ebu şüca bin davud / Ebu Şüca Muhammed bin Davud kimdir? - Takvim

Ebu Şüca Bin Davud

ebu şüca bin davud

Anasayfa

Ebu Şüca Muhammed bin Davud kimdir

Ebu şüca bin davud, Ebu Şüca Muhammed bin Davud kimdir sorusunun cevabını vereceğiz.



ATV’nin vazgeçilmez yarışma programı Kim Milyoner Olmak İster? 23 Ekim 2022 Pazar yeni bölümü ile ekranlarda izleyicileri ile buluştu. Kenan İmirzalıoğlu’nun sunumu ile yayınlanan yarışmada yarışmacıya sorulan sorunun cevabı merak konusu oluyor.

Soru : Ebu Şüca Muhammed bin Davud kimdir

Doğru Cevap: Alparslan

Doğum adı Muhammed bin Davud Çağrı'dır. 1071 yılında Bizans İmparatorluğu hükümdarı Romen Diyojen ile yaptığı Malazgirt Muharebesi'ndeki başarısından dolayı tanınmaktadır.
Alp Arslan (Farsça: آلپ ارسلان ; y. 1029 - 24 Kasım 1072), Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun ikinci sultanı olan ve Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya gelişlerini ve mücadelesini yöneten askeri komutan ve hükümdardır.

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER! ◁ GÜNÜN HABERLERİ İÇİN TIKLAYINIZ ▷ HABERE YORUM KATÖnemli not: Habere dosya, resim ve video ekleme özelliği geçici olarak devre dışı bırakılmıştır. Yorum ve düşüncelerinizin bizim için çok değerli olduğunu biliyor musunuz? Yorumlarınızla soru cevaplarımıza katkıda bulunabilirsiniz.
Sitemizde yer alan tüm hizmet ve içerikler eğitim ve öğretim amaçlı olarak öğrencilerin kullanımına sunulmaktadır.

▼ SIRADAKİ HABER ▼

ÇAGRI BEY DÖNEMİ Selçuklu Devleti kurulmadan önce, Selçuk ve boyu Maveraünnehir’de , Karahanlılar ve Gaznelilere komşu olarak yaşıyorlardı. Lakin bu komşuluk, dinen birliktelik olmasına rağmen, Karahanlılar ve Gaznelilerce hiçbir anlam ifade etmiyor, sadece komşularının yönetilecek bir toplum olduklarını düşünüyorlardı. Bu doğrultuda da Karahanlıların ve Gaznelilerin şiddetli baskıları, sıkı takipleri artarak devam ediyordu. Selçuklu ailesi çok güç şartlarda, ümitsizlik içerisinde yaşamaktaydılar. Daha sonra Selçuk ve boyu, bu çeşit işkence ve zulümlere daha fazla dayanamadı, zira fırtraten bağımsız olmak arzusunda olan bir millete esaret kabul ettirilemezdi, göç kaçınılmazdı. Türk boylarınca eskiden beri bilinen; atalarının, uğrunda Bizans’la mücadeleye tutuştukları; cennet gibi bir yurt biliyorlardı, “Anadolu”. Göç kararının neticesinde, Selçuk Bey, torunlarından birini, Davud Çağrı Bey’i Anadolu’yu keşfe çıkması için vazifelendirdi. Yanına 3 bin Türk atlısı alan Çağrı Bey, atının dizginini Anadolu’ya çevirirken, kardeşi Tuğrul Bey de Selçuklu ailesiyle birlikte aşılması çok zor, bu sebeple de savunması kolay olan uzak çöllere çekilmek üzere yola koyuldu. İlerde Horasan meliki olacak Mikail(Selçuk’un oğullarından Arslan Yabgu, Musa Yabgu, Yusuf İnal ve Yunus’un kardeşi)’in oğlu, Alp Arslan’ın babası Çağrı Bey Doğu-Anadolu’ya, Azerbaycan toprakları üzerinden girdi. Anadolu’ya girdiğinde yol boynuca topladığı askerlerle toplam 4 ila 5 bin arası askeri vardı. Burada , Ermeni ve Gürcü soyundan olan Bizans yönetici ve kumandanlarıyla mücadelelere girişmiştir. Bizans İmparatoru II. Basil( Basileios)’in, 999- 1023 yılları arasında güttüğü Doğu-Anadolu politikası, Bizans’la ciddi bir anlaşmazlık yaşayan Doğu Anadolu topraklarındaki Ermeni ve Gürcü’lerin prenslikleri, birbirleriyle sürekli çatıştıkları ve bu bölgelerdeki Müslüman Bey’leriyle de ittifak yapmaları hasebiyle Bizans’a iltihak edilmelerini netice verdi. II. Basileios bu doğrultuda Van Gölü havzasında oturan 40 bin Ermeniyi de, Orta-Anadolu’ya zorla göç ettirerek özellikle Sivas ve Kayseri, kent ve yörelerine yerleştirdi. Dolayısıyla Doğu-Anadolu’da ciddi bir güç teşkil edecek ne Ermeni ne de Gürcü prenslikleri bırakıldı. Ancak bu prensliklerin prensleri Bizans yönetici ve kumandanları olarak görev yapmışlardır. Çağrı Bey’in Azerbaycan üzerinden girip Doğu Anadolu’da mücadele ettiği kumandanlar, işte bu Ermeni kumandanlardır. Basileious’un Doğu Anadolu Politikasını güderken Ermeni ve Gürcü halklarını suistimal etmesi, ve gaddar davranması Bizans için iki dehşetli hali sonuç verdi. Bunlar: 1- Ermeni ve Gürcülere yaptıkları baskılar ve izledikleri gaddarane politika neticesinde, Ermeni ve Gürcü güçleri Malazgirt savaşında, yıllarca kendilerine zulmeden Bizans’a karşı ayaklanacak ve Bizans ordusunu terk edeceklerdi. 2- Ermeni ve Gürcü halkları, Malazgirt’in zaferinden sonra Anadolu’ya yayılan Türk ordusuna karşı Bizans’ın yanında durmayacak ve Türklerin boyunduruğunu tercih edeceklerdi. Çağrı Bey, 1015’te doğrudan doğruya Bizans’la giriştiği mücadelede, altı sene içerisinde Bizans topraklarından sırasıyla, Horasan ve Kafkasya’yI, ardından Van ve Kars yörelerini aldı. Bu topraklardaki mücadelesini Ermeni kuvvetlerine karşı yaptı.Bu zaferlerinden sonra, Bizans komutanı Senekerim’in gönderdiği kuvvetleri de yenilgiye uğratan Çağrı Bey ve 3 binden ziyade askeri, zafer sonrası Nahcivan ve Gürcü memleketleri üzerine yürüdü. Karşılarında duracak bir kuvvetin olmadığını gören Çağrı Bey’se 1021 yılında Tuğrul Bey’e, olanları ve Anadolu’nun yurt edinilebileceğinin müjdesini verecekti. Anadolu’ya, ileride Selçuklular diyeceğimiz hanedanın ilk seferleri zikredildiği gibi vuk’u buldu. Bizans karşısında, Karahanlıların, Gaznelilerin muvaffak olamadığı başarılar kazanıldı. Bu sürecin ardından, 1040 Dandanak zaferine(Selçuklular-Gazneliler) kadarki süreç Azerbaycan ve İran Türkmenlerin Anadolu’yu yurt bellemek için attıkları adımlara ayna olmuştur. Ancak atılan bu adımlar istila ve akın mahiyetinden ileriye gidememiştir. Dosyamızın konusu, Anadolu’nun Hoşgörüye yani Türklere açılması olduğundan, Alp Arslan’ın üzerinde duracağız. Dolayısıyla Alp Arslan’ın Alp Arslan olmasındaki en büyük etkenden, babası Davud Çağrı Bey’in hayatından başladık. 20 Ocak 1029(1 Muharrem 420) tarihinde Çağrı Bey’e bir erkek evladının olduğu müjdesi verildi. Bu tarihte Çağrı Bey Selçuklu- Karahanlı savaşının hazırlıkları içerisindeydi[1]. Alp Arslan’ın çocukluğuna dair çok fazla malumatımızın olmaması hasebiyle gençlik dönemine geçiyoruz. EBU ŞUCA Ağustos 1043 tarihinde Selçuklu Devleti’nin şark topraklarında melik olarak görev alan Çağrı bey hastalanınca, Gazneli Sultanı Mevdud(1041-1049) durumu fırsat bilerek Belh ve Toharistan’ı geri almak üzere bölgeye ordular sevk etti. Çağrı Bey de Alp Arslan’’ı veliaht tayin ederek Gaznelilere karşı yürüyecek ordunun başına getitrdi. Bu, Alp Arslanın ilk ciddi kumandanlık sınavıydı. Gazneli ordusuna karşı Alp Arslan’ın ordusu galip gelmiş, 1000 kişiyi esir almış ve çok sayıda at ve silahı da ganimet olarak ele geçirmiştir. Alp Arslan bu vazifeyle vazifelendirildiğinde 14-15 yaşlarında idi. Bu yaşa gelene kadarki çocukluk evresinde ise, babası Çağrı Bey’e ordu yönetebilecek bir kapasitede olduğunu ispat etmiş olsa gerektir ki, Çağrı Bey onu hak ettiği makama, askerlerinin yanına göndermiştir. Alp Arslan Alp Arslan süratli düşünüp hızlı hareket edebilen örnek bir liderdi. Askerleriyle birlikte hareket edeceği vakitlerde askerlerini teşvik edebilecek beliğ hitabetlerde bulunurdu. Bunun en güzel örneği, Malazgirt ovasında ifade edeceği “Yâ Rabbî sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Yâ Rabbî niyetim hâlistir. Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye dua etti. Sonra askerlerine dönerek; “Burada Allahü teâlâdan başka bir sultan yoktur, emir ve kader O’nun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte cihad etmekte veya benden ayrılmakta serbestsiniz” dedi. Askerler coşarak hep bir ağızdan; “Asla emrinden ayrılmayacağız” karşılığını verdiler. Sonra hepsi ağlayarak helâlleştiler. Sultan, beyazlar giydi. Atının kuyruğunu bağlayıp, eline er silâhı olan gürzü alıp, şöyle hitap etti: “Askerlerim! Şehit olursam, bu beyaz elbise, kefenim olsun. O zaman rûhum göklere çıkacaktır.” cümleleridir. Adil ve şefkatli bir liderdi. 1067 yılında kendisine isyan eden kardeşi Kavurd’un isyanını bastırdıktan sonra, Kavurd Alp Arslandan af dilemiştir. Alp Arslan’sa, Resulümüzün, “Zaferin zekatı affetmektir.” Hadisini biliyor olsa gerektir ki Kavurd’u affederek onurunu sergilemiştir. Orduları sevk etmesini, yönetmesini çok iyi biliyordu. Özellikle Malazgirt savaşı öncesinde askerlerine “Ben de şuan sizin gibi bir askerim ve sizinle birlikte savaşacağım. Kim isterse geri dönmekte serbesttir. Burda komuta hakkı artık kimsenin değildir.” sözleriyle askerleri motive ve teşfik etmiştir. Orduysa bir adım geri atmamıştır. Tavissiz ve kararlı bir şahsiyeti vardı. Malazgirt’i geçmeyi çoktan kendine hedef koymuştu. 1071’e kadarki süreçte, attığı adımlarını bu ülkü için attı. Allah’ın inayeti ve tevfiki ile ülküsüne ulaştı. Alp Arslan’ın bir başka özelliği ise şüphesiz, cesaretiydi. Tebaası ona “Ebu Şüca(Cesaret Babası)” unvanını vermiştir. Bu hakikatinse en güzel örneklerinden birisi, Kutalmış ile giriştiği mücadeledir. “Rey’i kuşatmakta olan Kutalmış, Alp Arslan’ın Nişabur’dan yola çıktığını ve süratle üzerine geldiğini öğrenince Rey kalesindeki vezir Amid’ül- Mülk’ün kuvvetleri ile Alp Arslan’ın kuvvetleri arasında kalmamak için ordusundan bir birliği ayırarak kuşatmaya devam edilmesini emretti. Sonra da Alp Arslan ile Rey’de karşılaşmamak için İsferayin’e yürüdü. Kutalmış, karargah kurduğu bölge ile Alp Arslan’ın gelmekte olduğu istikamet arasında, onun geçmeye mecbur olduğu Abdullahabad ve Milh vadisine su akıttı. Normalde burası bir bataklık olup yolcular için bile geçilmesi zordu. Su verilince içine girilemez hale geldi. Astroloji ilmine vakıf olan Kutalmış, o gün talihinin kapalı olduğunu, girişeceğis savaşta kendisi için zafer ihtimali olmadığını görmüştü. O gün savaş girmekten kaçınıyor; Alp Arslan’ın bataklık araziden ordusunu geçiremeyeceğini, böylece o gün savaşın olamayacağını düşünüyordu. Alp Arslan Alp Arslan atına binerek dağın eteğinde bir yol aradı. Bulamayınca atını bataklığını içine doğru sürdü ve kamçısıyla ilerleyin işareti verdi. Kutalmış ve yanındakiler Alp Arslan’ın ordusunun bataklığa saplanacağını zannederken aksi oldu ve karşıya geçildi. Kısa süre sonra da, o gün emniyet içinde olduğunu sanan Kutalmış’ın ordusuyla savaşa tutuştular. Daha önceden kendisine görev verildiği anlaşılan Emir Sungurca savaş başlar başlamaz Kutalmış’ın üzerine yüklendi, çetrini(saltanat şemsiyesi) ele geçirdi ve alemini(bayrak) aşağı indirdi. Kutalmış mağlup olurken Alp Arslan’a da taht yolu görünmüş oldu.”[2] Dindar bir hükümdardı. 11. Yüzyılın ortalarından itibaren yükselişe geçerek İslam dünyasının en önemli siyasi gücü haline gelen, Şii baskısı altında çözülme sürecine giren Sünni İslam dünyası için bir umut kaynağı olan Selçukluların, elbetteki kuvvet aldıkları en önemli nokta “İman”dı. Vatan sevgisi imandandır hadisini vird edinen bir milletti. Alp Arslan da, Sünni mezhebin yani İslam’ın muhafazası için azami gayret göstermiş yegane hükümdarlarımızdandır. Keza amcası Tuğrul Bey’in Abbasi halifesinin kızı, Seyyide Fatıma ile evliliği de Selçuklu hanedanını, Resulümüzün soyuyla şereflendirmek için atılan adımlardandır. Resulün soyuyla birleşen bir soyun, daha da şerefleneceğine inanıyorlardı. Yeri gelmişken, Selçuklu-Abbasi evlilikleri hakkında kısa bir anekdot verecek olursak: Alp Arslan’ın amcası Tuğrul Bey’in, halife kızı Seyyide Fatıma ile evliliği, Selçuklu hanedanını Halifenin hanedanına yakınlaştırmak için atılan ilk adımdı. Bu evliliğin ve sonrasında gerçekleşen Abbasilerle olan evliliklerin iki amaç doğrultusunda ilerlediğini ifade edebiliriz. Şöyleki; Selçuklu beyleri, halife soyundan olan biriyle evlenmeyi, Resulümüzün soyundan bir ümmet olabilmek için istiyorlardı. İkinci olaraksa, Halifelik makamını “Selçuklulaştırmak” istedikleri öne sürülebilir. Keza Büyük Selçuklu Devleti’nin merkezinin halife şehrine yaklaştırılması bizi bu yönde bir yorum getirmeye sevk ediyor. İlerde (eğer muvaffak olunabilse idi) Sultan-Halife olarak iki ayrı siyasi gücü bir arada bulundurarak, dünya siyasetinde çok daha etkili bir makama yükselebilmek için bu politika işlenmiş olabilir. Lakin Tuğrul Bey dışında, hiçkimse Abbasilerden kız alamamıştır. Tuğrul Bey dahi çok zorlamalara ve baskılara rağmen istediğini elde edebilmiştir. Dolayısıyla amaçlarına ulaşamamışlardır. Alp Arslan’ın İhsan-ı İlahi olan tüm bu saydığımız özellikleri, onu Malazgirt ovasına itti. Tüm baskı altında kıvranan, ordan oraya göçmekten perişan olmuş, tüm vatan hasretiyle yanan Türk milletlerinin ağırlığı omzuna konmuştu. Allah, İslam’ın sancaktarlığını yapıyor ve yapacak olan bu millete, zahiren Alp Arslan ile vatan bahşedecekti. Ve o vatan, her zaman İslam’ın, Allah’ın dininin merkezi olacaktı. O vatan Anadolu’ydu. MALAZGİRT İKİ HÜKÜMDARA DAR 26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt ovasında cereyan eden meydan savaşı, gerçekten son sözün söylendiği bir savaş olmuş, Selçuklular’a ihsan edilen büyük zafer, Türkler’e Anadolu kapılarını açarak Dünya tarihinin geleceğine tesir etmiştir. Cami’ü-t Tevarih kitabında, Reşidü-d-din Fazlullah Malazgirt zaferini şu ifadeler bizlere aktarır: “”Malazgirt Savaşı başlamadan iki gün önce, Çarşamba günü, Sultan Alp Arslan bir tepeye çıktı ve Ermanos’un(II. Basil) ordugahını (Leşkergah) kendi gözüyle gördü. “Bu büyük taife-i cafiyye’ye karşı muharebe ve müdafaa yapmamız nasıl mümkün olabilir” diyerek endişesini dile getirdi. O esnada yanında bulunan Melik Muhammed Danişmend başını öne eğip “ Bu kulun aklına, Müslümanlık’a uygun bir düşünce gelmiştir. Eğer izniniz olursa arz edeyim” demiştir. Sultan’ın iznini aldıktan sonra ise “Bugün çarşambadır. Saadete geri dönüp bugün ve yarın silahlarımızı hazırlayalım. Elbiselermizi temizleyelim. Zemzem suyuyla yıkanmış kefenlerimizi boyunlarımıza asalım. Cuma sabahı ‘Hayy’al el- Felah’ sedasıyla Haşem-i Mansur’la birlikte harp meydanına gelelim. Hatibler Cuma hutbesinde ‘Allah’ım Düşman üzerine hücum eden Müslüman askerlere yardım et!’ dedikleri zaman, tam bir ihlasla tekbir getirelim ve küffar-ı fecar’a hamle yapalım. Şehadet mutluluğuna erersek “Bu ne güzel sevab ve ne güzel lütuftur. Eğer muzaffer ve mansur olursak da ‘işte bu asıl büyük kurtuluştur, başarıdır.” İfadelerini sarf etmiştir. Bütün emirler gayret-i dine sahip olduklarından ve Danişmend Muhammed’in içten düşüncesine itimad ettiklerinden, ifadelerini tasdik etmiş ve Saadete geri dönmüşlerdir. Cuma günü sabahı, sabah namazının ezanını okuyan müezzin “Hayy’al el- Felah” sedasıyla seslendi. Gezegen ve yıldızların mühürleri olan semanın tavlacıları, gökyüzünün civa renkli mavi satranç tahtası üzerine kırmızı kumaşlar serdiler. Sultan ve ümera, farz ve sünnet namazlarını kılıp dua ve zikirleri okuduktan sonra düşmanla savaşmak üzere hareket ettiler. Allah'ın sırt çevirip zelil kıldığı düşman her yana dağılmış pervaneler(böcek) gibi dağılmış, çekirgeler gibi kum ve karınca adedince gelip çarpışmak üzere Sultan'ın karşısına dikildiler. Vaad edilen vakit gelince leşker-i İslam hep bir ağızdan tekbir sesleri ile ortaya çıktılar ve te’yid-i ilahi ve dil-i kavi ile düşman ordusunun merkezine Hücum ettiler. Demir bir bağdan daha sağlam olan düşman saflarını “etrafa saçılmış renkli yünler” gibi dağıttılar. Şaşkın ve talihsiz düşmanın başına toprak serptiler; birçok kefere-i fecereyi cehenneme yolladılar. “Böylece zulmeden topluluğun kökü kurutuldu. Hamd, alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Nice değerli ganimet ve para, çeşit çeşit berde/köle ve hayvan, Müslüman’ların eline geçti. Öyle ki debir-i feleğin katibi, bunları yazmaktan acze düştü. Malazgirt Tesadüftür ki kaza ve kader, 'Arız'ın reddettiği (orduya almak istemediği) Rumi gulam'a muvafakat edip izin verdi. Kayser Ermanos, bir arabanın (gerdün) altına kaçıp saklanmış idi. Gulam onu buldu ve tanıdı. Mahdumun/hizmet edilenin sevgi göstermesi, kulluğu ortaya çıkardığından (gulam) ağlayıp inlemeye başladı. Kayser “Ağlayıp inlemek vakti değil, çare aramak ve bela kapanından (dam-ı bela) kaçmak vakti dir." dedi. Gulam "Eğer seni kurtaracak, izzet ve padişahlığına ulaştıracak çareyi bulursam, bu iyiliğin mükafatı (olarak) ne buyurursun?” Dedi. Ermanos, Hıristiyan dininin tesbihi dile getirdi ve “Hangi şehri seçer ve ona parmağınla işaret edersen onu senin önüne sererim. Senin eman eteğini, zamanın kesesi gibi her türlü iyilikle doldururum. Mülk’ümde yer ve ortaklık veririm.” Dedi. Gülam yeri öptü ve “Cihan gelini, gece gibi kara çarşafı giyip zifiri karanlığın ziyneti olan parlak yıldızlarla süslenene dek sabretmek gerekir. Bu sırada ben rüzgar gibi igden, fırtına gibi koşan iki at hazır ederim. Sabah olunca sürer, memalik-i Rum hududuna ulaşırız” dedi. Gulam hemen bargah-ı padişah'a koştu. Yer öpüp Kayser'in durumunu arz etti. Alp Arslan muzaffer askerlerden Casakir-i mansur bir bölüğün gulam ile gitmelerini ve Kayser'i getirmelerini emretti. Onu Sultan Alp Arslan’ın huzuruna getirdiklerinde, zatı temiz ve saygıdeğer bir Sultan olduğundan, Melik-i Rum'u karşılayıp gönlünü aldı. Kendisiyle birlikte tahta oturtup özürler diledi ve onun hatırını teskin için gönül okşayıcı hoş sözler söyledi. Ondan sonra sofra kuruldu meclis-i işret ve bezm-i nusret hazırlandı. Altın külahlı gümüş bacaklı sakiler, ferahlatıcı kadehleri dolaştırdılar. Onlar tasları bırakınca mutriban, güzel şarkılarını, çeng'in hoş namelerini ve müziği (saz) başlattılar. Bülbül gibi şakıdılar. Irak ve Isfahan nağmelerini, perde-i neva'da avaz-ı berbet'le çaldılar. Şarab-ı erguvani (içip) erganun dinlediler. Neşe veren şarabın dimağları ısıttığı sırada, korku uyandıran haya örtüsü, çehre-i mükalemetten düştü. Sultan Alp Arslan Kayser'e "Eğer zafer bu şekilde benim değil de senin olsaydı, bana ne yapardın?' diye sordu. Kötülüklerin anasının sebep olduğu hiddet, Melik'e tesir edip edeb sarığı aklının elinden gittiğiden “seni hemen idam ettirirdim” dedi. Sultan "Şüphesiz kalbinde gizlediğin şey, senin başına geldi. Şimdi sana ne yapacağımı düşünüyorsun?' dedi. Kayser "Ya öldürürsün ya da bilad-ı İslam etrafında teşhir edeceksin.” Diye cevab verdi. (Bunun üzerine) Sultan "Ama ben, senin karşında bana zafer veren; feth ve nusret ikram eden Hak Te'ala'ya şükür olarak, sana, bana yakişanı yapacağım." dedi. Malazgirt Meclis son bulunca mest olanlar yatak odalarına (şebistan) gittiler. Sultan, görevlilerden birkaç kişinin ihtiyat olarak Kayser'in yanında bulunmasını emretti ve "Onunla yumuşak lisan ile konuşmalarını ve ona iyi muamelede bulunup hizmet etmelerini" buyurdu. Sultan bu şekilde onu birkaç gün meclisinde hazır bulundurdu. Bir gün Kayser sarhoş halde iken üzgün ve yorgun bir şekilde Sultan'a "Eğer padişah isen bağişla; kasap isen öldür; tüccar isen sat." dedi. Sultan onun kulağına iki küpe (halka) takıp canını bağışladı ve "Gönül hoşluğuyla kendi memleketine git' diye buyurdu. Kayser, hazane-i hass'a her gün bin dinar göndermeyi, bu cizye'yi her sene iki defada ödemeyi; ihtiyaç halinde veya yardım istendiğinde yardım kuvveti olarak on bin iyi savaşan süvari yollamayı ve Rum'da esir bulunan bütün Müslümanlan azad etmeyi kabul etti. Sultan ona eksiksiz teşrif/hilat ile altın nallı bir yedek at ile yakut, zebercet, altın ve gümüş işlemeli bir koşum takımı verdi. Onun bütün yardımcılarına da aynı şekilde hediyeler verilmesini emretti ve veda töreni sırasında bir müddet onunla birlikte at sürme cömertliğini gösterdi.”” Malazgirt ovasıyla alakalı çok daha fazla detay veren bir diğer kaynak olan Osman Turan’ın Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti kitabına müracaat ediyor ve sizlere Malazgirt’in tafsilatını ulaştırıyoruz: “”Sultan Alp Arslan, yanında bulunan 15 bin kişilik hassa ordusuna Afşın’ın askerlerini, Mervani Emiri Nizamüd-din’in askerlerini ve mahalli gönüllülerden oluşan 10 bin kişilik bir Müslüman ve Kürt askerlerini de ilave etmiştir. Anadolu’da gaza yapan başka Türkmenlerin de savaşa katıldıklarını tahmin etmek mümkündür. Bununla beraber sultanın askerlerini toplamaya fırsat bulamadan muharebeyi az bir kuvvet ile kabul ettiğine dair kaynakların ittifakı bir şüphe uyandırmamaktadır. Nitekim savaş zamanında ve yakınında yaşayan bir Ermeni yazarın, hepsinden daha itimada şayan olarak, "sultana âit diğer kuvvetlerin birleşmesi mümkün olmadığından” ifadesi her türlü tereddütü gidermektedir. Bu durumda Selçukluların 50 bin civarında olduğuna ve Bizanslıların da 200 bin’den aşağı bulunmadığına hükmetmek yerinde olur. Alp Arslan Türk üssü bulunan Ahlat’a vardığı zaman Tarkhaniotes ve Ursel kumandasındaki Bizans öncü kuvvetleri de bu şehre doğru ilerliyordu. Anadolu gazalarında çok şöhret kazanan ve Ahlat’a dönmüş bulunan Sanduk kumandasındaki Selçuk öncüleri bunları baskına uğrattı; onlar Malatya istikametinde kaçtılar; önlerinde götürdükleri büyük bir hac ele geçirildi ve halifeye iletilmek maksadı ile Hemedan’a Nizamül-mülk’e gönderildi. Sultan ın henüz gelmemiş olduğunu sanan imparator keyfiyeti öğrenmek istedi ve Ermeni kumandan Basil (Basilakis) bunların Ahlat garnizonuna ait Türk askerleri olduğunu söyledi ve bir kıt’a asker ile onlar üzerine yürüdü. Fakat bu kıt’a tamamiyle imha ve esir edildiğinden imparatora haber verecek bir kimse kurtulamadı. Romanos Diogenes Malazgirt’i tahrip ve halkın bir kısmını katlederken Alp Arslan da Ahlat’tan yukarı ilerliyor ve iki ordu uzaktan birbirini seyrediyordu. Kaynakların kayıtlarına göre iki ordu Malazgirt - Ahlat arasında Rahva ovasında, Murat suyunun bir kolu üzerinde, taabiye eyliyordu. İmparatorun sağ kanadında Aliates, sol kanadında da Bryennios kumanda ediyordu. Alp Arslan ’ın yanında Sav-tekin, Afşin, Gevher-Ayin, Tarang (İbn al-Adim’de Tarankoğlu), Sanduk, Samuk veya Saltuk ve Ay-tekin bulunuyordu . Afşin ile birlikte bu devir gazalarında şöhret kazanan Ahmed- şah, Dilmaç oğlu Mehmed, Tutu oğlu (sanıldığı gibi Davdav değil)’nun da savaşta bulunduğunu tahmin etmek mümkündür. Muahhar kaynaklar, Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’da fetihler yapan ve devlet kuran, Kutalmış oğlu Süleyman, Artuk, Ahmed Danişmend, Mengucik, Saltuk, Çavlı ve Porsuk’un da savaşta bulunduğuna dair rivayetlerini teyit etmek zordur. Hatta Süleyman’ın oğulları ile mühim bir rol oynadığı kaydı da vardır. Fakat bunlar arasında Kutalmış oğulları müstesna diğer beylerin ve Artuk’un savaşta bulunması iktiza eder. İki ordu arasında kuvvet farkı muazzam olmakla beraber Bizans ordusu din, milliyet ve mefkure bakımından cok ahenksiz ve hatta birbirine düşman unsurlardan terekküp ediyordu. Nitekim daha ilk çarpışmada Tarkha-niotes’in kaçmış olması ve bunun üzerine şüpheye düşen imparatorun kumandanlarından sadakat yemini alarak onları tekrar valilik vaatleri ile tutmaya çalışması da bu durum ile ilgili idi. Buna mukabil Selçuklu ordusu çok mütecanis, başlarında büyük zaferler kazanmış genç ve kudretli bir sultan ile tecrübeli kumandanlara sahip idi. Hepsi Türk İslâm mefkûresi uğrunda birleşmiş ve mağlubiyet halinde akıbetin büyük tehlikeler ile dolu olduğunu kavramış askerler idi. Buna rağmen azim kuvvet farkı dolayısı ile sultan ve askerler yine de endişededir. Bu sebeple şehitliği göze alan Alp Arslan kendisinden sonra Melik-şah için ordusundan sadakat istemiş; payitahtı ve devletin istikbali için Nizamül-mülk’ü göndermiş ve tedbirler aldırtmıştır. Bu endişe dolayısı ile sultan halifenin elçisi İbn Muhalleban ile birlikte Savtekin’i imparatora göndererek sulh teklifinde bulunmuştur. Bu sulh teşebbüsü münasebeti ile vuku bulan müzakerelere dair kayıtlar çok mühimdir. Gercekten, bazı sadakatsizlik belirtilerine rağmen, kuvvetine mağrur olan imparator sultanın elçilerine kaba bir muamele yaparak sulh tekliflerini reddetti. Sultan teklifinde daimi bir barış ve iki devlet arasında dostluk kurulmasını ileri sürüyordu. Bu teşebbüsle sultanın düşmanın durumunu öğrenmek istediği ve elçilerden bu hususta faydalanmağa çalıştığı rivayeti de vardır. İmparator teklifi kaba bir muamele ile reddederken elçilere sultanın nerede teslim olacağını ve derhal çadırlarını sokup uzaklaşmasını söylemekte ve İslam kaynakları da daha ilgi çekici tafsilat vermektedir. Filhakika İmparator; “İsfahan mı daha güzeldir, Hemedan mı, bana ondan haber verin” diye sorar, İbn Muhalleban “İsfahan” cevabını verir. İmparator: “Hemedan’ın soğuk olduğunu öğrendik. Biz İsfahan’da ve hayvanlarımız da Hemedan’da kışlar” ifadesi ile hayal ve gururunu tekrar açığa vurur. Türk elçisi de artık dayanamayarak: "Hayvanlarınız orada kışlar; ama sizin nerede kışlayacağınızı bilemem" tarzında çok ciddi ve manalı bir mukabelede bulunur. Görüşmelerin bu mahiyeti hakkında da müslüman ve hıristiyan kaynaklarında tam bir mutabakat vardır. Mathieu’ye göre Bizans ordusundan sultana mektuplar yazılmış; ‘‘korkma, ordunun büyük bir kısmı seninle beraberdir" haberleri bildirilmiş ve sultan da bu durumu öğrenmek için elçileri göndermiştir. Bir Bizans kaynağı elçilerin gelişinden önce, “Uz (Oğuz)lar’ın da Türklere (yani Selcuklulara)bir işaret” yolladığını ve bu hâdisenin imparatora haber verildiğini kaydeder. Hadise Şamani Türklerin soydaşlarına katılmaları ile gerçekleşmiş ve milli duygular kendini göstermiştir. Bu şüphe üzerinedir ki, Diogenes yanında bulunan El-basan’ı (Khrisoskül) aynı endişe ile İstanbul’a göndermek lüzumunu duymuştur ki, onu ilk Selçuklu sultanı Süleyman-şah zamanında ve onunla temas halinde bir defa daha göreceğiz. Bizans ordusunda Rumlara tam düşman durumunda bulunan Ermenilerden başka Bizans kumandanları arasında bulunan rekabet ve münaferetler de bu ordunun zaafları arasında idi. Bizans yazarları zekası ve enerjisi yüksek olan imparatorun etrafında bulunan hayin ve dalkavukların te’sirine kapıldığını da belirtirler. Bu duruma rağmen Diogenes elçileri kaba bir şekilde geri gönderilip teklifleri reddederken yine de zaferden emin bulunuyordu. Alp Arslan red cevabını, 24 Ağustos 1071 çarşamba günü, alınca çok üzüldü ve mukadder çarpışma için hazırlıklarını ikmale girişti. Sultanın imamı Buharalı Muhammed b. Abd ul-melik: “Ey sultan! Sen Allah’ın başka dinlere zafer vaadeylediği İslâmiyet uğrunda cihâd yapıyorsun; bütün müslümanlar minberlerde sana dua yaptığı cuma günü savaşa giriş. Ben, Tanrının zaferi senin adına yazdığına inanıyorum” deyip bir keramet müjdesi ile Alp Arslan ’ın maneviyatını yükseltti. İslam dünyasının kaderi ile ilgili bir meydan muharebesi için halife de, bütün İslam ülkeleri camilerinde okunmak üzere, şu dua metnini her tarafa gönderdi: “Allahım! İslâmın sancaklarını yükselt ve hayatlarını sana kulluk için esirgemeyen mücâhidlerini yalnız bırakma; Alp Arslan’ı düşmanlarına muzaffer kıl ve askerlerini meleklerin ile teyid eyle; zîra o senin rızanı kazanmak için varını, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor; o senin yolunda ve dininin üstünlüğü için nasıl cihâd ediyor ise sen de onu böylece koru; düşmanlarını kahret!” Halka hitap eden kısmında da: “Ey müslümanlar! Temiz bir kalb ile sultana dua ediniz; küfrün kökünü kazımak ve İslamın bayraklarını yüceltmek için yalvarınız” diyord u. Bütün İslam dünyasında okunan ve yükselen bu duanın da Selçuklu ordusunu ne derece şevklendirdiği tahmin edilebilir. Alp Arslan’ın yaptıkları da bu manevi havayı kuvvetlendirmekte son dereceyi buluyordu. Filhakika o, çarşamba günü red cevabını alınca ordusunu pusu (kemin)lara yerleştirdi; bütün tabiye tedbirlerini aldı ve düşmanı tarassuda girişti. Perşembe günü cuma sabahına kadar tek bir sesleri, davul, boru, haykırma v.s. gürültüleri ve ok yağmuru ile Bizans askerleri uykusuzluk, korku ve şaşkınlık içinde bırakıldı. Henüz ciddi bir çarpışma olmamıştı. Alp Arslan cuma günü askerlerini topladı; atından inerek secdeye vardı: “Ya Rabbî! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ey Tanrım! niyetim hâlistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” sözleri ile derin imanının gereğini yaparak başını yerden kaldırdı. Sonra da beylerine ve askerlerine bu inanç ve kahramanlığın yüceliğini gösteren şu hitabede bulundu: “Burada Allah’dan başka bir sultan yoktur; emir ve kader tamâmıyle onun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte savaşmakta, veya savaşmamak için uzaklaşmakta serbestsiniz” dedi. Bu imanlı ve heyecanlı sözlerden sonra bütün askerler “Asla emrinden ayrılmayacağız” cevabını verince hep birlikte ağlaştılar ve muharebenin akıbetinden endişeli oldukları için de, son ayrılış olması ihtimali ile vedalaştılar. Sultan beyazlar giydi, atının kulanlarını sıktı ve eski bir şamani adetine göre de atının kuyruğunu bağladı. Elindeki ok ve yayını bırakıp kılıç ve topuz (debbûs, Er kılıcı)unu aldı. Bütün askerleri de aynı şeyi yapıp kader gününe hazırlandılar. Atına binen bu büyük ve kahraman sultan şu son vasiyet- hitabede bulundu: “Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman rûhum göklere çıkacaktır. Melik-şâh’ı yerime tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak önümüzde çok hayırlı günler olacaktır”. Böylece maddi-manevi hazırlıktan sonra artık muharebe başlıyor; Türkler Allah ve tek bir sesleri, kos ve boru gürültüleri ve haykırmalar ile harekete geçiyor ve düşmanı hücuma kışkırtıyorlardı. Gerçekten de kuvvet azlığı dolayısı ile hücumun düşman tarafından yapılması tahrik edilecek ve ilerlediği takdirde Tarank’ın kumandasında pusulara yerleştirilen mühim bir kuvvet arkadan saldırarak Bizans ordusu şaşkına çevrilecek idi. Nitekim at kuyruğu bağlama an’anesini Kaşgarlı ve Dede Korkut da kaydeder. (s. 63, 64). İmparator da bir kaç gün pusuda sessiz ve hareketsiz kalan Türk ordusunun bu tahrik hücumları karşısında ordusunu harekete geçiriyordu. Diogenes de hazırlanırken, çadır-kilisede, papazların idare ettiği bir dini ayinde ve duada bulunduktan sonra Bizans-ordusu çan sesleri ile hücuma gecti. Böylece iki tarafın gürültüleri ve toz birbirine karışarak tarihin büyük bir dönüm savaşı veya meydan muharebesi başlamıştı. Türkler burada da tatbik ettikleri eski taktiklerine göre sahte bir hücumdan sonra çekilirken düşman ilerlemekte idi. Selçuklular kuvvet azlığını bu taktik ile gideriyor; saf halinde muharebeye yanaşmıyor ve bunda muvaffak oluyorlardı. Filhakika Rumlar ilerleyince pusularda bulunan Türk kıt'aları arkadan ani bir saldırışa geçerek düşmanı birden şaşkınlığa uğrattılar. Tam bu sırada idi ki kanadların uçlarında bulunan Uz (Oğuz) ve Peçenek süvarileri, evvelce bildirdikleri ve kararlaştırdıkları üzere, müslüman ırkdaşlarının safına geçtiler. Bu hadise Bizanslıları büsbütün şaşırttı ve cesaretlerini kırdı. Bu Şamani Oğuzların reisi Tamış adlı bir bey olup büyük hizmetini yaptı. Ermeni kaynaklarının, açıkca itiraftan sakınmalarına rağmen, çağdaş bir müellifin imparatorun bu esnada “sebepsiz yere Ermeni askerlerine ve milletine öfkelendi” ibaresi onların da, daha önce olduğu gibi, savaş zamanında da kaçtıklarına delalet ediyor. Nitekim tarafsız bir müellif olan Süryani Mihael Bizanslıların “bozuk mezheplerini kabule zorladıkları Ermeniler muharebede sırtını çevirerek kaçtılar” ifadesi ile bu durumu te’yid etmiştir. Bu süretle imparator ordusunun dağılmakta ve Türklerin de şevkle ve sür’atle saldırmakta olduğunu görüyordu. O, ilk bozguna uğrayan sağ kanada sol kanaddan yardım yetiştirmeğe çalışıyordu. Yedek kuvvetlerin kumandanı prens Andronikos Dukas da imparatorun öldüğünü ilan ederek muharebe sahasından uzaklaştı. Alp Arslan bizzat muharebeyi idare ediyor; birlikleri yokluyor ve hatta bazan da çarpışmalara katılıyordu. Bu atılganlıktan endişe eden Ay-tekin, sultanın önünde yer öperek, ondan “İslamlara acımasını ve vücudunu korumasını” niyaz ediyordu. Bu şaşkınlık içinde imparatorun, karargahına ve hazinelerine doğru çekilmeğe başlaması ise tam bir dağılışa sebep oldu. Bununla beraber imparator bizzat kahramanca döğüşmekten de sakınmadı; kılıcını kullandı. Fakat nihayet öğle vakti başlayan meydan muharebesinin akıbeti akşamleyin belli olmuştu. İmparator ve kumandanları esir edildi. Geceleyin devam etmesine rağmen de savaş bitmiş; esir, ölü ve firari olarak sabahleyin artık bir Bizans ordusu kalmamıştı. Alp Arslan’a imparatorun da esir edildiği haber verildiği zaman o buna inanmıyordu. Bizans’a giden elçi hey’etinde bulunanlar tarafından tanınmış olmasına rağmen tereddüt devam ediyor; hakkında türlü hikayeler nakledilen Sa’d üd-din Gevher Ayin’in kölelerinden Sadi tarafından yakalanmış bulunuyordu. Fakat esir Rum generallerinin ve hususiyle öncüler ile birlikte ve ilk defa esir edilen Basilakis’in gösterdiği tazim şüpheleri gidermişti. Alp Arslan’ın imparatora çok alicenaplıkla muamele ettiğinde İslam ve hıristiyan kaynakları tam bir ittifak halindedir. Filhakika Romanos Diogenes huzura getirildiği zaman sultan onu kucaklamış ve: “İmparator! müteessir olmayınız; insanların maceraları böyledir. Size esir değil büyük bir hükümdar muamelesi yapacağım” sözleri ile onu teselli etmiştir. Sultan imparatora hususi bir çadır kurdurdu; hizmetçiler verdi ve onu şerefli bir misafir gibi ağırladı. Sultan, imparator'a El-basan’ın teslimi ve barış tekliflerini reddi sebeplerini sorunca o da: “Ey Sultan! senin memleketlerini almak için çok para harcadım; türlü ırklardan asker topladım; zafer mümkün olmadı; kendim ve memleketim esir oldu. Kader böyle imiş; şimdi isnatlarını bırak ve istediğini yap” diye vekarlı bir cevap verdi. Sultan: “ben bu duruma düşse idim sen ne yapardın’’ sualine de: "düşmana yapılması gerekeni yapardım” cevabını alınca Alp Arslan samimi ve vekarlı davrandığından dolayı onu takdir etti: “Şimdi sana ne yapacağımı sanıyorsun” sualini tevcih etti. Üç ihtimali varid gören imparator şöyle mukabele etti: “Beni öldürebilirsin; bu kasap işidir. Zaferini göstermek üzere beni şehirlerinde dolaştırır ve satarsın; bu da sarraf işidir. Üçüncü ihtimali söylemek ise, bir hayal veya delilik olur” dedi. Alp Arslan bunu öğrenmek için İsrar edince o da: “beni tahtıma iade edersin; sana dost kalır, yıllık vergi öder ve senin naib(patrician)in olurum. Çağırdığın zaman askerlerim ile gelir, hizmet ederim. Beni öldürmekten sana bir fayda yoktur. Aksine yerime başkasını imparator yaparlar; o da sana düşman olur” dedi ve bu hale muharebe ile değil kumandanlarının hiyaneti ile düştüğünü anlattı. Sultan bunun üzerine: “Ben Allah’a, muzaffer olursam, sana iyi muamele yapacağımı ahdetmiştim. Allah iyilik düşünenlerin arzularını yapar. Bu sebeple benden göreceğiniz muamele bu üçüncü şıktan başkası olmayacaktır” diyerek büyüklüğünü ve asaletini gösterdi. Bu esir misafirini günlerce ağırlayıp teselli etti. Nihayet eski Türk usulüne göre: “kanları ile kardeş olduklarına delalet eden bir muahede imzaladılar. Bazı musahhar kaynaklarda sultanın imamının esir imparatora, sembolik manada, bir sille vurduğu, sultanın bundan müteessir olması üzerine imamın bunu “küfrü tezlil için” yaptığını söylediği, buna mukabil de Alp Arslan’ın “Bir kavmin büyüğüne, zelil olduğu zaman merhamet ediniz” ata sözü ile cevap verdiği rivayeti vardır. Sultan ile imparator arasında yapılan muahede-namenin mahiyeti ve maddeleri bize çok dağınık ve kifayetsiz bir şekilde intikal etmiştir. Bununla beraber imparatorun fidyesi için 100.000, Bizans’ın dayıllık haraç olarak 360.000 dinar ödemeyi, evvelce İslamlara ait bulunan Antakya, Urfa, Membic, Ahlat ve Malazgirt beldelerinin Selçuklulara terkini, İslam esirlerinin iadesini, talep halinde askeri kuvvet göndermeyi ve kızını da sultanın oğluna vermeyi taahhüt eylediği şüphe götürmez. Aristakes’in fetih edilen yerlerin Türkler elinde kalacağına dair ifadesi bütün şarki Anadolu’yu şümulüne almaktadır, ki esasen “eskiden İslamlara ait madde” de bu manaya gelmekte ve Toros dağları-Malatya ve Erzurum hattı ötesini içine almaktadır. Bu muahede Bizans’ı tamamiyle Selçuklulara tabi bir ülke haline getiriyordu. Nitekim yıllık vergi ve askeri yardım hizmeti yanında imparatora giydirilen hil’atler de tamamiyle tabiiyeti ifade ediyordu. Gerçekten Zonaras, Diogenes’e “barbarlara mahsus bir elbise (hil’at) giydirildi.” demekle bunu gösterir, İslam kaynakları ise tafsilat vererek imparatora kabâ (kaftan) ve kalansuva(kulah) giydirildiğine, hususiyle uz erinde kelime-i şahadet bulunan bir sancak verildiğine dair kayıtları bunu daha iyi bir şekilde aydınlatmıştır. Bununla beraber Bizans kaynakları yine de bu muahedenin haysiyet kırıcı olmadığını ve sultanın imparatoru şerefi ile mutenasip bir şekilde yolcu ettiğini yazıyorlar, ki bu husus doğru olmakla Bizans imparatorunun tam bir tabiiyeti kabul ettiği aşikardır. Bu hakikati kabul etmelerine rağmen nasıl hala böyle bir devlete böyle bir millete barbar diyebilirler aklımız da alıyor değil. Sebebi, Bizans müelliflerine mahsus manasız bir gurur ve te’vilin burada da meydana çıkması olabilir. Gerçekten Alp Arslan, imparatoru iki Türk beyi kumandasında bir kıt’a asker ile yola korken kendisini - bizzat bir fersah mesafeye kadar goturmuş; ona 10.000 dinar da yol harclığı vermiştir. İmparator Türk askerlerinin himayesinde Erzurum yolu ile hareket etti. Muahede-namenin bize çok eksik olarak intikal ettiğine dair en iyi bir delil de, şüphesiz, El-basan’ın teslimine ait bir kaydın mevcut olmamasıdır. Malazgirt zaferi Türk, İslam, Bizans ve hatta dünya tarihinde, doğurduğu çok şümullü ve devamlı neticeleri itibarı ile, büyük dönüm noktalarından birini teşkil eder. Bu meydan muharebesi ve zaferin mustesna bir ehemmiyet taşıdığı zamanında da anlaşılmış ve bu sebep ile İslam dünyasında büyük bir bayram sevinci yaratmış; şenlikler yapılmıştır. Alp Arslan, başta halife olmak üzere, her tarafa fetih-nameler göndererek müjde haberini vermiştir. Halifeye gönderilen fetih-nâme 12 Eylül 1071 (13 Zilkade 463) günü Ka’im b i’Emrillah tarafından sarayda toplanan bütün devlet erkanı ve büyükler önünde merasim ile okutulmuş ve tebrikler yapılmıştır. Bağdad şehri görülmemiş bir şekilde süslendi; zafer takları kuruldu; çalgılar çalınarak halk sokaklara dokuldu. Böylece tarihte ilk defa bir Bizans imparatorunun esareti ile neticelenen bu muhteşem zafer ehemmiyeti ile mutenasip olarak tes’id edildi; bayram ve şenlikler yapıldı. Alp Arslan Hemedan’a dönünce başta halifenin elçisi ve mektubu olmak üzere birçok hükümdarların gönderdiği elçi, tebrik ve hediyeleri kabul etti. İslamın zuhurundan beri böyle bir zaferin kazanılmadığı kanaati belirtilirken bu hususiyeti dolayısı ile, Hazreti Ömer zamanında Bizanslılara ve Sasanilere karşı kazanılan Yermuk ve Kadisiye gibi büyük zaferler de hesaba katılmıştır. Bu sebeple devrin şairleri Alp Arslan’ı tebrik ve metheden kasideler yazmışlardır. Bu zaferler nasıl Anadolu’nun Türklere açılmasına ve yeni bir yurt sahibi olmalarına sebep olmuş ise, bundan takriben bir asır sonra, 1176’da, II. Kılıç Arslan ’ın imparator Manuel Komnenos’u buna benzer bir bozguna uğratması ve esir alacak bir duruma getirmesi de öylece Türklerin Anadolu’da artık bir vatan kurduklarına ve Bizanslıların da bu ülkeye tekrar sahip olma hayallerine ebediyen veda etmelerine delalet ediyordu.”” Son Olarak Bonus Bir Bilgilendirmede bulunmak istiyoruz ki o da şudur: Malazgirt Zaferinin ardından, alınan ilk toprakların başında Konya’nın geldiğini görüyoruz. Bunun sebebini ancak Ahmet DAVUTOĞLU hocamızın kitabını okuduktan sonra anlayabildik. Ahmet DAVUTOĞLU bu hadiseyi şöyle ifade etmektedir: “Maveraünnehir ve İran üzerinden Anadolu’ya yansıyan ve kendi doğal seyriyle yeni bir şehir kültürü oluşturan aktarımın merkez şehri hiç şüphesiz Konya’dır. Konya, her şeyden önce, yeni vatan Anadolu’da coğrafi anlamda merkezi bir konuma sahiptir. İnsanlık tarihin ilk yerleşik hayatının kurulduğu Çatalhöyük’ü de bünyesinde barındıran böylesi bir mekanın binlerce yıl sonra tekrar bir medeniyet harmanlanmasına merkezlik etmesi, şehir kültürünün dayandığı kadim geçmişteki sürekliliğin belki de en çarpıcı yansımalarından birini oluşturmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, böylesi bir şehrin fevc fevc Anadolu’ya gelen insan unsurlarına öncülük eden Selçuklular tarafından başkent olarak seçilmesi, hem güçlü bir mekan idrakını hem içkin bir devlet geleneğinin hem de tarihi bir tecellinin ürünüdür.”  DAVUTOĞLU, Ahmed, Medeniyetler ve Şehirler, İstanbul 2016 sayfa, 112 Aynı zamanda Ahmet DAVUTOĞLU Bey’in “güçlü bir mekan idrakını hem içkin bir devlet geleneğinin hem de tarihi bir tecellinin ürünü…” diye ifade ettiği bu kadim zihniyet, aynı zamanda mensubu olduğu kültürünü de Batı’ya taşıyor ve temellendiriyordu. Ahmet DAVUTOĞLU Bey bu hakikati ise şöyle ifade etmiştir: “Selçuklu-Osmanlı tarihi sürekliliği içinde önce Anadolu’ya aktarılan ve burada kökleştikten ve kendi formunu ürettikten sonra Rumeli’ye taşınan bu şehir kültürü, aslında bir anlamda Büyük İskender döneminde Avrasya boyunca Makedonya-Horasan hatında, Batı-Doğu istikametinde yaşanan harmanlanmanın, yaklaşık 15 asır sonra Doğu-Batı istikametinde daha da derinleşmiş ve tevhid inancıyla bezenmiş bir ihya şeklinde yeniden yaşanmasıdır.”  DAVUTOĞLU, Ahmed, Medeniyetler ve Şehirler, İstanbul 2016 sayfa 112 Allah istifademizi arttırsın inşallah… -ESER YAZILIRKEN İSTİFADE EDİLEN KAYNAKLAR- 1. SEVİM, Ali, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi(Başlangıçtan 1086’ya kadar) 2. KAFESOĞLU, İbrahim, Selçuklu Tarihi 3. TURAN, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti 4. FAZLULLAH, Reşidü’d-din, Cami’ü-t Tevarih Selçuklu Devleti 5. DİA, Alp Arslan Maddesi 6. DİA, Selçuklular Maddesi 7. DİA, Çağrı Bey Maddesi 8. DİA, Kutalmış Maddesi 9. DİA, Tuğrul Bey Maddesi 10. DİA, Abbasiler Maddesi 11. Derin Tarih Dergisi, Sayı 15 12. Derin Tarih Dergisi, Sayı 23 13. Derin Tarih Dergisi, Sayı 26 14. Derin Tarih Dergisi, Sayı 40 [1] İbn-ül Esir’in ifade ettiği tarihtir. [2] Derin Tarih sayı 23 sayfa 85 Muharrem KESİK

Ebû Dâvûd

Ebu Davud es-Sicistâni (Arapça: أبو داود سليمان بن الأشعث الأزدي السجستاني "Ebu Davud Süleyman ibn'el Eş'as el-Ezedi es-Sicistani") (d. 202H/817M - ö. 275H/889M), Kütüb-i sitte'den biri olan ve Sünen-i Ebu Davud olarak anılan eserin müellifi, muhaddis.[1]

Horasan bölgesinin, bugün İran ile Afganistan arasında kalan bir şehri olan Sicistan'da doğdu.[2] Tahsiline burada başladı. On sekiz yaşından itibaren ilim öğrenmek maksadıyla Bağdat, Basra, Mekke, Kûfe, Humus, Belh, Şam ve diğer birçok şehirde bulundu. İbn Hacer, Ebu Davud'un 300 kadar hocadan ders aldığını nakleder. 21 Şubat 889 tarihinde Basra’da öldü.

Kaynakça[değiştir

(Ebu Şüca Muhammed bin Davud kimdir?) Kim Milyoner Olmak İster 23 Ekim Soru Cevabı Nedir? Kim Milyoner Olmak İster 200 Bin TL'lik soru!

ATV ekranlarında yayınlanan Kim Milyoner Olmak İster? yeni sezonda yeni bölümü ile ekranlara geliyor. Kenan İmirzalıoğlu'nun sunumu ile yayınlanan yarışmada yarışmacıya sorusu soruldu. Kim Milyoner Olmak İster? Kim Milyoner Olmak İster 200 Bin TL'lik soru! Ebu Şüca Muhammed bin Davud kimdir?

(Ebu Şüca Muhammed bin Davud kimdir?) Kim Milyoner Olmak İster 23 Ekim Soru Cevabı Nedir? Kim Milyoner Olmak İster 200 Bin TL'lik soru!

KİM MİLYONER OLMAK İSTER 23 EKİM PAZAR 200 BİN LİRALIK SORUSU

Ebu Şüca Muhammed bin Davud kimdir?

A-) Timur

B-) Alparslan

C-) Selahaddin Eyyubi

D-) Cengiz Han

Doğru Cevap : B şıkkı

EBU ŞÜCA MUHAMMED BİN DAVUD KİMDİR?

Alp Arslan, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun ikinci sultanı olan ve Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya gelişlerini ve mücadelesini yöneten askeri komutan ve hükümdardır. Doğum adı Muhammed bin Davud Çağrı'dır. 1071 yılında Bizans İmparatorluğu hükümdarı Romen Diyojen ile yaptığı Malazgirt Muharebesi'ndeki başarısından dolayı tanınmaktadır.

GündemMagazinHaberler

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.