ergenekon kime ait / Ergenekon Efsanesi kime ait? - Haber 7 Yazarı Mümtaz'er Türköne

Ergenekon Kime Ait

ergenekon kime ait

Ergenekon Destanı kime, hangi Türk devletine aittir? Ergenekon Destanı nedir? (Kısaca özeti)

Dünyanın en eski uluslarından birisi olan Türk ulusu, tarih boyunca yaptıkları ile de destanlara konu olmuştur. Öyle ki, sayısız devlet kuran ve tarihin akışını birçok kez değiştiren Türkler'in destanları da meşhurdur. Türk destanlarının birçoğu İslamiyet'in kabulünden önce, bir kısmı ise İslamiyet'in kabulünden sonra yazılmıştır. İslamiyet'ten önceki Türk destanlarından birisi de Ergenekon Destanı'dır. Peki, Ergenekon Destanı konusu nedir, kaçıncı yüzyılda yazılmıştır ve kime aittir? Ergenekon Destanı neyi anlatmaktadır? Ergenekon Destanı özeti ve diğer bilgiler haberimizde.

Manas Destanı Kime Ait? Manas Destanı Hangi Devlete Aittir, Önemi ve Konusu Ne?

ERGENEKON DESTANI KİME, HANGİ DEVLETE AİTTİR?

Ergenekon Destanı, Göktürkler'e ait bir Türk destanıdır. İslamiyet'in kabulünden önce olan bir Türk destanı olan Ergenekon Destanı, Göktürkler'in yeniden doğuşunu konu almaktadır. Ergenekon Destanı başlangıçta sözlü olarak anlatılan bir destan da ancak ilk defa bu destanı yazılı hale getiren kişi Moğol Devleti'nin tarihçisi, Reşideddin adlı bir tarihçidir.

ERGENEKON DESTANI ÖZETİ

Ergenekon Destanı özeti şu şekildedir;

Moğol ilinde Oğuz Han soyundan İl Han'ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han,Moğol ülkesine savaş açtı. İl Han'ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. İl Han'ın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız İl Han'ın küçük oğlu Kıyan, eşi Nüküz ve yeğeni ile kaçıp kurtulmayı başardılar. Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeye karar verdiler.

Yabani koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağda dar bir geçide vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akarsular, pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyve ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrı'ya şükrettiler ve burada kalmaya karar verdiler. Bu yere "maden yeri" anlamında "Ergene Kon" adını verdiler. Kıyan ve Nüküz'ün oğulları çoğaldı. Dört yüzyıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki, Ergenekon'a sığamadılar. Atalarının buraya geldiği geçidin yeri unutulmuştu. Ergenekon'un çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmı eritilirse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar.

Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İl Han'ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar. Ergenekon'dan çıktıkları gün olan 21 Mart'ta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırdılar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan, daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyarak dövdüler. Bugün hem özgürlük hem de bahar bayramı olarak hala kutlanmaktadır.

Genç Osman destanı nedir, hangi döneme aittir? Genç Osman destanı kısaca özeti

Ergenekon destanı, Ergenekon Destanı Kime Aittir, Ergenekon Destanı Özeti, Ergenekon Destanının Konusu Nedir?

Ergenekon destanı, Ergenekon Destanı Kime Aittir, Ergenekon Destanı Özeti

TÜRK DESTANLARI KOLAY ERİŞİM ÇİZELGESİ

  • Yaratılış destanı, Alp Er Tunga destanı, Şu destanı
  • Oğuz Kağan destanı, Attila destanı, Ergenekon destanı
  • Bozkurt destanı, Göç destanı, Türeyiş destanı
  • Battal Gazi destanı, Köroğlu destanı, Satuk Buğra Han Destanı
  • Manas Destanı, Cengiz Han Destanı (Cengizname)
  • Timur Destanı, Edige Destanı, Danişmend Gazi Destanı
  • Battal Gazi Destanı, Köroğlu Destanı, Türk Destanlarında Motifler
  • Türk Destanları Ders Notları, Dünya Destanları Ders Notları
  • Destanlarla ilgili tüm yazılar için tıklayınız.
  • Tarihle ilgili tüm yazılar için tıklayınız: Tarih Konuları

Ergenekon destanı, Ergenekon Destanı Kime Aittir, Ergenekon Destanı Özeti, Ergenekon Destanının Konusu Nedir?

Ergenekon Destanı’nı yazıya geçiren ilk kişi Moğol imparatorlarının resmi tarihçisi olan Reşîdeddîn’dir. Reşîdeddîn, Farsça yazdığı Câmiü’t-Tevarih’te bu efsaneyi birçok açıdan Moğollaştırmıştır. Aşağıdaki metin, Câmiü’t-Tevarih’teki metnin geniş tutulan bir çevirisidir.

Bu kutsal kitabın girişinde de söylendiği gibi Moğol boyları, genel olarak Türk boylarının bir bölümüdür. Bu her iki kavmin de şekilleri ve dilleri birbirine benzer. Bunların hepsi de Nuh peygamberin oğlu olan Bulca-Han’ın soylarından türemiştir. Bulca-Han, bütün Türk kavimlerinin atası idi. Aradan birçok asırlar ve uzun zamanlar geçmiştir. Elbette ki bu uzun zaman içinde olayların birçoğu unutulmuştur. Türklerin başlangıçta, kitapları ve yazıları yoktu. Bunun için de tarih olaylarını yazamamışlardı. Onların belirli ve eski bir tarihleri de yazılmış değildi. Onun için şimdi söylenen tarih olayları da çok yakın zamanlarda söylenenlere ve nesilden nesile anlatılan bilgilere göre öğrenilmiştir. Bu boyların oturdukları yerler ve yurtları, hep birbirine bitişiktir. Bunun için de her boyun oturduğu yurdun, nereden nereye kadar uzadığı, herkes tarafından bilinir. Onların bütün yurtları, Uygurların sınırlarından, Hıtay ve Cürçet ülkelerine kadar uzanır. Bu yurtların yerine şimdi Moğolistan adı verilir.

Ergenekon’a Sığınış

Daha önce Moğol adı verilen bu boyların, aşağı yukarı iki bin sene önce Türk boyları ile araları açılmış ve birbirlerine düşman olmuşlardı. Bu düşmanlık, o kadar büyümüş ve inada dökülmüştü ki birbirlerini ortadan kaldırmak için durmadan savaş ediyorlardı. Sözlerine inanılır, doğru sözlü ve bilgili kişilerin anlattıklarına göre Türk boyları, Moğollara karşı galip gelmişler ve onları öldürmüşlerdi.

Bu mağlup edilen boylardan iki kadınla iki erkekten başka kimse kalmamıştı. Bu iki ev halkı da (Türkler) gelir de bizi öldürür diye sarp ve kayalık bir yere kaçıp saklanmışlardı. Bu saklandıkları yerin etrafı, hep dağlar ve ormanlarla örtülüymüş. Dimdik dağlarla çevrili olan bu yerin, girilip çıkılacak bir geçidinden başka bir yeri de yokmuş. Bu geçitten bile bin bir güçlükle girilip çıkılırmış. Dağların orta yeri ise dümdüz ve çayırlık bir ovaymış. Bu ovanın adına da “Ergenekon” derlermiş. “Kon” sözünün manası, “dağ beli, geçit” demektir. “Ergene” ise “sarp” anlamına gelen bir sözdür.

Düşmanın kılıcından kurtularak sağ kalan bu iki kişinin adı, Negüz ve Kıyan idi. Onlar senelerce o güzel ova içinde yaşadılar ve yavaş yavaş soyları da çoğalmaya başladı. Birbirleriyle evlenmek yoluyla gittikçe çoğaldılar. Bölüm bölüm ayrıldılar. Böylece meydana gelen onların oymakları, ayrı ayrı adlar almaya başladılar ve birbirlerini o adla çağırmaya başladılar. Bu oymaklara “obak” denirdi. Her obak, belirli bir kan birliğinden ve soydan olurdu. Obaklar çoğalınca onlar da bölümlere ayrıldılar. Ne kadar çoğalır ve ayrılırlarsa ayrılsınlar, bu oymakların hepsi birbirine akraba ve yakın idiler. Onun için birbirine yakın ve akraba olan oymaklara “Mogol-Dürlügin” derlerdi.

Moğol adı, “Mong-ol” sözünden gelir. Anlamı ise “süzülmüş ve saf” demektir. Moğolcada “Kıyan” sözü, “dağların tepesinden aşağıya doğru süratle akan sel” ile “sert, çevik, kuvvetli” anlamına gelir. “Kıyat Bahadır” adı, yiğit ve fevkalâde cesur ve kahraman olan kimselere verilen bir addır. Bu adı, ancak böyle olan kimseler alabilir. “Kıyat” sözü ise, “Kıyan”ın çoğuludur.

Ergenekon’dan Çıkış

Bu dağların arasında sıkışarak çoğalmaya başlayan halklar, artık bu dağ ve ormanlıklar içinde yaşayamaz hâle gelmişlerdi. Çünkü buralar, onlara çok dar geliyordu. Yaşamak da artık çok güçleşmişti. Dağlar arasındaki tek geçitten geçmek de yine çok zordu. Hepsi bir araya gelip bu dar geçitten nasıl geçeceklerini düşündüler ve kurtuluş için bir yol aradılar. Bu geçitte bir demir madeni vardı. Bu madeni işletir ve onları eriterek daima demir çıkarırlardı. Başka bir yol bulamayınca bu demir kapıyı eritip oradan çıkmaya karar verdiler. Hepsi bir araya gelip ormandan odunlar topladılar ve eşeklerle yük yük kömürler getirdiler. Ayrıca da körükler yaptılar. Bu körükleri yapmak için de yetmiş baş at ve öküz kestiler. Bunların derilerini soyup sepilediler. Topladıkları dağ gibi odun ve kömürleri geçidin önüne yığdılar. Körükleri öyle dizdiler ki ateş yanıp da körükler üflen- meye başlayınca dağ hemen eriyip delinecekti. En sonunda ateşler yandı, körükler işledi ve geçit eriyip parçalandı. Bu sırada, pek çok da demir elde edilmişti. Tabii olarak yol da açılınca, içeride hapsolan halkın hepsi, dışarıya kolaylıkla çıkabildi. Bu suretle bozkırlara yayılıp her biri bir yerde yerleşti.

(Türk Mitolojisi Cilt I, Prof. Dr. Bahaeddin Ögel)



Ergenekon Destanı Ek Bilgiler

Savaşta yenilen Türkler Ergenekon adlı bir bölgeye yerleşip burada dört yüz yıl yaşadılar. Zamanla buraya sığmaz olunca, çevrelerindeki demirden dağı eriterek kendilerine yol aramışlardır.

Ergenekon destanı, Ergenekon Destanı Kime Aittir, Ergenekon Destanı Özeti, Ergenekon Destanının Konusu Nedir?

Moğol ilinde Oğuz Kağan soyundan il Han'ın hükümranlığı sırasında Tatar Türklerinin hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş ilan etti. ilhan'ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak bozguna uğrattı. ilhanın ülkesindeki tüm insanları öldürdüler. Yalnız il Han'ınn küçük oğlu Kıyan ve eşi ile yeğeni Nüküz ile eşi kurtulmayı başardılar. Düşman askerlerinin, onları bulamayacağı bir yere kaçmaya karar verdiler. Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağıda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akar sular,pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyva ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrıya şükrettiler ve burada kalmağa karar verdiler. Dağın doruğu olan bu yere dağ kemeri anlamında "Ergene" kelimesiyle "dik" anlamındaki "Kon" kelimesini birleştirerek "Ergenekon" adını verdiler. Kıyan ve Nüküz'ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki Ergenekon'a sığmadılar. Atalarının buraya geldiği geçitin yeri unutulmuştu. Ergenekon'un çevresindeki dağlarda geçit aradılar.

Bir demirci, dağın demir kısmı eritirlerse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar. Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İlhan'ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski vatanlarına döndü, atalarının intikamını aldılar.

Ergenekon'dan çıktıkları gün olan 21 Mart'ta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırırlar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyup döverler. Ergenekon Destanı için bugün hem yeniden özgür hem de bahar bayramı olarak hala kutlanmaktadır.

Ergenekon destanı, Ergenekon Destanı Kime Aittir, Ergenekon Destanı Özeti

Ergenekon Destanı Hakkında

        Ergenekon Destanı hakkında pek çok yayın yapılmıştır. Sözü geçen destanın beş ayrı versiyonu araştırıcılarca kaynaklardan tespit edilmiştir. Ergenekon Destanı’nın ana çatısını oluşturan mitolojik efsanenin prototipine ilk defa Çin’deki Cov (Chou) sülalesinin (M.S.557-581) yıllıklarında Göktürkler (T’u-chüeh) adına kayıtlı olarak rastlanılmıştır. İkinci versiyon, Sui Sülalesi (581-618) tarihinde yer almaktadır. Göktürklere ait bir türeyiş efsanesi olan her iki versiyon da, Göktürklerin Lin adlı bir kavim tarafından yenilerek tüm soyunun yok edilmesini; kalan bir çocuğun kol ve bacakları kesilmiş halde bataklığa atılmasını ve bu çocuğun kurt tarafından bulunup büyütülerek ondan on çocuk doğurmasını konu edinir. Çin kroniklerine göre Göktürk hanedanı, bu on boydan (Aşina’dan) çoğalmıştır. Üçüncü versiyon ise, yine Cov (Chou) sülalesinin (M.S.557-581) tarihinde bulunmaktadır. Bu efsane bir bakıma birincinin devamı gibidir. “Hunların kuzeyinde bulunan Sou ülkesinden çıkan Göktürklerin ataları kurttan doğmuş olan İ-ci Ni-su-tu’ya dayanır. Yağmur ve rüzgâra hükmeden İ-ci Ni-su-tu’nun dört oğlundan en büyüğü ateşi bulmuş ve kavmini soğuktan korumuştur. Bu büyük kardeşe diğerleri Türk (Çincesi,Tu-kyu) adını vermişler. On hanımla evlenen Türk’ün çocukları kendi aralarında yükseğe atlama yarışması yaparak hanlarını seçmişlerdir. Son hanımın genç oğlu en yükseğe sıçrayarak Göktürkleri kuran Aşina ailesini teşkil etmiştir.” Ergenekon destanına ait çekirdek olayları ihtiva eden mitolojik versiyonlar, eski Çin dili ile tespit edilen ve Göktürklere bağlanan bu metinlerdir. Mitolojik anlatmalar, sözlü edebiyat türlerinin ilk basamağını teşkil eder. Ait olduğu milletlerin tarih öncesi ve erken tarihî dönemlerdeki tanrıları, dünyayı, canlı ve cansız varlıkları algılayış, kavrayış ve düşüncelerini aktaran ilk verimlerdir. Sözü geçen metinleri Vasily Vladimirovich Bartold (Wilhelm Barthold), N. Biçurin (Yakinev), A. Bernştam’dan başlayarak, M. Kazvini, Sergei Klyashtorny, Vladimir Livşits, Liu Mau-tsaive Bahattin Ögel gibi pek çok bilgin yayımlamıştır. Türk geleneğinde uzun yıllar yaşayan bu destanın İslam muhitinde Arap harfli alfabeyle Reşideddin ‘Tabip’ tarafından XIV. yüzyılda Farsça olarak; Hive Hanı Ebulgazi Gazi Bahadır Han tarafından ise XVII. yüzyılda Çağatay Türkçesiyle tespit edilmiş iki versiyonu daha bulunmaktadır.

         

        Reşideddin Fazlullah bin Ebu’l Hayr bin Ali’nin(1245-1318) tespit ettiği Ergenekon Destanı, onun cihan tarihi olarak tasarladığı Camiü’t-Tevarih adlı eserinde yer almaktadır. Reşideddin, bu eserini Türk ve Moğol geleneklerinden yararlanarak kaleme almış ve 1312’de bitirerek Olcayto Han’a sunmuştur. İlhanlıların hizmetine girerek Gazan Han devrinde büyük nüfuz elde etmiş olan Reşideddin, Camiü’t Tevarih’in Türkler ve Türk tarihi ile ilgili bölümlerine Oğuznameleri dahil ederek, hatta metin üzerinde bir takım tasarruflarda bulunarak tamamlamıştır. Aslen Müslüman bir Moğol olan Reşiddedin’in, Ergenekon Destanını da Türk geleneğinden aldığına şüphe yoktur. Ergenekon Destanının Çin kaynaklarındaki Göktürk menşe efsaneleriyle Reşideddin’in Camiü’t Tevarihi’ndeki metin aynıdır. Ancak, Kıyan ve Nüküz adları ile Ergenekon yer adı ve demir dağın eritilmesi motifi Reşiddedin tarafından ilâve edilmiştir. Türk destanlarında kahramanların kurt, arslan ve pars gibi yırtıcılar tarafından büyütülmesi veya onlara benzetilmesi yaygın bir motiftir.  Dede Korkut Kitabında "Basat'ın Tepegözi Öldürdüğü Boy'da kahraman Basat, kurt yerine aslan tarafından büyütülmüştür(Ergin, 1994:206). W. M. Thackson’un son olarak 1999 yılında Harvard Üniversitesi yayınları arasından çıkan “Jami’u’t-tawarikh compendium of chronicles ” adlı eserinde Ergenekon efsanesi “Türk Moğolların Dürlikin diye adlandırılan Boyları” başlığı altında verilmiştir (Thackson, 1999:79-81). Ebulgazi Bahadır Han’ın 1663 yılında ölümünden sonra oğlu Enuşe tarafından tamamlanan Şecere-i Türk adlı eserinde ise Ergenekon destanın daha kısa bir versiyonu bulunmaktadır. Ebulgazi’nin, bu versiyonu Camiü’t Tevarih ile diğer yazılı ve sözlü kaynaklardaki Oğuznamelerden faydalanarak kitabına aldığı anlaşılmaktadır. Ancak Ebulgazi, destandaki İl Han, Kıyan gibi Türkçe verileri değiştirmemiştir.

         

        Türkler, tarihin hiçbir döneminde Moğol tarihine eklemlenmemiştir. Aksine Moğollar kendilerini Türk tarihi içinde düşünmüşler ve bunu da yazılı olarak ifade etmişlerdir. Reşideddin Fazlullah da, bu hususu Camiü’t-Tevarih adlı eserinin pek çok yerinde kaydeder. Reşideddin’e göre Moğollar, Oğuz Han’ın babası Kara Han’ın kardeşleri olan Kür ve Küz’ün soyundandır. Oğuz Han, Müslümanlığı kabul etmeyerek, kendisiyle savaşmak isteyen babası Kara Han ile amcaları Kür ve Küz’ü ortadan kaldırmış ve uluslarını Karakurum‘un ötelerine kadar sürmüştür. Kılıç artığı olarak bahsettiği sözü geçen boyların; “Biz sizin aslınızdan ve soyundanız. Bizi neden yok etmek istiyorsun?” şeklindeki serzenişlerine; “Eğer sizler Tanrı’ya inanır, birliğini kabul ederseniz canınız bağışlanır ve yurt olarak size Türkistan’ı veririz” demiştir. Fakat Müslümanlığı kabul etmeyen Moğollar, “Tuğla ırmağı kenarındaki çöl ve vadileri yaylak ve kışlak yaparak fakirlik ve acz içinde her vakit üzüntülü ve kederli olarak” yaşamışladır. Oğuz Kağan’ın ise onlara Muval/Moğal adını vererek “her zaman gönlü dar ve kaygılı olunuz, köpek derisi giyip, av eti yiyiniz; bundan sonra Türkistan’a gelmeyiniz” dediği belirtilmektedir(Togan, 1982: 20).

         

        Ayrıca hem Reşideddin, hem de Ebulgazi Bahadır Han, eserlerinde Türkleri ile Moğolları Nuh Peygamberin oğlu Yafes soyuna dayandırır. Yafes’in diğer adı Reşideddin’de Olcay Han, Ebul Gazi’de ise Ebulca Han olarak gösterilmiştir. Reşideddin de Olcay/Ebulca Han’ın oğlu Dip Yavqu Han, Ebul Gazi ise Baquy Dib Han olarak kaydedilmiştir. Reşideddin’e göre Dip Yabqu’nun dört oğlu bulunmaktadır: Kara Han, Or Han, Kür Han, Küz Han. Bu adların tamamı Türkçedir. Camiü’t-Tevarih’te Oğuz Han da Kara Han’ın oğlu olarak zikredilmiş ve Şecere-i Türk‘de Ebulgazi Bahadır Han, Moğol’u da Oğuz Han’ın dedesi olarak göstermiştir. Dolayısıyla, Reşideddin ile Ebulgazi Moğol oldukları halde görüldüğü üzere Türk tarihinden ve Oğuz Han’dan ayrılmamaktadır. Çünkü Çingiz hanedanı ve memurları elli yıl içinde Türkleşmiş, oğul ve torunlarından büyük bir kısmı Müslümanlığı kabul etmişti. Bu itibarla Ön Asya sahasında hüküm süren Hülagü nesli ile Batı Türkistan ve Horasan’da hâkim olan Çağatay ile Cuci ulusundan Ebulgazi’nin de tebaasının büyük ekseriyetini Türkler teşkil etmekteydi. Ordunun ise yüzde doksan beşi Türk boylarından müteşekkildi. Türk ordu komutanları kısa sürede Moğol saraylarından kız almak suretiyle damat (küregen) olmuş ve bir kısmının ahfadı müteakip yüzyıllarda hanlıklarını ilan etmişti. Nüfus bakımından bugün de Moğollar için durum farklı değildir. Buryat, Kalkha, Oyrat ve Kalmuk gibi kısımlara ayrılan Çin Halk Cumhuriyeti’nde İç Moğolistan, Doğu Türkistan, Jilin, Liaoning, Heilongjiang, Gansu, Qinghay’da yaşayan Moğolların nüfusları 6-7 milyon civarındadır(Amerikan kaynakları Moğol nüfusunu Çin’in verilerine itibar ederek 4,8 milyon olarak göstermektedir (library.thinkquest.org/05aug/01780/chinese-ethnic-group/index.htm 08.03.2009). Moğolistan Cumhuriyeti’ndeki Moğol nüfusu ise yaklaşık olarak iki milyondur. Rusya Federasyonu’nda bulunan sekiz yüz bin Buryat ve Kalmuklarla birlikte yeryüzündeki tüm Moğol nüfusunun sekiz-dokuz milyon olduğu tahmin edilmektedir. Dünya’daki üç yüz milyon Türk ile kıyaslandığında XII. yüzyıl ile XIII. yüzyıldaki Moğol ve Türk nüfusu da aşağı yukarı bugünkü gibidir. Lamaistik Budizm mezhebinde olan Moğolların en büyük destanı ise Cangar’dır. Ayrıca, "sarp" anlamına gelen "ergene" sözü ile "dağ geçiti" karşılığındaki "kon" sözü bugünkü belli başlı Moğolca sözlüklerde bulunmamaktadır (Luvsanbalden,1966; Hangin 1986, Lesssing, 2003; Bowden 1997;  Rajki, 2006). Birleşik bir kelime olduğu anlaşılan "ergenekon" sözü de  mezkur lügatlerde hiç geçmemektedir. İslamiyeti kabul eden hükümdar sülâlesi ve yönetici sınıfı oluşturan Moğollar da Türkistan, Horasan ve Azerbaycan sahasında bütünüyle kendilerini Türk kültür dairesinin içinde görmüşlerdir. Dolayısıyla Reşideddin ile Ebulgazi, yazılı ve sözlü gelenekte karşılaştıkları eski Türk destanlarını kitaplarına almışlardır. Hatta Ebulgazi Bahadır Han'ın, Ergenekon Destanın yer aldığı kitabını Türklerin Soy Kütüğü(Şecere-i Türk) şeklinde adlandırması da ilginçtir. Bu gelenek ve motif benimsenmesi o kadar ileriye gitmiştir ki Başkurtlar arasındaki bir Çingiznamede, Çingiz Han  “yılkı yallı Gök Börüden(At yeleli Bozkurttan)” doğmuş olarak gösterilmiştir. Türk dünyasında Ergenekon Destanının ilk matbu yayını ise Kazan’da İbrahim Halfin tarafından 1819 yılında Şecere-i Türk’ün basılmasıyla gerçekleştirilmiştir(İnan, 1968:72). Şimdiye kadar hiçbir ciddi bilim adamı  Bahaeddin Öğel de dahil olmak üzere Ergenekon Destanının kökenini Moğollara bağlamamıştır. 

         

        Batı dünyasının Ergenekon Destanı’ndan haberi Strahlenberg’in Şecere-i Türk’ü 1717 yılında Batı Sibirya’da bulması ve 1726 yılında Baren’in Fransızcaya çevirdiği metinlerin Dr. Bentick’in notlarıyla A Leyde(La Haye) yayımlanmasıyla olmuştur (www.servicehistorique.sga.defense.gouv.fr/ 08.03.2009). Daha sonra da bunu, 1780 yılında Almanya’da Daniel Gottlieb Messerschmid’in neşri takip etmiştir.

         

        Bazı kişilerce iddia edildiği gibi “Ergenekon, bir Türk efsanesi olarak Kurtuluş Savaşı sırasında Yakup Kadri tarafından icat” edilerek Ergenekon adlı kitabında yayımlanmış değildir(Türköne, 2009).  Şecere-i Türk’ün Kazan baskısı içinde yer alan Ergenekon Destanı ilk olarak Ahmet Vefik Paşa tarafından, 1864 yılına Tasvir-i Efkar gazetesinde neşr edilir. Daha sonra Vefik Paşa bu yazılarını kitap haline getirir. Ahmet Vefik Paşa’nın bunu yayımladığı yıllarda 1889 doğan Yakup Kadri henüz dünyaya gelmemişti. Yakup Kadri’nin 1929 yılında kitaplaştırdığı Ergenekon ise bir edebiyat tarihi veya roman değil, Millî Mücadele yıllarındaki yazılarının toplandığı bir kitaptır. Sözü geçen makaleler toplamında Ergenekon Destanı yer almaz. Yakup Kadri, yok edilmek istenen Türk milletinin gerçekleştirdiği Milli Mücadeleyi, Ergenekon Destanı’na benzettiği için kitabına bu adı verdiğini önsözünde bizzat belirtmiştir (Karaosmanoğlu, 1973:4). Ziya Gökalp, Ergenekon adlı şiirini, önce 18.10.1912 tarihli Türk Yurdu dergisinde (s. 20.),  daha sonra ise 1330(1914) yılında Kızılelma adlı kitabında yayımlamıştır (Tansel, 1952:89, 347). Ömer Seyfeddin Halka Doğru Mecmuasının 27 Mart 1330 (9 Nisan 1914) tarihli on beşinci sayısında Tarhan müstear adıyla “Ergenekon’dan Çıkış, Yeni Gün” başlıklı bir şiir yazarken(Tarhan, 1330:2);  diğer taraftan Celâl Sahir de Uyanık takma adıyla Ergenekon Destanı’nı ve Nevruz’u anlatan “Bugün Türklerin Kurtuluş Bayramı” adlı bir yazı kaleme almıştır(Uyanık, 1330:4).

         

        Tarih öncesi dönemlerden itibaren kurt, Türk mitolojisinde töz/ongun olarak kutsiyet kazanmış; zaman içerisinde bir sembol haline dönüşmüştür. Yukarıda ifade edilen Çin kroniklerindeki tarih öncesine ait Türklerle ilgili efsanelerde görüleceği üzere kurt, Türklerin inanç ve kültürlerinde önemli yer tutmuştur. Sözü geçen türeyiş efsanelerindeki elleri ve ayakları kesilmiş bir çocuk figürü, 1968 yılında bulunan ve 572-582 yılları arasında Göktürk kağanı Tapar adına dikilen Bugut Yazıtı’nda kabartma olarak resmedilmiştir(Klyashtorniy-Livshits, 1972:121-146). Türk destan kahramanları genellikle tabiatta hâkim vasfı olan ve işini kendi gören yırtıcı canlılara benzetilmiş, hatta böri/kurt, arslan, kaplan, bars(yolbars/tonga), bürküt (kartal/laçin), şunkar(togan/doğan, sungur, kırgı/şahin)gibi hayvan ve kuşlar ad olarak da günümüze kadar kullanılagelmiştir. Ergenekon Destanı’ndan başka diğer Türk destanlarında da kurt temel bir motif olarak geçmektedir. W. Bang Kaup ile Reşit Rahmeti Arat’ın birlikte yayımladıkları Oğuz Destanı’nın İslamî olmayan Uygur harfli versiyonunda Oğuz’un çadırına tan vakti güneş gibi bir parlak ışık girmiş ve içinden gök tüylü, gök yeleli büyük bir erkek kurt çıkmıştır.  Oğuz’a “Sen Urum Kağan üzerine sefere çıkmak niyetindesin. Ben senin önünde yürümek istiyorum.” demiş. Karargâhını toplayan Oğuz’un ordusunun önünde tan ağarınca gök tüylü, gök yeleli erkek kurt yürümeye başlamıştır. Birkaç gün sonra kurt durmuş ve Oğuz’un ordusu İdil ırmağı kıyısına yerleşmiş ve yapılan savaşta Oğuz Urum Kağan’ı yenmiştir. Oğuz Kağan’ın bundan sonra Çürçetler, Hint, Tangut ve Suriye taraflarındaki çıktığı savaşlarda hep ordunun önünde bu bozkurt yürümüş ve hepsinde Oğuz Kağan düşmana galip gelmiştir (Bang Kaup-Rahmeti, 1936:22-24).

         

        Türk kültür tarihine ait eserlerde İslamî dönemlerde dahi kurdun bir sembol olarak özelliklerini devam ettirdiğine tanık olmaktayız. XI. yüzyılda kaleme alınan Divanü Lügati’t Türk’ten Dede Korkut Kitabına, İdil Ural sahasında Tatar Türkleri arasındaki “Ak Böri” efsanesinden kamlık dinine inanan Hakas Türklerinin Altın Arığ Destanı’na kadar Türk boyları arasında tespit edilen pek çok eserde kurt, Türklerin inançlarında bir töz ve sembol olarak benimsenmiştir. Bu husus yabancı Türkologlar tarafından da XVIII. yüzyıldan itibaren defalarca yazılmış; konuyla ilgili olarak Fuat Köprülü, Abdülkadir İnan, Ali Rıza Yalgın ve Yaşar Kalafat gibi pek çok yerli araştırıcı da bilimsel çalışmalar yapmışlardır. Ulu önder Atatürk, 1. emisyon grubu banknotlar arasında 5 ile 10 liralık kâğıt paralara Bozkurt resmini bastırmıştır. Yine İstanbul Darülfünunu (Üniversitesi) ’nda 1924 yılında kurulan Türkiyat Enstitüsü’nün de amblemi de meşale tutan Bozkurt olmuştur. 

         

        Türk kültüründe mitolojik dönemden itibaren günümüze kadar Türk boyları arasında bir kült olarak varlığını sürdüren bozkurdun siyasî hesap ve spekülasyonlarla tezyif ve tahkir edilmesi doğru değildir. Bozkurt, sadece bir takım dernek ve siyasî kuruluşların değil, bütün Türk milletinin sembolüdür. Fransızların sembol kabul ettikleri horozu millî takımlarının formalarında dahi yansıtmaları, aynı şekilde Alman ve Polonyalıların kartalı, Çinlilerin ejderi, Rusların ayıyı bayrak, flama veya devlet armalarında kullanmaları, onların kültür tarihleriyle ilgilidir. Konunun siyasete alet edilmesi ve millî tarih, kahraman ve değerlerin düşmanlığı haline dönüştürülerek uzmanı olmayan kimselerce saptırma ve karalamaya kalkışılması bilimsel ahlâk ve anlayışla bağdaşmamaktadır. Önemli bir destanımız olan Ergenekon’un başkalarına mal edilmesi kadar; adının terör veya meşru olmayan işlere karıştırılması kabul edilebilir bir davranış değil, komplodur.  Millî ad, kahraman ve değerler örselenmemeli, Ergenekon adını yıpratıp kirletenler de millî vicdanlarda mahkûm olacaklarını bilmelidir.

         

        Kaynaklar

         

        Andras Rajki, Mongolian Etymological Dictionary, 2006.

         

        A.N. Kononov,  Rodaslavniya Turkmen, Moskva-Leningrad 1958.

        A. Zeki Velidî Togan, Oğuz Destanı, Reşideddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlili, 2. bs. İstanbul 1982. s. 20.

         Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Yayını,  Ankara 1971.

        Charles Bowden, Mongolian- English Dictionary, Londan and New York 1997.

        Fevziye Abdullah Tansel, Ziya Gökalp Külliyatı I, Şiirler ve Halk Masalları,  Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1952.

        Ferdinand D. Lessing, Moğolca-Türkçe Sözlük, Ankara 2003.

        Gonbojab Hangin, A Modern Mongolian-English Dictionary,  Indiana University Pub. 1986.

        İnan, Abdülkadir,“Türk Rivayetlerinde Bozkurt” Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1968, s. 69-75.

        library.thinkquest.org/05aug/01780/chinese-ethnic-group/index.htm 08.03.2009

        Liu Mau-tsai’nin, Die chinesischen Nachrichten zur Geschichte der Ost-Turken (T’u-kue,  Wiesbaden, 1958, Ersel Kayaoğlu -Deniz Banoğlu, Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri, Selenge Yayınları,  İstanbul 2006.

        Mongol Helniy Tovç Taylbar Tol'(H. Luvsanbalden) Ulaanbatır 1966.

        Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Ankara 1994, TDK Yayınları, s. 206.

         Mümtaz'er Türköne, "Ergenekon Efanesi kime ait" Zaman Gazetesi, 22 Şubat 2009 tarihli nüsha.

        Tarhan (Ömer Seyfeddin), “Ergenekon’dan Çıkış, Yeni Gün” Halka Doğru Mecmuası, Yıl:1, Sayı:15 27 Mart 1330 (9 Nisan 1914), s.2-3.

        Rashiduddin Fazlullah, “Jami’u’t-tawarikh compendium of chronicles, A History of the Mongol Part One, [English Translation & Annotation by W.M.Thackson], 1999 Harvard University Publications

        Sergey G.Klyashtorniy-Vladimir A.Livshits The Sogdian Inscription of Bugut Revised // Acta Orientalia Academiae Hungaricae XXVI /1.1972. p.121-146.

        Uyanık(Celal Sahir), "Bugün Türklerin Kurtuluş Bayramı" Halka Doğru Mecmuası, Yıl:1, Sayı:15, 27 Mart 1330(9 Nisan 1914), s. 4.

        www.servicehistorique.sga.defense.gouv.fr/ 08.03.2009,Bentinck et publié sous le titre : Histoire généalogique des Tatars, traduite du manuscript tartare d’Abulgasi-Bayadur-Chan, prince de Charas’m, Leyde, 1726.

        Willy Bang-Kaup-Reşit Rahmeti Arat, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul Üniversitesi Yayını, İstanbul 1936, s.22-24.

        Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ergenekon,  Millî Mücadele Yazıları,  İstanbul 1973.

        Ziya Gökalp, “Ergenekon” Kızılelma, İstanbul 1330(1914).

         

         

Ergenekon Efsanesi kime ait?

Ergenekon Efsanesi kime ait?

Bir yalana çok fazla insanın inanması, sahte olanı gerçek yapmaz. Türklerin "çıkış" efsanesi olarak anlatılan Ergenekon, bir safsatadan ibaret. Sahte masallar dünyasında mutlu bir şekilde yaşamak mümkün. Ama birilerini mutlu eden bu hayaller başkaları için bir kâbusa dönüşmüş ise, uyanmanın vaktidir.
Hikâyenin aslı şöyle. Cumhuriyet, kurulduktan sonra kendi tarihini yazmaya girişiyor. Bu tarihin iki temel ihtiyaca cevap vermesi bekleniyor. Cumhuriyetin yeniliği, imparatorluk modeli bir devletin yerine bir ulus-devlet şeklinde kendini inşa etmesi. Birinci ihtiyaç bu ulus-devletin ulusunu oluşturmak. İkincisi ise, Avrupalıların "Türkler bu coğrafyanın yerli halkı değiller, onları Orta Asya'ya geri gönderelim" tezi üzerine inşa edilen düşmanlığa karşı durmak. Bunun için ise Türklerin Anadolu'nun yerli halkı olduğunu ispatlamak gerekiyor. 1930'larda Atatürk'ün önderliğinde oluşturulan Türk Tarih Tezi, bu iki ihtiyaca cevap vermek için geliştirilmiştir. Bu Tez'in iki temel iddiası vardır. Birincisi, Türklerin 5 bin yıllık çok eski bir ulus olması. İkincisi, Anadolu'da yaşayan Hititlerin, Romalıların atası Etrüsklerin Türk olduğu ve dolayısıyla bu toprakların eskiden beri Türklere ait olması.

5 bin yıl öncesine giderek, birkaç yıl öncesinin Osmanlı'sını reddetmek, yeni bir ulusun yaratılacağı çok uzak bir geçmişin belirsizliğine sığınmak ve oradan istediğiniz her şeyi çıkartmak mümkündü. 5 bin yıl öncesi esaslı hiçbir bilginin olmadığı, dolayısıyla kolaylıkla yeni baştan yazılabilecek kadar karanlıktı.

Çocukken tarih kitaplarında bize anlatılan "Göç haritaları" ile bugün Ergenekon Terör Örgütü'ne ilham kaynağı olan Ergenekon Efsanesi, Türk Tarih Tezi'nin sahteliklerinden geriye kalan birkaç izden sadece ikisi. Ankara'da Sıhhiye meydanındaki, Hitit güneş kursu, Etibank ve Sümerbank isimleri de öyle. Ergenekon Efsanesi, farklı versiyonları ile Çin kaynaklarında geçen ve Moğol kabilelerine atfedilen efsanelerden biri. İlhanlı tarihçisi Reşidüddin'in "Cami-üt Tevarih" isimli tarih kitabı ise, bizdeki versiyonun kaynağı. Reşidüddin bu efsaneyi bir Moğol efsanesi olarak naklediyor. Bizde bu konuda tek otorite olarak kabul edilen Bahaddin Ögel'in Türk Mitolojisi (I) isimli kitabını 14. sayfasından itibaren dikkatle okuyanlar, bu efsanenin Türklere ait olmadığına ikna olacaktır. "Moğollar da Türk idi" tezi ile bu efsaneyi dönüştürmek de mümkün değil; çünkü bu efsanelerde geçen Moğolların düşmanları Türklerden başkası değil. İddia edilenin tam tersine Türkler (bir Hun hakanı) bir Moğol kabilesini yok ediyor; geride tek kalan çocuğun ayakları kesiliyor ve sonra bir Kurt o çocuktan hamile kalıyor.

Ergenekon, bir Türk efsanesi olarak Kurtuluş Savaşı sırasında Yakup Kadri tarafından icat edilmiştir. Halbuki efsaneler, bir toplumun ortak hafızasıdır. Efsaneler ve destanlar vasıtasıyla o toplumun ortak geçmişi, yeni nesillere aktarılır. Osmanlı'da, Selçuklu'da en küçük izine rastlanmayan bir hikâyeyi, Cumhuriyet kuruluşuyla birlikte 5 bin yılın içinde birdenbire "keşfetmek" ve sadece tek "yabancı" kaynağa dayanmak ne kadar inandırıcı? Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu sahtelikleri ders kitaplarından acilen temizlemesi lâzım.

Niyetim kimsenin kutsalıyla, inancıyla uğraşmak değil. Ergenekon Efsanesi ve Kurt figürünün MHP ideolojisinin önemli sembollerinden biri olduğu herkesin malûmu. At izi it izine karıştı. Türkiye'nin sahip olduğu her şeye kasteden tehdidin adı Ergenekon olarak kayda geçti. Bu tehdidin varlığı bile, Ergenekon efsanesi gibi sahteliklerin eseri. Demek ki sahtelikler akıl dışı sapmalara yol açıyor.

O zaman putları parçalamak gerekiyor. Bizim beş bin yılın karanlığından, Moğol kabilelerinden aşırdığımız sahteliklere değil, henüz üzerinden üç nesil bile geçmemiş yakın tarihimizin gerçeklerine ihtiyacımız var. Moğol efsanesindeki kurdun izini aramak yerine Osmanlı'dan kalma haritaların ayrıntılarına bakmalıyız. Bir kurdun peşinden gidecekler ile Osmanlı'nın bize miras bıraktığı ahlakî otoriteye rıza gösterecek Ortadoğu halklarını karşılaştırmayı deneyin. Bizim yeniyetme halklar gibi büyük görünmek için sahte bir tarihe ihtiyacımız yok. Osmanlı'dan devraldığımız miras zaten yeteri kadar büyük.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır