estağfirullah el azim min külli zenbin ya rahim ne demek / Bazı tesbih ve duaların manaları - Dinimiz İslam

Estağfirullah El Azim Min Külli Zenbin Ya Rahim Ne Demek

estağfirullah el azim min külli zenbin ya rahim ne demek

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tevbe Edilmeyen Günah ..

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Özellikle bid’at ehli, dini aklına göre değiştirip, bu bozuk hâline de İslamiyet diyor. Böylece dinin aslı kayboluyor. Kul, kendisini yaratanın bildirdiği dine müdahale edemez. Kendisi dine uyar, dini kendine uyduramaz! Uydurmaya kalkarsa, o uydurulan şey, din olmaktan çıkar. Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsi, hayatları boyunca bid’atleri yok edip sünnetleri ihya etmek hususunda çok hassasiyet gösterdiler. Günümüzde ise, İslamiyet, âdet olarak yaşanmaya başlandı, bid’atler çoğaldı. Bu durum dinimizin gittikçe bozulmasına sebep oluyor. Hâlbuki her bid’at bir felakettir ve şeytanın kandırmasıdır.

Bir gün İblis, bir dağa çıkıp, öyle bir feryat eder ki, dünyada ne kadar şeytan varsa hepsi oraya toplanır. Onlara der ki:

- Bizim için felaket bir şey oldu. En büyük günahları işleyen Müslüman, eğer tevbe edip, Allah’tan mağfiret dilerse, bunların affa uğrayacağını bildiren bir âyet indi. Biz, bunlara ne kadar günah işletirsek işletelim, bunlar bir gün tevbe ederlerse, hepsi affolur. Bizim bütün uğraşmalarımız boşa gider. Artık bunlar Cehenneme girmez. Buna bir çare bulmalıyız. Bir hile biliyor musunuz?

- Hayır, bilmiyoruz.

- Ben biliyorum. Tevbe etmeyecekleri bir günah bulmalı. Şimdi sizin vazifeniz, böyle bir günahı araştırmaktır.

Şeytanlar dağılıp giderler. Birkaç gün sonra İblis’in feryadıyla şeytanlar tekrar toplanırlar. Hepsi de, (Biz bir çare bulamadık) derler. Melun İblis gülerek der ki:

- Müjde çocuklarım! Ben, onların tevbe etmeyecekleri büyük bir günah buldum. Bunların dinine bid’atler karıştıracağız, ilaveler, çıkarmalar yaptıracağız ve bunları onlara çok güzel göstereceğiz. Tabiî bunlar, o bid’atleri sünnet zannedecekler veya bid’at-i hasene diyecekler, böyle yapmak daha sevabdır, bu iş çok faydalıdır, çok uygundur diyecekler. Bid’atlere ibadet diye sarılacaklar. Bu durumda, artık bu bid’atlerden hiçbiri kopamaz. Bu bid’atlere dokunan çıkarsa, din elden gidiyor diye, düzeltilmesine izin vermezler. İbadet olarak yaptıkları ve günah olarak bilmedikleri için bid’atlere tevbe de etmezler. Tevbe etmeyince de, bid’at ehli olarak doğru Cehenneme giderler, orada bizimle beraber olup hiç çıkmazlar.

BUYRUN İSTİĞFARA......


Bismillahirrahmanirrahim

"Rahman ve Rahim olan Allanın adıyla başlarım"
-Estağfirullah min külli zenbin tübne ilellah zahir ve batin
"Açık ve gizli tüm günahlardan tevbe ediyor Allah'tan af diliyorum)
-Estağfirullah aman yarabbi min külli zenbin tevbe yarabbi "Tüm günahlardan Allah'a tövbe eder ondan aman dilerim"
-Estağfirullah Rabbel beraya estağfirullah minel hataya
"Bütün Hata ve kusurlarımdan yaratılmışların Rabbine sığınırım"
-Estağfirullah tübne illalah ve neheytu kalbi emma sivallah "Kalbimi Allah’ın nahyettiği herşeye kapatıyor ve ona tevbe ediyorum"
-Estağfirullah tübtü illelah ve neheytu kalbi emma nehallah "Kalbimi Allah'tan başkasına kapatıyor ve ona tevbe ediyorum"
-Estağfirullah tübtü illelah ve neheytu nefsi emma sivellah "Nefsimin bütün isteklerinden uzaklaşarak ancak Allah'a yöneliyorum"
-Ya malikel mülkil kadim estağfirullah el azim
"Ey bitmez tükenmez mülkün sahibi yüce Rabbim beni afvet"
-Ya mütecelli irhem zülli ya müteâli aslih hali
"Ey yüce Rabbim kusurlarımı bağışla kötü hallerimi düzelt"
Amin!




Estağfirullah elazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh
Estağfirullah elazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh
Estağfirullah elazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh

 

020  Varlığımızın mânâ boyutu -3- (İhlâs sahibi olmak için)


Sevgili Yavrularım,

Çeşitli alim ve mutasavvıflardan alınarak tasavvufun tanımlarının verildiği bir makalede, "Tasavvuf, insanı, ibadetlerde lâzım olan ihlâsa ve insanlara karşı lâzım olan güzel ahlâka kavuşturan yoldur. İnsana bu yolu mürşid-i kâmil öğretir.”[1] denilmektedir.


# İhlâs sahibi olmak için...

Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, ihlâs'a kavuşturan yol, tasavvuftan geçmektedir. Bir başka deyimle eğer bir kişi ihlâs sahibi olmak istiyor ise, ya bir mürşid-i kâmil bularak onun öğrettiği tasavvuf yoluna girecek, ya da eğer bir mürşid-i kâmil bulamazsa tasavvufun kullandığı terbiye yöntemleriyle kendini terbiye etmeye çalışacaktır. Ancak tasavvuf bir hal ilmi olduğundan Allahü Tealâ’nın yardımları olmadan bunun başarılması oldukça zor bir iştir, aziz yavrularım.

İbrahim Gülşeni hazretleri, halifesi Hasan Sezai'ye yazmış olduğu icazetnamede, “İbadet yaparken nefsin arzuları işe karışırsa, o amelde ihlâs yok olur.”[2] buyurmaktadır.

Değerli mutasavvıfın bu sözlerinden, "ihlâs sahibi" olabilmek için nefsin arzularının tamamen zapturapt altına alınması gerektiği anlaşılmaktadır.


# İhlâs için, nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi gerek

İşin gerçeği aranırsa, aslında, yalnızca nefsin arzularının zapturapt altına alınması da yetmez. Aynı zamanda kalbin de boş ve gereksiz düşüncelerden, vesveselerden, haset, kibir, kötü zan, kin ve nefret gibi kötü huylardan arındırılması ve yerlerinin Allahü Tealâ’nın zikri ve muhabbetullah ile doldurulması da gerekir.

Yani, İmam-ı Rabbani hazretlerinin ifadesiyle, iman, ilim ve amel'den sonra bize dördüncü olarak lâzım olan şey, nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi'dir.[3]

ooo

Sevgili yavrularım,

Gördüğünüz gibi olgun bir insan olmanın yolu, öyle kolay bir yol değildir. Önce de belirttiğimiz gibi bu yol, engebeli, zor, çok büyük bir azim ve sabır isteyen bir yoldur. Zaten bu yol, o kadar kolay bir yol olsa idi, etrafımız hep ham ve kaba insanlarla dolar taşar mıydı?


# İnsanlık yolu, pek meşakkatlidir.

Evet, aziz yavrularım, insan olmak kolay bir şey değildir ve bu insanlık yolu, pek meşakkatli bir yoldur. İnsanın, hayvanî ve şeytanî özelliklerini terk ederek, Allahü Tealâ’nın halifesi olmak özelliğini kazanması öyle kolay bir şey midir? Bu ancak Allahü Tealâ’nın yardımıyla ve ancak çok sabırlı, çok azimli ve kararlı insanlara, ve ancak uzun bir çalışmadan sonra nasip olan bir şeydir.

Ebedi mutluluğun anahtarı

Bununla birlikte, insan olmak ve Rabbini tanımak, hem dünyamızı ve hem de ahiretimizi kapsayan ebedî bir mutluluğunun anahtarı olduğundan, ne kadar güçlük olursa olsun bunları aşıp bu mutluluk anahtarını ele geçirmeye çalışmalıdır. Unutmamalıdır ki dünyada kalb gözleri görmeyenler, ahirette de kördürler.


# Yapılacak ilk iş:Tevbe ve istiğfar

Sevgili yavrularım,

Bu konuda ilk yapacağımız iş, Rabbimizden yardım istemek ve tamamen O'na güvenmek olmalıdır. Güzelce bir abdest alıp iki rekât namaz kılmalı, sonra henüz yerimizden kalkmadan euzü besmele çekip, "Elhamdulillahi Rabb-il alemin, ve’s-salâtü ve’s-selâmü ala resulüna Muhammedün ve ala elihi ve sahbihi ecmain" diyerek Rabbimize hamd edip Peygamberimize salât ve selâm gönderdikten sonra:

Ya Rabbi! Buluğa erdiğim andan şu ana kadar benden şirk, küfür, inkar, isyan, nifak, fitne, zulüm, yalan, farkında olduğum ve olmadığım, gizli açık, büyük küçük her ne günah sadır oldu ise, ben onların hepsine tevbe ettim, nadim ve pişman oldum, bir daha işlememeye azmettim ve karar verdim. Ya Rabbi! Günahlarımı bağışla, af ve mağfiret eyle, ve beni bir daha onlara döndürme!.. Estağfirullah el azim, el kerim, ellezi lâilâhe illahu, el hayye’l-kayyume ve etûbi ileyh (istiğfarı üç kere tekrarlayınız), diyerek tevbe etmelidir.

Sonra da Allah'a dua edip yalvarmalıdır.

"Ya Rabbi! Nefsimi temizleyip kalbimi masivadan arıtarak ve onu senin muhabbetinle nurlandırarak olgun bir insan olmaya karar verdim. Sevgili peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve diğer bütün sevgili kulların hürmetine, nefsime karşı, bu güçsüz kuluna yardım et! Beni daima sevdiğin kullarınla bir arada bulundur. Ve beni daima senin iradene tabi, sana teslim ve tevekkel olan ve daima senin rızana uygun hareket eden kullarından eyle!” diyerek dua edip yalvarmalı ve duayı, Peygamberimiz (s.a.v.)'e salâvat getirip Rabbimize hamd ederek bitirmelidir.


# Ve iyi bir kul olmaya çalışmalıdır

Bu duadan sonra da, artık, Rabbimizin yasakladığı işlerden ve günahlardan uzak durmaya, O'nun buyurduğu şeyleri yerine getirmeye, ve her işinde daima Rabbinin rızasını ön planda tutup O'na iyi kul olmaya çalışmalıdır. İnsanların sözlerine aldırış etmemelidir. Her işinde Rabbine güvenmeli, başı her sıkıntıya düştüğünde ve her darda kaldığında O'ndan yardım istemelidir. Unutmamalıdır ki Allahü Tealâ’nın yardım etmediğine hiç kimse yardım edemez.

Eğer bu yardım gecikir veya gelmez ise de kesinlikle Rabbine olan güveni sarsılmamalı, Rabbine karşı kötü zanda bulunmamalı, kusuru kendisinde arayıp hakkında böylesinin hayırlı olduğunu düşünmelidir. Allahü Tealâ’nın, sıkıntıları, günahlarına kefaret olması veya kendi katındaki derecelerinin yükselmesi için sevdiği kullarına verdiği unutulmamalıdır.

Sevgili yavrularım,

Yeri gelmişken, sizleri, burada, bir hususta uyarmak istiyorum. Bu mübarek yolda yürürken, insanın Rabbine olan sevgisi, muhabbeti, yakınlığı, kısacası kalbindeki iman nuru arttıkça, şeytan aleyhü’l-lânenin vesveseleri de o kadar çoğalır. Bunlara aldırmamalıdır. İnsan olgunlaştıkça bunları daha iyi tanımaya başlar. Ancak bilhassa başlangıçta, bunlara karşı çok uyanık olunmalı, tongaya düşülmemelidir.


# Büyük cihat!

Peygamberimiz (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde,

"Senin en büyük düşmanın, seni çepeçevre kuşatan nefsindir." [Deylemi]

"İnsanın en kuvvetli düşmanı nefsidir, sonra çoluk çocuğu gelir." [Deylemi] buyurdu.

Nefis, gerçekten çok kuvvetli ve azgın bir düşman olup Allahü Tealâ’nın yardımı olmadan onunla başa çıkmak çok zordur. Bir gaza dönüşünde Peygamber Efendimiz mealen, "Küçük cihaddan döndük, şimdi sıra büyük cihadda" dedi. Bunun üzerine Eshab-i kiram, "Büyük cihad nedir ya Resûlallah?" diye sordular, O da, "Nefis ile olan cihaddır” cevabını verdi. Bir başka hadis-i şerifte de:

"En üstün cihad, Allah yolunda nefisle yapılan cihaddır." [Taberani] buyurdu.

Görülüyor ki azgın nefsi zapturapt altına almak öyle kolay bir iş değildir ve bu, büyük bir cihattır.


# Yüce Allah'ın yardımı olmadan başarılamaz!

Rükneddin Ebul Feth hazretleri:

"Nefsin tezkiyesi, temizlenmesi ise, ancak Allahü Tealâ’ya sığınmak ve O'ndan yardım istemekle mümkündür. Yusuf suresi 53. ayet-i kerimesinde mealen;

"Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs, gerçekten kötülüğü şiddetle emreder. Ancak Rabbimin koruduğu nefs müstesnadır. Çünkü Rabbim gafurdur, rahimdir."

buyruldu. Hakkın ihsanı ve yardımı olmadıkça, nefs tezkiye olmaz.

Nur suresi 21. ayet-i kerimesinde de mealen;

"Eğer üzerinize Allah'ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı, içinizden hiçbiri ebediyen (günah kirinden) temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır."

buyruldu. Bu ihsan ve rahmetin alâmeti, ayıplarının kendine gösterilmesidir." diyor. Ve ilâve ediyor:

“... İlâhi azametin nurundan bir şua, onun kalbine parlasa, bütün dünya büyükleri onun yanında toprak hükmünde olur. Kalbinde dünya ehlinin kıymeti kalmaz. Bu hal kalbini kaplayınca; dünya ehlinin tutulduğu hayvanî sıfatlardan nefret eder.” [4]


# Eğer Rabbine değil de kendine güvenirse!..

Eğer insan, nefsinin tezkiyesi konusunda, Rabbine değil de kendi küçücük iradesine güvenirse, o zaman, bu cahil babanıza yaptıkları gibi, yüz kere tevbe edip yüz kere tevbesini bozmak durumunda bırakırlar da, insana, bu hakikati, yaşatarak öğretirler.

Sevgili yavrularım,

Sakın ola ki kalbleriniz gaflette olmasın. Allahü zülcelâlin izni ve takdiri olmadan evrende hiçbir şey vaki olmaz. Ne bir yaprak yerinden oynar, ne de bir tüy uçabilir. Onun için, her işinizde Rabbinizin yardımını dileyiniz ve O'na karşı mutlak bir teslimiyet içinde olup O'na güveniniz. Merhamet ve kerem sahibi Rabbimiz, kimseyi boş çevirmez.


# Akıllı olup nefsini temizlemeye çalışmalıdır.

Allahü Tealâ;

"Nefsini temizleyen kurtulmuştur. Onu kirletip örten (günahta, cehalette, dalâlette bırakan) zarar etmiştir." [Şems, 9-10] buyurdu.

Hadis-i şerifte de:

"Aklın alameti, nefse galip gelmek ve öldükten sonra lazım olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alameti nefse uyup, Allah’tan af ve merhamet beklemektir." [Tirmizi] buyruldu.

Ebu Bekr Tamsitani hazretleri, "Nefse uymaktan kurtulmak, nimetlerin en büyüğüdür. Çünkü nefis, Allahü Tealâ ile kul arasındaki en büyük perdedir."[5] buyuruyor.

Sehl bin Abdullah Tüsteri hazretleri de, "İbadetlerin en kıymetlisi, nefse uymamaktır."[5] buyurdu.

Naziat suresi 40. ayet-i kerimesinde ise;

"Cenab-ı Hakk'ın huzurundan korkup nefsini, nefsanî arzulardan men eden kimselerin varacakları yer muhakkak cennettir." buyruldu.

Şu halde kurtuluşa ermek için nefsimizi kendi haline bırakmamalı, akıllılık edip ona hakim olmalı, ve onu her türlü kötülüklerden temizlemeye çalışmalıdır.


# Nefsin tezkiyesi

Sevgili yavrularım,

Nefsin tezkiye edilmesi (temizlenmesi) demek, onun, bir türlü sonu gelmeyen hadsiz hesapsız arzu ve heveslerinin zapturapt altına alınması, ona Rabbinin verdiğine razı olup kanaat etmesinin öğretilmesi, onun arzu ve heveslerinin terbiye edilerek belli bir disipline sokulması, onun gadap ve şehvetlerini haram yollardan değil de dinimizin bildirdiği sınırlar içinde, helâl ve meşru yollardan sağlamaya alıştırılması demektir.

Kısaca nefsin, aşırı gittiği için kendisine de zarar veren kötü arzu ve isteklerden temizlenmesi demektir.

Bir Kudsî Hadiste Allahü Tealâ;

"Nefsine düşmanlık et, çünkü nefsin, benim düşmanımdır."[5] buyurdu.

Hadis-i şerifte de;

"En üstün cihat, nefs ile yapılan cihattır." [İ.Neccar] buyruldu.

"Nefis ile cihat, iki yolla olur. 1.Riyazet, 2.Mücahede

Riyazet, nefsin arzularını yapmamak demektir. Nefs, ahmak olduğu için, her isteği kendi zararınadır. Nefs, daima haramları ister. Mücahede ise, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Nefsimiz, iyilik ve ibadet etmemizi istemez. Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet etmekten daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak, daha sevaptır."[6]


# Riyazet

“Riyazet, nefsin istediği şeyleri yapmamaktır.

Riyazet, vera ve takva ile olur. Takva, haramlardan sakınmaktır. Vera, haramlarla birlikte, mubahları, ihtiyaçtan fazla kullanmaktan sakınmaktır.” (Muhammed Hadimi)[7]

Aziz yavrularım,

Riyazet, ancak, dinimizin belirlediği çerçeve içinde yapılırsa bir fayda sağlar. Yoksa hepsi boşunadır.

“İnsanlar, riyazet deyince, açlık çekmeyi ve oruç tutmayı anladılar. Halbuki dinimizin emrettiği kadar yemek için dikkat etmek, binlerce sene nafile oruç tutmaktan daha güç ve daha faydalıdır. Bir kimsenin önüne lezzetli tatlı yemekler konsa, iştihası olduğu halde ve hepsini yemek istediği halde, dinimizin emrettiği kadar yiyip, fazlasını bırakması, şiddetli bir riyazettir ve diğer riyazetlerden çok üstündür. Bir kimse, bin yıl ibadet etse ve sıkıntılı riyazetler çekse ve sıkı mücahede yapsa, eğer bir peygamber (s.a.v.)' e uymamış ise, bütün bu çalışmalarının bir arpa kadar kıymeti olmaz. Çölde görülen serap gibi, hiçbir şeye yaramaz.” (İmam-ı Rabbani)[8]

“Şerefüddin Ahmet bin Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:

İslâmiyet, nefsin arzusu olan şehvet ve gadabın yok edilmesini değil, her ikisine de hakim olup dine uygun kullanılmasını emreder. ...Riyazet, bu iki sıfatı yok etmek için değil, terbiye edip dine uymalarını sağlamak içindir.”[5]


# Mücahede

Mücahede, nefse zor gelen, onun istemediği şeyleri yapmaktır. Kısaca, ibadet ve taat yapmaktır.

“İbadet yapmaktan maksat; hem mücahede yaparak nefsi terbiye etmek, hem de kalbe ferahlık getirmek, kalbi Allahü Tealâ’ya bağlamak içindir.” (Ali bin Emrullah)[8]

"Nefsin kişinin kalbine getirdiği kötü düşünceler, yani heva, ancak mücahede ile (ibadet ve taatle) azalıp yok olur.” (Muhammed Hadimi)[8]


# Allahü Tealâ'yı tanımaya mani olan şey!

Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:

“Gençlik, ömrün en kıymetli zamanıdır. İnsanın sıhhatli, kuvvetli olduğu zamandır. Bu zaman, her gün geçiyor, azalıyor, ihtiyarlık yaklaşıyor. Yazıklar olsun ki, en şerefli, en lûzumlu iş olan marifetullah'ı kazanmayı, hayal olan ömrün sonuna bırakıyoruz. En şerefli olan zamanlarımızı, en zararlı, en kötü şey olan nefsin arzularına kavuşmak için sarf ediyoruz. [Marifetullah, Allah’ı tanımak demektir.]

Allahü Tealâ, insanları ve cinleri, marifetullah'a ve kendi rızasına, sevgisine kavuşsun diye yarattı.

İnsanın, Allahü Tealâ’nın marifetine kavuşmasına mani olan en kuvvetli düşman, nefsin arzuları'dır.” [5]


# Fena ve Bekâ halleri

Sevgili yavrularım,

Dinin bütün yasaklarının ve emirlerinin, ve bunları yerine getirmek için yapılan bütün riyazet ve mücahedelerin amacı, nefsi terbiye ederek onun taşkınca isteklerini önlemek içindir. Dine uyuldukça nefsin istekleri azalır. Kalbi işgal eden bu heveslerin kalbdeki görüntüleri yok olunca da, kalbde, Allahü Tealâ’nın tecellileri belirmeye başlar. Kalbdeki dünya sevgisinin yerini, muhabbetullah (Allah sevgisi) almaya başlar.

[Sevgili yavrularım, Allahü Tealâ’nın kalbde tecelli etmesindeki anlam, mecazidir. Allah (c.c.)’ın zikrinin, hatırlanmasının kalbe yerleşmesi demektir. Yoksa Allah (c.c.), akla, zihne, kalbe gelen her türlü düşünce, zan, vehim, hayal ve tasavvurlardan münezzehtir. Bu tasavvurların hepsi sonradan Rabbimizin yarattığı şeyler olup hiçbirisi, Allah (c.c) değildir. O yarattıklarının hiçbirisine benzemez.]

İşte kalbde nefsin arzu ve isteklerinden doğan dünya görüntülerinin (bir bakıma tamahkârlık, haset, kindarlık gibi benlik sıfatlarının) yok olmasına "Fena" hali, kalbde Allahü Tealâ’nın zikrinin devamlı bir hal almasına da "Bekâ" hali denir.

Nefsin tezkiyesi (temizlenmesi), Fena makamının ele geçmesine vesile olursa da çok defa Bekâ makamının ele geçmesine yetmez. Onun için, kalbin de tamamen tasfiye edilmesi gerekir.


# Kalbin tasfiyesi

Kalbin tasfiye edilmesi demek, kalbin her türlü manevî hastalıklardan temizlenip onun bütün kötülüklerden arındırılması ve sonra da muhabbetullah ile kuvvetlendirilip onun Halık'ına bağlanmasının sağlanması demektir.

Böylece kalbde imanın vicdanileşmesi, yani gerçek ve kesin bir inanç haline gelmesi sağlanmış olur. Artık bu aşamaya geldikten sonra, hiç kimse ve hiçbir şey onu imanından döndüremez.


# Kalbin manevî hastalıkları

Kalbin manevî hastalıkları çoktur.

Fakat bunların en başında onun, nefsin keyf ve zevklerine, arzu ve isteklerine tutku derecesinde, taparcasına bağlanması, kısaca benliğini ilâh edinmesi gelir. Bağlılık derecesine göre kişinin kalbindeki bu sahte ilâh, kalbi o kadar işgal eder ki, gerçek yaratanı olan Allahü Tealâ’nın tecellilerine yer kalmaz. Rabbini hiç hatırlamaz olur.

Kalbin, mal, mevki, çeşit çeşit yiyecekler, çeşit çeşit elbise ve ziynetler, gezme, eğlenme, şehvetlerini doyurma gibi çeşitli dünya zevklerine ve dünya nimetlerine düşkünlüğü; dünyasına da ahiretine de yaramayan boş iş ve sözlerle zaman öldürme gibi tutkuları; kibir, kin, nefret, suizan, kötü niyet, hasetlik, tamahkârlık gibi kötü huylarının hepsinin altında yatan ana sebep, kalbin, bu "benliğini ilâh edinme" olgusudur.

Böyle bir insan Rabbi huzurunda namaz kılarken bile hep kalbinde bu sahte ilâhın tecellileri, yani dünya düşünceleri ve görüntüleri bulunur.


# Kalbin tasfiyesindeki birinci aşama

Riyazet ve mücahede ile, yani Allahü Tealâ’nın yasakladığı, haram kıldığı bütün işlerden uzak durulup, buyrukları harfiyen yerine getirildiği zaman, bir başka ifade ile ahkâm-ı şer'iyeye dört elle sarılındığı zaman, bu nefsin arzuları yavaş yavaş azalmaya ve gönüldeki bu sahte ilâh yavaş yavaş silinmeye, yok olmaya başlar.

Böylece kalbin temizlenmesindeki ilk ve en önemli aşama sağlanmış, nefsin tezkiyesi tamamlanarak kalbdeki etkisi yok edilmiş ve kalbde "La ilahe"(başka ilâh yoktur) sözünün anlamı gerçekleşmiş olur.


# Kalbin tasfiyesindeki ikinci aşama

İkinci aşamada ise kalbin, insanın gerçek Rabbi olan Allahü Tealâ’nın tecellileri, O'nun sevgi ve muhabbetiyle doldurulması gelir. Bu da ancak zikr, yani kişinin her an Rabbini hatırlaması ile sağlanır.

“Her vakit Allahü Tealâ'yı zikretmek lâzımdır. Kalbde başka hiçbir şeye yer vermemelidir. Yerken, içerken, uyurken, gelirken, giderken hep zikr yapmalıdır.” (İmam-i Rabbani)[9]

Kalbin, Rabbini hatırlamadan geçirdiği hallere "gaflet" denir. Kalb, bir an bile gaflet halinde olmamalıdır.


# Bir aşk hikâyesi

Sevgili yavrularım,

Gençlik yıllarımda, iyi görüştüğüm, sık sık bir araya gelerek hoşça vakit geçirdiğimiz bir arkadaşım vardı. İsim vermeye gerek yok. Anlatacağım olay gerçek ve yaşanmış bir olaydır. Bu arkadaşım bir ara mahallemizdeki bir kıza ilgi duymaya başladı. Bu, başlangıçta, her gencin başına gelebilecek basit bir ilgi idi. Bir gün gördüm ki saatin camını çıkarmış, camın iç kısmına bir kalb yapmış, içine de bu ilgi duyduğu kızın adının baş harfini yazmış. Neden böyle yaptığını sordum. Bana, her saate bakışımda onu hatırlayayım diye, cevabını verdi. Gerçekten de bu hatırlamalar onun kalbinde o kızın sevgisini öylesine perçinledi ki bir süre sonra o kıza aşık oldu. Halbuki kız, öyle pek güzel bir kız da değildi. Fakat gönül kimi severse, güzel odur. "Sevgi ile bakır altın olur." Ve bu aşk, sonuçta, mutlu bir evlilikle noktalandı.

Gerçekten de sevdiğinin sık sık hatırlanması, kalbdeki sevgiyi pekiştiriyor. Sevilene olan gönül bağını kuvvetlendiriyor. Ve bu hatırlamalar durmadan tekrarlanırsa, zamanla, gönüldeki bu sevgi bir aşk, bir tutku halini alıyor. Dünya mallarına, mevkilerine, keyf ve zevklerine olan bağlılıklarımız da aynı şekilde, durmadan onları düşünmek suretiyle, zihinlerimizi her an işgal ederek sabit fikirler ve tutkular haline gelmiyorlar mı? Atalarımız, gözden ırak olan, gönülden de ırak olur, demişler. Ne kadar doğru. Görme ve hatırlanma olmaz ise, gönüllerdeki en kuvvetli sevgi bağları bile zamanla yok olup gidiyor.


# Muhabbetullahın, zikirle yeşerdiği unutulmamalı!

İşte bu sebeple, sevgili yavrularım, kalbde Allah sevgisini, muhabbetullah'ı yeşerten ön önemli faktörün "zikr", yani Rabbini hatırlamak olduğu unutulmamalı ve zikr, hiçbir zaman terk edilmemelidir. Ve evde, yolda belde, işte, yürürken, çalışırken, yerken, içerken, eğlenirken, otururken, yatarken, kalkarken, kısaca her vesile ile, Allah (c.c.), çok hatırlanmalıdır.

Rad suresi 30. ayet-i kerimesinde:

"İyi biliniz ki, kalbler, Allahü Tealâ’nın zikri ile itminana, rahata kavuşur." buyruluyor.

Hadis-i şerifte de :

"Allah'ı sevmenin alâmeti, O'nu zikretmeyi sevmektir." [Beyheki] buyruldu.

Peygamberimiz (s.a.v.)'in bildirdiğine göre,

"Zikrin efdali, Lâilâhe illallah demektir.” [Tirmizî]


# Olgun bir imanın esası

Ancak zikrin, yani Allahü Tealâ'yı hatırlamanın, kalbi tasfiye edip kalbde muhabbetullahı yeşertmesi için, önce kalbin dünya muhabbetini, haramları terk etmesi lâzımdır.

Beyheki'nin bildirdiği hadis-i şerifte:

"Lâilâhe illallah diyen, dünyayı dinden üstün tutmadıkça, azaptan kurtulur. Dini bırakıp dünyaya sarılırsa, kelime-i tevhit söyleyince, Hak Tealâ, yalan söylüyorsun buyurur." denilmektedir.

Taberani'nin bildirdiği bir hadis-i şerifte de:

"İhlâsla Lâilâhe illallah diyen cennete girer. İhlâsla söylemek, söyleyeni haramlardan alıkoymaktır." buyrulmuştur.

Sevgili yavrularım,

Bu iki Hadis-i şerif dikkatle incelenir ve üzerinde düşünülürse, imanın ve imanın nuru olan Allah sevgisinin kalbe tamamen yerleşmesinin, bir başka deyimle, bir kişinin kâmil bir iman sahibi olmasının, haramlardan uzak durmasına, dünya sevgisini kalbinden çıkarmasına bağlı bulunduğu anlaşılır.

Yalnız bir kere daha hatırlatmakta yarar görüyorum. Dünyalığa sahip olmak başka, dünya sevgisi başkadır. Hatırlayacağınız gibi cennetle müjdelenen sahabe-i kiramın bir kısmı oldukça zengin idiler. Ama onların kalblerinde zerrece bir mal ve dünya sevgisi yok idi. Ve bugün nice fakirler vardır ki kalbleri korkunç bir dünya sevgisiyle doludur. Burada kınanan husus, dünyalık değil, dünyaya sevgi beslemek ve dünyasını dinine tercih etmektir.

Demek ki zikirden kalbimiz adına bir fayda sağlayabilmek için, önce, nefsin tezkiye edilmesi, kalbdeki haram işlere karşı olan muhabbetin ortadan kalkması gerekmektedir. Ancak ondan sonra, zikrin, kalb üzerindeki etkileri görülmeye başlar.

Allahü Tealâ, kendisini çok hatırlayan kişilere büyük mükâfatlar vaat etmektedir:

"Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınların, günahları affolur ve büyük mükâfat verilir." [Ahzab, 35]

Şüphesiz bu mükâfatların en güzellerinden biri, dünyada, kalbde “muhabbetullah”ın yeşermesi ile kişinin hayvanî sıfatlardan arınarak insan olma mutluluğuna ermesi, diğeri ahirette cennet ve cennette rüyet (Allahü Tealâ’yı görmek)'tir. Çünkü bazı kaynaklara göre, insan, dünyada Rabbini ne kadar hatırlarsa, ahirette de O'nu o kadar görecektir.


# Kalb, bir an bile gaflette olmamalı!

Büyük alim ve mutasavvıflarımız, kalbin, Rabbinden bir an bile gafil olmamasını, hep zikr halinde olmasını tavsiye ediyorlar.

Ancak bu güçsüz babanız gördüm ki pratik olarak bunu gerçekleştirmek çok zor bir iştir. Ve şunu anladım ki, burada, kalbin bir an bile gaflette olmamasından maksat, kişinin kalbini sürekli denetim altında tutarak, herhangi bir günaha meylettiği zaman Rabbini hatırlayıp bundan vazgeçmesi, eline bir nimet geçtiği zaman Rabbini hatırlayıp şükretmesi, başına bir musibet geldiği zaman Rabbini hatırlayıp ona sabretmesidir. Yani her olay ve durumun, kendisine Rabbini hatırlatmasıdır.


# Şeriatı yaşamak zikirdir...

İmam-ı Rabbani hazretleri, “Zikr demek, kendini gafletten kurtarmak demektir. Zikr, yalnız kelime-i tevhidi söylemek ve tekrar tekrar “Allah” demek değildir. Her ne şekilde olursa olsun, kendini gafletten kurtarmak, zikr olur. O halde, şeriatın emirlerini yapmak ve yasaklarından sakınmak, hep zikrdir. Şeriatın emirlerini gözeterek yapılan alış veriş zikrdir. Şeriate uygun olarak yapılan nikâh, talâk (boşanma) zikr olur. Çünkü, bunları yaparken, emirlerin, yasakların sahibi hep hatırlanmaktadır. Yani gaflet gitmektedir. Şu kadar var ki, Allahü Tealâ’nın isimleri ve sıfatları ile yapılan zikr, çabuk tesir eder ve sevgisini hasıl eder ve çabuk kavuşturur. Emirlere, yasaklara yapışmakla hasıl olan zikr, böyle değildir.”[10] buyuruyor.

Bu sözlerden de açık bir şekilde anlaşılıyor ki Allahü Tealâ’ya inanarak O’nun gönderdiği şeriatı bütün incelikleri ile yaşamak, yani dinin buyruklarına uymak ve yasaklarından kaçınmak, başlı başına bir zikirdir. Bununla birlikte Allah (c.c.)’ın adı ve sıfatlarıyla ve kelime-i tevhit ile yapılan zikr, Allahü Tealâ’nın sevgisine daha çabuk kavuşturmaktadır insanı. Bir başka anlatımla Allah (c.c.)’ın adı ve sıfatları anılarak yapılan zikirle kalbde iman nuru daha çabuk parlamakta ve insan, iman-ı hakiki mertebesine daha çabuk ulaşmaktadır. Dolayısıyla kalbde marifetullah daha çabuk hasıl olmaktadır.


# Her vesile ile Rabbini hatırlamalı...

Sevgili yavrularım,

Onun için insan sürekli bir zikr (hatırlama) halinde olmalı, her işe başlarken euzü besmele çekerek Rabbini rahman ve rahim sıfatlarıyla; kalbine bir kibir hali geldiği veya kalbinin masiva (Allahü Tealâ’dan gayri şeyler) tarafından işgal edilmeye başladığını hissettiği zaman Lâilâhe illallah diyerek kelime-i tevhit ile; Rabbinin şanının yüceliğini düşündüğü zaman Sübhanallah diyerek kelime-i tenzih ile; eline Rabbinden bir nimet geçtiği zaman Elhamdulillah diyerek kelime-i tahmid ile; Rabbinin ululuğunu düşündüğü zaman Allahü ekber diyerek kelime-i tekbir ile; Rabbinin gücünün her şeye yeteceğini düşündüğü zaman Lâ havle ve lâ kuvvete illa billah diyerek kelime-i temcit ile; Rabbine her hususta güvendiği zaman Hasbinallah ve nimel vekil diyerek; bir günah işlediği veya geçmiş günahlarını hatırladığı zaman Estağfirullah diyerek kelime-i istiğfar ile Rabbini hatırlamalıdır. Hasılı yapılan her iş, karşılaştığı her şey ve her olay, ve içinde bulunduğu her durum, kişiye Rabbini hatırlaması için bir vesile olmalıdır.

Bilhassa, zikrin efdali olan Lâilâhe illallah sözünü çok söylemelidir. O kadar çok söylemelidir ki karşıdan gören mecnun sansın. Hadis-i şerifte:

"Size mecnun deninceye kadar Allah'ı çok anın" [Hâkim] buyruldu.

Zikri, ya kalben veya kendi işitebileceği kadar bir sesle yapmalıdır.


# Günlük vird ve zikr

Sevgili yavrularım,

İnsanların Allah (c.c.)’a daha yakın olabilmek için sık sık tekrarladıkları sözlere vird denir. Çoğulu evrad'dır. Zikr de, anma, hatırlama demektir. Çoğulu ezkar'dır.

Şimdiye kadar birçok kişinin, imanın kemaline ulaşarak olgun bir insan olmalarına yardımcı olan tasavvuf kurumları, kalblerde Allahü Tealâ’nın sevgisinin yerleşmesi için, riyazet, mücahede ve sohbet gibi çeşitli yöntemlerin yanında, bilhassa mensuplarına, vazgeçilmez bir yöntem olarak, düzenli günlük vird ve zikr programları uygulamışlardır. Bu güçsüz babanız, haramlardan uzak kalmak şartıyla, bu düzenli günlük zikr programlarının, hem kendi üzerimde, hem de diğer birçok insanlar üzerinde çok yararlı etkiler sağladığını ve kişileri, sürekli bir şekilde, Allah (c.c.)’a yakın tuttuğunu gözledim. Hatta dünyaya düşkün insanlar üzerinde bile zikrin etkileri açık seçik görülmektedir.

Onun için sizler de, bir mürşid-i kâmil ile karşılaşıp onun terbiyesi altına girene kadar, kendinize göre böyle bir günlük vird ve zikr programı yaparak ona uymaya çalışınız.

Ben burada, sizler için bir örnek olmak üzere, Kadirî-Rufaî'nin bir kolu olan Galibîlerin günlük vird ve zikr programını, sizlere, yol önderi H. Galip Hasan Efendinin "Tasavvuf ve Zikrullah" adlı kitabından [11] kısmen sadeleştirip kısaltarak sunmak istiyorum.

• Müntesibin günlük virdleri ve zikirleri

“Müntesip, şeriatıyla yükümlü olduğu Peygamberine, bütün Peygamberan-ı izam ve rusûl-i kiram hazretlerine salât-ü selâmla, bütün meşayıh-ı izam efendilerimize, derviş kardeşlerimizin ruhlarına, ehl-i iman ve ehl-i islâmın ruhlarına 3 İhlâs, 1 Fatiha okuyarak zikirlerine başlar. Dervişler, bütün beşere, her gün bu vazifeyi yapmakla yükümlü kılınmıştır.”

• Günlük evrad

3 İhlâs 1 Fatiha ruhlara bağışlandıktan sonra Rabbına acz ve teslimiyetle, samimiyetle: Niyet ettim, ya Rabbi, senin rızan için günlük virdimi okumaya, der. Çünkü amentüye noksansız iman eden kulun, kulluktan başka arzusu yoktur. Virdini imkânı nispetinde her halde, ayakta, oturarak, yatarak, evde, yolda, her yerde, 24 saatte bir defaya mahsus yapar. Efdali kıbleye karşı oturup, huzur ve huşu ile virdini okumasıdır."

• Galibi virdi

51 adet Bir adedi binbir sebebe "Bilmillahirrrahmanirrahim"

100 adet Ya Rabbi verdiğin nimetlere çok şükür, "Elhamdülillah"

100 adet "Hasbünallahü ve ni'mel vekil" (sonunda "ni'mel Mevlâ ve ni'men Nasir ğufraneke Rabbena ve ileykel masir" der, Allah'a teslimiyetini arz eder)

100 adet "Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed ve sahbihi ve sellim"

100 adet Estağfirullah el-azim min külli zenbin ve etûbü ileyh (Bildiği bilemediği günahlarına Rabbinden özür diler.)

500 adet "Lâ ilâhe illallah" (der. Kur'an'da mevcut ayetle "Fa'lem ennehu lâ ilâhe illallah" diye başlar.)

500 adet "Allah" ("Ya" nidası ile başlar, ilkinde; durduğumuzda, her 100. de ve bitiminde (c.c.) der)

"İlk ders bu kadar. Dervişin mizacına, samimiyetine, tahammülüne göre, huddemi alınmış, mürşidin salâhiyetine verilmiş esmalardan ilâve edilebilir. Esmanın azlığı, çokluğu kemalât ölçüsü olmayıp tavsiyem samimiyettir."


# Esas olan samimiyettir

Sevgili yavrularım,

Böyle bir günlük vird ve zikr programından bir yarar sağlayabilmek için, esas olan, mutasavvıf Şeyh H. Galip Hasan Efendinin de belirttiği gibi samimi olmaktır.

Daha önce de ifade ettiğim gibi haramlardan ve şüpheli şeylerden uzak durmalı, yaptığı her şeyi Allahü Tealâ’nın rızası için yapmalı, ibadetlerini kusursuz yerine getirmeye çalışmalıdır.


# Kötü insanlardan ve yayınlardan uzak olmalı.

Bunlar kadar önemli olan bir diğer konu da, kalbi zulmet dolu, dünya düşkünü insanlardan ve bu gibi insanların üstlendiği yayınlardan uzak durmaktır.

Unutmayınız, kalbden kalbe yol vardır.

Kalbi zulmet dolu insanlar ve onların yayınlarıyla haşır neşir olursanız, hiç farkına varmadan dünyaya olan muhabbetinizin arttığını, kalbinizin karardığını, haram işlere olan eğiliminizin şiddetlendiğini hissedersiniz. Bunların hiçbirisi olmasa bile ömrünüzün en değerli zamanlarını Rabbinizden gafil olarak boş ve değersiz işlerle öldürüp gittiğinizin farkına varırsınız.

Onun için daima kalbi nurlu salih kişilerle bir arada bulunmaya, salih kişilerin deruhte ettiği yayınları izlemeye çalışmalıdır. Böyle yaparsanız bir süre sonra hiç farkına varmadan kalblerinizin feyzlendiğini; Rabbimize, Peygamber Efendilerimize, veli ve salih kullara ve bütün müminlere karşı, hakka, iyiliğe ve güzel huylara karşı kalbinizde bir sevgi yeşermeye başladığını görürsünüz.

Kötüler de, Allahü Tealâ’nın kullarıdır. Ama şu aşamada onların şerrinden uzak olmaktan ve onlara Allah'tan hidayet dilemekten başka çare yoktur. Gerçi kalblerinizde hidayet nuru ışımaya başlayıp her şeyi hak gözü ile görür duruma geldiğiniz zaman, bunların artık size fazla bir zararı olamaz.

Değerli Yavrularım, herhangi bir kişi bu yazıda belirtilen tavsiyelere uyarsa, Allahü Tealâ'nın yardım ve ihsanıyle, inşaallah, zaman içinde "ihlâs" sahibi bir kul olur. Bütün her şey o kişinin samimiyetine bağlıdır.

Allah'a emanet olunuz.


---------------------------
[1] Der. Ali Güler. Tasavvuf Nedir? Bir Bilene Soralım köşesi.
[2] Der. Abdullah Yıldız. Gönül kimi severse, ... TG Hikmetler köşesi.
[3] Der. Abdullah Yıldız. Her şeyden önce lazım olan. TG Hikmetler Köşesi
[4] Der. Abdullah Yıldız. Rükneddin Ebül Feth. TG Hikmetler köşesi
[5] Der. Ali Güler. Nefsin terbiyesi. TG Bir Bilene Soralım köşesi
[6] Der. Ali Güler. Nefsimizin mahiyeti. TG Bir Bilene Soralım köşesi
[7] Dini Terimler Sözlüğü, Cilt 2, s.141
[8] Dini Terimler Sözlüğü, Cilt 2, s.53
[9] Dini Terimler Sözlüğü, Cilt 2, s.315
[10] GÜMÜŞ, M. Sıddık (Ed.), 1993. A.g.e. s.885
[11] KUŞÇUOĞLU, H.Galip Hasan. Tasavvuf ve Zikrullah. H.Galip Hasan Kuşçuoğlu Kült.ve Eğt.Vakfı Yayınları, 2, Ankara

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır