duha suresi meali / Duha suresi meali - Süleymaniye Vakfı

Duha Suresi Meali

duha suresi meali

Duha Suresinin Okunuşu, Anlamı ve Tefsiri

Duha ne demek? Duha suresi ne zaman ve nerede nazil olmuştur? Duha suresi kaç ayettir? Duha suresi ne anlatıyor? Duha suresinin faziletleri ve sırları nelerdir? Duha suresi Arapça ve meali... Yetime ve yoksula iyi davranılmasını emreden sure; Duha suresinin okunuşu, anlamı ve tefsiri...

Duha suresi, Mekke döneminde nüzul olmuştur. Duha suresi, 11 ayettir. Duha, kuşluk vakti demektir.

DUHA SURESİ ARAPÇA

Duha Suresi Arapça Yazılışı

وَالضُّحٰىۙ وَالَّيْلِ اِذَا سَجٰىۙ مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلٰىۜ وَلَلْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْاُو۫لٰىۜ وَلَسَوْفَ يُعْط۪يكَ رَبُّكَ فَتَرْضٰىۜ اَلَمْ يَجِدْكَ يَت۪يمًا فَاٰوٰىۖ وَوَجَدَكَ ضَٓالًّا فَهَدٰىۖ وَوَجَدَكَ عَٓائِلًا فَاَغْنٰىۜ فَاَمَّا الْيَت۪يمَ فَلَا تَقْهَرْۜ وَاَمَّا السَّٓائِلَ فَلَا تَنْهَرْۜ وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ

DUHA SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU*

(*Türkçe okunuşlarından Kur'an-ı Kerim okumak uygun görülmemektedir. Ayetler Türkçe olarak arandıkları için aramalarda çıkmak için sitemize eklenmiştir.)

Bismillâhirrahmanirrahim.

1-3. Ved duhâ. Vel leyli izâ secâ. Mâ veddeake rabbuke ve mâ kalâ.

  1. Ve lel âhıratu hayrun leke minel ûlâ.
  2. Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ.
  3. E lem yecidke yetîmen fe âvâ.
  4. Ve vecedeke dâllen fe hedâ.
  5. Ve vecedeke âilen fe agnâ.
  6. Fe emmâl yetîme fe lâ takher.
  7. Ve emmâs sâile fe lâ tenher.
  8. Ve emmâ bi ni’meti rabbike fe haddis.

DUHA SURESİ ANLAMI

Rahmân ve Rahîm olan Alla’ın adıyla,

1-3. Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.

  1. Ve kesinlikle senin için sonu önünden (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır.
  2. ileride Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın!
  3. O, seni bir yetim iken barındırmadı mı?
  4. Seni, yol bilmez iken (doğru) yola koymadı mı?
  5. Seni bir yoksul iken zengin etmedi mi?
  6. Öyle ise, sakın yetime kahretme (onu horlama)!
  7. El açıp isteyeni de azarlama!
  8. Ve fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat!

DUHA SURESİ TEFSİRİ

Rivayete göre risâletin ilk zamanlarında Resûlullah (s.a.s.)’e vahyin gelmesi kısa bir müddet kesilmişti. Efendimiz (s.a.s.) buna çok üzüldü. Bunun kendisinden kaynaklanan bir kusur sebebiyle olmasından korku ve endişe duyuyordu. Müşriklerin de onun Rabbi tarafından terk edildiği yönünde ithamları oluyordu. (bk. Buhârî, Tefsir 93; Müslim, Cihad 114-115) Dolayısıyla Efendimiz (s.a.s.)’in hüznünü gidermek ve onu teselli etmek üzere bu sûre iner. Güneşin aydınlığının her tarafı kuşattığı kuşluk vaktine ve iyice sükûn bulduğu geceye yemin edilerek, Cenâb-ı Hakk’ın onu asla terk etmediğini ve ona darılmadığını müjdeler.

Gündüz ve gecenin nasıl bir hikmeti varsa, vahyin kesilmesinin de mutlaka bir hikmeti vardır. Bunun Allah’ın terk etmesi veya darılmasıyla bir alakası yoktur. Belki vahyin kesilmesinin, gündüz ve geceye yemin edilmesi ile şöyle bir irtibatı olabilir: İnsan gündüz çalışır, çabalar ve yorulur. Bu bakımdan gece karanlığı, yorgun olan insanın sükûnet bulması ve dinlenmesi için lüzumlu olur. Aynı şekilde ilk olarak gelen vahiyler, henüz bu işe yeni başlamış olan Peygamberimiz (s.a.s.)’e çok tesir ediyordu. Rûhen ve bedenen gerginliğe ve yorgunluğa sebep oluyordu. İşte bir müddet vahyin kesilmesi, Efendimiz (s.a.s.)’in gerginlikten kurtulup sükûnet bulması içindir. Bir mânada vahiy güneş aydınlığı gibiyken, onun kesilişi de gecenin sükûnetine benzetilmiştir.

Akabinde Cenâb-ı Hak, Habîbi’ni bırakmadığının ve darılmadığının bir işareti olarak öncelikle ona geleceğe ait müjdeler verir:

Rivayete göre risâletin ilk zamanlarında Resûlullah (s.a.s.)’e vahyin gelmesi kısa bir müddet kesilmişti. Efendimiz (s.a.s.) buna çok üzüldü. Bunun kendisinden kaynaklanan bir kusur sebebiyle olmasından korku ve endişe duyuyordu. Müşriklerin de onun Rabbi tarafından terk edildiği yönünde ithamları oluyordu. (bk. Buhârî, Tefsir 93; Müslim, Cihad 114-115) Dolayısıyla Efendimiz (s.a.s.)’in hüznünü gidermek ve onu teselli etmek üzere bu sûre iner. Güneşin aydınlığının her tarafı kuşattığı kuşluk vaktine ve iyice sükûn bulduğu geceye yemin edilerek, Cenâb-ı Hakk’ın onu asla terk etmediğini ve ona darılmadığını müjdeler.

Gündüz ve gecenin nasıl bir hikmeti varsa, vahyin kesilmesinin de mutlaka bir hikmeti vardır. Bunun Allah’ın terk etmesi veya darılmasıyla bir alakası yoktur. Belki vahyin kesilmesinin, gündüz ve geceye yemin edilmesi ile şöyle bir irtibatı olabilir: İnsan gündüz çalışır, çabalar ve yorulur. Bu bakımdan gece karanlığı, yorgun olan insanın sükûnet bulması ve dinlenmesi için lüzumlu olur. Aynı şekilde ilk olarak gelen vahiyler, henüz bu işe yeni başlamış olan Peygamberimiz (s.a.s.)’e çok tesir ediyordu. Rûhen ve bedenen gerginliğe ve yorgunluğa sebep oluyordu. İşte bir müddet vahyin kesilmesi, Efendimiz (s.a.s.)’in gerginlikten kurtulup sükûnet bulması içindir. Bir mânada vahiy güneş aydınlığı gibiyken, onun kesilişi de gecenin sükûnetine benzetilmiştir.

Akabinde Cenâb-ı Hak, Habîbi’ni bırakmadığının ve darılmadığının bir işareti olarak öncelikle ona geleceğe ait müjdeler verir:        

Buna göre:

› Resûlullah (s.a.s.) için sonsuza dek bir sonraki an bir önceki andan, sonra gelen önce gelenden, işin sonu başından daha hayırlı olacaktır.

Bunu açmak gerekirse, hayatının başlangıcına göre peygamberlik dönemi; vahyin başlangıcına nazaran bir müddet kesilmesi; kesilmesine nazaran tekrar başlaması; bu sûre indikten sonra karşılaşacağı her halin, her işin başına göre sonu; içinde bulunduğu saat, gün, hafta, ay ve yıla göre gelecek saat, gün, hafta, ay ve yıl daha hayırlı olacaktır. Neticede âhiret de onun için dünyaya göre hayırlı olacaktır. Bu müjde, Resûl-i Ekrem (s.a.s.) her an, her nefes Yüce Rabbine doğru kesintisiz ve düşüşü olmayan bir yükseliş halinde olduğunu haber verir. Bu müjdenin, Mekke’nin ilk yıllarında Peygamberimiz (s.a.s.)’in, yanındaki bir avuç müslümanla görünüşte muzaffer olmasına küçük bir ihtimal bile yokken verilmiş olması daha büyük bir mâna ifade eder.

› Rabbi ona hem dünyada hem âhirette büyük ihsanlarda bulunacak, O da hem Rabbinden hem de verdiklerinden râzı olacaktır.

Nitekim Efendimiz’in tebliğ ettiği İslâm, kısa zamanda yayıldı. Kendi asrında, hulefâ-i râşidîn döneminde ve diğer müslüman hükümdârlar devrinde fetihlerle yüceldi. İslâm yeryüzünün doğusuna, batısına, her tarafına ulaştı. Âhirette ise Efendimiz cennetin en güzel yerinde, Makâm-ı Mahmud’da olacaktır. Kendisine şefaat-ı uzmâ hakkı verilecektir. Bu âyet-i kerîme Kur’ân-ı Kerîm’de en çok ümit veren âyetlerden biridir. Çünkü ümmetine çok düşkün olan merhamet ummanı Efendimiz, ona ümmet olma şerefini taşıyan herkese şefaat edip onu cehennemden kurtarmadan gönlü razı olmaz.

Yüce Allah, geleceğe ait verdiği bu müjdeleri mutlaka yerine getireceğine dair bir teminat olarak, bu kez de Efendimiz (s.a.s.)’e, küçüklüğünden itibaren bulunduğu ihsanları hatırlatmaktadır:

Efendimiz (s.a.s.)’e olan bu ilâhî lutuflar şunlardır:

Birincisi; Resûlullah (s.a.s.), ana karnında altı aylık iken babası ölmüş, dünyaya yetim olarak gelmişti. Altı yaşına kadar onu annesi şefkatle büyüttü. Annesinin vefâtından sonra sekiz yaşına kadar dedesi Abdulmuttalip onu istisnaî bir muhabbetle yetiştirdi. Dedesinin ölümünden sonra, amcası Ebu Talib onu himayesine aldı. Gerçek bir baba gibi onu muhabbetle koruyup kolladı. Hatta nübüvvetten sonra bile bütün Kureyşi karşısına alarak, göğsünü on sene kadar yeğeni için siper etmişti. İşte bunlar, o Yetîm hakkında ilâhî himâye ve barındırmanın beşer planında bir tecellisinden başka bir şey değildi. Dileseydi onu sahipsiz bırakıp hebâ edebilirdi. Fakat merhamet etti, onu sadefinde saklı dürr-i yetîm gibi tertemiz büyütüp yetiştirdi.

İkincisi; Resûl-i Ekrem (s.a.s.), kendisine vahiy gelmeden önce kırk sene Mekke’de müşrik bir toplum içinde yaşadı. Kendisi hanîfti. Allah’ın birliğine inanıyor, putlara asla tapmıyor, toplumda iyice yaygınlaşmış olan hiçbir günaha tevessül etmiyordu. Ahlâk yönünden de pek yüksek bir seviyeye sahipti. Fakat günahlara dalmış insanların durumuna üzülüyor, onların kurtuluşu için çareler düşünüyor, lakin ne yapacağını bilemiyordu. O hiçbir zaman akıl ve din yönünden sapık olmamıştır. Fakat Kur’an gibi mûcize bir kitaptan, İslâm gibi insanlığın kurtuluşunun reçetesini sunan mükemmel bir dinden haberdar değildi. Allah ona peygamberlik verip vahiy göndererek onu doğru yola eriştirmiştir. Çaresiz insanlara nasıl el uzatıp, hastalıklarına devâ olacağını öğretmiştir. İşte âyette ضَٓالًّا (dāllen) ve هَدٰى (hedâ), kelimeleriyle bu durum kastedilir.

Nitekim onun bu hâline işaret eden şu âyet-i kerîme dikkat çekicidir:

“İşte biz böylece sana emrimizle ölü kalplere hayat bahşeden bu Kur’an’ı vahyettik. Yoksa daha önce sen kitap nedir, iman nedir, bilmezdin. Biz Kur’an’ı bir nûr kıldık ki, onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola ulaştıralım. Sen de hiç şüphesiz insanlığı dosdoğru bir yola çağırmaktasın.” (Şûrâ 42/52)

“Sen, aslında bu kitabın sana vahyedileceğini ummuyordun. Bu sana ancak Rabbinden bir rahmet olarak geldi. O halde sakın kâfirlere arka çıkma!” (Kasas 28/86)

Üçüncüsü; Allah Resûlü (s.a.s.) fakir bir ailede doğup büyüdü. Babasından kendisine fazla bir miras da kalmamıştı. Sonra Cenâb-ı Hak onu önce Şam’a yaptığı ticaret seferinden elde edilen bereketli kâr ile zengin etti. Hz. Hatice ile evlendikten sonra da ona bütün servetini hibe etmesiyle zengin kıldı. Daha sonra kendisine ilâhî bir lutuf olarak ihsân buyrulan fetihler ve ganimetler ile zenginlik elde edilmiştir. Fakat Peygamberimiz (s.a.s.), kendine ihsan edilen bütün imkânları, ailesinin zaruri ihtiyaçları dışında Allah yolunda sınırsız bir cömertlikle harcamıştır. Buradaki “zenginleş­tirme”den maksat, Cenâb-ı Hakk’ın Habîbi’ne gönderdiği vahiy ile onun ruh âlemini, kalp dünya­sını zenginleştirmesi, onu hem kendisini hem tüm beşeriyeti aydınlatabilecek zenginlik­te hakikatlere mazhar kılması da olabilir.

Yüce Mevlâmız, ihsan buyurduğu bu nimetler mukâbilinde Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.)’e şu üç şeyi yapmasını emir buyurur:       

Birinci tâlimat yetimlerle alakalıdır. Yetîmi ezmemek; onu zayıf görüp küçümseyerek üzmemek istenir. Onun maddeten ve mânen tüm haklarının korunması ve en küçük bir hakkının yenmemesi tâlimatı verilir. Çünkü Efendimiz (s.a.s.) yetimliği tatmış ve hakkındaki ilâhî lütfu görmüştü. Yetîm büyüyen, yetîmin hâlinden daha iyi anlar. Bu sebeple yetimlik zamanında kendi gördüğü ilâhî lütfu, ümmetinin yetimlerine göstermekle mesul tutuldu. Bu yüzdendir ki Resûlullah (s.a.s.) yetimlere son derece alaka gösterir, tüm ihtiyaçlarını karşılar, müslümanları da bu hayırlı amele teşvik ederdi:

“Müslümanlar içinde en hayırlı ev; içinde yetîme iyi muamele edilen evdir. müslümanlar içinde en kötü ev de yetîme kötü muamele edilen evdir.” (İbn Mâce, Edeb 6)

“Bir kimse, müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah Teâlâ onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizî, Birr 14/1917)

“Bir kimse sırf Allah rızâsı için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap yazılır...” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 250)

Merhamet Ummanı Efendimiz (s.a.s.)’in şu örnek davranışı ruhları tesir altına alıp mü’mini yetimlerin hâmisi olmaya yönlendirme bakımından ne kadar güzeldir:

Beşir b. Akrabe (r.a.) şöyle anlatıyor:

“Uhud günü Resûlullah (s.a.s.) ile karşılaştım.

«−Babam ne durumda?» diye sordum.

«−Şehîd oldu, Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun!» buyurdu. Ağlamaya başladım. Beni aldı, başımı okşadı ve devesine bindirdi. Sonra da:

«−Ben baban, Âişe de annen olsun istemez misin?» buyurdu. Ben de:

«−Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah, tabiî ki isterim!» dedim.

Şu anda saçlarım ağardığı hâlde, Resûlullah’ın mübârek elinin değdiği yerler hâlâ siyah kalmıştır.” (Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, VIII, 161; Ali el-Müttakî, Kenzu’l-ummâl, XIII, 298/36862)

İkinci tâlimat el açıp bir şey isteyen veya ilim ve benzeri herhangi bir talepte bulunan kimseyle alakalıdır. Bunları azarlamak, onlara sert konuşmak yasaklanır, onlara iyi davranmak emredilir. Eğer bir kimse maddi mânada bir hâcetini dile getirdiğinde, şayet imkân varsa ona yardım edilmelidir. Eğer yardım etme imkânı yoksa yumuşak sözle ve nezaketle özür beyân edilmelidir. Fakat hiçbir şekilde azarlamak, sert davranmak ve kovmak caiz değildir.

Allah dostlarından Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.)’un şu davranışı bu konuda ne güzel bir örnektir:

Sâmi Efendi (r.h.)’in bir Anadolu seyahati esnâsında Ürgüp’te bir kişi otomobillerini çevirerek kendisinden sigara parası ister. Bir sehâvet güneşi olan Sâmi Efendi, bâzı yol arkadaşlarının içten itirazlarına rağmen:

“–Mademki istiyor, vermek lâzım” diyerek, etrafındakilerin şaşkın bakışları arasında adamın istediği parayı hiç düşünmeden verir. Buna memnun olan fakir de niyetini değiştirip:

“–Şimdi gidip bununla ekmek alacağım” diyerek sevinçle oradan ayrılır.

Bu hâdise aynı zamanda sadaka olarak verilen malın helâlliği ve niyetin temizliği karşılığında meydana gelen iyilik ve güzellik tecellîsine dâir açık ve ibretli bir misaldir.

Diğer ibretli bir misal de meşhûr sûfî Hasan Basrî (k.s.)’tan:

Bir derviş, Hasan Basrî hazretlerinden bir şey istemişti. O da hemen ayağa kalkıp gömleğini çıkardı ve dervişe verdi.

“–Ey Hasan, eve gidip oradan bir şeyler verseydin ya!” dediler. Hasan Basrî (k.s.) şöyle cevap verdi:

“–Bir defâsında bir muhtaç mescide geldi ve; «Karnım aç!» dedi. Biz gaflet ettik, hemen yiyecek getirmedik. Onu mescitte bıraktık ve evlerimize gittik. Sabah namazına geldiğimizde bir de baktık ki, zavallı ölmüş. Kefenleyip defnettik. Ertesi gün, bir zuhûrat olarak, fakiri sardığımız kefenin mihrapta durduğunu ve üzerinde; «Kefeninizi alın, Allah kabul etmedi!» yazdığını gördük. O gün; «Bundan sonra bir ihtiyaç sahibini gördüğümde onu bekletmeyeceğim, hemen ihtiyâcını göreceğim» diye yemin ettim.” (Topbaş, Faziletler Medeniyeti, II, 308)

Âyette bahsedile اَلسَّٓائِلُ  (sâil)den maksat “soru soran kişi” de olabilir. Buna göre soru soran kimse ne kadar karışık sual tevcih ederse etsin, her halükarda ona şefkatle cevap vermek gerekir. Böyle durumlarda kızmak, azarlamak ve kovmak câiz görülen bir davranış değildir.

Üçüncü tâlimat ise Allah’ın nimetlerini şükrân ve minnetle anmak ve anlatmakla alakalıdır. Âyette bahsedilen “nimet”, Allah Teâlâ’nın Efendimiz (s.a.s.)’e verdiği ve vermeyi va‘dettiği her türlü nimetlerdir. Bunların en büyüğü ise şüphesiz Kur’an ve peygamberlik nimetidir. Bu nimetlerin her birinin kendine münâsip bir anlatma şekli vardır. İnsanın dil ile Allah’a şükretmesi, bütün nimetlerin kendisine Allah’ın bir lütfu olarak verildiğini bilmesidir. “Nübüvvet nimetini anlatmak”, tebliğ ve daveti hakkını vererek ve doğru bir şekilde yerine getirmektir. “Kur’an nimetini anlatmak”, onu insanlar arasında yaymak ve talimatlarını insanlara anlatmaktır. “Hidâyet nimetini anlatmak”, yolunu şaşırmış, sapıklığa düşmüş insanlara doğru yolu göstermektir. Bu işi yaparken de bütün zorluk ve zahmetlere sabırla tahammül etmektir. Bu şekilde her nimete münasip bir şükür ve teşekkür halinde bulunmaktır.

DUHA SURESİ HAKKINDA BİLGİLER

Duha suresi, Mekke döneminde nüzul olmuştur. Duha suresi, 11 ayettir. Duha, kuşluk vakti demektir.

Duha Suresinin Nüzûlü

Duha suresi, Mushaftaki sıralamada doksan üçüncü, iniş sırasına göre on birinci sûredir. Fecr suresinden sonra, İnşirâh suresinden önce Mekke’de inmiştir. Rivayete göre Fecr suresinin inişinden sonra öncekine nisbetle daha kısa bir süre vahiy kesilmiş, müşrikler bu olayı kullanarak Hz. Peygamber’e, “Herhalde rabbin sana darıldı ve seni terketti” demişlerdi. Bu sözlerden dolayı Hz. Peygamber’in duyduğu üzüntü üzerine bu sûre inmiştir (Taberî, XXX, 148).

Bizim iniş sıralamasında esas aldığımız bu rivayet dışında, Duha suresinin iniş tarihine dair başka rivayetler de vardır: 1. İlk vahiyden (Alâk ve Müddessir Sûrelerinin ilk âyetlerinden) sonra uzunca bir süre vahiy kesilmiş, tekrar başladığında ilk olarak Duhâ Sûresi gelmiştir. 2. Necm Sûresi’nde geçen “Cebrâil”i bütün azametiyle görme ve ona iyice yaklaşma” sonucu Hz. Peygamber’de oluşan heyecan ve sarsıntı yatışsın diye bir süre vahiy kesilmiş, sonra Duhâ Sûresi gelmiştir (İbn Kesîr, VIII, 287-288, 445-446; Şevkânî, V, 378). Vahyin mâkul sebeplerle kesilip araya fâsılaların girmesi her seferinde muhaliflerin dedikodu yapmalarına vesile olmuş, Allah da resulünü teselli etmiştir.

Duha Suresinin Adı

Sûre adını 1. âyetinde geçen ve “kuşluk vakti” anlamına gelen duhâ kelimesinden almıştır. Ayrıca “Ve’d-duhâ” adıyla da anılmaktadır. (Buhârî, “Tefsîr”, 93; İbn Âşûr, XXX, 393)

Duha Suresinin Konusu

Müşriklerin üzücü söz ve davranışlarına karşı bir teselli olmak üzere Hz. Peygamber’e, yüce Allah’ın himayesi sayesinde çocukluğundan itibaren nice güçlükleri aşarak bugünlere geldiği hatırlatılmakta ve kendisinin de yetime, yoksula iyi davranması emredilmektedir.

Kaynak: kuranvemeali.com

NAMAZDA OKUNAN SURELER

İslam ve İhsan

Duha Suresi Neden İndirilmiştir?

Duhâ Suresinde Geçen 2 Önemli Uyarı

PAYLAŞ:                

Duha Suresi Okunuşu - Vedduha Suresi Türkçe Anlamı, Arapça Yazılışı, Tefsiri (Diyanet Meali)

Haberin Devamı

Duha Suresi Ölülere Okunur mu?

Mezarlık ziyaretlerinde, mevlütlerde ve mukabelelerde Duha suresi ölülere dua etmek ve rahmet dilemek için okunabilir.

Duha Suresi Özellikleri

Fecr Suresinden sonra nazil olan Duha Suresi doğrudan Hz. Muhammed'e seslenir. Ancak birçok ayette olduğu peygamberimiz üzerinden tüm insanlığa evrensel mesajlar iletilir. ''Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da'' ayeti her müminin benimsemesi ve unutmaması gereken Allah kelamıdır. Bazen dünyanın zorlukları karşısında çok daha güçsüz kalan insanoğlu evrende tamamen yalnız olduğu kuruntusuna kapılabilir. Oysaki yaratıcımız bize şah damarımızdan daha yakındır ve her zaman bizimledir.

Duha Suresi Şifa İçin Okunur mu?

Müslümanlar kendilerini çaresiz hissettiklerinde abdest alarak bu duayı tekrar tekrar okuyabilir. Allah, kendisine edilen duaları duyar ve hepsine cevap verir. Evde hastası olan kişiler de Duha Suresini sesli bir şekilde okuyabilir. Kazaları ve musibetleri önleyen sure, kişilerin manevi huzura kavuşmasını da sağlıyor.

Duha Suresi ve Uzun Bağışlama Duası

Uzun bağışlama duası ile birlikte Duha suresini okuyan müminler günahlarının bağışlanması için Allah'a sığınmış olur. Kuran'ın birçok ayetinde geçtiği gibi Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Tövbe kapısı kıyamete kadar açık kalacağı için bu sure ve dua birlikte sık sık okunmalıdır.

Duha Suresini Üzerinde Taşımak

Duha Suresini üzerinde taşıyan müminlerin ilmi ve itikadı artar. Uyurken çıkarılmadığı takdirde kötü rüyalardan ve vesveselerden korur. Eve bereket getirir ve hayırlı kazanç kapıları açar.

Duha Suresi Ne Zaman Okunmalı?

Müminler maddi ya da manevi sıkıntı duyduklarında bu sureyi okuyabilirler. Geceleri uykusuz kalan ya da kabus gören kişiler de Duha suresini okuyarak manevi huzura kavuşabilirler. Namaz duası olarak da okunan bu sure Cuma namazlarında ve günlük ibadetlerde de okunabilir.

Duha suresi Tefsiri

Duhâ kelimesi “kuşluk” anlamına gelmekle birlikte çoğu müfessirler, 2. âyetteki “gece”nin alternatifi olarak burada bütünüyle gündüz vakti için kullanıldığı kanaatindedirler. İbn Âşûr’a göre ise kelime burada da kuşluk vaktini ifade etmekte olup bununla tıpkı kuşluk vakti güneş ışığının yeryüzünü bütünüyle kaplaması gibi vahiy ışığının da dünyaya inip aydınlatmaya başladığına imada bulunulmuştur. 2. âyetteki gece karanlığı da Hz. Peygamber’in bu vakitte evinde veya Kâbe çevresinde sesli olarak Kur’an’ı okuduğu, müşriklerin ise onu gizlice dinledikleri vakit olup bundan dolayı bu iki vakit üzerine yemin edilmiştir. Yeminin amacı putperestlerin artık Hz. Peygamber’e vahyin gelmez olduğu, Allah’ın onu terkettiği iddialarının gerçekle ilgisinin bulunmadığını kesin bir dille belirtmektir (XXX, 394-395).

“İşin sonu” diye çevirdiğimiz âhiret ile “öncesi” diye çevirdiğimiz ûlâ kelimelerinin buradaki anlamları konusunda iki yorum yapılmıştır: a) Senin bundan sonraki hayatın bundan önceki hayatından daha güzel ve başarılı olacak, özellikle peygamberlik görevinin sonu başlangıcından daha verimli olacak, b) Ebedî olan âhirette cennetteki hayatın geçici olan dünya hayatından daha güzel olacak. Bize göre, –bu âyetlerin inmesine sebep olan putperestlerin, “Artık Muhammed’e vahiy gelmiyor; Allah onu unuttu” gibi sözler söyleyerek (Buhârî, “Tefsîr”, 93) Peygamber’in sonunun geldiğini, davasının fiyasko ile biteceğini ummaları karşısında– Allah Teâlâ, resulünün sonunun gelmesi şöyle dursun, bundan sonraki hayatının, peygamberlik faaliyetlerinin ruhanî tekâmülünün öncekinden daha verimli, daha başarılı olacağını müjdelemiştir.

Hz. Peygamber, annesi ona hamile iken babasını, altı yaşında iken de annesini kaybetmiş; önce dedesi Abdülmuttalib’in, onun ölümünden sonra da amcası Ebû Tâlib’in himayesinde yetişmiştir. Ebû Tâlib, yeğeninin peygamberliğini kabul ettiğini açıkça ilân etmemekle birlikte düşmanlarına karşı onu korumuştur. Fakat Ebû Tâlib ve Hz. Peygamber’in eşi Hatice vefat edince müşrikler ona karşı saldırılarını arttırmışlardı. Bu sûrede Allah, o güne kadar peygamberine verdiklerini hatırlatarak teselli etmiş, geleceğinin daha iyi olacağını da müjdelemiştir.

“Seni yol bilmez halde bulup yol göstermedi mi?” diye çevirdiğimiz 7. âyeti bazı müfessirler, “Resûlullah küçük iken Mekke vadilerinden birinde yolunu şaşırıp kaybolmuştu. Allah onun dedesine gelmesini sağladı” şeklinde yorumlarken, bazıları da “Resûlullah amcası Ebû Tâlib’le birlikte Suriye’ye giderken yolda kaybolmuştu, Allah’ın yardımıyla amcasını buldu” demişlerdir (Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît, VIII, 486, Beyrut 1983). Buna benzer başka yorumlar da olmakla birlikte bunlar âyetin amacına açıklık getirici nitelikte görünmemektedir. Bizim de katıldığımız müfessirlerin çoğunluğunun yorumuna göre ise bu âyette Hz. Muhammed’in peygamberlikten sonraki dönemiyle önceki dönemi arasında bir karşılaştırma yapılmaktadır. Nitekim o peygamber olmadan önce de başta putperestlik olmak üzere kendi toplumunda hâkim olan inanç ve yaşayışın yanlışlığını, insanın varlık amacına yakışmadığını görüyor, bu gidişi asla beğenmiyordu; ama onların bundan nasıl kurtulacaklarını da bilmiyordu. Âyetteki deyimiyle bu konuda “yol bilmez bir halde” idi. İşte yüce Allah Kur’an’ı göndererek onu bu durumdan kurtarıp yolunu aydınlattı; ona hem varacağı hedefi hem de o hedefe nasıl varacağını öğretti (Râzî, XXXI, 215-216; Elmalılı, VIII, 5900-5901).

Hz. Peygamber Kureyş’in soylu bir ailesine mensup olmakla birlikte yetim ve himayeye muhtaç olarak büyümüştü; çocukluğu ve gençliğinin ilk yılları yoksulluk içerisinde geçmiş, daha sonra gerek kendisinin ticarî faaliyetleri gerekse zengin bir tüccar olan Hz. Hatice ile evlenmesi ve eşinin tüm servetini onun yönetimine bırakması neticesinde fakirlikten kurtulmuştur. Ancak buradaki zenginleştirmeyi, Allah Teâlâ’nın resulüne gönderdiği vahiy ile onun ruh ve kalp dünyasını zenginleştirmesi, onu hem kendisini hem insanlığı aydınlatabilecek zenginlikte hakikatlere mazhar kılması şeklinde anlamak da mümkündür. Bazı müfessirlere göre 8. âyette, onun hayatındaki bu gelişme hatırlatılarak kendisine bu imkânları sağlayan Allah’ın ona darılmasının, kendisini terketmesinin söz konusu olamayacağı bildirilmiştir (bk. Abduh, s. 112; Elmalılı, VIII, 5902).

Câhiliye döneminde yetimlerin, yoksulların hakları gözetilmez, malları ellerinden alınır, kendilerine zulmedilirdi. Buna göre 9-10. âyetlerin ana hedefi Resûlullah’ın şahsında bütünüyle toplumun dikkatini bu iki temel ahlâkî ve sosyal problem üzerine çekmek ve bunları çözüme kavuşturmaktı. Bunun yanında, daha özel olarak Resûlullah’a mazhar olduğu anılan ihsanlar karşısında şükür mahiyetinde bazı görevleri hatırlatılmaktadır. Burada sıralanan görevlerin, 6-8. âyetlerde Hz. Peygamber’e bahşedildiği bildirilen ilâhî lutuflarla alâkalı olduğu görülmektedir. Buna göre Allah onu yetim iken korumuştur; o da yetimi incitmemeli, himaye etmelidir. Allah ona ne yapacağını bilmez iken yol göstermiştir; o da kendisine bir şeyler sorup aydınlanmak isteyeni geri çevirmemelidir. Allah onu yoksulken zengin kılmıştır; o da kendisinden yardım isteyeni azarlamamalı, gereken yardımı yapabildiği kadar yapmalıdır. Şükürle ilgili bu özel görevler örnek olarak sıralandıktan sonra sûre bu konuda “Rabbinin lutuflarını şükranla an” şeklindeki genel ve kuşatıcı bir buyrukla tamamlanmıştır. Bazı müfessirler buradaki “nimet” kelimesini “Kur’an, peygamberlik, bu sûrede Resûlullah’a lutfedildiği bildirilen şeyler” gibi değişik mânalarla açıklamışlarsa da bunu, Resûlullah’ın hayatı boyunca mazhar olduğu maddî ve mânevî bütün lutuflar, nimetler olarak anlamak sûrenin amacına ve âyetlerin akışına daha uygun düşmektedir.

Şunu da belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber’in hayat hikâyesi onun eşsiz ahlâkını açıkça göstermektedir ve bu âyetlerde söz konusu edilen uyarılara onun herhangi bir davranışı sebep olmuş değildir. Kur’an’ın irşad ve eğitimde kullandığı üslûp gereği burada onun şahsında bütün insanlığa hitap edilmektedir.

Okumak İsteyenler için Namaz Sureleri

İhlas Suresi

Felak ve Nas Suresi

İnşirah Suresi

Yasin Suresi

Bakara Suresi

Ayetel Kürsi

Kadir Suresi

Fil Suresi

Fetih Suresi

Rahman Suresi

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır