Türk Lirası'nın dolar ve euro karşısındaki değer kaybı hızlanıyor. Kurlardaki yükseliş bugün yüzde 7'ye yaklaştı. Dolar kuru 23 lirayı geçerken, Euro/TL tarafında da 24,83 ile rekor görüldü.
Dolar seçimden sonra TL karşısında yüzde 16 değer kazanırken, yıl başından bu yana kaydedilen artış yüzde 20'ye yaklaştı.
Peki kurlardaki bu hızlı yükselişin nedeni ne?
Uzmanlara göre kur hareketi seçim öncesinde çok ciddi bir şekilde, alternatif finansal araçlar vasıtasıyla baskılanırken bu politika sürdürülebilir değildi. Şu anda görülen yükseliş, TL'nin uzaklaşmış olduğu gerçek değerine yakınlaşması anlamına geliyor.
DW Türkçe'ye konuşan iktisatçı Prof. Dr. Sinan Alçın, iki ülke arasındaki kur farkını belirleyen en temel faktörün bu ülkelerdeki enflasyon oranı olduğuna dikkat çekiyor.
Amerikan Doları ile Türk Lirası karşılaştırıldığında Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) enflasyon oranı 4,5 civarı iken Türkiye'de aynı dönemde enflasyonun yüzde 80'ler civarında olduğunu hatırlatan Alçın'a göre özellikle son 2,5 yıldaki enflasyonist dönemde TL'nin değerinin Amerikan doları ve diğer para birimleri karşısında düşmesi gerekiyordu.
Özellikle seçime yaklaşılan süre içerisinde Merkez Bankası'nın kendi rezervleri üzerinden Türk Lirası'ndaki değer kaybının önlemeye çalışıldığına işaret eden Alçın, "Öte yandan ihracatçılarımızın dolar geliri önemli ölçüde kontrol edildi. Dövize bağlı hesapları sınırlandırmak için bankacılık sisteminde sürekli düzenlemeler yapıldı ve Türk Lirası'ndaki değer kaybı suni veya sentetik biçimde son 5, 5 buçuk aydır belli bir seviyede tutulmaya çalışıldı" diye devam ediyor.
Seçimden sonra ise Ekim 2021'den bu yana uygulanan bu politikanın sonuna gelindiğini ifade eden Alçın, dolayısıyla Merkez Bankası'nın döviz satışının da azaldığını ifade ediyor ve ekliyor: "Buna mukabil de o gecikmiş olan değer kaybının yavaş yavaş realize olduğunu, gerçekleştiğini görüyoruz."
Son dönemde kuru baskılamak için ihracatçıdan gelen döviz gelirleri, Kur Korumalı Mevduat kanalıyla gelen dövizler ve swaplar kullanılsa da Merkez Bankası rezervlerindeki düşüşün önüne geçilemedi. Merkez Bankası net rezervi 19 Mayıs haftasında eksi 0,2 milyar dolar seviyesine gerileyerek 21 yıl sonra ilk kez negatife geçti. Swap hariç net rezervler eksi 60,3 milyar dolarla kritik bir seviyeye geldi.
DW Türkçe'ye konuşan iktisatçı Prof. Dr. Oğuz Oyan’a göre de seçimden sonra kurlarda bir normalleşme eğiliminin zaten bekleniyordu; çünkü kurları tutmak için kullanılan araçlar artık tükendi.
"Yaklaşık iki yıldır iktidarın yaptığı hem kurlara hem faizlere müdahale etmekti ki kurları düşük tutmak için her türlü çabayı gösterdi, kur korumalı mevduat, Merkez Bankası'nın döviz rezervleri vesaire. Fakat orada işin sonuna gelindi" diyen Oyan, Merkez Bankası rezervlerinin eksiyi gördüğünü, Kur Korumalı Mevduat'ta da 130 milyar dolarlık seviyenin aşıldığını ifade ediyor.
Kur Korumalı Mevduat'ın yaklaşık 2,5 milyon liralık bir yük oluşturduğunu söyleyen Oyan sözlerini şöyle sürdürdü: "Ellerinde araç kalmadığı gibi, Ortodoks politikalara dönüleceği mesajını veren Mehmet Şimşek'in ekonomi yönetimine getirilmesi ile birlikte ideolojik baskı da ortadan kalkınca kurun önü açıldı. Burada gecikmeli bir uyum söz konusu".
Seçimlerin ardından dolar/TL'de yükseliş ivmesi görülürken yabancı kurumlar da dolar/TL beklentilerini revize etmişlerdi. Commerzbank yıl sonu dolar/TL tahminini 20 seviyesinden 25'e yükseltirken, 2024 yıl sonu beklentisini 30 olarak açıkladı. Goldman Sachs ise 3 Haziran tarihli raporunda üç aylık dolar/TL tahminini 19'dan 23'e, altı aylık tahminini 21'den 25'e, on iki aylık tahminini de 22'den 28'e yükseltti.
Prof. Dr. Sinan Alçın'a göre de üç aylık bir perspektifte dolar kurunun 26-27 liralara kadar yaklaşabileceğini söylemek mümkün.
Ancak bugünkü güçlü hareketi bundan sonraki bir iki ay boyunca her gün aynı biçimde beklememek gerektiğini ifade eden Alçın, bunun özellikle bireysel yatırımcı açısından dikkatli olunması gereken bir süreç olduğunu vurguluyor.
Dolar kurunda günlük yaklaşık 30-40 kuruşluk bir artış olduğunu belirten Alçın, bugün ise hızlı bir yükseliş yaşandığını söylüyor. Türkiye'de çok farklı amaçlarla elinde dolar tutan yatırımcılar olduğuna işaret eden Alçın, "Bunların bir kısmı kendilerini güvence altına almak veyahut da vadesi geldiğinde borçlarını ödemek, hammadde ve ara malı almak için dolar tutan kurumsal işletmeler. Hane halkı da biraz daha kendini güvence altında hissedebilmek veya tasarruf saikiyle amacıyla tutuyor. Dolayısıyla günlük hareketler aynı hızda gerçekleşmiyor. Bu nedenle zaman zaman bir yandan da kazanç elde edebilmek için satışların da olduğunu görmek lazım. Yani tek taraflı işlemiyor süreç" ifadelerini kullanıyor.
Türkiye'nin bir gün içinde adeta bir kur şoku yaşadığını dile getiren Oğuz Oyan da bankalara güvenin sağlam olduğunu, dolayısıyla bankalardan döviz çekme gibi bir eğilimin söz konusu olmayacağını düşünüyor. Son dönemde yürütülen politikalar nedeniyle Türkiye'de dolarizasyonun arttığına dikkat çeken Oyan, doların 25-26 liralık denge kur seviyesine kadar yükselebileceğini vurguluyor.
Oyan, "Normalde eğer bu iktidar enflasyonu azdırmamış olsaydı ne kur bu kadar yükselirdi ne enflasyon. Yüzde 30'un altında bir enflasyonla 12 13 lirayı aşmayan bir kur olurdu. Ama bütün bunlar, bu yanlışlıklar yapıldıktan sonra şimdi hala yüzde 40 düzeyinde bir enflasyonumuz var. Dolayısıyla şimdi bu telafi mekanizması çalışıyor. Yani 25-26 liraya kadar bu enflasyona uyum süreci devam edecektir. 26 liradan sonrası reel olarak TL'nin aşındığı bir evre olur" diye konuşuyor.
Oğuz Oyan, kurlardaki artışın geçişkenlik etkisiyle enflasyonu da yukarı çekeceğini belirtiyor.
Doğal gaza sıfır fiyat uygulanarak mayıs ayında enflasyonun kâğıt üzerinde yüzde 40'ın altına düşürüldüğünü ifade eden Oyan, bunun bir istatistik oyunu olduğunu belirterek enflasyonu artık yüzde 40'ın altına tutmanın imkânı olmadığını vurguluyor. Oyan, "Yüzde 40 ihtimali bu kur artışlarıyla iyice tükenmiştir. Enflasyon hızla yüzde 50'nin üzerine tekrar çıkacaktır. Önümüzdeki aylarda göreceğiz" yorumunu yapıyor.
Sinan Alçın da son bir aydır resmi kurla piyasa kuru arasındaki makasın açılması ve seçim sonrasında da kurdaki yükselişin yanı sıra dünyada ham petrol fiyatları artmasının Türkiye'de hem akaryakıt fiyatlarının hem de genel olarak doğal gaz ve enerji fiyatlarının arttığı bir görünüm ortaya çıkartacağını söylüyor.
Bunun da enflasyonu besleyecek bir unsur olduğunu dile getiren Alçın, öte yandan Türkiye'de gıda fiyatlarının da dünyadaki düşüş trendinin aksine yükseldiğine dikkat çekiyor. Bu durumun tamamen tarımsal üretimdeki arz sıkıntısından kaynaklandığını ifade eden Alçın, "Bu yönüyle baktığımızda hem kur etkisi, kur geçişkenliği etkisi hem de gıda fiyatlarındaki olası yükseliş eğiliminin devamı nedeniyle yıl sonu enflasyonunda benim beklentim yine 40-45 bandında bir düzeyle yılı tamamlayabileceğimiz yönünde. Yani beklenen, istenen fiyat istikrarı en azından 2023 yılında tam olarak sağlanabilir gözükmüyor" diyor.
Kurlardaki yükselişle birlikte dolar bazında ücretler de geriliyor. Prof. Dr. Oğuz Oyan, gelirlerdeki dolar bazında erimenin süreceğine işaret ediyor.
İktidarın seçim vaatlerinden biri olan yeni asgari ücret için haziran enflasyonunun bekleneceği belirtiliyordu. Seçim öncesi yapılan açıklamalarda temmuz ayında zam yapılacağı ve asgari ücretin 500 dolar seviyesine çıkarılacağı belirtilmişti.
Asgari ücretin 500 dolara çıkarılacağına dair açıklamalar yapıldığında doların 19,5 liralarda olduğuna dikkat çeken Oyan, yeni kur seviyeleriyle birlikte bunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığı görüşünde.
Oyan, "Asgari Ücret Tespit Komisyonu diyelim ki iki hafta içinde toplandı ve o sırada dolar 24 lira oldu. Asgari ücreti 12 bin lira yapacaklar mı? Yapsalar bile bu anlık bir düzeltme olur. Daha sonra yeniden kur yukarı gittiği sürece dolar bazında, döviz bazında azalır. Bunu her halükârda yaşayacağız. Ancak ben 12 bin lira gibi bir asgari ücret düzeyine çıkacaklarını hiç sanmıyorum. Belki 10 bin eşiği aşılabilir ama Türkiye'de ucuz iş gücü arayışı, en azından dolar bazında ucuz iş gücü arayışı sürecektir, devam edecektir. Bu yöndeki baskıları, sermaye kesimi üzerinden de gelen baskılar, iktidarın yok sayması, bunları yani ciddiye almaması mümkün olamaz" diye konuşuyor.
Yaklaşık iki buçuk yıl sürdürülen kuru sabit tutma politikasının bir parçası olarak Türkiye'de ithalat ucuzlarken ihracat da daha pahalı hale geldi. Dış ticaret açığı ve cari açıkta uçurum büyüdü.
Türkiye 2021 yılında 46 milyar dolar dış ticaret açığı vermişken, açık 2022 yılında 110 milyar dolara ulaştı. Dış ticaret açığı, yılın ilk beş ayında ise 56,1 milyar dolara yükseldi. Son açıklanan verilere göre 12 aylık cari açık da şubat ayında 55,4 milyar dolar ile 10 yılın zirvesini görürken martta 54,2 milyar dolar olarak gerçekleşti.
Peki kurlardaki yükseliş ihracatı olumlu etkileyecek mi?
Prof. Dr. Sinan Alçın, Türkiye'deki temel meselenin ihracatın ithalata bağımlılığı olduğunu söylüyor. Türk Lirası değer kaybettiğinde dışarıya satışın daha ucuza gerçekleştiğini, daha fazla ürün satılabildiğini ifade eden Alçın, "Fakat o sattığımız malı üretebilmek için hammadde, ara malı ve enerjide yüzde 70'lere varan oranda bağımlılık olduğu için ithalat harcamaları ihracat gelirinden daha hızlı artıyor. Dolayısıyla attığınız taş ürküttüğünüz kuşa değmiyor" diyor.
Türk Lirası'ndaki değersizleştirmenin ihracattaki artışı destekleyebileceğini ancak mevcut sanayi yapısı hala hammadde, enerji ve ara malı bağımlısı olduğu için bunun aslında girdi maliyetlerini artıran bir unsur olacağını ifade eden Alçın, "Yurtiçi hammadde kaynaklarıyla üretilebilen ve dışarıya satılabilen malların üretildiği sektörler için kazançlı bir durum diyebiliriz. Veya stoklarda artış yaşanan sektörler açısından da nakit akışını destekler. Fakat orta ve uzun vadede dış ticaret hadlerini olumlu etkileyecek bir durum değil" yorumunu yapıyor.
Öte yandan kurlardaki artış, Kur Korumalı Mevduat'taki riski de artıracak. Kurları baskı altında tutmak için getirilen Kur Korumalı Mevduat yüksek maliyeti nedeniyle bütçede ağır bir yüke yol açmış, Türkiye'nin bütçe açığı Ocak-Nisan döneminde 382,5 milyar TL'ye çıkarken, dört ayda yıl sonu için öngörülen bütçe açığının yüzde 58'ine ulaşılmıştı.
Kur Korumalı Mevduat'ta mevduat sahiplerine hem faiz hem de kur farkı ödeniyor. Seçim öncesinde bankalar vade sonu beklenmeden prim ödemesi yapabiliyordu ve faiz oranı 26'ya kadar çıkmıştı. Seçimlerin ardından ise Merkez Bankası, 1 Haziran'dan itibaren açılacak veya yenilenecek kur korumalı mevduat hesaplarında önden prim ödemesi yapılmamasına karar verdi. Kur Korumalı Mevduat'ta faiz oranı yüzde 4'e kadar düştü.
Ancak ekonomistler döviz tevdiat hesabı olarak da değerlendirebilecek bu hesaplarda ciddi bir meblağın biriktiğine dikkat çekiyor.
Kurların tutulduğu dönemde Kur Korumalı Mevduat'ta büyük bir kur farkı oluşmadığını dile getiren Oğuz Oyan, son artışlarla birlikte ciddi ölçüde kur farkının oluştuğunu, dolayısıyla bunun ciddi bir külfet anlamına geldiğini aktarıyor.
Sinan Alçın da Kur Korumalı Mevduat'ın Hazine üzerinde büyük bir yük oluşturduğuna dikkat çekerek değeri 2 trilyon lirayı geçen bu hesapların tekrar Türk Lirası'na dönüşünün problemli biçimde gerçekleşebileceğini söylüyor.
İktisatçılara göre Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'ten beklenen, kendisinin de devir teslim töreninde ifade ettiği gibi, biraz daha uluslararası finans kapital çevrelerinin kabul edebileceği, yani şeffaf, öngörülebilir mali politikalar ve mali disiplin uygulaması.
Burada mali disiplinden ne anlaşıldığının çok önemli olduğunun altını çizen Prof. Dr. Sinan Alçın, "Mali disiplin, kamu harcamalarını kısıtlamak, örneğin sayısı on binleri bulan makam araçlarının sayısını azaltmak veyahut da şatafatlı çeşitli törenlere son vermek gibi araçlarla mı gerçekleştirilecek? Yoksa mali disiplini vergi oranlarındaki artışla, özellikle dolaylı vergilerdeki artışla mı sağlayacak" diye soruyor.
Yine Şimşek'in yaptığı konuşmada verginin tabana yayılacağı ifadesinin olduğuna dikkat çeken Alçın, Türkiye'de zaten vergi dağılımının büyük ölçüde tabana yayılmış durumda olduğunu vurguluyor.
Ücretli kesimden alınan dolaylı vergilerin toplam vergi geliri içerisindeki oranının yüzde 75'i bulduğunu, bu oranın Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 25'te kaldığını ifade eden Alçın, "Burada verginin tabana yayılmasından benim anladığım şey Özel Tüketim Vergisi'nde belli kalemlerde artış, Katma Değer Vergisi'nde yine belli bir gıda veyahut da mal türlerine dönük olarak artışlar veya tek seferlik çeşitli vergilerin, harçlarda artış olabileceği” diyor ve ekliyor: "Fiyat istikrarını önceleyip enflasyon kontrol altına alınmaya çalışılırken bunun bedeli olarak acı reçetenin veya kemer sıkma politikasının geniş kesimlerin alım gücünü biraz daha düşüreceği, ücret artışlarının sınırlandırılacağı, öte yandan çeşitli vergilerin artırılacağı bir politika demek ki bizi bekliyor."
DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?
Bize yazın
Dünya’nın rezerv para birimi olan ABD doları, 2008 krizinin durgunluğa ittiği ABD ekonomisinin durgunluktan çıkışı ve 2015 ‘in sonundan itibaren ABD Merkez Bankası Fed’in, QE (parasal genişleme) programını bitirerek kademeli faiz artışına ve bilanço küçültmeye geçmesiyle, temel para birimleri karşısında yükseliş trendine girdi. Bu süreçte, yabancı yatırımcılar, yıllardır ucuz ve bol dolar girişine alışan gelişen piyasa ekonomilerinden çıkmaya başladı. Bu tablo Türkiye ve Arjantin gibi ekonomik büyümesi tüketime ve ithalata dayalı olan ülkelerin para birimlerinin dolar karşısında hızla erozyona uğramasına zemin hazırladı. Kurlardaki yukarı yönde baskı enflasyonu hızlandırırken Merkez Bankası’nın ekonomik büyümenin hız kesmemesi için enflasyonla mücadelede faiz silahını kullanmaması makroekonomik verileri bozulan 93,5 milyar dolar dış borç ödemesi yapması gereken Türkiye ekonomisini kırılgan ve ekonomik krizlere açık hale getirdi. 2018 yılının ilk 8 ayında %90’a varan değer kaybıyla Türk Lirası, Ajantin Pesosu, Rus Rublesi gibi dolara karşısında en çok erozyona uğrayan gelişmekte olan ülke paraları arasında ilk sırayı aldı.
Kamuoyunda Türk Lirası’nın dolar karşısında değer kaybetmesi daha çok dikkati çekse bu süreçte TL temel para birimleri olarak adlandırılan Euro, İngiliz Sterlini, İsviçre Frangı karşısında da büyük oranda değer kaybetti. Doların Türk Lirası karşısında hızla değer kazanmasına çok çeşitli iç ve dış faktörler zemin hazırladı. ABD ekonomisindeki iyileşmenin ve Fed’in kademeli faiz artırımı ve bilanço küçültme politikalarının doları güçlendirmesinin yanısıra, Brexit, Trump yönetiminin başlattığı ticaret savaşları, İran ve Rusya’ya uygulanan ambargo gibi politikalar piyasalarda riskten kaçısı ve gelişmekte olan ülkelerden para çıkışını hızlandırdı. Makroekonomik verileri bozulan Türkiye’de Haziran 2018’de yapılan erken seçim için uygulanan seçim ekonomisinin neden olduğu kamu harcamalarındaki artış ve ekonomi politikalarındaki belirsizlikler Türk Lirası’nın Ağustos ayındaki çöküşünün arkasındaki nedenler olarak özetlenebilir.
Dalgalı kur rejimlerinde pariteler piyasalarda oluşan arz ve talep dengesine göre oluşur. Bir para biriminin diğer para birimlerine karşı güçlenmesinde pek çok faktör etkilidir. Doların diğer temel para birimlerinden farklı olarak global rezerv para birimi olması doların güçlü seyretmesinin en önemli nedenlerinden biridir. Dış ticaret ödemelerinin yarısından fazlası dolarla yapıldığı için tüm merkez bankalarının ellerinde bulunan yabancı para rezevlerinin %60’ını dolar oluşturur. ABD ekonomisinin iyileşmesi, Fed’in politikaları ve global ticaret savaşları gelişmekte olan ülke ekonomilerinden para çıkışının süreceğine ve gelişmekte olan ülke para birimlerindeki zayıflamanın süreceğine işaret ediyor. Ancak Türk Lirası’nın değerinin dolar ve diğer temel para birimleri karısında çeşitli ekonomi ve maliye politikalarıyla istikrarını korunması sağlanabilir.
Türk Lirası’nın dolar veya diğer temel para birimleri karşısında güçlenmesi veya zayıflaması ülke ekonomisin genel durumuyla yakından ilişkilidir. Enflasyon, reel faiz, GSYİH, sanayi üretimi, işsizlik ve ödemeler dengesi gibi makroekonomik verilerin iyileşmesi ve Türkiye’nin ekonomi yönetiminin ve iş ortamının yabancı yatırımcıya güven vermesi Türk Lirası’nın değer kazanmasını sağlar. Ancak ekonominin istenilen düzeyde seyretmesi için Türk Lirasının değerinin dolar ve diğer para birimleri karşısında optimal düzeyinin koruması ve aşırı dalgalanmalara maruz bırakılmaması önemlidir. Türk Lirası’nın aşırı değerlenmesi katma değeri düşük ürünlerin dış piyasalarda rekabet gücünü zayıflatırken, Türk Lirasının değerinin olması gereken düzeyin altına düşmesi iç piyasada enflasyonu körükleyerek makroekonomik dengelerin bozulmasına ve ekonomik tahribata yol açar. Türk Lirasının değerini koruması ve güçlenmesi kısa ve uzun vadeli ekonomik politikalarla sağlanabilir;
Sadece ABD Merkez Bankası’nın basabildiği ve dünyanın rezerv para birimi olan doların değerinin düşmesini sağlayan en büyük etken dolar arzındaki artış ve Fed’in faiz oranlarını düşürerek dolar cinsinden borçlanma maliyetini düşürmesidir. Yatırımcılar ucuz dolarla daha büyük karlar elde etmek üzere başka ülkelerdeki piyasalarda yatırım yaparlar. Doların düşmesini sağlayabilecek diğer etken ise ülkelerin ekonomik durumu ve kendi iç dinamikleridir. Türk Lirasının dolar karşısında değer kazanması ve dolar / TL paritesinin düşmesi için faiz, enflasyon ve satın alma gücü paritesinin Türk Lirası lehine değişmesi ve dış ticaret dengesinin fazla vermesi gerekir. Örneğin Türkiye daha çok üretir ve daha çok satarsa dış borcu ve dolayısıyla dolara olan talebi azalır çünkü dış borç ödemeleri çoğunlukla rezerv para birimi olan dolar cinsinden yapılır. Özellikle katma değeri yüksek teknoloji ürünlerinin üretiminin artırılması Türkiye’nin dış borç sarmalından kurtulmasını sağlayacaktır.
12 Ağustos 2018’de ABD doları Türk Lirası karşısında tarihi rekor seviye olan 7,23 TL’ye yükseldi. Doların 7,23 TL’yi gördüğü tarihteeuro 7,85 TL, sterlin 9,25 TL ‘ye yükseldi. Alınan bir dizi önlem ve Ankara’dan yapılan açıklamalar ve Merkez Bankası’nın müdahalesi sonucunda parite kısa süre içinde 6,88 TL’ye kadar geriledi;
• BDDK döviz swap işlemlerine sınır getirdi.
• Merkez Bankası piyasalara gerekeli likiditenin sağlanacağını açıkladı.
• Katar Türkiye’de bankalara ve finansal piyasalara 15 milyar dolar yatırım yapacağını açıkladı.
• Merkez Bankası piyasalara 6 milyar dolar ve 10 milyar TL kaynak sağladı.
• Cumahurbaşkanı Erdoğan, mevduat hesaplarına el konulacağı ve döviz hesaplarının TL’ye çevrileceği söylentilerini yalanladı.
• Merkez Bankası bir sonraki toplantısında politika faizini %17.75 ten %24’e 6,25 puan yükseltti.
Peki, bu yükseliş neden yaşanıyor ve devam eder mi?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir: ülkede döviz talebi hiçbir şekilde sönümlenmedi. Talep değişik formlara bürünmüş olsa da güçlü bir biçimde devam ediyor. Mesela, TL hesaplardan Kur Korumalı Mevduat’a (KKM) gelen mevduat aslında örtük bir döviz talebidir.
13 Mayıs tarihli BDDK verilerine göre gerçek kişilerin mevduatlarının yüzde 62’si döviz cinsinden. Bir de buna TL mevduat olarak gösterilen ama aslında döviz türevi olduğunu bildiğimiz KKM’yi de ekleyecek olursak, oranın yüzde 75’in üstüne çıkacağını hesaplayabiliriz.
Evet, doğrudur; doların getirisi yılbaşından nisan ayı sonuna kadar olan dönemde enflasyonun altında kalmıştır. Bu dönemde TÜFE yüzde 31,71 olurken doların artışı sadece yüzde 11’de kalmıştır. Diğer bir ifade ile dolarda olanlar da reel olarak kaybetmiştir. Buna rağmen vatandaşın dövizden vazgeçmediğini BDDK verilerinde görebiliyoruz.
Ancak mayıs ayında yaşanan yüzde 8’lik artış bize gösteriyor ki reel olarak dolarda ortaya çıkan kaybın telafi edilmesi pek de zor olmayabilir. Oysa bu olasılık TL’de kalanlar açısından, düşük TL faizi ısrarı nedeniyle, hiçbir zaman söz konusu olmayacaktır. Belki bunun tek istisnası enflasyona endeksli tahvil olabilir.
***
Döviz talebi güçlü seyrederken bunu karşılayacak döviz arzı piyasalarda gerçekleşmiyor. Daha ziyade gördüğümüz şey, Merkez Bankası rezervlerinden bunun karşılanmaya çalışıldığıdır. Sınırlı bir kaynak ile artan talebi sürekli karşılamak da imkânsız olacağından, normal bir sonuç olarak, dolar yeniden yükselmeye başladı. Diyebilirsiniz ki dolar diğer paralara karşı da değer kazanıyor. Evet doğru. Ama burada doları “döviz” sözcüğüne ikame olarak da kullanıyoruz. TL sadece dolara karşı değil hemen tüm önemli paralara karşı değer kaybediyor. Belki de soruyu dolar neden yükseliyor diye değil, TL neden düşüyor diye sormak daha anlamlı olur.
Elbette talep sadece tasarruf sahiplerinden kaynaklanmıyor. Giderek artan dış ticaret açığı da döviz talebi yaratıyor.
Enflasyonun yüzde 70 ve yükselmekte olduğu bir dönemde TL’nin değer kaybetmemesi mümkün olabilir mi? Sadece tasarruf sahiplerinin ilgisi açısından söylemiyorum, dış ticaret açısından da bakınca kurların bu seviyelerde kalması pek mümkün görünmüyor. ÜFE’nin yüzde 120’nin üzerine çıktığı bir dönemde kurların düşük kalması halinde dış ticaret açığının daha fazla artması kaçınılmaz olacaktır.
Enflasyona endekslesek?
KKM’nin döviz talebini sınırlamada yetersiz kalması ile birlikte iktidarın enflasyona endeksli tahvil ihraç etmeyi gündemine aldığını biliyoruz. Bu tahvillerin detayları henüz paylaşılmadı. Ne zaman ihraç edilecek ve ne kadar ihraç edilecek henüz bilinmiyor.
***
Zamanlaması bilinmese de miktarının yüksek olması pek ihtimal dâhilinde değil. Belki Hazinenin borçlanma ihtiyacının bir kısmına denk gelecek tutarlarda arz edilebilir. Daha fazlası pek mümkün değil. Hayır, iktidarın bunun maliyetinden kaçınması nedeniyle değil, finansal sistem üzerinde yaratacağı sonuçlar açısından ihraç miktarının sınırlı olacağını düşünüyorum.
Bankaların, yüklü miktarda mevduat çıkışına sebep olacağı gerekçesi ile itirazlarını dillendirdiklerini duyuyoruz. Yüklü tutarda ihraç edilmesi, kamu üzerinde finansman yükünü çok artırmanın yanında finansal sistem açısından da sorunların ortaya çıkmasına yol açar.
Enflasyona endeksli tahvillere talep yüksek, arzı sınırlı olacağı için belki ilk alanların bunları ikincil piyasada daha yüksek fiyatlardan satarak kısa sürede büyük kazançlar sağlamasına yol açacaktır ancak döviz talebini ortadan kaldırmayacaktır.
Dolayısıyla, enflasyona endeksli tahvil ihraç miktarının sınırlı olacağını düşünürsek, yüksek enflasyon ortamında paranın değerini korumanın fazla bir alternatifi kalmıyor. Bu nedenle döviz talebinin artarak devam edeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Talebi artan şeyin arzı buna paralel olarak artmaz ise sonucun ne olacağını biliyoruz.
Tüm Yazıları