diyanet islam ilmihali indir / DİYANET İSLÂM İLMİHALİ - PDF Free Download

Diyanet Islam Ilmihali Indir

diyanet islam ilmihali indir

1 DİYANET İSLÂM İLMİHALİ

2 SUNARKEN Başkanlığımız,kurulduğu tarih olan 3 Mart 1924'teıı itibaren, "Toplumu din konusunda aydınlatma.." görevini aralıksız sürdürmektedir. Bir yandan irşad hizmetleri verilirken, diğer yandan basılı, sesli ve görüntülü yayınlarla, halkımız din konusunda doğru olarak bilgil end irilmektedir. Başkanlığımız muhtelif yayınlarıyla toplumun birlik ve bütünlüğünü sağlamakla birlikte, ayrıca dinde olmadığı halde sonradan dine sokulan veya dindenmiş gibi algılanan bid'at ve hurafelere karşı da halkımızı uyarmaktadır. Yayınlarımızda din, ahlâk, vatan ve bayrak gibi mukaddes sayılan değerlerimizin korunması ve kollanmasına da azami titizlik gösterilmektedir. Bu hizmetler, bundan sonra da artarak ve ilmî ölçüler dikkate alınarak devam edecektir. İlmî kriterler gözönüne alınarak hazırlanan yayınlarımız, toplumlunuzun her kesimine hitap edebilecek niteliktedir. Bununla beraber Türk kültürünü koruma ve kültürümüze katk; sağlama da ana hedeflerimizdendir. Başkanlığımız bu güne kadar çocuklara, yetişkinlere ve ilmi çevrelere hitap eden 350'nin üzerinde eser yayınlamış; çizgi film, drama, belgesel, paket programlar, vaaz ve Kur'an-ı Kerim bant ve kasetleri hazırlatmış ve bu yayınlarımız muhteva ve kalite bakımından hüsnü kabul görmüştür. Gelişen dünyada medyanın topluma tesirini inkâr etmek mümkün değildir. Kendini yenilemek zorunda olan herkes kitap okumaya, araştırma yapmaya, çeşitli yayınları izlemeye, dinlemeye ve yeni yeni bilgiler kazanmaya devamlı ihtiyaç duyacaktır. Yüce dinimizin hedefi de bu doğrultudadır. Kesin olarak bilinmelidir ki, dinin bilim ve teknoloji ile çeliştiği hiç bir nokta mevcut değildir. Esasen ilk emri "Oku" olan bir dinin bilimle çelişmesi ve çatışması da düşünülemez. Elinizdeki eserin siz okuyucularımıza faydalı olacağına inanıyor, yazarlarım tebrik ederek en derin saygılarımı sunuyorum. Mehmet Nuri YILMAZ Diyanet İşleri Başkanı

3 ÖN SÖZ İslâm Dini'nin hükümleri ve temel prensiplerinin asıl gayesi, insanın dünyada ve ahirette mutlu olmasını sağlamaktır. Dinimiz; bize bu mutluluğun aydınlık yolunu göstermiş, görev ve sorumluluklarımızı bildirmiştir. Bu mutlulusa ulaşabilmemiz, yükümlü olduğumuz görevleri verine getirme-mize bağlıdır. Bu ise. doğru ve yeterli bir dinî bilgiye sahip olmakla mümkündür. "Bilmemek" dinimizde geçerli bir mazeret değildir. Böyle bir mazeret ileri sürmekle insan sorumluluktan kurtulamaz. Çünkü ilk emri "oku" olan dinimiz, ilim öğrenmeyi her müslümana farz kılmıştır. Bu sebeple müslümanın başta gelen görevlerinden birisi, din ve dünya işlerinde gerekli olan bilgileri doğru olarak öğrenmesidir. Dinî görevlerimiz, önce inanmak, sonra inancımızın gereği olan ibadetleri verine getirmektir. Dinî emirleri verine getirmekle yükümlü olduğumuz gibi, haram kılınan şevlerden de sakınmamız icabeder. Bunlardan başka ailemize, içinde yaşadığımız topluma ve diğer insanlara karşı da sorumluluklarımız ve yapmamız gereken ahlâkî görevlerimiz vardır. İslâm'da önemli bir yeri olan ah lâkî görevleri yaptığımız takdirde ancak olgun bir mü'min olabiliriz. İlâhî dinlerin sonuncusu ve en mükemmeli olan İslâm'ın emir ve yasaklarına dikkatle baktığımız zaman, bunların her birinde maddî ve manevî pek çok hikmetlerin bulunduğunu ve insanın huzur ve saadetinin hedef alındığını görürüz. Müslümana düsen; dinî görevlerini doğru olarak öğrenmek ve bunları Allah'ın rızasına uygun bir şekilde yapmaya çalışmaktır. Bunun karşılığı ise. Yüce Rabbimizin Kur'ân-ı Kerim'de müjdelediği ebedi mutluluktur: "İman edip salih ameller (iyi işler) işleyenlere ise, içinden ırmaklar akan cennetler vardır, işte en büyük kurtuluş budur" (Burûc. 11) Bu kitapta: dinimizin inanç esasları ve ibadetler ayrıntılı olarak anlatılmış. müslümanların sakınması gereken haramlar ve günâhlar hakkında gerekli bilgiler verilmiştir. Ayrıca günlük hayatımızda karşılaşılan bir takım konular ile yine günümüzde çok tartışılan bazı dinî meselelere açıklık getirilmiştir. Dinimizin emir ve yasaklarının bir gayesi de müslümanı iyi ahlâk sahibi ya-parak olgunlaştırmaktır. Bu sebeple iman ve ibadetlerle çok yakın bağlantısı bu-lunan ahlâk konusuna da yer verilmiş, ahlâkın önemi ve ahlâki görevlerimiz ayet ve hadislerin ışığında kısaca izah edilerek peygamberimizin fazilet dolu yaşayışı ve üstün ahlâkından özet bilgiler sunulmuştur. Muteber kaynaklardan yararlanılarak hazırlanan bu "İslâm İlmihali", herkesin kolaylıkla anlayabileceği bir dille yazılmış, dinî terimler mümkün olduğu kadar sadeleştirilmiştir. İlgi duyanlara ve araştırma yapmak isteyenlere kolaylık olması bakımından ayetlerin sûre ve numaraları ile hadislerin kaynakları dipnotlarda gösterilmiştir. Bundan başka önemli ve dikkati çeken konular ile bazı meselelerde diğer mezheplerin görüşlerine de yine dipnotlar halinde yer verilmiştir. Her müslümanın öğrenmesi gereken dinî bilgilerin yer aldığı ve sahasında büyük bir ihtiyacı karşılayacağını umduğumuz bu kitabın din kardeşlerimize yararlı olmasını diler, hatalarımızın bağışlanmasını Cenâb-ı Hak'tan niyaz ederiz. Bizim görevimiz, iyi niyetle çalışmaktır. Başarıya ulaştıran ise. yalnız Allahtır. Lütfı ŞENTÜRK Seyfettin YAZICI 20 Ekim 1994 ANKARA

4 BİRİNCİ BÖLÜM İTİKAD

5 بسم الله الرحمن الرحيم DİN VE DİNE OLAN İHTİYAÇ Din Nedir "Din. akıl sahiplerini kendi hür iradeleriyle en iyiye, en doğruya ve en güzele ulaştıran ilâhî bir kanundur." Dinin bu tarifinden şunları öğreniyoruz: 1.Dinin kurucusu Allah'tır. Bu itibarla Allah'tan başka hiç kimsenin din kurma yetkisi yoktur. 2.Dinin muhatabı akıl sahiplendir. Yani dinin hükümleriyle ancak aklı başında olan kimseler yükümlüdür. 3.Din. peygamber tarafından tebliğ edilmiştir. Allah, peygamberlere din ile ilgili hükümleri bildirmiş, onlar da insanlara duyurmuşlardır. 4.Dinin gayesi, insanları dünya ve ahirette mutlu kılmaktır. Çünkü din. insana yaratılışındaki gayeyi, yaratana ve yaratıklara karşı yükümlü bulunduğu görevleri bildirir. İyi ile kötüyü birbirinden ayırdeder. İyiye ulaşmanın yollarını gösterir. Bu suretle de insanın dünya ve ahirette mutlu olmasını sağlar. Din. bazılarının sandığı gibi sadece vicdanî bir kanaatten ibaret değildir. Dinin asıl gayesi, insanı, ruh ve ahlâk yönünden olgunluğa eriştirmektir. Dine Olan İhtiyaç İnsan, ferd olarak da. toplum olarak da dine muhtaçtır. İlkel insandan tutun da bugünkü teknolojik gelişmeleri gerçekleştiren insana varıncaya kadar tarih öncesi ve sonrası hiç bir devirde din duygusu taşımayan topluluğa rastlanmamıştır. Çünkü: 1. İnsanın ruh ve beden olmak üzere iki yönü vardır. Bunlar, nitelik itibariyle birbirinden ayrı iseler de öyle bir bütünlük içindedirler ki. ruh olmadan beden bir işe yaramıyacağı gibi. bedensiz ruhun da bir anlamı yoktur. Aynı zamanda her ikisinin pek çok arzu ve istekleri vardır. İnsan, ne bedenî, ne de ruhî ihtiyaç ve arzularını ihmal edemez. Bu bakımdan insan beden itibariyle yaşamak için her şeyden önce gıdaya ve tehlikelerden korunmak için de barınacak bir yere ne kadar muhtaç ise. ruhî yönden de manevî bir kuvvete o kadar muhtaçtır. İnsan madde aleminde böyle bir dayanak bulamayacağı gibi aklı da onun bu ihtiyacını karşılamak için yeterli değildir. İnsanın önemli bir yönünü oluşturan, ruhunun isteklerini yerine getirecek ve üzüntülerini giderecek olan şey, onun Allah'a ve sonsuz bir hayata inanmasıdır. Bu inanç olmadıkça ruhun istekleri yerine getirilmiş ve arzuları karşılanmış olmaz. Ruhun ise pek çok istekleri vardır, öyle ki, bunlar için bir sınır yoktur. İnsan, gerçek anlamda mutluluğa, ancak ruhun sınırsız olan bu isteklerinin temin edilmesiyle ulaşabilir. İnsanın sınırlı olan ömrü ise buna yetmez. Bu itibarla onun sonsuz olan bu arzu ve isteklerini gerçekleştirecek ve kendisini mutlu kılacak olan. ölümsüzlüğe olan inancıdır. Fani olmayacak ve sonu gelmeyecek olan bir hayata yönelmeyen ruhta gerçek mutluluk yok demektir. Bu da ancak Allah'a ve ebedî bir hayata inanmakla elde edilir. Bunu bize öğreten de dindir. Şu halde insanın gerçek mutluluğunu ancak din sağlar. 2.İnsan hayatı bir mücadeleden ibarettir. İnsan bu mücadelede bazan başarılı olamaz. Maddî bütün sebeplere başvurduğu halde önüne çıkan engelleri aşamaz. Böyle bir durumla karşılaşan insan, kendi kuvvet ve gücünün üstünde daha büyük bir kuvvetin varlığına inanmayacak olursa bunalıma düşer, hayatına bile kıyar. Fakat sonsuz güç ve kuvvet sahibi yüce bir yaratıcıya inanmış olan kimse ise. karşılaştığı engeller ve güçlükler karşısında ümidini yitirmeyerek, ilâhî kudretin büyüklüğünü ve ümitsizliğe düşmeyenlere daima yardım edeceğini düşünerek O'na sığınır, kendini kaybetmez. Bu itibarla, günlük hayatımızda da en büyük dayanağın din olduğu açıkça anlaşılmaktadır. 3.İnsanın ruh yönünden yükselip olgunlaşması yaratılışının bir gereğidir. Bu. ancak yüksek

6 ahlâkla elde edilir. Ahlâk üstünlüğü ise, din duygusu ile gelişir. İnsan. Allah sevgisinden ve din duygusundan yoksun olduğu an. pek çok insanî özelliklerini kaybetmiş olur. Allah'a inanmayan ve sorumluluk duygusu taşımayan bir kimsede ahlâkî üstünlüğün bulunmayacağı tabiîdir. Çünkü üstün ahlâkın kaynağı dindir. Özet olarak, hangi yönden bakılırsa bakılsın din, insan için bir ihtiyaçtır. Maddî yönden ihtiyaçları ne kadar karşılanırsa karşılansın, manevî ve ruhî ihtiyaçları sağlanmamış olan bir insan, hayatta arzuladığı huzuru bulamaz. Şüphe yok ki. inançsızlık, insan için büyük bir felâkettir. Böyle bir kimse. madde aleminin kendisini tehdit eden olayları karşısında dayanak noktasını kaybetmiş demektir. Sonsuz hayata, ahiret hayatına inanmadığı için bütün gayreti, dünyanın geçici zevklerini yaşamak olacak, bunları elde etmek için ise. hiç bir ölçü tanımayacaktır. Bir gün, dünyanın bu geçici zevklerinden ayrılacağını ve yok olup gideceğini düşündükçe, tedirginliği artacak ve huzuru kaçacaktır. Bir insan için bundan daha büyük bir felâket düşünülebilir mi? Elbette düşünülemez. Halbuki din. ölüm ötesinde daha mutlu ve sonsuz bir hayatı müjdelemekte ve ona ulaşmanın yollarını göstererek insana huzur ve güven vermek-tedir. 4. Ferd olarak din, insana ne kadar gerekli ise, toplum açısından da o kadar gereklidir. İnsanlar toplu halde yaşarlar. Bu. onların yaratılışında varolan bir özelliktir. Hiç kimsenin yalnız başına maddi ihtiyaçlarını karşılamaya gücü yetmez. Bir arada yaşamak durumunda olan insanların, birbirlerine karşı bir takım hak ve görevleri vardır. Toplumların devamı, ferdlerinin birbirlerine karşı olan bu görevlerini yerine getirmeleriyle mümkündür. Bir insanın, başkalarının haklarına karşı saygılı olması, görev ile hakkın mukaddes olduğuna inanmasına bağlıdır. Çünkü insan, çoğu kez aşırı arzularının etkisinde kalarak kişisel çıkarlarından başka bir şey düşünemez. Bunun için insanı, başkalarına karşı olan görevlerini yerine getirmeye ve onların haklarına saygılı olmaya mecbur edecek bir etkene ihtiyaç vardır, o da dindir. Binaenaleyh, toplu halde yaşamak mecburiyetinde olan insanların, birbirlerine karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmelerini sağlayan ahlâk kurallarına uymaları kaçınılmazdır. Toplumu oluşturan fertler arasında sağlam bir birlik bağı meydana getirecek yegâne esas da ahlâk üstünlüğüdür. Bir toplumun bütün fertleri güzel ahlâka- sahip olursa birbirlerine karşı saygılı davranır, böylece, fertleri arasında birlik ve bütünlük sağlanmış, toplum mutluluğa kavuşmuş olur. Bu itibarla, toplum hayatı açısından bu kadar önemli olan ahlâk için, sağlam bir temele, iyi ile kötüyü ayırd edecek gerçek bir ölçüye ihtiyaç vardır. İşte o da dindir. Dinin Kaynağı Bir takım duygu ve düşünceler vardır ki. bunlar, insanla beraber doğmuştur. Bunların başında Allah ve din lîkri gelir. Yani din. sonradan ortaya çıkmış değil, insanla birlikte doğmuştur. Her devirde insanoğlunun dine önem vermiş olması, bunun açık belgesidir. Ancak, insanda doğuşta varolan bu duygunun gelişmesi için bir uyarıcıya ihtiyacı vardır. İşte Allah'ın gönderdiği peygamberler bu uyarma görevini yerine getirmişler ve insan varlığının ayrılmaz özelliği olan Allah ve din düşüncesinin gelişmesini sağlamışlardır. Peygamberlerin vahye dayalı tebligatı, insanların yolunu aydınlatmış ve peygamberlere uyanların dinî duygulan olgunlaşmıştır. Peygamberlerin çağrılarına kulak vermeyenlerin ise. bu duyguları körelerek sapıklığa düşmüşlerdir. Bu itibarla, din, akıl gibi insanın yaratılışında varolan bir duygudur ve insanla beraber doğmuş temel bir fikirdir. Ancak dinî hükümlerin kaynağı, peygamberlerin ilâhî vahye dayanan mesajlarıdır. İlâhî Dinler ve Özellikleri ''İlâhîDin" veya "Hak Din" deyince ne anlıyoruz? Önce bunu açıklayalım: Hak din. bir peygamberin. Allah'tan vahiy yoluyla aldığı ve insanlara tebliğ ettiği hükümler ve düsturlar demektir. Buna "Hak Din" denildiği gibi. "İlâhî Din " veya "Semavî Din" de denir. Bu tarifin dışında kalan dinlere de batıl dinler denir. Hak dini. batıl dinden ayıran özelliklerin başlıcaları şunlardır: 1.Hak dinleri, Allah'ın görevlendirdiği peygamberler tebliğ etmişlerdir. 2.Hak din, bir olan. eşi ve dengi bulunmayan Allah'a inanmak ve yalnız O'na ibâdet etmek esasına dayanır.

7 3.Öldükten sonra dirilmeyi ve dünyada yapılan her şeyin hesabının Allah tarafından sorulacağına inanmayı emreder. 4.Doğruluk, emânete riâyet gibi üstün niteliklere sahip olan peygamberlerin Allah'tan vahiy suretiyle aldıkları mesajları insanlara duyurduklarına inanmayı gerektirir. 5.Allah tarafından gönderilen ve peygamberler tarafından tebliğ edilen mu-kaddes bir kitaba dayanır. 6.Meleklere îman. hak dinlerde bir esas olarak yer alır. 7.Hak dinlerde yer alan esaslar arasında, ilim ve akl-ı selîm ile çatışan bir taraf bulunmaz. 8.Hak dinlerin gayesi, insanlar arasında eşitliği, kardeşliği, adaleti tesis etmek ve insanlığı mutluluğa ulaştırmaktır. İslâm Dini ve Diğer Semavî Dinler Hak dinlerin, başka bir deyişle semavî dinlerin sonuncusu İslâmiyettir. Bu dini tebliğ eden son Peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.)'dir, kitabı da Kur'an-ı Kerim'dir. İslâm dini, ilk insan ve ilk peygamber Adem aleyhi s-selâm'm tebliğ ettiği Uk "Tevhid Dini" ile diğer semavî dinlerin bir devamı, bunların sonuncusu ve en mükemmelidir. Kur"an-ı Kerim'de yer alan inanç esasları ne ise. ilk peygamberin tebliğ ettiği inanç esasları da aynı idi. Kur'an-ı Kerim'den önce indirilmiş olan kitaplarda da bu esaslar yer almıştır. İslâm'dan önceki semavî dinler, esasda bir oldukları halde, bunlar zamanla değişikliğe uğrayarak bozulmuşlardır. İşte bu sebeple, son Peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.), Allah tarafından en son ve en büyük yol göstercici olarak görevlendirilmiştir. İslâm Dininin Özellikleri İslâm dininin bir takım özellikleri vardır ki. başlıcaları şunlardır: 1. İslâm Dini Son Dindir Semavî dinlerin hak dinler olduğunu ve ilk hak dinin, ilk insan ve ilk peygamber Adem aleyhi'sselâm tarafından tebliğ edildiğini belirtmiştik. Zamanla insanlar kendilerine gönderilmiş olan dinin esaslarından uzaklaşınca Allah, gönderdiği peygamberlere ilk "Tevhid Diıü"m yenilemiş ve insanların bozduklarını peygamberleri vasıtasıyle düzeltmiştir. Semavî dinlerin esaslarında bir değişiklik olmamış; zamana ve şartlara göre değişen, amel ile ilgili hükümler olmuştur. İşte böylece, son peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.), Allah'ın kendisine vahyettiği İslâmiyeti tebliğ etmiştir. Hz. Muhammed. son peygamber olduğu gibi. getirdiği İslâmiyet de son dindir. Adem aleyhi'sselâm ile başlayan ve Allah'ın birliği esasına dayanan tevhid dini, gelişe gelişe İslâmiyetle olgunlaşarak tamamlanmıştır. Artık bundan sonra yeni bir din gönderilmeyecek. İslâm'ın hükümleri, Allah'ın dilediği zamana kadar yürürlükte kalacaktır. Her şeyin sonuncusu, kendinden öncekilere nisbetle daha mükemmeldir. İslâm dini de bunun gibi, kendinden önceki semavî dinlere göre böyledir. Bunun için Allah, son din olan İslâm'ın hükümleriyle bütün insanları yükümlü tutmuş ve ancak insanların bu dini benimsemelerinden razı olacağını bildirmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: ان الدين عند الله الإسلام "Allah katında din, şüphesiz İslâmiyettir." (Al-i İmran:19) خرة من الخاسرين % نا فلن )يقبل من )ه و )هو في الإ / ومن يبتغ غير الإسلام دي "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa bilsin ki, kendisinden asla kabul edilmiyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır." (Al-i İmran:85) ) اليوم ;اكمل )ت ل )كم دين )كم و ;اتمم )ت علي )كم نعمتي ورض نا / يت ل )ك )م الإسلام دي

8 "Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetlerimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim." (Mâide:3) 2. İslâm Dininin Değişmeyen Esasları Vardır İslâm dininin değişmez bir takım esasları vardır. Bunlar; itikad, amel ve ahlâkla ilgili hükümler olmak üzere üç kısma ayrılır. a)itikatla ilgili esaslar İtikat demek, bir şeye inanmak, gönülden bağlanmak demektir. İslâm itikadını teşkil eden ve bütün semavî dinlerde de yer alan bu temel hükümler: - Allah'a. Meleklerine. Peygamberlerine. Kitaplarına. Ahiret Gününe, Kaza ve Kadere inanmaktır. b)amel ile ilgili esaslar Islâmın amel ile ilgili esasları: insanların yaptıkları işlerle ilgili olan hükümler, emir ve yasaklardır. Bunlardan. Allah ile kulları arasındaki ilişkilerle ilgili olanlar ibâdetlerdir. Amel ile ilgili esaslardan bir kısmı da insanın kendisiyle başkaları arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümlerdir. Başkalarının haklarına saygılı olmak: kimsenin canına, malına ve namusuna saldırmamak gibi hususlar, bu kısma girer. c)ahlâk ile ilgili esaslar İslâm'ın ahlâk ile ilgili esasları da ahlâkın güzelleşmesini, vicdanın terbiyesini ve ruhun yükselmesini amaçlar. İslâm dininin, itikad. amel ve ahlâk ile ilgili hükümleri, hem ferdin hem de toplumun mutluluğu içindir. 3. İslâm Evrensel Bir Dindir İslâm dini son din olduğu gibi. aynı zamanda tüm insanlığın da dinidir. İslâm dininden başka, bu nitelikte olan başka bir din yoktur.meselâ, Tevrat'ta Yahudiliğin evrensel olduğuna dair bir kayıt mevcut değildir. Aksine Yahudiliğin tamamıyle İsrailoğullarına mahsus bir din olduğu söylenmektedir. Hatta onlar. Yahudiliğe ilgi duyanları bu isteklerinden vaz geçirmek için dinlerinin çok zor olduğunu ve tahammül edilmez hükümleri bulunduğunu söylerler. Hristiyanlık da evrensel bir din değildir. Çünkü Hz. İsa, kendisinden önceki peygamberler gibi o da belli bir kavme peygamber olarak gönderilmiştir. Bizzat Hz. İsa. kendisinden sonra gelecek peygamberi müjdelemiştir. İslâmiyete gelince onu tebliğ eden Muhammed aleyhi's-selâm. son peygamberdir. O. kendisinden önceki peygamberler gibi bir kavme veya bir millete değil, tüm insanlara gönderilmiş, âlemlere rahmet olarak gelmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: ) يها الن B )قل يا ;ا عا / اس اني ر )سو )ل الله الي )كم جمي "(Ey Muhammed!) de ki; ey insanlar, doğrusu ben, Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim." (A'raf :158) يرا ولكن ;اكثر الناس لإ يعل )مون / يرا ونذ / ة للناس بش / وما ;ارسلناك الإ كاف "(Ey Muhammed!) Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmezler." (Sebe:28) ة للعالمين / وما ;ارسلناك الإ رحم "(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiya :107) Hz. Muhammed. bütün insanlara gönderilmiş son peygamber olunca, onun tebliğ ettiği din de bütün

9 insanların dini olması gerekir ve öyledir de. İSLAM'DA MEZHEPLER Mezhep Nedir Sözlükte mezhep, gidilen yol demektir. Terim olarak; bir dinin, bilginleri arasındaki yorum farklarından meydana gelen görüşleri demektir. İslâm dininde de mezhepler vardır. Bunlar arasında temelde bir ayrılık yoktur. Hepsi de Kur'an-ı Kerim'i ve peygamberimizin sünnetini esas almışlardır. Ancak, hakkında açık ve kesin nass (ayet veya hadis) bulunmayan hususlarda bilginler ictihad etmişler, görüş bildirmişlerdir. Peygamberimiz, sahabîlerden Mu'az (r.a.)'ı Yemen'e Hakim olarak gönderirken kendisine şöyle sormuştu: -Yemen'de ne ile hükmedeceksin? Mu'az: -Allah'ın kitabı Kur'an ile hükmedeceğim, dedi. Peygamberimiz: -Aradığını Kuramda bulamazsan ne yapacaksın? buyurdu. Mu'az: -Resûlullah'ın sünnetiyle hükmedeceğim, dedi. Peygamberimiz: -Onda da bulamazsan ne yapacaksın? buyurdu. Mu'az: -Kendi görüşümle hükmedeceğim, diye cevap verdi. Mu'az'ın bu cevabından peygamberimiz memnun oldu ve bundan ötürü Allah'a hamdetti. (Ebu Davud,Akdiye,Tirmizi,Ahkam 3) Bundan anlaşılıyor ki. bir olay hakkında Kur'an-ı Kerim'de ve peygamberi-mizin sünnetinde kesin bir ifade yoksa müctehid. ictihad ederek konuya çözüm getirir. İctihad etme yetkisi olan bilginler, bir olay hakkında aynı görüşü ortaya koyabilecekleri gibi birbirinden farklı görüşler de belirtebilirler. İşte. mezhepler, böyle hakkında açık ve kesin hüküm bulunmayan olaylardaki birbirinden farklı yorumlardan meydana gelmiş bulunmaktadır. İslâm'daki mezhepler, itikadî ve amelî olmak üzere ikiye ayrılır. İtikadda Mezhepler İnançla ilgili mezhepler, genel olarak "Ehl-i Sünnet" ve "Ehl-i Bid'at" olmak üzere iki kısımdır: "Ehl-i Sünnet", peygamberimizin sünnetine uyanlar: "Ehl-i Bid'at" ise. peygamberimizin hadislerini kendi keyif ve arzularına göre yorumlayanlardır. Ehl-i Sünnet, inançla ilgili konularda kitap ve sünnete dayanır, kitap ve sünnetteki ifadeleri esas alır. Ehl-i Sünnet üç guruptur: Selefiyye, Mâtüridiyye ve Eş'ariyye. Selefiyye İnanç konusunda Ashab-ı Kiram ve Tabiûnun görüşlerini benimseyen fıkıh bilginleri (İslâm Hukukçuları) ile hadis âlimleridir. Bunlar, itikad konularında âyet ve hadislerde yer alan hususlar hakkında yorum yapmadan olduğu gibi kabul ederler. Allah'ın sıfatlan ve diğer konularda ayrıntılara girmezler. İnançla ilgili ilk mezhep budur. Bunun için Hanbelî Mezhebinde olanların hemen hepsi ile ilk Hanefî, Şafiî ve Malikîler bu mezhebi benimsemişlerdi, yani Selefi idiler. Mâturidî Mezhebi Bu mezhebin imamı, asıl adı Muhammed olan Ebû Mansur Mâturidî'dir. Hicrî. 238 (M. 862) yılında Semerkand'ın Mâtürid köyünde doğmuş ve köyünün adiyle şöhret bulmuştur. Hicrî 333 (M. 944) tarihinde Semerkand'da ölen Ebû Mansur. büyük bir Türk bilginidir. Ehl-i Sünnet akîdesini savunmuş ve batıl inançlara karşı büyük mücadele vermiştir. Amelde Hanefî olanlar, itikadda bu mezhebi benimsemişlerdir. Eş'arî Mezhebi Eş'arî Mezhebinin imamı. Ebu'l-Hasan Ali el-eş'arî'dir. Hicrî 260 (M. 873) yılında Basra'da doğmuş, 324 (M. 936) yılında Bağdat'ta ölmüştür. Mutezile bilginlerinden Ebû Ali el-cübâî'nin talebesi olan el-eş'ârî, gördüğü bir rüya üzerine

10 Mûtezile'den ayrılarak Ehl-i Sünnet'e katılmıştır. Bundan sonra ömrünün tamamını Ehl-i Sünnet'e hizmet ederek geçirmiştir. Ehl-i Sünnet'i temsil eden bu iki mezhep, temelde aynı olmakla birlikte bazı konularda farklı görüşleri vardır. Maliki ve Şafiî olanlar, itikatta Eş'arî'dirler. Amelde Mezhepler Sünni müslümanlar arasında yaygın amelde mezhepler: Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelî olmak üzere dörttür. Hanefî Mezhebi Bu mezhebin kumcusu İmam A'zam'dır. Adı Numan, babasının adı Sabit, künyesi ise Ebû Hanîfe'dir. Hicrî 80 (M. 699) yılında Küfe "de doğmuştur. Ataları, Horasan illerinden Kûfe'ye göçetmiş olan İmam A'zam büyük ihti-malle Türk'tür. Çok iyi bir eğitim görmüş, pek çok bilginlerden ders almıştır. 18 yıl ara lıksız ünlü hocalarından Hammad b. Ebî Süleyman'ın derslerine devam etmiştir. Hammad'ın ölümünden sonra onun yerine geçerek dersleri devam ettirmiştir. İmam A'zam, bin civarında öğrenci yetiştirmiştir. İmam Ebû Yusuf (H /M ). İmam Muhammed İbn Hasan eş-şeybanî (H /M ) ve Zufer İbn Huzeyl (H /M ) en meşhurlarındandır. Aynı zamanda bunlar. Hanefî mezhebinin ilk müctehidleridir. Abbasî halifelerinden Mansûr, İmam A'zam'a Bağdat kadılığı (Hakimliği) teklif etmişti. İmam, bu teklifi kabul etmeyince onu hapse atmışlar ve dövmüşlerdi. Öyle ki, dayağın etkisiyle 70 yaşında iken Hicrî 150 (M. 767) yılında Allah'ın rahmetine kavuşmuştur. Hanefî mezhebi önce Irak'ta, daha sonra da Mısır. Hindistan ve Türk ülkele-rinde olmak üzere her tarafta yayılmıştır. Malikî Mezhebi Bu mezhebin kurucusu İmam Mâlik b. Enes'tir. Hicrî 93 (M.712) yılında Medîne-i Münevvere'de doğmuş, burada büyümüş ve yetişmiştir. İmam A'zam ve İmam Ebû Yusuf la da görüşmüştür. Medine halkının bilgini ve imamıdır. İmam Mâlik'in belli başlı eseri "Kitab el-muvatta"dır. Fıkıh (İslâm Hukuku) tertibine göre yazılmış ilk hadis kitabı sayılır. Bu büyük İslâm bilgini. Hicrî 179 (M.795) tarihinde Medine-i Münevvere' de Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Malikî mezhebi Medine'de ortaya çıkmış: Hicaz'da, Afrikada ve Endülüs'te yayılmıştır. Şafiî Mezhebi Bu mezhebin kurucusu. İmam Muhammed b. İdrîs eş-şafiî'dir. İmam Şafiî Hicrî 150 (M. 767) yılında Suriye'de doğmuş. 204 (M. 819) yılında Mısır'da Allah'ın rahmetine kavuşmuştur. İmam Şafiî büyük bir islâm bilginidir, imam Mâlik ve imam Mııhammed'-den ders okumuştur. İmam Şatiî. Arap Dili'ni. şiir ve tarihini çok iyi bilirdi. Şafiî mezhebi Mısır'da. Güney Arabistan'da. Doğu Afrika'da. Azerbeycaıv-da. Doğu Anadolu'da. Endonezya ve Cava'da yayılmıştır. Hanbelî Mezhebi Bu mezhebin kurucusu Ahmed b. Hanbel'dir. Hicrî 164 (M.248) tarihinde Bağdat'ta doğmuş, 241 (M.885) tarihinde yine Bağdat'ta Allah'ın rahmetine kavuşmuştur. Mekke. Medine. Şam gibi pek çok İslâm merkezlerini gezen Ahmed b. Han-bel. İmam Şafiî'den de ders almıştır.

11 Ahmed b. Hanbel. büyük bir müfessir ve Hadis bilginidir 'den fazla Hadis ihtiva eden Müsned'i meşhurdur. Hanbelî mezhebi Bağdat, Mısır. Suriye ve Hicaz'da yayılmıştır. DİNÎ HÜKÜMLERİN KAYNAKLARI (ŞER î DELİLLER) Din ile ilgili hükümlerin dayandığı kaynaklar; kitap, sünnet, icma' ve kıyas olmak üzere dörttür. Dinî hükümler, bu dört kaynaktan alınmıştır. Şimdi bunları birer birer kısaca açıklayalım: Kitap Kitap, Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an, "Allah tarafından Cebrail aleyhi's-selâm vasıtasıyle Arapça olarak peygamberimize indirilmiş ve bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş, mushaflarda yazılı kelâmdır." Sünnet Sünnet, sözlükte yol ve âdet demektir. Terim olarak Sünnet: 'Peygamberimizin Kur'an'dan başka söz ve da vran ıslarındır. Bu tanımlamadan sünnetin üç kısım olduğu anlaşılmaktadır. a)kavlî sünnet: Peygamberimizin sözleri demektir. b)fiilî sünnet: Peygamberimizin davranışları demektir. c)takrirî sünnet : Peygamberimizin, bir müslümanın yapmış olduğu bir iş veya söylemiş olduğu bir sözden haberdar olduğu halde buna karşı çıkmaması ve onu sükûtla karşılamasıdır. Peygamberimizin görevi, İslâmiyeti öğretmek ve ona aykın olan söz ve da vranışların yanlış olduğunu göstermektir. Bu itibarla Hz. Peygamberin, bir müs lümanın söylediği sözden veya yaptığı işten haberdar olduğu halde buna karşı çıkmayıp susması, bu söz veya davranışı uygun gördüğünü gösterir. Kur'an-ı Kerim, Peygamberimize uyulmasını emreder; Peygambere itaatin Allah'a itaat olduğunu bildirir. Bu konuda pek çok âyeti kerime vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: ر )سولنا البلا )غ ال )مبين J فان تولي )تم فاعل )موا ;انما على L و ;اطي )عوا الله و ;اطي )عوا الر )سول واحذ )روا "Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer itaatten yüz çevirirseniz, bilin ki, Peygamberimizin görevi, apaçık duyurmak ve bildirmektir." (Mâide: 92) من )يطع الر )سول فقد ;اطاع الله Kim, Peygambere itaat ederse Allah 'a itaat etmiş olur."( Nisa: 80) تا )ك )م الر )سو )ل ف )خ )ذو )ه وما نهاك)م عن )ه فانت )هوا % وما ا "Peygamber size ne verdi ise onu alın ve size neyi yasakladı ise ondan sakının." (Haşr :7) )يحك )موك فيما شجر بين )هم ث)م لإ يجد)وا في ;انف)سهم J فلا وربك لإ )يؤم )نون حتى ما / جا مما قضيت و )يسل )موا تسلي / حر "Hayır, Rabbine andolsıın ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça, îman etmiş olmazlar." (Nisa:65) Görüldüğü üzere bir kısmını sunduğumuz âyeti kerimelerde Peygambere mutlak itaat

12 emredilmektedir. Bunun anlamı açıktır. Peygamber. Peygamber olarak herhangi bir konuda ne emrediyorsa, o emre uyulması ve o emrin Allah'ın emri kabul edilerek yerine getirilmesi gerekmektedir. Ayrıca peygamberimiz de: "Bana itaat eden, Allah'a itaat etmiştir. Bana isyan eden de Allah'a isyan etmiştir." buyurmuştur. Sünnet'in, İslâm hukukunun ikinci kaynağı olduğunda, müctehid imamlar arasında fikirbirliği vardır. Hulefâ-i Râşidin'den zamanımıza kadar müctehid âlimler. Kur'an gibi Sünnetten de dinî hükümler çıkarmışlar ve sünnete uymanın, sünnet ile amel etmenin gereğini vurgulamışlardır. Hatta önceden, sünnetin ifade ettiği hükme aykırı görüşü olan, sünneti öğrendikten sonra bu görüşünden vazgeçerek, sünneti benimsemiştir. Sünneti dikkate almadan Kur'an-ı Kerim'i bütünüyle anlamak mümkün değildir. Çünkü dinin bütün hükümleri Kur'an-ı Kerim'den öğrenilmediği gibi, pek çok hükmün ayrıntılarını ve nasıl uygulanacağını da Kur'an anlatmaz. Meselâ, namazın farz olduğunu Kur'an-ı Kerim bildirir, fakat namazın nasıl kılınacağı ve kaç rek'at olduğu Kur'an'da yoktur. Bu detaylar sünnetten, Peygamberimizin uygulamasından öğrenilir. Farz olan haccın da nasıl yapılacağı âyetten öğrenilmez, bunu sünnet öğretir. Ayrıca İslâm âlimleri Sünneti, farz ve vacip olmayan dinî bir hüküm olarak da tarif etmişlerdir. "Şu iş sünnettir." dendiği zaman, farz ve vacip dışında bir hüküm demektir. Öğle namazının sünneti gibi. Fıkıh âlimleri, sünneti hükmü itibariyle de iki kısma ayırırlar: a) Sünen-i Hûda: Peygamberimizin ibadetle ilgili olan sünnetidir. Bu sünneti yapan sevap kazanır, yapmayan ise kınanır ve azarlanmayı hakeder. Ezan. Nisa: 65 ikamet, cemaatle namaz ve farz namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetler, gibi. Böyle bir sünneti küçük görmek ise. o sünnetin sahibini hafife alma anlamı taşıyacağı için -Allah korusun- insanın küfre gitmesine sebeb olur. b) Sünen-i Zevaid: Peygamberimizin beşeriyet icabı giyinmesi, oturması, yatıp kalkması ve uyuması gibi. âdetle ilgili olan davranışlarıdır. Bu tür sünneti terketmek mekruh olmadığı gibi yapmayan kimse de kınanmaz. İcma: İcma: Sözlükte birleştirmek, bir konuda fikir birliği etmek ve azmetmek gibi anlamlara gelir. Dindeki anlamı ise, İslâm bilginlerinin peygamberimizden sonraki her hangi bir devirde dini bir meselenin hükmü üzerinde fikir birliği etmeleridir. Kıyas: Kıyas sözlükte, bir şeyi başka bir şeyle ölçmek ve iki şey arasındaki benzerlikleri belirlemektir. Dindeki anlamı ise: Kitap, sünnet veya icma'da hükmü bulunmayan herhangi bir meseleye, aralarındaki illet birliği sebebiyle bu kaynaklardan birinde yer alan konunun hükmünü vermek demektir. İşte din ile ilgili hükümlerin delilleri ve dayanakları bunlardır- Bunlardan ilk ikisi olan Kitap ve sünnet, dinde asıl kaynaklardır. Diğer ikisi yani icma ve kıyas Kitap ve sünnete racidir.

13 İMAN İmanın kelime anlamı, tasdik etmek, herhangi bir şeye kesin olarak inanmaktır. Dindeki anlamı ise. peygamberimizin Allah tarafından haber verdiği kesin olarak bilinen şeylerin doğru olduğuna içten ve yürekten inanmak demektir. İman. icmalî ve tafsili olmak üzere iki kısma ayrılır: a)icmalî İman: İman edilecek şeylere kısaca ve toptan inanmaktır. Kelime-i Tevhid veya Kelime-i Şehâdeti diliyle söyleyip kalbiyle de tasdik eden kimse kısaca ve toptan iman etmiş olur. b)tafsili iman: Bu da iman edilecek şeylerin herbirine ayrı ayrı inanmaktır. Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, cennet ve cehennem'e. kaza ve kadere ayrı ayrı inanmak, bu bölüme girer. İmanda esas olan. kalb ile tasdiktir. Bir kimse Allah'ı ve O'nun peygamberi vasıtasıyle göndermiş olduğu şeyleri kalbiyle tasdik eder. doğru olduğuna yürekten inanırsa, mü'min olur. Dil ile ikrar ise mü'min olduğunun, insanlar tarafından bilinmesi ve insanların, onun inanmış olduğuna şehadet etmeleri için gereklidir. "îman, dil ile ikrar, kalb ile tasdiktir." meşhur sözü bunun için söylenmiştir. Yoksa kalbinde tasdik bulunan kimse Allah katında mü'mindir. O halde imanın rüknü, kalb ile tasdiktir. Bunun içindir ki, kalbinde şüphe ve tereddüdü bulunan kimse. Kelime-i Şehâdeti söylese bile Allah katında mü'min değildir. Ayrıca iman. bir bütün olup bölünme kabul etmez. Yani. inanılması gerekli olan şeylerin bir kısmına inanıp da bir kısmını kabul etmemek olmaz Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehâdet Kelime-i Tevhid: "Allah'tan başka ilâh yoktur. Muhammed Allah'ın Resulüdür." sözüdür. Bunun manası, İslâm Dini'nin itikad esaslarını kapsayacak kadar geniştir. Allah'ın varlığına ve O'ndan başka ibadet edilecek ilâh olmadığına ve O'nun tarafından gönderilen herşeyin hak olduğuna inanmaktır. Hz. Muhammed'in peygamberliğini kabul etmek de. onun haber verdiği kesin olarak bilinen şeylerin doğru olduğuna inanmak demektir. Bunun içindir ki Kelime-i Tevhid. kalbdeki imanın dıştaki belirtisi sayılmıştır. Bir de Kelime-i Şehâdet vardır ki. o da şudur: "Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Yine şahitlik ederini ki. Muhammed aleyhi'sselâm, O'nun kulu ve Resulüdür." Bunlardan birini diliyle söyleyip kalbiyle de tasdik eden kimse, iman etmiş ve mü'min olma şerefini kazanmış olur. İman İle Amel Arasındaki Bağ Allah'a ve Hz. Muhammed'in Allah tarafından getirip haber verdiği şeylere yürekten inanan kimse mü'mindir. Böyle bir kimse, herhangi bir sebeple ibadet görevini yapmaz ve haram olan şeylerden sakınmazsa imanını yitirmiş olmaz. Çünkü iman ile amel. birbirinden ayrı şeylerdir. Başka bir ifade ile amel. imandan bir parça değildir. Bunu bir örnekle açıklayalım: Günde beş vakit namaz kılmak, mü'minlere farzdır, yani Allah'ın

14 emridir. Namazın farz olduğuna inandığı halde, tembelliği yüzünden onu kılmayan kimse dinden çıkmış olmaz. Ancak. Allah'ın emrine uymadığı için günahkâr olur. Amel. imanın bir parçası olmamakla birlikte iman ile amel arasında çok sıkı bir münasebet vardır. Allah, ancak olgun müzminlerden razı olur. Olgun mü'min olmak için de iman ile birlikte ibadet etmek ve güzel ahlâka sahip olmak gerekir. Hiç şüphe yok ki. ibadet, imanın bir göstergesidir. Sadece, inandım demek yeterli değildir. Kalbdeki iman ışığının sönmemesi için ibadet gereklidir. Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmak, imanı kuvvetlendirir. İbadet görevini yapmayan kimsenin kalbindeki iman yavaş yavaş zayıflar ve Allah korusun, günün birinde sönebilir. Bu ise insan için en büyük bir kayıptır. İmanın Sahih ve Makbul Olmasının Şartları İmanın sahih ve makbul olması için üç şartın bulunması lâzımdır: a)iman ümitsizlik halinde olmamalıdır. Hayatı boyunca inanmamış olan bir insanın, yaşama ümidi kalmayıp, ölümle burun buruna geldikten ve cehennemdeki yeri kendisine gösterildikten sonra iman etmesinin bir faydası yoktur. b)inanmış olan bir kimse, dinin kesin olan hükümlerinden herhangi birini inkâr edici söz ve davranışlarda bulunmamalıdır. Meselâ, dinî hükümlerden olduğu kesin olan namaz. oruç. hac ve zekât gibi bir hükmü inkâr eden kimse Allah korusun- imanını kaybetmiş olur. Çünkü, dinin hükümleri bir bütündür, bunlardan birini inkâr etmek hepsini inkâr etmek demektir. c)dinî hükümlerin hepsinin güzel olduğunu kabul etmeli ve bunların arasında bir ayırım yapmamalıdır. Dinî hükümlerden herhangi birini beğenmemek imanın yok olmasına sebeptir. İman Huzur ve Mutluluk Kaynağıdır İman. insanın en değerli hazinesidir. Karanlık ile aydınlık bir olmadığı gibi. inanan insan ile inanmayan insan da bir değildir. İnanan insanın, Allah katında ve insanlar yanında üstün yeri ve değeri vardır. Allah, mü'min olan kullarını sevdiği gibi. insanların güvenini kazananlar da bu inanan insanlardır. İmanlı insan.huzurlu ve mutlu kişidir. Çünkü inanan insan, bir gün Allah'ın huzurunda yaptıklarının hesabını vereceğine inandığı için. Allah'a ve insanlara, hatta diğer canlılara karşı olan görevlerini en iyi bir şekilde yerine getirmeye çalışır. İşinde ve sözünde ölçülü olur. Her türlü aşırılıklardan sakınır. Ailesine, çevresine, tüm insanlara ve hatta hayvanlara karşı şefkat ve merhamet gösterir. Felâketler karşısında sarsılmaz, ümitsizliğe düşmez. Allah'a sığınır ve güvenir. Bütün bunlar, insanın huzurlu ve mutlu olmasını sağlar. Tasdik Eden ve İnkâr Eden İnsanlar İman yönünden insanlar üç kısımdır: a)mü'min: Allah'a ve peygamberine inanan, peygamberin, Allah tarafından haber verdiği her şeyin doğru olduğunu yürekten tasdik eden ve bu imanını dili ile de söyleyen kimsedir. b)kâfir: İslâm'ın iman esaslarını kabul etmeyen, yani Allah'a ve peygamberine inanmayan kimsedir. c)münafık: Allah'a ve peygamberine, inandığını söyleyip mü'min olarak göründüğü halde kalbiyle inanmayan, içi dışına uymayan kimsedir. İman Esasları İman esasları altıdır ve Amentü cümlesinde toplanmıştır. Amentü şudur:

15 Anlamı: "Ben; -Allah 'a, -Allah'ın Meleklerine, -Allah 'ın Kitaplarına, -Allah 'ın Peygamberlerine, -Ahireî Gününe, -Kadere: iyilik ve kötülüğün Allah 'ın yaratınasıyle olduğuna, İnandım. Öldükten sonra dirilmek haktır. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şahitlik ederim ki, Muhammed aleyhi's-selâm O'nun kulu ve resulüdür. " Şimdi bunları birer birer açıklayalım

16 ALLAH'A İMAN Ergenlik çağına gelmiş, aklı olan her erkek ve kadına ilk önce farz olan, Allah'ı bilmek ve O'na inanmaktır. Allah vardır. O'nun varlığını anlamak ve bilmek için kendimize, kâinata ve kâinattaki yaratılış inceliklerine ve her şeyin yerli yerine konduğuna bakmak yeterlidir. Evrende, (kâinatta) hiç bir şey kendiliğinden olmuş değildir. Mutlaka onu yapan ve ona şekil veren bilisi vardır. Giydiğimiz elbise, kullandığımız eşya ve içinde oturduğumuz ev, bindiğimiz vasıta, bütün bunların bir ustası ve yapanı vardır. Bunun gibi bizi. bütün canlıları, kâinatı ve kâinattaki akıllara durgunluk veren bu düzeni elbette bir yapan ve yaratan vardır. İşte O. Allah'tır. Bizi yaratan ve yaşatan O'dur. Öldürecek ve tekrar diriltecek olan da yine O'dur. Bu sebeple bizim için ilk görev, O yüce yaratıcıyı tanımak ve O'na inanmaktır. Allah, vardır ve birdir. O'ndan başka tanrı yoktur. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buy urul maktadır: لإ اله الإ )هو الرحم )ن الرحيم Z وال )ه )كم ال [ه واح [د "İlâhınız bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, Rahman'dır, Rahimdir."( Bakara: 163) Kâinattaki ahenk ve düzen, tabiattaki kanunların birbirine uygunluğu. Allah'ın birliğine. O'nun hiç bir surette eşi ve dengi bulunmadığına açık bir delildir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor ف )سبحان الله رب العرش عما يصف)ون L له [ة الإ الل )ه لفسدتا % لو كان فيهما ا "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki, Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir." (Enbiya :22) Allah'ın Sıfatları Allaha iman,onun sıfatlarını bilmeye bağlıdır.o,ancak sıfatlarıyla bilinir ve tanınır. Çünkü Allah'ın zatını anlayıp kavramamız mümkün değildir. Zaten Allah, bununla da bizi yükümlü tutmamıştır. Allah'ın sıfatları, zatî ve subûtî olmak üzere iki kısımdır. Bunların altısı zatî sıfatlar, sekizi de subûtî sıfatlardır ki. toplamı I4'dür. Zatî Sıfatlar: Vücud. Kıdem. Bekâ. Vahdaniyet, Muhâlefetü'n li'l-havâdis, kıyam binefsihi. Subûtî Sıfatlar: Hayat. îlim. Semi'. Basar. İrâde, Kudret, Kelâm ve Tekvin'dir. Bunların kısaca anlamları şöyledir: Zatî Sıfatlar Vücud: Var olmak demektir. Allah vardır ve varlığı zâtının gereğidir. Bu itibarla Cenâb-ı Hakka "Vâcibu'l-vucûd" denir. Allah, var olmakta ve varlığını devam ettirmekte hiç bir şeye muhtaç değildir. Kıdem: Allah kadimdir, yani varlığının başlangıcı yoktur. Şu zaman yoktu da ondan sonra var oldu denemez. Varlığının başlangıcı olan bizleriz. Allah ise. hiç bir şey yokken yine var idi. Bekâ: Allah'ın varlığının sonu olmamasıdır. Meselâ biz. bir süre sonra yok olacağız. Allah'tan başka her şeyin belli bir süre sonra varlığı sona erecektir. Allah ise hiç ölmeyecek ve her zaman var olacaktır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: ل )ه ال )حك )م واليه )ترج )عون L ل شي _ء هالك[ الإ وجه )ه B ) ك "Allah'ın zâtından başka her şey helak olacaktır. Hüküm O'mındur ve siz ancak O'na

17 döndürüleceksiniz" (Kasas :88) Vahdaniyet: Allah birdir. Kur'an-ı Kerim'in en kısa sûrelerinden biri olan ihlâs sûresinde şöyle buyurulmuştur: ٤ [ وا ;احد / ولم ي )كن ل )ه )ك )ف ٣ لم يلد ولم )يولد ٢ الل )ه الصم )د ١ [ )قل )هو الل )ه ;احد "Ey Muhammed) De ki: «O, Allah'tır, bir tektir.» Allah samed'dir; (her şey O'na muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir). O'ndan çocuk olmamıştır. (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir). Hiçbir şey O'na denk ve benzer değildir." (İhlas sûresi 1-4) Allah, zâtında birdir, cüz ve parçası yoktur: sıfatlarında birdir, benzeri ve dengi yoktur; işlerinde birdir, eşi ve ortağı yoktur. Muhâlefetü'n li'l-havâdis: Sonradan olanlara benzememek demektir. Allah'a yaratıklarından hiç biri benzemez. O. her şeyinde benzersizdir. Kur'an-ı kerim'de şöyle buyurulmuştur: و )هو السمي )ع البصير Z ليس كمثله شي [ء "Allah hiç bir şeye benzemez. O, işiten ve görendir." (Şûra : 11 ) Kıyam binefsihi: Allah zatiyle kaimdir. Varlığı zatının gereği olup başkasından deeildir. Subûtî Sıfatlar Allah'ın subûtî sıfatları da şunlardır: Hayat: Allah hakiki ve ezeli hayat ile diridir. Her canlıya O. hayat vermektedir. Kur*an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: يوم B ي الق B الل )ه لإ اله الإ )هو الح "Allah, O'ndan başka ilâh olmayan, diri, her an yaratıklarını görüp gözetendir." (Bakara:255) İlim: Bilmek demektir. Allah yerde ve göklerde olan her şeyi bilir. Hatta in-sanların gönüllerinde sakladıklarını da bilir. O'nun bilmediği hiç bir şey olmaz. Kâinat ve kâinatta olan her şey yokken onların hepsini, nasıl ve ne zaman olacaklarsa öylece bilir. Semi': İşitmek demektir. Allah, her şeyi. uzaklık ve yakınlık sözkonusu ol-madan, işitir. Hatta içimizdeki fısıltıları da işitir. İşitmek için kulağa ihtiyacı yoktur. Basar: Görmek demektir. Allah, her şeyi görür. O şeyin, uzakta ve yakında olmasıyle kapalıaçık. aydınlık ve karanlık, küçük ve büyük olması farketmez. Bizim, nerede ve ne yaptığımıza varıncaya kadar her şeyi görür. Görmek için bizim gibi göze muhtaç değildir. İrade: Dilemek demektir. Allah diler ve dilediğini yapar. Dilediği her şeyi yapmada güçlük çekmiyeceği gibi bir yardımcıya da muhtaç olmaz. Konu ile ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: ئا ;ان يق)ول ل )ه ك)ن في )كون / انما ;ام )ر )ه اذا ;اراد شي "Allah, bir şeyi dilediği zaman O'nun buyruğu sadece o şeye "ol" demektir, hemen olur."(yasin :88) Kudret: Güç yetirmek demektir. Allah'ın her şeye gücü yeter. Güç yetire-miyeceği, zorlanacağı hiç bir şey yoktur. Kelâm: Söylemek demektir. Allah, harf ve sese muhtaç olmadan söyler. Kur'an-ı Kerim ve diğer semavî kitaplar O'nun sözüdür. Allah Teâlâ peygamberlere ve meleklere istediğini söylemiş ve duyurmuştur. Tekvin: Yaratmak demektir. Kâinatı ve kâinattaki tüm varlıkları yaratan, yaşatan ve besleyip büyüten O'dur. O'ndan başka yaratıcı yoktur.

18 İşte bunlar. Cenâb-ı Hakk'ın sıfatharı olup. bu sıfatlarla Allah bilinir ve tanınır. Allah'a inanmak demek, bu sıfatların. Allah'ın zâti ile kâim olduklarına inanmak demektir. Allah Sevgisi Sevgilerin en yücesi Allah sevgisidir. Annemizi-babamızı severiz. Çünkü onlardan ilgi ve sevgi görmüş, şefkat ve merhamet kanatları arasında büyümüşüz. Bizi büyütmede ve hayata hazırlamada hiç bir fedakârlığı esirgememişlerdir. Bunun için onları severiz. Allah'ı niçin sevmeliyiz? Şimdi düşünelim: Bizi yaratan ve sayısız nimetler veren kimdir? Bizi akıl ve düşünce gibi üstün yeteneklerle donatan ve diğer varlıkları hizmetimize veren kimdir? Hiç şüphe yok ki, Allah Teâlâ'dır. O halde, en çok sevgiye lâyık olan da O'dur. Bunun için O'nu her şeyden daha çok sevmeliyiz. Allah'ı sevmek. O'nu bilmeye ve tanımaya bağlıdır. Çünkü insan, ancak bildiğini ve tanıdığını sever. Bunun için. Allah'ı sevenler ancak O'na inananlardır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: ) ب B دا )يح / ومن الناس من يتخ )ذ من )دون الله ;اندا ) ونهم با لله j د )ح B م )نوا ;اش % والذين ا Z كحب الله "İnsanlar arasında Allah'ı bırakıp O'na koştukları eşleri ilâh olarak be-nimseyenler ve onları, Allah'ı severcesine sevenler vardır. Mü'minlerin Allah'ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir." (Bakara:165) Allah'ı nasıl sevmeliyiz? Allah'ı seviyoruz demek yeterli değildir. Bunun bir belirtisi olmalıdır. O da, gönderdiği ve görevlendirdiği son peygamber Hz. Muhammed'e uymaktır. Onun izinden gitmek ve güzel ahlâkı ile ardaklanmaktır. Bu aynı zamanda Allah'ın emirlerine uyup. yasaklarından da sakınmak demektir. Bu konuda Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor: والل )ه غف)و [ر رحيم l بون الله فاتب )عوني )يحبب )ك )م الل )ه ويغفر ل )كم )ذن)وب )كم B )قل ان ك)ن )تم )تح "Ey Muhammed, de ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, affeder ve merhamet eder." (Al-i İmran:31) Demek ki. insanın, sadece Allah'ı seviyorum demesi yeterli değildir. Allah'ı sevmek demek, O'nun peygamberini de sevmek demektir. Peygamberini sevmek ise. her işinde onu örnek almak ve sünnetine uymaktır. İnsan, sevdiğini unutmaz. Allah'ı sevenler de O'nu unutmaz, daima anarlar. Bir insanın sevdiğini sık sık anması ve O'nun memnun olacağı davranışlarda bulunması kadar tabii ne olabilir? Allah'ı ananları Allah da anar. Çünkü Allah, kendisi için yapılan hiç bir şeyi karşılıksız bırakmaz. O'nu seveni O da sever. O'ndan isteyeni O, boş çevirmez. O'na güveneni korur ve yüceltir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor: فاذك ))روني ;اذك)رك)م "Siz beni anın, ben de sizi anayım." (Bakara:152) Allah Korkusu Allah bize şahdamarımızdan daha yakındır. Bizi her zaman ve her yerde görüp gözetmekte, yaptıklarımızı bilmektedir. Yerde ve göklerde O'na hiç bir şey saklı değildir. Hiç kimsenin göremiyeceği kapalı ve tenha yerlerde yaptıklarımızı görür, söylediklerimizi işitir. Hatta içimizden geçenleri bile bilir. Bir gün yaptıklarımızdan bizi sorguya çekecektir. İyi iş yapanları ödüllendirecek, kötülük işleyenleri ise cezalandıracaktır. O'nun katında, dünyada yaptıklarımızın hesabını verirken hiç bir şeyi gizlememiz mümkün olmayacaktır. Allah'a böyle inanan kimse, elbette O'ndan korkar ve O'na derin bir saygı duyar.

19 Allah'tan korkmak demek, O'nun emirlerine uyup yasaklarından sakınmak demektir. Allah korkusu dünya ve ahiret mutluluğunun temelidir. Allah'tan korkan ölçülü hareket eder. Her işinde dürüst olmaya ve herkese iyi davranmaya çalışır. Günah işlememeye ve herkesle iyi ilişkiler içinde olmaya çaba harcar. Yalnız insanlara değil, tüm canlılara merhamet eder. Çünkü, yaptığı her işi Allah'ın gördüğünü ve bir gün bunları kendisinden soracağını bilir. Allah korkusu insanı Allah'a yaklaştırır, O'nun rızasını kazanmasına ve cennetine girmesine vesile olur. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: وى o فان الجنة هي الما. ى J و ;اما من خاف مقام ربه ونهى النفس عن الهو "Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran için ise, şüphesiz cennet yegâne barınaktır." (Nâziat:40-41)

20 MELEKLERE İMAN İmanın şartlarından birisi de Allah'ın meleklerine inanmaktır. Meleklerin Mahiyeti ve Özellikleri Melekler. Allah'ın nurdan yarattığı varlıklardır. Onlarda -bizlerde olduğu gibi- erkeklik ve dişilik yoktur. Yemez, içmez, yatıp uyumazlar; yorulmaz ve hastalanmazlar. Allah'ın dilediği kadar yaşarlar. Yerde, göklerde ve her tarafta bulunurlar. Devamlı insanlarla birlikte olanları da vardır. Melekler. Allah'ın her emrini yerine getirir, yasaklarından sakınırlar. Gece gündüz O'na ibadet eder. dua ve niyazda bulunurlar. Melekler, son derece kuvvetli ve sür'atli varlıklardır. Bizim yapamadığımızı onlar kolayca yapar, ulaşamadığımız yerlere çabucak ulaşırlar. Çeşitli görevleri olan meleklerin sayılarını ancak Allah bilir. "Melekleri neden göremiyoruz? Melekler var olduklanna göre onları görmemiz gerekmez mi?'" gibi sorular aklımıza gelebilir. Evet, melekler her yerde bu-lundukları halde onları göremiyoruz. Çünkü onlar nuranî varlıklardır. Bizim gözlerimiz ise onları görebilecek şekilde yaratılmış değildir. Hem biz, sadece onları değil, var olduklarında şüphe olmayan daha pek çok şeyleri de göremiyoruz. Ruhumuz, bu göremediğimiz şeylerdendir. Ruhumuzu da göremiyoruz ama var olduğuna inanıyoruz. Her varolan şeyin görülmesi de gerekmez. İşte melekler de ruhumuz gibidir, gözle görülmezler. Allah bizim göremediğimiz melekleri peygamberlerine göstermiş ve onların aracılığıyla peygamberler Allah'tan mesajlar almışlar. Allah'ın kelâmını işitmişlerdir. Kur'an-ı Kerimde, Peygamberimize böyle gelmiştir ve Kur'an-ı Kerim'de onların varoldukları bildirilmiştir. Bunun için biz. melekleri görmediğimiz halde onlara inanırız. Meleklere İmanın faydaları îman esasları, insanın, yaşayışında kendisine rehber edineceği ve daima hareketlerini ona uyduracağı prensiplerdir. Bu bakımdan meleklere iman. büyük önem taşımaktadır. Çünkü melek, insanı iyiliğe çağıran bir vasıtadır. Buna inanan insan, kendisini iyiliğe çağıran her sese kulak verir ve çağırılan yere gider. Ayrıca, meleklerden bazıları devamlı olarak insanla beraber bulunur: insanın yaptığı iyilik ve kötülükleri yazarlar. Bunun için imanlı insan, sözlerine ve davranışlarına dikkat eder. Diğer taraftan, insanın yaptıklarını yazan meleklerin, iyi şeyler yazmaları için dikkatli olur ve her işinde dürüst olmaya özen gösterir. Başlıca Büyük Melekler Şunlardır: Cebrail aleyhi's-selâm: Allah'tan peygamberlerine vahiy ve kitap getiren, yani. elçilik yapan melektir. Mikâil aleyhi's-selâm: Tabiat olaylarıyla ilgili görevleri bulunan melektir. İsrafil aleyhi's-selâm: Kıyametin kopması ve insanların öldükten sonra tekrar dirilmeleri için "sûr"a üflemekle görevlidir. "Sûr" kelime olarak boru, üflenince ses çıkaran boynuz anlamına gelir. İsrafil aleyhi's-selâm. keyfiyetini Allah'ın bildiği "Sûr" denilen bir araca üç defa üfleyecektir. Birinci üfleyişte Allah'ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde bulunanlar dehşete kapılacaktır. (Nemi. 27/87) İkinci üfleyişte. Allah'ın dilediklerinden başka göklerde ve yerde kim varsa hepsi ölecek. (Zümer. 39/68) Üçüncü üfleyişte ise ölmüş olanlar mahşer yerinde toplanmak üzere dirilecektir. (Zümer. 39/68) Azrail aleyhi's-selâm: Can almaya memur olan melektir. Ayrıca, devamlı olarak insanlarla beraber bulunan ve insanların yaptıkları iyilik ve kötülükleri yazan melekler de vardır. Bunlara: "Kirâmen Kâtibin" yazıcı melekler- denir. Meleklerin bazıları da öldükten sonra insanlara sorular sorarlar. Bunlara da, "Münker-Nekir" denir. Her ikisine birden "Münkereyıt' de denir. Bilinmedikleri ve tanımadıkları için bu adla anılmaktadırlar.

21 Cin ve Şeytan Meleklerden başka Allah'ın cin ve şeytan gibi yine bizim göremediğimiz, fakat var olduklarında şüphe olmayan yaratıkları vardır. Bunların varlığını Kuf-an-ı Kerim haber vermektedir. Kur'an-ı Kerim'in her haberi gibi bu da doğrudur. Cin. insanöğlundan önce yaratılmıştır. Cinler. Allah'ın izniyle çeşitli şekillere girerler. Allah'ın izni olmadıkça kimseye bir zarar veremezler. Cinler de biz insanlar gibi. Allah'ı tanıyıp. O'na ibadet etmekle yükümlü-dürler. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: وما خلق )ت الجن والإنس الإ ليع )بد)ون "Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zâriyât:56) Diğer taraftan Kur'an-ı Kerim, cinlerden bir kısmının, peygamberimizi Kuran okurken dinleyerek iman ettiğini, sonra da gidip bunu diğer cin topluluklarına haber verdiklerini bildirmektedir. (Cinn:1-2) Şeytan da cinlerden olup göremediğimiz varlıklardan birisidir. Şeytan, ilk insan ve ilk peygamber Adem aleyhi's-selâm'dan önce yaratılmıştır. Uzun süre Allah'a ibadet etmiş ve melekler arasında yer almıştır. Allah Teâlâ. Adem aleyhi's-selânrı yaratınca meleklere, ona secde etmeleri ni emretmiş, bütün melekler bu emre uyarak Adem aleyhi's-selâm'a secde etmişlerdir. Şeytan ise bu emre uymamış: "Ben ondan daha hayırlıyım, çünkü beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (A'raf:12) diyerek Adem aleyhi's-selâm'a secde etmemiştir. Bunun üzerine Allah: "Öyle ise oradan çık. çünkü artık kovuldun." (Hicr:34) buyurarak onu rahmetinden uzaklaştırmıştır. Şeytan, Allah'tan, insanların dirilecekleri güne kadar yaşama izni istemiş, bu da kendisine verilmiştir. Bundan sonra şeytan, yeryüzünde yaşayan insanları tüm imkânlarıyle Allah'a giden yoldan uzaklaştırıp sapıtacağını söyleyerek Allah'ın katından ayrılmıştır. Kur'an'da "İblîs'' olarak da adı geçen şeytan'ı, Allah insanoğlunun düşmanı olarak tanıtmış ve böylece tanınmasını istemiştir. Cinlerden iman etmeyenler de şeytanın yardımcılarıdır.

Daha göster

Ilmihal Iman Ve Ibadetler

Ilmihal Iman Ve Ibadetler – Kitap örneği

Önsöz – İLMİHAL- İMAN VE İBADETLER

  • Birinci Bölüm- Din ve Mahiyeti
  • DİN KELİMESİ
  • DİNİN TANIMI
  • DİNİN KAYNAĞI
  • DİNİN ÖNEMİ
  • DİNLERİN TASNİFİ
  • DİĞER DİNLER ve İSLÂM İkinci Bölüm- İslâm Dini
  • İSLÂM DİNİNİN MAHİYETİ
  • TARİHÎ SÜREÇ
  • İTİKADÎ FIRKALAR
  • FIKIH MEZHEPLERİ
  • TASAVVUF Üçüncü Bölüm- Akaid
  • İMAN
    • İMANIN TANIMI ve KAPSAMI
    • İCMÂLÎ ve TAFSÎLÎ İMAN
    • TAKLÎDÎ ve TAHKÎKÎ İMAN
    • İMAN ile AMEL ARASINDAKİ BAĞ
    • İMANIN ARTMASI ve EKSİLMESİ
    • İMANIN GEÇERLİ OLMASININ ŞARTLARI
    • İMAN-İSLÂM İLİŞKİSİ
    • BÜYÜK GÜNAH KAVRAMI
    • TASDİK ve İNKÂR BAKIMINDAN İNSANLAR
    • KÜFÜR ve ŞİRK
    • İMAN ile KÜFÜR ARASINDAKİ SINIR
    • TEKFİR
  • İMAN ESASLARI
    • ALLAH’A İMAN
    • MELEKLERE İMAN
    • KİTAPLARA İMAN
    • PEYGAMBERLERE İMAN
    • ÂHİRETE İMAN
    • KAZÂ ve KADERE İMAN Dördüncü Bölüm- Fıkıh
  • KAVRAM
  • KAYNAK ve METOT
  • MÜKELLEFİYET ve HÜKÜM
  • İLMİHAL Beşinci Bölüm – Temizlik
  • İLKELER ve AMAÇLAR
  • MADDÎ ve HÜKMÎ TEMİZLİK
  • ABDEST
  • GUSÜL
  • TEYEMMÜM
  • KADINLARA MAHSUS HALLER Altıncı Bölüm- Namaz
  • GENEL OLARAK İBADETLERİN AMACI
  • NAMAZIN MAHİYETİ ve ÖNEMİ
  • NAMAZ ÇEŞİTLERİ
  • NAMAZIN FARZLARI ve VÂCİPLERİ
  • NAMAZIN SÜNNET ve ÂDÂBI
  • NAMAZA AYKIRI DAVRANIŞLAR
  • NAMAZIN KILINIŞI
  • EZAN ve KAMET
  • CEMAATLE NAMAZ
  • CUMA NAMAZI
  • VİTİR NAMAZI
  • BAYRAM NAMAZI
  • NÂFİLE NAMAZLAR
  • NAMAZLA İLGİLİ BAZI MESELELER
  • NAMAZLARIN KAZÂSI
  • SECDELERLE İLGİLİ MESELELER
  • CENAZE NAMAZI Yedinci Bölüm – Oruç
  • İLKELER ve AMAÇLAR
  • ORUCUN MAHİYETİ ve ÖNEMİ
  • ORUCUN ÇEŞİTLERİ
  • ORUCUN RÜKÜN ve ŞARTLARI
  • V) ORUCUN YASAKLARI
  • VI. ORUCUN KAZÂSI Sekizinci Bölüm – Zekât
  • İLKELER ve AMAÇLAR
  • MAHİYETİ ve ÖNEMİ
  • ZEKÂTIN ŞARTLARI
  • ZEKÂTA TÂBİ MALLAR
  • ZEKÂTIN ÖDENMESİ
  • ZEKÂTIN DAĞITIMI
  • ZEKÂT – VERGİ İLİŞKİSİ
  • ZEKÂT VERMENİN ÂDÂBI
  • FITIR SADAKASI Dokuzuncu Bölüm – Hac ve Umre
  • İLKELER ve AMAÇLAR
  • HACCIN TANIMI ve MAHİYETİ
  • HACCIN ŞARTLARI
  • HACCIN RÜKÜNLERİ
  • HACCIN VÂCİPLERİ
  • HACCIN SÜNNETLERİ ve ÂDÂBI
  • UMRE
  • HACCIN ÇEŞİTLERİ
  • HAC ve UMRENİN YAPILIŞI
  • HAC ve UMRE ile İLGİLİ KURBANLAR
  • HAC ve UMRENİN CİNAYETLERİ
  • İHSÂR ve FEVÂT
  • HACDA VEKÂLET
  • MEDİNE’DE MESCİD-i NEBÎ’Yİ ve PEYGAMBERİMİZ’İN KABRİNİ ZİYARET
  • Onuncu Bölüm – Hz. Peygamber’in İbadet Hayatı İLMİHAL II – İSLAM VE TOPLUM
  • Onbirinci Bölüm – Kurban
  • Onikinci Bölüm – Kefâretler Onüçüncü Bölüm – Adak ve Yeminler
  • Ondördüncü Bölüm – Haramlar ve Helâller
  • İLKE ve AMAÇLAR
  • YİYECEKLER
  • İÇECEKLER
  • BAĞIMLILIKLAR
  • GİYİNME ve SÜSLENME
  • SANAT, SPOR ve EĞLENCE
  • CİNSÎ HAYAT
  • GÜNLÜK HAYAT
  • ŞAHIS ve MAL ALEYHİNE İŞLENEN TEMEL SUÇLAR Onbeşinci Bölüm – Aile Hayatı
  • İLKE ve AMAÇLAR
  • EVLENME
  • EVLİLİK BİRLİĞİNİN SONA ERMESİ
  • EVLİLİĞİN SONA ERMESİNİN SONUÇLARI
  • DOĞUM ve SONUÇLARI
  • MİRAS HUKUKU Onaltıncı Bölüm – Siyasal Hayat
  • HIRİSTİYAN BATI’DA DİN ve SİYASET
  • MÜSLÜMAN DOĞU’DA DİN ve SİYASET
  • İNSAN HAKLARI Onyedinci Bölüm – Çalışma Hayatı
  • EMEK-SERMAYE DENGESİ
  • İŞÇİ-İŞVEREN İLİŞKİSİ
  • Onsekizinci Bölüm – Hukukî ve Ticarî Hayat
  • İLKE ve AMAÇLAR
  • HUKUKÎ HAYAT
  • TİCARÎ HAYAT Ondokuzuncu Bölüm – Sosyal Hayat
  • SORUMLULUK BİLİNCİ ve ÇEVRE
  • SOSYAL DÜZEN KURALLARI
  • KOMŞULUK İLİŞKİLERİ
  • TÖRE ve TÖRENLER Yirminci Bölüm – İslâm Ahlâkı
  • TANIMLAR ve GENEL BİLGİLER
  • TARİH ve LİTERATÜR
  • İSLÂM’IN BELLİ BAŞLI AHLÂK PROBLEMLERİNE BAKIŞI
  • BAŞLICA AHLÂKÎ GÖREV ve SORUMLULUKLAR
    • İnsanın Kendi Kişiliğine Karşı Görevleri
    • Ailede Ahlâkî Görevler
  • Toplumsal Görev ve Sorumluluklar
  • İş ve Ticaretle İlgili Görev ve Sorumluluklar
  • Siyasetle İlgili Görev ve Sorumluluklar
  • V. Hz. PEYGAMBER’İN ÖRNEK AHLÂKI ve ŞAHSİYETİ

Önsöz

Kısaca “davranış bilgisi” demek olan ilmihal, Rabbine, kendine ve içinde yaşadığı toplum ve çevreye karşı sorumlulukları olan ve bunu yerine getirme gücüne sahip bulunan insanın, kendisinden beklenenleri yerine getirmesinde ona kılavuzluk etmeyi hedefleyen derli toplu bilgilerden ibarettir. Bu bilgiler hem dinî metinlerin doğrudan belirlemelerini hem de bu belirlemeler etrafında oluşan yorumları, tecrübe birikimlerini ve uzun dönemlerden süzülüp gelen bir dinî yaşayış geleneğini temsil eder.

Ferdî ve sosyal hayatı dinin emir ve önerilerine uygun şekilde yaşayabilmeyi mümkün kılan bir bilgilenmeye olan ihtiyaç, İslâm toplumlarında ilk dönemlerden itibaren değişik usullerde karşılanmış, fakat hem çalışma hayatının ve meşguliyetlerin arttığı hem de asırlardır oluşan dinî bilgi ve yorum mirasının iyice zenginleşip çoğaldığı ve âdeta bir kargaşanın yaşandığı günümüzde bu ihtiyaç daha mübrem hale gelmiştir.

Elinizdeki bu ilmihalde akaid, ibadetler, haramlar ve helâller, aile hayatı, ticarî ve sosyal hayat da dahil olmak üzere günlük hayatı kuşatan bütün dinî ve fıkhî konu ve problemler, dinin aslî kaynaklarına ve genel kabul görmüş bilimsel metotlara bağlı kalınarak, fakat günümüzdeki gelişme ve değişim de göz ardı edilmeksizin ele alınmıştır.

Böylece bu çalışmada, ilmihal kültürü çerçevesindeki problemleri güncelleştirmek ve günceli de problem edinmek, dinî-fıkhî hükümlerin anlatımında klasik doktrindeki farklı görüşlerin ve şeklî tartışmaların arasına sıkışıp kalmadan fakihlerin yaklaşım tarzlarını ve demek istediklerini araştırmak, hem geleneksel fıkıh kültürünü vermek hem de bu bağlamda mâkul ve uygulanabilir bir çözüm önerisi getirmek amaçlanmıştır.

Konuların anlatımında dinin aslî kaynaklarında yer alan hükümler ile İslâm toplumunda bu hükümler etrafında oluşan fıkıh kültür ve geleneğini, yorumları ve farklı bakış açılarını birbirinden titizlikle ayırt etmek de bu çalışmada izlenen temel bir metot olmuştur.

Eserin telifinde Hanefî mezhebinin görüşleri esas alınmış olmakla birlikte bu konuda sağlıklı bir muhakeme yapabilmeye zemin hazırlaması için çoğu zaman diğer fıkıh mezheplerinin ve çağımız İslâm bilginlerinin görüşlerine de yer verilmiş, gerektiğinde bunlar arasında gerekçesi de açıklanarak tercihlerde bulunulmuştur.

Bununla birlikte bir konuda fıkıh kültüründe farklı görüşlerin bulunmasının birey açısından ne anlama geldiği ve bunlardan nasıl ve hangi ölçülerde yararlanılabileceği hususu hem başlangıçta bir metodoloji sorunu olarak işlenmiş hem de yer yer özel olarak belirtilmiştir.

Özellikle ibadet konuları incelenirken, ilk önce, ibadetin anlam ve gayesini genel olarak bildirmek üzere söz konusu ibadetin ilke ve amaçlarından bahsedilmiş, daha sonra verilecek birtakım şeklî bilgilerin hangi anlam çerçevesi içerisinde yer aldığı gösterilmeye çalışılmıştır.

 Ayrıca, ibadetlerin yapılışına ilişkin mevcut bilgi ve hükümlerin anlamına da yer yer işaret edilmiştir. İbadet konularında verilen ilke ve amaçlar ile çizilen anlam çerçevesi, diğer birçok ilmihalde yer alan ve mükellefi düşünme, kavrama ve bilinçli ifada bulunma konumundan uzaklaştıran gereksiz ayrıntı ve bilgi yığınını tekrar etmemize gerek bırakmamıştır. Yazım konusunda izlenen bu metot, netice itibariyle bireyin, ibadetlerin ifasına ilişkin soru ve sorunlar konusunda Allah karşısında sorumluluk üstlenmesini ve bu sorumluluk çerçevesinde inisiyatif kullanmasını mümkün ve gerekli kılmaktadır.

Eserin telifinde fıkıh kültüründeki ağırlıklı görüşlerin yanı sıra, büyük bir ilmî mesai ile hazırlanan Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nden, yine araştırma ürünü bilimsel bir eser olan İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi’nden, merhum Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslâm İlmihali’nden ve kaynak belirtilmemekle birlikte genel fıkıh literatüründen âzami ölçüde yararlanılmıştır.

Birinci ciltte, din ve İslâm dini, İslâm dininin tarihî süreçteki anlaşılma tarzı ve ekolleşmeler, fıkıh ilminin gelişim seyri, ilmihal kültürünün iyi kavranabilmesi için anahtar konumundaki temel fıkıh ve fıkıh usulü kavramları üzerinde durulduktan sonra İslâm’ın beş esası işlenmiştir. I. cilt müslümanın yaratan karşısındaki konum ve sorumluluğunun işlenmesine tahsis edilmiştir.

II. ciltte ise, sosyal içerikli bazı ibadetler, helâller ve haramlar, aile hayatı, sosyal ve siyasal hayat, hukukî ve ticarî hayat, ferdî ve toplumsal ahlâk da dahil müslümanın toplum içindeki konumu ve ilişkileri ele alınmıştır

Konuların çatısı, telif heyetinde yer alan sahasının uzmanı ilim adamlarınca oluşturulmuştur. Heyetimiz, bu tür çalışmaların kolektif bir çalışma sonucu daha verimli hale geleceğinin idraki içinde ortak mesai ile her bir konuyu aralarında tartışarak bazı tercih ve çözüm önerileri geliştirmiş ve eserin nihaî ilmî sorumluluğunu yazarlarla birlikte üstlenmiştir.

Ilmihal Iman Ve Ibadetler Ilmihal Iman Ve Ibadetler Ilmihal Iman Ve Ibadetler

Bu itibarla eserin hazırlanmasında bilimsel katkılarda bulunan ilim adamlarına, bu projenin gerçekleşmesini aktif olarak destekleyen İSAM ve DİVANTAŞ yetkililerine ve personeline teşekkür ederiz…


for websites

You might be interested in these books also

Kısaca “davranış bilgisi” demek olan ilmihal, Rabbine, kendine ve içinde yaşadığı toplum ve çevreye karşı sorumlulukları olan ve bunu yerine getirme gücüne sahip bulunan insanın, kendisinden beklenenleri yerine getirmesinde ona kılavuzluk etmeyi hedefleyen derli toplu bilgilerden ibarettir. Bu bilgiler hem dinî metinlerin doğrudan belirlemelerini hem de bu belirlemeler etrafında oluşan yorumları, tecrübe birikimlerini ve uzun dönemlerden süzülüp gelen bir dinî yaşayış geleneğini temsil eder. Ferdî ve sosyal hayatı dinin emir ve önerilerine uygun şekilde yaşayabilmeyi mümkün kılan bir bilgilenmeye olan ihtiyaç, İslâm toplumlarında ilk dönemlerden itibaren değişik usullerde karşılanmış, fakat hem çalışma hayatının ve meşguliyetlerin arttığı hem de asırlardır oluşan dinî bilgi ve yorum mirasının iyice zenginleşip çoğaldığı ve âdeta bir kargaşanın yaşandığı günümüzde bu ihtiyaç daha mübrem hale gelmiştir. Elinizdeki bu ilmihalde akaid, ibadetler, haramlar ve helâller, aile hayatı, ticarî ve sosyal hayat da dahil olmak üzere günlük hayatı kuşatan bütün dinî ve fıkhî konu ve problemler, dinin aslî kaynaklarına ve genel kabul görmüş bilimsel metotlara bağlı kalınarak, fakat günümüzdeki gelişme ve değişim de göz ardı edilmeksizin ele alınmıştır. Böylece bu çalışmada, ilmihal kültürü çerçevesindeki problemleri güncelleştirmek ve günceli de problem edinmek, dinî-fıkhî hükümlerin anlatımında klasik doktrindeki farklı görüşlerin ve şeklî tartışmaların arasına sıkışıp kalmadan fakihlerin yaklaşım tarzlarını ve demek istediklerini araştırmak, hem geleneksel fıkıh kültürünü vermek hem de bu bağlamda mâkul ve uygulanabilir bir çözüm önerisi getirmek amaçlanmıştır. Konuların anlatımında dinin aslî kaynaklarında yer alan hükümler ile İslâm toplumunda bu hükümler etrafında oluşan fıkıh kültür ve geleneğini, yorumları ve farklı bakış açılarını birbirinden titizlikle ayırt etmek de bu çalışmada izlenen temel bir metot olmuştur. Eserin telifinde Hanefî mezhebinin görüşleri esas alınmış olmakla birlikte bu konuda sağlıklı bir muhakeme yapabilmeye zemin hazırlaması için çoğu zaman diğer fıkıh mezheplerinin ve çağımız İslâm bilginlerinin görüşlerine de yer verilmiş, gerektiğinde bunlar arasında gerekçesi de açıklanarak tercihlerde bulunulmuştur. Bununla birlikte bir konuda fıkıh kültüründe farklı görüşlerin bulunmasının birey açısından ne anlama geldiği ve bunlardan nasıl ve hangi ölçülerde yararlanılabileceği hususu hem başlangıçta bir metodoloji sorunu olarak işlenmiş hem de yer yer özel olarak belirtilmiştir.

.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır