Nasrettin Hocanın en sevilen hikayeleri, masalları oku. Birbirinden muhteşem adet fıkra! En çok okunan ve sevilen Nasrettin Hoca masalları için bizleri takip edebilirsiniz. Listemizde eksik gördüğünüz fıkraları ekleyebilmemiz için hemen yorumlar kısmına yazmanız yeterli. Nasrettin hoca hikayeleri listemiz her geçen gün güncellenmekte, ve sizler için yeni fıkralar eklemeye devam etmekteyiz. Bol bol kahkahalı okumalar dileriz. 🙂
Bir gün Nasrettin Hocanın komşusu, hocanın kapısını çalar.
-Tık, tık, tık.
-Buyur komşum, hoş geldin.
Selamın aleyküm hocam, senin eşeğini emanet alabilir miyim? Tarlada biraz işimiz varda.
Nasrettin Hocanın eşeği vermeye gönlü yokmuş.
Aleyküm selam komşum, ama ne yazık ki eşek evde yok!
Tam bu esnada:
Aiii, aii, aiii.
Eşeğin sesini duyan komşusu:
Hocam ayıp olmuyor mu? Eşek evde yok diyorsun, ama içer de eşeğin sesi geliyor, bu nasıl iştir?
Hoca adama çıkışır.
Sen nasıl bir adamsın yahuuu! Bana mı inanıyorsun, yoksa eşeğe mi?
Nasrettin Hocanın pazara gideceğini duyan çocuklar çevresine toplanırlar.
Hoca, bana düdük al!
Bana da, bana da!
-Ben de düdük isterim!
Bir tane de bana!
Ama çocuklardan sadece biri Nasrettin Hocaya düdük parası verir. Akşama doğru Hoca pazardan döner. Çocuklar sevinçle düdüklerini isterler. Nasrettin Hoca cebinden bir düdük çıkarır. Parayı veren çocuğa düdüğü uzatır. Tabii diğer çocuklar hep bir ağızdan bağırırlar.
Hani bizim düdüğümüz?
Nasrettin Hoca gülerek,
Eee, çocuklar!
Parayı veren düdüğü çalar, der.
Bir gün Nasrettin Hoca göl kenarında gider.
Elinde de bir kase yoğurt vardır.
Hoca, yoğurdu kaşık kaşık göle boşaltmaya başlar.
Bu sırada onu gören biri şaşırarak,
Hoca ne yapıyorsun, diye sorar.
Hoca gülerek,
Görmüyor musun göle yoğurt mayalıyorum, der.
Adam, Hocanın delirdiğini düşünür.
Vah, vah, vah!
Sen çıldırdın mı Hoca! Koskoca göl maya tutar mı, deyince
Hoca gayet ciddi cevap verir.
Peki ama ya tutarsa
Bir gün Hocaya bir komşusu sorar.
Hocam, sen kaç yaşındasın?
Hoca ak sakallarını sıvazlar.
Kırk yaşındayım.
Komşusu hemen itiraz eder.
Nasıl olur Hocam?
On yıl önce de aynı şeyi söylemiştiniz,
deyince Hoca gülümser.
Bak komşum sözünden dönmek bize yakışmaz.
Sen bu soruyu on yıl sonra yine sor.
Göreceksin aynı cevabı vereceğim.
Ben sözümden dönmem, der.
Bir gün Nasrettin Hoca, karısına,
Bak Hatun, size vasiyetimdir.
Öldüğüm zaman beni baş aşağı gömün!
Tam mı, der.
Karısı şaşırır.
Bu ne biçim vasiyet Hoca?
Niye baş aşağı gömülmek istiyorsun, diye sorar.
Hoca kendisinden emin bir şekilde,
Niye olacak.
Yarın kıyamet koptuğunda her şey alt üst olacak.
İşte o zaman ben dosdoğru kalkarım, cevabını verir
Nasrettin Hoca bir gece aniden uyanır.
Hatun, çabuk kalk. Gözlüğüm nerede, bulamıyorum?
Kadın, uykulu uykulu,
Hoca, gece yarısı niçin gözlük arıyorsun, der.
Hoca telaşlı telaşlı gözlüğünü takar.
Ne demek niçin?
Tabii ki rüyada daha iyi görmek için!
Nasrettin Hoca,
bağdan topladığı üzümleri eşeğine yükler.
Evine giderken yolda çocuklar peşine takılır.
Hoca Efendi bize de üzüm verir misin, dedikleri zaman Hoca çocuklara bakar.
Bu kalabalık çocukların her birine bir salkım verse, üzümler bitecek.
Tutar, her birine bir tane üzüm verir.
Çocuklar sızlanmaya başlar.
Ama Hoca efendi, çok az verdin.
Nasrettin Hoca:
Canım niye ısrar ediyorsunuz. Ha bir tane ha on tane ne fark eder.
Nasıl olsa hepsinin tadı aynı değil mi, diyerek gider.
Yağmurlu günde Hoca pencerenin kenarında otururken.
Yağmurda ıslanmamak için kaçan bir komşusunu görür.
Pencereyi açarak, Çok yazık, sana hiç yakıştıramadım.
İnsan hiç Allahın rahmetinden kaçar mı, diye seslenir.
Onu duyan adam utanarak yavaş yavaş yürümeye başlar.
Tepeden tırnağa kadar ıslanır.
başka gün Hoca dışarıdayken yağmur yağmaya başlar.
Hoca evine doğru koşarken komşusu pencereden seslenir.
Heyy Hocam ayıp değil mi? Allahın rahmetinden niçin kaçıyorsun?
Hoca kendisinden emin koşarken şöyle der:
Ne diyorsun komşum. Ben rahmetten kaçmıyorum.
Tam tersi yere düşen rahmeti çiğnememek için koşuyorum.
Arkadaşları Küçük Nasrettin’e bir oyun oynamak isterler.
Nasrettin, biz hamama gidip yumurta yapacağız.
Bizimle gelmek ister misin, deyince
küçük Nasrettin arkadaşlarının yine bir şeyler planladıklarını anlar.
Tabii gelirim, der.
Böylece bütün çocuklar hamama giderler.
Çocuklar gizledikleri yumurtaların üzerine otururlar. İçlerinden biri:
Hey Nasrettin! Şimdi hep beraber yumurtlayacağız.
Kim yumurta yapamazsa bütün hamam paralarını o verecek, der.
Hep bir ağızdan gıdaklamaya başlarlar.
“Gıt, gıt, gıdaak. Gıt, gıt, gıdaak.”
Sonra da gizledikleri yumurtaları çıkarırlar.
İşte tam bu sırada küçük Nasrettin horoz gibi öter.
“Üürü üüü. Üürü üüü.”
Çocuklar şaşırır.
Nasrettin sen ne yapıyorsun, derler.
Küçük Nasrettin gülerek,
Eee, arkadaşlar! Bu kadar tavuğa bir de horoz gerekir. Öyle değil mi, der.
Nasrettin Hoca bir iş için Konyaya gider.
Yolda adamın biri Hocayı durdurur.
Affedersin, Hoca efendi, bugün ayın kaçı, biliyor musun, diye sorunca.
Hoca: Nerden bileyim, ben buranın yabancısıyım, diye cevap verir.
Akşehirin zenginlerinden birinin düğünü yapılır.
Düğünde tatlılar, börekler, çok güzel yemeklerle sofra kurulur.
Telaştan, Hocayı düğüne çağırmayı unuturlar.
Nasrettin Hoca Ne yapsam şu düğüne gitsem. diye düşünür.
Birden aklına bir fikir gelir. Hemen boş bir kağıdı zarfın içine koyar.
Koşarak düğün evine gelir. Elindeki zarfı zengin adamın hizmetçisine verir.
Beyefendiye bir mektup getirdim, diyerek içeri girer.
Hemen sofraya oturur ve karnını bir güzel doyurur.
Bu sırada mektubu ev sahibine verirler.
Ev sahibi şaşırır. İyi ama bu zarfın üzeri yazılı değil. Hiçbir şey anlamadım, deyince
Hoca lokmasını yutarak. Evet, doğru diyorsunuz. Aslında onun içi de yazılı değil.
Kusuruma bakmayın, biraz aceleye geldi de, der.
Hoca, bir gün karşılaştığı birisiyle sohbet etmeye başlar.
Uzun uzun konuşurlar. Vedalaşırken Hoca:
Kusura bakma arkadaş. Ben seni tanıyamadım, adın neydi, diye sorar.
Adam şaşırıp kalır.
Tanımadıysan benimle ne diye iki saattir konuşuyorsun,
deyince Hoca güler.
Ne bileyim, sarığın ve cübben benimkine çok benziyordu.
Ben de seni kendim sandım, der.
Bir gece Nasrettin Hocanın Evine hırsız girer.
Adam eline geçen her şeyi torbasına atarak evden çıkar.
Hoca her şeyi görür.
Hemen eline birkaç eşya alarak hırsızın peşinden gider.
Sonunda hırsız kendi evine gelir.
İçeri giren hırsız, Hocayı arkasında görünce şaşırır.
Sen kimsin, burada ne işin var?
Hoca cevap verir.
Biraz önce bizim evdeki her şeyi topladın. Yoksa bu eve mi taşındık?
Hocaya sorarlar.
Hocam, yeni ay çıktığı zaman eskisini ne yaparlar?
Hoca, cevabı yapıştırır.
Ne yapacaklar, kırpar kırpar yıldız yaparlar!
Dere kenarında bekleyen iki kişi Nasrettin Hocayla karşılaşırlar.
Hoca efendi. ikimiz de yüzme bilmiyoruz. Bizi karşı tarafa geçirirsen sana iki altın veririz, derler.
Hoca bu teklifi kabul eder.
Birinci adamı kolayca karşıya geçirir.
Ama ikincisini geçirirken su, adamı alıp götürür.
Bunun üzerine arkadaşı Hocaya bağırmaya başlar.
Ne yaptın? Su arkadaşımı götürüyor?
Çabuk, çabuk kurtar onu!
Hoca, adamı boğulmadan yakalayıverir.
Bir tarafdan da şöyle der:
Kardeşim, niye telaş ediyorsunuz.
Siz de bir altın eksik verirdiniz. Böylece ödeşirdik!
Nasrettin Hoca bir gece garip bir rüya görür.
Rüyasında avucuna doksan dokuz altın para koyarlar.
Ama Hoca bununla yetinmeyip,
Olmaz, doksan dokuzu veren yüzü de verir.
Yüz altın isterim, diye sayıklar.
İşte tam bu sırada Hoca uyanır.
Gördüklerinin rüya olduğunu anlayınca hemen gözlerini kapatır.
Avucunu uzatarak,
Peki, doksan dokuza da razıyım, der.
Hoca turşu satmaya karar verir.
Turşuyu eşeğini yükleyerek mahallede dolaşmaya başlar.
Çok güzel turşularım var.
Turşucu, Turşucu! Hoca Turşucu!
diye bağırırken eşeği de durmadan anırır.
Eşek bir türlü Hocaya ağız açtırmaz.
Eşeğini susturamayan Nasrettin Hoca daha fazla dayanamaz.
Yeter artık! Turşuyu sen mi satacaksın,
yoksa ben mi, der.
Bir Gün Nasrettin Hoca vaaz verirken dinleyenlerden biri:
Hocam sen çok bilgilisin. Bize söyler misin gökyüzünde kaç tane yıldız vardır?
Hoca gülümseyerek sakallarını sıvazlar.
Şu gördüğünüz sakallarımdaki beyazlar kadar, der.
Soruyu soran şaşırır.
Hocam bu nasıl olur, şaka mı yapıyorsunuz, deyince Hoca kendisinden emin şöyle der:
İnanmazsan gel de say!
Küçük Nasrettin çok sevdiği eşeğine binerek gezmeye çıkar.
Bu arada eşeğinin tökezlemesi yüzünden yere düşer.
Mahallenin yaramaz çocukları gülmeye başlar.
Ha ha ha. Nasrettine bakın eşekten düştü. Ha ha ha.
Nasrettin eşeğe binmesini bile bilmiyor!
Küçük Nasrettin, hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkar.
Cevabı yapıştırır. Arkadaşlar, ne diyorsunuz? Düşmeseydim inecektim.
Nasrettin Hoca misafir olduğu bir köyde heybesini kaybeder.
Sinirinden bağırıp çağırır.
Eğer heybemi bulamazsanız, ben ne yapacağımı bilirim!
Köylüler hep birlikte Hocanın heybesini ararlar. Sonunda heybe bulunur. Koşarak Hocanın yanına giderler.
Hoca, çok merak ettik. Heyben bulunmasaydı ne yapacaktın, diye sorarlar
. Nasrettin Hoca gülerek cevap verir.
Ne mi yapacaktım? Tabii ki yeni bir heybe alacaktım.
Canı çok sıkılan Hoca, evine giderken komşularıyla karşılaşır.
Hocam, biz de seni ziyarete geliyorduk. Birer kahve içip biraz sohbet edelim diyorduk, deyince Hoca istemeyerek kabul eder.
Birlikte Hocanın evinin önüne kadar gelirler.
Hoca: Siz burada biraz bekleyin, diyerek içeri girer.
Karısına, Hatun, sen şu adamlara bir şeyler söyle gitsinler.
Bugün kimseyle konuşmak istemiyorum, der.
Kadıncağız ne yapacağını şaşırıp kapıyı açar.
Şeyy, boşuna beklemeyin hoca evde yok, der.
Adamlar: Nasıl olur, daha şimdi biz beraberce eve geldik. Az önce içeri girdi, diyerek içeri girmek isterler.
Bunun üzerine Hoca içeriden seslenir.
Yahu, siz ne tuhaf adamlarsınız! Belki evin iki kapısı vardır.
Öteki kapıdan çıkmış olamaz mıyım, der.
Nasrettin Hoca bir gün Konya çarşısında dolaşırken,
Şu dükkandan bir çift ayakkabı alayım diyerek içeri girer.
Güzel bir çift ayakkabı beğenir.
Dükkan sahibi tam da ayakkabıyı sararken fikrini değiştirir. Hoca:
Aslında ayakkabılarım o kadar da eskimedi.
İyi mi ben ayakkabı değil, bir gömlek alayım. Haydi,
sen bana güzel bir gömlek ver, der.
Dükkan sahibinden gömleği alan Hoca,
Ben artık gideyim der. Haydi hoşça kal, diyerek gidecekken dükkan sahibi,
Hocam dur, gömleğin parasını vermedin, diyerek onu durdurur.
Hoca anlamamış gibi yapar. İyi ama ayakkabı yerine gömleği aldım ya, deyince adam şaşkın şaşkın,
Peki ama ayakkabının parasını da vermemiştin ki, der.
Hoca güler. Ne garip adamsın. Yahu almadığım ayakkabının parasını niye vereyim?
Soğuk bir kış günü Nasrettin Hoca misafirliğe gider.
Ev sahibi sofraya büyük bir kase dolusu çorba koyar.
Kendisi eline bir kepçe alır. Hocaya ise küçük bir kaşık verir. Çorbadan içmeye başlarlar.
Ev sahibi sıcak çorbayı koca kepçeye doldurur.
Oh, Allahım öldüm! Bu ne güzel çorba. Oh öldüm, öldüm, diyerek içerken bizim Hoca bir türlü karnını doyuramaz.
Sonunda dayanamayarak elindeki kaşığı ev sahibine uzatır.
Kardeşim, şu kepçeyi ver, biraz da biz ölelim, der.
Nasrettin Hoca, gittiği bir şehirde parasız kalır.
Şehirde yardım isteyebileceği bir tanıdığı da yoktur.
Karnı öyle acıkır ki ne yapacağını şaşırır.
Fırının önünden geçerken mis gibi ekmek kokusu gelir.
Hoca daha fazla dayanamayıp içeri girer.
Taze ekmekleri düzelten fırıncının omuzuna dokunur.
Merhaba fırıncı!
Bu ekmeklerin hepsi senin mi, diye sorar.
Fırıncı bu garip soruya şaşırır.
Tabii benim. Niye sordun? Hoca yutkunur.
Öyleyse ne duruyorsun yesene kardeşim!
Nasrettin Hoca göl kenarında dolaşmaya çıkar. Bu sırada bağırma sesleri duyarak sesin geldiği yere koşar. Meğerse göle düşen bir adamı çıkarmaya çalışıyorlarmış.
Herkes suyun içine girip,
Ver elini, ver elini, diye bağırır.
Ama adam bir türlü kimseye elini vermez.
Nasrettin Hoca hemen suya girer.
Al elim, al elim, diye bağırınca adam elini Hocaya verir.
Nasrettin Hocaya bu işi nasıl başardığını sorarlar. Hoca gülerek,
Siz bu adamı tanımazsınız. O çok cimridir. Bu yüzden Ver elini. deyince size elini bile vermedi.
Ben Al elimi. dedim. O da her zamanki gibi aldı. Yaa işte böyle, der.
Bir gün Nasrettin Hoca eşeğini kaybeder.
Eşeğini aramaya koyulur.
Arada bir de ellerini açarak, Allahım şükürler olsun, diye dua eder..
Bunu gören komşusu: Hocam bu ne iştir? Sen eşeğini kaybetmişsin, üzüleceğin yerde şükrediyorsun, der.
Hoca şöyle cevap verir: Öyle deme komşum. Tabii şükrediyorum,
ya bir de eşeğin üzerinde olsaydım! Ben de kaybolup gidecektim.
Nasrettin Hoca, bir gün tarlasında çok çalışıp yorulur. Gidip bir ceviz ağacının dibine oturur. Sırtını ağaca yaslayarak düşünmeye başlar. Allahım şu ceviz ağacında ne çok ceviz var. Keşke benim kabaklarım da ağaç ağaçta yetişseydi. O zaman bu kadar yorulmazdım. Hoca böyle düşünürken ağaçtan bir ceviz taakk diye Hocanın başına düşer. O anda Hocanın aklı başına gelir. Tövbeler olsun Allahım! Sen her şeyi çok güzel yaratmışsın. Eğer kafama ceviz değil de kabak düşseydi ne olurdu halim!
Timur, bir gün fillerinden birini Nasrettin Hocanın köyüne gönderir. File iyi bakılmasını emreder.
Fil, köylülerin tarla ve bahçelerine girer. Her şeyi yiyip bitirir. Köylüler ne yapacaklarını şaşırırlar.
Bu koca fil yüzünden her şeyimiz mahvoldu. Ne yapsak da ondan kurtulsak, diye düşünmeye başlarlar.
Sonunda kalkıp Hocanın yanına giderler. Hocam ne olur bize yardım et. Timur , seni sever. Sözüne değer verir.
Bizimle beraber gelirsen ona rica ederiz. Fili köyümüzden götürmelerini isteriz, diyerek Hocayı ikna ederler.
Hep birlikte yola çıkarlar. Ama tam Timurun bulunduğu yere yaklaşınca,
Hoca, biz vazgeçtik. Sen bu işi tek başına yap, derler.
Hocayı tek başına bırakıp köylerine geri dönerler.
Nasrettin Hoca köylülere çok kızar. Timurun yanına gider.
Timur onu görünce çok şaşırır.
Hoş geldin Nasrettin Hoca. Ne oldu, yoksa filime bir şey mi oldu, diye sorar.
Nasrettin Hoca cevap verir.
Hükümdarım. Gönderdiğiniz fil çok iyi. köylüler de onu çok seviyor. Ama zavallıcık çok yanlız.
Bize bir fil daha gönderir misiniz?
Mahallenin çocukları Nasrettin Hocanın geldiğini görürler.
Ona güzel bir şaka yapmak isterler.
Yere oturup ayaklarını üst üste koyarlar.
İçlerinden biri:
Hey Nasrettin Hoca! Ne olur bize yardım et.
Ayaklarımızı karıştırdık.
Kimse kendi ayağını bulamıyor, der.
Nasrettin Hoca da,
Öyle mi? Biraz bekleyin,
ben şimdi ayaklarınızı bulurum diyerek yerden kalın bir sopa alır.
Çocukların ayaklarına hafifçe vurmaya başlar. Çocuklar hemen ayaklarını çekerler.
Nasrettin Hoca da gülerek,
Çocuklar, her kes ayağını kolayca buldu, değil mi, der.
Nasrettin Hoca bir gün kırlarda dolaşıyormuş.
Birden başı dönmüş ve bayılmış.
Kendisine geldiğinde,
Galiba ben öldüm.
En iyisi gidip haber vereyim de gelip beni gömsünler,
diye düşünerek evine gitmiş.
Karısına olanları anlatmış.
Karısı ağlayarak komşulara haber vermiş.
Komşuları üzülerek,
Allah Allah! Nerede öldü, kim haber verdi, diye sormuşlar.
Hocanın karısı:
Zavallının kimi var ki!
Kendisi haber verdi.
Sonra da öldüğü yere gitti, diye cevap vermiş.
Adamın biri yolda Nasrettin Hocayı durdurur.
Hey Hocam! Demin büyük bir tepsi baklava götürüyorlardı.
Nasrettin Hoca ilgilenmez.
-Bana ne, der.
Adam devam eder.
İyi ama Hocam, tepsiyi sizin eve götürüyorlardı.
Bunu duyan hoca adamı tersler.
O halde sana ne?
Nasrettin Hoca ile bir arkadaşı Konyayı gezerler.
Bu sırada yüksek minareli bir cami görürler. Arkadaşı merakla,
-Hocam sen bilirsin her halde. Şu minareleri acaba nasıl yaparlar, diye sorar.
Nasrettin hoca kendisinden emin,
Bunda bilmeyecek ne var! Tabii ki kuyuyu ters çevirince minare olur, cevabını verir.
Nasrettin Hoca, Bir gün komşusundan bir kazan ödünç alır. Ertesi gün kazanı geri götürür.
Sağ ol komşu. Senin kazan çok işime yaradı.
Haa unutmadan şu küçük tencereyi de al. Şeyy senin kazan doğurdu da! Adamcağız, Hocanın söylediklerine şaşırır. Ama hiç yoktan bir tencere kazandığına çok sevinir. Memnuniyetle tencereyi alır. Birkaç gün sonra Nasrettin hoca, Komşusundan yine kazanı ister. Komşusu sevinçle kazanı ona verir. Aradan günler geçer. Ama Nasrettin Hoca bir türlü kazanı getirmez. Merak eden komşusu Hocanın evine gider.
Hocam, neredeyse bir ay oluyor, bizim kazanı getirmedin, deyince
Hoca üzgün Ah komşum. Sorma, başın sağ olsun. Senin kazan öldü, der. Bunu duyan komşusu,
Ne diyorsun Hoca. Hiç kazan ölür mü, deyince
Nasrettin Hoca şöyle cevap verir:
Neden şaşırdın komşum. Kazanın doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne neden inanmıyorsun?
Nasrettin Hoca, bir sabah evinden çıkarken komşusuna rastlar.
Komşusu:
Hocam dün akşam evinin önünde geçiyordum. Paldır küldür sesler geliyordu sizin evden. Ne o, yoksa bir şey mi oldu, diye sorar.
Nasrettin Hoca:
Hiç bir şey olmadı canım. Sadece şu benim cübbem merdivenlerden düştü. Onun sesini duymuşsun herhalde der,
Komşusu inanmaz.
Olur mu Hoca Efendi. Merdivenlerden yuvarlanan cübbe hiç öyle ses çıkarır mı?
bunun üzerine Nasrettin Hoca,
İyi ama komşucugum, cübbenin içinde ben de vardım, diye karşılık verir.
Mahalleli, cenaze meselesi yüzünden tartışmaya başlamış. Kimisi, cenaze götürülürken tabutun önünde durmalı diyormuş. Kimisi, sağında, kimisi solunda, kimisi de arkasında bulunmalıyız diyormuş.
Sonunda:
Nasrettin Hocaya soralım, demişler.
Hocam, ne dersiniz, cenazede nerede bulunmak gerekir, diye sormuşlar.
Nasrettin Hoca kimseyi kırmak istemediği için.
Vallahi, tabutun içinde bulunmayın da istediğiniz yerde bulunun, demiş.
Bir gece Nasrettin Hocanın canı çok sıkılır.
O da biraz dolaşmak için dışarı çıkar. Ama o zamanlar geceleri dolaşmak yasakmış.
Bekçi Nasrettin Hocayı görünce hemen yanına gider.
Hey, Hoca efendi. Geceleri dolaşmanın yasak olduğunu bilmiyor musun?
Söyle bakalım burada ne arıyorsun, diye sorar.
Nasrettin Hoca hemen bir cevap bulur.
Şeyy. Uykum kaçtı da onu arıyorum!
Bir Gün Komşusu Nasrettin Hocaya,
Hocam, sen çok bilgilisin. Söyle bakalım dünyanın ortası neresidir, diye sorar.
Nasrettin Hoca gülümser,
-Tam şu ayağımı bastığım yerdir, der
Komşusu ona inanmayınca Nasrettin hoca şöyle der:
Eee, komşucuğum. İnanmazsan ölç!
Timur, çok sinirli ve sert bir hükümdarmış. Köylüler ona bir eşek hediye etmek istemişler. Nasrettin Hocaya gitmişler.
Hocam, içimizdeki en akıllı ve en cesur kişi sensin. Şu eşeği bizim adımıza Timura götürür müsün, demişler.
Hoca, köylülerin isteğini kabul etmiş. Eşeği alarak Timura götürmüş. Timur, keniisine bir eşek hediye edilmesine çok kızmış.
Ben büyük bir hükümdarım. Ne cesaretle bana böyle bir eşek hediye edersiniz, demiş. Hoca Timurun çok kızdığını görünce,
Ama hükümdarım bu eşek çok zekidir. Kısa zamanda okumayı bile öğrenebilir, demiş.
Timur şaşırmış.
Demek öyle. O halde on beş günde ona okumayı öğret, demiş
Nasrettin hoca eşeği alarak köyüne dönmüş. Ne yapıp edip Timuru ikna etmeliymiş. Sonunda aklına iyi bir fikir gelmiş. Önce bol miktarda arpa almış. Bir kitabın sayfalarının arasına yerleştirmiş. Hca eliyle sayfalarının arasına yerleştirmiş. Hoca, eliyle sayfaları çevirince, eşek bu işe iyice alışmış. Artık sayfaları diliyle de çevirebiliyormuş. Nasrettin Hoca kitabın arasına arpa koymamaya başlamış. eşek de sayfaları çevirip aiai diye bağırmış. On beş gün sonra Nasrettin Hoca, Timurun yanına gitmiş. Elindeki kitabı eşeğin önüne koymuş. Eşek, bir yandan kitabın sayfalarını çeviriyor diğer yandan da bağırıyormuş.
Timur, bunu görünce çok şaşırmış.
Çok güzel sayfaları çevirip bağırıyor.
Ama ne dediğini nereden anlayacağız, diye sormuş.
Hoca gülerek cevap vermiş.
Aman efendim. O bir eşek. Ne dediğini anlamak için eşek olmak gerekir!
Nasrettin Hoca, bir gün eşeğine binip çarşıya gitmiş. Torbasını tıka basa doldurup omuzuna atmış. Tekrar eşeğine binip yola çıkmış.
Yolda karşılaştığı komşusu,
Ya, hoca bu ne hal? Ne diye torbayı eşeğinde yüklemiyorsun, demiş.
Hoca cevap vermiş.
-Zavallı eşeğe yardım ediyorum. Zaten beni bile zor taşıyor!
Küçük Nasrettinin annesi çamaşır yıkayacakmış.
Oğlum, ben göl kenarında çamaşır yıkayacağım. Sen de burada beni bekle. Sakın kapıdan ayrılma, yoksa eve hırsız girer, der. Annesi gittikten sonra küçük Nasrettin beklemeye başlar. Biraz sonra teyzesi gelir.
Nasrettin, yavrum bu akşam size geleceğiz. Hemen annene haber ver. Unutma tamam mı, diyerek gider. Küçük Nasrettin düşünür taşınır. Sonunda aklına bir fikir gelir. Evin kapısını sırtına alıp, Annesinin yanına koşar.
Annesi onu görünce çok şaşırıp,
Oğlum, bu ne hal, diye sorar.
Küçük Nasrettin:
-Anneciğim, sen bana sakın kapıdan ayrılma demedin mi, der.
Nasrettin Hoca bir gün pazarı dolaşırken dalgın dalgın, çevresindeki esnafları izliyormuş. Bu esnada ensesine biri çok sert tokat vurmuş. Hoca zedelenmiş ve bir kaç metre sendelemiş. Sonrasında kendine gelir gelmez, sinirli bir tavırla arkasına bakmış. Bir de ne görsün, hocanın on katı dev gibi bir adam. Hoca sakinleşmiş, sonrasında tutunup, adama sormuş:
Bana sen mi vurdun?
Sinirli Adam hemen cevap vermiş:
Evet ben vurdum, itirazın mı var?
Hoca adama bu sefer şöyle sormuş:
Şakadan mı vurdun, yoksa ciddi mi?
Adam daha kızgın bir tavırla hocaya şöyle demiş:
Ciddi vurdum, ne yapacaksın?
Hoca yutkunup cevap vermiş:
Aman aman, çok ciddi olsun. Zira ben şakadan hiç hoşlanmam.
Nasrettin Hoca ile karısı gece yarısı uyanırlar. İçerisi çok karanlıktır.
Karısı:
Hoca, şu mumu yakıver, der
Nasrettin Hoca:
-Mum nerede hatun, diye sorar.
Karısı:
-Bak hemen sağ tarafında, der.
Nasrettin hoca uykulu uykulu:
-Aman hatun! Bu karanlıkta sağımı sorumu nasıl göreyim, diye karşılık verir.
Diğer komik fıkralar için diğer sayfamızı inceleyebilirsiniz. monash.pw
Yayınlanma Tarihi
5/8/
Sizler için en sevilen Nasrettin Hoca fıkralarını derledik!
İyi eğlenceler
Nasrettin Hoca şehre inmek için evinden çıkar. Bu sırada bahçe kapısında bir komşusuyla karşılaşır. Komşusu Hoca’ya;
“Hocam, geceleyin sizin evden gürültüler geliyordu, merak ettim, hayrola?”deyince Nasrettin Hoca da;
“Bir şey yoktu, hatunla biraz tartışmıştık, demek ki ağız dalaşımızı duymuşsun.” der.
“Hoca Efendi, öyle küçük bir tartışma gibi değildi sanki…”
Bu defa Hoca şöyle bir sakalını sıvazladıktan sonra;
“Haa! Hanımın ayağı benim cübbeye takıldı, yırtıldı, demek ki o sesi duymuşsunuz.” der.
Komşusu ısrarlıdır, sormayı sürdürüp;
“Hocam, cübbeden hiç öyle ses çıkar mı?” deyince, Nasreddin Hoca dayanamaz;
“Yahu komşu, ne uzatıp duruyorsun, cübbenin içinde ben de vardım.” der.
Nasrettin Hoca’nın yaşadığı köyde çocuklar ona bir şaka yapmayı düşünmüşler. Yoldan geçerken uçurtmalarının ağaca takıldığını söyleyip onu ağaca çıkarmaya ve ayakkabılarını alıp kaçmaya karar vermişler.
Beklemeye başlamışlar. Hoca yolun başına gelince uçurtmalarını ağaca takıp ağlamaya başlamışlar. Bunu gören Hoca:
– Ne oldu çocuklar?, demiş.
Çocuklar:
– Hocam uçurtmamız ağaca takıldı. Bize yardımcı olur musunuz?, demişler.
Hoca hemen:
– Tabii ki, demiş ve ayakkabılarını çıkarıp çantasına sokuşturmuş.
Bu duruma şaşıran çocuklar:
– Hoca’m neden ayakkabılarını yanına alıyorsun, diye sormuşlar.
Nasrettin Hoca gülerek:
– Belli mi olur çocuklar belki yaptığım bu iyiliğe karşı Rabbim, bana ağaçtan öteye bir yol ikram eder, demiş.
Bir gün Nasrettin Hoca yolda güzel bir at görmüş. Sahibinden izin alarak üstüne binmeye çalışmış ama bir türlü binememiş. İnsanların etrafına toplanmaya başladığını görünce sesli bir şekilde:
– Ah Nasrettin ah! Yaşlandın artık, gençliğinde böyle miydin, demiş.
İnsanların ona hak verdiğini görünce bu sefer de sessiz bir şekilde kendi kendine:
– Ben senin gençliğini de biliyorum Nasrettin, demiş.
Birkaç adam, Hoca’ya takılmak amacıyla;
“Hocam, sen mürekkep yalamışsın, bilirsin. Bizim arkadaşlardan birkaçı kendi aralarında tartışmışlar ve tartışmayı bitirememişler.” derler. Hoca da merakla;
“Tartıştıkları konu nedir?” deyince, içlerinden birisi;
“Hocam, çaylak kuşu için altı ay erkek, altı ay dişi olur diyorlar, acaba doğru mu? Bu konuyu tartışıyorlar.”
Nasrettin Hoca bu, böyle şeylerin altında kalacak değil ya! Adamlara cevabını veriverir:
“Bakın çocuklar! Bunun doğru olup olmadığını anlayabilmek için sizin bir yıl çaylak olmayı denemeniz gerekir!. .”
Günün birinde bir adam Hoca’ya;
“Hocam, helada sakız çiğnenir mi?” diye bir soru sorar.
Hoca, soruya hemen cevap veremediği için;
“Oğlum, bekle ben bir kara kaplı kitaba bakayım.” der. Bir süre sonra soru sahibinin yanına gelen Hoca;“Efendi, kara kaplı kitaba baktım, bununla ilgili bir bilgiye rastlayamadım, ama sen çiğnemesen iyi edersin.” der. Adam:
“Hocam, neden çiğnemeyeyim, madem kitapta yeri yok…” deyince Hoca;
“Oğlum nedeni var mı? Sen tuvalette sakızı çiğnerken kapının dışındakiler senin başka şey çiğnediğini sanırlar.” diye cevap verir
Nasrettin Hoca ile hanımı seyahate çıkarlar. Bir süre gittikten sonra Hoca, hanımına sorar:
“Hanım, daha ne kadar yolumuz var?”
Hanımı şöyle bir düşündükten sonra;
“Efendi, bugün ve yarın da gidersek iki günlük yolumuz kaldı.” der.
Bunun üzerine hanımına dönen Hoca;
“Desene hanım, daha şimdiden yolu yarıladık.”
Günlerden bir gün Nasrettin Hoca’nın canı tarhana çorbası çekmiş. Üzerine ekmek doğrayıp çorba içme hayali kurarken kapısı çalınmış.
Yan komşunun oğlu gelmiş,
– Hocam annem çok hasta, yemek yapamadık. Bir tas çorban varsa verebilir misin?, demiş.
Bunu duyan Hoca kendi kendine:
!Kurduğum hayalin bile kokusunu almayı beceriyorlar, demiş.
Hoca evinin damında çalışırken, olacak bu ya, aşağıya düşüverir. Haberi duyan komşuları;
“Hocam, geçmiş olsun, damdan düşmüşsün, çok üzüldük.” derler ve ardından soru üstüne soru sorarlar:
“Nasıl oldu?”
“Neden dikkat etmedin?”
“Bir daha dikkatli ol…”
Sorular uzadıkça, Hoca’nın da canı sıkılmaya başlar. Düşünür, taşınır ve bunların hepsini birden susturmak için komşularına;
“Komşular, sizin içinizde damdan düşeniniz var mı?” deyince, misafirler hep bir ağızdan;
“Yook…” diye cevap verir. Bu defa Hoca;
“Öyleyse boşuna konuşmayın, benim hâlimden ancak damdan düşen anlar!” der.
Günün birinde Hoca'nın da içinde bulunduğu toplulukta yarenlik edilirken, hazır bulunanlardan biri Hoca'yı imtihan edercesine bir soru sorar:
"Hocam, denizlerin suyu niçin tuzludur?"
“Aaa, bunu bilmeyecek ne var, balıklar kokmasın diye.”
Hoca’ya rüyasında dokuz yüz doksan dokuz akçe verirler, ancak Hoca;
“Bin olmazsa kabul etmem.” diye direnirken uyanmaz mı?
Elinin boş olduğunu gören Hoca tekrar yatar ve avuçlarını açarak;
“Verin, kabulümdür, dokuz yüz doksan dokuzu veren Allah birini de verir!” deyiverir.
Günün birinde üç papazın yolu Akşehir’e uğrar. Burada Nasrettin Hoca ile sohbet eden papazlar, Efendi’nin bilgisini denemek isterler. İlk soruyu birinci papaz sorar:
“Hocam, dünyanın merkezi neresidir?”
Hoca hiç tereddüt etmeden eşeğini göstererek;
“Eşeğimin sağ ön ayağını bastığı yerdir.” diye cevap verir.
İçlerinden biri itiraz eder:
“Bunu nereden biliyorsun?”
“İnanmıyorsanız ölçün.”
Bu defa ikinci papaz sorar:
“Hocam, gökte kaç yıldız vardır?”
Hoca bu soruya da tereddüt etmeden yine eşeğini göstererek cevap verir:
“Gökyüzünde, eşeğimin kuyruğundaki kıl kadar yıldız vardır.”
“Bunu ispatlayabilir misiniz?” denildiğinde Nasreddin Hoca;
“Arzu ederseniz sayabilirsiniz.” der.
Hoca’nın sorulan sorulara verdiği cevaplar, papazları şaşırtınca üçüncü soruyu sormaktan vazgeçerler.
Günün birinde Hoca’nın bir çocuğu olur. Bu sırada Hoca da bir yolculuktan dönmektedir. Komşularından birisi Hoca’yı karşılar;
“Hoca Efendi, oğlun oldu; müjdemi ver.” der.
Haberi alan Hoca;
“Çok şükür ya Rabbi.” diye karşılık verir.
Bunun üzerine komşusu;
“Hocam, şükredeceğine müjdemi versen.” deyince o, da;
“Yahu komşu, doğduysa benim çocuğum doğdu, sana ne, elbette şükredeceğim.” der.
Copyright Uyarısı
Bu metin monash.pw için özel olarak yazılmıştır. Ticari maksat taşıyan tüm diğer dijital ortamlar ve basılı mecralarda kullanımı, kopyası, atıfı yasaktır. Eğitim maksatlı kullanım için her bir hikayeye yönelik izin alınması zorunludur. İzinsiz kopyalamanın tespiti durumunda uyarı verilmeksizin hukuki yollara başvurulacaktır.
Türk mizah kahramanı Nasrettin Hoca'nın hayatı ile ilgili bilgiler tartışmalıdır. Yaşadığı dönem, doğum ve ölüm yılları hakkında çeşitli bilgiler yer almaktadır. Kaynaklarda yer alan en net bilgilere göre, Nasrettin Hoca, Sivrihisar'ın Hortu köyünde dünyaya gelmiştir. Kendisiyle alay etmeyi seven ve hazırcevap bir kişiliğe sahiptir. Nasrettin Hoca fıkraları da geçmişten günümüze kadar gelmeyi başarmıştır. Nasrettin Hoca fıkraları özellikle çocukluk döneminde herkesi eğlendirmiş. En komik fıkralar dendiğinde akla ilk gelen isim olan Nasrettin Hoca'nın fıkraları kısa, uzun ve az bilinen seçenekler ile aşağıda yer alıyor. İşte, fıkra oku denildiğinde akla ilk gelen en güzel Nasreddin Hoca fıkraları ve en komik fıkra seçenekleri.
ABONE OL
ÖNCEKİ RESİMLER İÇİN TIKLAYINIZBir gün Hoca eşeğini kaybetmiş. Aramadık yer, sormadık insan bırakmamış ama ne olmuşsa olmuş,bulamamış eşeği.
Oturup derdine yanacak yerde, bu hale de şükretmeye başlamış. Komşuları:
-Bre Hoca,,, canın sağ olsun ama, neticede eşekten oldun, şükredecek ne var bunda?" demişler.
Hoca cevap vermiş:
-A komşular, ben şükretmeyim de, kimler şükretsin, ya ben de eşeğin üstünde olsaydım!
Nasreddin Hoca'nın evine bir gece Hırsız girmiş. Evde ne var ne yok toplayıp giderken durumu farkeden Hoca yatağından kalkmış, evde kalan eşyalardan bir kaçını eline alıp Hırsız’ı izlemeye başlamış. Bir süre sonra Hırsız kendi evine gelmiş kapıyı açmış, Hoca da
ardından girince Hırsız şaşırmış:
- Be adam ne arıyorsun burda? diye sormuş.
Hoca da
-Hiç ne olacak. Biz buraya taşınmadık mı? demiş
Nasreddin Hoca bir gün pazarda dolaşırken Adamın Biriyanına yaklaşıp:
- Hoca efendi bu gün ay kaça geldi? demiş.
Hoca da adama cevap vermiş:
- Valla bilmiyorum. Bugünlerde hiç ay alıp satmadım.
Nasreddin Hoca bir gün eşeği Karakaçan’a binip yola çıkmış. Karakaçan aniden ürküp hızla koşmaya başlar, köy meydanında aniden monash.pwçan’ın üstündeki Hoca tutunamayıp eşekten düşmonash.pwı görenler, yere yayılan Hoca’ya bakıp gülüşmeye başmonash.pw hiçbir şey
olmamış gibi yerden kalkar, üstünü silkerken şöyle der:
- Boşuna gülmeyin, der .
- Düşmeseydim zaten ben inecektim.
Hoca bir gün kahvenin önünde mahalle dostlarıyla birlikte oturmuş sohbet ediyormuş.Komşusunun Biri, yoldan elinde tepsiyle geçen birini göstererek:
- Hocam bak Adamın Biri bir tepsi baklavayla gidiyor, demiş.
Hoca:
- Bana ne ?
Baklava taşıyan Adam, Hoca’nın evine yönelmiş.Bunu gören Komşusu:
- Hocam baklavayla geçen adam sizin kapıya vuruyor.
Hoca gayet rahat:
Sana ne?
Çocuklar bir gün dere kenarında oynuyormuş.Nasreddin Hoca’yı gören çocuklar, ‘hadi Hoca’ya şaka yapalım’ demişler.Çocuklar ayaklarını birbirine dolaştırıp:
- Hocam ayaklarımız karıştı, bulamıyoruz, demişmonash.pw şöyle bir bakmış eline bir sopa
almış.Çocukların ayaklarına ufaktan dokunmaya başlamış.Çocuklar hemen ayaklarını çekmişler. Hoca:
- Gördünüz mü? Nasıl da buldunuz ayaklarınızı, demiş.
Akıllının Biri, Nasreddin Hoca'ya sorar:
- Bir cenaze töreninde tabutun neresinde durmam gerek?
Sağında mı, solunda mı, önünde mi yoksa arkasında mı ?
Hoca gülümser:
- Tabutun içinde olma da neresinde olursan ol.
Nasreddin Hoca’nın karısı ölür. Ölen karısından beş
çocuğu olan Hoca, beş çocuğu olan bir dul kadınla
monash.pw’nın yeni eşinden de iki çocuğu olur. Bir
gün karısı feryadı basar:
- Hoca Hoca yetiş! Senin çocuklarla benim çocuklar bir
olmuş, bizim çocukları dövüyorlar.
Hoca'ya sormuşlar:
- Hocam konuşmalarımızda "çavv - çüzz -bye - hello"
demek günah mıdır?
Hoca cevap vermiş :
- E herıld yani
Nasreddin Hoca pazarda geziniyormuş, Papağan Satan bir Adam görmüş.
WAdam, Papağan’a 10 altın istiyormuş
.Buna sinirlenen Hoca, derhal eve giderek Hindisini pazara getirmiş ve Papağan
Satan Adam’ın yanında bağırmaya başlamış: -Hindi 20 altın ! Hindi 20 altın !
Pazardakiler:
-Ne diyorsun Hocam! Hiç 20 altına Hindi olur mu?
Demişmonash.pw da çıkışmış:
-Siz el kadar Papağan’a 10 altın istiyorsunuz da, ben
kocaman Hindi’ye 20 altın istemişim çok mu ?
Papağan Satan Adam seslenmiş:
-Ama Hocam bu konuşuyor.
Hoca cevap vermiş:
-Ne yani o konuşuyorsa, bu da düşünüyor!
Bir gün Komşusunun Biri, Nasreddin Hoca’dan eşeği Karakaçan’ı istemiş. Hoca da vermiş. Sonra komşu hep
istemeye başlamış. Hoca bakmış eşeğin canı çıkıyor. Günlerden bir gün Komşu yine eşeği istemiş Hoca:
- Eşek yok, demiş.
Tam o sırada Karakaçan ahırdan anırmaya başlamış. Bunu duyan komşu:
-Hocam eşek içerde anırıyor demiş.
Bunun üzerine Hoca:
-Koskoca Hoca’ya inanmıyorsun da eşeğe mi inanıyorsun be adam, der.
Nasreddin Hoca turşuculuk yapıyormuş.
- Haydi turşucu geldi,turşucuuuu diye bağırdığında eşeği anırıyormuş.
Durum bir kaç defa tekrarlanınca Hoca, Karakaçan’ın kulağına eğilmiş:
- Yeter be! Turşuyu sen mi satıyorsun yoksa ben mi ? demiş.
Adamın Biri, Hoca'ya sorar:
- Nuh'un gemisine zeytin dalını ağzında getiren güvercin erkek miydi? dişi mi ?
Hoca cevap verir:
- Tabii ki erkekti eğer dişi olsaydı, ağzını o kadar kapalı tutamazdı.
Bir gün hoca ya sormuşlar;
- Hocam eskimiş ayı ne yaparlar.
Hoca:
- Ne yapçaklar kırıp kırıp yıldız yaparlar.
Bir gece Nasreddin Hoca kuyudan su almaya gider. Bakar ki ay kuyuya düşmüş.
Hoca:
– Kadın kadın, diye hanımına bağırır. ‘Bana çabuk bir kanca getir yoksa ay boğulup ölecek’.
Karısı kancayı getirir. Nasreddin Hoca kancayı kuyuya atar çeker çeker kanca gelmez. Hoca, ‘galiba ay’ı tuttum’ der. Kancanın ipi gerilir gerilir ve kopar.
Sırt üstü düşen Nasreddin Hoca gökyüzünde ay’ı görür.
-Düştük düşmesine ama ayı da kurtardık, der.
Hoca’nın karısı düğün, dernek gezermiş. Köylüler Hoca’ya:
-Hocam senin hanım biraz fazla dolaşmıyor mu? demişler.
Hoca bu duruma şöyle cevap vermiş:
-eğer çok gezseydi arada bi bize de uğrardı
Komşu Kadınlardan Biri Hoca'ya sorar:
-Ah Hoca Efendi kızım son zamanlarda çok hırçınlaştı, bir türlü sakinleştiremiyorum. Herşeyi kırıp döküyor. Bizim Kız’a bir akıl ver Hocam.
Hoca cevap verir:
-A benim değerli komşum, senin kızına akıl değil, bir koca lazım. Sen onu hemen ever!
Hoca birgün göl kıyısına oturmuş göle maya çalıyormuş, ordan geçen Komşusu Hoca’ya
-Aman Hocam göl hiç maya tutar mı ?
Hoca da cevap vermiş:
-Ya tutarsa!
Timur, Anadolu’ya gelince Akşehir’e de uğmonash.pwrinde filini de monash.pw’ın fili,
serbest bırakıldığı için bağa bahçeye zarar monash.pwşuları toplanmış
-Hocam düş önümüze de şu Fil’i şikayet monash.pwğımızı, bahçemizi perişan etti, demişler.
Hoca düşmüş ahalinin önüne varmış Timur'un kapısımonash.pwrce Timur’un konağına varan ahali, Hoca kapıdan içeri girince, korkudan kaçmonash.pw Hoca, Timur’un huzurunda yapayalnız kalımonash.pw, Hoca’ya isteğini monash.pw da:
-Sultanım der, sizin Fil’in canı sıkılıyor galiba, uygun görürseniz yanına bir Fil daha istiyorum.
Nasreddin Hoca bir gün göle yoğurt döküyormuş.Ordan geçmekte olan Bir adam:
-Hocam ne yapıyorsun, hiç göl maya tutar mı?
Bunun üzerine Hoca:
-Çekil git başımdan ben göle bozuk yoğurdu döküyordum, ne mayası be kardeşim, demiş.