şerh ne demek / Tapu Sicilinde Şerh Nedir | Gayrimenkul Hukuku

Şerh Ne Demek

şerh ne demek

Şerh Düşmek (Veya Koymak) Ne Demek? Şerh Düşmek (Veya Koymak) Kelimesinin TDK Sözlük Anlamı Nedir?

Şerh Düşmek (Veya Koymak) Ne Demek? Şerh Düşmek (Veya Koymak) Kelimesinin Güncel TDK Sözlük Anlamı Ne Demektir?

Cevap: Al&#x;nan Karar Veya Kararlara Karş&#x; Olumsuz Yönde Yaz&#x;l&#x; Görüş Bildirmek

Şerh Düşmek (Veya Koymak) Kelimesi Nasıl Yazılır? Şerh Düşmek (Veya Koymak) Kelimesinin Doğru Yazımı Nedir?

Cevap: Şerh Düşmek (Veya Koymak)

Şerh Düşmek (Veya Koymak) kelimesi ile Google aramalarda en çok sorulan sorular şunlardır: Şerh Düşmek (Veya Koymak) ne demek? Şerh Düşmek (Veya Koymak) kelimesi nasıl yazılır? Şerh Düşmek (Veya Koymak) kökeni nedir? Şerh Düşmek (Veya Koymak) kelimesinin cümle içerisinde kullanımı



KUR'AN-I KERİM'İN TEFSİRİ RİSÂLE-i NUR'UN ŞERH ve İZAHI

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

 اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰ لِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَع۪ينَ

 

ŞERH, HAŞİYE, TE’LİF, TEKMİL

 

ŞERH NEDİR?

الشرح:  فى اللغة؛ البيان والايضاح وهو مصدر شَرَحَ وفى الاصطلاح؛ علم قائم على درس نصّ كتابىّ وايضاح معناه بحسب قواعدالنقدالعلمى وفقه اللغة والتقليد العقائدىّ  وبيان ماهو غامض فيه اوماهو مدعاة للجدل نقيض المتن. )معجم المعانى الجامع(  

Şerh: شَرَحَ fiilinin masdarı olup lügatte beyan etmek, izah etmek, açıklamak manalarına gelmektedir.

 

İstılahî manası ise; bir kitabın nassının (metninin) tamamı üzerine kaim olan ve o metni, ilmi kaideleri nazar-ı itibara alarak ve taklid ettiği akaidin esasatına uygun bir surette ve lügat ilminin fıkhına yani kaidelerine muvafık bir tarzda açıklayan ve o metnin içindeki müşkil ve muğlak olan yerlerini veya itiraza medar olan kısmını vuzuha kavuşturan ve metnin gayrısı olan bir ilimdir. (Mu’cemu’l-Meânî el-Cami’)

 

Herkes şerh yapamaz. Şerh yapabilmek için, şarihin şerh ettiği eserin ihtiva ettiği ilimde (Sarf-Nahv gibi) mütehassıs olması gerekir. Eğer şerhedilen eser (Risale-i Nur Külliyatı gibi), ulum-u mütenevviayı cami bir eser ise, bu durumda şarihin Lugat-ı Arab, Ulum-u Arabiye, bahusus Bedi’, Beyân, Meani, Belâğât, Mantık, Münazara, Tefsîr, Hadîs, Akaid, Fıkıh, Kelam, Tasavvuf, Usulü’t-Tefsir, Usûlü’l-Hadîs, Usulu’d-Din, Usûlü’l-Fıkıh gibi ulum-u mütenevviada mütehassıs olması gerekir. Bunun için de bir hey’et-i ilmiyeye ihtiyaç vardır. Yaptığımız şerhler, böyle bir hey’et-i ilmiye tarafından yapılmaktadır.  Şahsî bir çalışmanın mahsulü değildir.

 

Derslerde yapılan şifahî açıklamalara şerh denilmez; takrir ve izah denilir.

 

Şerhin usulü şöyledir: Metin üst kısma aynen yazılır. Alt kısmına ise, o metnin şerh ve izahı yazılır. Konu ile alakalı sorulan bir suale Hacı Hulusi Bey’in verdiği cevabı aynen naklediyoruz:

“Sual: Risale-i Nur’un şerh ve izahı nasıl olmalıdır?

Elcevab: Bunun da ortası şudur: Aynen metnini almak, altına da izah etmek. Şahsî kanaatim şudur ki; ……. deyip başlamak ve delilim de şu, şu, şu Risale’lerdeki şu kısımlardır, denirse niza’ olmaz.”

Şerhle alakalı bir misal:

 

SÖZ / METİN

Hattâ hayat, kesret tabakatında bir çeşit tecellî-i vahdettir ve kesrette ehadiyetin bir ayinesidir.

 

ŞERH:

(Hattâ hayat, kesret tabakatında bir çeşit tecellî-i vahdettir ve kesrette ehadiyetin bir ayinesidir.) Yani bütün kâinat toplanır bir tek şey, mesela bir sinek olur. O sinek, bu cihette vahidiyet-i İlahiyeyi gösterir. Hem Ellah’ın bin bir isminin tecellisi de o sinekte görünür. O sinek bu cihette ehadiyet-i İlahiyeyi gösterir, tecelliyat-ı Zatiyeye ayine olur.

 

Kâinat, hepsi kesrettir. Ellah (cc), bin bir ismiyle kâinatta tecellidedir. Hayat ise, kesret tabakatında bir tecelli-i vahdettir. Yani hayat vasıtasıyla; her bir zihayat koca kâinata bir fihriste ve hulasa hükmüne geçmiştir. Hem hayat, kesrette ehadiyetin bir ayinesidir. Yani hayat, kâinatta tecelli eden bin bir ism-i İlahiye ayine olmuştur. Herbir zihayatta âlem-i imkân ile âlem-i vücub beraber bulunduğu halde birbirlerine karışmazlar. 

Hayat, bütün âlemi bir sinekte topluyor, tek vücud haline getiriyor. Böylece kesreti, vahdete idhal ediyor. Kesrete, vahdet rengini veriyor. Bu faaliyet, emr-i İlahi ile melaike vasıtasıyla oluyor.

Cenab-ı Hakkın bir ismi Vahid, diğer bir ismi de Ehad’dir. Vahid; ef’al, esma ve sıfatında bir olan demektir. Ehad ise, Zâtında bir olan demektir. Kesrette, yani bütün kâinatta, vahidiyet-i İlahîyenin tecellisi görünür. Cenab-ı Hak, vahidiyet sırrıyla mevcudat-ı âlemi bir sineğin vücudunda toplar. Hayat vasıtasıyla o sinek içinde bütün kâinat toplandıktan sonra o sinek maddeten şu koca kâinatın küçücük bir fihristesi hükmüne geçer. Aynı zamanda kâinatta tecelli eden bin bir ism-i İlahi, o sinekte dahi tecelli eder. Bu cihette o sinek, ehadiyet-i İlahiyenin tecellisine mazhar bir ayine vaziyetini alır. 

 

Bir, Bir’den sudur eder. Şu koca kâinatı nizam ve intizamla bir zihayatın, mesela bir sineğin vücudunda toplamak vahidiyeti, kâinatta tecelli eden bin bir ism-i İlahinin aynı anda o sineğin vücudunda tecelli etmesi de ehadiyet-i İlahîyeyi gösterir. Gel, bu ince mesaili akl-ı beşer ile hallet! İlham-ı İlahi olmadan beşerin tek başına bu hakikatleri anlamaya ve ifade etmeye gücü var mıdır? Demek Rahmet-i İlahîye, Müellif (ra)’ı konuşturmuş. Bizim gibi bîçareleri de bu ahir zamanda bu dersin etrafında toplamış ki; imanımızı muhafaza edelim, taklidden tahkike çıkaralım, bu hakikatleri Müslüman kardeşlerimize tebliğ edelim. Müellif (ra), vahidiyet ve ehadiyet-i İlahiyeyi eserlerinin pek çok yerlerinde izah etmiştir. Gelecek izahatını nümune olarak zikrediyoruz:

           

“İşte bu hayat, bu câmiiyetiyle en gizli bir sırr-ı ehadiyeti kendinde gösterir. Yani nasılki azametli güneş, ziyasıyla ve yedi rengiyle ve aksiyle güneşe mukabil olan herbir katre suda ve herbir cam zerresinde bulunuyor.. öyle de; herbir zîhayatta kâinatı ihata eden esma ve sıfât-ı İlahiyenin cilveleri beraber onda tecelli ediyor. Bu nokta-i nazardan hayat; kâinatı, rububiyet ve icad cihetinde inkısam ve tecezzi kabul etmez bir küll hükmüne, belki iştiraki ve tecezzisi imkân haricinde bulunan bir küllî hükmüne getirir. Evet, seni yaratan, bütün nev-i insanı yaratan zât olduğunu, bilbedahe senin yüzündeki sikkesi gösteriyor. Çünki mahiyet-i insaniye birdir, inkısamı gayr-ı mümkündür. Hem hayat vasıtasıyla ecza-yı kâinat onun efradı hükmüne ve kâinat ise, nev'i hükmüne geçer; sikke-i ehadiyeti mecmuunda gösterdiği gibi, herbir cüz'de dahi o sikke-i ehadiyeti ve hâtem-i samediyeti göstererek şirk ve iştiraki her cihetle tardeder.” (Lem’alar )

(Yirmi Dokuzuncu Söz’ün Şerhi)

***

HAŞİYE NEDİR?

ماالفرق بين الحاشية والشرح؟ الحاشية على الكتاب‌‌  :ايضاح  لشرحه  فان كانت مستقلة  اى بلا شرح تو ضع عليه فهى بيان  لبعض المباحث الموجودة فى الكتاب لا كلّها ، ويغلب عليها الاختصار.

الشرح ؛ البيان والتفسير يكون على كلّ مباحث الأصل مختصراً كان اومبسوطًا أعنى الشرح وهذا على الأغلب ا لأعم   .

            Sual: Haşiye ile şerh arasındaki fark nedir?

            Haşiye: Herhangi bir şerhin izahına haşiye denir. Eğer o haşiye müstakil ise, yani kitabın metninin üzerine bir şerh yoksa, sadece metin varsa, o zaman o haşiye kitabın metni üzerine konur ve onu izah eder. Haşiye, metnin tamamının değil, belki kitabta mevcud olan bazı mebahisin ve mes’elelerinin beyanı ve izahıdır. Ekseriyetle muhtasar olur.

            Şerh ise: Bir kitabın metninin tamamını beyan ve tefsir etmektir. Şerh kendisi kısa olsun, uzun olsun, aslın yani metnin bütün mebhaslarını içine alır, hepsini izah eder. Şerh ekseriyetle böyle olur. (El-Meânî)

 

Bu mes’elenin daha iyi anlaşılması için ulema-i İslam’ın kitablarından bu konu ile alakalı üç misal zikredeceğiz:

 

             Birinci Misal: Tefsir alanında yazılan kitablardan;

            “Tefsîr-i Beydâvî” (Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl) adlı eser, metindir. “Şeyhzâde” adlı eser ise, Tefsîr-i Beydâvî üzerine yazılmış bir hâşiyedir.

             İkinci Misal: Hadis alanında yazılan kitablardan;

             İmâm Buhârî’nin “el-Câmiu’s-Sahîh” adlı eserine 75 şerh yazılmıştır. İbn Hacer el-Askalânî’nin “Fethu’l-Bâri” isimli şerhi ile Bedruddin Aynî’nin yazmış olduğu 25 ciltlik “Umdetü’l Kâri” isimli şerhi buna misal olarak verilebilir.

Üçüncü Misal: Nahiv alanında yazılan kitablardan;

İbn-i Hâcib’in te’lif ettiği “el-Kâfiye” adlı kitab, metindir. Molla Câmî’nin yazdığı “Fevâidu’d-Diyaiyye” adlı eseri ise, el-Kâfiye’nin şerhidir. Abdulğafur denilen Zat’ın yazdığı “Hâşiyetu Abdilğafur” adlı eser de Fevâidu’d-Diyaiyye’nin haşiyesidir. Keza Abdulhakim denilen Zat’ın yazdığı “Hâşiyetu Abdilhakim es-Seyyalekûtî alâ Hâşiyeti Abdilğafur” adlı eser de Hâşiyetu Abdilğafur’un haşiyesidir. Ve hakeza kıyas edilsin ki, bir kitabın pek çok şerh ve haşiyesi yazılmıştır.

Şerh ve haşiye ile alakalı yazılan bu şekildeki eserler, ehl-i ilim mabeyninde ma’ruf ve meşhurdur.

Haşiye ile alakalı bir misal:

SÖZ / METİN

Ey kardeş! Eğer hikmet-i âlemin tılsımını ve hilkat-i insanın muammasını ve hakikat-ı salâtın rumuzunu bir parça fehmetmek istersen, nefsimle beraber şu temsilî hikâyeciğe bak.

HAŞİYE

“Metinde geçen “hakìkat” kelimesi; ef’âl, esmâ, sıfat ve şuûnât-ı İlâhiyye ma’nâsındadır. “Rumûz” ise, “remz” kelimesinin çoğulu olup gizli işâretler demektir. Dolayısıyla “hakìkat-i salâtın rumûzu” ta’bîrinin ma’nâsı;  namazın her bir fiili, her bir kavli, her bir hâl ve tavrı, tecelliyât-ı ef’âl, esmâ ve sıfât-ı İlâhiyyeye karşı nasıl remz ve işâret etmek sûretiyle mukàbele ediyorlar demektir. Meselâ; “Ellâhu Ekber” lâfzı ve secde fiili, Cenâb-ı Hakk’ın kemâlli esmâ ve sıfâtına karşı bir mukàbeledir.  “Elhamdülillâh” kelimesi ve kıyâm fiili, cemâlli esmâ ve sıfâtına karşı bir mukàbeledir. “Sübhânellah” kelimesi ve rükû’ fiili ise, celâlli esmâ ve sıfâtına karşı bir mukàbeledir.”

(On Birinci Söz’ün Şerhi)

 

Görüldüğü gibi yukarıda geçen metinden sadece “hakikat-ı salâtın rumûzu” ifadesi izah edilmiştir. Diğer ifadeler izah edilmemiştir.

***

TE’LİF

Te’lif: Yeni bir eseri kaleme almaya denir. Mesela; Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri, Yasin Suresi’nin Yirmi Beş Nüktesi’ne dair olan Mektub’un te’lif edileceğini, yani yeniden yazılacağını haber vermiştir. Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin te’lifle alakalı ifadelerini aynen naklediyoruz:

“Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşâellah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve talim ile, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci mektubları te'lif ile ve Dokuzuncu Şua'ın Dokuz Makamını tekmil ile ve Risale-i Nur'u tanzim ve tertib ve tefsir ve tashih ile devam edecek.” (Kastamonu Lahikası 56)

“YİRMİ BEŞİNCİ MEKTUB: Sure-i Yâsin'in yirmi beş âyetine dair “Yirmi beş Nükte” olmak üzere rahmet-i İlahiyeden istenilmiş; fakat daha zamanı gelmediğinden yazılmamıştır.” (Mektubat )

***

TEKMİL

Tekmil: Noksan kalan bir eseri tamamlamak demektir. Mesela; Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri Dokuzuncu Şua’nın Mukaddimesi’ni kaleme almış. Ancak Dokuz Âlî Makamı’nı yazmamıştır. Bu makamların Risale-i Nur'un şakirdlerinden birisi veya birkaç tanesi tarafından yazılacağını, böylece bu eserin tekmil edileceğini müjdelemiştir. Keza Yirmi altı ricadan ibaret olan Lem’a İhtiyarlar Risalesi’nin on altı ricası yazılmış, on ricası ise te’lif edilmemiştir. Üstad Hazretleri, ileride bir nurcu tarafından bu eserin tekmil edileceğini, yani geri kalan on ricanın yazılacağını müjdelemiştir.  Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin tekmil ile alakalı ifadelerini aynen naklediyoruz:

“İnşâellah bir zaman, Risale-i Nur'un şakirdlerinden birisi veya birkaç tanesi, o dokuz makamı ve berahini te'lif edecek ve Mukaddeme-i Haşriye'nin başındaki âyât-ı a'zamın dokuz fıkrasının hazinelerini, Risale-i Nur'da münteşir haşr-i cismanî berahiniyle ve kalblerine gelen sünuhat ve ilhamat ile açıp; Dokuzuncu Şua'ı, Onuncu Söz'den daha parlak, daha kuvvetli bir tarzda tekmil edecek.” (Kastamonu Lahikası )

“Nur'un te'lif zamanı üç sene evvel bitmiş olmasından, bu On beşinci Rica, ileride bir Nurcu tarafından İhtiyarlar Lem'asının tekmiline -te'lifine- me'haz olmak üzere yazıldı.” (Lem'alar )

Bu yazi defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz : ↓

Yorumlar :

Temel anlamı “bir şeyi kesmek ve içini açığa çıkarmak” olan “şerh” sözcüğü daha sonra ilk anlamını korumakla birlikte anlam genişlemesi ile “bir durumu açıklığa kavuşturmak, müşkil bir meseleyi açıklamak, kapalı ve gizli şeyleri ortaya çıkarmak” gibi farklı anlamlar kazanmıştır. Klasik lügatlerde verilen anlamların ortak noktası kapalılığın giderilip gizli olan şeyin ortaya konmasıdır. Bu ise Kamus’ta verilen “anlama” karşılığı ile ilişkilidir. Dolayısıyla şerhte -metin için söz konusu olursa- metne farklı açılardan yaklaşılarak metin anlaşılır kılınmaya çalışılır ve bunun için de birçok ilim dalından yararlanılır.&#;

Şerh kavramının bulunduğu kavram alanında onunla ilişkili tefsir, haşiye, ta’lîk, telhis, tevil gibi başkaca kavramlar da vardır. Kelime anlamı “açmak, açıklamak” olan “tefsir”, terim olarak “Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetlerin anlamlarını açıklamak, bunlardan çıkan hükümleri ortaya koymak” demektir. “Haşiye” ise terim olarak “bir metinde ve şerhte geçen âyet, hadis ve özel isim gibi şeyler için sayfa kenarlarında yapılan kısa açıklama” anlamına gelir. Ayrıca bir eserle ilgili kısa ilave ve açıklamaların adı olan “ta’lîk”; aslında özetleme demek olmakla birlikte esas metne açıklamaların da getirildiği “telhis”, bir manayı ihtimallerin en doğru olanı istikametinde açıklamak olan “tevil” de şerh ile ilgili diğer terimlerdir.&#;

Şerh aslında bir metnin anlaşılır kılınması ve açıklanması olduğundan yazının icadıyla beraber ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Dolayısıyla farklı şerh gelenekleri mevcuttur. Mesela Batı kültüründe şerh (commentary), haşiye (scholia), tefsir (exegesis) gelenekleri mühim bir yer kaplamaktadır. Burada Eski Yunan ve Latin klasikleri ile Eski ve Yeni Ahit üzerine yazılan şerhler büyük bir yekûn tutar. Burada İslâm medeniyetindeki şerh geleneğine müşterek İslâmî kültürde şerhin ilk örneklerine şiirlerde geçen bazı ibare ve kelimelerin açıklamaları şeklinde rastlanmaktadır. Şerhin bir yöntem hâlinde ortaya çıkmasında ise Kur’ân-ı Kerim’i konu alan tefsirlerin birinci derecede rolü vardır. Bununla birlikte yazılı her metin açıklanmaya konu olabilecek müstakil bir varlık olduğundan hadis-i şerifler, fıkıh, kelâm ilmi gibi dinî metinlerin yanı sıra doğrudan din ile ilişkili olmayan mantık, aruz, felsefe, belâgat, tıp gibi ilimler ile ilgili düzyazı veya manzum şekilde yazılmış metinler de şerh edilmiştir.&#;

Medrese hocalarının bir medreseden diğer bir medrese seviyesine yükselmeleri için gereken şartlardan birisi okutacakları metnin bir bölümünün şerh edildiği risale yazmaları idi. Bu durum da şerh geleneğinin gelişmesini sağlayan şartlardandır. Medreselerde okutulan bu tür eserler dışında halka mal olmuş Delâil-i Hayrat, Esmâ-i Hüsnâ, Evrâd, Kırk Hadis türleri gibi dinî muhtevalı eserler ile yine geniş kitlelerce okunan Gülistan, Bostan gibi eserler de şerh edilen eserler arasında yer alır. Aslında farklı kişilerce çeşitli dönemlerde şerh edilen bu metinler dönemin bilimsel düzeyini, toplumsal eğilimlerini, eğitim ve öğretim metotlarını göstermesi açısından önemli kaynaklardır.&#;

Eldeki örneklere baktığımızda edebî metinlerin iki amaç doğrultusunda şerh edildiğini görmekteyiz. İlki şerh edilecek metin ile ilgili okuyucunun bilgi birikiminin yetersiz kaldığı yerler olduğu düşüncesidir ki bunu şerh edenin kelime ve ibareleri açıklamasından, gramer bilgileri vermesinden, kültür unsurlarını açıklamasından anlamaktayız. Dolayısıyla bu şerhlerde bilgilendirme temeldir. Ayrıca eldeki metinlerin bir düşünce ve inanç sisteminin içinde oturduğu yer dolayısıyla bir vasıta olarak kullanılması şerhte rol oynayan diğer etkendir. Asırlar boyu -yeni bir katkı sağlamasa da- bazı dinî-tasavvufî metinlerin şerhlerinde görülen ısrar ve bu metinlerin şerhi ile verilmek istenilen tasavvufî düşünceler ikinci gruptaki şerhlerin sayısının azımsanmayacak oranda olmasını sağlamıştır.&#;

Şerhlerde metinlere uygulanan tek bir metottan söz etmek mümkün değildir. Fakat bu durum şerh usulünün/metodunun bulunmadığı, bir disiplinden uzak ve gelişigüzel bir şekilde bu işlemin yapıldığı anlamına gelmemelidir. Şerh edilen metnin dili, muhtevası ve yapısı ile şerh edenin kişiliği, ayrıca şerhin hitap ettiği okuyucu kitlesi gibi sebepler o metne uygulanacak şerh usulünde önemli bir rol oynar.&#;

Şerhlerde edebî kıstaslar ve kurallar çerçevesinde metne yaklaşılmasına pek sık rastlanmaz. Edebî metinler bile şerh edilirken edebî ölçütler birinci derecede önemli değildir.&#;

Şerhlerde devrin teamüllerine göre kaynak eserler atıf yapılarak kullanılır. Bunlar lügat ve gramer kitapları oldukları gibi kaynak metnin ait olduğu ilim dalı ve konu ile ilgili başkaca eserler de olabilmektedir.&#;

Bir metnin ilk şerhinden sonra tekrar şerh edilmesi tabii olarak daha önceki şerhlerin yetersiz kaldığı ön kabulüne dayanır. Bu durumda şarihler daha önceki şerhleri yeri geldikçe tenkit ederler.&#;

Şerh-metin tenkidi ilişkisine de burada temas etmek gerekir. Şerh edilen metinler umumiyetle yazmalarla günümüze gelmiş olduğundan esas alınan metnin sıhhati onu şerh eden kişi için önem arz etmektedir. Bazı şarihlerin bu hususa dikkat edip nüshalar arasında görülen farklardan doğru olanı tespite gayret ettiği görülmektedir. Sudi’nin şerhlerinde bunun pek çok örneğini bulmak mümkündür.&#;

Şerhlere genellikle ad konulmaz. Fakat müstakil bir eser niteliğini kazanmış ise bu takdirde Muhammediye manzumesine İsmail Hakkı Bursevî (ö. ) tarafından Ferahu’r-Ruh ismi ile şerh yazılması gibi farklı isimler konur. Eğer kaynak metin Mesnevî gibi uzun bir metin ise metinde seçmeye gidildiği ve seçilen bölümlerin şerh edildiği de görülür.

Şerhler yazarların ifadelerine göre, manevi bir işaret ile veya dost ve yârânın ısrarı ile yazılır. Böylece ilk durumda ortaya konulan şerhin manen teyid edildiği ve doğrulandığı, ikinci durumda da o metindeki zorlukların ve kapalılıkları açabilecek kişinin ancak kendisinin olduğu üstü kapalı bir şekilde ifade edilmiş olur. Bazen de Muinî’nin ( yy) Mesnevî şerhini Sultan Murad’ın (ö. ) emri ile yazması örneğinde gördüğümüz gibi, devlet adamlarının isteği/emri şerhlerin yazılmasını sağlar. Şarihlerin kendi eserlerine de şerh yazdıkları görülmektedir.

Türkçe yazılan şerhlere baktığımızda pek çok ilim ve disiplinin yanı sıra Arapça, Farsça ve Türkçe edebî metinlerin de şerh edildiğini görmekteyiz. Dolayısıyla günümüze intikal etmiş eldeki şerh malzemesini belli bir esasa göre gruplandırma yararlı olacaktır.&#;

Şerh edilen kaynak eserlerin Türkçe olup olmadığına göre bu şerhleri iki grupta toplamak mümkündür. Yapılan şerhlerde dili Türkçe olmayanlar daha fazladır. Bu eserlerde şerh ve tercüme gibi iki ayrı işlem birleşmektedir. Edebiyat dışında, nesir sahasında İbn Haldûn’un (ö. ) Mukaddime’sinin Şeyhülislâm Pirizade Mehmed Sahib (ö. ) ve Cevdet Paşa (ö. ), İmam Kastalanî’nin (ö. ) Mevâhibü’l-Ledünniyye’sinin şair Bakî (ö. ) tarafından yapılan tercümelerinde olduğu gibi, kaynak dilden yapılan şiir tercümeleri de aslında tercüme sınırlarını aşan ve şerhe yaklaşan eserlerdir.&#;

Müstakil şiir şerhleri arasında ise kaside şerhleri önemli yer tutar. Bunlar Kaside-i Münferice, Kaside-i Nuniyye gibi dinî metinler oldukları gibi Kaside-i Mimiyye, Kaside-i Bürde gibi dinî niteliği olmakla birlikte edebî yönü de bulunan metinlerdir. Bunlar arasında İmam Busirî’nin (ö. ) Kaside-i Bürde’si Klasik Türk Edebiyatı’nda en fazla önem verilen şiirlerdendir. Bazı manzumelerin, anlaşılmasında farklı görüşler bulunan beyitlerine de şerh yazıldığı olmuştur. Mesela Bosnalı Sûdî, Hafız’ın bir gazelinin bir beytine ve Gülistan’daki bir beyte müstakil şerh yazmıştır.

Şerhine önem verilen müstakil ve uzun manzum eserlerin başında Mevlâna Celâleddin Rûmî’nin (ö. ) Mesnevî’si gelir. Sadi’nin (ö. ) Gülistan ve Bostan isimli eserleri de Türk toplumunda yaygın olarak okunup üzerlerine şerh yazılan eserlerdir. Feridüddin Attar’ın (ö. ) Pendnâme’si de Osmanlı dönemi Türk edebiyatında tercüme ve şerh edilen eserler arasındadır. Hafız Divanı da müstakil şerh yazılan bir divan olarak şerhler arasında önemli bir yer tutar.&#;

Şiir şerhleri arasında kaynak metni Türkçe olanlar da önemli bir sayıdadır. Müstakil Türkçe şiir şerhleri arasında ilk örnekler Yunus Emre’nin (ö. ) şiirlerine yapılan şerhlerdir. Niyazi-i Mısrî (ö. ) de şiirleri şerhedilen şairler arasındadır. İsmail Hakkı Bursevî hem bu şiirlere hem kendi şiirlerine şerh yazan önemli bir şahsiyettir. Bu gruptaki kaynak metinler ile bu metinleri şerh edenlerin genellikle mutasavvıf kimlikli olduğu görülmektedir. Dolayısıyla ortaya çıkan şerhli metinler tasavvuf bağlamında yazılmış, bu metinler tasavvuf kültürünü ve verilmek istenilen düşünceleri aktarma vasıtası olmuştur.&#;

Cumhuriyet dönemindeki uygulamalara bakıldığında şerh usulünün yapısal bakımdan gelenekten farklı bir yol izlemediği görülmektedir. Tahirü’l-Mevlevi (ö. ) ile Abdülbaki Gölpınarlı’nın (ö. ) Mesnevi şerhleri bu görüşü doğrular. Kaside şerhleri de bulunan Tahirü’l-Mevlevi bu şerhlerinde kelime bilgileri, dönemin tarihî ve sosyal bilgiler ile tanıtılması, anlamın geniş ve daha sonra topluca verilmesi gibi bilinen usulü takip etmiştir.&#;

Cumhuriyet döneminde metin şerhi meselesi aslında uzmanlarınca üzerine düşünülen ve yazı yazılan bir konudur. Klasik Türk Edebiyatı’nın metin şerhi üstadı olarak nitelenen Ali Nihad Tarlan (ö. ), edebî eseri anlama ile duymanın farklı olduğunu, metinlerin şerhinin metni anlamaya çalıştığını, anladığını her zaman anlatabildiğini, yolunun afakî, neticelerinin objektif maddeler olduğunu söyler. Fuzûlî Divanı Şerhi isimli eserinde ise ileri sürdüğü tarzda bir şerh usulünü görememekteyiz. Bu şerhte metinlerin ilk anlam katmanındaki açıklamalarının göz ardı edildiği ve neredeyse bütünüyle izlenimci bir yaklaşımla açıklamaların yapıldığı görülmektedir. Tarlan bu değerli eseriyle; aslında teori zemininde söylediklerine değil, belli bir inanç sistemi zaviyesinden metinlerin şerh edildiği geleneksel şerh metodunun yukarıda işaret ettiğimiz örneklerine daha yakın durmaktadır.

Son dönemlerde ise klasik nitelikli edebiyat metinlerinin şerhlerinin toplumsal tarih araştırmaları ile de ilişkili bir hâl aldığı görülmektedir. Edebiyat metinleri açıklanırken onların tarih ile olan bağlantısı sürekli gözetilmekte, sosyal hayat ile bağlantı noktaları şerhlerde dikkat edilen birinci nokta olmaktadır. Fakat bu yaklaşımda eserin estetik özellikleri ve “onu kendisi yapan yapısı” ikinci plana atılmakta, neticede eldeki edebiyat metni tarih araştırmalarına yardımcı bir çeşit belge ve sosyoloji dalına bir veri olma özelliğini kazanmaktadır.&#;

Yaygın ve egemen bu iki yaklaşımın dışında klasik edebiyat metinlerinin modern edebiyat teorileri ışığında şerh edildiği görülmekle birlikte bu tarz şerh usulü bu konudaki alışkanlıklardan farklı ve özgün bir birikim gerektirdiğinden yaygınlaşamamış ve bir iki örnekle sınırlı kalmıştır.&#;

M. A. Yekta Saraç

Kaynakça

Dilçin, Cem. “Fuzuli’nin Bir Gazelinin Şerhi ve Yapısal Yönden İncelenmesi” Türkoloji Dergisi 9 (): &#;

Ebülbakâ el- Külliyât. İstanbul: Matbaa-i Âmire,

et-Tehânevî, Muhammed b. Ali. Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn 1. İstanbul: Dârü’l-kütübi’l-’ilmiyye,

İbn Manzur (y.t.y.), Lisânü›l-Arab, Beyrut.

İsmail Fennî Ertuğrul. Lügatçe-i Felsefî. İstanbul: Matbaa-i Âmire, &#;

Kâtip Çelebi. Keşfu’z-Zunûn 1. Ankara: Maarif Vekâleti,

Kortantamer, Tunca. “Teori Zemininde Metin Şerhi Meselesi.” Ege Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 8, İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları ():

Mütercim Asım. Kâmus Tercümesi. İstanbul: Matbaa-i Âmire,

Saraç, M. A. Yekta. “Divan Tahlillerine Dair.” İlmî Araştırmalar 8, İstanbul, ():

Saraç, M. A. Yekta. “Şerhler.” Yay. Haz. Talat Sait Halman, Türk Edebiyatı Tarihi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, c. II, (): &#;

Tarlan, Ali Nihat. Edebiyat Meseleleri: İstanbul: Ötüken Yayınları,

Topuzoğlu, Tevfik Rüştü. “Haşiye.” DİA İstanbul: TDVİA,

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır