1. ESKİ TAŞ DEVRİ (Paleolitik Devir) (MÖ – )
1. İnsanoğlunun yaşadığı en ilkel ve en uzun dönemdir. Bu dönem insanı tabiattaki uzun ve sivri taşları silah olarak kullanmıştır.
2. Geçimlerini avcılık ve toplayıcılık yaparak sağlamışlardır, hayvan postlarından giysiler yapmışlardır. Devrin sonuna doğru mağara duvarlarına resimler yapmışlardır.
3. Göçebe toplum yapısı hakimdir.
4. Dünyada paleolitik döneme ait ilk izlere İspanyadaki Altamira, Fransada Laskö mağaralarında rastlanmıştır. Türkiyede ise Antalya Karain, Beldibi ve Belbaşı, İstanbulda Yarımburgaz mağaraları örnek gösterilebilir.
2. ORTA TAŞ DEVRİ (Mezolitik Devir) (MÖ – )
Bu dönemin genel özellikleri:
1. İnsanlar kullandıkları taş ve kemikleri şekillendirmeye başlamışlardır.
2. Buzul çağının yaşanmasından dolayı insanlar soğuklardan ve vahşi hayvanlardan korunmak amacıyla mağara ve ağaç kovuklarına sığındılar.
3. Bu dönem insanları avcılık ve toplayıcılık ile uğraşarak mevsimlere göre yer değiştirdiler ve hayvan sürülerini takip ettiler. Ayrıca meyvelerin olgunlaşma dönemlerine göre göç ettiler. Bu nedenle de bu dönemin insanları göçebe bir hayat sürmüştür.
4. Dönemin sonlarında ateşi kontrol altına aldılar. Ateşin kontrol altına alınmasıyla insanlar ısınma, aydınlanma, korunma ve pişirme gibi bazı temel ihtiyaçlarını gidermeye başladılar.
5. Klan adı verilen kan bağına dayalı ilk insan toplulukları da bu dönemde oluştu.
6. Totemizim denilen ilk inanış bu dönemde başladı.
7. Bu dönemde mağara duvarlarına yapılan resimler, insanoğlunun ilk sanat etkinlikleri olarak kabul edilir.
8. Bu çağ insanı tüketicidir. Tabiatın kendilerine sunduklarıyla yetinmiştir.
9. İklim şartları ve diğer doğal çevre, insanları yönlendiren temel faktörlerdir.
Orta Asyada mezolitik döneme ait en eski yerleşim yeri Güney Tacikistandaki Kuldura bölgesidir. Türkiyede ise Antalya Beldibi, Ankarada Macunçay mağaralarıdır.
3. YENİ TAŞ DEVRİ (Neolitik Devir) (MÖ – )
1. Bu dönemde insanlar havaların ısınmasıyla birlikte mağaralardan çıktılar.
2. Hayvanları evcilleştirerek toprağı işlemeye başladılar.
3. Tarımsal faaliyetlerin sonucu olarak da yerleşik hayata geçtiler.
4. Akarsu ve göl kenarlarında ilk köyler kuruldu. Topraktan araç ve gereçler, bitki lişerinden de ilk dokumalar yapıldı.
5. Köy yaşantısının bir sonucu olarak ilk mesleki iş bölümleri bu dönemde başladı. (sınıf ayrılıkları)
6. Üretim fazlasının ortaya çıkması takas yoluyla ilk ticaret hayatının başlamasına neden oldu.
7. Bu dönem insanları ürünlerini saklamak için toprağı ateşle pişirerek çanak çömlek yapımına başladılar. Böylece ilk seramik sanatı doğdu.
8. Menhir, Dolmen, Tümülüs adı verilen İlk anıt mezarlar da bu dönemde yapıldı.
9. Yeni Taş Çağına önce Ön Asyada (Mezopotamya, Anadolu, İran, Suriye) girilmiştir. Türkiyede bu çağa ait kalıntılara Konya yakınlarında bulunan Çatalhöyük, Diyarbakır yakınlarında bulunan Çayönü ve Gaziantep Sakçagözünde rastlanmıştır.
Çayönü Türkiyede ve Güneydoğu Avrupada Yeni Taş Çağında kurulan ilk köy yerleşim yeri, Konyada bulunan Çatalhöyük ise insanlık tarihinin ilk şehir yerleşmesi olarak kabul edilmektedir.
Not: Tüm bu anlatılanlara bakılarak bu dönem insanı hakkında şu yargılara varılabilir:
a. Bu dönem insanı üretici karakter kazanmıştır.
b. İnsanlar sadece tabiatın kazandırdıklarıyla değil kendi ürettikleriyle de hayatlarını devam ettirmeye çalışmışlardır.
c. Tarımsal faaliyetlerin başlaması toprak üzerinde özel mülkiyet kavramını doğurmuş bu da ilk sınır çatışmalarının yaşanmasına neden olmuştur.
UYARI: İnsanların birlikte yaşamasının bir sonucu olarak toplumsal düzeni sağlayan yazısız hukuk kurallarının ortaya çıkması Cilalı taş Dönemi’ne ait bir özelliktir.
İslamiyetten Önceki Türk Destanları
1. Yaratılış Destanı
2. Saka Destanları
a. Alp Er Tunga Destanı ( İ.Ö. 7. yy)
b. Şu Destanı ( İ.Ö. 4. yy)
3. Hun-Oğuz Destanları
a. Oğuz Kağan Destanı ( İ.Ö. 4. yy)
b. Attila Destanı
4. Göktürk Destanları
a. Bozkurt Destanı ( İ.Ö. 2. yy)
b. Ergenekon Destanı ( yy)
5. Siyenpi Destanı
6. Uygur Destanları
a. Türeyiş Destanı ( yy)
b. Göç Destanı ( yy)
c. Mani Dininin Kabulü Destanı
İslamiyetten Sonraki Türk Destanları
1. Kazak Kırgız: Manas Destanı
2. Türk Moğol: Cengiz Han Destanı
3. Tatar Kırım: Timur ve Edige Destanları
4. Karahanlı Dönemi: Saltuk Buğra Han Destanı
5. Selçuklu Beylikler ve Osmanlı Dönemleri
a. Seyid Battal Gazi Destanı
b. Danişmend Gazi Destanı
c. Köroğlu Destanı
Ayrıca bakınız ⇒ İslamiyetten Sonraki Türk Destanları
TÜRK DESTANLARI
Bütün dünya edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatının da ilk örnekleri destanlardır.
Türk edebiyat geleneği içinde destan terimi birden fazla nazım şekli ve türü için kullanılmış ve kullanılmaktadır. Eski Türk Edebiyatı nazım şekillerinden mesnevilerin bir bölümü ve manzum hikâyeler, Anonim edebiyatta ve Âşık edebiyatında koşma veya mâni dörtlükleri ile yazılan veya söylenen ferdî, sosyal, tarihi, acıklı veya gülünç olayları tahkiye tekniği ile çeşitli uslûplarla aktaran nazım türüne ve bu yazıda ele alınan kâinatın, insanlığın, milletlerin yaradılışını, gelişimini, hayatta kalma mücadelelerini ve çeşitli olay ve nesnelerle ilgili sebeb açıklayan ve Batı Edebiyatında epope terimiyle anılan eserlerin tamamı da Türk edebiyatı geleneği içinde destan adı ile anılmaktadır.
Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç eserleri olan destanlar, çeşitli konularda yaradılış hikâyeleri yanında, milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya tarih olayının millet muhayyilesinde ortak sembol ve ifadelerle zenginleştirilmiş uzun manzum hikayeleridir.
Destanlar bütün bir milletin ortak mücadelesini ortak değerler, kurallar, anlamlar bütünlüğü içinde yorumladığı ve yaşatıldığı toplumun geçmişini ve geleceğini temsil ettiği için dünya edebiyatının en ülkücü eserleri olarak kabul edilirler.
Destanlar her zaman tarihî gerçekleri doğru biçimde nakletmezler. Destanlarda tarihi olay ve kahramanlar milletin ortak bilinçaltının, vicdanının istek, beklenti, doğruları ve değerleri ile idealleştirilir, eski hatıralarla birleştirilerek tarihî gerçekmiş gibi anlatılırlar.
Her milletin millî kimlik ve nitelikleri, ortak dünya görüşü, hatıra ve beklentileri yanında kusurları ve yanlışları da destanlarına yansır. Cihangirlik tutkusu, kuvvet, binicilik ve savaşcılık yanında verdiği sözde durma, acizlere ve mağluplara hoşgörü ile yaklaşma, yardımcı olma Türk destanlarında dile getirilen ortak değer ve kabullerdir.
Türk destanları, kâinatın, insanın, kadının ve erkeğin yaradılışı, Türk milletinin doğuşu, çeşitli Türk devletlerinin kuruluş gelişme, çöküşleri, zafer ve yenilgileri gibi konularla beraber pek çok sebeb açıklayıcı efsaneyi de içinde barındırır.
İlk örneklerinin manzum olduğu kabul edilen Türk destanlarından Kırgız Türkleri arasında yaşayan Manas destanı dışında bütünüyle günümüze gelebilen örnek bulunmamaktadır. Diğer Türk destanları çeşitli kaynaklarda özet, epizot, hatıra, kısaltılmış seçme metinler halinde bulunmaktadır.
Türk tarihine anahatlarıyla bakıldığında Türk hayatı fetihlerle başlamış ve yeni toprakları yurt edinerek gelişmiştir. İlk anayurt olan Orta Asya hiç bir zaman terkedilmemiştir. Türk halkları ilk anayurt olan Orta Asyadan itibaren dünya coğrafyası üzerinde geniş alana yayılmış ve bugün yedi Türk cumhuriyetinde, pek çok özerk toplulukda ve çeşitli devletlerin idaresinde azınlık halinde yaşamaktadır.
Türk kültürü de tarih ve coğrafyadaki çok boyutluluğa paralel olarak çeşitlenmiş farklı seviye ve birikimlerle zenginleşerek ve farklılaşarak ancak ilk kaynaktan gelen ortaklıklarını sürdürerek günümüze ulaşmıştır. Bu sebeble Türk destanları da tarihî ve coğrafî çok boyutluluğun getirdiği dil ve kültür dairelerine paralel olarak çeşitlenmiştir.
Türk destanları, anahatlarıyla kültür dâirelerine, kronolojik ve içinde teşekkül ettikleri veya muhafaza edildikleri siyâsî birliklere göre şöyle sınıflandırılmaktadırlar:
Türk Kozmogonisi Yaradılış Destanı
Altaylardan Verbitskiyin derlediği yaradılış destanı özetle şöyledir:
Yer gök hiç bir şey yokken dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. Tanrı Ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada durmadan uçuyordu. Göklerden gelen bir ses Tanrı Ülgene denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. Göğün emri ile oturacak yer bulan Tanrı Ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi :
Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım
Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım
Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayımş
Su içinde yaşayan Ak Ana,su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgene şöyle dedi :
Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren :
De ki hep, yaptım oldu başka bir şey söyleme.
Hele yaratır iken,yaptım olmadı deme.
Ak Ana bunları söyledi ve kayboldu. Tanrı Ülgenin kulağından bu buyruk hiç gitmedi. insana da bu öğüdü iletmekten bıkmadı : Dinleyin ey insanlar, varı yok demeyin. Varlığa yok deyip de, yok olup da gitmeyiniz. Tanrı Ülgen yere bakarak : Yaratılsın yer! Göğe bakarak Yaratılsın Gök! Bu buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış. Tanrı Ülgen çok büyük üç balık yaratmış ve dünya bu balıkların üzerine konmuş. Böylece dünya gezer olmamış bir yerde sabit olmuş.Tanrı Ülgen balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye Mandı şireye balıkları denetleme görevi vermiş. Tanrı Ülgen, dünyayı yarattıktan sonra tepesi aya güneşe değen etekleri dünyaya değmeğen büyük Altın Dağın başına geçip oturmuş.Dünya altı günde yaratılmışdı, yedinci günde ise Tanrı Ülgen uyumuş kalmışdı. Uyandığında neler yarattım diye baktı: Ayla güneşden başka fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer yaratmıştı. Günlerden bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil gördü insanoğlu bu olsun, insana olsun baba. dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. Tanrı Ülgen bu ilk insana Erlik adını verdi ve onu kardeşi kabul etti. Ancak Erlikin yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. Tanrı Ülgen gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkelendi.
Tanrı Ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan yedi insan yarattı. Erlikin yarattığı dünyaya zarar vereceğini düşünerek insanı korumak üzere Mandışire adlı bir kahraman yarattıktan sonra yedi insanın kulaklarından üfleyerek can, burunlarından üfleyerek başlarına akıl monash.pwı Ülgen insanları idare etmek üzere May-Tereyi yarattı ve onu insanoğlunun başına han yaptı. Yakutlardan (Saka) derlenen yaradılış efsaneleri de Altay yardılış destanının yakın varyantı niteliğindedir. XIX.yüzyılda derlenen bu efsanelerin çeşitli din ve kültürlerin etkilerini taşıdıkları düşünülmektedir.
Alp Er Tunga
Sakalar dönemine ait Alp Er Tunga ve Şu olmak üzere iki destan tesbit edilmiştir. Alp Er Tunga, M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış kahraman ve çok sevilen bir Saka hükümdarıdır. Alp Er Tunga Orta Asyadaki bütün Türk boylarını birleştirerek hâkimiyeti altına almış daha sonra Kafkasları aşarak Anadolu Suriye ve Mısırı fethetmiş ve Saka devletini kurmuştur. Alp Er Tunganın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği iranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev in davetinde hile ile öldürülmüştür. Alp Er Tunga ile iranlı Med hükümdarları arasındaki bu mücadelelerin hatıraları uzun asırlar hem Türkler hem iranlılar arasında yaşatılmıştır. Alp Er Tunga, Asur kaynaklarında Maduva, Heredotta Madyes, iran ve islâm kaynaklarında Efrasyab adlarıyla anılmaktadır.
Orhun Yazıtlarında Dokuz Oğuzlar arasında Er Tunga adına yapılan yuğ merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan Bezegelik mabedinin duvarında da Alp Er Tunganın kanlı resmi bulunmaktadır. Divan ü Lügat-it Türk ün yazarı Kaşgarlı Mahmuda ve Kutadgu Bilig yazarı Yusuf Has Hacipe göre Alp Er Tunga iran destanı şehname deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı Efrasiyabdır. Divan ü Lûgat-it Türkde Turan hükümdarlığının merkezi olarak Kaşgar şehri gösterilmektedir. islâmiyeti kabul etmiş olan Karahanlı devleti hükümdarları da kendilerinin Efrasyap sülalesinden geldiklerine inanmışlar ve bunu ifade etmişlerdir. Moğol tarihçisi Cüveyni de Uygur devletinin hükümdarlarının da Efrasyap soyundan olduğunu yazmaktadır. şecere-i Terakimeye göre Selçuklu Sultanları kendilerini Efrasyab soyundan kabul ederlerdi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğıinin dağılmasından sonra iletişim kurmak imkânı bulduğumuz ve Rusların Yakut adını verdiği Türk gurup aslında kendilerine Saka dediklerini söylemişlerdir. Tarih içinde kaybolduğunu düşündüğümüz Saka Türklerinin az da olsa bir bölümünün bugün hayatiyetlerini sürdürmeleri pek çok meselenin yeniden araştırılarak doğruların ortaya çıkmasına yardımcı monash.pwçi Mesudî de M.S. 7. yüzyılın başındaki Köktürk hakanının Efrasyab soyundan olduğunu yazmaktadır. Bütün bu bilgilerden hareketle Tunga Alp le ilgili efsanelerin Kök Türklerden önce doğu ve orta Tiyanşan alanında yaşayan Türkler arasında meydana geldiğini ve bu destanın daha sonraları Kök Türk ve Uygurlar arasında yaşayarak devam ettiğini gömonash.pw Er Tunga destanının metni bu güne ulaşamamıştır. Bir kısmından yukarıda bahsettiğimiz kaynaklarda bu değerli Saka hükümdarı ve kahramanı hakkında bilgiler ve bir de sagu (ağıt) tesbit edilmiştir:
Alp Er Tunga Öldü mü
Dünya sahipsiz kaldı mı
Korkak öcünü aldı mı
şimdi yürek yırtılırFelek yarar gözetti
Gizli tuzak uzattı
Beğlerbeyini kaptı
Kaçsa nasıl kurtulurErler kurt gibi uludular
Hıçkırıp yaka yırttılar
Acı seslerle bağırdılar
Ağlamaktan gözleri kapandıBeğler atlarını yordular
Kaygı onları durdurdu
Benizleri yüzleri sarardı
Safran sürülmüş gibi oldular
Kutadgu Biligde Alp Er Tunga hakkında şu bilgi verilmektedir: Eğer dikkat edersen görürsün ki dünya beyleri arasında en iyileri Türk beyleridir. Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ikbali açık olanı Tonga Alp Er idi. O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi ; zaten âlemde ferasetli insan bu dünyaya hâkim olur. iranlılar ona Efrasiyap derler; bu Efrasiyap akınlar hazırlayıp ülkeler zaptetmiştir. Dünyaya hâkim olmak ve onu idare etmek için pek çok fazilet, akıl ve bilgi lâzımdır. iranlılar bunu kitaba geçirmişmonash.pwa olmasa onu kim tanırdı. Bugünkü bilgilerimize göre Alp Er Tunga ile ilgili en geniş bilgi iran destanı şehnamede tesbit edilmiştir. şehnamenin başlıca konularından biri iran -Turan savaşlarıdır. Bu destana göre en büyük Turan kahramanı önce şehzade sonra hükümdar olan Efrasyaptır.şehnamedeki Alp Er Tunga ile ilgili bilgiler şöyle özetlenebilir:
Turan şehzadesi Efrasyap babasının isteği üzerine irana harp açtı. iki ordu Dihistanda karşılaştımonash.pw servi, göğsü ve kolları arslan gibi ve fil kadar kuvvetli olan Efrasyap, iranlıları yendi. iran padişahı Efrasyapa esir düştü. iranın ilk intikamını o zaman irana bağlı olan Kabil Padişahı Zal aldı. Zal başarılı olmasına rağmen iran şahının öldürülmesini engelleyemedi. Efrasyab iranı ele geçirmek için yeni bir savaş açtı. iranın yetiştirdiği en büyük kahramanlardan Zal oğlu Rüstem Efrasyabın üzerine yürüdü.. Efrasyab ile Zal oğlu Rüstem arasında bitmez tükenmez savaşlar yapıldı. iran tahtında bulunan Keykâvus, hem oğlu Siyavuşu hem de Zal oğlu Rüstemi darılttı. Siyavuş Efrasyapa sığındı . Siyavuşun Turanda bulunduğu sırada evlendiği Türk beyi Piranın kızından bir oğlu oldu. Siyavuş oğluna babası Keyhusrevin adını verdi. Efrasyab uzun yıllar Turanda hükümdarlık etti. iranlılar Siyavuşun oğlu Keyhusrevi kaçırarark iran tahtına oturttular. Keyhusrev Zaloğlu Rüstemle işbirliği yaptı ve Turan ordularını yendi. Keyhusrev ile Efrasyap defalarca savaştılar. Sonunda ordusuz kalan Efrasyap Keyhusrevin adamları tarafından öldürüldü. şehnamede Efrasyap adıyla anılan Turan hükümdarı Alp Er Tunganın iran hükümdarlarına sık sık yenildiği anlatılmaktadır. Ancak iran Turan savaşlarında iran hükümdarları sürekli değişmiş yıl yaşadığı rivayet edilen Alp Er Tunga ise mücadeleye devam etmiştir. Bu durum Efrasyapın başarısız olmadığını gösterir. Gerçek destan metni bulunduğu takdirde bu destanla ilgili daha sağlıklı değerlendirmeler yapılabilir görüşündeyim.
Şu Destanı
Şu destanı M.Ö. yıllarındaki olaylarla bağlantılıdır. Bu tarihlerde Makedonyalı iskender, İranı ve Türkistanı istilâ etmişti. Bu dönemde Saka hükümdarının adı Şu idi. Bu Destan Türklerin İskenderle mücadelelerini ve geriye çekilmeleri anlatımaktadır.
Doğuya çekilmeyen 22 ailenin Türkmen adıyla anılmaları ile ilgili sebeb açıklayıcı bir efsane de bu destan içinde yer almaktadır. Kaşgarlı Mahmud Divan ü Lügat-it Türkde iskenderden Zülkarneyn olarak monash.pwın tesbit edilebilen kısa metni şöyle özetlenebilir: iskender, Türk memleketlerini almak üzere harekete geçtiğinde Türkistanda hükümdar şu isminde bir gençti. iskenderin gelip geçici bir akın düzenlediğine inanımonash.pw sebeble de iskenderle savaşmak yerine doğuya çekilmeği uygun bulmuştu. iskenderin yaklaştığı haberi gelince kendisi önde halkı da onu izleyerek doğuya doğru yol aldılar. Yirmi iki aile yurtlarını bırakmak istemedikleri için doğuya gidenlere katılmadılar. Giden gurubun izlerini takip ederek onlara katılmaya çalışan iki kişi bu 22 kişiye rastladı. Bunlar birbirleriyle görüşüp tartıştılar. 22 kişi bu iki kişiye: Erler iskender gelip geçici bir kişidir. Nasıl olsa gelip geçer, o sürekli bir yerde kalamaz. Kal aç dediler. Bekle, eğlen, dur anlamına gelen Kalaç bu iki kişinin soyundan gelen Türk boyunun adı oldu. iskender Türk yurtlarına geldiğinde bu 22 kişiyi gördü ve Türke benziyor anlamında Türk maned dedi.Türkmenlerin ataları bu 22 kişidir ve isimleri de iskenderin yukarıdaki sözünden kaynaklanmıştır. Aslında Türkmenler, Kalaçlarla birlikte 24 boydur ama Kalaçlar kendilerini ayrı kabul ederler. Hükümdar şu Uygurların yanına gitti. Uygurlar gece baskını yaparak iskenderin öncülerini bozguna uğrattımonash.pw iskender ile şu barıştılar. iskender Uygur şehirlerini yaptırdı ve geri döndü. Hükümdar şu da Balasaguna dönerek bugün şu adıyla anılan şehri yaptırdı ve buraya bir tılsım koydurttu. Bugün de leylekler bu şehrin karşısına kadar gelir, fakat şehri geçip gidemezler. Bu tılsımın etkisi hâlâ sürmektedir.
Bu destana göre iskender Türkistana geldiğinde Türkmenlerin dışındaki Türkler doğuya çekilmişlerdi. iskender Türkistanda mukavemetle karşılaşmamış bu sebeble de ilerlememiştir. Büyük ölçüde çadırlarda yaşayan Türkler iskenderin seferinden sonra şehirler kurmuş ve yerleşik hayatı geliştirmişlerdir.
Hun Oğuz Destanı
Oğuz Kağan destanı M.Ö. tarihleri arasında hükümdarlık yapmış olan Hun hükümdarı Metenin hayatı etrafında şekillenmiştir. Bütün Türk destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze ulaşmamıştır. Bugün, elimizde Oğuz destanının üç varyantı bulunmaktadır. XIII. ile XVI. yüzyıllar arasında Uygur harfleriyle yazılmış ve islâmiyetten önceki inancı yansıtan varyantın ilk örneği temsil ettiği kabul edilebilir. XIV. yüzyıl başında yazıldığı bilinen Reşîdeddînin Câmiüt-Tevârih adlı eserinde yer alan Farsça Oğuz Kağan Destanı islâmî varyantların ilkini temsil etmektedir. Oğuz Kağan Destanının üçüncü varyantı ise XVII. yüzyılda Ebül-Gazî Bahadır Han tarafından Türkmenler arasındaki sözlü rivayetlerden ve önceki yazmalardan faydalanarak yazılmıştır.
Oğuz Kağan Destanının islâmiyet Öncesi Rivayeti Ay Kağanın yüzü gök, ağzı ateş, gözleri elâ,saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel bir oğlu oldu. Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuştu ve çiğ et,çorba ve şarap istedi.Kırk gün sonra büyüdü ve yürüdü. Ayakları öküz ayağı, beli kurt beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı göğsü gibiydi. Vücudu baştan aşağı tüylüydü. At sürüleri güder ve avlanırdı. Oğuzun yaşadığı yerde çok büyük bir orman vardı. Bu ormanda çok büyük ve güçlü bir gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu gergedan at sürülerini ve insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı. Günlerden bir gün bu gergadanı avlamağa karar verdi. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanını aldı ve ormana gitti. Bir geyik avladı ve onu söğüt dalı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın geyiği almış olduğunu gördü. Daha sonra Oğuz, avladığı bir ayıyı altın kuşağı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın ayıyı da aldığını gördü. Bu sefer kendisi ağacın altında bekledi. Gergedan geldi ve başı ile Oğuzun kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti. Gergedanın barsaklarını yiyen ala doğanı da oku ile öldürdü ve başını kesti. Günlerden bir gün Oğuz Kağan Tanrıya yalvarırken karanlık bastı. Gökten bir gök ışık indi. Güneşden ve aydan daha parlaktı. Bu ışığın içinde alnında kutup yıldızı gibi parlak bir ben bulunan çok güzel bir kız duruyordu. Bu kız gülünce gök tanrı da gülüyor, kız ağlayınca gök tanrı da ağlıyordu.Oğuz bu kızı sevdi ve bu kızla evlendi. Günler ve gecelerden sonra bu kız üç oğlan çocuk doğurdu. Çocuklara Gün, Ay ve Yıldız isimlerini verdiler. Oğuz ormanda ava çıktığı günlerden birinde göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda gözü gökten daha gök, saçı ırmak gibi dalgalı, inci gibi dişli bir kız oturuyordu. Yeryüzü halkı bu kızın güzelliğini görse dayanamaz ölüyoruz derlerdi. Oğuz bu kızı sevdi ve onunla evlendi. Günlerden gecelerden sonra Oğuzun bu kızdan da üç oğlu oldu. Bu çocuklara Gök, Dağ ve Deniz isimlerini koydular.
Oğuz Kağan büyük bir toy(şenlik) verdi. Kırk masa ve kırk sıra yaptırdı.Çeşit çeşit yemekler, şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve içmonash.pw sonra Beylere ve halka Oğuz Kağan şunları söyledi:
Ben sizlere kağan oldum
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize buyan
Bozkurt olsun bize uran
Av yerinde yürüsün kulan
Dana deniz, daha müren
Güneş bayrak gök kurıkan
Oğuz Kağan bu toydan sonra dünyanın dört bir tarafınaelçilerle şu mektubu gönderdi: Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olmam gerekir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul eder ve onu dost edinirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim. Onu düşman sayarım. Onunla savaşır ve yok ettiririm. Yine o zamanlarda sağ yanda bulunan Altun Kağan, Oğuz Kağana pek çok altın gümüş ve değerli taşlar hediye etti ve ona itaat ederek dostluk kurdu. Oğuz Kağanın sol yanında ise askerleri ve şehirleri çok olan Urum Kağan vardı. Urum Kağan Oğuz Kağanı dinlemezdi. Oğuz Kağanın isteklerini gene kabul etmedi. Oğuz Kağan gazaba geldi, bayrağını açtı ve askerleriyle birlikte Urum Kağana doğru yürüdü.Kırk gün sonra Buz Dağın eteklerine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağanın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt: Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz ben senin önünde yürüyeceğim.dedi. Bunun üzerine Oğuz çadırını toplattırdı ve ordusuyla birlikte kurdu izlediler. Gök tüylü gök yeleli büyük erkek kurt itil Müren denizi yakınındaki Kara dağın eteğinde durdu. Urum Hanın ordusu ile Oğuz Kağanın ordusu arasında büyük savaş oldu. Oğuz Kağan savaşı kazandı, Urum Hanın hanlığını ve halkını aldı.Oğuz Kağan ve askerleri Gök tüylü ve gök yeleli kurdu izleyerek itil ırmağına geldiler. Oğuz Kağanın beylerinden Uluğ Ordu bey itil ırmağını geçmek için ağaçlardan sal yaptı ve böylece karşıya geçtiler. Oğuzun bu buluş hoşuna gittiği için bu Uluğ Ordu Beye Kıpçak adını verdi. Gök tüylü gök yeleli kurdu izleyerek yeniden yola devam ettiler. Oğuz Kağanın çok sevdiği alaca atı Buz Dağa kaçtı. Oğuz Kağanın çok üzüldüğünü gören kahraman beylerinden biri Buz Dağa çıktı ve dokuz gün sonra alaca atı bularak geri döndü. Oğuz Kağan atını ve karlarla örtünmüş kahraman beyi görünce çok sevindi. Atını getiren bu beye: Sen buradaki beylere baş ol. Senin adın ebediyen Karluk olsun. dedi. Bir süre ilerledikten sonra gök tüylü ve gök yeleli erkek kurt durdu. Çürçet yurdu adı verilen bu yerde Çürçetlerin kağanı ve halkı Oğuz Kağana boyun eğmeyince büyük savaş oldu. Oğuz Kağan, Çürçet Kağını yendi ve halkını kendisine bağladı. Oğuz Kağan, ordusunun önünde yürüyen bu gök tüylü gök yeleli erkek kurdla Hint, Tangut, Suriye, güneyde Barkan gibi pek çok yeri savaşarak kazandı ve yurduna kattı. Düşmanları üzüldü, dostları sevindi. Pek çok ganimet ve atla evine döndü. Günlerden bir gün Oğuz Kağanın tecrübeli bilge veziri Uluğ Bey rüyasında bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu.Oğuz Kağan bu rüyayı dinleyince yurdunu oğulları arasında paylaştırdı.
Köktürk Destanı
Köktürklerle ilgili tesbit edilen destanın iki farklı rivayeti bulunmaktadır. Çin kaynaklarında tesbit edilen varyant Bozkurt, Ebül-Gâzi Bahadır Han tarafından tesbit edilen varyant Şecere-i Türkte ise Ergenekon adıyla verilmiştir.
Ergenekon Destanı
Moğol ilinde Oğuz Han soyundan il Hanın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş açtı. ilhanın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. ilhanın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız il Hanınn küçük oğlu Kıyan ve eşi ile yeğeni Nüküz ile eşi kaçıp kurtulmayı başardılar.Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeğe karar verdiler. Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağıda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akar sular,pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyva ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrıya şükrettiler ve burada kalmağa karar verdiler. Dağın doruğu olan bu yere dağ kemeri anlamında Ergene kelimesiyle dik anlamındaki Kon kelimesini birleştirerek Ergenekon adını verdiler. Kıyan ve Nüküzün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılarki Ergenekona sığamadımonash.pwının buraya geldiği geçitin yeri unutulmuşmonash.pwkonun çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmı eritirlerse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar. Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı.ilhanın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar. Egenekondan çıktıkları gün olan 21 martta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırırlar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyarak döğerler. Bugün hem yeniden özgür hem de bahar bayramı olarak hala kutlanmaktadır.
Uygur Destanları
Uygurlara ait Türeyiş ve Göç isimli iki destan parçası tesbit edilmiştir. Türeyiş parçası Çin kaynaklarından Göç ise hem Çin hem İran kaynaklarında bulunmaktadır.
Türeyiş Destanı
Eski Hun beylerinden birinin çok güzel iki kızı vardı. Bu bey kızları ile ancak Tanrıların evlenebileceğini düşünüyordu. Bu sebeble ülkesinin kuzey tarafında yüksek bir kule yaptırarak iki güzel kızını Tanrılarla evlenmek üzere buraya yerleştirdi. Bir süre sonra kuleye gelen bir kurdun Tanrı olduğu düşüncesiyle kızlar bu kurtla evlendiler. Bu evlenmeden doğan Dokuz Oğuzların sesi kurt sesine benzerdi.
Göç Destanı
Uygurların yurdunda Hulin isimli bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve Selenge isimli iki ırmak çıkardı. Bir gece oradaki bir ağacın üzerine gökten ilâhi bir ışık indi. iki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkkatle izlediler. Ağacın gövdesinde şişkinlik oluştu, ilâhi ışık dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın gövdesi yarıldı ve içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin halkı bu çocukları büyüttü. En küçükleri olan Buğu Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin halk mutlu oldu. Çok zaman geçti. Yuluğ Tiğin isimli bir prens hükümdar oldu. Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşlara son vermek için Oğlu Galı Tigini bir Çin prensesi ile evlendirmeğe karar verdi. Çinliler, prensese karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki Kutlu Dağ adını taşıyan kayayı istediler. Gali Tigin kayayı verdi. Çinliler kayayı götürmek için kayanın etrafında ateş yaktılar, kaya kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılan kayayı arabalara koyarak Çine taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve kuraklık oldu . Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar.
Buraya kadar kısaca tanıtmağa çalıştığımız Türklerin ilk dönem edebî eserleri olan Yaratılış, Alp Er Tunga, şu, Oğuz Kağan, Ergenekon, Türeyiş ve Göç destanları bugünkü bütün Türk Cumhuriyet ve Topluluklarının ortak destanları olarak kabul edilmektedir. Büyük bir ihtimalle XV. yüzyılda yazıya geçirildiği kabul edilen Dede Korkut Hikâyeleri nin Hun-Oğuz Destan dâiresinden ayrılmış destan parçası olduğu görüşü oldukça yaygındır. Dede Korkut Hikâyeleri ve bu hikâyelerin hem anlatıcısı hem de kahramanlarından biri olan Dede Korkut bütün Türk dünyasında ortak olarak tanınan sözlü ve yazılı gelenekte yaşatılan önemli eserlerden biridir. Türklerin X. yüzyılda büyük kitleler halinde islâmiyeti kabul etmelerinden ve Oğuzların büyük bir bölümünün batıya bugünkü Anadolu topraklarına göçmelerinden sonra gerek Orta Asyada gerek Anadolu, Balkanlar ve Orta Doğuda, Türkler farklı siyasî birlikler içinde yaşamışlardır. X. yüzyıldan sonra teşekkül eden destanlardan Köroğlu dışındakiler Türk topluluk ve guruplarının iletişimleri ölçüsünde yaygınlaşmıştır. Köroğlu destanı XVI. yüzyılda Anadoluda teşekkül etmiş ve hemen hemen bütün Türk dünyası tarafından benimsenmiş ve çeşitlenerek yaşatılmaktadır.
İslâmiyetin Kabulünden Sonraki Türk Destanları Karahanlı hükümdarı Saltuk Buğra Han X. yüzyılda islâmiyeti resmen devlet dini olarak kabul etmiştir. islâmiyetten sonra ilk teşekkül eden destan da bu hükümdarın islâmiyeti kabul ve yaymak için yaptığı mücadelelerin efsanelerle zenginleştirilerek anlatımıyla doğmuştur. Bu destanın bir elyazmasında bulunan metni kısaca şöyle özetlenebilir :
Saltuk Buğra Han Destanı
Hz. Muhammed kanatlı atı Burakın sırtında göklere yükseldiği Mirâc Gecesinde gök katlarında kendinden önceki peygamberleri görür. Bunlar arasında birini tanıyamaz ve Cebraile bunun kim olduğunu sorar.
Cebrail :
Bu peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç asır sonra dünyaya inecek olan bir ruhtur. Türkistanda sizin dininizi yayacak olan bu ruh Abdülkerim Saltuk Buğra Han adını alacaktır. Hz. Muhammed yeryüzüne döndükten sonra hergün islâmiyeti Türk ülkesine yayacak olan bu insan için dua etti. Hz. Muhammedin arkadaşları da bu ruhu görmek istediler. Hz. Muhammed dua etti. Başlarında Türk başlıkları bulunan silâhlı, kırk atlı göründü. Saltuk Buğra Han ve arkadaşları selâm verip uzaklaştılar. Bu olaydan üç asır sonra Saltuk Buğra Han, Kaşgar Sultanının oğlu olarak dünyaya geldi. Saltuk Buğra Hanın doğduğu gün yer sarsılmış, mevsim kış olduğu halde bahçeler, çayırlar çiçeklerle örtülmüştü. Falcılar bu çocuğun büyüyünce müslüman olacağını söyleyerek öldürülmesini isterler. Saltuk Buğra Hanı, annesi : Müslüman olduğu zaman öldürürsünüz. diyerek ölümden kurtarır.
Saltuk Buğra Han ı2 yaşında arkadaşlarıyla birlikte ava çıkmağa başlar. Avda oldukları günlerden birinde kaçan bir tavşanın arkasından hızla koşarken arkadaşlarından uzaklaşır. Kaçan tavşan durur ve bir ihtiyar insan görünümü kazanımonash.pw Buğra Hanın sonradan Hızır olduğunu anladığı bu yaşlı kişi ona müslüman olmasını öğütler ve islâmiyeti anlatır. Satuk Buğra, Kaşgar hükümdarı olan amcasından islâmiyeti kabul etmesini ister. Kaşgar Hanı, müslüman olmayacağını söyler. Saltuk Buğra Hanın işaretiyle yer yarılır ve hükümdar toprağa gömülür. Saltuk Buğra Han hükümdar olur ve bütün Türk ülkeleri onun idaresinde islâmiyeti kabul ederler. Saltuk Buğra Han, ömrünü müslümanlığı yaymak için mücadele ile geçirmiştir. Menkabelere göre Saltuk Buğra Hanın düşmana uzatıldığında kırk adım uzayan bir kılıcı varmış ve savaşırken etrafına ateşler saçıyormuş. 96 yaşında Tanrıdan davet almış bu sebeble Kaşgara dönmüş ve hastalanarak burada ölmüştür.
Manas Destanı
Kırgız Türkleri arasında doğan Manas destanı Kazak-Kırgız Türk kültür dâiresi içinde bugün de bütün canlılığı ile yaşamaktadır. Bu destanın XI ile XII. yüzyıllarda meydana geldiği düşünülmektedir. Destanın kahramanı Manas da, Oğuz Kağan destanının islâmî rivayetindeki ve Saltuk Buğra Han gibi islâmiyeti yaymak için mücadele eden bir kahramandır. Böyle olmakla beraber Manas destanında islâmiyet öncesi Türk kültür, inanç ve kabullerinin tamamını görmek mümkündür. Bazı varyantları monash.pw mısra olan Manas destanı Türk-Bozkır medeniyetinin Kazak -Kırgız dâiresinin kültür belgeseli niteliğindedir.
Cengiz-nâme
Ortaasyada yaşayan Türk boyları arasında XIII. yüzyılda doğup gelişmiştir. Cengiznâme Moğol hükümdarı Cengizin hayatı, kişiliği ve fetihleri ile ilgili olarak Cengizin oğulları tarafından idare edilen Türkler tarafından meydana getirilmiştir. Orta Asyada yaşayan Türkler özellikle de Başkurd, Kazak ve Kırgız Türkleri, Cengiz destanını çok severek günümüze kadar yaşatmışlardır. Cengiz-nâmede, Cengiz bir Türk kahramanı olarak kabul edilmekte ve hikâye Türk tarihi gibi anlatılmaktadır. Cengiz, Uygur Türeyiş destanının kahramanları gibi gün ışığı ile Kurt-Tanrının çocuğu olarak doğar. Cengiz-nâme, Moğol Hanlarının destanî tarihi olarak kabul edildiğinden tarih araştırıcılarının da dikkatini çekmiştir. XVII. yüzyılda Orta Asya Türkçesinin değerli yazarı Ebül Gâzi Bahadır Han, şecere-i Türk adlı eserinde Cengiz-Nâmenin 17 varyantını tesbit ettiğini söylemektedir. Bu bilgi, bu destanın, Orta Asyadaki Türkler arasındaki yaygınlığını göstermektedir. Orta Asya Türkleri, Cengizi islâm kahramanı olarak da görmüşler ve ona kutsallık atfetmişlerdir. Batıdaki Türkler tarafından ise Cengiz hiç sevilmemiştir. Arap tarihçilerinin, bu hükümdarı islâm düşmanı olarak göstermeleri ve tarihî olaylar onun sevilmemesinde etkili olmuştur. Moğolların Anadoluya saldırgan biçimde gelip ortalığı yakıp yıkmaları, Bağdatın önce Hülâgu daha sonra Timurlenk tarafından yakılıp yıkılması, Timurlenkin Yıldırım Beyazıdla sebebsiz savaşı gibi tarihi gerçekler, Cengizin de diğer Moğollar gibi sevilmemesine sebeb olmuştur. Cengiz-Nâme batıda yaşayan Türklerin hafıza ve gönüllerinde yer almamıştır. Cengiz-Nâmenin Orta Asya Türkleri arasında bir diğer adı da Dâstân-ı Nesl-i Cengiz Handır.
Edige
Bu destanda XIII. yüzyılda Hazar denizi kıyısında kurulan Altınordu Hanlığının XV. yüzyılda Timurlular tarafından yıkılışı anlatılmaktadır. Destanın adı, Altınordu Hanı ve bu destanın kahramanı Edige Mirza Bahadıra atfen verilmiştir. Edige Mirza Bahadırın devletini ayakta tutabilmek için yaptığı büyük mücadeleler, ölümünden sonra XV. yüzyılda destan haline getirilmiştir. yılından itibaren yazıya geçirilen Edige destanının Kazak-Kırgız, Kırım, Nogay, Türkmen, Kara Kalpak, Başkırt olmak üzere altı rivâyeti tesbit edilmiştir Çeşitli Türk guruplar arasında Alp Er Tunga ve Oğuz Kağan gibi ilk Türk destanlarının izlerini taşıyan Türk kahramanlık dtünya görüşünü temsil eden burada bahsi geçenler kadar yaygınlaşmamış ortak edebiyat geleneği içinde yer almamış pek çok başka destan örneği bulunmaktadır. Osmanlı sahasında destandan hikâyeye geçişte ara türler olarak da nitelendirilen çok tanınmış ve bir çok Türk topluluklarınca da bilinen Köroğlu örneği yanında daha sınırlı alanlarda tesbit edilen Danişmendname, Battalname gibi ilgi çekici örnekler de bulunmaktadır.
Battal-Nâme
Bu destanın kahramanı Türkler arasında Battal Gâzi adıyla benimsenmiş bir Arap savaşcısıdır. Asıl destan, VIII. yüzyılda, Emevîlerin hırıstıyanlarla yaptıkları savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermiş Abdullah isimli bir kişiyle ilgili olarak doğmuştur. Battal arapça kahraman demektir, Battal Gâzi, Arap kahramanına verilen unvanlardır. Türklerin müslüman olmalarından sonra Battal Gâzi destan tipi Türkleştirilmiş önceki destan epizotlarıyla zenginleştirilmiş ve anlatım geleneği içine alınmıştır. XII. ve XIII. yüzyıllarda Battal-Nâme adı ile ve nesir biçimi yazıya geçirilmiştir. Hikâyeci âşıkların repertuarlarında da yer almıştımonash.pw Battal adıyla da anılan bu kahraman hem çok bilgili, çok dindar ve cömertdir. Müslümünlığı yaymak için yaptığı mücadelelerde insanların yanında büyücü, cadı ve dev gibi olağanüstü güçlerle de savaşır. Aşkar Devzâde isimli atı da kendisi gibi kahramandır. Arap, Fars ve Türklerin X-XX. yüzyıllar arasında oluşturdukları ortak islâm kültür dâiresinin ürünlerinden biri olmakla beraber Orta Asyada yaşayan Türk guruplar arasına da yayılarak Türk kabul ve değerleriyle kaynaşmıştır.
Dânişmendnâme
Anadolunun fethini ve bu mücadelenin kahramanlarını anlatan, XII. yüzyılda sözlü olarak şekillenen XIII. yüzyılda yazıya geçirilen islâmî Türk destanlarındandır. Danişmendnâmede hikâye edilen olayların tarihi gerçeklere uygunluğu, kahramanlarının yaşamış Türk beyleri olmalarından, Anadolu coğrafyasının gerçek isimleriyle anılmasından dolayı uzun süre tarih kitabı olarak nitelendirilmiştir. Köroğlu metni destan adıyla anılmakla ve bazı destanî niteliklere de sahib olmakla birlikte XX. yüzyılda Anadoludan derlenen örnekleri daha çok halk hikâyesi geleneğine yakındır. Anadoluda hikâyeci âşıklar tarafından 24 kol halinde anlatılan hikâyesinin özeti kısaca şöyledir :
Köroğlu Destanı
Bolu beyi, güvendiği seyislerinden biri olan Yusufa : Çok hünerli ve değerli bir at bul . emrini verir. Seyis Yusuf, uzun süre Bolu beyinin isteğine uygun bir at arar. Büyüdüklerinde istenen niteliklere sahip olacağına inandığı iki tay bulur ve bunları satın alır. Bolu beyi bu zayıf tayları görünce çok kızar ve seyis Yusufun gözlerine mil çekilmesini emreder. Gözleri kör edilen ve işinden kovulan Yusuf, sıska taylarla birlikte evine döner. Oğlu Ruşen Aliye verdiği talimatlarla tayları büyütür. Babası kör olduğu için Köroğlu takma adıyla anılan Ruşen Ali, babasının isteğine göre atları yetiştirir. Taylardan biri olağanüstü bir at haline gelir ve Kırat adı verilir. Kırat da destan kahramanı Köroğlu kadar ünlenir. Seyis Yusuf, Bolu beyinden intikam almak için gözlerini açacak ve onu güçlü kılacak üç sihirli köpüğü içmek üzere oğlu ile birlikte pınara gider. Ancak, Köroğlu babasına getirmesi gereken bu köpükleri kendisi içer, yiğitlik, şâirlik ve sonsuz güç kazanır. Babası kaderine rıza gösterir ancak oğluna mutlaka intikamını almasını söyler. Köroğlu Çamlıbele yerleşir, çevresine yiğitler toplar ve babasının intikamını alır. Hayatını yoksul ve çaresizlere yardım ederek geçirir. Halk inancına göre silâh icat edilince mertlik bozuldu demiş kırklara karışmıştır. Çeşitli dönemlere ve farklı siyâsî birlikler sahip Türk gurubları arasında tesbit edilen Türk destanlarının kısaca tanıtımı ve özeti bu kadardır. Bu destan metinleri incelendiğinde hepsinde ilk Türk destanı Oğuz Kağan destanının izleri bulunduğu görülür. Bu destan parçaları Türk dünyasının ortak tarihî dönem hatıralarını aksettiren ilk edebî ürünler olarak da önem ve değer taşırlar. Bir gün bu parçalardan hareketle Fin destanı Kalavala gibi değerli mükemmel bir Türk destanını yazılabilirse çeşitli kaynaklarda dağınık olarak bulunan malzeme daha anlamlı hale gelebilir kanaatindeyim.
Prof. Dr. Umay Günay
Kaynaklar:
1. Banarlı Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Istanbul
2. Bang W. R.R. Arat, Die Legende von Oghuz-Kaghan, Berlin Türkçe çevirisi, Oğuz Kağan Destanı, Istanbul
3. Ebulgâzi Bahadır Han, şecere-i Terakime, fotokopi, Istanbul ı
4. Gökyay Orhan şâik, Han-nâme Necati Lugal Armağanı, Ankara ı
5. İnan Abdulkâdir, Tarihte ve bugün şamanizm, Ankara
6. Köprülü Mehmet Fuat, Türk Edebiyatı Tarihi, Istanbul ikinci baskı Istanbul
7. Moğolların Gizli Tarihi, çeviren Ahmet Temir, Ankara
8. Orkun H.N., Oğuzlara Dâir, Ankara
9. Ögel Bahaeddin, Uygurların Menşe Efsanesi, A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, Ankara
Ögel Bahaeddin, Türk Kültür Tarihi, Ankara
Türk Mitolojisi, Ankara
Sümer Faruk, Oğuzlar, Ankara
Togan Zeki Velidi, Umumî Türk Tarihine Giriş, Istanbul
Ayrıca bakınız ⇒Destan Nedir? Destanların Türleri, Özellikleri
Taş devri ilk insandan başlayarak Tunç ve Demir çağlarına kadar süren dönemdir. Tarih öncesi dönem olarak adlandırılan taş devri, Dünya tarihinin en eski çağıdır. Taş devri dönemlerine ait bulgularda; çakmak taşı, boynuz, insan kemikleri bulunmuştur. Ayrıca bir dönem ileri gidildiğinde taşların yontularak bıçak, testere, balta, ok gibi araçların icat edildiği gözlemlenmiştir. Taş devri 3 ara dönemden oluşmaktadır.
Paleolitik Çağ, insanların yerkürede yaşamaya başlamalarından yaklaşık yıl öncesine dayanmaktadır. Buzul çağlarının yaşandığı bu dönem aynı zamanda dünya oluşumunun da en uzun çağı olarak bilinmektedir. Bu çağın başlangıcında insanlar ilk zamanlarda çıplak dolaşıp mağara ve ağaç kovuklarında yaşamışlardır. Avcılık ve balıkçılık ile besin ihtiyaçlarını karşılamışlardır. İnsanlar mağaralara resimler ve avladıkları hayvanların figürlerini çizmeye başlamışlardır. Bu çağa ait ilkel insan olarak bilinen “homo sapiens” adı verilen insan kalıntıları bulunmuştur. Anadolu ve Trakya bölgelerinde bilinen birkaç eski taş devrine ait kalıntılar bulunmuştur. Bu kalıntılar; Yarımburgaz (İstanbul), Karain (Antalya), Beldibi, Belbaşı, Anadolu’da Kaletepe ve Dursunlu bölgeleridir.
Bu dönem, taşların yontularak bir takım araç ve gereçlerin elde edildiği bir dönemdir. Geçiş süreci olarak da bilinmektedir. Keskin araçlar yapılmış, diğer insanlardan ve yabani hayvanlardan korunmak için kullanılmış ve bu aletler avcılık içinde kullanılmıştır. Bu dönemde insanlar ilk defa ölülerini gömmeye başlamışlardır. Buzulların erimeye başladığı bir dönemdir. Arkeolojik kazılarda elde edilen bulgulara göre ilk evcilleştirilen hayvan olma özelliğine sahip köpekler ilk olarak bu çağda evcilleştirilmiş ve insan yaşamına uyum sağlamaya başlamışlardır. Ateş bu dönemde bulunmuştur. Orta taş devrine ait kalıntılara baktığımızda; Antalya-Beldibi Mağarası, Göller Yöresi-Bardiz, Samsun-Tekke Köy bu arkeolojik bulgulara örnek olarak gösterilebilir.
Bu çağ insanoğlunun dünyayı tanıyarak doğaya hükmetmesinin başlangıç dönemidir. Değişen iklim şartlarıyla birlikte, canlı popülasyonunda oldukça büyük bir değişim ve artış meydana gelmiştir. Yeni taş devrini incelediğimizde kurak bölgelerde daha dayanıklı hayvan ve bitki türleri ortaya çıkmıştır. Ekosistemin baştan ayağa yeniden şekillendiği bir dönem niteliğindedir. Arpa, buğday, koyun, keçi, sığır gibi bir çok hayvan türü ortaya çıkmıştır. Sonrasında tarımın başlamasıyla birlikte insanlar yerleşik hayata geçmişlerdir. Avcılık hayatı terk edilip ilk yerleşim yerleri oluşturulmuştur. Hayvan sürüleri bakmayı tercih eden toplumlar ise göçebe hayata devam etmişlerdir. İnsanlar tüketici durumundan üretici durumuna geçmişlerdir. Koyun, keçi, sığır gibi hayvanlar evcilleştirilerek onlardan besin elde edilmeye başlanmıştır. Özel mülkiyet kavramı oluşturulmuş ve insanlar kendi bahçelerinde bir çok bitki ekmeye başlamışlardır. Evler ilk olarak kulübe şeklinde yapılmaya başlanmış, zamanla normal bir ev tipi oluşturulmaya başlanmıştır. Cilalı taş devrinden önceki dönemlerde ölüler yaşadıkları alanın altına veya hemen dibine gömülürmüş. Fakat cilalı taş devrinde mezarlıklar yapılmış ve ölüler yerleşim alanlarından uzak yerlere gömülmüşlerdir. Anıt mezarlara ilk örnek olarak bu dönemde Menhir ve Dolmen Lahit mezarlıkları bulunmuştur. Cilalı taş devrinde insanlar topluluk oluşturmaya başlamış ve yaşadıkları alanların etrafını duvarlarla örmüşlerdir. Ticaret ve üretime ilişkilerine baktığımız zaman, birçok alanda üretim yapıldığı ve ekonomik toplum çabaları görülmüştür. Kil ve toprakla yapılan kaplar ateşte pişirilerek kullanılmış ve böylelikle seramik sanatı da gelişmeye başlamıştır. Kıyafetlerini ise bitki liflerinden dokumuşlardır. Günlük giyisilerin dokunmaya başlanması devamında dokumacılık tekniklerinin de gelişmesine önayak olmuştur. Tarım ilk olarak Orta Doğu’daki Hilal Bölgesinde keşfedilmiştir. Ticaret ortaya çıkması ise ilk olarak bir ticaret tekniği olan takas denilen, değiş tokuş usulü ticaret ile yapılmıştır. Sözü geçen dönemler bütün dünyada eşit zaman dilimlerinde başlamamıştır. Daha çok düzenli akarsu ve tarım alanlarına sahip bölgelerde daha çabuk ilerleme kaydedilmiştir. Orta doğu ve Uzak Doğu, cilalı taş devrine geçiş yapan ilk yerleşim alanları olmuşlardır. İlk üretimin Diyarbakır-Çayönü ve Gaziantep-Sakça Gözü’nde yapıldığı; bulunan arkeolojik kalıntılara dayanarak ilk yerleşim yerinin ise Konya-Çatalhöyük olduğu bilinmektedir.
NOT: Rivayete göre insanlar besinleri ilk olarak çiğ tüketmişlerdir. Bir gün bir kadının ateşin başında çiğ eti yerken, önündeki etin hepsini ateşe düşürmüştür. Bunun üzerine çok üzülen kadın ateşin içindeki etten bir parça almış ve yedikten sonra tadını çok beğenmiştir. Bu olaydan sonra insanlar besinleri ateşte pişirip yemeye başlamışlardır.
Biyografiler
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
BİYOGRAFİ
izmir escort
antalya escort
izmir escort
antalya escort
izmir escort
bursa escort
porno izle
brazzers porno
istanbul escort
instagram ucuz takipçi
instagram takipci kasma
takipçi satın al
escort istanbul
escort bayan
instagram takipçi satın alma
takipçi satın al ucuz
instagram takipçi satın al
takipçi satın alma
porno
porno
smm panel
takipçi instagram
escort istanbul
escort istanbul
smm panel
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
escort
izmir escort
porno video
porno izle
bornova escort
istanbul escort
monash.pw internet sitesinde bulunan bütün içerikler Tarihi Olaylar editörleri tarafından hazırlanmaktadır. İzin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright - Tüm Hakları Saklıdır.
AnasayfaKünyeİletişim
Taş Devri'nin ilk dönemi olan Yontma Taş Devri'nde insanlar ilk defa taş kullanımı yaparak araç gereçler üretmeye başlamıştır. Taştan yapılan bu araçlar yalnızca savunma mekanizması olarak kullanılmıştır. İlk mağara resmi yapılan Yontma Taş Devri'nin ardından ise Cilalı Taş Devri gelmektedir. Yontma Taş Devri hakkında bilgileri derledik
YONTMA TAŞ DEVRİ NEDİR?
Yontma Taş Devri ortalama iki milyon önce başladı ve on iki bin yıl önce de sonlandı. Bu dönemde ilk insan atalar meydana geldi ve ilk aletler üretime girdi. Buzul Çağı'n son dönemi olarak bilinen bu dönemde insanlar gruplar kurarak ağaç kavuğunda ve mağaralarda yaşamaktaydılar. Mağara duvarlarına ise insanlar, duygularını ve hislerini anlatmak için birçok resimler yapmışlardır. Bu çağ insanlık tarihinin %99'u gibi çok büyük bir bölümünü kapsamaktadır. Doğanın sınırlayıcı ve belirleyici baskısı altında yaşanana bu çağda avcı ve toplayıcı topluluğu temsil etmektedir. Besin üretme konusunda bilgisiz olan, yalnızca yaşadıkları ortamda bulunan yabani meyve ve sebzeleri yiyerek beslenen bir toplum vardır. Küçük gruplar halin de konar-göçer yaşam tarzı benimsenmiştir. İklim koşullarının değişmesi farklı yerlere taşınarak farklı hayvan türlerini keşfetmişlerdir. Bu dönemde taş aletler, sıra kemikler ve boynuzdan yapılmış aletler görülmüştür. Taş aletler kemikleri şekillendirmek için kullanılmıştır. Ülkemizin bazı bölgelerinde bu döneme ait eserler kazı çalışmalarında ortaya çıkmıştır. Antalya'nın 30 km kuzeybatısında yer alan Karain mağarası Anadolu'nun ne denli yoğun bir biçimde iskan edildiğini açık bir şekilde ortaya koyan kalıntıları taşımaktadır.
YONTMA TAŞ DEVRİ ÖZELLİKLERİ
CİLALI TAŞ DEVRİNİ YONTMA TAŞ DEVRİNDEN AYIRAN ÖZELLİKLERİ
Cilalı Taş Devri'nde insanlar yaşamlarını mağarada sürdürürken, Yontma Taş Devri'nde nehir kenarlarında hayatlarına devam etmişlerdir. Cilalı Taş Devri'nde insanlar hayvanları avlamaktadır, Yontma Taş Devri'nde ise hayvanlar eğitilmiştir. Cilalı Taş Devri'nde tüketici toplum yapısı vardır, Yontma Taş Devri'nde ise üretici toplum yapısı vardır. Cilalı Taş Devri'nde taşlar biçimlendirilirken, Yontma Taş Devri'nde taşlar kemiklere şekil vermek için kullanılmıştır. Cilalı Taş Devri'nde mimari eserler ön planda olurken, Yontma Taş Devri'nde hayatta kalma mücadelesi verilmiştir.