevimli şey, son vermek, torna bağlama aynası
  • chucking:atmak, bırakmak, çenesini okşamak, fırlatmak, gıdaklamak, savurmak, son vermek
  • chuckle:gurklama, gurklamak, kendi kendine gülme, kendi kendine gülmek, kıkır kıkır gülme, kıkır kıkır gülmek, kıkırdama, kıkırdamak
  • chucklehead:ahmak, budala, kalın kafalı
  • chuckles:gurklama, gurklamak, kendi kendine gülme, kendi kendine gülmek, kıkır kıkır gülme, kıkır kıkır gülmek, kıkırdama, kıkırdamak
  • chuckling:kıkır kıkır gülme
  • chuffed:memnun, mutlu
  • chum:ahbap, arkadaş, canciğer dost, oda arkadaşı, oda arkadaşı olmak, yakın arkadaş olmak
  • chummy:canciğer, samimi, sıkı fıkı
  • chump:akıl, alık, çiğnemek, enayi, kafa, kelle, küt uç, kütük, kuzu filetosu, mankafa, saksı, takoz
  • chumpish:ahmak, budala
  • chunk:bodur ama güçlü hayvan, kocaman parça, külçe, tıknaz ve güçlü adam, topak, yığın
  • chunkiness:bodurluk
  • chunks:bodur ama güçlü hayvan, kocaman parça, külçe, tıknaz ve güçlü adam, topak, yığın
  • chunky:kısa ve kalın, külçe halinde, tıknaz, topak topak
  • church:hristiyan din adamları, hristiyanlıkla ilgili cemaat, kilise, kilise ayini, kilise ile ilgili
  • churches:hristiyan alemi, hristiyan toplumu
  • churchman:kiliseye devam eden kimse
  • churchmen:kiliseye devam eden kimse
  • churchwarden:kilise idarecisi, kilise onursal görevlisi
  • churchy:kiliseye çok bağlı olan
  • churchyard:kilise bahçe mezarlığı
  • churl:cimri kimse, hanzo, hödük, kaba adam, pinti herif
  • churlish:cimri, huysuz, kaba, pinti, terbiyesiz, ters, vahşi
  • churn:çalkalamak, çalkantılı olmak, çırpmak, güğüm, karıştırmak, köpürmek, köpürtmek, süt kabı, tereyağı yapmak, yayık
  • churning:çalkalama
  • chute:akıntı, çağlayan, kanal, kayılan yer, kızak pisti, oluk, paraşüt
  • chutney:baharatlı hint salçası, hint turşusu
  • chutzpa:cüret, küstahlık
  • chutzpah:cüret, küstahlık
  • chyle:keylüs, kilüs, kilüs
  • cicada:ağustosböceği, orakböceği
  • cicala:ağustosböceği, orakböceği
  • cicatrice:ağaç kabuğu zarı, düşen yaprağın bıraktığı iz, sikatris, yara üzerinde oluşan zar
  • cicatriced:iyileşmiş, kapanmış
  • cicatrization:iyileşme, kapanma
  • cicatrize:iyileşmek, iyileştirmek, kapanmak
  • cicerone:rehber, tercüman, turist rehberi
  • cider:elma şarabı, elma şırası, elma suyu
  • cigar:puro, yaprak sigarası
  • cigaret:sigara
  • cigarets:sigara
  • cigarette:sigara
  • cigarettes:sigara
  • cilia:kirpikler, tüyler
  • ciliary:kirpiksi
  • ciliated:kirpikli
  • cilice:yapağıdan dokunmuş kumaş
  • cilium:kirpik
  • cinch:çantada keklik, çocuk oyuncağı, eyer kolanı, kavrama, sıkı tutma
  • cinchona:kınakına, kınakına ağacı
  • cincture:çevrelemek, dolamak, kemer, kuşak, kuşatmak, pervaz, sarmak
  • cinder:kor, kül
  • cinderella:değeri bilinmemiş şey, ihmal edilmiş kimse, kül kedisi, sindrellâ
  • cinders:cüruf, köz, kül
  • cine:film, sinema
  • cinecamera:film çekme kamerası
  • cinema:sinema
  • cinematic:sinema özelliğinde, sinematik, sinemaya özgü, sinemayla ilgili
  • cinematically:sinema özelliğinde, sinematik olarak, sinemaya özgü şekilde
  • cinematograph:film çekme makinası, film çevirmek, film makinası
  • cinematographer:alıcı yönetmeni, film çeken kimse
  • cinematographic:sinema makinesiyle ilgili, sinemacılık, sinematografik
  • cinematography:film çekme sanatı, sinema, sinemacılık, sinematografi
  • cinerarium:ölünün küllerinin saklandığı yer
  • cinerary:kül ile ilgili
  • cinnabar:sülüğen, zincifre
  • cinnamon:tarçın, tarçın ağacı, tarçın renkli, tarçıni
  • cinque:beş, beşli, penc
  • cinquefoil:beş dilimli yapı süsü, beşparmakotu, kurtpençesi
  • cion:evlat, fidan, filiz, oğul, soy, torunlar
  • cipher:anahtar, arap rakamları, aritmetik yapmak, günümüz rakamları, hesaplamak, hiç olan şey, monogram, önemsiz kimse, parola, sıfır, şifre, şifre ile yazmak, şifrelemek
  • ciphered:şifreli
  • circ:daire biçiminde, dairesel, dolambaçlı, yuvarlak
  • circa:aşağı yukarı, dolaylarında, takriben, yaklaşık
  • circassian:çerkez, çerkezce, çerkezce ile ilgili, çerkezlerle ilgili
  • circe:büyüleyici kimse, kirke
  • circle:camia, çark etmek, çember, çevre, çevrelemek, daire, devir, dönem, dönge, dönmek, etki alanı, etraf, etrafını dolaşmak, halka, kuşatmak, muhit, ring, sınıf, yörünge
  • circled:çark etmek, çevrelemek, dönmek, etrafını dolaşmak, kuşatmak
  • circles:camia, çark etmek, çember, çevre, çevrelemek, daire, devir, dönem, dönge, dönmek, etki alanı, etraf, etrafını dolaşmak, halka, kuşatmak, muhit, ring, sınıf, yörünge
  • circlet:halkacık, küçük daire, taç
  • circling:çark etmek, çevrelemek, dönmek, etrafını dolaşmak, kuşatmak
  • circs:hal, koşullar, şartlar, suret
  • circuit:çember, çevrim, daire çevresi, devre, devretmek, dolambaçlı yol, dolaşıp aynı noktaya gelen yol, dolaşma, dolaşmak, etrafında dönmek, gezici dava vekili, gezici hakim, lig, tur, turneye çıkmak
  • circuitous:dolambaçlı, dolaşık, dolaylı
  • circuitously:dolambaçlı olarak, dolaylı olarak
  • circular:daire biçiminde, dairesel, dolambaçlı, genelge, sirküler, yuvarlak
  • circularize:genelge yollamak, sirküler hazırlamak
  • circulars:genelge, sirküler
  • circulate:deveran etmek, devretmek, dolaşmak, dolaştırmak, tedavül etmek, tedavül ettirmek, yayılmak, yaymak
  • circulated:deveran etmek, devretmek, dolaşmak, dolaştırmak, tedavül etmek, tedavül ettirmek, yayılmak, yaymak
  • circulating:devreden, dolaşan, sirküle eden
  • circulation:akıntı, cereyan, dağıtım, deveran, devir, devretme, dolanım, dolaşım, piyasadaki para miktarı, sirkülasyon, tedavül, tiraj, yayma
  • circulatory:dolaşım ile ilgili, dolaşımı sağlayan
  • circumambient:çevreleyen, kuşatan
  • circumambulate:çevresini yürümek, etrafını dolaşmak
  • circumcise:bızırı kesmek, günahlardan arındırmak, ruhen temizlemek, sünnet etmek
  • circumcised:sünnetli
  • circumciser:sünnet eden kimse, sünnetçi
  • circumcision:ruhen arınma, sünnet
  • circumcize:bızırı kesmek, günahlardan arındırmak, ruhen temizlemek, sünnet etmek
  • circumference:çember, çevre, daire çevresi
  • circumflex:inceltme işareti, kemik çevreleyen
  • circumlocution:asılsız sözcükler kullanma, dolambaçlı söz, geçiştirme, kaçamak konuşma
  • circumlocutory:dolambaçlı söz türünden
  • circumnavigate:çevresinden dolaşmak, etrafını dolaşmak
  • circumscribe:çemberlemek, daire içine almak, etrafını çizmek, kısıtlamak, sınırlamak
  • circumscribed:çemberlemek, daire içine almak, etrafını çizmek, kısıtlamak, sınırlamak
  • circumscribing:çemberlemek, daire içine almak, etrafını çizmek, kısıtlamak, sınırlamak
  • circumscription:bölge, çevreleyen yazı, daire içine alma, etrafını çizme, kuşatma, sınır, sınırlama
  • circumspect:dikkatli, düşünceli, her şeyi hesaba katan, sakınan, tedbirli
  • circumspection:dikkatlilik, tedbirlilik
  • circumstance:ayrıntı, detay, durum, formalite, koşul, olay, şart, vaka, varlık, zenginlik
  • circumstances:koşullar, şartlar, varlık, zenginlik
  • circumstantial:ayrıntılı, duruma bağlı, ikinci derecede, koşullara bağlı, tesadüfi
  • circumvent:açığını yakalamak, alt etmek, atlatmak, bozmak, engellemek, önlemek, tuzağa düşürmek, yenmek
  • circumvention:atlatıp kurtulma, atlatma, önleme, tuzağa düşürme
  • circumvolution:devir, dönme
  • circus:arena, gösteri uçuşu, kargaşalı toplantı, sirk, sirk gösterileri, sirk pisti, yolların kesiştiği meydan
  • ciriticism:eleştiri, kınama, tenkit
  • cirque:arena, buzyalağı, doğal amfiteatr
  • cirrhosis:siroz
  • cirriped:kıvrımbacaklılardan bir hayvan
  • cirrus:saçakbulut, sirrus, sülük, tutunma filizi
  • cisalpine:alplerin güneyinde olan
  • cissy:çekingen kimse, çıtkırıldım kimse, hanım avlâdı, korkak, muhallebi çocuğu
  • cistercian:manastır ile ilgili, manastırdan olan kimse
  • cistern:mahzen, rezervuar, sarnıç, sıvı kesesi, su deposu
  • citadel:hisar, iç kale, kale
  • citation:alıntı, çağrı, celp, celp kâğıdı, eserden aktarma, takdirnâme
  • citations:alıntı, çağrı, celp, celp kâğıdı, eserden aktarma, takdirnâme
  • cite:aktarmak, alıntı yapmak, anmak, bahsetmek, çağırmak, celbetmek, takdiri açıklamak
  • cited:aktarmak, alıntı yapmak, anmak, bahsetmek, çağırmak, celbetmek, takdiri açıklamak
  • cither:kanun türünden bir çalgı
  • cities:büyük kasaba, kent, şehir, şehir halkı
  • citified:kentleştirmek, şehir hayatına alıştırmak, şehirli yapmak
  • citing:aktarmak, alıntı yapmak, anmak, bahsetmek, çağırmak, celbetmek, takdiri açıklamak
  • citizen:hemşehri, ikamet eden kimse, sakin, sivil kimse, uyruk, vatandaş, yurttaş
  • citizenry:tüm vatandaşlar
  • citizens:hemşehri, ikamet eden kimse, sakin, sivil kimse, uyruk, vatandaş, yurttaş
  • citizenship:hemşehrilik, vatandaşlık, yurttaşlık
  • citrate:sitrat, sitrik asit tuzu
  • citrus:turunçgillerden meyve
  • city:büyük kasaba, kent, şehir, şehir halkı
  • civet:misk kedisi
  • civic:belediye ile ilgili, kent, şehir ile ilgili, yurttaşlık ile ilgili
  • civically:belediye ile ilgili biçimde, şehir ile ilgili olarak, yurttaşlık ile ilgili olarak
  • civics:yurttaşlık bilgisi
  • civies:yurttaşlık bilgisi
  • civil:devlete ait, hükümete ait, iç, kibar, laik, medeni, medeni hukuk ile ilgili, nazik, resmi, sivil, uygar, vatandaşlarla ilgili, yurttaşlık ile ilgili
  • civilian:sivil
  • civilians:sivil
  • civilisation:medenileştirme, medenilik, medeniyet, uygarlaştırma, uygarlık
  • civilised:ince, kibar, medeni, nazik, uygar
  • civilities:incelik, kibarlık, nezaket
  • civility:incelik, kibarlık, nezaket
  • civilization:medenileştirme, medenilik, medeniyet, uygarlaştırma, uygarlık
  • civilizations:medenileştirme, medenilik, medeniyet, uygarlaştırma, uygarlık
  • civilize:adam etmek, aydınlatmak, kibarlaştırmak, medenileştirmek, uygarlaştırmak
  • civilized:ince, kibar, medeni, nazik, uygar
  • civilizing:adam etmek, aydınlatmak, kibarlaştırmak, medenileştirmek, uygarlaştırmak
  • civilly:kibarca, medenice, nazikçe
  • clack:çatırdamak, çatırtı, gevezelik, gevezelik etmek, gıcırdamak, gıcırtı, kapak, klape, laklak, laklak etmek, sürgü, takırtı, tıkırdamak, tıkırtı
  • clad:örtülü, sarılmış
  • claim:alacak, alacak hakkı, dava, dava açma, dava açmak, hak, hak iddia etmek, iddia, iddia etmek, ısrar, ısrar etmek, istek, istemek, maden arazisi, sahip çıkmak, talep, talep etmek
  • claimant:alacaklı, davacı, hak iddia eden kimse, talip
  • claimed:dava açmak, hak iddia etmek, iddia etmek, ısrar etmek, istemek, sahip çıkmak, talep etmek
  • claiming:dava açmak, hak iddia etmek, iddia etmek, ısrar etmek, istemek, sahip çıkmak, talep etmek
  • clairvoyance:basiret, görülemeyen şeyleri görme yeteneği, keskin gözlülük, sağgörü
  • clairvoyant:görülemeyen şeyleri görebilen, görülemeyen şeyleri görebilen kimse
  • clam:deniz tarağı, içine kapanık kimse, istiridye, neşeli parti, şamatalı toplantı
  • clamant:gürültülü, ısrarlı, yapışkan
  • clamber:sarılarak tırmanmak, tırmanmak
  • clammy:nemli ve soğuk, rutubetli, yapışkan
  • clamor:feryat, gürültü, gürültü etmek, haykırma, karışıklık, patırtı, yaygara, yaygara koparmak
  • clamoring:gürültü etmek, yaygara koparmak
  • clamorous:gürültülü, patırtılı, yaygaracı
  • clamour:feryat, gürültü, gürültü etmek, haykırma, karışıklık, patırtı, yaygara, yaygara koparmak
  • clamp:ambar, kasmak, kelepçe, kenet, kenetlemek, kıskaç, küme, mengene, sıkıştırmak, yığın
  • clampdown:önlem
  • clamping:kasmak, kenetlemek, sıkıştırmak
  • clams:deniz tarağı, içine kapanık kimse, istiridye, neşeli parti, şamatalı toplantı
  • clan:boy, grup, kabile, klan, oymak, zümre
  • clandestine:el altından, gizli, gizli kapaklı, gizli yapılan, saklı
  • clandestinely:el altından, gizlice
  • clang:çınlama, çınlamak, madeni ses, sesli çaldırmak, sesli çalmak, tıngırdamak, tınlama, tınlamak
  • clanger:gaf, pot
  • clanging:çınlamak, sesli çaldırmak, sesli çalmak, tıngırdamak, tınlamak
  • clangor:çınlama, madeni ses, madeni ses çıkarmak, şıkırdamak, şıkırdatmak, tınlama
  • clangorous:çınlayan, gürültülü
  • clangour:çınlama, madeni ses, madeni ses çıkarmak, şıkırdamak, şıkırdatmak, tınlama
  • clank:çınlama, madeni ses, madeni ses çıkarmak, şıkırdamak, şıkırdatmak, tınlama
  • clanking:madeni ses çıkarmak, şıkırdamak, şıkırdatmak
  • clannish:birbirini tutan, kabile, kabileye ait, klan, klana ait, klik yaratan, yabancıları sevmeyen
  • clannishness:gruba başkalarını almama, klancılık, klikçilik
  • clansman:klan üyesi kimse
  • clap:alkış, alkış sesi, alkışlamak, belsoğukluğu, çarpmak, çırpmak, dokunmak, el çırpma, el çırpmak, gümbürtü, gürleme, hafifçe vurma, hafifçe vurmak, oturtmak, patlama sesi, vurmak, yerine koymak
  • clapboard:fıçı tahtası, ince kaplama tahtası, tahta kaplamak
  • clapped:alkışlamak, çarpmak, çırpmak, dokunmak, el çırpmak, hafifçe vurmak, oturtmak, vurmak, yerine koymak
  • clapper:alkışlayıcı kimse, çan dili, dil, kaynana zırıltısı, şakşakçı
  • clapping:zırıltı
  • claptrap:göstermelik, iltifat, palavra, saçma, yağcılık
  • claque:alkışçı topluluğu, şakşakçılar grubu
  • claret:bordo şarabı, kan, koyu kırmızı
  • clarification:açıklama, açılma, arıtma, aydınlatma, durulma, temizleme
  • clarified:açıklamak, arınmak, arıtmak, aydınlanmak, aydınlığa kavuşturmak, berraklaşmak, berraklaştırmak, durulmak, süzmek, temizlemek, temizlenmek
  • clarify:açıklamak, arınmak, arıtmak, aydınlanmak, aydınlığa kavuşturmak, berraklaşmak, berraklaştırmak, durulmak, süzmek, temizlemek, temizlenmek
  • clarifying:açıklamak, arınmak, arıtmak, aydınlanmak, aydınlığa kavuşturmak, berraklaşmak, berraklaştırmak, durulmak, süzmek, temizlemek, temizlenmek
  • clarinet:klarnet
  • clarinetist:klarnetçi
  • clarinettist:klarnetçi
  • clarion:berrak ve tiz ses, boru, boru ile çalınan müzik, boru sesi, davulla zurnayla duyurmak, duyurmak, ilan etmek, yüksek, zurna
  • clarity:açıklık, berraklık, duruluk
  • clary:adaçayı
  • clash:anlaşamamak, ayrılık, bindirmek, çarpışma, çarpışma sesi, çarpışmak, çarpmak, çatırdamak, çatışma, çatışmak, gitmemek, gümbürdemek, gümbürtü, uymamak, uyumsuzluk, uyuşmamak, uyuşmazlık
  • clashing:anlaşamamak, bindirmek, çarpışmak, çarpmak, çatırdamak, çatışmak, gitmemek, gümbürdemek, uymamak, uyuşmamak
  • clasp:bağlamak, el ele tutuşmak, el sıkma, harekât nişanı, kavrama, kavramak, kenet, kopça, kopçalamak, kucaklama, kucaklamak, sarılma, sarılmak, sıkıca tutmak, sıkma, toka, tokalamak, tokalaşma, tutturmak
  • clasped:bağlamak, el ele tutuşmak, kavramak, kopçalamak, kucaklamak, sarılmak, sıkıca tutmak, tokalamak, tutturmak
  • class:bölüm, çeşit, cins, class, ders, dershane, derslik, grup, kalite, kategorize etmek, klas olma, kur, kurs, mevki, mükemmellik, öğrenciler, saymak, sınıf, sınıflandırmak, tür, üstünlük, zümre
  • classes:üst tabaka, yukarı sınıflar
  • classic:alışılmış olan, birinci sınıf, değerini kanıtlamış yapıt, değerini yitirmeyen, edebi ve tarihi değeri olan, geleneksel, kaliteli, klas, klasik, klasik eser, klasik eserler yazan yazar, klasikleri iyi bilen kimse, mükemmel
  • classical:eski dile ait, hümanist, klas, klasik, klasik biçimde olan, mükemmel, olağanüstü
  • classicism:klasik biçime uyma, klasik öğrenim, klasik öğrenimi savunma, klasisizm
  • classicist:klasik biçim yanlısı, klasik edebiyat uzmanı, klasik sanat bilgini
  • classics:klasikler
  • classification:derecelendirme, sınıflama, sınıflandırma, tasnif
  • classified:derecelendirilmiş, gizli, sınıflandırılmış
  • classify:ayırmak, gizli olduğunu duyurmak, sınıflamak, sınıflandırmak, tasnif etmek
  • classifying:ayırmak, gizli olduğunu duyurmak, sınıflamak, sınıflandırmak, tasnif etmek
  • classless:sınıflara ayrılmamış, sınıfsız
  • classmate:sınıf arkadaşı
  • classmates:sınıf arkadaşı
  • classroom:dersane, derslik, sınıf
  • classy:mükemmel, şık, süper, zarif
  • clatter:gürültü, gürültüyle yapmak, patırtı, ses, ses çıkarmak, takırdamak, takırdatmak, takırtı, uğultu
  • clause:bent, cümle, cümlecik, fıkra, madde
  • claustral:manastır ile ilgili
  • claustrophobia:kapalı yer korkusu, klostrofobi
  • clavicle:klavikula, köprücük kemiği
  • clavier:klavye, tuşlar, tuşlu çalgı
  • claw:çekmek, el atmak, el uzatmak, kapışmak, kavrama, kıskaç, pençe, pençe atmak, tırmalamak, tırnak, tırnaklı ayak, yırtmak
  • clawed:çekmek, el atmak, el uzatmak, kapışmak, pençe atmak, tırmalamak, yırtmak
  • claws:çekmek, el atmak, el uzatmak, kapışmak, kavrama, kıskaç, pençe, pençe atmak, tırmalamak, tırnak, tırnaklı ayak, yırtmak
  • clay:balçık, çamur, çömlekçi çamuru, hamur, insan vücudu, kil, toprak, toprak künk, yerküre
  • clayey:balçıklı, killi
  • claymore:iki ağızlı büyük kılıç, kılıç
  • clean:ak, arı, arındırmak, arıtmak, boşaltmak, budaksız, iyice, katışıksız, kusursuz, lekesiz, pak, parlatmak, ruhsatlı, saf, tamamen, temiz, temiz olarak, temizlemek, tümüyle, yasal, yazısız
  • cleaned:arındırmak, arıtmak, boşaltmak, parlatmak, temizlemek
  • cleaner:silgi, temizleyici, temizlik maddesi, temizlikçi
  • cleaners:kuru temizleyici
  • cleaning:ayıklama, kuru temizleme, temizleme, temizlik
  • cleanliness:temizlik
  • cleanly:pak, temiz, titiz
  • cleanse:arındırmak, iyileştirmek, tedavi etmek, temizlemek
  • cleansed:arındırmak, iyileştirmek, tedavi etmek, temizlemek
  • cleanser:arındırıcı madde, temizleme maddesi, temizlikçi
  • cleansing:temizleyici
  • cleanup:avanta, büyük temizlik, tasfiye, temizleme, temizlik, vurgun
  • clear:açık, açıkça, açıklamak, açmak, aklamak, anlaşılır, aşikâr, aşmak, aydınlatmak, aydınlık, belirgin, belirli, belli, berrak, berraklaşmak, bilgi vermek, boş alan, boşaltmak, boşluk, bulutsuz, bütün, bütünüyle, dağılmak, elde etmek, emin, engelsiz, geçmek, gidermek, gümrükten çekmek, kaldırmak, kapatmak, katışıksız, kazanmak, kurtarmak, kuşkusu olmayan, masum, net, ödemek, ormanda alan açmak, ortada, parlak, saf, saydam, şeffaf, seyretmek, sıyırıp geçmek, tahliye etmek, takıntısız, tam, tamamen, temiz, temize çıkarmak, temizlemek, tiz, tüm, uzağa, uzakta, zeki
  • clearance:açıklık, açma, boşluk, gümrük belgesi, limandan ayrılma izni, mevsim sonu satışı, ödeme, tasfiye, tasfiye satışı, temizleme
  • clearances:açıklık, açma, boşluk, gümrük belgesi, limandan ayrılma izni, mevsim sonu satışı, ödeme, tasfiye, tasfiye satışı, temizleme
  • cleared:açıklamak, açmak, aklamak, aşmak, aydınlatmak, berraklaşmak, bilgi vermek, boşaltmak, dağılmak, elde etmek, geçmek, gidermek, gümrükten çekmek, kaldırmak, kapatmak, kazanmak, kurtarmak, ödemek, ormanda alan açmak, seyretmek, sıyırıp geçmek, tahliye etmek, temize çıkarmak, temizlemek
  • clearheaded:aklı başında, sağlıklı düşünebilen, zihni açık
  • clearing:açıklık alan, kliring, takas
  • clearly:açık açık, açıkça, anlaşılır biçimde, apaçık, şüphesiz
  • clearness:açıklık, berraklık, netlik, şeffaflık
  • clears:açıklamak, açmak, aklamak, aşmak, aydınlatmak, berraklaşmak, bilgi vermek, boşaltmak, dağılmak, elde etmek, geçmek, gidermek, gümrükten çekmek, kaldırmak, kapatmak, kazanmak, kurtarmak, ödemek, ormanda alan açmak, seyretmek, sıyırıp geçmek, tahliye etmek, temize çıkarmak, temizlemek
  • clearstarch:kolalamak, kolalayıp ütülemek
  • cleat:demir, kastanyola, kaymayı önleyici şey, kelepçe, koçboynuzu, pençe
  • cleats:demir, kastanyola, kaymayı önleyici şey, kelepçe, koçboynuzu, pençe
  • cleavage:ayrılma, bölünme, çelişki, göğsün dekolteden görünen kısmı, göğüs dekoltesi, yarılma
  • cleave:açmak, bağlı olmak, bölmek, çatlamak, ikiye ayrılmak, sadık kalmak, yapışmak, yarılmak, yarmak
  • cleaver:balta, satır
  • cleavers:balta, satır
  • clef:anahtar, nota anahtarı
  • cleft:ayrık, çatlak, yarık
  • clematis:akasma, klemetis, meryemasması, yabanasması
  • clemency:hoşgörü, ılımanlık, ılımlılık, merhamet, şefkât, uysallık
  • clement:hoşgörülü, ılıman, ılımlı, merhametli, şefkâtli, uysal
  • clench:kavramak, kenetlemek, perçinlemek, sıkıca yakalamak, sıkmak, tutmak, yapışmak
  • clenched:kavramak, kenetlemek, perçinlemek, sıkıca yakalamak, sıkmak, tutmak, yapışmak
  • clerestory:pencereli üst kısım
  • clergy:rahip, rahipler sınıfı, ruhban sınıfı
  • clergyman:papaz, rahip, vaiz
  • clergymen:papaz, rahip, vaiz
  • cleric:papaz, rahip
  • clerical:büro, büro işleriyle ilgili, rahiplere ait, rahiplerle ilgili, yazı, yazı işleriyle ilgili
  • clericalism:kilise nüfuzu, kilise yasası
  • clerics:papaz, rahip
  • clerk:kâtip, kâtiplik yapmak, müdür, resepsiyonist, şef, tezgâhtar, tezgâhtarlık yapmak, yazıcı, yazman, yazmanlık yapmak
  • clerk’s:kâtip, kâtiplik yapmak, müdür, resepsiyonist, şef, tezgâhtar, tezgâhtarlık yapmak, yazıcı, yazman, yazmanlık yapmak
  • clerkship:kâtiplik, tezgâhtarlık, yazmanlık
  • clever:akıllı, becerikli, cin gibi, esprili, yetenekli, zarif, zeki
  • cleverly:akıllıca
  • cleverness:akıllılık, beceriklilik, zekâ
  • clevis:çatal, kenet demiri
  • clew:anahtar, hamak ipi, ipucu, işaret, iz, şipka, topak, yumak
  • cliche:basmakalıp söz, beylik söz, klişe, sıradan ifade
  • cliché:basmakalıp söz, beylik söz, klişe, sıradan ifade
  • click:anlamak, başarı, başarmak, çıt etmek, çıtırtı, hoşlanmak, jetonu düşmek, kanı kaynamak, kapanıvermek, kastanyola, mandallamak, şaklama, şaklatmak, şapırdatmak, tıkırdamak, tıkırdatmak, tıkırtı, uyuşmak
  • clicking:anlamak, başarmak, çıt etmek, hoşlanmak, jetonu düşmek, kanı kaynamak, kapanıvermek, mandallamak, şaklatmak, şapırdatmak, tıkırdamak, tıkırdatmak, uyuşmak
  • client:alıcı, bağımlı ülke, hasta, müşteri, müvekkil
  • clientele:alıcılar, hastalar, müşteriler, müvekkiller
  • clients:alıcı, bağımlı ülke, hasta, müşteri, müvekkil
  • cliff:kayalık, sarp kayalık, uçurum, yar
  • cliffhanger:arkası yarın, çekişme, çekişmeli yarışma, dizi film
  • cliffs:kayalık, sarp kayalık, uçurum, yar
  • climacteric:bunalımlı, dönüm noktası, hassas, kritik, kritik dönem, menapoz, menapozla ilgili, yaş dönümü, yaş dönümüyle ilgili
  • climate:bölge, çevre, hava, iklim, şartlar
  • climatic:iklim, iklimle ilgili
  • climatology:iklimbilim, klimatoloji
  • climax:boşalma, dönüm noktası, doruğa ulaştırmak, doruk, orgasm, orgasm olmak, zirve, zirveye ulaşmak
  • climb:aşama kaydetmek, çıkmak, sarılarak tırmanmak, tırmanış, tırmanma, tırmanmak, yükselme, yükselmek
  • climbable:tırmanılabilir
  • climber:dağcı, sarmaşık, tırmanıcı, tırmaşık kuş
  • climbing:artış, dağcılık, tırmanış, tırmanma
  • clime:diyar, iklim, ülke
  • clinch:kökünden halletmek, perçinlemek, perçinlenmiş çivi, sağlama bağlamak, sıkı tutma, sıkı tutmak, sıkıştırılmış cıvata, sıkıştırmak, yakın dövüş, yapışma, yapışmak
  • clincher:düğüm noktası, sorunu kökünden çözen tartışma
  • cling:bağlanmak, sadık kalmak, sarılmak, tırmanmak, tutunmak, yapışmak
  • clinging:bağımlı, dar, sıkı, tırmanış, tırmanma, yapışkan
  • clingy:sarılan, yapışan, yapışkan
  • clinic:belirti, çözüm toplantısı, klinik, muayenehane
  • clinical:hasta başında yapılan, klinik, klinikle ilgili, objektif, tarafsız
  • clinician:klinik tedavi uzmanı
  • clink:çınlatmak, hapishane, kodes, şıkırdamak, şıkırdatmak, şıngırdamak, şıngırdatmak, şıngırtı, tıkırdamak, tıngırdamak, tıngırtı, tokuşturmak
  • clinker:cüruf, donmuş lâv kütlesi, kiremit tuğlası, klinker, tuğla
  • clinking:tıkırtı, tıngırtı
  • clinometer:eğimölçer, klinometre
  • clip:darbe, hile yapmak, indirmek, kavramak, kazıklamak, kesme, kesmek, kırpılan miktar, kırpma, kırpmak, kısaltmak, klips, klipslemek, koşmak, mandallamak, okkalı yumruk, pens, raptiye, saç kesme, sarılmak, şarjör, sürat, toka, tutturmak, vurmak
  • clipped:hile yapmak, indirmek, kavramak, kazıklamak, kesmek, kırpmak, kısaltmak, klipslemek, koşmak, mandallamak, sarılmak, tutturmak, vurmak
  • clipper:hızlı giden şey, kliper tipi uçak, sürat teknesi
  • clippers:makas, tırnak makası
  • clipping:kırpılan şeyler, kırpıntı, kırpma, kupür
  • clippings:kırpılan şeyler, kırpıntı, kırpıntılar
  • clique:hizip, klik, komite, takım
  • cliquish:ayrıcalık gözeten, hizipçi
  • clit:bızır, klitoris
  • clitoris:bızır, klitoris
  • cloaca:dışkılık, günah çukuru, lağım
  • cloak:bahane, gizlemek, manto, örtbas etmek, örtmek, örtü, palto, pelerin, perde, saklamak
  • cloaked:gizlemek, örtbas etmek, örtmek, saklamak
  • cloakroom:gardrop, tuvalet, vestiyer
  • clobber:acımasızca dövmek, benzetmek, dayak atmak, eleştirmek, yenmek
  • clobbered:acımasızca dövmek, benzetmek, dayak atmak, eleştirmek, yenmek
  • clobbering:acımasızca dövmek, benzetmek, dayak atmak, eleştirmek, yenmek
  • clock:çorabın iki yanındaki ajur, kronometre, ölçmek, saat, saat tutmak, taksimetre, ulaştırmak
  • clockwise:saat yönünde
  • clockwork:saat mekanizması
  • clod:budala, kesek, sersem, toprak parçası
  • clodhopper:hantal kimse, hödük
  • clodhopping:kaba, yontulmamış
  • clog:doldurmak, dolmak, engel, engellemek, ket, köstek, kösteklemek, kütük, nalın, pıhtılaşmak, sıkıntı vermek, takunya, terlik, tıkamak, tıkanmak
  • clogged:doldurmak, dolmak, engellemek, kösteklemek, pıhtılaşmak, sıkıntı vermek, tıkamak, tıkanmak
  • clogging:doldurmak, dolmak, engellemek, kösteklemek, pıhtılaşmak, sıkıntı vermek, tıkamak, tıkanmak
  • clogs:doldurmak, dolmak, engel, engellemek, ket, köstek, kösteklemek, kütük, nalın, pıhtılaşmak, sıkıntı vermek, takunya, terlik, tıkamak, tıkanmak
  • cloister:dehliz, inzivaya çekilmek, kapalı geçit, kapanmak, kemerli yol, manastır, manastıra kapatmak
  • cloistered:kapalı, manastırla ilgili
  • cloistral:manastır ile ilgili
  • clone:çoğaltmak, eşeysiz çoğalan bireyler, klon
  • cloning:çoğaltmak
  • clonus:çırpınma, klonüs
  • clop:ayakların çıkardığı ses, ayaklarıyla ses çıkarmak
  • close:amansız, anlaşmak, avlu, bağlantılı, bitirmek, bitişik, bunaltıcı, cimri, detaylı, geçit, göğüs göğüse kavga, içli dışlı, kadans, kapalı, kapamak, kapatmak, kesmek, ketum, kilitlemek, kıt, mahrem, örtmek, saklı, sık, sıkı, sıkı fıkı, sıkışık durumda, son, son söz, son vermek, sonuç, sürgülemek, uzlaşmak, yakın, yakından, yaklaşmak, yanaşık
  • closed:kapalı, kapanmış, kapatılmış
  • closedown:faaliyetine son verme, faaliyetini durdurma, kapatma, yayını kesme
  • closefisted:cimri, eli sıkı, pinti
  • closely:benzer, dikkatle, hemen hemen aynı, sıkı sıkı, yakından
  • closeness:cimrilik, darlık, gizlilik, havasızlık, kapalılık, sıklık, yakınlık
  • closeout:elden çıkarma, tasfiye
  • closer:amansız, bitişik, bunaltıcı, cimri, detaylı, içli dışlı, kapalı, ketum, kıt, mahrem, saklı, sık, sıkı, sıkı fıkı, son, yakın, yanaşık
  • closest:amansız, bitişik, bunaltıcı, cimri, detaylı, içli dışlı, kapalı, ketum, kıt, mahrem, saklı, sık, sıkı, sıkı fıkı, son, yakın, yanaşık
  • closet:bölme, dolap, gizli, gizli oda, gömme dolap, helâ, kişisel, klozet, küçük oda, mahrem, odaya kapatmak, özel, şahsi, tuvalet, yüklük
  • closeted:odaya kapatmak
  • closing:kapama, kapanış, kapanma, kapatma
  • clossal:dev, devasa, kocaman, muazzam, müthiş, şaşırtıcı
  • closure:bitirme, kapama, kapanma, kapatma, koymak, oylamaya geçme, oylamaya geçmek, son verme
  • clot:ahmak, avanak, kesilmek, pıhtı, pıhtılaşmak, üzerinde toplanmak
  • cloth:bez, cilt bezi, din adamlığı, kumaş, örtü, rahiplik, sofra örtüsü, yelken
  • clothe:bürümek, giydirmek, giysi sağlamak, güzel bir dille anlatmak, kaplamak, örtmek, renklendirmek, sarmak, zenginleştirmek
  • clothed:bürümek, giydirmek, giysi sağlamak, güzel bir dille anlatmak, kaplamak, örtmek, renklendirmek, sarmak, zenginleştirmek
  • clothes:çamaşır, elbise, giysi, örtüler, üst baş, yatak takımları
  • clotheshorse:çamaşır askısı
  • clothesline:çamaşır ipi
  • clothespin:çamaşır mandalı, mandal
  • clothespress:elbise dolabı
  • clothier:elbise satıcısı, kumaşçı
  • clothing:elbise, giyim, giysi
  • clots:ahmak, avanak, kesilmek, pıhtı, pıhtılaşmak, üzerinde toplanmak
  • clotted:pıhtılaşmış
  • clotting:pıhtılaşma
  • cloture:oylamaya geçiş
  • cloud:berbat etmek, bulandırmak, bulanıklaşmak, bulanıklık, bulut, bulutla kaplamak, bulutlanmak, gölge, gölgelemek, kapatmak, karartmak, küme, leke, lekelemek, örtmek, sıkıntı veren şey, sürü
  • cloudburst:ani sağanak, bulut yağmuru, şiddetli yağmur
  • clouded:belirsiz, bulanık, bulutlu, donuk, gölgeli, karanlık, lekeli
  • cloudily:belirsiz, bulanık, bulutlu, gölgeli, hareli, kapalı
  • cloudless:açık, bulutsuz
  • cloudlessly:açıkça, bulutsuzca
  • clouds:berbat etmek, bulandırmak, bulanıklaşmak, bulanıklık, bulut, bulutla kaplamak, bulutlanmak, gölge, gölgelemek, kapatmak, karartmak, küme, leke, lekelemek, örtmek, sıkıntı veren şey, sürü
  • cloudy:açık olmayan, belirsiz, bulanık, bulutlu, damarlı, gölgeli, hareli, kapalı, muğlak
  • clough:koyak, vadi
  • clourful:canlı, rengârenk, renkli
  • clout:darbe, etki, güç, hedef, indirmek, nüfuz, paçavra, prestij, tokat, vurmak
  • clove:cleave, diş, karanfil, karanfil tanesi, sarımsak dişi
  • cloven:ayrık, çatlak, yarık
  • clover:yonca
  • cloverleaf:üst geçitli kavşak, yoncayaprağı
  • cloves:cleave, diş, karanfil, karanfil tanesi, sarımsak dişi
  • clown:hödük, kaba adam, palyaço, soytarı
  • clownery:fars, kaba komedi, soytarılık
  • clowning:palyaçoluk
  • clownish:budala, kaba saba, yontulmamış
  • clownishly:budalaca, kabaca
  • cloy:bıktırmak, gına getirmek, iğrendirmek, tiksindirmek, usandırmak
  • cloying:iğrenç, tiksindirici
  • club:çomak, dernek, dipçiklemek, dövmek, katılmak, kulüp, lobut, ortak olmak, ortakça yatırmak, sinek, sopa, sopalamak, toplamak, toplanmak
  • clubable:girişken, kulüp ile ilgili, kulüp üyeliğine lâyık, sosyal
  • clubbable:girişken, kulüp ile ilgili, kulüp üyeliğine lâyık, sosyal
  • clubby:girişken, sosyal
  • clubfoot:yumru ayak
  • clubfooted:yumru ayaklı
  • clubhouse:kulüp binası
  • clubman:kulüp üyesi
  • clubs:sinekler
  • cluck:aptal kimse, avanak, gıdaklama, gıdaklamak
  • clue:anahtar, aydınlatmak, bilgi vermek, hamak ipi, ipucu, işaret, iz, şipka, topak, yumak
  • clues:anahtar, aydınlatmak, bilgi vermek, hamak ipi, ipucu, işaret, iz, şipka, topak, yumak
  • clump:ağır adımlarla yürümek, ayakkabı pençesi, grup, indirmek, küme, kümeye eklemek, sert adım sesi, yığın, yığmak, yumruklamak
  • clumped:ağır adımlarla yürümek, indirmek, kümeye eklemek, yığmak, yumruklamak
  • clumping:ağır adımlarla yürümek, indirmek, kümeye eklemek, yığmak, yumruklamak
  • clumps:ağır adımlarla yürümek, ayakkabı pençesi, grup, indirmek, küme, kümeye eklemek, sert adım sesi, yığın, yığmak, yumruklamak
  • clumsily:acemice, beceriksizce, sakarca
  • clumsiness:acemilik, beceriksizlik, hantallık, sakarlık, sarsaklık
  • clumsy:acemi, beceriksiz, hantal, hödük, sakar, sarsak
  • clung:bağlanmak, sadık kalmak, sarılmak, tırmanmak, tutunmak, yapışmak
  • cluster:bir araya gelmek, demet, demet haline gelmek, dizi, hevenk, küme, oğul, salkım, toplanmak, tutam
  • clustered:bir araya gelmek, demet haline gelmek, toplanmak
  • clustering:bir araya gelmek, demet haline gelmek, toplanmak
  • clusters:bir araya gelmek, demet, demet haline gelmek, dizi, hevenk, küme, oğul, salkım, toplanmak, tutam
  • clutch:ambreyaj, atılma, debriyaj, grup, güç, kapmak, kapmaya çalışma, kavrama, kavramak, kontrol, pençe, tutmak, yakalama, yakalamak, yakalamaya çalışmak, yapışmak
  • clutched:kapmak, kavramak, tutmak, yakalamak, yakalamaya çalışmak, yapışmak
  • clutches:güç, kontrol, pençe
  • clutter:altüst etmek, dağınıklık, darmadağın etmek, karışıklık, karman çormanlık, tıka basa doldurmak, yığmak
  • cluttered:darmadağın
  • clyster:lavman, lâvman, tenkiye
  • co:beraber, birlikte
  • coach:antrenman yaptırmak, antrenör, araba ile gezmek, at arabası, çalıştırıcı, eğitmek, ekonomi klas, fayton, hazırlamak, koç, limuzin, otobüs, özel ders vermek, özel hoca, özel hocalık yapmak, posta arabası, ucuz tarifeli bölme, yetiştirmek, yolcu vagonu
  • coached:antrenman yaptırmak, araba ile gezmek, eğitmek, hazırlamak, özel ders vermek, özel hocalık yapmak, yetiştirmek
  • coaching:antrenörlük, araba ile gezme, özel ders
  • coachman:arabacı
  • coachwork:karoser, üst gövde
  • coaction:baskı, etkileme, etkileşim, zorlama
  • coadjutor:asistan, piskopos yardımcısı, yardımcı
  • coagulate:koyulaşmak, koyulaştırmak, pıhtılaşmak, pıhtılaştırmak
  • coagulated:pıhtılaşmış
  • coagulating:pıhtılaştırma
  • coagulation:pıhtılaşma
  • coagulum:pıhtı
  • coal:bir yakımlık kömür, kömür, kömür almak, kömür vermek, kor, maden kömürü
  • coaldust:kömür tozu
  • coaler:kömür gemisi, kömür katarı, kömür vagonu
  • coalesce:bir araya gelmek, birleşmek, kaynaşmak
  • coalesced:bir araya gelmek, birleşmek, kaynaşmak
  • coalescence:beraberlik, birleşme, birlik
  • coaling:kömür ikmali
  • coalition:birleşme, koalisyon
  • coalpit:kömür ocağı, kuyu
  • coaming:ambar ağzı, kaporta çerçevesi, mezarna
  • coarse:adi, bayağı, iri taneli, kaba, kaba saba, kalın, kalitesiz, terbiyesiz, yontulmamış
  • coarsely:adice, kabaca, kalitesiz olarak, terbiyesizce
  • coarsen:kabalaşmak, kabalaştırmak
  • coarseness:bayağılık, hoyratlık, kabalık, kalitesizlik, terbiyesizlik, yontulmamışlık
  • coarsening:kabalaşmak, kabalaştırmak
  • coast:beleşten ilerlemek, deniz kenarı, deniz kıyısı, kıyı, kızak için uygun yokuş, kızakla yokuştan kayma, kızakla yokuştan kaymak, sahil, sahil boyunca gitmek, yokuş aşağı salıvermek
  • coastal:kıyı ile ilgili, sahil, sahille ilgili
  • coaster:bardak altlığı, iki kulplu şarap bardağı, kızak, koster, tahta peynirlik
  • coastguard:sahil koruma, sahil koruma görevlisi
  • coasting:kabotaj, kıyı seyri, kızakla kayma, yokuş aşağı koyverme
  • coastline:kıyı şeridi, sahil boyu
  • coat:ceket, kaban, kabuk, kaplamak, kaput, kat, manto, örtmek, örtü, palto, parka, post, sarmak, sürmek, tabaka
  • coated:giymiş, kaplanmış, kaplı, örtülü, paslı, sıvanmış
  • coati:kayoti
  • coating:kat, paltoluk kumaş, sıva, tabaka
  • coatings:kat, paltoluk kumaş, sıva, tabaka
  • coauthor:ortak yazar
  • coax:dil dökerek elde etmek, dil dökmek, gönlünü almak, ikna etmek, tatlı sözlerle kandırmak
  • coaxal:eksendeş, ortak eksenli
  • coaxial:eksendeş, ortak eksenli
  • coaxıal:eksendeş, ortak eksenli
  • coaxing:tatlılıkla kandırma
  • cob:iri fındık, kerpiç, kısa bacaklı binek atı, küçük yuvarlak ekmek, mısır koçanı, topak
  • cobalt:kobalt
  • cobble:arnavut kaldırımı, kabaca birleştirmek, kaldırım taşı, parke taşı, pençe vurmak, tamir etmek, taş döşemek, taşla kaplamak, uyduruvermek, yuvarlak kaya parçası
  • cobbler:acemi çaylak, ayakkabı tamircisi, meyve pastası, şaraplı bir tür koktely
  • cobblers:acemi çaylak, ayakkabı tamircisi, meyve pastası, şaraplı bir tür koktely
  • cobblestone:kaldırım taşı, parke taşı
  • cobbling:kabaca birleştirmek, pençe vurmak, tamir etmek, taş döşemek, taşla kaplamak, uyduruvermek
  • cobnut:iri fındık
  • cobra:gözlüklü yılan, kobra
  • cobweb:ağ, dayanıksız şey, hile, kuruntu, örümcek ağı, örümcek ağının teli, temizlenmesi gereken pislik, tuzak
  • cobwebby:örümcek ağı ile kaplanmış
  • cobwebs:ağ, dayanıksız şey, hile, kuruntu, örümcek ağı, örümcek ağının teli, temizlenmesi gereken pislik, tuzak
  • cocain:kokain
  • cocaine:kokain
  • cocci:içli çekirdekler, koküsler
  • coccus:içli çekirdek, koküs
  • coccyges:koksiks, kuyruksokumu kemiği
  • coccyx:koksiks, kuyruksokumu kemiği
  • cochineal:kırmız, kırmız böceği, kırmız böceği boyası, kırmızı boya
  • cochlea:koklea, kulak salyangozu
  • cock:çük, dikmek, erkek av kuşu, hazır duruma getirmek, horoz, kamış, kurmak, lider, martaval, musluk, önder, ot yığını, penis, rüzgâr gülü, saçmalık, saman yığını, tetiğe almak, zırva
  • cockade:kokart, şapkaya takılan rozet
  • cockatoo:kakadu, rengârenk bir papağan türü
  • cockchafer:mayıs böceği
  • cockcrow:horoz ötüşü, horozların ötme vakti, sabahın körü
  • cocker:cocker, şımartmak, üzerine titremek
  • cockerel:yavru horoz
  • cockeyed:budalaca, çarpık, eğri, saçma, sarhoş, şaşı
  • cockfight:horoz dövüşü
  • cockfighting:horoz dövüşü
  • cockhorse:oyuncak at, tahta at
  • cockiness:kendine aşırı güvenme
  • cockle:buruşmak, buruşturmak, dalgalandırmak, kabuk, kırışmak, kırıştırmak, küçük kayık, küçük sandal, tarak kabuğu
  • cockleboat:küçük kayık, küçük tekne, sandal
  • cockleshell:kabuk, küçük kayık, küçük sandal, tarak kabuğu
  • cockling:buruşmak, buruşturmak, dalgalandırmak, kırışmak, kırıştırmak
  • cockney:doğu londra şivesi, doğu londralı, londra’nın doğusundan
  • cockpit:alçak güverte, horoz dövüşü alanı, mücâdele alanı, pilot kabini, sürücü yeri
  • cockroach:hamamböceği, karaböcek, karafatma
  • cockscomb:bobstil, horozibiği, horozibiği çiçeği, züppe adam
  • cockspur:akdiken, horoz mahmuzu
  • cocksure:emin, gayet emin, kendinden çok emin
  • cocktail:kokteyl
  • cockup:dağınıklık, karmakarışıklık
  • cocky:burnu havada, kendinden çok emin, kendini beğenmiş
  • coco:hindistan cevizi
  • cocoa:kakao, kakaolu içecek
  • coconut:baş, hindistan cevizi, kafa
  • cocoon:korumak, koruyucu tabaka, koza, koza oluşturmak, sarmak
  • cocotte:koket, sosyete orospusu, yosma
  • cocroache:hamamböceği, karaböcek, karafatma
  • cod:dalga geçmek, işletmek, morina, sazanlamak
  • coda:koda
  • coddle:hafif ateşte pişirmek, kaynatmak, nazlı alıştırmak, özenle bakmak, şımartmak, üzerine titremek
  • coddled:hafif ateşte pişirmek, kaynatmak, nazlı alıştırmak, özenle bakmak, şımartmak, üzerine titremek
  • coddling:hafif ateşte pişirmek, kaynatmak, nazlı alıştırmak, özenle bakmak, şımartmak, üzerine titremek
  • code:kanun, kılavuz, kod, kodlamak, kural, numaralamak, prensipler, şifre, şifrelemek, tüzük, yasa, yasa kitabı, yönetmelik
  • coded:kodlamak, numaralamak, şifrelemek
  • codeine:kodein
  • coder:kodlayan kimse, şifreleyen kimse
  • codes:kanun, kılavuz, kod, kodlamak, kural, numaralamak, prensipler, şifre, şifrelemek, tüzük, yasa, yasa kitabı, yönetmelik
  • codex:el yazması kitap, klasik metin, kodeks
  • codfish:morina
  • codger:antika adam, garip, tip
  • codicil:vasiyetname eki
  • codification:kodlama
  • codify:kodlamak, şifrelemek, sistemleştirmek
  • coding:kodlamak, numaralamak, şifrelemek
  • codling:bir elma türü, ham elma, morina yavrusu
  • coed:karma eğitim yapan
  • coeducation:karma öğretim
  • coefficient:birlikte çalışan, işbirliği yapan, katsayı, ortak etmen
  • coelenterate:selentere
  • coequal:akran, denk, eş, eşit
  • coerce:baskı altında tutmak, baskı yapmak, mecbur etmek, zorlamak
  • coerced:baskı altında tutmak, baskı yapmak, mecbur etmek, zorlamak
  • coercible:mecburi, zorunlu
  • coerciblely:cebren, mecburen, zorunlu olarak
  • coercion:baskı, baskı rejimi, zorlama
  • coercive:zorla yapılan, zorlayıcı
  • coeval:akran, çağdaş, yaşıt
  • coexist:bir arada var olmak, yan yana yaşamak
  • coexisted:bir arada var olmak, yan yana yaşamak
  • coexistence:bir arada yaşama, birlikte var olma
  • coexistent:bir arada var olan
  • coexisting:bir arada var olmak, yan yana yaşamak
  • coffee:kahve, kahverengi
  • coffeehouse:çayevi, kahvehane
  • coffeemaker:kahve demliği, kahve makinesi
  • coffeepot:cezve, kahve demliği
  • coffer:hazine, kasa, kutu, sandık, tavan süslemek, tavan süsü
  • cofferdam:koferdam, sualtı inşaat temel sandığı
  • coffers:hazine, para
  • coffin:açılmaya elverişsiz gemi, tabut, tabuta koymak
  • cog:çark dişi, diş, dişli çark, hile yapmak, kurmak, tutmak
  • cogency:ikna yeteneği, inandırıcılık
  • cogent:ikna edici, inandırıcı
  • cogged:dişli
  • cogging:hile yapmak, kurmak, tutmak
  • cogitate:bulmak, düşünmek, düşünüp taşınmak, icat etmek, kavram yaratmak
  • cogitation:düşünce, düşünme, düşünüp taşınma, fikir
  • cognac:konyak
  • cognate:akraba, akraba olan, ayni kökten, aynı soydan gelen, hısım, kökü aynı olan, kökü aynı olan sözcük, soydaş
  • cognation:aklın bilme gücü, idrak, idrak yeteneği, kavrama
  • cognisable:idrak edilebilir, kavranabilir, mahkeme yetki alanı dahilinde olan, tanınabilir
  • cognisance:anlayış, bilgi, farkında olma, idrak, kavrama, kaza alanı, mahkemenin davayı dinlemesi
  • cognisant:bilen, bilincinde olan, farkında olan, haberdar, idrak yeteneği olan
  • cognitive:idrak ile ilgili, kavrama ile ilgili
  • cognizable:idrak edilebilir, kavranabilir, mahkeme yetki alanı dahilinde olan, tanınabilir
  • cognizance:anlayış, bilgi, farkında olma, idrak, kavrama, kaza alanı, mahkemenin davayı dinlemesi
  • cognizant:bilen, bilincinde olan, farkında olan, haberdar, idrak yeteneği olan
  • cognomen:lakap, soyad, takma ad
  • cognoscente:ehil, erbap
  • cognoscenti:ehil olanlar, erbaplar
  • cognoscible:anlaşılır, bilinir, kavranır
  • cognovit:ikrar, itirafname
  • cogwheel:çark, dişli, dişli çark
  • cohabit:birlikte yaşamak, evlenmeden beraber yaşamak
  • cohabitation:birlikte yaşama, evlenmeden beraber yaşama
  • cohabiting:birlikte yaşamak, evlenmeden beraber yaşamak
  • cohere:bağlantılı olmak, eş fazlı olmak, tutarlı olmak, tutmak, yapışmak
  • coherence:ahenk, eş fazlı olma, tutarlık, uygunluk, uyum, yapışma
  • coherency:ahenk, eş fazlı olma, tutarlık, uygunluk, uyum, yapışma
  • coherent:ahenkli, birbirini tutan, tutarlı, uyumlu, yapışık
  • coherer:dalga almaçı, dalga reseptörü
  • cohering:bağlantılı olmak, eş fazlı olmak, tutarlı olmak, tutmak, yapışmak
  • cohesion:bağlılık, birleşme, yapışma
  • cohesive:bağlı, yapışan, yapışık, yapışkan
  • cohesiveness:bağlılık, yapışıklık
  • cohort:kalabalık, kohort, lejyonun onda biri, topluluk
  • cohrent:ahenkli, birbirini tutan, tutarlı, uyumlu, yapışık
  • coif:bone, külah, saç modeli, şekillendirilmiş saç, takke
  • coiffeur:kadın berberi, kuaför
  • coiffure:saç biçimi, saç modeli
  • coign:çıkıntılı köşe
  • coil:bobin, bukle, bukle yapmak, dolamak, dolanmak, gürültü, halka, kangal, kangal yapmak, kargaşa, patırtı, sarılmak, sarmak, tomar, yay, yumak
  • coiled:bukle yapmak, dolamak, dolanmak, kangal yapmak, sarılmak, sarmak
  • coiling:kıvrılma
  • coin:bozuk para, bozukluk, demir para, deyim bulmak, madeni para, para, para basmak, para bastırmak, para kazanmak, sikke, sözcük uydurmak
  • coinage:madeni para sistemi, para basma, tedavüldeki para, uydurma, uyduruk deyim, yeni sözcük
  • coincide:çatışmak, denk gelmek, rastlamak, tutarlı olmak, uymak
  • coincidence:çatışma, denk gelme, rastlantı, tesadüf
  • coincident:rastlayan, tesadüf eden, tutarlı olan, uyan
  • coincidental:tesadüfi
  • coinciding:çatışmak, denk gelmek, rastlamak, tutarlı olmak, uymak
  • coined:deyim bulmak, para basmak, para bastırmak, para kazanmak, sözcük uydurmak
  • coiner:kalpazan, para basan kimse, yeni sözler uyduran kimse
  • coining:deyim bulmak, para basmak, para bastırmak, para kazanmak, sözcük uydurmak
  • coins:bozuk para, bozukluk, demir para, deyim bulmak, madeni para, para, para basmak, para bastırmak, para kazanmak, sikke, sözcük uydurmak
  • coital:çiftleşme ile ilgili, cinsel birleşme ile ilgili
  • coition:çiftleşme, cinsel birleşme
  • coitus:çiftleşme, cinsel birleşme
  • coke:dönüştürmek, kok, kok kömürü, kokain, kola, kolalı içecek
  • coked:dönüştürmek
  • cokernut:hindistan cevizi
  • coking:dönüştürmek
  • col:dağ geçidi
  • cola:kola
  • colander:kevgir, süzgeç
  • colchicum:çiğdem, çiğdem tohumu, safran
  • cold:baygın, donuk, duygusuz, kaçınılmaz, kesin olarak, nezle, sakin, sıkıcı, soğuk, soğukalgınlığı, soğukkanlı, soğukluk, üşümüş, yapmacık
  • coldblooded:soğukkanlı, vicdansız
  • coldcream:nemlendirici
  • colder:baygın, donuk, duygusuz, kaçınılmaz, kesin olarak, sakin, sıkıcı, soğuk, soğukkanlı, üşümüş, yapmacık
  • coldhearted:acımasız, duygusuz, katı yürekli
  • coldheartedly:acımasızca, duygusuzca, katı yüreklilikle
  • coldish:bayağı soğuk, soğukça
  • coldly:sakinlikle, soğukça, soğukkanlılıkla, üşüyerek
  • coldness:soğukluk
  • cole:kolza, lâhana türü sebze
  • coleslaw:lâhana salatası
  • colic:kalınbağırsak sancısı, kolik, sancı
  • colicky:kolik türünden
  • coliseum:amfiteatr, spor salonu, stadyum
  • colitis:kalınbağırsak iltihabı, kolit
  • collaborate:birlik olmak, düşmanla birlik olmak, el ele vermek, işbirliği yapmak
  • collaborating:birlik olmak, düşmanla birlik olmak, el ele vermek, işbirliği yapmak
  • collaboration:birlik, işbirliği, işbirlikçilik
  • collaborationist:işbirlikçi
  • collaborator:iş arkadaşı, işbirlikçi, ortak
  • collage:kolaj, kolaj tekniğiyle yapılmış resim
  • collapse:başarısız olmak, başarısızlık, bozulmak, cesaretini yitirmek, ciğerlerine hava gitmemek, çökme, çökmek, çöküntü, çöküş, düşmek, düşüş, kolaps, portatif olmak, suya düşme, suya düşmek, yığılma, yıkılma, yıkılmak
  • collapsed:çökmüş, çökük
  • collapsible:açılır kapanır, katlanır, portatif
  • collapsing:başarısız olmak, bozulmak, cesaretini yitirmek, ciğerlerine hava gitmemek, çökmek, düşmek, portatif olmak, suya düşmek, yıkılmak
  • collar:durdurmak, sıkma bileziği, tasma, yaka, yaka takmak, yakalamak, yakasına yapışmak, yürütmek
  • collarbone:köprücük kemiği
  • collared:durdurmak, yaka takmak, yakalamak, yakasına yapışmak, yürütmek
  • collate:karşılaştırarak okumak, karşılaştırmak, sıralamak
  • collateral:aynı amaçlı olan, kökeni aynı olan, paralel, soydaş, tâli, tamamlayıcı, tamamlayıcı teminat, yan, yardımcı
  • collation:aperatif, hafif yemek, karşılaştırma, tanımlama
  • colleague:iş arkadaşı, meslektaş
  • collect:almak, ayinlerde okunan kısa dua, bir araya getirmek, birikmek, biriktirmek, derlemek, koleksiyon yapmak, ödemeli, tahsil etmek, toparlamak, toplamak, toplanmak, uğrayıp almak
  • collected:aklı başında, kendinde, sakinleşmiş, toplanmış
  • collectedness:aklı başında olma, sakinlik
  • collectice:genel, müşterek, ortak, ortak girişim, ortaklaşa, ortaklaşa çiftlik, ortaklaşma, toplu, topluluk adı
  • collecting:para toplama, tahsilat, toplama
  • collection:derleme, koleksiyon, para toplama, tabaka, tahsilât, toplama, toplanma, toplanmış yardım, yığın
  • collections:dönem sınavları, vizeler
  • collective:genel, müşterek, ortak, ortak girişim, ortaklaşa, ortaklaşa çiftlik, ortaklaşma, toplu, topluluk adı
  • collectively:müşterek olarak, ortaklaşa, toplu olarak, toptan, toptan olarak
  • collectivism:kolektivizm, ortaklaşacılık
  • collectivist:kolektivist, ortaklaşacı
  • collectivity:aklı başında olma, bütünlük, sakinlik
  • collectivization:ortak kullanma
  • collector:koleksiyoncu, kolektör, tahsildar, toplayan kimse, toplayıcı, yardım toplayan kimse
  • collectot:koleksiyoncu, kolektör, tahsildar, toplayan kimse, toplayıcı, yardım toplayan kimse
  • colleen:kız
  • college:akademi, dernek, enstitü, fakülte, heyet, kolej, kurul, okul, üniversite, yüksekokul
  • colleger:kolejli, üniversite mezunu, üniversiteli
  • colleges:akademi, dernek, enstitü, fakülte, heyet, kolej, kurul, okul, üniversite, yüksekokul
  • collegian:kolejli, üniversite mezunu, üniversiteli
  • collegiate:kolejlilere özgü, üniversite ile ilgili, üniversitelilere özgü
  • collet:bilezik, halka, mücevherin oturtulduğu yuva, tasma, yüksük
  • colleteral:aynı amaçlı olan, kökeni aynı olan, paralel, soydaş, tâli, tamamlayıcı, tamamlayıcı teminat, yan, yardımcı
  • collide:çarpışmak, çarpmak, çatışmak, ters düşmek, zıt düşmek
  • collier:kömür gemisi, kömür gemisi işçisi, kömür ocağı işçisi, madenci
  • colliery:kömür ocağı
  • colligate:bağlamak, birleştirmek
  • collimate:ayarlamak, hizalamak, paralelleştirmek
  • collision:çarpışma, çatışma, fikir ayrılığı, toslama
  • colloboration:birlik, işbirliği, işbirlikçilik
  • collocate:düzenlemek, sıralamak, yan yana koymak
  • collocation:düzenleme, eşdizimlilik, sıralama, yan yana olma
  • collocutor:hitap edilen kimse, muhatap
  • collogue:entrika hazırlamak, gizli konuşmak
  • colloid:koloidal, koloit
  • colloidal:koloidal
  • collonade:kemeraltı, sütun dizisi
  • collop:et dilimi, kızartmalık ince et dilimi
  • colloquial:günlük konuşma dilinde, konuşma diline ait
  • colloquialism:konuşma dili deyimi, konuşma dili sözcüğü
  • colloquialisms:konuşma dili deyimi, konuşma dili sözcüğü
  • colloquy:diyalog, karşılıklı konuşma
  • collude:dolap çevirmek, gizlice anlaşmak
  • colluding:dolap çevirmek, gizlice anlaşmak
  • collusion:dolap, gizli anlaşma, hile
  • collusive:gizli anlaşma ile ilgili
  • collyrium:göz damlası
  • collywobbles:karın ağrısı, mide ağrısı
  • colon:iki nokta üst üste, kalın bağırsağın kolon bölümü, kolon
  • colonel:albay
  • colonelcy:albaylık
  • colonial:koloni ile ilgili, sömürge, sömürgede oturan kimse
  • colonialism:kolonicilik, sömürgecilik
  • colonic:kalın bağırsak ile ilgili, kolik, kolon ile ilgili
  • colonies:koloni, sömürge, sömürgede halkı, topluluk
  • colonisation:bölgeye insan yerleştirme, sömürge kurma
  • colonise:sömürge kurmak, sömürgeye yerleşmek, sömürgeye yerleştirmek
  • colonist:sömürgeci, sömürgede yaşayan kimse
  • colonists:sömürgeci, sömürgede yaşayan kimse
  • colonization:bölgeye insan yerleştirme, sömürge kurma
  • colonize:sömürge kurmak, sömürgeye yerleşmek, sömürgeye yerleştirmek
  • colonized:sömürge kurmak, sömürgeye yerleşmek, sömürgeye yerleştirmek
  • colonizer:sömürge oluşturan ülke
  • colonnade:kemeraltı, sütun dizisi
  • colony:koloni, sömürge, sömürgede halkı, topluluk
  • colophon:yayınevi amblemi
  • colophony:çamsakızı reçinesi, kolofan
  • color:abartmak, bet beniz, boya, boyamak, canlılık, çarpıtmak, coşkunluk, dış görünüş, forma, gerçek yüz, içyüzü, kızarmak, maske, nüans, renk, renk katmak, renk vermek, renklendirmek, saptırmak, ten rengi, ton, yüz rengi
  • colorable:akla uygun, aldatıcı, inandırıcı, sahte, uydurma, yalandan, yanıltıcı
  • colorant:boyarmadde
  • coloration:renklendirme
  • coloratura:koloratür, koloratür sanatçısı, seslerle melodiyi renklendirme
  • colorblind:renk körü
  • colorblindness:renk körlüğü
  • colored:aldatıcı, boyalı, boyanmış, etki altında kalmış, göz boyayıcı, renkli, taraflı
  • colorfast:rengi atmaz, renk vermez, solmaz
  • colorful:canlı, rengârenk, renkli
  • colorimeter:kolorimetre, renk ölçer
  • coloring:boya, boyama, renk, renklendirme, yanıltıcı görünüş, yüz rengi
  • colorless:cansız, donuk, renksiz, solgun, soluk, tarafsız
  • colors:bayrak, renkliler, sancak
  • colossal:dev, devasa, kocaman, muazzam, müthiş, şaşırtıcı
  • colossus:dev, dev heykel, devasa şey
  • coloum:basamak, direk, kolon, makale, sütun
  • colour:abartmak, bet beniz, boya, boyamak, canlılık, çarpıtmak, coşkunluk, dış görünüş, forma, gerçek yüz, içyüzü, kızarmak, maske, nüans, renk, renk katmak, renk vermek, renklendirmek, saptırmak, ten rengi, ton, yüz rengi
  • colourable:akla uygun, aldatıcı, inandırıcı, sahte, uydurma, yalandan, yanıltıcı
  • colourblindness:renk körlüğü
  • coloured:aldatıcı, boyalı, boyanmış, etki altında kalmış, göz boyayıcı, renkli, taraflı
  • colourfast:renk vermez, solmaz
  • colourful:canlı, rengârenk, renkli
  • colouring:boya, boyama, renk, renklendirme, yanıltıcı görünüş, yüz rengi
  • colourless:cansız, donuk, renksiz, solgun, soluk, tarafsız
  • colours:bayrak, renkliler, sancak
  • colt:acemi, kamçı, kırbaçlamak, sıpa, tay, toy, usturpa kırbac
  • colter:saban kulağı, sapan bıçağı
  • coltsfoot:öksürükotu
  • columbarium:güvercinlik
  • columbine:hasekiküpesi, kısa etekli dansçı, palyaçonun metresi
  • column:basamak, direk, kolon, makale, sütun
  • columnar:sütun, sütun gibi, sütunlu
  • columnist:köşe yazarı
  • colza:kolza
  • coma:baygınlık, koma, kuyrukluyıldız saçı, püskül
  • comatose:baygın, komada
  • comb:aramak, arayıp taramak, ayırmak, fırça, ibik, kaşağılamak, sorguç, tarak, taramak, tepe kısmı, tepelik
  • combat:çarpışma, çarpışmak, dövüşmek, mücâdele, mücâdele etmek, savaş, savaş açmak
  • combatant:kavgacı, kavgacı tip, savaşan, savaşçı
  • combating:çarpışmak, dövüşmek, mücâdele etmek, savaş açmak
  • combative:hırçın, kavgacı
  • combe:dağlarla çevrili ova, vadi
  • combed:taranmış
  • comber:tarak makinesi, tarakçı, uzun ve tümsekli dalga
  • combers:tarak makinesi, tarakçı, uzun ve tümsekli dalga
  • combination:bağlanma, bileşim, birleşim, birleştirme, birlik, karıştırma, kartel, kombinasyon, sepetli motosiklet, tek parça çamaşır
  • combinations:bağlanma, bileşim, birleşim, birleştirme, birlik, karıştırma, kartel, kombinasyon, sepetli motosiklet, tek parça çamaşır
  • combine:birleşmek, birleştirmek, birlik, karışmak, kartel, kaynaştırmak, kombine etmek, toplamak, toplanmak, uzlaşma
  • combined:bileşik, birleşik, karışık, karma, kombine
  • combineharvester:biçerdöver
  • combing:tarama
  • combining:birleştirme
  • combo:karışım, karma menü, kombo
  • combout:ayıklama, ayırma, tasfiye, temizlik
  • combustibility:tutuşma, yanarlık
  • combustible:tutuşucu, yakıt, yanıcı, yanıcı madde
  • combustion:tutuşma, yanma
  • comdemn:ayıplamak, çarptırmak, el koymak, hüküm vermek, istimlak etmek, kamulaştırmak, kınamak, mahkum etmek, suçlamak
  • come:bel, buyurmak, gelmek, görünmek, ileri gelmek, meni, orgazm olmak, sperma, tatmin olmak, tavır takınmak, ulaşmak
  • come!:çabuk!, deme!, hadi!
  • comeback:dönüş, eski gücüne ulaşma, hazırcevap, yeniden ortaya çıkma, yerinde cevap
  • comedian:komedi yazarı, komedyen, komik, komik kimse
  • comedienne:kadın komedyen
  • comedown:düşüş, gerileme, hayal kırıklığı
  • comedy:güldürü, komedi, komik olaylar
  • comeliness:alımlılık, çekicilik, güzellik, uygunluk
  • comely:alımlı, çekici, güzel, uygun, yakışıklı
  • comer:gelecek vaadeden kimse, gelen kimse
  • comes:buyurmak, gelmek, görünmek, ileri gelmek, orgazm olmak, tatmin olmak, tavır takınmak, ulaşmak
  • comestible:yenilebilir
  • comestibles:gıda maddesi, yiyecek, yiyecek şey
  • comet:kuyrukluyıldız
  • comeupance:hak edilen ceza
  • comeuppance:hak edilen ceza
  • comfit:bonbon, fındıklı şekerleme
  • comfort:avuntu, avutmak, cesaretlendirmek, ferahlatıcı şey, huzur, konfor, memnun etmek, rahat, rahat ettirmek, rahatlatmak, rahatlık, refah, teselli, teselli eden kimse, teselli etmek, yardım, yardım etmek, yatıştırmak
  • comfortable:iyi, konforlu, rahat, rahatlatıcı, sakin, tatminkâr
  • comforter:avutan kimse, emzik, rahatlatıcı şey, yorgan, yün atkı
  • comforting:avutucu, rahatlatıcı, rahatlatma, teselli edici
  • comfortless:huzursuz edici, kasvetli, konforsuz, rahatsız
  • comforts:avuntu, avutmak, cesaretlendirmek, ferahlatıcı şey, huzur, konfor, memnun etmek, rahat, rahat ettirmek, rahatlatmak, rahatlık, refah, teselli, teselli eden kimse, teselli etmek, yardım, yardım etmek, yatıştırmak
  • comfy:konforlu, rahat
  • comic:gülünç, karikatür öykü, komedi, komedi filmi, komedyen, komik, mizah dergisi
  • comical:acayip, garip, komik, tuhaf
  • comically:acayip, garip biçimde, gülünç olarak, komedi olarak, komik biçimde
  • comics:karikatür öykü, komedi, komedi filmi, komedyen, mizah dergisi
  • coming:gelecek, gelen, geliş, gelme, varış, yaklaşma
  • comittee:heyet, komisyon, komite, kurul
  • comity:kibarlık, nezaket
  • comma:virgül
  • command:buyruk, buyurmak, emir, emir vermek, emretmek, genel kurmay, güç, hakim olmak, hakimiyet, hükmetmek, hüküm sürmek, komuta, komuta etmek, kontrol etmek, kumanda, kuvvet, telkin etmek, tepeden görmek, yetki, yönetmek
  • commandant:komutan, kumandan
  • commandeer:askerliğe mecbur etmek, benimsemek, el koymak, kendine mâletmek
  • commandeering:askerliğe mecbur etmek, benimsemek, el koymak, kendine mâletmek
  • commander:amir, komutan, kumandan, şef, tarikat şefi
  • commanding:birinci sınıf, emreden, etkili, hakim, hükmeden, hükmetme, mükemmel, saygın
  • commandingly:amirane
  • commandment:allah’ın emri, buyruk, emir
  • commando:komando, komando birliği
  • commemorate:anmak, hatırasına yapmak, kutlamak
  • commemorating:anmak, hatırasına yapmak, kutlamak
  • commemoration:anma, anma töreni, kutlama
  • commemorative:hatıra, yadigâr
  • commence:başlamak, başlatmak, dava açmak, doktora derecesi almak, yüksek lisans almak
  • commencement:başlangıç, diploma töreni
  • commencing:başlama, başlangıç
  • commend:emanet etmek, methetmek, övmek, saygılarını sunmak, tavsiye etmek
  • commendable:övgüye değer, övülmeye lâyık, tavsiye edilir
  • commendation:övgü, salık verme, takdir, tavsiye
  • commendations:övgü, salık verme, takdir, tavsiye
  • commendatory:metheden, öven, salık veren, tavsiye eden
  • commending:övme
  • commensal:aynı sofrada yemek yiyen kimse, komensal hayvan, ortakçı hayvan
  • commensurable:aynı ölçekle ölçülebilen, ölçeği bir olan
  • commensurate:eşit, oranlı, orantılı, uygun
  • comment:açıklama, boş lâf, değerlendirmek, düşüncesini açıklamak, eleştiri, eleştirmek, gevezelik, yorum, yorumlamak
  • commentary:açıklama, eleştiri, tefsir, yorum
  • commentate:değerlendirmek, yorumlamak
  • commentator:eleştirmen, maç spikeri, yorumcu
  • commented:değerlendirmek, düşüncesini açıklamak, eleştirmek, yorumlamak
  • commenting:değerlendirmek, düşüncesini açıklamak, eleştirmek, yorumlamak
  • commerce:alım satım, cinsel ilişki, ilişki, iş, ticaret
  • commercial:kârlı, mesleki, reklâm, reklâm yayını yapan, ticaret yapan, ticari
  • commercialism:ticari anlayış, ticari terim, ticari tutum
  • commie:komünist
  • commination:göz korkutma, ikaz, uyarı
  • commingle:karışmak, karıştırmak, kaynaşmak, kaynaştırmak
  • commingled:karışmak, karıştırmak, kaynaşmak, kaynaştırmak
  • commingling:karışmak, karıştırmak, kaynaşmak, kaynaştırmak
  • comminication:bağlantı, haber, haberleşme, iletişim, irtibat, kominikasyon, mesaj, nakletme, tebliğ, temas, ulaşım, yayma
  • comminute:ezmek, parçalamak, ufalamak
  • comminuted:ufalanmış
  • comminution:parçacıklara ayırma, ufalama
  • commiserate:acımak, başsağlığı dilemek, kederini paylaşmak, merhamet etmek
  • commiseration:acıma, derdini paylaşma, merhamet
  • commisioner:delege, komiser, komisyon üyesi, komisyonca atanan görevli, vekil, yargıç, yetkili kimse
  • commissar:komiser
  • commissariat:destek hizmetleri, levazım sınıfı
  • commissary:askeri kantin, büfe, delege yardımcısı, komiser, piskopos vekili, vekil
  • commission:aracı kârı, atama, atama belgesi, atamak, görev, görevlendirme, görevlendirmek, heyet, ısmarlama, ısmarlamak, komisyon, komite, kurul, sipariş, sipariş vermek, talimat, tayin etmek, terfi, vazife, yetkilendirmek
  • commissionaire:kapıcı, temsilci
  • commissioned:yetkili
  • commissioner:delege, komiser, komisyon üyesi, komisyonca atanan görevli, vekil, yargıç, yetkili kimse
  • commissure:birleşme noktası, ek yeri
  • commit:adamak, emanet etmek, işlemek, komisyona sunmak, önermek, söz vermek, suç işlemek, teslim etmek, vâât etmek
  • commitment:bağlantı, hapis hükmü, söz, suç işleme, taahhüt, teslim etme, vâât
  • commits:adamak, emanet etmek, işlemek, komisyona sunmak, önermek, söz vermek, suç işlemek, teslim etmek, vâât etmek
  • committal:hapse atma, sevketme, söz, suç işleme, taahhüt, teslim etme
  • committee:heyet, komisyon, komite, kurul
  • committing:adamak, emanet etmek, işlemek, komisyona sunmak, önermek, söz vermek, suç işlemek, teslim etmek, vâât etmek
  • commix:karışmak, karıştırmak
  • commixture:karışım, karıştırma
  • commode:çekmeceli dolap, komodin, oturaklı iskemle, şifoniyer
  • commodious:ferah, geniş
  • commodities:emtia, eşya, hammadde, mal
  • commodity:emtia, eşya, hammadde, mal
  • commodore:amiral, en eski kaptan, komodor, komodor idaresindeki gemi
  • common:adi, alelâde, alışılagelmiş, bayağı, bilinen, genel, halka açık yer, kaba, kaba saba, meydan, müşterek, olağan, ortak, park, sıradan, yaygın
  • commoner:halktan olan kimse
  • commonly:alelâde, bayağıca, çoğunlukla, müşterek biçimde, ortak olarak, sıradan biçimde
  • commonness:adilik, bayağılık, bol bulunma, çokluk, sıradanlık
  • commonplace:adi, alelâde, basmakalıp, bayağı, beylik lâf, klişe, olağan, sık söylenen söz, sıradan
  • commons:asil olmayanlar, avam, halk tabakası, paylaşılan yiyecekler
  • commonsense:aklıselim, sağduyu
  • commonsensical:mantıklı, sağduyulu
  • commonweal:devlet, kamu yararı, ulus
  • commonwealth:devlet, eyalet, kamu yararı, ulus
  • commotion:ayaklanma, heyecan, kargaşa, karışıklık, koşuşturma, telaş
  • commpassion:acıma, merhamet, şefkât, sevecenlik, sevgi
  • communal:halk, halkın malı olan, müşterek, toplumsal, umumi
  • commune:komün, komünyon almak, komünyon vermek, senli benli konuşmak, sohbet etmek, söyleşmek, yerel idare
  • communicable:ifade edilebilir, iletilebilir, söylenebilir
  • communicant:bilgi veren, bilgi veren kimse, ele veren, komünyon alan kimse, komünyon ayinine katılan
  • communicants:bilgi veren kimse, komünyon alan kimse
  • communicate:anlatmak, bağlantılı olmak, bildirmek, birbirine açılmak, bulaştırmak, dertleşmek, geçirmek, haberleşmek, içini dökmek, iletişim kurmak, nakletmek, temasa geçmek
  • communicating:anlatmak, bağlantılı olmak, bildirmek, birbirine açılmak, bulaştırmak, dertleşmek, geçirmek, haberleşmek, içini dökmek, iletişim kurmak, nakletmek, temasa geçmek
  • communication:bağlantı, haber, haberleşme, iletişim, irtibat, kominikasyon, mesaj, nakletme, tebliğ, temas, ulaşım, yayma
  • communications:bağlantı, haber, haberleşme, iletişim, irtibat, kominikasyon, mesaj, nakletme, tebliğ, temas, ulaşım, yayma
  • communicative:açık yürekli, boşboğaz, konuşkan, söylemeye hazır
  • communicator:konuşkan kimse, konuşma aygıtı, sinyâl cihazı
  • communion:aynı düşüncede olma, birlik, cemaat, duygu ortaklığı, komünyon, paylaşma
  • communique:bildiri, duyuru, tebliğ
  • communiqué:bildiri, duyuru, tebliğ
  • communism:komünizm
  • communist:komünist, solcu
  • communistic:komünist, komünizm
  • communities:benzerlik, cemaat, cemiyet, müşterek tasarruf, ortak yön, ortaklık, topluluk
  • community:benzerlik, cemaat, cemiyet, müşterek tasarruf, ortak yön, ortaklık, topluluk
  • commutable:değiştirilebilir, dönüştürülebilir, hafifletilebilir
  • commutate:düz akıma çevirmek, yönünü değiştirmek
  • commutation:akım düzenleme, değiştirme, hafifletme
  • commutative:degiştirilebilen, değiştirme ile ilgili
  • commutator:çevirici, komütatör
  • commute:çevirmek, değiş tokuş etmek, değiştirmek, hafifletmek, takas etmek
  • commuter:akım çevirici, banliyöde yaşayan kimse
  • commuters:akım çevirici, banliyöde yaşayan kimse
  • commuting:çevirmek, değiş tokuş etmek, değiştirmek, hafifletmek, takas etmek
  • compact:anlaşma, kısa ve etkili, kompakt, küçük araba, öz, özlü, pudralık, sıkı, sıkılaştırmak, sıkıştırmak, sözleşme, yoğun, yoğunlaştırmak
  • compacted:sıkılaştırmak, sıkıştırmak, yoğunlaştırmak
  • compacting:sıkılaştırmak, sıkıştırmak, yoğunlaştırmak
  • compactness:etkili anlatım, sıklık, yoğunluk
  • companies:arkadaşlık, birlik, bölük, eşlik, misafir, ortaklık, şirket, tayfa, toplantı, topluluk
  • companion:ahbap, ait olan, arkadaş, arkadaşlık etmek, bakıcı, el kitabı, eş, eşlik etmek, güverte merdiveni, ilgili, kavalye, mensup, refakât etmek, refakâtçi, yoldaş
  • companionable:arkadaş canlısı, candan, girişken, samimi
  • companions:ahbap, arkadaş, arkadaşlık etmek, bakıcı, el kitabı, eş, eşlik etmek, güverte merdiveni, kavalye, refakât etmek, refakâtçi, yoldaş
  • companionship:arkadaşlık, eşlik, refakât, yoldaşlık
  • companionway:bakıcı
  • company:arkadaşlık, birlik, bölük, eşlik, misafir, ortaklık, şirket, tayfa, toplantı, topluluk
  • comparable:karşılaştırılabilir, kıyas götürür, kıyaslanabilir
  • comparative:karşılaştırma yoluyla yapılan, kıyaslamalı, orantılı, üstünlük derecesini gösteren, uygun
  • comparatively:nispeten, orantılı olarak
  • compare:benzemek, benzetmek, karşılaştırılmak, karşılaştırmak, kıyaslamak, üstünlük derecesini göstermek
  • compared:benzemek, benzetmek, karşılaştırılmak, karşılaştırmak, kıyaslamak, üstünlük derecesini göstermek
  • comparing:kıyas
  • comparison:benzerlik, benzetme, karşılaştırma, kıyas, kıyaslama, mukayese, üstünlük derecesini gösterme
  • compartment:bölme, bölüm, göz, kısım, kompartıman
  • compartmentalize:bölümlere ayırmak
  • compass:alan, anlamak, başarmak, çevre, erim, erişmek, gizli plan kurmak, kapsam, kapsamak, kavramak, kuşatmak, menzil, pusula, sarmak, sınır
  • compasses:pergel
  • compassion:acıma, merhamet, şefkât, sevecenlik, sevgi
  • compassionate:merhametli, şefkâtli, sevecen
  • compatibility:bağdaşma, uygunluk
  • compatible:bağdaşan, geçimli, uygun, uyumlu
  • compatriot:vatandaş, yurttaş
  • compeer:akran, arkadaş, eş
  • compel:mecbur etmek, zorlamak, zorunda bırakmak
  • compell:mecbur etmek, zorlamak, zorunda bırakmak
  • compelled:mecbur
  • compelling:ilgi uyandıran, saygı uyandıran, zorlayan, zorlayıcı
  • compels:mecbur etmek, zorlamak, zorunda bırakmak
  • compendia:inceleme, kısaltma, özet
  • compendious:kısa, öz, özet halinde
  • compendium:inceleme, kısaltma, özet
  • compensate:denklemek, denkleşmek, eşitlemek, karşılamak, tazmin etmek, telâfi etmek, yerini tutmak
  • compensated:denklemek, denkleşmek, eşitlemek, karşılamak, tazmin etmek, telâfi etmek, yerini tutmak
  • compensating:denklemek, denkleşmek, eşitlemek, karşılamak, tazmin etmek, telâfi etmek, yerini tutmak
  • compensation:bedel, karşılama, maaş, ödün, taviz, tazmin, tazminat, telâfi
  • compensations:bedel, karşılama, maaş, ödün, taviz, tazmin, tazminat, telâfi
  • compensator:denkleme transformatoru, düzenleyici
  • compensatory:telâfi edici
  • comperative:karşılaştırma yoluyla yapılan, kıyaslamalı, orantılı, üstünlük derecesini gösteren, uygun
  • compere:eğlence programı sunmak, eğlence programı sunucusu, sunuculuk yapmak
  • compering:eğlence programı sunmak, sunuculuk yapmak
  • compete:çekişmek, mücâdele etmek, rekabet etmek, yarışmak
  • competed:çekişmek, mücâdele etmek, rekabet etmek, yarışmak
  • competence:ehliyet, geçinip gidecek kadar gelir, yetenek, yeterlik, yetki
  • competencies:ehliyet, geçinip gidecek kadar gelir, yetenek, yeterlik, yetki
  • competency:ehliyet, geçinip gidecek kadar gelir, yetenek, yeterlik, yetki
  • competent:ehil, yasal, yetenekli, yeterli, yetkili
  • competing:çekişmek, mücâdele etmek, rekabet etmek, yarışmak
  • competition:çekişme, rekabet, yarışma
  • competitive:hırslı, rakip olan, rekabet edebilen, rekabete dayanan, yarışmaya dayanan
  • competitor:rakip, yarışçı, yarışmacı
  • competitors:rakip, yarışçı, yarışmacı
  • compilation:derleme, derleme eser
  • compile:derlemek, sıralamak, telif etmek, toplamak
  • compiled:derlemek, sıralamak, telif etmek, toplamak
  • compiler:derleyen kimse, derleyici
  • compiles:derlemek, sıralamak, telif etmek, toplamak
  • compiling:derlemek, sıralamak, telif etmek, toplamak
  • complacence:gönül rahatlığı, halinden memnun olma, memnuniyet
  • complacency:gönül rahatlığı, halinden memnun olma, memnuniyet
  • complacent:boşveren, halinden memnun, ilgisiz, rahat
  • complain:dava açmak, ihbar etmek, şikâyet etmek, şikâyetçi olmak, sızlanmak, söylenmek, yakınmak
  • complainant:davacı, şikâyetçi
  • complaining:sızlanan, sızlanma, söylenme
  • complaint:ağlayıp sızlanma, dert, iftira, rahatsızlık, şikâyet, şikâyet sebebi, sitem, suçlama, yakınma
  • complaints:ağlayıp sızlanma, dert, iftira, rahatsızlık, şikâyet, şikâyet sebebi, sitem, suçlama, yakınma
  • complaisance:göz yumma, hoşgörü, lütuf, nezaket, tolerans
  • complaisant:hoşgörülü, müsamahakâr, nazik
  • complement:bütün, bütünler açı, bütünleyici şey, tam kadro, tamamlamak, tamamlayıcı, tamlık, tümleç
  • complemental:tamamlayıcı, tümleyici
  • complementary:bütünler, tamamlayıcı, tümleyici
  • complemented:tamamlamak
  • complements:bütün, bütünler açı, bütünleyici şey, tam kadro, tamamlamak, tamamlayıcı, tamlık, tümleç
  • complete:bitirmek, bütün, doldurmak, eksiksiz, iyice, mükemmel, tam, tamam, tamamı, tamamlamak, tamamlanmış, uygulamak, yerine getirmek
  • completed:tarihinde tamamlandı
  • completely:bütün bütün, bütün olarak, bütünüyle, düpedüz, iyice, tam olarak, tamamen, tamamiyle
  • completeness:bütünlük, tamlık
  • completing:bitirmek, doldurmak, tamamlamak, uygulamak, yerine getirmek
  • completion:bitirme, ikmal, tamamlama
  • complex:bileşik, bileşik şey, blok, karışık, karışık şey, karmaşık, kompleks, komplike, site
  • complexion:cilt, gidişat, görünüm, renk, ten rengi, yön
  • complexity:güçlük, karışıklık, karmaşa, zorluk
  • compliance:itaat, rıza, uyma, uysallık
  • compliant:itaatkâr, uysal, yumuşak başlı
  • compliantly:uysal olarak, yumuşak başlılıkla
  • complicacy:güçlük, karmaşıklık
  • complicate:güçleştirmek, içinden çıkılmaz hale getirmek, karıştırmak, zorlaştırmak
  • complicated:anlaşılması zor, anlaşılmaz, çapraşık, çetrefilli, dallı budaklı, karışık, karmaşık, komplike
  • complicating:güçleştirmek, içinden çıkılmaz hale getirmek, karıştırmak, zorlaştırmak
  • complication:karışıklık, karmaşa, komplikasyon, zorluk
  • complications:karışıklık, karmaşa, komplikasyon, zorluk
  • complicity:suç ortaklığı, yardakçılık
  • compliment:hayranlık, iltifat, iyi dilekler, kompliman, övgü, övmek, saygı
  • complimentary:fahri, hayranlık belirten, hediye olarak verilen, kompliman türünden, onursal, övgü olarak verilen, parasız
  • compliments:hayranlık, iltifat, iyi dilekler, kompliman, övgü, övmek, saygı
  • complot:komplo, komplo kurmak, suikâst, tuzak
  • comply:boyun eğmek, razı olmak, uymak
  • complying:boyun eğmek, razı olmak, uymak
  • compo:alçı, bileşim, bileşim maddesi, kompozisyon, sıva
  • component:bileşen, bileşimde yeralan, eleman, öğe, parça, tamamlayıcı, tamamlayıcı parça
  • components:bileşen, eleman, öğe, parça, tamamlayıcı parça
  • comport:bağdaşmak, uymak, yakışmak
  • compose:arabuluculuk yapmak, bestelemek, düzenlemek, eser yaratmak, meydana getirmek, oluşturmak, şiir yazmak, toparlamak, yaratmak, yatıştırmak, yazmak
  • composed:kendi halinde, sakin
  • composedly:kendi halinde, sakin
  • composer:besteci, kompozitör, yaratıcı, yazar
  • composing:dizgi, dizgi ile ilgili, rahatlatıcı, yatıştırıcı
  • composite:alaşım, bileşik, bileşikgillerden bitki, bileşikgillerden olan, karışık, karma
  • composition:anlaşma, beste, bileşim, bileştirme, derleme, dizgi, eserdeki düzeltme, kompozisyon, nitelik, tertip, yapı, yapıt
  • compositions:anlaşma, beste, bileşim, bileştirme, derleme, dizgi, eserdeki düzeltme, kompozisyon, nitelik, tertip, yapı, yapıt
  • compositor:dizgici
  • compost:gübrelemek, organik gübre
  • composting:gübrelemek
  • composure:dinginlik, huzur, rahat, sakinlik
  • compote:hoşaf, komposto
  • compound:ağıl, alaşım, anlaşmak, artırmak, bileşik, bileşik kelime, bileşim, birleştirmek, çözmek, halletmek, karışık, karıştırılma, karıştırma, mandıra, örtbas etmek, takipten vazgeçmek, taksitle ödemek, uzlaşmak
  • compounded:anlaşmak, artırmak, birleştirmek, çözmek, halletmek, örtbas etmek, takipten vazgeçmek, taksitle ödemek, uzlaşmak
  • compounding:anlaşmak, artırmak, birleştirmek, çözmek, halletmek, örtbas etmek, takipten vazgeçmek, taksitle ödemek, uzlaşmak
  • compounds:ağıl, alaşım, anlaşmak, artırmak, bileşik, bileşik kelime, bileşim, birleştirmek, çözmek, halletmek, karıştırılma, karıştırma, mandıra, örtbas etmek, takipten vazgeçmek, taksitle ödemek, uzlaşmak
  • comprehend:algılamak, anlamak, idrak etmek, ihtiva etmek, kapsamak, kavramak
  • comprehended:algılamak, anlamak, idrak etmek, ihtiva etmek, kapsamak, kavramak
  • comprehending:algılamak, anlamak, idrak etmek, ihtiva etmek, kapsamak, kavramak
  • comprehensible:anlaşılabilir, anlaşılır, kavranabilir, makul
  • comprehension:akıl, anlama, anlayış, idrak, kapsam, kavrama, kavrayış
  • comprehensive:anlayışlı, etraflı, geniş, geniş kapsamlı, idrak edebilen, kapsamlı, meslek ortaokulu
  • :anlayışlı, etraflı, geniş, geniş kapsamlı, idrak edebilen, kapsamlı, meslek ortaokulu
  • comprehensiveness:etraflı olma, kapsam
  • compress:bastırmak, kısaltmak, kompres, kompres yapmak, özetlemek, sıkıştırmak
  • compressed:basınçlı, sıkıştırılmış
  • compressible:bastırılabilir, sıkıştırılabilir
  • compressing:kısaltma, özet
  • compression:basınç, bastırma, kısaltma, kompresyon, özetleme, sıkıştırma, tazyik
  • compressive:basınçlı, baskılı, sıkıştıran
  • compressor:büzgen, dairesel sıkıştırıcı kas, ıslak bez, kompres, kompresör, sıvı yada gaz sıkıştırma aleti
  • comprise:içermek, içine almak, ihtiva etmek, kapsamak, oluşmak
  • comprising:içermek, içine almak, ihtiva etmek, kapsamak, oluşmak
  • compromise:anlaşmak, ara bulmak, gölge düşürmek, ödün, ödün vererek anlaşmaya varma, riske atmak, taviz, uyuşma, uzlaşma, uzlaşmak, uzlaştırmak
  • compromised:anlaşmak, ara bulmak, gölge düşürmek, riske atmak, uzlaşmak, uzlaştırmak
  • compromising:anlaşmak, ara bulmak, gölge düşürmek, riske atmak, uzlaşmak, uzlaştırmak
  • comptroller:denetçi, kontrolör, sayman
  • compulsion:baskı, dürtü, mecburiyet, yükümlülük, zorlama
  • compulsive:dürtü etkisiyle yapılan, zorlayıcı
  • compulsively:dürtü etkisiyle, zorlayıcı olarak
  • compulsorily:mecburen
  • compulsory:mecburi, zorlayıcı, zorunlu
  • compunction:esef, pişmanlık, vicdan azabı
  • compurgation:tanıkların yeminiyle suçun-aklanması
  • computable:hesaplanabilir
  • computation:hesap, hesaplama
  • computations:hesap, hesaplama
  • compute:bilgisayar kullanmak, hesap etmek, hesaplamak
  • computer:bilgisayar, elektronik beyin
  • computerize:bilgisayar kurmak, bilgisayar programına sokmak, bilgisayarla hesaplamak
  • computerized:bilgisayarla işlenmiş
  • computing:bilgisayar kullanmak, hesap etmek, hesaplamak
  • compution:hesap, hesaplama
  • comrade:arkadaş, dost, yoldaş
  • comradely:arkadaşça, dostça
  • comradeship:arkadaşlık
  • comsat:haberleşme uydusu
  • comsumption:bitirme, harcama, tüberküloz, tüketim, verem
  • comulsory:mecburi, zorlayıcı, zorunlu
  • con:aleyhte, aleyhte oy, aleyhteki nokta, dikkatle okumak, dolandırmak, dubaracı, dümen kullanmak, gemi idare etmek, hilekâr, incelemek, kandırmak, karşı, karşı tartışma, mahkum, suçlu, yutturmak
  • conation:arzu, çabalama, gayret
  • concatenate:bağlamak, sıralamak
  • concatenating:bağlamak, sıralamak
  • concatenation:birbirine bağlama, birbirine bağlı olaylar dizisi
  • concave:çukur, içbükey, içbükey yüzey, ıraksak, konkav
  • concavity:çukurluk, içbükey yüzey, içbükeylik
  • conceal:gizlemek, örtbas etmek, örtmek, saklamak
  • concealed:gizlenmiş, gizli
  • concealing:gizlemek, örtbas etmek, örtmek, saklamak
  • concealment:gizleme, gizlenme, saklama, saklanma, sır tutma
  • concede:kabul etmek zorunda kalmak, kabullenmek, ödün vermek, uygun bulmak
  • conceding:kabul etmek zorunda kalmak, kabullenmek, ödün vermek, uygun bulmak
  • conceit:düşünce, fikir, kendini beğenme, kibir, kurum, şımarıklık
  • conceited:gururlu, kendini beğenmiş, kibirli, mağrur
  • conceivable:akla uygun, düşünülebilir, kavranabilir, makul
  • conceivably:makul olarak
  • conceive:aklı almak, anlamak, düşünmek, gebe kalmak, ifade etmek, kavramak, ortaya çıkarmak, tasavvur etmek, yaratmak, yazmak
  • conceived:tasarlanmış
  • conceiving:aklı almak, anlamak, düşünmek, gebe kalmak, ifade etmek, kavramak, ortaya çıkarmak, tasavvur etmek, yaratmak, yazmak
  • concentrate:dikkatini vermek, konsantre etmek, konsantre madde, konsantre olmak, toplamak, yoğun madde, yoğunlaşmak, yoğunlaştırmak
  • concentrated:konsantre, yoğun
  • concentrating:dikkatini vermek, konsantre etmek, konsantre olmak, toplamak, yoğunlaşmak, yoğunlaştırmak
  • concentration:konsantrasyon, toplama, toplanma, yoğunlaşma
  • concentrations:konsantrasyon, toplama, toplanma, yoğunlaşma
  • concentric:merkezleri bir, ortak merkezli
  • concept:fikir, görüş, hayal etme, kavram, mefhum, tasavvur
  • conception:fikir, gebe kalma, kavrama
  • conceptional:kavramsal
  • conceptive:gebeliğe elverişli, kavramsal, kavrayan
  • concepts:fikir, görüş, hayal etme, kavram, mefhum, tasavvur
  • conceptual:anlayan, kavramsal, kavrayan
  • concern:ait olmak, alâka, bağlantı, endişe, endişelendirmek, etkilemek, ilgi, ilgilendirmek, ilişkisi olmak, irtibat, iş, karışmak, kaygılandırmak, kuruluş, merak, pay, şey, şirket, tasa, umur
  • concerned:endişeli, ilgilenen, ilgili, kaygılı, meşgul
  • concerning:ait, dair, hakkında, ilgili olarak, ilişkin, konusunda
  • concerns:ait olmak, alâka, bağlantı, endişe, endişelendirmek, etkilemek, ilgi, ilgilendirmek, ilişkisi olmak, irtibat, iş, karışmak, kaygılandırmak, kuruluş, merak, pay, şey, şirket, tasa, umur
  • concert:ahenk, anlaşma, anlaşmak, birlikte hareket etmek, elbirliği, kararlaştırmak, konser, planlamak, ses bütünlüğü, uyum
  • concerted:düzenlenmiş, kararlaştırılmış, toplu, uyarlanmış
  • concertgoer:konser meraklısı
  • concertina:akerdeona benzer bir çalgı
  • concerto:konçerto
  • concession:ayrıcalık, imtiyaz, izin, kabul, ödün, ruhsat, taviz, teslim
  • concessionaire:ayrıcalıklı kimse
  • concessionairy:ayrıcalık, ayrıcalıklı, ruhsat
  • concessions:ayrıcalık, imtiyaz, izin, kabul, ödün, ruhsat, taviz, teslim
  • concessive:kabul ifade eden
  • conch:deniz yumuşakçası kabuğu, kabuklu bir deniz hayvanı, yumuşakça kavkısı
  • concha:kulak kepçesi çukuru, yarım kubbe
  • concierge:kapıcı
  • conciliar:konsey ile ilgili
  • conciliate:barıştırmak, dostluğunu kazanmak, gönlünü almak, uzlaştırmak, yatıştırmak
  • conciliating:barıştırmak, dostluğunu kazanmak, gönlünü almak, uzlaştırmak, yatıştırmak
  • conciliation:barıştırma, ödeme, sakinleştirme, uzlaştırma, yatıştırma
  • conciliative:uzlaştırıcı
  • conciliator:arabulucu, barıştıran
  • conciliatory:gönül alıcı, uzlaştırıcı, yatıştırıcı
  • concilium:görüşme
  • concinnity:ahenk, tutarlık, uyum
  • concise:kısa, özlü, veciz
  • conciseness:kısalık, özlülük
  • conclave:kardinaller meclisi, kardinaller toplantısı, oturum, özel toplantı
  • conclude:anlaşma yapmak, bitirmek, bitmek, karara varmak, sonuç çıkarmak, sonuçlandırmak, sonuçlanmak
  • concluded:anlaşma yapmak, bitirmek, bitmek, karara varmak, sonuç çıkarmak, sonuçlandırmak, sonuçlanmak
  • concluding:anlaşma yapmak, bitirmek, bitmek, karara varmak, sonuç çıkarmak, sonuçlandırmak, sonuçlanmak
  • conclusion:hüküm, kanı, karar, netice, son, sonuç
  • conclusive:inandırıcı, kati, kesin, son
  • conclusiveness:inandırıcılık, kesinlik
  • concoct:hazırlamak, karıştırmak, uydurmak, uyduruvermek
  • concocted:hazırlamak, karıştırmak, uydurmak, uyduruvermek
  • concoction:karışım, karıştırarak hazırlama, uydurma
  • concomitance:beraberinde olma, eşlik etme
  • concomitant:beraberinde gelen şey, beraberindeki, doğal sonuç, eşlik eden, olacağı
  • concord:anlaşma, armoni, barış, harmoni, hızlı ve lüks uçak, uygunluk, uyum
  • concordance:ahenk, dizin, uyum
  • concordant:ahenkli, uygun, uyumlu
  • concordat:antlaşma
  • concourse:açık alan, izdiham, kalabalık, park gezinti yolu, terminal salonu, toplanma, toplantı
  • concrescence:beraber yürüme, birleşme
  • concrete:beton, betonla kaplamak, bütünleşmek, elle tutulur, gerçekten var olan, katılaşmak, katılaştırmak, maddesel, maddi, somut, somut varlık, somutlaşmak, somutlaştırmak
  • concretion:birleşme, bütünleşme, katılaşma, katılaşmış madde, katılaştırma, şiş, taş, yumru
  • concretize:belirginleştirmek, kesinleştirmek, somutlaştırmak
  • concubinage:birlikte yaşama, cariyelik, metreslik, nikâhsız birliktelik
  • concubine:cariye, metres, nikâhsız eş, sevgili
  • concupiscence:cinsel arzu, şehvet
  • concupiscent:şehvet düşkünü, şehvetli
  • concur:aynı anda olmak, elbirliği yapmak, hemfikir olmak, kesişmek, rastlamak, uyuşmak
  • concurrence:elbirliği, fikir birliği, kesişim, kesişme noktası, rastlantı, uyuşma, zamanlaması rastlama
  • concurrent:aynı anda olma, birleşen, eşzamanlı olan, kesişen, uyuşan, yardımlaşan
  • concurring:aynı anda olmak, elbirliği yapmak, hemfikir olmak, kesişmek, rastlamak, uyuşmak
  • concuss:baskı altında tutmak, sarsmak
  • concussion:beyin sarsıntısı, darbe, sarsıntı, sarsma, şok
  • condemn:ayıplamak, çarptırmak, el koymak, hüküm vermek, istimlak etmek, kamulaştırmak, kınamak, mahkum etmek, suçlamak
  • condemnable:istimlâk edilebilir, kınanacak, mahkum edilebilir
  • condemnation:ayıplama, istimlak, kanunen el koyma, kınama, mahkum etme, mahkumiyet, suçlama
  • condemnatory:kınayıcı
  • condemned:hükümlü
  • condemning:ayıplamak, çarptırmak, el koymak, hüküm vermek, istimlak etmek, kamulaştırmak, kınamak, mahkum etmek, suçlamak
  • condensation:buğu, gazdan sıvıya dönüşme, kısaltma, kümeleme, özet, yığma, yoğunlaşma, yoğunlaştırma
  • condense:koyulaşmak, sıvı hale dönüşmek, yoğunlaşmak, yoğunlaştırmak
  • condensed:koyulaşmak, sıvı hale dönüşmek, yoğunlaşmak, yoğunlaştırmak
  • condenser:kondansatör, mercek
  • condenses:koyulaşmak, sıvı hale dönüşmek, yoğunlaşmak, yoğunlaştırmak
  • condensing:koyulaşmak, sıvı hale dönüşmek, yoğunlaşmak, yoğunlaştırmak
  • condescend:küçümseme ile davranmak, lütfetmek, tenezzül etmek
  • condescending:hor gören, küçümseyen, lütfeden, tenezzül eden
  • condescension:lütfetme, lütuf, tenezzül
  • condign:hak, layık olunan, yerinde
  • condiment:baharat, sos, yemeğe tat veren şey
  • condiments:baharat, sos, yemeğe tat veren şey
  • condition:alem, alıştırmak, belirlemek, bütünleme, denemek, durum, eğitmek, form, forma sokmak, hal, ikmal, ikmale bırakmak, kayıt, kondisyon, koşul, koşullandırmak, medeni durum, mevki, programlamak, şart, şart koşmak, şarta bağlamak
  • conditional:bağlı, koşullara bağlı, şartlı
  • conditionally:şartlı olarak
  • conditioned:şarta bağlı, şartlı, uygun durumlu
  • conditioning:alıştırmak, belirlemek, denemek, eğitmek, forma sokmak, ikmale bırakmak, koşullandırmak, programlamak, şart koşmak, şarta bağlamak
  • conditions:durum, koşullar, şartlar
  • condo:kat mülkiyetli daire, konut, mülk
  • condolatory:başsağlığı, başsağlığı ifade eden
  • condole:acısını paylaşmak, başsağlığı dilemek
  • condolence:başağlığı, başsağlığı, taziye
  • condom:kaput, prezervatif
  • condominium:kat mülkiyeti
  • condominiums:kat mülkiyeti
  • condoms:kaput, prezervatif
  • condonation:göz yumma, hoşgörme, telâfi
  • condone:affetmek, göz yummak, örtmek, telafi etmek
  • condor:güney amerika akbabası
  • conduce:götürmek, katkıda bulunmak, neden olmak
  • conducive:neden olan, yardım eden
  • conduct:davranış, geçirmek, gidiş, hareket, idare, idare etmek, iletmek, rehberlik etmek, yönetim, yönetmek, yönlendirmek
  • conductance:iletkenlik
  • conducted:geçirmek, idare etmek, iletmek, rehberlik etmek, yönetmek, yönlendirmek
  • conducting:geçirici, iletken
  • conduction:iletme, taşıma
  • conductive:geçirgen, iletken
  • conductivity:iletkenlik
  • conductor:biletçi, idareci, iletken madde, kılavuz, kondüktör, koro şefi, lider, orkestra şefi, paratoner, rehber
  • conductor’s:biletçi, idareci, iletken madde, kılavuz, kondüktör, koro şefi, lider, orkestra şefi, paratoner, rehber
  • conduetivity:iletkenlik
  • conduit:boru, kanal, nakil boru hattı, oluk, suyolu
  • condyle:kemik ucu yumrusu, kondil
  • cone:huni, koni, koni biçimli şey, kozalak, külah, volkanik zirve
  • coned:koni biçimli, konik
  • confab:hoşbeş, konuşmak, sohbet, sohbet etmek
  • confabulate:başbaşa vermek, konuşmak, sohbet etmek
  • confabulation:geçmişteki bir boşluğun doldurulması, hoşbeş, konfabülasyon, sohbet
  • confection:bonbon, hazır giyim, imal, karışım hazırlama, konfeksiyon, şekerleme
  • confectioner:pastacı, şekerci, şekerlemeci
  • confectioners:pastacı, şekerci, şekerlemeci
  • confectionery:pasta, pastalar, pastane, şekercilik, şekerleme, tatlıcılık
  • confections:bonbon, hazır giyim, imal, karışım hazırlama, konfeksiyon, şekerleme
  • confederacy:birlik, devletler birliği, komplo
  • confederate:birleşik, birleşmek, birleştirmek, ittifak etmek, ittifak ettirmek, konfederasyon ile ilgili, konfederasyona bağlı kimse, konfedere, müttefik, suç ortağı
  • confederated:birleşmek, birleştirmek, ittifak etmek, ittifak ettirmek
  • confederation:birlik, devletler birliği, ittifak, konfederasyon
  • confer:danışmak, görüşmek, sunmak, vermek
  • conferance:birlik, görüşme, konferans, kongre, lig, toplantı
  • conference:birlik, görüşme, konferans, kongre, lig, toplantı
  • conferment:bahşetme, ödüllendirme, verme
  • conferring:danışmak, görüşmek, sunmak, vermek
  • confess:günah çıkarmak, itiraf etmek, kabullenmek, söylemek
  • confessed:açık, itiraf edilen, ortaya konulan
  • confessedly:itiraf edildiği gibi, itirafı ile
  • confession:günah çıkarma, ikrar, itiraf, söyleme
  • confessor:günah çıkaran papaz, itirafçı
  • confetti:konfeti
  • confidant:dert ortağı, sırdaş
  • confidante:sırdaş
  • confide:emanet etmek, güvenmek, sır açmak, sır vermek, teslim etmek
  • confidence:güven, inanç, inanma, itimat, kendine güven, sır, sırdaşlık
  • confident:atak, cüretli, emin, güvenli, inançlı, kendine güvenen, kuşkusuz
  • confidential:emin, gizli, güven veren, güvenilir, mahrem
  • confidentiality:gizlilik
  • confidentially:gizlice, güvenerek, sır olarak, tereddüd etmeden
  • confidentialty:gizlilik
  • confidently:ataklıkla, emin olarak, güvenli olarak, kendine güvenerek
  • confiding:güven duyulan, şüphe edilmeyen
  • configuration:biçim, gezegenlerin konumu, gruplaşma, konum, yıldız kümesi
  • configurations:biçim, gezegenlerin konumu, gruplaşma, konum, yıldız kümesi
  • confine:hapsetmek, kapamak, loğusa olmak, sınır, sınırlamak, tutmak
  • confined:hapsedilmiş, kapatılmış, loğusa, sınırlanmış
  • confinement:hapis, hapsedilme, kapatılma, loğusalık, sınırlama
  • confines:hapsetmek, kapamak, loğusa olmak, sınır, sınırlamak, tutmak
  • confining:hapsetmek, kapamak, loğusa olmak, sınırlamak, tutmak
  • confirm:doğrulamak, kiliseye kabul etmek, kuvvetlendirmek, onaylamak, takviye etmek, tasdik etmek, tasdiklemek
  • confirmable:onaylanır, tasdik olunur
  • confirmation:doğrulama, ispat, kanıt, kiliseye kabul töreni, onama, onay, onaylama, tasdik, teyit
  • confirmative:doğrulayıcı, kuvvetlendirici, onaylayıcı
  • confirmatory:doğrulayıcı, onaylayıcı, sağlamlaştırıcı
  • confirmed:bağımlı, müzmin, onaylı, tasdikli, tiryaki, yerleşmiş
  • confirming:doğrulamak, kiliseye kabul etmek, kuvvetlendirmek, onaylamak, takviye etmek, tasdik etmek, tasdiklemek
  • confirms:doğrulamak, kiliseye kabul etmek, kuvvetlendirmek, onaylamak, takviye etmek, tasdik etmek, tasdiklemek
  • confiscate:haczetmek, istimlak etmek, kamulaştırmak, kanunen el koymak
  • confiscated:haczetmek, istimlak etmek, kamulaştırmak, kanunen el koymak
  • confiscation:haciz, istimlak, kamulaştırma
  • confiscations:haciz, istimlak, kamulaştırma
  • confiscatory:el koyar gibi, haydut gibi, insafsız
  • conflagration:yangın felâketi
  • conflict:anlaşmazlığa düşmek, anlaşmazlık, bağdaşmamak, çarpışma, çatışma, çekişme, çekişmek, fikir ayrılığı, kavga, keşmekeş, savaş, savaşmak, tutmamak
  • conflicted:anlaşmazlığa düşmek, bağdaşmamak, çekişmek, savaşmak, tutmamak
  • conflicting:aykırı düşen, çelişkili, tutarsız, zıt
  • confluence:birlikte akma, izdiham, kavşak, kesişme noktası
  • confluent:birbirine karışan, birbirine karışan akarsu, birleşen, birlikte akan
  • conflux:birlikte akma, izdiham, kavşak, kesişme noktası
  • conform:alıştırmak, intibak etmek, uydurmak, uymak, uyumlu olmak
  • conformable:benzer, itaatkâr, uygun, uyumlu, yerinde
  • conformance:uyma, uyum sağlama
  • conformation:adaptasyon, biçim, uyarlama, uygunluk, uyma, yapı
  • conforming:alıştırmak, intibak etmek, uydurmak, uymak, uyumlu olmak
  • conformism:geleneklere uyma, konformizm, törelere uyma
  • conformist:kilise kurallarına uyan kimse, toplum kurallarına uyan kimse, uyumlu kimse
  • conformity:benzerlik, kilise kurallarına uyma, kilise üyesi olma, uygunluk, uyma, uyum
  • confound:bozmak, kafasını karıştırmak, kahretmek, karıştırmak, şaşırtmak, utandırmak, yenmek, yıkmak
  • confounded:baş belâsı, kafasını karışmış, kahrolası, şaşırmış
  • confoundedly:aşırı, belâ gibi
  • confounding:bozmak, kafasını karıştırmak, kahretmek, karıştırmak, şaşırtmak, utandırmak, yenmek, yıkmak
  • confraternity:hayır kurumu, kardeşlik derneği
  • confrere:aynı kurumda çalışan kimse, meslektaş
  • confront:karşı koymak, karşılaştırmak, yüz yüze getirmek, yüzleştirmek
  • confrontation:karşılaşma, yüzleşme, yüzleştirme
  • confronted:karşı koymak, karşılaştırmak, yüz yüze getirmek, yüzleştirmek
  • confronting:karşı koymak, karşılaştırmak, yüz yüze getirmek, yüzleştirmek
  • confuse:afallatmak, ayırt edememek, bozmak, farkedememek, kafa karıştırmak, kafasını karıştırmak, karıştırmak, karman çorman etmek, şaşırtmak, serseme çevirmek
  • confused:allak bullak, kafası karışmış, karışık, karışmış, karmakarışık, karman çorman, mahçup, perişan, şaşırmış, şaşırtıcı, şaşkın, şaşkına dönmüş, seçilemez
  • confusedly:allak bullak
  • confusing:kafa karıştırıcı, karıştıran, komplike, şaşırtan, şaşırtıcı, şaşırtma
  • confusion:birbirine karıştırma, bozulma, kargaşa, karışıklık, karıştırma, keşmekeş, şaşkınlık, utanma
  • confutable:çürütülebilir
  • confutation:çürütme, yalanlama
  • confute:aksini ispatlamak, çürütmek, susturmak, yalanlamak
  • confuting:aksini ispatlamak, çürütmek, susturmak, yalanlamak
  • congeal:dondurmak, donmak, katılaşmak, pıhtılaşmak, pıhtılaştırmak
  • congealed:dondurmak, donmak, katılaşmak, pıhtılaşmak, pıhtılaştırmak
  • congealment:dondurma, donma, pıhtılaşma, pıhtılaştırma
  • congecture:kestirmek, sanmak, tahmin, tahmin etmek, varsayım, varsaymak, zannetmek
  • congelation:dondurma, donma, donmuş madde, pıhtılaşma, pıhtılaştırma
  • congener:aynı türden şey, türdeş canlı
  • congeneric:aynı türden olan, benzer, türdeş
  • congenerical:aynı türden olan, benzer, türdeş
  • congenerous:aynı familyadan olan, benzer, türdeş
  • congenial:cana yakın, hoş, kafa dengi, sempatik, uygun, uyumlu
  • congeniality:benzerlik, cana yakınlık, uygunluk
  • congenialness:benzerlik, cana yakınlık, uygunluk
  • congenital:doğuştan, yaradılıştan olan
  • congenitally:doğuştan, yaradılıştan
  • conger:mığrı, yılanbalığı
  • congeries:küme, yığın
  • congest:doldurmak, dolmak, kalabalıklaşmak, tıkamak, tıkanmak, toplamak, yığmak
  • congested:kalabalık, kan hücum etmiş, kan toplanmış, sıkışık, tıkanık, tıklım tıklım
  • congestion:izdiham, kalabalık, kan hücumu, kan toplanması, sıkışıklık, tıkanıklık, yoğunluk
  • congetinal:doğuştan, yaradılıştan olan
  • congiomerates:çakıl kayaç, holding, holdingleşmek, küme, kümelemek, kümelenmek, yığılmak, yığın, yığmak
  • conglobate:küresel, top gibi, top gibi yapılmak, top gibi yapmak, yuvarlak, yuvarlaklaştırmak
  • conglomerate:çakıl kayaç, çakıllı, holding, holdingleşmek, küme, kümelemek, kümelenmek, toplanmış, yığılmak, yığılmış, yığın, yığmak
  • conglomeration:holding, küme, yığın, yığma
  • conglutinate:kaynamak, kaynaştırmak, yapışmak, yapıştırmak
  • conglutination:kaynama, yapışma
  • congo:kongo
  • congolese:kongo, kongolu
  • congratulate:kutlamak, tebrik etmek
  • congratulations!:kutlarım!, tebrikler!
  • congratulatory:kutlama, tebrik, tebrik niteliğinde olan
  • congregate:birleşmek, birleştirmek, toplamak, toplanmak
  • congregating:birleşmek, birleştirmek, toplamak, toplanmak
  • congregation:cemaat, dinsel örgüt, senato toplantısı, toplama, toplanma
  • congress:kongre, meclis, meclis oturumu, toplanma, toplantı
  • congressional:kongre, kongre ile ilgili
  • congressman:kongre üyesi, meclis üyesi, milletvekili
  • congruence:ahenk, eşleşim, uygunluk, uyum
  • congruent:ahenkli, eşleşik, uygun, uyumlu
  • congruity:ahenk, eşleşim, uygunluk, uyum
  • congruous:ahenkli, münasip, uygun, uyumlu
  • conic:koni ile ilgili, koni şeklinde, konik
  • conical:koni ile ilgili, koni şeklinde, konik
  • conicity:koni biçiminde şey
  • conics:koni geometrisi
  • conifer:kozalaklı ağaç
  • coniferous:iğne yapraklı, kozalaklı
  • coniform:koni şeklinde, konik
  • conjecturable:tahmin edilebilir, varsayılabilir
  • conjectural:sanal, tahmini, varsayılan
  • conjecture:kestirmek, sanmak, tahmin, tahmin etmek, varsayım, varsaymak, zannetmek
  • conjectured:kestirmek, sanmak, tahmin etmek, varsaymak, zannetmek
  • conjoin:bağlamak, bağlanmak, birleşmek, birleştirmek
  • conjoined:bağlamak, bağlanmak, birleşmek, birleştirmek
  • conjoining:bağlamak, bağlanmak, birleşmek, birleştirmek
  • conjoint:bağlı, birleşik, yapışık
  • conjointly:birleşik olarak
  • conjuction:bağlaç, birleşme, konjonksiyon, rastlantı, tesadüf
  • conjugal:evlilik, evlilikle ilgili
  • conjugate:aynı kökten türemiş, aynı kökten türemiş sözcük, birleşik, birleşmek, çekmek, çift, eşlenik, karşılıklı
  • conjugated:birleşmek, çekmek
  • conjugation:birleşme, çekim, fiil çekimi
  • conjunct:birleşik, bitişik, ortak
  • conjunction:bağlaç, birleşme, konjonksiyon, rastlantı, tesadüf
  • conjunctive:bağlaç görevi gören kip, bağlaç görevi yapan, bağlayan, birleştiren
  • conjunctively:bağlayarak, birleştirerek
  • conjunctivitis:konjonktiv iltihabı, konjonktivit
  • conjuncture:durum, kritit durum, kriz, şartlar
  • conjuration:büyücülük, hokkabazlık, rica etme, ruh çağırma, sihir, yalvarma
  • conjure:afsunlamak, büyülemek, hokkabazlık yapmak, rica etmek, ruh çağırmak, yalvarmak, yolunu bulmak
  • conjurer:afsuncu, hokkabaz, sihirbaz
  • conjuring:afsunlamak, büyülemek, hokkabazlık yapmak, rica etmek, ruh çağırmak, yalvarmak, yolunu bulmak
  • conjuror:afsuncu, hokkabaz, sihirbaz
  • conk:başa vurulan darbe, bayılmak, bozulmak, burun, çalışmamak, dalmak, kafa, ölmek
  • conker:atkestanesi
  • conn:dümen kullanmak, idare, idare etmek, kumanda, sevk
  • connate:akraba, benzer, bitişik, doğuştan olan, yakın
  • connatural:doğal, doğasında olan, doğuştan olan, tabiatı aynı olan
  • connect:bağlamak, bağlanmak, birleştirmek, bitiştirmek, devreye sokmak, iletişim sağlamak, ilgili olmak
  • connected:akraba, bağlı, birleşik, bitişik, ilgili, ilişkili, yakın
  • connecting:bağlama, bağlantı, bağlayıcı, başlama
  • connection:akraba, akrabalık, aktarma, alâka, alışveriş, bağ, bağıntı, bağlantı, dost, ilgi, ilgilenme, ilişki, irtibat, uyuşturucu satıcısı, yakın, yakınlık
  • connections:akraba, akrabalık, aktarma, alâka, alışveriş, bağ, bağıntı, bağlantı, dost, ilgi, ilgilenme, ilişki, irtibat, uyuşturucu satıcısı, yakın, yakınlık
  • connective:bağlaç, bağlayıcı, birleştirici
  • conned:dümen kullanmak, idare etmek
  • connexion:akraba, bağ, bağlantı, dost, ilgi, ilişki, yakın, yakınlık
  • conniption:isteri nöbeti
  • connivance:göz yumma, hoşgörü, müsamaha, suç ortaklığı
  • connive:görmemezlikten gelmek, göz yummak, hoşgörmek, suç ortağı olmak
  • conniving:görmemezlikten gelmek, göz yummak, hoşgörmek, suç ortağı olmak
  • connoisseur:ehil, erbap, usta, uzman
  • connotation:çağrışım, çağrıştırdığı anlam, diğer anlam
  • connote:anlamına gelmek, demek istemek, ifade etmek
  • connubial:evli, evliliğe ait, evlilik
  • conoid:konik, konik şey, konik yüzey
  • conquer:almak, başarmak, elde etmek, ele geçirmek, fethetmek, yenmek, zafer kazanmak
  • conquered:almak, başarmak, elde etmek, ele geçirmek, fethetmek, yenmek, zafer kazanmak
  • conquering:galip, kazanan
  • conqueror:fatih, fetheden kimse, final maçı, kazanan
  • conquerors:fatih, fetheden kimse, final maçı, kazanan
  • conquest:fethedilen topraklar, fethetme, fetih, kâlp kazanan kimse, zafer, zapt
  • consanguine:akraba, soydaş
  • consanguinity:akrabalık, soydaşlık
  • conscience:inanç, vicdan
  • conscientious:dürüst, hakçı, insaflı, vicdanlı
  • conscientiousness:dürüstlük, vicdanlı olma
  • conscious:bilinciyle, bilinçli, farkında, inançlı, kasti, kastiyle, uyanık
  • consciously:bile bile, bilinçli olarak, kasten
  • consciousness:akıl, bilinç, his, idrak, şuur, zihin
  • conscript:acemi asker, askere alınmış, askere alınmış genç, askere almak, askere çağırmak, zorunlu çalıştırılan
  • conscription:askerlik çağrısı, mecburi görev, savaş vergisi, varlık vergisi, zorunlu hizmet
  • consecrate:adamak, kutsamak, takdis etmek, vakfetmek
  • consecrated:adamak, kutsamak, takdis etmek, vakfetmek
  • consecrating:adamak, kutsamak, takdis etmek, vakfetmek
  • consecration:adama, ithaf, kutsama, kutsama töreni, takdis
  • consecution:birbirini izleme, olaylar dizisi, takip etme, uyum
  • consecutive:ardarda, ardışık, birbirini izleyen
  • consecutively:ardarda olarak, birbirini izleyerek
  • consensus:fikir birliği, organların etkileşimi, ortak görüş, oybirliği
  • consent:izin, izin vermek, kabul etmek, razı olmak, rıza, uygun bulma
  • consentient:kabul eden, razı, uyumlu
  • consenting:izin vermek, kabul etmek, razı olmak
  • consequence:eser, netice, önem, semere, sonuç
  • consequences:eser, netice, önem, semere, sonuç
  • consequent:bağlı, izleyen, netice, sonuç, sonucu olan, uyumlu, yan cümle
  • consequential:bağlı olan, izleyen, kibirli, mantıki, önemli, sonucu olan
  • consequently:bu nedenle, sonuç olarak
  • conservancy:koruma, sahip çıkma
  • conservation:koruma, muhafaza, sahip çıkma
  • conservationism:doğacılık, yeşilcilik
  • conservationist:doğacı, yeşilci
  • conservatism:muhafazakârlık, tutuculuk
  • conservative:eski kafalı, gösterişsiz, göze çarpmayan, muhafazakâr, muhafazakâr partili, ölçülü, riske girmek istemeyen, sağcı, tutucu
  • conservativism:muhafazakârlık, tutuculuk
  • conservatoire:konservatuvar
  • conservator:korumacı, koruyucu, vasi, veli
  • conservatory:konservatuvar, limonluk, sera
  • conserve:konservesini yapmak, korumak, muhafaza etmek, reçel
  • conserved:konservesini yapmak, korumak, muhafaza etmek
  • conserves:konservesini yapmak, korumak, muhafaza etmek, reçel
  • conserving:konservesini yapmak, korumak, muhafaza etmek
  • consider:addetmek, dikkate almak, düşünmek, fikrinde olmak, görmek, göz önünde bulundurmak, göz önünde tutmak, göz önüne almak, hesaba katmak, saygı göstermek, saymak
  • considerable:çokluk, dikkate değer, hatırı sayılır ölçüde, hayli, önemli
  • considerate:anlayışlı, düşünceli, nazik, saygılı
  • consideration:bedel, düşünce, düşünme, göz önünde tutma, göz önüne alma, itibar, karşılık, önem, saygı, sebep
  • considerations:bedel, düşünce, düşünme, göz önünde tutma, göz önüne alma, itibar, karşılık, önem, saygı, sebep
  • considered:dikkate alınmış, düşünülmüş, saygıdeğer
  • considering:dikkate alınırsa, düşünen, göre, göz önünde tutulursa, hesaba katma, rağmen, şartlar göz önünde tutulursa, yine de
  • consign:bırakmak, emanet etmek, göndermek, sevketmek, teslim etmek
  • consignee:alıcı, emanetçi
  • consigner:gönderici
  • consigning:bırakmak, emanet etmek, göndermek, sevketmek, teslim etmek
  • consignment:gönderi, gönderme, sevk, sevkedilen mal, teslim
  • consignments:gönderi, gönderme, sevk, sevkedilen mal, teslim
  • consignor:gönderen, gönderici
  • consist:dayanmak, ibaret olmak, meydana gelmek, oluşmak, uymak, var olmak
  • consistence:katılık, tutarlılık, uyum, yoğunluk
  • consistency:bağdaşma, katılık, kıvam, koyuluk, tutarlılık, uyum, yoğunluk
  • consistent:bağıntılı, istikrarlı, kalıcı, sürekli, tutarlı, uygun
  • consistently:kalıcı biçimde, sürekli, tutarlı olarak, uyumla
  • consisting:dayanmak, ibaret olmak, meydana gelmek, oluşmak, uymak, var olmak
  • consistory:kardinaller kurulu, kilise yönetim kurulu
  • consists:dayanmak, ibaret olmak, meydana gelmek, oluşmak, uymak, var olmak
  • consociate:arkadaş, arkadaş olmak, hissedar, müşterek, ortak, ortaklık kurmak
  • consolation:avunma, avuntu, teselli, teselli eden şey
  • consolatory:avutma olarak, avutucu, teselli edici
  • console:avunmak, avutmak, klavye, konsol, kumanda paneli, masa, raf, teselli etmek
  • consolidate:birleştirmek, pekiştirmek, sağlamlaştırmak, takviye etmek, toplamak, vadesini uzatmak
  • consolidated:birleşmiş, birleştirilmiş, dayanıklı, sağlam, takviyeli, vadesi uzatılmış
  • consolidating:birleştirmek, pekiştirmek, sağlamlaştırmak, takviye etmek, toplamak, vadesini uzatmak
  • consolidation:borçları birleştirme, konsolide etme, sağlamlaştırma, sağlamlaştırmak, sertleşme, takviye, takviye etmek
  • consoling:avunmak, avutmak, teselli etmek
  • consomme:et suyu, et suyuna çorba, konsome
  • consommé:et suyu, et suyuna çorba, konsome
  • consonance:ahenk, ses uyumu, uyum, uyuşma
  • consonant:ahenkli, bağdaşan, ses uyumu olan, sessiz harf, ünsüz, uyumlu, uyuşan
  • consonantal:ünlü harfler içeren, ünlü harflerle bir arada olan
  • consonants:sessiz harf, ünsüz
  • consort:arkadaşlık etmek, bağdaşmak, birlikte vakit geçirmek, çok sanatçılı gösteri, eş, eşlik etmek, hayatını paylaşmak, refakât etmek, refakâtçi gemi, uymak, yoldaş
  • consortia:evliliğin getirdiği haklar, konsorsiyum, uluslararası ticaret birliği
  • consortium:evliliğin getirdiği haklar, konsorsiyum, uluslararası ticaret birliği
  • conspectus:genel bakış, özet, plan, taslak
  • conspicuous:apaçık, bariz, belli, çarpıcı, cazip, dikkat çekici, göze çarpan
  • conspicuously:bariz, belli olarak, çarpıcı bir biçimde, dikkat çekici biçimde
  • conspicuousness:barizlik, göze çarpma, ortada olma
  • conspiracy:anlaşma, gizli anlaşma, komplo, suikâst
  • conspirator:komplocu, suikâstçi
  • conspiratorial:suikâst, suikâst ile ilgili, suikâstçi ile ilgili
  • conspire:anlaşmak, birlik olmak, fesat çıkarmak, gizlice anlaşmak, komplo kurmak, kurmak, suikâst hazırlamak
  • constable:polis memuru
  • constabulary:jandarma, polis örgütü, polisin yetki alanı, zabıta
  • constancy:azim, bağlılık, istikrar, sabitlik, sadakât, sebat, vefa
  • constant:daimi, değişmez, durağan, ısrarlı, konstant, sabit, sadık, sebatlı, sürekli, vefalı
  • constantly:sık sık, sıkça
  • constellation:burç, seçkinler topluluğu, takımyıldız
  • constellations:burç, seçkinler topluluğu, takımyıldız
  • consternated:afallamış, dehşete düşmüş, şaşkın
  • consternation:afallama, dehşet, donup kalma, hayret, şaşkınlık
  • constipate:kabız etmek, sıkmak
  • constipated:kabız etmek, sıkmak
  • constipation:kabız, kabızlık, peklik
  • constituency:aboneler, müşteriler, seçim bölgesi, seçim bölgesi halkı, seçmenler
  • constituent:bileşen, elemen, kurucu, meydana getiren, öğe, oluşturan, oluşturan parçalardan her biri, seçen, seçmen, temsilci atayan kimse, yasayı değiştirebilen
  • constituents:bileşen, elemen, kurucu, öğe, oluşturan parçalardan her biri, seçmen, temsilci atayan kimse
  • constitute:atamak, kurmak, oluşturmak, seçmek, teşkil etmek, yürürlüğe koymak
  • constituted:atamak, kurmak, oluşturmak, seçmek, teşkil etmek, yürürlüğe koymak
  • constituting:atamak, kurmak, oluşturmak, seçmek, teşkil etmek, yürürlüğe koymak
  • constitution:anayasa, bünye, huy, karakter, kurma, meydana getirme, oluşturma, tüzük, yapı, yaradılış
  • constitutional:anayasal, bünye ile ilgili, esaslı, yapısal
  • constitutionless:anayasal, bünye ile ilgili, esaslı, yapısal
  • constitutive:esas, kurucu, oluşturan, temel, yapıcı
  • constrain:alıkoymak, baskı yapmak, mecbur etmek, menetmek, sınırlamak, tutmak, zorlamak
  • constrained:rahatsız, sıkıntılı, yapmacık, zoraki
  • constrainedly:yapmacık olarak, zorla
  • constraining:alıkoymak, baskı yapmak, mecbur etmek, menetmek, sınırlamak, tutmak, zorlamak
  • constraint:alıkoyma, baskı, çekinme, kendini tutma, sınırlama, zor, zorlama
  • constrict:baskı yapmak, büzmek, daraltmak, kısıtlamak, sıkıştırmak, sıkmak
  • constricted:dar, kısıtlı, kıt, sıkışık
  • constricting:baskı yapmak, büzmek, daraltmak, kısıtlamak, sıkıştırmak, sıkmak
  • constriction:boğaz, büzme, dar geçit, daraltma, kısıtlama, sıkışıklık, sıkma

Bulmacada dimağçe

Bulmaca Bulmacada dimağçesorusu için arama terimleri
  • Bulmacada dimağçe bulmaca

  • Bulmacada Bulmacada dimağçe nedir

  • Bulmacada Bulmacada dimağçe ne demek

  • Bulmacada Bulmacada dimağçe anlamı

  • Bulmacada dimağçe bulmaca cevabı

  • Bulmacada dimağçe bulmaca sözlüğü



Bulmacada dimağçe bulmaca cevapları aşağıda


bulmacada dimağçe eş anlamlısı = beyincikbulmacada dimağçe = beyıncık


Soru: Bulmacada dimağçe - Bulmacada Dimağçe nedir, Dimağçe bulmaca cevabı, Dimağçe bulmaca anlamı açıklaması nedir, Bulmacada Dimağçe ne demek, Dimağçe çengel, - Yayın Tarihi : 1 yıl önce - 1Bulmacada dimağçe

Bulmaca cevaplarına kolayca ulaşmak için arama kutusunda sorunuzu yazınız.

Bulmaca; gazete ve dergilerin yayınladıkları eklerinde bulunan özellikle haftasonlarının vazgeçilmez eğlencesi olan Kare bulmaca, Çengel bulmaca, sudoku şeklindeki zeka, mantık, dikkat ve hafıza gibi zihinsel yeteneklerini kullanarak çözdükleri bulunması istenilen şeyi düşündürerek, aratarak buldurmayı amaçlayan bir sözcük bulma oyunudur,

En çok Sabah, Hürriyet, Habertürk, Posta, Milliyet gazetesi tercih edilmektedir, gazete bulmacaları Çengel bulmaca, Kelime Bulmaca, Kare bulmaca, sorularının cevaplarını bulmaca sözlüğü sitemizden öğrenebilirsiniz, takıldığınız sorularda sizlere yardımcı olacaktır, bu sayede diğer kelimeleride kolaylıkla çözebilir ve kendinizi geliştirebilirsiniz, tüm güncel bulmaca cevapları sitemizde mevcuttur, yaklaşık 300.000 adet sorunun cevaplarını sitemizde bulabilirsiniz.

Ayrıca sitemizde kelime anlamı, eş anlamlısı, zıt anlamlısı, ters anlamlısı, ödev ve ders konularınıda takip edebilir, türkçe sözlük bölümümüzden faydalanabilirsiniz, okulların açılması ile işlenen ders konularına yardımcı ödevler kitap özetleri, matematik, coğrafya, edebiyat, din kültürü, tarih konulu ödevlere rahatlıkla ulaşabilirsiniz,

Bulmaca sözlüğü, Bulmaca cevapları, çözümlerinde eksik gördüğünüz herhangib bir sorunun cevaplarına dilerseniz sizde katkıda bulunabilirsiniz, yolladığınız her cevap sistemimize eklenecektir, ayrıca bulmaca sözlüğü sitemizde bulamadığınız sorular olursa bunlarıda bildirerek sözlüğümüze eklenmesinde katkı sağlayabilirsiniz.

TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE +CA EKİNİN KULLANIM VE ANLAM ÇEŞİTLİLİĞİ İbrahim TOSUN ÖZET Türkçenin her döneminde işlek eklerden biri olarak kullanılan +CA eki ilk yazılı metinlerde ad durum ekleri arasında, eşitlik eki görevindedir. Bugüne gelinen süreçte bu ek hem kullanım alanını genişleterek yapım eki olma özelliği kazanmış, hem de karşıladığı kavramlar bakımından anlam alanını genişletmiştir. Türkiye Türkçesi ölçünlü dilinde bu ekin yaygın olarak yapım eki görevinde kullanıldığı ve sözcüklere farklı anlamlar kattığı, örneklerden yola çıkılarak kanıtlanabilmektedir. Türkiye Türkçesinde +CA ekinin görev ve anlam çeşitliliği, farklı türden sözcüklere ulanabilmesi ve değişik türden sözcükler türetebilmesi onu işlek bir ek haline getirirken; ünlü uyumlarına uyması ile de Farsça kökenli +çe ekinden ayrılmaktadır. Günümüzde bu Farsça ekle kurulmuş, Türkçede artık kullanım alanı bulamayan ve ünlü uyumlarına uymayan sınırlı sayıdaki sözcük sadece sözlüklerde kalmıştır. Anahtar Kelimeler: +CA eki, eşitlik durumu, türetme, kullanım ve anlam çeşitliliği. THE USAGE AND MEANING VARIETY OF THE +CA IN TURKEY TURKISH ABSTRACT The suffix “+CA” used widely in every period of Turkish had the function of equality among case marker suffixes in the first scriptures. Today, it has both attained the aspect of being derivational affix widening usage and widened its usage of meaning in terms of concepts it matches. It can be proved that in written language of Turkish of Turkey this suffix is used in the function of  Dr. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü [email protected] Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 Türkiye Türkçesinde +CA Ekinin… 1473 derivational affix in a wide range and that it added different meanings to words considering the examples. Variety of functions and meanings of “+CA” in Turkish of Turkey it’s ability to combine and to form different words make it a function suffix, and besides it’s harmony with vowel harmony distinguishen it from Persian suffix +çe Today just a few words formed with this Persian suffix but not used in Turkish any more and which has no harmony with vowel harmony remained only in words. Key Words: –CA suffix, equative situation, derivation, the usage and meaning variety. Giriş Ekler dil bilgisi bakımından değerlendirilirken sözcükler üzerinde gördükleri işleve göre yapım ya da çekim eki olarak gruplandırılırlar. Yapım ekleri kendi içinde; 1. Addan ad yapanlar, 2. Addan eylem yapanlar, 3. Eylemden eylem yapanlar, 4. Eylemden ad yapanlar; çekim ekleri de ad çekim ekleri ve fiil çekim ekleri olarak daha alt bölümlere ayrılırlar. Her grubun görevleri farklıdır ve bir gruptaki ekler diğer gruptaki eklerin işlevini kolay kolay üstlenemezler. Fakat bugün Türkçede aynı sesten (seslerden) kurulu eklerin hem yapım, hem çekim eki grubunda yer aldığı seyrek de olsa görülmektedir. Bu durumun bir ekin dilin gelişim süreci içinde çeşitli fonksiyonlar kazanması mı, yoksa kökende farklı olan eklerin zamanla birbirine benzemesi mi olduğu çok iyi araştırılmamıştır. +CA ekinin de Türkiye Türkçesinde yapım ve çekim eki olarak geniş bir kullanım alanı vardır. Türkçenin ilk yazılı belgeleri olarak kabul edilen Köktürk Yazıtlarından itibaren karşılaşılan +CA eki, Türk dilinin tarihî gelişim ve değişim süreci içinde yeni işlevler kazanarak, modern lehçelerde bazı fonetik değişmelere uğramış ve bugüne kadar kullanılagelmiştir. Eski Türkçe ile Orta Türkçe dönemlerinde ek, ötümsüz ünsüz ve düz- geniş ünlülü olarak +ça / +çe biçiminde iki şekillidir1. Daha sonraki dönemlerde ötümlü şekilleri (+ca / +ce) ortaya çıkmış, günümüz Türk 1 A. Von Gabain, , Eski Türkçenin Grameri (Çev. Mehmet Akalın), TDK Yay., Ankara, 1988, s. 43, 65‟te hem yapım, hem de eşitlik eki için verilen örneklerde +çA‟nın ötümlü şekilleri yoktur: ança antaça, azuça, barça; ayaça, törüçe; Aysu Ata, Harezm – Altın Ordu Türkçesi, Ġstanbul 2002, s. 64‟te +çA ötümsüz biçimiyle “eşitlik hali eki olarak verilmektedir; Necmettin Hacıeminoğlu, Karahanlı Türkçesi Grameri, TDK Yay., Ankara 2003, s. 13-14, 30-31‟de “barça” sözcüğü hem eşitlik eki hem de yapım eki +çA‟ya örnek vermiştir. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 1474 İbrahim TOSUN lehçelerinde ise ekin ötümlü, ötümsüz, düz-geniş ve geniş-yuvarlak ünlülü (+ca / +ce / +ça / +çe / “+ço / +çö”2) biçimleriyle, ünlü ve ünsüz uyumlarına uyarak kullanıldığı görülmektedir. +CA‟nın temelde hangi işlevde kullanıldığı, Türkçenin sonraki tarihî dönemlerinde hangi görevleri üstlendiği ve kazandığı anlam çeşitliliği üzerine en kapsamlı çalışmayı yapanlardan biri Zeynep Korkmaz‟dır. Korkmaz, ekin geçmişten günümüze uzanan tarihî seyrini ve kazandığı yeni görevleri incelemiş, konuyla ilgili görüşlerini farklı dönemlerin metinlerinden seçtiği örneklerle temellendirmiştir3. Türkçenin ilk yazılı belgelerinde çekim eki olarak eşitlik ve küçültme görevinde kullanılan +CA, dilin tarihî gelişimi içinde bu görevinden sıyrılarak, özellikle günümüz Türk lehçelerinde ad, sıfat ve zarf türeten bir yapım eki vasfı kazanmıştır. Korkmaz‟ın, Türkçenin tarihî lehçelerinden seçerek, durum (çekim) eki +CA için verdiği örneklerin (subça – su gibi, tirigdekiçe – hayattaki gibi, tofraġça – toprak gibi, topça kesdüm – top gibi kestim, tavça – dağ gibi, vb.), çeşitli sıfat-fiil eklerinden sonra geldiği de görülür: ölteçiçe – ölecek gibi, kirmişçe – girmiş gibi, bildüginçe – bildiğin gibi. Türkiye Türkçesinde, bu şekildeki yapılarda genellikle +CA yerine „gibi‟ edatı kullanılmaktadır. Nurettin Koç, “-ca Eki Üzerine” adlı makalesinde ekin edatların yerini almasından dolayı bu eke ek edat adını vermektedir4. +CA ekinin tercih edildiği bazı sözcüklerde ise tarz ve durum (nitelik) bildiren, “nasıl” sorusunun cevabı olan türemiş sıfat ve zarflar söz konusudur. Ekin, bu görev değişimi Korkmaz‟ın verdiği eski örneklerin bir kısmında da sezilmektedir: inçe (böyle, bunun gibi), ança (öyle, onun gibi)5. Eski dönem metinlerinde nicelik bakımından da bir eşitlik görevi üstlenen +CA eki bu göreviyle bir karşılaştırma yaparak “kadar” edatının yerini tutmuştur. Uygur, Karahanlı ve Harezm Türkçesi metinlerinde bu anlamda kullanımı oldukça yaygındır. Türkiye Türkçesinde yerini “kadar” sözcüğüne bırakmış, (takıġu yumurtkasınça – tavuk yumurtası kadar, kayırça - kum kadar, avuçça - 2 Mustafa Öner, Bugünkü Kıpçak Türkçesi, TDK Yay., Ankara 1998, s. 46, 139‟da Tatar, Kazak ve Kırgız lehçelerinde yaygın olarak addan ad yapan, seyrek olarak da eşitlik eki görevinde kullanılan bu ekin yuvarlak biçimlerine Kırgız Türkçesinde rastlandığı belirtilmektedir:. mokoço – öcü, böyrömçö (eteğin önü). 3 Zeynep Korkmaz, “Türk Dilinde +ça Eki ve Bu Ek Ġle Yapılan Ġsim Teşkilleri Üzerine Bir Deneme”, Türk Dili Üzerine Araştırmalar I, TDK Yay., Ankara, 1995, s. 12-73. 4 Nurettin Koç, “-ca Eki Üzerine”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, TDK Yay., Haziran 2000, C: 2000/I, S: 582, s. 505-514. 5 Zeynep Korkmaz, agm, s. 15-18. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 Türkiye Türkçesinde +CA Ekinin… 1475 avuç kadar, leşkerince - askeri kadar, çöpçe - çöp kadar)6, kullanıldığı örneklerde ise miktar zarfı olan sözcükler türetmiştir: ağırlığınca (ağırlığı kadar), , zerrece (zerre kadar)7. Korkmaz‟ın “Ġzafi Eşitlik” başlığı altında, +CA ekinin “göre” edatına karşılık olarak verdiği örneklerde çoğunlukla, “ad + iyelik eki + CA” veya “zamir + CA” biçiminde bir yapı vardır: törüsinçe (töresine göre), sözinçe (sözüne göre), hükminçe (hükmüne göre), dilegince (dileğine göre), tilinçe (diline göre), âdetince (âdetine göre), şeriatça (şeriata göre); minçe (kendine göre), bence (bana göre), sence (sana göre), minimçe (bana göre), anıŋça (ona göre) 8. Bu yapı tam da Banguoğlu‟nun “kimce” hali olarak açıkladığı yapıdır: hesapça (hesaba göre), arkadaşça ( arkadaş olarak), milletçe (millet bütünüyle), yıllarca yıllar boyu), kılca (kıl kadar)9. +CA ekinin vurgusuz olduğu “sözinçe, tilinçe, şeriatça, bence, sence, anıŋça, hesapça” örneklerinde sözcük adlık özelliğini kaybetmediğinden (cümlede kimce, nece sorularına cevap verir.) durum eki özelliğini kaybetmemektedir. Fakat aynı yapıda olan gönlünce, dilediğince, istediğince, yapabildiğince, bunca, şunca (cık), onca örneklerinde sıfatlaşma ve zarflaşma olduğundan +CA yapım eki görevindedir. Türkçenin çeşitli dönemlerinde, ekin mukayese ve sınırlama görevi ile kullanıldığı örneklere de rastlanmaktadır. Çekim eki olarak Türkiye Türkçesinde de kullanılan ek, mukayese göreviyle “bakımından”, edatının yerini tutmaktadır: bilgice noksan, yaşça büyük, muhtevaca derin. Sınırlama göreviyle kullanıldığı sözcüklerde yerini “kadar” edatına bırakmıştır: altun yışġaça (altın yışa kadar), kança (nereye kadar), şimdiyece (şimdiye kadar), o zamanaca (o zamana kadar), akşamaca (akşama kadar)10. Adlar, tümce içinde başka sözcüklerle olan ilişkilerine göre farklı durumlarda bulunurlar. Adın durumu aldığı ad çekim eki ile belirtilir. Ad çekim ekleri sözcüğün adlık özelliğini değiştirmeden, ulandıkları ada yöneliş, bulunma, çıkma, belirtme, ilgi, eşitlik gibi durumlar kazandırırlar. Cümlede “ne” ve “kim” sorularının hal eki almış biçimlerine cevap verirler: (... yönetimce yasaklandı.). Bu nedenle Banguoğlu, ismin durumlarını “kim” sorusuna göre; kim hali, kimi hali, kimde hali, kimce hali şeklinde adlandırmaktadır11. 6 Zeynep Korkmaz, agm., s. 21-24. 7 Leyla Karahan, Türkçede Söz Dizimi, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 32- 33‟te aynı yapıdaki sözcükler cümle içinde zarf olarak değerlendirmektedir: “müddetçe”, “asırlarca.” 8 Zeynep Korkmaz, agm., s. 24-27. 9 Tahsin Banguoğlu, Türkçenin Grameri, TDK Yay., Ankara , 1995, s. 330. 10 Zeynep Korkmaz, agm., s. 27-32. 11 Tahsin Banguoğlu, age., s. 326-331. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 1476 İbrahim TOSUN Türkiye Türkçesinde durum eklerinin seyrek olarak görev değiştirmiş örneklerine de rastlanmaktadır. “gözde öğrenci, sözde kızlar” tamlamalarında +DA ekini alan sözcükler “nasıl” sorusunun cevabı olmuş, ek burada yapım eki görevi üstlenmiştir. Ayrıca - maktan (çalışmaktan yoruldum), -madan (dinlemeden konuşma), - dığında (baktığında görürsün), -dıkça ( gördükçe hatırla), -ince (gelince ara), -cesine (bir gül bahçesine girercesine), gibi zarf- fiil eklerinde asıl işlevini yitirmiş durum ekleri vardır. Türkiye Türkçesinde +CA‟nın durum eki özelliğini koruduğu ve “kimce, nece sorularına cevap olduğu örneklere az da olsa rastlanmaktadır. Banguoğlu‟nun “kimce hali”12 olarak adlandırdığı “evce – bütün ev, ailece – aile olarak, malca – mal bakımından, polisçe – polis tarafından, bizce – bize göre, sence – sana göre” örnekleri dışında, +CA genellikle ad, sıfat ve zarf türeten bir yapım eki görevindedir13. Türkçede +ça ekindeki durum gösterme görevi zamanla kaybolmaya başlamış, ek yanındaki sözcükle yapıca kaynaşarak eski anlamından farklı, yeni kavramları karşılayan bir nitelik kazanmıştır. Tarihî ve yaşayan bütün Doğu Türkçesi lehçelerinde, Kıpçak grubunda ve Eski Anadolu Türkçesi‟nde rastlanan “barça, varca” böyle bir kalıplaşma ile oluşmuştur. Bu sözcük hem sıfat hem zarf olarak kullanılmış; sıfatken “bütün, her”, zarfken “hepsi, tümü” anlamındadır: barça tınlıġ (her canlı), barça işig (her işi), varca leşkerin (bütün askerlerini); barçası (hepsi, tümü), barçamız (hepimiz), varcasın (hepsini)14. Korkmaz, Türkiye Türkçesindeki “olanca, ailece, sınıfça, önce, ardınca, boyunca, (yerli) yerince”; tarihî ve günümüz Türk lehçelerindeki “öŋince, ileyince, sonca, dalınca, yanınca, yolca, yirince, tilinçe, özinçe, artıklıkınca, gökçe(k)” sözcüklerini de +çe ekinin kalıplaşmasına örnek olarak göstermektedir. Ayrıca zamirlerle kalıplaşmaya da şu örnekleri vermektedir: bunça, munça, şunça, ança, onca, onço, olça, onçozı, onınça, uşunça, neçe, niçe, nice, neçük (neçe ök), nėce, nence, kança15. Türkçenin farklı dönemlerine ait bu örnekler, +CA ekinin yavaş yavaş sözcüklerle kalıplaşarak çekim eki özelliğini kaybettiğini ve yapım eki vasfı kazanma yolunda değişime 12 Tahsin Banguoğlu, age., s. 330‟da ekin küçültme anlamıyla sıfatlara geldiğinde vurgulu, kimce hali olarak isimlere geldiğinde ise vurgusuz olduğunu yazmaktadır. 13 Zeynep Korkmaz, Türkiye Türkçesi Grameri ( Şekil Bilgisi ), TDK Yay., Ankara 2003, s. 36-39. 14 Zeynep Korkmaz, agm., s. 32-34. 15 Zeynep Korkmaz, agm., s. 34-54. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 Türkiye Türkçesinde +CA Ekinin… 1477 uğradığını göstermektedir. Demek ki, +CA‟nın Türkiye Türkçesine kadar geldiği süreçte durum eki olama özelliğinde bir zayıflama, yapım eki olarak kullanılma işlevinde ise bir güçlenme söz konusudur. Korkmaz +CA ekinin yeni türetmeler meydana getiren bir yapım eki özelliği kazanmasını, ekin gelişiminin üçüncü aşaması olarak ele alır. Ek bu göreviyle küçültme, tahsis vb. isim ve sıfatları, zaman ve tarz zarfları, dil adları türetmektedir. Küçültme anlamıyla genellikle sıfatlara, bazen de isimlere gelir: kızca (küçük kız), kazançe (tencere), bölimçe (parça), bakırça (küçük bakır kap), azça (azıcık), alınça (alçak),yaşlıca, sarpça, çokça, derince. Yukarıdaki örneklerde Farsça küçültme eki +çe (kazançe, bölimçe, bakırça) ile Türkçe +CA‟dan oluşmuş sözcükler bir arada verilmiş ve bunlar arasında bir ayrıma gidilmemiştir. Bu iki eki birbirinden ayırmak ve örneklerini farklı başlıklar altında değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır16. Pekiştirme yaptığı evvelce, aşnuça, yenice, hazırca, dirice, yalaŋuzca, kısġaca, böylece, öylece, günlerce, aylarca, yıllarca örneklerinde +CA, zaman ve tarz zarfları türetmiştir. Tatça, Kalmakça, Ulgarca, Çince, Yerlikçe (yerli dil) örneklerinde ise halk adlarından dil adı oluşturmuştur17. +CA ekinin küçültme anlamının daha da zayıflamış biçimi küçültme sıfatları ile türetilen sıfat tamlaması kalıbındaki adlarda görülür. Bunlar adlaşmış sıfat olarak da kullanılmaktadırlar. Bu adlara Korkmaz‟ın verdiği örnekler Türkiye Türkçesinden, Anadolu ağızlarından ve bir kısmı da yaşayan diğer Türk lehçelerinden alınmıştır: cirenşe at (kızıl at), delice doğan (bir tür şahin), alaca- karga, alaca-aş (aşure), tüğlüce-donbak (kestane); akça, kızılca, dikçe, yakarca; Kökşö tü (bir dağ adı), Karaca-dağ, Karacahisar, Sarıcahisar, Ağca-köy, Çukurca-alan, Kızılca-hamam, Duruca-su, Karaca-Ahmet, Haraca-Halil, Derece-viran, Ġsce-hisar; Ilıca, Yenice, Çatalca, Delice, Kaynarca, Kaplıca, Karlıca, Çamlıca, Ġkizce, Gömüce, Gölce, Gökçeler, Emirceler; Boğazca Fatma, Kısırca yenge, Kutluca Beğ, Düzmece Mustafa, akça kız, Kökçö Kan18. Ġzafi eşitlik görevindeki +CA, “bir şeye mahsus”, “göre” anlamlarına denk gelecek şekilde tahsis anlamı taşıyan isimler 16 Hamza Zülfikar, Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları,TDK Yay., Ankara 1991, s. 62-63‟te bu iki ekin birbirinden ayrı tutulması gerektiğini vurgulamaktadır. 17 Zeynep Korkmaz, agm., s. 55-59‟da “karaca, alaca” gibi örneklerde +CA‟nın vurgusuz; Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, Boğaziçi Yay., Ġstanbul 1985, s. 167‟de vurgulu olduğunu söylemektedir. 18 Zeynep Korkmaz, agm., s. 60-62. ; Zeynep Korkmaz, age., s. 38-39. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 1478 İbrahim TOSUN türetmektedir: bilekçe, yağmurca, boyunçe, etekçe, külçe, külünçe, artça, beylerce (bir üzüm cinsi), yağmurca, damlaca, satıca, bayramca- lık, görümce-lik, bulmaca, bilmece, koşmaca, basmaca, yarmaca, atmaca, boğmaca, gömmece, kırmaca, ummaca19. Kormaz‟ın izafi eşitlik görevindeki +CA için verdiği “bilekçe, boyunçe, etekçe” örneklerindeki “+CA”nın Farsça küçültme eki “+çe” olduğu kesindir. Buraya kadar söylenenlerin ışığında, bugün Türkiye Türkçesinde kullanılmakta olan +CA‟lı örneklerden yola çıkılarak, bundan sonraki kısımda daha derli toplu bir değerlendirme yapılmaya çalışılacaktır. +CA eki üç başlık altında (1. +CA Ekinin Kullanım Çeşitliliği. 2. +CA Ekinin Anlam Çeşitliliği. 3. Farsça Küçültme Eki +çe.) ele alınacak, türetme ve anlam ayrımları tespit edilecektir. 1. +CA Ekinin Kullanım Çeşitliliği 1.1. Çekim (Ad-Durum) Ekidir Türkiye Türkçesinde genellikle yapım eki olarak kullanılan +CA bazı durumlarda (kimce, nece sorularına cevap verdiği durumlar) çekim eki özelliğini devam ettirmektedir. Gramer kaynaklarında çoğunlukla “eşitlik”20 bazen de “kimce”21 veya “görelik” hali olarak adlandırılır. +CA‟nın bu kullanımında sözcük adlık durumunu korur ve cümlede dolaylı tümleç görevi üstlenir: kurulca (kabul edildi), bence (bu iş olmaz). Aynı yapıdayken “nasıl sorusuna cevap veriyorsa, sözcük zarflaşarak tür değiştirmiş ve +CA da çekim eki özelliğini yitirmiş demektir: erkekçe (dövüştü), çocukça (düşünüyor). Yapım eki olan +CA genellikle ad soylu sözcüklerden seyrek olarak da eylemlerden ad, sıfat ve zarflar türetir. Bu durumda vurguyu bazen üzerinde taşırken bazen de kendinden önceki hecelerin üzerine atar. Dört şekillidir, (+ca / +ce / +ça / +çe), ünlü ve ünsüz uyumlarına uyar. 1.2. Addan Ad Türetir Millet, kavim ve halk adlarından dil adı oluşturur. Vurguyu kendisinden önceki hece üzerine atar, kendisinden sonra meslek adı 19 Zeynep Korkmaz, agm, s. 60-65. 20 Tuncer Gülensoy, Türkçe El Kitabı, Bizim Gençlik Yay., Kayseri 1995, s, 179; Necmettin Hacıeminoğlu, age, s. 30-31; Gürer Gülsevin, Eski Anadolu Türkçesinde Ekler, TDK Yay., Ankara 1997, s. 74-77‟de +CA‟ya “aslında eşitlik ekidir, yapım eki olarak da kullanılır” demiş ve +CA‟nın iki görevi için de “eskice” sözcüğünü örnek vermiştir; Fuat Bozkurt, Türkiye Türkçesi, Cem Yay., Ġstanbul, 1995, s. 119-120‟de, “kiloca, aklınca, yıllarca, çılgınca, delice, çocukça” sözcüklerini eşitlik durum eki +CA‟ya örnek vermiştir. 21 Tahsin Banguoğlu, age, s. 330. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 Türkiye Türkçesinde +CA Ekinin… 1479 yapan +CI / +CU ekini alabilir: Türkçe, Çince, Arapça, Hititçe; Almancacı, Ġngilizceci, Fransızcacı. Tür adlarından yeni tür adları yapar. Vurgu bir önceki hece üzerindedir. Sözcük +CA ekinden sonra bazı sıfat yapım eklerini alabilir: günce, sözce, sivilceli (siğilce), dilekçesiz, gerekçeli, görümcesiz. -ma‟lı mastar adlarından ad türetir. Vurguyu üzerinde taşır. Bu yolla daha kalıcı nesne ve kavram adları oluşturulur: bulmaca, bilmece, kurmaca, düzmece, şaşırtmaca, şişirmece, kandırmaca. Ayrıca “çekmece, atmaca, boğmaca” gibi nesne, hayvan ve hastalık adları da bu şekilde meydana gelmiştir. 1.3. Addan Sıfat ve Zarf Türetir +CA eki adlara gelerek hem sıfat hem de zarf olabilen sözcükler türetir. Sözcüğe benzerlik, gibilik, yakınlık gibi anlam ve kavramlar katar. Her iki durumda da vurgusuzdur: insanca (tavır, konuş.), erkekçe (söz, dövüş.), çocukça (şaka, davran.), hayvanca (duygu, saldır.). 1.4. Sıfattan Ad Türetir Niteleme sıfatlarından yer adları türetir. Vurguyu üzerine çekmez. Mensubiyet bildiren +li ekini alabilir. Bu durumda sözcük bir adsa, önce addan sıfat yapan +lI / +lU ekiyle; eylemse, sıfat-fiil eklerinden biriyle sıfatlaştırılır, daha sonra +CA ekini alır: Çamlıca(lı), Taşlıca(lı), Düzce(li), Sivrice(li), Yenice(li), Tuzluca(lı), Kaynarca(lı), Kumluca(lı), Sapanca. Bu adlaşmış sıfatlar sıfat olarak kullanıldıklarında +CA eki vurguyu üzerine alır: çamlıca tepe, taşlıca yol, düzce alan, yenice elbise, tuzluca yemek, kumluca sahil, sivrice çakı. Niteleme sıfatlarından tür adı oluşturur. Vurgu bir önceki ek üzerindedir: ılı(k)ca, karaca, kokarca, kap(a)lıca, yakarca, dönence22. Bir örnekte ise belirsizlik sıfatından tür adı oluşturduğu görülmektedir, vurgusuzdur: tümce. Renk bildiren niteleme sıfatlarından sıfat tamlaması biçiminde kalıplaşmış, çoğunlukla yer, seyrek olarak da bitki ve hayvan adları meydana getirir. Bu durumda birleşik sözcük oluşturduğu için vurgu birleşiğin son hecesine doğru kaymaktadır: Karacahisar, Kızılcahamam, Akçadağ, Bozcaada, Karacadağ; alacakarga, alacabalıkçıl, akçaağaç, akçakavak, karacaot. 22 Muharrem Ergin, age, s. 198‟de bu tür örneklerde +CA ekinin vurguyu üzerine çektiğini yazmaktadır. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 1480 İbrahim TOSUN 1.5. Sıfattan Sıfat ve Zarf Türetir Bu ek sıfatlara ulanarak hem sıfat hem de zarf olarak kullanılabilen sözcükler türetir. Sözcük tür değiştirirken ekin karşıladığı kavramda ve vurgusunda değişiklik meydana gelir; sıfat görevindeyken ek vurguludur ve küçültme anlamında “biraz” kavramının yerini tutar. Zarf olarak kullanıldığında vurgusuzdur ve “olarak, gibi, daha, çok, oldukça, bir şekilde” kavramlarını karşılar. Sıfat: kısaca (etek), uzunca (yol), alçakça (duvar), büyükçe (ev), iyice (arkadaş), sakince (çocuk), güzelce (kız). Zarf: kısaca (anlat), uzunca (yazdım), iyice (dövdü), uzunca (konuş), alçakça (davran), sakince (çalış), güzelce (giyin). “ön” sıfatından “ilkin”, “ayrı” sıfatından “ayrı olarak” anlamında zarflar türetir. Vurguyu üzerine almaz. Bu sözcükler +lik ekiyle ad, +li ekiyle de sıfat olurlar: önce, ayrıca; öncelik, ayrıcalık; öncelikli, ayrıcalıklı (insanlar). “sade” sıfatından da zarf yapar, vurgulu değildir. sadece (sen gel), sadece (çalış), sadece (beni düşün). “ol-” fiilinin “–an” sıfat-fiil ekini almış biçimine gelerek “bütün” anlamında sıfat oluşturur. Vurgusuzdur: olanca güç, olanca hız, olanca çaba. “şöylece (anlat.), böylece (kalsın.), öylece (bırak.)” örneklerinde ekin eşitlik anlamı ve çekim eki görevi belirgin olarak göze çarpmaktadır. 1.6. Zamirden Sıfat ve Zarf Türetir +CA eki “ne” soru zamirinden “ne kadar, ne çok” anlamında sıfat, “nasıl” anlamında zarf yapar. Sözcüğün kök ünlüsünde ünlü daralması (e > i) meydana gelir: nice yıl, nice gün, nice gece, nice çocuk, nice insan; nice ol- (genellikle ol- yardımcı fiiliyle kullanılmaktadır.). -lik ekini alarak “nicelik” biçiminde adlaştığı da görülür. “nece konuşuyor.” örneğinde +ce henüz çekim eki özelliğini kaybetmemiş gibi görünmektedir. 1.7. Fiilden Ad Türetir Dönüşlü fiil çatılarına gelerek ad yapar. Kendisinden sonra diğer isim yapım eklerini alabilir. Vurgu +CA‟dan önceki hece üzerindedir: sakınca(lı), dokunca, izlence(lik), düşünce(sizlik), eğlence(li), söylence, dinlence. Çok sık olmayan bu kullanımda analoji etkisi var gibidir. Dönüşlü çatı eki –n, –an sıfat-fiil eki gibi görülmüş olabilir (olanca, dönence, Sapanca). Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 Türkiye Türkçesinde +CA Ekinin… 1481 Banguoğlu, ekin bu oluşumu ile ilgili fikir yürütmemekle birlikte, kullanıştaki şekline göre bunun –ince eki diye anılabileceğini söylemektedir23. Eklerin kullanıştaki şekline bakıldığında, dönüşlü fiil tabanlarına birinin -CA diğerinin –InCA / -UnCA biçiminde geldiği, farklı anlamda ve farklı türde sözcükler türettiği görülmektedir. Örneğin; düşün-ce (fikir), düşün-ünce (düşündüğü zaman), sakın-ca (mahzur), sakın-ınca ( sakındığı zaman), güvence (teminat, kefalet), güven-ince (güvendiği zaman). Örneklere bakıldığında bu iki ekin hem anlam, hem görev bakımından tamamen farklı oldukları ve birbirlerinin yerine geçemeyecekleri görülmektedir. 1.8. Edattan Ad ve Zarf Türetir Çok seyrek olarak edatlara gelerek ad görevinde sözcükler türetir. Vugusuzdur. “göre” edatından “görece” (görece-li) adını türetmektedir. 2. +CA Ekinin Anlam Çeşitliliği +CA eki gerek çekim eki, gerekse yapım eki olarak kullanımında sözcüklere farklı görevler ve anlamlar yükler24. Dört şekillidir, ünlü ve ünsüz uyumlarına uyar. Ad, sıfat, zarf ve zamirlere gelerek karşılaştırmada, sözcüklere “eşit, benzer, gibi, daha (pek), şekilde (bir şekilde), bakımından (olarak), göre, kadar, tarafından, - den dolayı, biraz, bir çok, bütün, abartma, en önemli” anlamları kazandırır. Bu sözcükler ad, sıfat ve zarf görevinde olurlar25. Genellikle aynı sözcük farklı görevlerde ve türlerde kullanılırken küçük anlam farklılıkları ortaya çıkar. Mevcut örnekler değerlendirildiğinde +CA ekinin şu anlamlarla sözcüklere ulandığı görülmektedir: 2.1. “gibi, -e benzer, -e eşit” Anlamı Bu anlamıyla +CA eki ad ve sıfatlara gelerek çoğunlukla sıfat, seyrek olarak da zarf görevi görür: barbarca, bencilce (tavır), bilgece (konuşmak), büyükçe (ev), çocukça, görgüsüzce, toyca, mecnunca, tuzluca, anaca (kucak açmak), babaca, yiğitçe (direnmek), zorbaca, zarifçe (davranış), zalimce, ustaca (engellemek), salakça. 23 Tahsin Banguoğlu, age, s.,225. 24 Nurettin Koç, Yeni Dilbilgisi, 3. Baskı, Ġnkılâp Kitap Evi, Ġstanbul, 1997, s. 113‟te bu eki hem yapım, hem de çekim eki olarak değerlendirmekte, fakat çekim eki olarak onu hâl ekleri arasına sokmamaktadır. 25 Süer Eker, age, s. 277‟de +CA eşitlik durum ekinin donmasıyla ad, sıfat ve zarf kategorisinde sözcükler türediğini söylemektedir. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 1482 İbrahim TOSUN 2.2. “daha (pek)” Anlamı “daha” anlamı sözcüğün zarf göreviyle kullanımında ortaya çıkmaktadır. başkaca (daha başka), evvelce (daha evvel), iyice (daha iyi), sıkıca (daha sıkı), güçlüce (daha güçlü)26. 2.3. “olarak” Anlamı Sözcüğün zarf olarak kullanımında ortaya çıkan anlamıdır. Aynı sözcük sıfatken gibi, benzer anlamı kazanır: Milletçe (güçlüyüz), ulusça (karşı dur.), ilkece (kabul edilemez), açıkça (açıkça söyle.) (açıkça alan), ayrıca (bak). 2.4. “bakımından” Anlamı Adların +CA ekiyle çekimlenmesinden ortaya çıkan anlamdır. Bu sözcükler sıfat olarak kullanılmazlar. Aynı yapıdaki zarflarda ise +CA yapım eki durumundadır: vücutça, boyca, bünyece, duyguca, kıdemce, sıraca, manaca, mizaçça, anlamca, sayıca. 2.5. “şekilde (bir şekilde)” Anlamı +CA ekini almış sözcüklerin zarf görevindeyken kazandıkları anlamdır. Aynı sözcükler sıfat olduklarında “gibi, benzer” anlamı taşırlar: temkinlice (yaklaş.), kabaca (anlat.), kısaca, topluca, kibarca (davran.), mahcupça, basitçe, etraflıca, habersizce (vur.), sinsice (yaklaş.), mesutça, uygunca. 2.6. “tüm” Anlamı “tüm” anlamı, genellikle topluluk adlarından +CA ekiyle zarf yapıldığında ortaya çıkar: ailece (tüm aile), sınıfça (tüm sınıf). 2.7. “göre (-e göre)” Anlamı Ġyelik ekli sözcüklere ya da kişi zamirlerine ulanan +CA eki “göre” anlamı ile ön plana çıkar: kararınca (jüri kararınca suçlu bulundu.), kendince (haklıdır.), aklınca, bence, sence, onca, bizce, sizce, onlarca (sen suçlusun.). 2.8. “bir çok” Anlamı +CA‟nın bu anlamı sözcükler üzerinde +lar ekiyle kullanıldığında ortaya çıkmaktadır. Bu anlamdaki sözcükler, “ne kadar” sorusuna karşılık, hem sıfat hem de zarf görevinde olabilirler: defalarca, günlerce, aylarca, haftalarca, yıllarca, sayfalarca, yüzyıllarca, litrelerce, kilolarca, kovalarca. 26 Zeynep Korkmaz, age, s. 36‟da ekin buradaki anlamını “oldukça” kavramına karşılık olarak vermektedir. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 Türkiye Türkçesinde +CA Ekinin… 1483 2.9. “kadar” Anlamı Bu anlamıyla, aynı sözcükler hem sıfat hem de zarf görevinde kullanılırlar. Ekin çoğunlukla iyelik ekinden sonra geldiği görülür: gereğince (çalış.), yeterince (yemek), zerrece, bunca, şunca, onca, istediğince (gez.), elverdiğince, yiyebildiğince, alabildiğince. 2.10. “biraz (az)” Anlamı Ek, bu durumda sözcüğün gövde anlamına azlık katmaktadır. Ġlk bakışta “benzer, gibi” anlamları çağrıştırsa da, bağlam içinde “biraz” anlamının daha belirgin olduğu görülmektedir. Aynı sözcükler bu anlamlarıyla hem sıfat hem zarf görevinde olabilirler. Sözcüğün sıfat veya zarf oluşu, anlamda bazı farklar yaratmaktadır: topluca kız (biraz toplu kız), topluca katıldık ( toplu olarak, hep birlikte katıldık), şişmanca, serince su (biraz serin su), uzunca yol (biraz uzun), uzunca anlattı ( uzun bir şekilde), derince, yaşlıca, ağırca konuştu (biraz ağır konuştu), fazlaca para (biraz fazla para), erkence kalk (biraz erken kalk). 2.11. “abartma” Anlamı +lar ekiyle birlikte sayı adlarına ulanan +CA, bu sözcüklere abartma anlamı katar. Bu tür örneklerde “çok, birçok “ anlamları varmış gibi görünse de, cümle içindeki kullanışlarında, daha belirsiz, aşırı bir abartı söz konusudur. +CA ekinin abartma anlamı sadece sayı adlarından türemiş, sıfat görevindeki sözcüklerde ortaya çıkmaktadır: onlarca, yüzlerce (yıl), binlerce, milyonlarca (kitap), milyarlarca. 2.12. “tarafından” Anlamı +CA eki, yüklemi edilgen yapılı cümlelerde, eklendiği sözcüğe tarafından anlamı yükleyerek, işi yapan özneyi açığa çıkarır. Adın “nece, kimce hali”ndeyken ortaya çıkan anlamıdır: askerlerce, polisçe (yakalanmış.), öğrencilerce (protesto edildi.), feministlerce (basıldı.), yönetimce (karara bağlandı.), meclisçe (engellendi.). 2.13. “en önemli” Anlamı +CA ekinin bu anlamı sadece “başlıca” sözcüğünde ortaya çıkmaktadır. Sözcük, bu anlamıyla sıfat görevinde kullanılır ve tamlanan her zaman çoğul olur. başlıca (konular, kitaplar, kaynaklar). 2.14. “tek, bir tek” Anlamı “sade” sözcüğünün +CA ekini almış ve zarflaşmış biçimiyle kazandığı anlamdır. sadece (sen geldin), sadece (okumuş). Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 1484 İbrahim TOSUN 2.15. “bütün” Anlamı “olanca” ve “boyunca” sözcüklerine bütün anlamı katan ek, bu anlamıyla vurguyu üzerinde taşımaz: olanca hızıyla (bütün hızıyla), olanca gücüyle (bütün gücüyle); gün boyunca (bütün gün), yıl boyunca (bütün yıl). Örneklerde görüldüğü gibi “bütün” anlamı sözcüğün var olan anlamına eklemlenmez, onun anlamının yerine geçer. “gün boyunca” (bütün gün) söz grubu zarf görevindedir. “olanca hız” (bütün hız) tamlamasında “bütün” anlamı sıfat olarak ortaya çıkar. 2.16. “dil” Anlamı Millet ve halk adlarına dil anlamı katar. Türkçe (Türk dili), Almanca (Alman dili), Farsça (Fars dili), Arapça (Arap dili). 3. Farsça Küçültme Eki +çe Türkiye Türkçesinde bugün kullanılmakta olan +CA ekinin biri Türkçe biri Farsça olmak üzere iki farklı kökenden geldiği bilinmektedir. Ölçünlü dilde yaygın olarak Türkçe kökenli ekin kullanıldığı görülmekle birlikte dilimize Farsçadan girmiş +çe küçültme eki ile kurulmuş, Yazım Kılavuzu‟nda geçen şu örnekler tespit edilmiştir: akçe, kepçe, nalça, lügatçe, paça, selviçe, sözlükçe, zayiçe, baziçe, kemençe (kemançe), ruznamçe. Örneklere bakıldığında ekin genellikle +çe biçiminde tek şekilli olduğu, ünlü ve ünsüz uyumlarına uymadığı ve çoğunlukla Farsça kökenli sözcüklere ulandığı görülür. “nalça” “kemençe” ve “paça” gibi birkaç örnekte, sözcükler Türkçeye uydurularak kalınlık – incelik uyumuna uygun hale getirildiği halde, ekin ötümlü şekillerine rastlanmamaktadır. Dilimize Farsçadan geçmiş bahçe (bağçe), kelepçe (külepçe), kepçe (kefçe), divançe, dimağçe (beyincik) sözcükleri de Farsça küçültme eki +çe ile kurulmuşlardır. Ayrıca Türkçe “il” sözcüğünden, Farsça küçültme eki +çe getirilerek, “ilçe” türetilmiştir. Bu ekin kalınlık-incelik uyumuna aykırılığı, ünsüz uyumunun dışında kalması ve genellikle alınma sözcüklere ulanması Türkçeye yabancı bir ek olduğunu kanıtlamaktadır. Bu durum, ekin Türkiye Türkçesinde yaygın bir kullanım alanı kazanamamasına da neden olmuş, ek zamanla işlekliğini yitirerek yerini Türkçe kökenli +CA‟ya bırakmıştır. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 Türkiye Türkçesinde +CA Ekinin… 1485 Sonuç Türkiye Türkçesinde bugün kullanılan +CA, +çe eki köken bakımından Türkçe +CA, ve Farsça +çe olarak ikiye, işlev bakımından üçe ayrılmaktadır. Kökeni Türkçe olan +CA eki, ad çekiminde eşitlik durumu için kullanılma, addan ad soylu sözcükler türetme gibi iki işleve, Farsça olan +çe ise seyrek olarak küçültme işlevine sahiptir. +CA‟nın bugün Türkiye Türkçesinde eylemden ad türeten bir kaç örneğine rastlansa da kökende bu ekin farklı olduğunu var saymak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü +CA ekinin fiilden ad türeten biçimlerine Türkçenin hiçbir tarihî döneminde rastlanmamaktadır. Türkçenin ilk yazılı metinlerinden günümüze kadar bütün tarihî ve çağdaş lehçelerde, hem çekim hem yapım eki olarak çok işlek bir biçimde kullanılmış, Türkiye Türkçesinde de (yerini sık sık gibi, dek, kadar, göre sözcüklerine bıraktığı halde) bu özelliğini korumuştur. Genellikle sözcük türetmede bu ekten yararlanılmış, özellikle cumhuriyetten sonraki, dili Türkçeleştirme sürecinde bazı Arapça ve Farsça ekleri karşılamada +CA eki kullanılmıştır. Arapça +en ve +i (nispet eki); Farsça +ane ekine karşılık geldiği bazı örnekler şunlardır: ferden-fertçe, şeklen-şekilce, müçtemien-topluca, sarahaten – açıkça, Arabî – Arapça, bedeni – bedence, Türkî – Türkçe; cahilane – cahilce, safiyane – safça, dostane – dostça, merdane – mertçe, erkekçe. Türkçe +CA ekinin çekim ve yapım işlevini birbirinden ayırt etmede kullanılacak en açık yöntem sorulacak “kimce, nece” sorularıdır. Bu sorulara cevap veren sözcüklerdeki +CA çekim, vermeyenlerdeki +CA‟lar ise yapım eki olarak değerlendirilmelidir. Farsça kökenli küçültme eki +çe de ünlü ve ünsüz uyumlarına uymamasıyla Türkçe +CA ekinden ayrılmaktadır. Küçültme anlamıyla addan ad türeten bu ekin dilimizdeki “divançe, lügatçe, baziçe, selviçe, …”27 gibi örnekleri, bugün neredeyse hiç kullanılmayan, sadece sözlüklerde kalmış örneklerdir. 27 Yazım Kılavuzu, TDK Yay., Ankara, 2005. ; Türkçe Sözlük, TDK Yay., Ankara, 2005. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010 1486 İbrahim TOSUN KAYNAKÇA ATA, Aysu, Harezm – Altın Ordu Türkçesi, Ġstanbul, 2002. BANGUOĞLU, Tahsin, Türkçenin Grameri, TDK Yay., Ankara , 1995. BOZKURT, Fuat, Türkiye Türkçesi,Cem Yay., Ġstanbul, 1995. EKER, Süer, Çağdaş Türk Dili, Grafiker Yay., Ankara, 2003. ERGĠN, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, Boğaziçi Yay., Ġstanbul, 1985. GABAĠN, A. Von, Eski Türkçenin Grameri (Çev. Mehmet AKALIN), TDK Yay., Ankara, 1988. GÜLENSOY, Tuncer, Türkçe El Kitabı, Bizim Gençlik Yay., Kayseri, 1995, GÜLSEVĠN, Gürer, Eski Anadolu Türkçesinde Ekler, TDK Yay., Ankara, 1997. HACIEMĠNOĞLU, Necmettin, Karahanlı Türkçesi Grameri, TDK Yay., Ankara, 2003. KARAHAN, Leyla, Türkçede Söz Dizimi, Akçağ Yay., Ankara, 2004. KORKMAZ, Zeynep, “Türk Dilinde +ça Eki ve Bu Ek Ġle Yapılan Ġsim Teşkilleri Üzerine Bir Deneme”, Türk Dili Üzerine Araştırmalar I, TDK Yay., Ankara, 1995, s. 12 – 73. KORKMAZ, Zeynep, Türkiye Türkçesi Grameri ( Şekil Bilgisi ), TDK Yay., Ankara, 2003. KOÇ, Nurettin, “-ca Eki Üzerine”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, TDK Yay., Haziran 2000, C: 2000/I, S: 582, s. 505- 514. KOÇ, Nurettin, Yeni Dilbilgisi, 3. Baskı, Ġnkılâp Kitap Evi, Ġstanbul, 1997 ÖNER, Mustafa, Bugünkü Kıpçak Türkçesi, TDK Yay., Ankara, 1998. Türkçe Sözlük, TDK Yay., Ankara, 2005. Yazım Kılavuzu, TDK Yay., Ankara, 2005. ZÜLFĠKAR, Hamza, Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları,TDK Yay., Ankara, 1991. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/4 Fall 2010

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır