edebiyat ı cedide ne demek / edebiyatı cedide - Nedir Ne Demek

Edebiyat I Cedide Ne Demek

edebiyat ı cedide ne demek

Edebiyatı Cedide ne demek?

Türkçe sözlüklerde "Edebiyatı Cedide" ifadesini detaylı bir şekilde araştırdık

Kısaca "Edebiyatı Cedide" ne demek?

  1. &#; tarihleri arasında Avrupa te&#;siri ile meydana gelen edebiyat cereyanına verilen isim. Yeni edebiyat. Servet-i Fünun Edebiyatına verilen ad. (Osmanlıca&#;da yazılışı: edebiyat-ı cedide)

Edebiyatı Cedide nedir? İlişkili sözcükler

  • Tekke Edebiyatı: Tasavvuf fikirlerini halka telkin etmek için tarikatlı şairlerin halk edebiyatı içinde meydana getirdikleri özel bir edebiyat. devamı
  • çocuk Edebiyatı: Usta yazarlarca özellikle çocuklar için yazılmış olan ve üstün sanat nitelikleri taşıyan yapıtlardan oluşan edebiyat. Çocukların yararlanabileceği her türlü yayını kapsayan bir edebiyat alanı. devamı
  • Eslihai Cedide: Yeni silahlar. (Osmanlıca&#;da yazılışı: esliha-i cedide) devamı
  • Emkinei Cedide: Yeni evler. (Osmanlıca&#;da yazılışı: emkine-i cedide) devamı
  • Zümre Edebiyatı: Ritmi, yürüyen bir kimsenin veya topluluğun adımlarını hatırlatan müzik parçası Örnek: Bu şiir, ya da manzumeyi marş biçimine bile sokmuştur. S. Birsel Bir topluluğu simgelemek için düzenlenmiş müzik parçası Otomobil, kamyon vb. motorlu devamı
  • Edebiyatçı: Edebiyatla uğraşan kimse, yazıncı, yazın eri. Edebiyat dersi okutan öğretmen. devamı
  • Ahdi Cedid: İncil. (Osmanlıca&#;da yazılışı: ahd-i cedid) devamı
  • Did You Call The Police: Polisi aradınız mı Türetilmiş Kelimeler (bis) did a bad job, did a cat get your tongue, did a favor, did a good devamı
  • Belles Lettres: Edebiyat, gökçe yazın Güzel sanatların bir kolu olarak edebiyat devamı
  • Belles Lettres: Edebiyat, gökçe yazın Güzel sanatların bir kolu olarak edebiyat devamı

Edebiyatı Cedide ne demek sözlük anlamı nedir sorusunu farklı sözlüklerden yararlanarak yanıtladık. Paylaştığımız bilgilerde eksik veya hatalı bir şey var ise, buraya tıklayarak bize bildirebilirsiniz.

kaynağı değiştir]

Kaynakça[değiştir

Edebiyat-ı Cedide Topluluğu Kimlerdir?

Çevresinde toplandıkları dergiden dolayı bu gruba "Servet-i Fünûn edebî topluluğu" da denilmektedir. 'da Şinâsi ile başlayan yeni edebî faaliyetler, devri içinde "Şinâsi mekteb-i edebi" veya "edebiyât-ı cedîde" adlarıyla anılmıştır. 'ya kadar pek de yaygın olarak kullanılmayan bu isimler, belirli bir gruplaşmayı değil sadece divan edebiyatına tepki olarak yenileşmeyi belirtiyordu. Daha sonra Servet-i Fünûn dergisi etrafında toplanan şair ve yazarlar, yeni bir edebî akımı başlattıklarını ifade edecek şekilde kendilerinden ve yayınlarından "edebiyât-ı cedîde" diye bahsettiler. Önceki yenilikleri benimseyenlerce bu hareket bir süre "yeni edebiyât-ı cedîdeciler" şeklinde hafife alındıysa da daha sonra kabul gördü. Bugün Servet-i Fünûn edebiyatı ile Edebiyât-ı Cedîde adları, yılları arasında özellikle şiir, roman ve hikâye alanında verilmiş olan eserler ve yazarlar hakkında kullanılmaktadır.

Edebiyât-ı Cedîde hareketinin tarihi, Servet-i Fünûn dergisinin başlarında Tevfik Fikret ve arkadaşlarının idaresine geçmesi ve 'de geçici olarak kapanması arasındaki yayın hayatının tarihiyle paralellik gösterir.

Bu hareket Cedîde Türk edebiyatı tarihinde eski-yeni, yerli-Avrupaî edebiyat çatışmalarının doğurduğu önemli merhalelerden biridir. yılı sonlarında Hasan Âsaf adlı genç bir şairin bir beytinde geçen "abes" – "muktebes" kelimelerinin kafiye olup olamayacağı konusunda başlayan tartışma bu yeni edebiyat topluluğunun kurulmasına vesile olmuştur. Divan şiiri geleneğinde mukayyed kafiyenin şartlarından olan hurufat benzerliğinin bu kelimelerde bulunmadığı şeklinde yapılan itirazlara karşılık Recâizâde Mahmud Ekrem ve taraftarları kafiyenin göz için değil kulak için olduğunu ileri sürerler. Tartışmanın merkezi olan Ma'lûmât dergisi bu konuda muhafazakâr bir tavır takındığından Ekrem Bey kendileri için yeni bir yayın organı olarak Servet-i Fünûn'u bulur. Birkaç yıldan beri Servet adlı bir gazetenin ilâvesi olarak çıkan Servet-i Fünûn, Recâizâde Ekrem'in Mekteb-i Mülkiyye'den talebesi olan Ahmed İhsan'ın gayretleriyle bir süre sonra seviyeli bir edebiyat dergisi haline gelir. Recâizâde'nin aracılığıyla 7 Şubat tarihli sayısından itibaren Tevfik Fikret derginin sanat ve edebiyat yöneticiliğine getirilir. Bu tarih, Edebiyât-ı Cedîde'nin itibarî kuruluş tarihi kabul edilir. Aynı edebiyat anlayışına sahip olan ve o zamana kadar değişik dergilerde yazan şair ve yazarlar bu tarihten sonra yavaş yavaş Servet-i Fünûn dergisinde toplanırlar. Esasen Ahmed İhsan, Tevfik Fikret, İsmâil Safâ, Hüseyin Cahit, Halit Ziya, Mehmed Rauf, Cenab Şahabeddin gibi gençler hocalık-öğrencilik, okuyuculuk-yazarlık ve mektuplaşma gibi ilişkilerle Recâizâde'nin etrafında bir edebiyat ağı örmüş bulunuyorlardı.

Edebiyât-ı Cedîde'nin edebiyat görüşlerini yansıtan belirli bir beyannâmesi yoktur. Mensuplarının dağınık birtakım teorik yazılarından, romanlarındaki kahramanlarının -özellikle Halit Ziya'nın Mâi ve Siyah'ta Ahmed Cemil'e söylettiği- ifade ve davranışlarından, edebî ürünlerinin ortak özelliklerinden, nihayet daha sonraları kaleme alınan hâtıralarından dil, edebiyat, genel olarak sanat ve hayat hakkındaki görüş ve düşüncelerini öğrenmek mümkün olabilmektedir. Mehmet Kaplan, Edebiyât-ı Cedîdeciler'i bir araya getiren sebepleri tahlil ederken aynı zamanda onların ortak özelliklerine de işaret etmiştir. Bunların başında, yazarları yalnız ferdî meseleler üzerinde durmaya sevkeden âmil olarak devrin siyasî durumunu dikkate almak gerekir. 'den itibaren Osmanlı-Rus Savaşı (Doksanüç Harbi) ve mağlûbiyeti, Meclis-i Meb'ûsan'ın kapatılışı, zamanla sansüre ve jurnallere dayanan bir rejimin oluşması, yazarları da siyaset ve toplum meselelerinde susmaya zorlamıştır. Bu durum edebiyatta içe kapanma, kendi ıstıraplarını dile getirme şeklinde tezahür etti. Siyasî ve sosyal problemler yerine estetik değerlerde gelişme ve derinleşme görüldü. Bu tavır Abdülhak Hâmid ve Recâizâde Mahmud Ekrem neslinin de özelliklerindendir. Edebiyât-ı Cedîde bir bakıma bunların devamı sayılabilir. Nitekim Recâizâde tam anlamıyla Edebiyât-ı Cedîde'nin içinde bulunmasa da onun kurucusu ve destekleyicisi olmuştur.

Edebiyât-ı Cedîde mensuplarını bir araya getiren sebepler arasında, bunların orta sınıf esnaf ve memur çocukları olmaları, disiplinli, programlı ve yabancı dil öğreten okullarda eğitim görmeleri gibi benzer sosyal ve kültürel çevrelerde yetişmiş bulunmaları da zikredilir. Nihayet bu sebeplere birçoğunun psikolojik olarak içe kapanık, hissî hatta marazî yaratılışlı şahsiyetler olduklarını da eklemek gerekir. Bunlardan bazıları her ne kadar hâtıralarında, nisbeten serbest bir siyasî ortamda daha farklı eserler meydana getirebileceklerini ifade etmişlerse de II. Meşrutiyet'ten sonra eser verenlerinin çoğu Edebiyât-ı Cedîde'nin hemen aynı özelliklerini devam ettirmiştir.

Bu edebiyata mensup olanların estetik değerlere önem vermeleri, en çok edebî dilin teşekkül ve gelişmesinde kendini gösterir. Şiirde olduğu gibi nesirde de uzun vokalli, âhenkli kelimeleri, Farsça terkipleri, vasf-ı terkîbîleri bol bir dil benimsemişler, bu yüzden Tanzimat'ın başlangıcından beri tedrîcî bir sadeleşmeye doğru giden yazı dilini yeniden ağırlaştırmakla suçlanmışlardır. Eski sözlüklerde mevcut olan "tîrâje, şegaf, ibtikâ, pûşîde, tekattur" gibi kelimelerle Arapça ve Farsça'da bile bulunmayan "tebeşbüş, mükevkeb, müşemmes, mukmir, nevîn" gibi kelimeleri etimoloji kurallarını zorlayarak kullanmışlardır. Şiir ve romanlarındaki kadın ve erkek kahramanların adları da Sezâ, Sühâ, Behlül, Lâmia, Bihter, Peyker, Pervîn gibi müzikal değeri olan, fakat pek kullanılmamış isimlerdir. Biri mücerret, diğeri müşahhas kelimelerden yapılmış, zihinde yeni imajlar uyandıran Farsça terkipler de bu dilin özelliklerindendir: "Leyâl-i girîzân, inkisâr-ı hayâl, teb-i ümmîd, havf-ı siyâh" gibi. Aşırı hassasiyet, heyecan ve teessür ifade eden ünlemler, yardımcı ve ara cümlelerle bazan bir sayfa uzayan, bazan çok kısa, bazan da devrik olan cümleler, çoğu Fransızca'nın tesiriyle ortaya çıkmış ifade şekilleridir.

Servet-i Fünûn roman ve hikâyesi Türk edebiyatında önemli bir hamle teşkil eder. Vak'adan çok ruh tahlillerine, edebî bir dil kullanmaya önem verme, şuurlu olarak roman tekniğine yönelme Halit Ziya ve Mehmed Rauf'un romanlarıyla başlamıştır. Psikolojik yapı olarak hissî, bu sebeple de romantik olması gereken Edebiyât-ı Cedîdeciler, Fransız edebiyatından realist ve natüralist romancıları takip etmişlerdir. Bu durumda roman tekniği, dil ve tasvirlerde realist olan Servet-i Fünûn yazarları kahramanlarını çok defa romantik, gerçek hayatı tanımayan, hislerine mağlûp insanlardan seçmişlerdir. Bu tezat, hayatın gerçekleri karşısında hayal kırıklığına uğrayan iradesiz insanların romanlarını doğurmuştur. Bu romanlarda realist-natüralist mektebin gereği olarak çevre-insan ilişkileri, biyolojik veraset problemleri başarıyla işlenmiştir. Devrin diğer bir yeniliği de roman ve hikâye türlerinin birbirinden kesin olarak ayrılması ve küçük hikâye türünün yaygınlık kazanmasıdır. Edebiyât-ı Cedîdeciler'in gerçeklerden kaçıp hayale sığınmaları hayatlarında olduğu kadar eserlerinde de ortaya çıkar. Baskı rejiminin verdiği sıkıntıyla toplumdan uzaklaşmak için önce Yeni Zelanda'ya, daha sonra Manisa'da bir çiftliğe çekilip Robenson yaşayışına özendikleri bilinmektedir. Gerçekleşmeyen bu arzuları eserlerinde küçük ütopik tahayyüllerle kendini gösterir. Pek çok şiir ve romanın adları, hayal-hakikat tezadını veya hayata karşı kırıklığı ifade eder: Hayal İçinde, Hayât-ı Muhayyel, Hayât-ı Hakîkiyye Sahneleri, Mâi ve Siyah, Kırık Hayatlar, Ömr-i Muhayyel, Rübâb-ı Şikeste gibi. Duygu bakımından böyle içe kapanık, marazî ve melankolik tavırlarına karşılık şiirde parnasyen, romanda realist mektebe bağlı olmaları tasvir ve tahlillerde onları gerçekçi olmaya sevketmiştir. Fotoğrafın yaygınlaştığı bu yıllarda (Servet-i Fünûn, Ma'lûmât gibi pek çok dergi bol ve güzel fotoğraflarla doludur) edebiyatta tabiat ve çevre tasvirlerinin gerçekçiliğini, biraz da bu yeni aletin moda oluşuna bağlamak gerekir. Nihayet yazarların resim kültürü de (Tevfik Fikret'in ressamlığı da vardır) bu konuda dikkate alınmalıdır.

Devrin siyasî baskısı sebebiyle tiyatro edebiyatında büyük bir gelişme yoktur. Cenab Şahabeddin, Hüseyin Suat ve Halit Ziya'nın birkaç tiyatro denemesi ise kayda değer nitelikte değildir.

Bu dönemde edebî tenkit büyük gelişme gösterir. Daha önce Beşir Fuad'ın, tenkidi sübjektif ve tesadüfî olmaktan çıkarıp âdeta matematik ölçüleri olan bir ilim haline getirme yolundaki gayretleri, hemen bütün Servet-i Fünûncular'ı bu alanda başarılı denemelere sevketmiştir. Kültür temelini yine Batı'dan, özellikle Fransız edebiyatından alan bu devir tenkidinin en önemli şahsiyeti Ahmed Şuayb'dır. Başta Cenab Şahabeddin ve Halit Ziya olmak üzere diğer Edebiyât-ı Cedîde yazarlarının çoğunun da zengin tenkit yazıları vardır.

Edebiyât-ı Cedîde'de isimleri ve eserleriyle ün yapmış başlıca şahsiyetler şunlardır: Şairler. Tevfik Fikret, Cenab Şahabeddin, Hüseyin Sîret (Özsever), Ali Ekrem (Bolayır), Ahmet Reşit (Rey), Süleyman Nazif, Süleyman Nesib, Faik Âli (Ozansoy), Celâl Sahir (Erozan), Hüseyin Suat (Yalçın). Roman ve hikâye yazarları. Halit Ziya (Uşaklıgil), Mehmed Rauf, Hüseyin Cahit (Yalçın), Ahmed Hikmet (Müftüoğlu) ve Saffetî Ziya.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi


Servet-i Fünûn (Edebiyat-ı Cedide) () Oluşumu ve Dağılması 

Servet-i Fünûn Topluluğunun Oluşumu

Recaizade Mahmut Ekrem, sonunda, &#;Malûmat&#; adlı dergide yazan Muallim Naci izleyicileriyle kafiyenin göz için mi, kulak için mi olduğu tartışmasına girişmiş ve bu gazeteye karşı cevaplarının bir kısmı Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanmıştı. &#;Eski-yeni&#; tartışmasının bitmeyeceğini anlayan Recâîzâde Ekrem, artık bir ekip çalışması yapmanın yollarını aramaya başladı.

Servet-i Fünûn, Recaizâde&#;nin Mekteb-i Mülkiye&#;den öğrencisi olan Ahmet ihsan Tokgöz tarafından 17 Mart yılından beri çıkarılmakta idi. Servet-i Fünûn, isminden de anlaşılacağı gibi başlangıçta daha çok bilimle ilgili yazılara yer veren bir dergiydi. Recaizade, bunu bir edebiyat dergisi hâline getirmek için Ahmet İhsan&#;la anlaşmış ve kendisinin Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi)&#;den öğrencisi olan Tevfik Fikret&#;i derginin &#;başyazarlığına&#; getirilmesini sağlamıştı. Tevfik Fikret&#;in sayıdan itibaren yazı işleri müdürlüğüne gelmesinden sonra bu dergi, tam bir edebiyat ve sanat dergisi olmaya başladı. O sırada &#;Mektep, Maarif, Hazine-i Fünûn, Mirsat ve Malumat&#; gibi dergilerde yazan ve Recaizade tarafını tutan birçok şair ve yazar da Servet-i Fünûn&#;da toplandı. Hep birden Servet-i Fünûn edebiyatı denen bir edebî çığır açtılar.

Dergi kısa zamanda gerek şekil gerek duyuş gerekse hayaller bakımından tamamıyla Batı tarzı şiirler, hikâyeler, romanlarla dolmaya başladı. Türk şiirine Fransız şiirinden birçok yeni hayaller getirildi. Bunları ifade için yeni tamlamalar kullanıldı. Sözlüklerden daha önce kullanılmamış Farsça ve Arapça kelimeler bulundu. Böylece konuşma dilinden iyice uzaklaşıldı. &#;Estetik&#; ilk defa &#;hikmet-i bedayi&#; adı ile bu dergide tanıtılmaya başlandı. yılının sonlarında Servet-i Fünûncular eski edebiyatı tutanlara karşı mücadeleyi kazanmıştı.

Tevfik Fikret, Cenap Sahabettin, Hüseyin Sîret Özsever, Hüseyin Suat Yalçın, A. Nadir (Ali Ekrem Bolayır), Süleyman Nesip (Süleyman Paşazade Sami), ibrahim Cehdi (Süleyman Nazif), H. Nâzım (Ahmet Reşit Rey), Faik Ali Ozansoy, Celâl Sahir Erozan, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Safveti Ziya.

Servet-i Fünûncular, yaş ortalaması 25 civarında olan genç sanatçılardan oluşuyordu. Servet-i Fünûn dergisinde yazan bu genç sanatçılar, Fransızca biliyor, Fransızca eserleri asıl nüshalarından okuyorlardı.

Servet-i Fünûncular, Fransız edebiyatının anlatım ve biçim özelliklerinden etkilenmişlerdir. Doğu kültüründen ve edebiyatından uzak kalmışlar, Doğulu yaşam biçimini reddetmişlerdir.

Servet-i Fünûncular, II. Abdülhamit&#;in başında bulunduğu &#;isdibdat döneminin&#; bunalımlı havasını solumuşlardır. II. Abdülhamit&#;ten ve onun yönetiminden nefret etmişlerdir. Baskıcı olarak nitelendirilen yönetim biçiminden çok etkilenmişlerdir. Bu yönetim biçiminin, devleti koruma adına özgürlükleri kısıtlama anlayışı, genç sanatçıların ruhunda önemli yaralar açmıştır. Onları bunalıma sürüklemiştir, istanbul onları sıkmış, bunaltmıştır. Bu bunalımlardan kurtulmak için İngilizlerin sömürgesi olan Yeni Zelanda&#;ya göçmen olarak gitmek, oraya yerleşmek hayalleriyle avunmuşlardır. Bunun gerçekleşmeyeceğini anlayınca da arkadaşları olan Hüseyin Kâzım&#;ın, Manisa&#;nın Sarıçam köyündeki çiftliğine bir köşk yaparak orada yaşamak istemişlerdir.

Servet-i Fünûn sanatçılarının çoğu, ruhen birbirlerine yakın, içe kapanık, gelecek konusunda karamsar, ağırlaşan siyasi şartlar karşısında bıkkın, doğrudan bir mücadeleyi göze alamayacak kadar çekingen insanlardı.

Bu dönemde her türlü yayın büyük bir kontrol, basın sıkı bir sansür altında idi. Baskı ve yasaklar onları yıldırıyordu. Bu bakımdan, Servet-i Fünûn sanatçıları siyasetten uzak durdular.

Servet-i Fünûncuların büyük bir kısmı orta tabakadan gelmişlerdir. Batı medeniyetini ve bu medeniyetin sanat ve edebiyat anlayışını öğrenme olanağı bulmuşlardır. Düzenli eğitim görmeleri, okudukları Batı tarzı okullarda, Avrupalı edebiyatçıları yakından tanımaları, onlarda ortak bir sanat zevkinin doğmasına zemin hazırlamıştır. Fakat aynı sanat zevkine sahip olmalarına rağmen bu zevki yansıtma biçimleri farklıdır.

Servet-i Fünûncuların Dağılması

&#;da yolan çıkan Servet-i Fünûn sanatçıları birkaç yıl sonra kendi aralarında bazı anlaşmazlıklar yaşamaya başladılar. Bazı eksiklikleri, yanlışlıkları dile getirdiler. İçeriden gelmeye başlayan bu eleştirilere önceleri tahammül gösterildiyse de, Ali Ekrem&#;in &#;Şiirimiz&#; adlı eleştirisi, çok sert ve fazla kişisel bulunduğundan, dergide, Kasım-Aralık &#;de bazı değişikliklerle basıldı. Bu yazısından dolayı, arkadaşlarından sert tepkiler alan Ali Ekrem, dergiden ayrıldı. Onu Ahmed Reşid, Sâmîpaşazâde Sezâî ve Menemenlizâde Tâhir takip etti. Böylece topluluk büyük bir yara almış oldu.

yılının başlarında yönetimle ilgili bir konu yüzünden Ahmet İhsan ile Tevfik Fikret&#;in arasında anlaşmazlıklar çıktı. Tevfik Fikret&#;in dergiden ayrılması üzerine Servet-i Fünûn ciddi bir bulanımın içine düştü. Tevfik Fikret&#;in yerine yazı işlerini üstlenen Hüseyin Cahit, durumu bir süre idare etti. Ancak Hüseyin Cahit Yalçın&#;ın Fransız İhtilali&#;ni konu alan &#;Edebiyat ve Hukuk&#; adlı çevirisinin 16 Ekim &#;de Servet-i Fünûn&#;da yayımlanması üzerine, dergi II. Abdülhamit tarafından kapatıldı ve sorumlular mahkemeye verildi. Mahkeme tarafından suçsuz bulunan Servet-i Fünûn, kapatılmasından bir ay sonra, 5 Aralık &#;de tekrar yayımlanmaya başlandı. Ancak Hüseyin Cahit yazı işleri müdürlüğünden ayrıldı.

İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra Servet-i Fünûn, gazete olarak yeniden çıkmış, sonra da haftalık dergiye dönüşmüştür. Servet-i Fünûncular II. Meşrutiyete kadar pek az eser yayımladılar. Ama bu arada koşullar değişmiş ve yeni bir nesil yetişmişti. Siyasal koşullar ağırlaşmış, sanatçıların bir kısmı, resmî görevlerle İstanbul&#;dan uzaklaştırılmıştı. Servet-i Fünûncular, karamsar, bezgin bir ruh hâline sahip oldukları için bu durumdan çok etkilendiler. Aralarındaki tartışmalar yüzünden birbirlerinden soğudular. Bir daha toplanamadılar. Servet-i Fünûn devri böylece kapanmış oldu.

Serveti Fünun Edebiyatı

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır