Amaç: Helicobacter pylori (Hp) enfeksiyonu ve gastroözofageal reflü hastalığı (GÖRH) dünya çapında yaygın hastalıklardır. Hp ve GÖRH arasındaki etkileşim ise karmaşık bir konudur. Bu çalışmanın amacı erişkin hastalarda Hp enfeksiyonu ve Hp’nin gastrik lokalizasyonu ile reflü özefajit arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Reflü özofajit tanılı 239 hasta, 229 yaş ve cinsiyet uyumlu kontrol grubu ile karşılaştırıldı. Gastrik antrum ve korpustan elde edilen biyopsi örnekleri histolojik olarak değerlendirildi. Enflamasyon, aktivite ve Hp kolonizasyonunun ciddiyeti, 0 (hiçbiri) ile 3 (en ağır) arasında skorlandı. Enflamasyon ve aktivite skorları toplandı ve gastrit skoru olarak ifade edildi. Bulgular: Hp enfeksiyonu prevalansı RE’li hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşüktü (olasılık oranı 1,56 %95 güven aralığı 1,08-2,27; p=0,02, p<0,05). Korpustaki Hp kolonizasyonu özofajit grubunda anlamlı derecede düşüktü, fakat antrumda Hp kolonizasyonunda anlamlı bir fark yoktu (sırasıyla p=0,01, p<0,05 ve p=0,09, p>0,05). Korpustaki Hp kolonizasyonu ve gastrit skorunun özofajit gelişimi ile negatif korelasyon gösterdiği, antrum ve gastrit skorundaki Hp kolonizasyonunun özofajit ile korelasyon göstermediği bulundu. Sonuç: Sonuç olarak, bu çalışmada Hp enfeksiyonu ve korpus gastrit skoru sıklığının, eroziv reflü özofajit hastalarında kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, Hp kolonizasyonu ve korpus gastrit skorunun özofajit gelişimi ile negatif korele olduğunu göstermiştir.
Barlas Sülü, Elif Demir, Yusuf Günerhan
Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Kars, Türkiye
Amaç: Gastrik polipler nadir görülen lezyonlar olup, üst gastrointestinal endoskopik incelemede tesadüfen saptanırlar. Bu çalışmada gastrik polip saptanan hastalar ve poliplerin özelliklerinin araştırılması amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Endoskopi ünitesi ve patoloji bölümündeki kayıtlardan gastrik polip saptanan hastalar retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik, klinik, histopatolojik özellikleri ve bir yıllık takipleri değerlendirildi.
Bulgular: Üst endoskopi uygulanan 1700 hastanın 49'unda (%2.9) gastrik polip tespit edildi. Bu hastaların 27'si erkek (%55.1), 22'si kadın (%44.9) ve yaş ortalamaları 51.9 (en genç: 22, en yaşlı: 86) yıl idi. Polipoid lezyon saptanan hastalarda en sık dispepsi (%51) şikayeti mevcuttu. 49 hastanın 34'ünde (%69.4) tek polip, 15 (%30.6) hastada multipl polip saptandı. Polipoid lezyonlar en sık antrumda (25 hasta, %51) iken, en az kardiada (3 hasta, %6.1) gözlendi. En sık multipl polip antrumda (10 hasta, %66.7) idi. Eşlik eden en sık endoskopik patolojinin gastrit (%45.8) olduğu saptandı. Eksizyon veya biyopsi uygulanan poliplerin 43'ü (%87.8) sesil idi. Polip saptanan hastaların 34'ünde (%69.4) Helikobakter pilori (+) idi. Eksizyon uygulanmayan poliplerde Helikobakter pilori tedavisi ile takiplerde polip boyutlarında küçülme eğilimi saptandı.
Sonuç: Dispeptik şikayeti olan, özellikle elli yaş üstü hastalarda endoskopik inceleme yapılmalıdır. Ayrıca eksizyon uygulanamayan poliplerin tedavisinde, Helikobakter pilori eradikasyonunun etkisi daha çok hastadan elde edilen verilerle incelenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Polip, mide polibi, Helikobakter pilori, endoskopi, gastrointestinal sistem
Gastrik polipler mide mukozası yüzeyinden lümen içine protrüde olan lezyonlar olarak tanımlanırlar. Genellikle polipoid lezyon terimi kullanılır. Tüm üst gastrointestinal endoskopi uygulanan hastaların %2–%6’sında ve genellikle tesadüfi olarak saptanır[1,2]. Endoskopik incelemenin yaygınlaşması ile bu oran artmaktadır.
Poliplerin en önemli klinik özellikleri malign dönüşüm göstermesi, ülsere poliplerin anemiye yol açması ve mide çıkışında aralıklı olarak obstrüksiyona neden olabilmeleridir[3]. Bu nedenle tanı ve tedavi önemlidir.
Gastrik polip tanısını doğrulamak için histopatolojik değerlendirme gerekir. Polipoid lezyonlar önceleri WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından neoplastik ve non-neoplastik olarak basitçe ayrılmakta idi. Ancak günümüzde daha pratik ve bütün subtipleri kapsayan sınıflamalar bulunmaktadır[4,5].
Bu çalışmada kendi kliniğimizde rasladığımız gastrik polipli hastaların demografik, klinik, endoskopik, histopatolojik özelliklerini ve 1 yıllık takip sonuçlarını sunduk.
Bu çalışma Ağustos 2008 ile Aralık 2011 tarihleri arasında Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı endoskopi ünitesinde, üst endoskopi yapılan hastalarda gerçekleştirildi. Bütün hastalara sedasyon amaçlı faringeal topikal anestezik madde olan %10’luk lidokain ve intravenöz midazolam uygulandı. Saptanan poliplerden uygun olanlar endoskopik polipektomi yöntemiyle çıkarıldı. Polipektomiye uygun olmayacak kadar milimetrik olan poliplerden ise tanı amaçlı biyopsi alındı.
Aynı seansta Helikobakter pilori (HP) tanısı (üreaz testi) icin antrumdan ve herhangi bir histopatolojik değişikliğin tanısı için çevre dokudan biyopsi alındı. Üreaz testinin sonucu işlemi uygulayan ekip tarafından değerlendirildi. Hastaların en belirgin başvuru şikayeti ve multipl poliplerden en büyüğü temel alınarak endoskopik bulgular ve işlemler kayıt altına alındı. Alınan biyopsiler patologlar tarafından değerlendirilerek histopatolojik subtiplerine göre sınıflandırıldı. Polipler, WHO’nun modifiye edilmiş sınıflandırması temelinde hiperplastik, adenomatöz, fundik gland ve hamartamatöz olarak ayrıldı[4,5].
Polip tespit edilen hastalar bir yıl takip edildi. Hastaların bu süre içinde 6’şar ay arayla 2 kez üst endoskopik kontrolleri yapıldı.
Demografik özellikler
Üst endoskopi uygulanan 1700 hastanın 49’unda (%2.9) gastrik polipoid lezyon/ lezyonlar tespit edildi. Hastaların 27’si erkek (%55.1), 22’si kadın idi (%44.9). Bu hastaların yaş ortalamaları 51.9 (en genç: 22, en yaşlı: 86) olarak belirlendi.
Klinik özellikler
Polipoid lezyon saptanan hastalarda saptanan en sık şikayet dispepsi (%51) idi. Diğer sık görülen şikayetler ise epigastrik ağrı (%32.7), kilo kaybı (%10.2), anemiye sekonder şikayetler (%6.1) idi (Tablo 1).
Endoskopik özellikler
Değerlendirdiğimiz 49 hastanın 34’ünde (%69.4) tek polip, 15 (%30.6) hastada multipl polip mevcuttu (Resim 1). Polipoid lezyonlar en sık antrumda (25 hasta, %51) iken, en az kardiada (3 hasta, %6.1) gözlendi. Multipl polip bulunan 15 hastanın 10’unda (%66.7) tek anatomik bölgede (antrum) multipl polipid lezyon varken, 5 (%33.2) hastada birden fazla bölgede polip saptandı. Üst gastrointestinal trakt da polipoid lezyon saptanan hastaların endoskopik incelenmesinde saptanan endoskopik patolojiler sıklık sırasına göre gastrit (%45.8), hiatal herni (%28.9), özofajit (%16.9), gastrik ülser (%7.2 ), çevre dokuda tümör (%1.2) idi. Çevre dokuda malignite (adenokarsinoma) tespit edilen hastaya operasyon uygulandı. Polipoid lezyon bulunan iki hastada başka bir patoloji saptanmadı. Eksiyon veya biyopsi uygulanan poliplerin 43’ü (%87.8) sapsızdı.
Sapsız ve çapı küçük olan, eksizyonu teknik olarak uygun olmayan 7 polipden ise biyopsi alındı. Bu hastalarda displastik dönüşüm saptanmadı. İlk endoskopik işleminde polip saptadığımız bir hastada malignite tespit edildi (adenokarsinom). Bu hastaya operasyon uygulandı. Bir hastaya ise Peutz-Jeghers polip tanısı konuldu. Adenomatöz özellik tespit edilen 3 hastanın ikisine total eksizyon yapıldı. Biyopsi alınan diğer hasta ise altı ay sonra kontrole çağrıldı ve displazi tespit edilmedi.
Polip tespit edilen hastaların 34’ünde (%69.4) HP (+) olarak saptandı. Gastrik çıkış obstrüksiyonu 1 hastada gözlendi.
Polipoid lezyonların histopatolojik özellikleri
Histopatolojik incelemede poliplerin %75.5’i hiperplastik, %16.3’ü fundik gland, %6.1’i adenomatöz polip ve hamartamatöz özellikli Peutz-Jeghers polipi (%2.1) idi (Resim 2A ve 2B).
Üst gastrointestinal sistem polipleri genellikle tesadüfi olarak saptanır. Bunun nedeni polipoid lezyonlara ait belirgin semptomların olmamasıdır[6,7]. Bizim olgularımız da farklı şikayetler ile başvuran ve önceden polip tanısı olmayan hastalardı. Hastaların çoğunda dispeptik şikayetler mevcuttu. Ülkemizde yapılan başka bir çalısmada da polipod lezyonlar en sık dispepsi şikayeti olan hastalarda görülmektedir[8].
Ağustos 2008 ile Aralık 2011 tarihleri arasında uyguladığımız 1700 endoskopide, hastalarda polipoid lezyon oranı %2.9 idi. Literatürlerde gastrik polipler ve subtiplerinin sıklığı farklılık göstermekteydi[8–10]. Bu çalışmadaki hastalarda saptanan polip oranı literatürde belirtilen oranlar içindeydi[4]. Hiperplastik ve fundik gland polipleri en sık görülen polipoid lezyonlar olarak kabul edilmektedir[2,4,8]. Morais ve ark.[11]‘nın çalışmasında olduğu gibi bizim hastalarımızda da en çok hiperplastik polip saptandı.
Üst endoskopi sırasında saptanan poliplere yaklaşım konusunda ortak yaklaşım henüz yoktur. İngiliz Gastroenteroloji Derneği’nin algoritmasında bütün poliplerden tanı ve displazinin varlığını kanıtlamak için biyopsi alınması tavsiye edilmektedir[12]. Ayrıca adenomatöz polipin displastik değişiklikler içermesi nedeni ile eksizyonu veya polip tamamen çıkarılamadığı zaman 6 ay sonraya endoskopik kontrolü önerilmektedir. Bizde polipe rastladığımız hastaların çoğuna polip eksizyonu uyguladık. Benign özellik taşıyan hiperplastik ve adenomatöz poliplerin %1–5 oranında malign dönüşüm gösterdiği bildirilmiştir[5,13]. Bu nedenle Vallot 5 mm’den büyük hiperplastik ve adenomatöz poliplerdeki malign değişiklikleri saptamada biyopsinin yeterli olmadığını belirterek farklı görüş ileri sürmüştür[14]. Öte yandan, Han ve ark.[13] ise bu riskin 2 cm’den büyük polipler için geçerli olduğu bildiren bazı çalışmalara karşın, çalışmalarında 1 cm’den büyük hiperplastik poliplerde daha küçük poliplere göre yaklaşık 5.3 kat daha fazla neoplastik dönüşüm saptadılar.
Önceki çalışmalarda hiperplastik ve adenomatöz polip bulunan hastaların nonpolipoid gastrik mukozada senkron neoplazi riski olduğu ileri sürülmüştür[5,8,12]. Abraham ve ark.[15] polipin çevresinde adenokarsinoma gelişme riskinin polipin kendisine göre daha yüksek olduğunu belirttiler (sırası ile %6 ve %0.6). Biz de çevre dokuda malign dönüşüm saptadığımız hiperplastik polipli bir hastaya operasyon uyguladık.
Hiperplastik polipler ile HP arasında ilişki olup olmadığı araştırılmıştır. Çalışmalarda hiperplastik polipler ile HP arasında kuvvetli ilişki tespit edilmiştir[16,17]. Ji ve arkadaşları 22 HP (+) hiperplastik polipli hastanın 1–12 aylık eradikasyon tedavisi sonunda 15 hastada polipin kaybolduğunu saptamışlardır. HP eradikasyonu uyguladığımız hastaların bir yıllık takiplerinde, önceki görüntülerine göre bazı poliplerde küçülme eğilimi olduğu gözlendi. Bu hastaların histopatolojik kontrollerinde ise displazi varlığına rastlanmadı. Bu nedenle eksizyon uygulanamayan hiperplastik poliplerde HP eradikasyonunun önemli olduğunu, HP’nin gastrik karsinoma ilişkisi nedeniyle belki de displastik değişiklikleri önlediğini düşünmekteyiz.
Sonuç olarak, gastrik polipler belirgin semptomatik özelliği olmayan tesadüfen bulunan oluşumlardır. Malign dönüşümleri nedeniyle önemlidirler. Nonspesifik bulguların yaygınlığı nedeniyle bu şikayetleri olan, özellikle elli yaş üstü hastalara üst endoskopik inceleme yapılmalıdır. Tespit edildiği zaman eksizyonu veya bu mümkün olmadığı durumlarda polip ve çevre dokudan alınacak biyopsi ile takibi gerekmektedir. Eksizyon uygulanamayan hastalarda HP eradikasyonunun poliplere etkisini, daha çok sayıdaki hastalardan elde edilen verilerle incelemek önemli olabilir.
Hematemez: Latince hema (kan) ve emesis (kusmak) kelimelerinden türetilmiştir ve mide sıvısı ile karışmış kanın kusularak çıkarılması anlamına gelir. Kan’ın rengi, midede kalış süresine ve miktarına bağlı olarak, kırmızıdan kahve telvesi rengine kadar değişebilir. Hematemez genellikle Üst GİS kanamalarında görülen bir semptomdur. Solunum sisteminden kaynaklanan kanamalar (hemoptizi) veya burun boşluğundan gelen kanamalar (epistaksis) ile karıştırılmamalıdır.
Melena: Barsak bakterileri tarafından kısmen hazmedildiği için katran rengini alan kanın dışkılama yoluyla dışarı atılmasına Melena denir.
Hematoşezi: Dışkıda veya kusmukta parlak kırmızı renkte taze kan bulunması durumuna Hematoşezi adı verilir.
Masif Kanama: Vücuttaki kan volümünün yüzde 40 oranda azaldığı, hematokrit’in 8 g/dl, eritrosit sayısının ise 3 milyon/mm3 değerlerinin altına düştüğü ve hipovolemik şok tablosunun geliştiği hastalar için kullanılmaktadır.
Okült Kanama: Kanamanın melena yapmayacak miktarda olması ve dışkıda kan görülememesi durumunda okült, yani, gizli kanamadan söz edilir.
Hemobilia: Karaciğer ve safra sistemi lezyonlarından kaynaklanan kanamaların GİS yoluyla dışarı çıkması olayını tanımlamak için kullanılır.
Üst GİS’te kanamaya yol açabilecek lezyonlar:
Alt GİS’te kanamaya yol açabilecek lezyonlar:
Hastada taşikardi, hipotansiyon, halsizlik ve bulantı gibi hipovolemi bulguları ortaya çıkar.
Hastanın preşok tablosu içerisinde olduğu gastrointestinal kanamalarda, kanamanın derecesine bağlı olarak, halsizlik, baş dönmesi, çarpıntı, terleme, üşüme, bulantı, susuzluk hissi, huzursuzluk gibi semptomlar görülebilir. Bazı hastalarda hematemez ve melenayı takiben senkop gelişebilir ve hasta kendinden geçerek yere yığılabilir. Sebepsiz bir şekilde senkop gelişen veya şoka giren hastalarda tuşe ile rektumda kan aranmalıdır.
Masif GİS kanamalarında taşikardi ve hipotansiyon ile kendini gösteren hipovolemik şok tablosu vardır. Sistolik kan basıncı genellikle 80 mm.hg’nin altına düşmüştür.
Endoskopik Yöntemler:
Selektif Visseral Arteriografi (SVA): Endoskopik yöntemlerle tanı konulamayan ve devam etmekte olan GİS kanamalarında çok etkili bir yöntemdir. Çeşitli serilerde yüzde 40-85 arasında değişen tanı oranları bildirilmiştir. Kanamanın dakikada 0,5-1 ml. civarında olması koşuluyla, damar sistemine verilen kontrast maddenin damar dışına çıktığı yer belirlenebilir.
Abdominal Sintigrafi: Endoskopik araçlarla tanının konamadığı ve kanamanın devam etmekte olduğu hastalarda kullanılabilecek bir yöntemdir. İV. yolla,technetium 99 ile işaretlenmiş eritrositler verilir. Daha sonra yapılan sintigrafik incelemeyle, işaretlenmiş eritrositlerin damar dışına çıktığı bölge belirlenir ve tanı konur.
J- Cerrahi Eksplorasyon: Acil servise yatışından itibaren 24 saat içerisinde 6 ünite veya daha fazla kana ihtiyaç gösteren, endoskopik ve arteriografik yöntemlerle kanama odağı saptanamayan hastalarda, kanama devam ediyorsa, cerrahi eksplorasyon (gözlem) en son çare olarak uygulanabilir.
PEPTİK ÜLSER: En sık görülen üst GİS kanama nedenidir ve hastaların yüzde 40-60’ında görülür. Özellikle duodenum arka yüzünde yer alan ve pankreas penetrasyonu veya gastroduodenal arter erozyonu yapan kronik ülserlerde çok şiddetli kanamalar görülebilir. Hastaların büyük bir kısmında (yüzde 80-90) kanama kendiliğinden durur. Olguların yüzde 10-20 kadarında ise kanamanın durdurulması için bir girişim zorunluluğu vardır.
Endoskopik Tedavi:
Cerrahi Tedavi: Endoskopik yöntemlerle kontrol altına alınamayan veya tekrarlayan kanamalarda cerrahi tedavi gerekir. Kanamalı mide ülserlerinde uygulanabilecek yöntemler şunlardır:
Kanamalı duodenum ülserleri için ise şu cerrahi teknikler uygulanabilir:
AKUT EROZİV GASTRİT: Bu grupta stres ülserleri ile ilaç ve alkol kullanımına bağlı ülserler sayılabilir. Ağır yanıklarla birlikte görülen ülserlere “Curling ülserleri” adı verilmektedir. Merkezi Sinir Sistemi lezyonlarıyla birlikte midede ülser oluşabilir ve bu lezyonlar “Cushing Ülseri” olarak adlandırılırlar.
Akut eroziv gastritin erken dönem tedavisi için mide asidinin nötralizasyonu gereklidir. Bu amaçla antiasitler ve H2 reseptör blokerleri kullanılır. Kanamanın kontrol altına alınamaması halinde cerrahi tedavi gerekebilir.
ÖZOFAGUS VARİSLERİ: Sirozlu hastaların yüzde 30 kadarında portal hipertansiyona bağlı özofagus varisleri gelişir.
MALLORY-WEİSS YIRTIĞI: Kusma veya kuvvetli geğirme esnasında kardia bölgesinde oluşan mukozal yırtıklardır ve üst GİS kanamalarının yüzde 5 kadarını oluşturur.
KOLON DİVERTİKÜLLERİ: Divertiküller, masif alt GİS kanama nedenleri arasında ilk sırayı almaktadır.
Konservatif yöntemlerle durdurulamayan kanamalarda cerrahi tedavi gereklidir. Kanama yerinin saptanabildiği olgularda segmenter kolon rezeksiyonu yapılabilir. Kanama odağının bulunamadığı bazı hastalarda, hemikolektomi, hatta Subtotal kolektomi gerekebilir.
ANJİODİSPLAZİLER (arteriovenöz malformasyonlar): Alt GİS kanama nedenleri arasında ikinci sırayı alan bu patoloji, submukozal venlerin ve mukozal kapillerlerin ektazik bir hal alması sonucunda ortaya çıkar. Yaş ilerledikçe sıklık artar. Tedavi amacıyla kolonoskopik koagülasyon veya sklerozan injeksiyonu gibi yöntemler denenebilir. Endoskopik tedaviyle sonuç alınamayan olgularda, segmenter rezeksiyon veya sağ hemikolektomi gibi cerrahi yöntemler uygulanabilir.
İSKEMİK KOLİT: Hipertansiyon, renal yetmezlik veya kardiovasküler sistem hastalığı gibi sorunları olan yaşlı hastalarda, mezenter arterlerinin tıkanması sonucunda gelişen bir patolojidir. İleri derecede iskemili olgularda ise kolon nekrozu, perforasyon ve peritonit gelişir. Kanamalı dönemde kolonoskopi ile tanı konulabilir. Genellikle perforasyon tablosu geliştiği için cerrahi girişimle kolon rezeksiyonu gerekir.