el kindi slayt / Ibni Rüşd Sunusu

El Kindi Slayt

el kindi slayt

METAFİZİK: VARLIK VE TANRI Metafizik felsefi ilimler hiyerarşisinde dışta ve zihinde bir maddede bulunan cisimler inceleyen fizik ile dışta bir madde de bulunmakla birlikte zihinde soyut olarak bulunan şeyleri inceleyen matematiğin ardından gelmektedir. Bu sebepten Aristoteles tarafından ‘fizik ötesi’ anlamında ‘metafizik’ olarak adlandırılmıştır. İlk olarak, metafiziğin gerek konusunun ne olduğu gerekse meseleleri veya ikincil konuları arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı, fizik ötesine dair bilgiler kümesini ilk defa sistemli bir şekilde filozofları meşgul etmiştir. İkinci olarak, metafizik, fizik ve matematik ilimlerin ardından geldiğinden, bir filozofun veya felsefe talebesinin felsefi kavrayışının temerküz ettiği alandır. Metafiziğin İslam öncesi tarihinin iki dönüm noktası vardır. Birincisi, hiç kuşkusuz Aristoteles’in metafizik bilgiler kümesini ‘mevcud olmak bakımından mevcudu’ konu edinen bir disiplin altında birleşmesidir. Plotinus’un sudur teorisiyle birlikte metafizik tarihinin ikinci önemli dönemi başlar. Bu iki metafizik düşünce arasındaki ortak ve farklı yönler temelde dört maddeyle özetlenebilir: 1) Her iki gelenekte metafiziği mevcut olmak bakımından mevcudun bilgisi olarak ve bu kavrayışı nedensellik ilkesine bağlı kalarak inşa etmektedir. 2) Her iki gelenekte felsefenin türsel hakikatleri idrak etme çabasını içerdiğini ve bu bağlamda metafizik bilginin fizik ve matematik ilimlerinin tahislini gerektirdiğini savunur. 3)Aristoteles metafiziği alemin ezeli olduğuna ve Tanrı’nın yalnızca hareket eden bir ilke olduğuna dayalıydı. Fakat Plotinus Tanrı’yı hareket eden değil, varlık veren bir ilke olarak tasarlamış ve Tanrı’yı bir olmak dışında varlık da dahil bilinen bütün yüklemlerden tenzih etmiştir. 4)Plotinus, Eflatun’un ruhani aydınlanma be maddeden bağımsızlaşma düşüncesini iniş- yükseliş öğretisiyle yeniden dirilterek metafizik bilginin kişinin ruhunun maddeye bağlı olmaktan kurtulması suretiyle gerçekleşeceğini ve bunun aynı zamanda pratik bir arınma sürecini de gerektirdiğini iddia etmiştir. KİNDİ VE ÇEVRESİ Kindi ve onun takipçisi olan bir kısım filozofçular sudurcu metafiziği benimsememiş, sudurcu metafizik, İslam felsefenin gündemine ilk olarak Farabi kanalıyla girmiştir. İlk İslam filozofu olarak kabul edilen Kindi’yi ve yeni gelişmeye başlayan felsefi faaliyetin içinde yetiştikleri bir felsefi geleneğin mevcut olmadığı dikkate alındığında, entelektüel tartışmaların zeminini belirleyen temel bakış açısının, Mu’tezile tarafından tümel bir disiplin olarak kurulmuş olan kelam düşüncesi olduğu söylenebilir. Kindi’nin metafizik düşüncesi, kelami tartışmalarla doğrudan ilişkili iki temel ilke üzerine kurulmuştur: 1)yoktan yaratma ve alemin hudusuyla 2)nedensellik ilkesi. Ona göre metafizik ‘İlk İllet’in bilgisine ulaşmaktır. Bu sebeple Kindi metafiziğin konusunu maddeyle ilişkili olmayan, hareketle konu olmayan ancak akılla kavranılabilen ve tehayyülde misali bulunmayan mevcutlar olduğunu söylemektedir. Kindi metafiziği ‘mevcud olmak bakımından mevcud’ olarak değil, ‘Tanrı bilgisi olarak’ tasarlar. FARABİ Farabi sudurcu metafiziği savunan ilk müslüman filozoftur. Sudurcu metafiziğin Farabi ile başlaması, sanıldığı gibi sudur düşünceisinin yanlış tercümelere veya Yeni Eflatuncu şerhlerin tercümesine bağlı olmayanı, bilakis filozofların teorik eğitimlerini aldıkları felsefi geleneklerin bir sonucu olduğunu açıkça göstermektedir. Farabi, Kindi ve takipçilerinin Metafiziği teoloji olarak kavradıklarını düşünür ve bu sebeple metafiziğin teoloji olarak kavranarak kelamla özdeşleştirilmesine karşı çıkar. Ona göre metafiziğin konusu “mevcut olmak bakımından mevcut” yahut “mutlak varlıktır”. Metafizik bu ana konu altında üç işlevi yerine getirir : Bir tikel ilimlerin ilkelerinin temellendirilmesi. İki tikel ilimlerden herhangi biri altına girmeyen maddeden ayrıt mevcutların bilhassa bütün mevcutların ortak ilkesi olan tanrının incelenmesi. Üç mevcuda mevcut olmak bakımından ilişen genel durumların açıklanması. Farabi, sudurcu metafiziğini psikoloji, dil ve siyaset alanındaki yeni teorileriyle de destekleyerek sudur teorisine kalıcılık kazandırmıştır.  O, Kindi ve takipçilerinin tam tersine, vahiy tecrübesini tahayyül gücünün bir işlevi olarak vazetmek suretiyle vahyi felsefi bilginin somutlaşması olarak yorumlamış, dini de pratik siyaset kapsamında değerlendirmiştir. Yani ilk defa Farabi’yle birlikte İslam dünyasında felsefe teorik bağımsızlığını elde etmiştir. SÖZDE FARABİ OKULU VE SİCİSTANİ ÇEVRESİ Farabi sonrasında Bağdat’taki felsefe çevrelerinin günümüze ulaşan metinleri, Farabi’nin düşüncelerinin “Farabi okulu” adını hakeden bir felsefi geleneğe dönüşmediğini göstermektedir. Sicistani’nin metafizik düşüncesi, Farabi’de gördüğümüz tümel disiplinin aksine Kindi de olduğu gibi Tanrı’nın varlığı ve alemle ilişkisi etrafında kuruludur. Sicistani Kindi’ye benzer bir şekilde felsefenin insan aklının kendi çabasının sonucu olduğunu, vahyin ise doğrudan ilahi bildirimin eseri olduğunu düşünmektedir. Sicistani din ve felsefenin mezcine karşıdır. Zira ona göre din ve felsefenin her ikisi de doğru olmasına rağmen hem kaynakları hem de işlevleri açısından farklılık arz etmektedir. Din kulluğu amaçlar, sorgulamadan teslimiyeti ister. Oysa felsefe bütün mevcutlar hakkında kapsamlı bir araştırma yapmayı gerektirir. Vahiy yeterli iken felsefe geliştirilmeye muhtaçtır. Sicistani Farabi de gördüğümüz haliyle tümel bir disiplin olan metafizik tasavvurundan ziyade Kindi de gördüğümüz şekilde Tanrı’nın varlığının ve fiillerinin kavranması anlamında bir metafizik tasavvuruna sahiptir. İHVAN-I SAFA İhvan’ın metafizik tasavvuru da Kindi’ye benzer. İhvan-ı safa suduru açıklama modeli olarak kabul etmekle birlikte Tanrı’dan sudur eden mevcutlar silsilesinin başındaki külli aklın yoktan yaratıldığını ama sonrakilerin sudur yoluyla meydana geldiğini düşünür. İhvan’a göre varlık hiyerarşisinin en üstünde Tanrı bulunur. Tanrı’nın kendine mahsus fiili yoktan var etmektir. Onun varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. O her şeyi bilir ve her şeye kadirdir. İhvan-ı safa metafiziğindeki temel sorun hem yoktan yaratma ve iradenin hem de sudur teorisinin kabul edilmesidir. İhvan-ı safa kudret açısından baktığında Tanrı’ya yoktan yaratma ve iradeyi nispet ederken hikmet açısından baktığında alemi yaratmanın zorunluluğunu kabul ediyor gözükmektedir. İhvan-ı safa’ya göre metafiziğin gayesi Tanrı’yı bilmektir. Tanrı hakkındaki bilgi, onun zatının ve sıfatlarının kendine özgü bir niteliğe sahip olduğunu ve diğer mevcutların niteliklerine benzemediğini bilmekten ibarettir. İnsan aklı Tanrı’yı ancak duyulur verilerden istifadeyle oluşturulan burhan yoluyla bilinebilir. Tanrı hakkındaki bilginin birinde duyulur verilerden istidlal edilmesi, diğerinde doğrudan cüzi nefisten alınmasıdır. Ama bunun nasıl böyle olduğuna ilişkin bir teorik açıklama yoktur. AMİRİ İhvan-ı safa ve Sicistani’nin genç çağdaşı Amiri metafiziği sebeplerin sebebi olan ilk gerçeğin bilgisi veya alemdeki varlıkların meydana geliş sebeplerini ve özellikle de her çabanın gayesi olan ilk, tek ve gerçek varlık hakkında şüpheden arınmış bilgiyi araştıran disiplin olarak tanımlar. Filozof matematiği, tabiat ilimlerini ve mantık kurallarını bilen ve bu üç disiplini birleştirerek ilahi anlamları araştırmaya muktadir olan kimsedir. Bu sebeple Amiri eskilerin metafizik bilgiye ulaşmayan kimseye filozof sıfatını vermediklerini söyler. Amiri’ye göre Allah bütün varlıkların ilk faili olmakla birlikte varoluşta varlıkların bir kısmı Allah’a diğerinden daha yakındır ve önce olanın sonra olanın varlığında bir payı vardır. Allah’ın doğrudan yarattığı ilk şey akıldır. Akıldan nefis sudur eder, nefis de akılda içerilen suretleri içerir. Fakat ikisi arasında tümellik ve basitlik farkı vardır. Bu sebeple Amiri akla kalem nefse ise levh adını vermektedir. Akıl, Tanrı’dan kendisine gelen ilahi güç sayesinde altındaki şeyleri yönetir. Diğer deyişle akıl beka isteğinin Tanrı’dan yayılışının ilk basamağını oluşturur. Amiri İhvan-ı safa da olduğu gibi yoktan yaratmayı diğer yandan suduru savunurken, Kindi’de olduğu gibi bir yandan nedenselliği diğer yandan yoktan yaratmayı da savunmaktadır. Ona göre insan nefisleri her ne kadar bedenle meydana gelmek bakımından hadis olsada ibda yoluyla yaratılmıştır. Amiri, bütün varlığın suretiyle donanmak anlamıyla metafizik bilgiyi, ilke olarak insan nefsinin doğrudan Tanrı tarafından yaratılıp külli olmaya elverişli olmasına ve fiili olarak da peygamberin ve vahyin varlığına dayandırır. Amiri’nin metafiziği hem Tanrı’nın kadiri muhtar olduğunu hem de suduru kabul etmekle daha sonra İbnul Arabi ve takipçilerinde göreceğimiz temel ilkelerin iptidai bir versiyonu görüntüsü vermektedir. Tanrı’yı varlık veren yegane illet yaparak dini düşüncenin duyarlılıklarını koruyan vahdeti vücutcu düşüncelerin aksine Tanrı’nın nefs ve cisimler dünyasında ki failliğini aracı illetlerle açıklamak zorunda kalmıştır. İBN SİNA İslam felsefe tarihinde metafiziğin tarihini, konu, mesele ve kapsam bakımından İbn Sina’yla yeni bir sürece girdiği söylenebilir. Sadece metafizik disiplinini dikkate aldığımızda İbn Sina’nın katkısını metafiziği teolojiden tam olarak ayrıştırıp gerçek anlamda bağımsız bir felsefi disiplin olarak kurması olduğu söylenebilir. İbn Sina’nın, Farabi’nin gerek sudur teorisine katkısını gerekse metafiziğin ne olduğu sorusuna verdiği özlü cevabı kavradığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda İbn Sina, Farabi’nin gerçek ve yegane varisi kabul edilebilir. İbn Sina’nın varlık- mahiyet ayrımı, onun felsefi öğretilerinden de bağımsızlaşarak bir felsefi teori olmaktan çıkıp İslam’da nazari düşüncenin kaçınılmaz olarak kendisini içinde bulunduğu bir durum haline gelmiştir. İbn Sina her ne kadar ilk eserlerinde Farabi’nin etkisinde görünse de eş-Şifa külliyatında genel de bütün felsefi disiplinleri özelde de metafiziği kapsamlı olarak incelemiştir. İbn Sina’ya göre Tanrı’nın varlığı metafiziğin konusu olamaz. Çünkü Tanrı’nın varlığının konu yapılması için Tanrı’nın varlığı ya kendiliğinden açık olmalıdır ya başka bir ilimde ispatlandığından metafizikte verili olarak kabul edilmiş olmalıdır. Ya da metafizikte kabul edilmiş ve başka bir ilimde de sorun edilmemiş olmalıdır. Bu şıklardan hiç biri doğru değildir. Zira Tanrı’nın varlığı kendiliğinden açık değildir. Ve metafizik dışında bu meseleyi ele alabilecek başka bir ilim dalıda yoktur. Felsefi ilimlerin içeriği ve hiyerarşisi dikkate alındığında Tanrı’nın varlığının başka bir ilim de ispatlandığı şıkkı elenmektedir. Çünkü Tanrı’nın varlığı maddeyle hiçbir şekilde ilişkili değildir. Maddeyle hiçbir şekilde ilişkili olmayan varlığı inceleyen yegane ilim ise metafiziktir ve onun altındaki ilimler maddeyle ilgili şeyleri incelemektedir. İbn Sina Eflatun’un ideleri ve Aristoteles’in madde-suret görüşü de dahil kendisi öncesindeki teorileri bir parçası haline getiren kapsamlı bir “ilk felsefe” inşa etmiştir. Bu sebeple İbn Sina doğu İslam dünyasında İslam öncesi metafizik metinlerini klasik olmaktan çıkaracak, Aristoteles’i hatta kendisinden önceki Müslüman filozofların metinlerini unutturacaktır. Ve genelde felsefe, özelde metafizik denince akla İbn Sina felsefesi ve metafiziği gelecektir. İBN SİNA SONRASI GAZZALİ, SÜHREVERDİ, İBN RÜŞD, RAZİ,VE KONEVİ İbn Sina sonrasında ki gelenekler önemli ölçüde onun felsefesinin ortaya çıkardığı sorunları ve imalarını çözmekle meşgul olmuşlardır. Sonrakilerin İbn Sina okumaları, eleştirel olduğu kadar çözümlemecidir. Kuşkusuz İbn Sina metafiziğinin sonraki döneme etkisi söz konusu olduğunda ilk akla gelen isim Gazzali’dir. Gazzali İhya’nın “ilim” babında metafizik ve mantığın kelamın bir parçası olduğunu iddia etmiştir. Gazzali de Tehafüt’te yirmi meselede ayrıntılı bir İbn Sina düşüncesi eleştirisi yapmıştır. Gazzali’nin eleştirileri her ne kadar yıkıcı olsa da etkileri muhtemelen onunda beklentilerinin tam tersine olumlu olmuştur. Bizzat Gazaali’nin mantığı kelama dahil etmesini felsefi meselelerinin önce kelam kitaplarına ardından tasavvuf eserlerine dercedilmesi izlemiştir ki bu eğilimin kelam ve felsefe kanadına öncüsü İbn Sina metafiziğinin sonraki dönemlere etkisini taşıyan Fahreddin er-Razi tasavvuf kanadına öncüsü ise Sadreddin Konevi’dir. Razi’nin en önemli katkısı, mutlak mahiyetin İbn Sina felsefesinde bir şey olarak kullanıldığını ortaya koyup mahiyet ile varlık arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğuna yönelik sorular sormasıdır. Razi, nedensellik meselesinde olduğu gibi İbn Sina felsefesinde dağınık olarak işlenen metafizik sorunları sistemli hale getirerek metafiziğin bütün meselelerinin delilleriyle birlikte analiz ve eleştirisini miras bırakmıştır. İbn Sina metafiziğinin sonuçlarından biri de Razi’nin ders arkadaşı olduğu söylenen Şihabüddin es-Sühreverdi’nin işrak felsefesidir. Sühreverdi’nin işrak felsefesinin her ne kadar “İşrakilik” adıyla yeni bir ekol oluşturduğu genel olarak kabul edilse de onun bağımsız bir ekolden ziyade İbn Sina felsefesinin bir türevi olduğu görülmektedir. Sühreverdi’nin iddiaları da İbn Sina metafiziğinin yöntemi ve içeriğiyle ilgili olmak üzere iki maddede özetlenebilir. Birincisi aslında metafizik bilginin yöntemine ilişkindir : İstidlal yöntemi her ne kadar metafizik bilgiye ulaştırsa da metafizik alanda gerçek burhan, riyazet ve mücahedeyle ulaşılan müşahedeyle elde edilir. Bu anlamda hakiki filozof müşahede ve istidlali birleştiren kimsedir. İkincisi ise Sühreverdi’nin İbn Sina metafiziğinin birlik çokluk ilişkisini açıklamaktaki yetersiziliğine ilişkin tespittir. Sadreddin Konevi İbn Arabi tarafından geliştirilen Vahdet-i Vücud düşüncesini İbn Sina metafiziğinin belli başlı ilkelerinden hareketle yöntemi ve meseleleri belirli tümel bir disiplin olarak inşa etmiştir. Bu bağlamda Konevi ve sonraki Vahdet-i vücudcular İbn Sina metafiziğin konusu olan “varlık olmak bakımından varlığı” yani mutlak varlığı Tanrı’yla özdeşleştirip Tanrı’nın isimlerini metafiziğin meseleleri haline getirmişleridir. Her bir nesnenin doğrudan Tanrıya bakan özel bir yönü vardır. Metafizik bilginin dayanağını da işte bu özel yön oluşturmaktadır. Başka Konevi olmak üzere İbnül Arabi takipçileri, geleneksel tasavvuf birikimini İbn Sina metafiziğinden hareketle dini düşüncenin duyarlılıklarını haiz tümel bir dini disipline dönüştürmüşleridir. Dolayısıyla Vahdet-i vücudun fikrinin “varlık olmak bakımından varlık Hak’tır” ve “Ayan’ı sabite ezelidir” şeklinde özetlenebilecek temel ilkeleriyle yeni bir metafizik gelenek oluşturduğu söylenebilir. İbn Sina sonrasında Batı İslam dünyasındaki metafizik düşünce, doğu İslam dünyasındaki gelişmelerden farklı bir gelişim izleme eğiliminde olmuştur. Batı İslam dünyasının meşhur filozofu İbn Rüşd metafiziğin tikel ilimlerin ilkelerini temellendirme dışında bir disiplin olarak bütünlüğü konusunda İbn Sina’yı izlemiştir. Muhtemelen Gazzali’nin etkisiyle de hem yeni eflatuncu çizgiden hem de İbn Sina’dan uzaklaşarak daha saf bir Aristotelesçiliğe yönelmiştir. Yine de onun metafiziği Batı İslam dünyasının metafizik sahadaki özgün üretiminin zirvesini oluşturmaktadır.

kaynağı değiştir]

Kaynakça[değiştir

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır