gafir suresi türkçe okunuşu / Mü'min Sûresi 1-3. ayeti ve tefsiri | Kuran ve Meali

Gafir Suresi Türkçe Okunuşu

gafir suresi türkçe okunuşu

TEFSİR:

Sûrenin başında âdeta bir “Dikkat!” komutu gibi “Hâ. Mîm” harfleri seslendirildikten sonra, Kur’ân-ı Kerîm’in Allah tarafından indirildiği beyân edilir. Bununla birlikte Cenâb-ı Hakk’ın, Kur’an’ın inişiyle de alakalı olarak şu altı sıfat-ı celîlesine yer verilir:

✺اَلْعَز۪يزُ (Azîz): Karşı gelinmesi ve mağlup edilmesi mümkün olmayan nihâyetsiz bir güç ve kuvvet sahibi. Dolayısıyla bu sıfatın bir tecellisi olan Kur’an’a karşı gelmek, onu mağlup etmek ve hükümlerini geçersiz kılmak mümkün olmayacaktır.

✺اَلْعَل۪يمُ (Alîm): Her şeyi hakkiyle bilen. Allah Teâlâ’nın ilim sıfatının bir tecellisi olan Kur’an, bütün ilmî hakîkatlerin kaynağıdır. Onda bulunan ilimler hem doğru hem de sınırsızdır. Bu vasfıyla Kur’an her daim önde gider, diğer beşeri ilimler ise füze yanında kağnı arabası gibi arkadan gelir.

✺غَافِرُ الذَّنْبِ (Ğâfiru’z-zenb): Günahları bağışlayan.

✺قَابِلُ التَّوْبِ (Kābilu’t-tevb): Tevbeleri kabul eden.

✺شَد۪يدُ الْعِقَابِ (Şedîdu’l-‘ikāb): Azabı çok şiddetli olan.

✺ذُو الطَّوْلِ (Zü’t-tavl): Lütfü, nimeti, ihsan ve ikramı bol ve geniş olan.

Kur’ân-ı Kerîm, bu güzel isim ve sıfatlarıyla Yüce Rabbimizi tanıtarak insanları Allah’ın bağışlamasına koşmaya, günahları terk edip tevbeye sarılmaya teşvik eder. Diğer taraftan şiddetli azabıyla korkutarak buna sebep olacak fiil ve davranışlardan uzak durmayı emreder. Böylece akılları ve kalpleri tesir altında bırakıp korku ve umut kanatlarını birlikte çırptırarak hayra istikâmetlendirir. Korkudan hoşlananlara korku ilâcı, umuttan hoşlananlara umut ilacı sunar. Bu şekilde Allah’ın sonsuz lutuf ve ihsânına ermenin yollarını gösterir.

Bu âyet-i kerîmelerin gerçekten böyle bir tesire sahip olduğunu gösteren yaşanmış bir hâdiseyi Yezid b. Esamm şöyle anlatır:

Şam ehlinden güçlü kuvvetli, nüfuz sahibi bir kimse vardı. Zaman zaman Hz. Ömer’in yanına gelirdi. Bir ara Ömer (r.a.) onu göremez oldu. Çevresindekilere:

“–Falan zât ne yapıyor, artık görünmez oldu?” dedi.

“–Ey mü’minlerin emiri! O kendisini içkiye verdi” dediler.

Hz. Ömer, kâtibini çağırarak:

“–Yaz! Ömer b. Hattâb’dan falan kimseye. Selâm sana! «Kendisinden başka ilâh olmayan, günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azâbı çetin ve ihsânı bol olan Allah’a hamd ederim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur, dönüş ancak O’nadır.»” (Mü’min 40/3)

Ömer (r.a.) mektubu yazdırdıktan sonra arkadaşlarına dönerek:

“–Allah’a yönelmesi ve Allah’ın tevbesini kabul buyurması için kardeşinize dua ediniz” dedi. O zât, Hz. Ömer’in mektubunu alınca; “Allah günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azâbı çetin olandır” (Mü’min 40/3)cümlesini tekrar tekrar okudu ve:

“–Allah beni hem azabıyla korkutmuş, hem de günahlarımı affedeceğini va‘detmiş” diyerek ağladı. Daha sonra da güzelce tevbe etti. Ömer (r.a.) o zâtın tevbe ettiğini haber alınca:

“–Bir kardeşinizin yoldan çıktığını, günaha saplandığını gördüğünüzde, onu doğru yola getirmeye ve Allah’ın affına güvenmesini sağlamaya çalışın. Tevbe nasip etmesi için Allah’a yalvarın. Kendisine beddua ederek aleyhinde şeytana yardımcı olmayın” dedi. (Kurtubî, el-Câmi‘, XV, 291)

Bununla birlikte insanlar arasında Allah’ın âyetlerine karşı çıkacak ve bunlarla mücadele edecek aptallar olacaktır:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Mü'min Sûresi Ayetler:

1 - 3 4 5 - 6 7 8 9 10 - 12 11 13 - 15 16 17 18 19 - 20 21 - 22 23 24 - 25 26 - 27 28 - 29 30 - 31 32 - 33 34 - 35 36 - 37 38 - 40 41 - 42 43 - 44 45 - 46 47 - 48 49 - 50 51 - 52 53 - 55 56 57 - 59 60 61 - 65 66 67 - 68 69 - 70 71 - 76 77 78 79 - 81 82 - 85

Mümin suresi oku meali türkçe

حم(1)

40:1 Ha, Mim.

تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ(2)

40:2 Kitap'ın indirilmesi, güçlü ve bilgin olan Allah katındandır.

غَافِرِ الذَّنبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَدِيدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِ ۖ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ إِلَيْهِ الْمَصِيرُ(3)

40:3 O, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası şiddetli, lütfu bol olandır. O'ndan başka tanrı yoktur, dönüş O'nadır.

مَا يُجَادِلُ فِي آيَاتِ اللَّهِ إِلَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَلَا يَغْرُرْكَ تَقَلُّبُهُمْ فِي الْبِلَادِ(4)

40:4 Allah'ın ayetleri üzerinde, inkar edenlerden başkası tartışmaya girişmez. İnkarcıların memlekette gezip dolaşması seni aldatmasın.

كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَالْأَحْزَابُ مِن بَعْدِهِمْ ۖ وَهَمَّتْ كُلُّ أُمَّةٍ بِرَسُولِهِمْ لِيَأْخُذُوهُ ۖ وَجَادَلُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ فَأَخَذْتُهُمْ ۖ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ(5)

40:5 Onlardan önce, Nuh milleti, ardından, peygamberlere karşı gelen topluluklar da peygamberlerini yalanlamış; her ümmet, peygamberini cezalandırmaya azmetmişti. Hakkı batılla gidermek için mücadele etmişlerdi. Bunun üzerine Ben onları yakaladım. Cezalandırmam nasılmış?

وَكَذَٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّهُمْ أَصْحَابُ النَّارِ(6)

40:6 İnkar edenlerin cehennemlik olduklarına dair Rabbinin sözü böylece gerçekleşti.

الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهِ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَّحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذِينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبِيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ(7)

40:7 Arşı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbih ederler; O'na inanırlar. Müminler için: "Rabbimiz! İlmin ve rahmetin herşeyi içine almıştır. Tevbe edip Senin yoluna uyanları bağışla; onları cehennemin azabından koru" diye bağışlanma dilerler.

رَبَّنَا وَأَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍ الَّتِي وَعَدتَّهُمْ وَمَن صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ ۚ إِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ(8)

40:8 "Rabbimiz! Müminleri ve babalarından, eşlerinden, soylarından iyi olanları, kendilerine söz verdiğin Adn cennetlerine koy; şüphesiz güçlü olan, Hakim olan ancak Sensin"

وَقِهِمُ السَّيِّئَاتِ ۚ وَمَن تَقِ السَّيِّئَاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُ ۚ وَذَٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ(9)

40:9 "Onları kötülüklerden koru! O gün kötülüklerden kimi korursan, ona şüphesiz rahmet etmiş olursun. Bu büyük kurtuluştur."

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنَادَوْنَ لَمَقْتُ اللَّهِ أَكْبَرُ مِن مَّقْتِكُمْ أَنفُسَكُمْ إِذْ تُدْعَوْنَ إِلَى الْإِيمَانِ فَتَكْفُرُونَ(10)

40:10 Ama inkar edenlere, "Allah'ın gazabı, sizin birbirinize olan öfkenizden daha büyüktür; imana çağrıldığınızda inkar ederdiniz" diye seslenilir.

قَالُوا رَبَّنَا أَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَأَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ إِلَىٰ خُرُوجٍ مِّن سَبِيلٍ(11)

40:11 Onlar: "Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmağa yol var mıdır?" derler.

ذَٰلِكُم بِأَنَّهُ إِذَا دُعِيَ اللَّهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْ ۖ وَإِن يُشْرَكْ بِهِ تُؤْمِنُوا ۚ فَالْحُكْمُ لِلَّهِ الْعَلِيِّ الْكَبِيرِ(12)

40:12 Onlara: "Yalnız Allah çağrıldığı zaman inkar ederdiniz de, O'na eş koşulunca inanırdınız. Bugün hüküm, yüce Allah'ındır" denir.

هُوَ الَّذِي يُرِيكُمْ آيَاتِهِ وَيُنَزِّلُ لَكُم مِّنَ السَّمَاءِ رِزْقًا ۚ وَمَا يَتَذَكَّرُ إِلَّا مَن يُنِيبُ(13)

40:13 Size mucizelerini gösteren, size gökten rızık indiren O'dur. Allah'a yönelenden başkası ibret almaz.

فَادْعُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ(14)

40:14 Ey inananlar! İnkarcılar istemese de, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarın.

رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَىٰ مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ لِيُنذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ(15)

40:15 Arş sahibi, varlıkların en yücesi olan Allah, kavuşma gününü ihtar etmek için kullarından dilediğine emriyle vahyi indirir.

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ ۖ لَا يَخْفَىٰ عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ ۚ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ۖ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ(16)

40:16 O gün onlar meydana çıkarlar; onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. "Bugün hükümranlık kimindir?" denir; hepsi: "Gücü herşeye yeten tek Allah'ındır" derler.

الْيَوْمَ تُجْزَىٰ كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ ۚ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَ ۚ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ(17)

40:17 Bugün herkese, kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir.

وَأَنذِرْهُمْ يَوْمَ الْآزِفَةِ إِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِمِينَ ۚ مَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ حَمِيمٍ وَلَا شَفِيعٍ يُطَاعُ(18)

40:18 Onları, yüreklerin ağıza geleceği, tasadan yutkunacakları, yaklaşan kıyamet günü ile uyar. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenecek şefaatçisi olur.

يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ(19)

40:19 Allah gözlerin hainliğini ve gönüllerin gizlediğini bilir.

وَاللَّهُ يَقْضِي بِالْحَقِّ ۖ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍ ۗ إِنَّ اللَّهَ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ(20)

40:20 Allah, gerçekle hükmeder. O'nu bırakıp da yalvardıkları putlar bir şeye hüküm veremez. Şüphesiz Allah işitir ve görür.

۞ أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ كَانُوا مِن قَبْلِهِمْ ۚ كَانُوا هُمْ أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَآثَارًا فِي الْأَرْضِ فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ بِذُنُوبِهِمْ وَمَا كَانَ لَهُم مِّنَ اللَّهِ مِن وَاقٍ(21)

40:21 Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce ve kendilerinden daha kuvvetli olan ve yeryüzünde daha çok eser bırakan kimselerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah onları suçlarıyla yakalamıştır. Allah'a karşı onları koruyan yoktur.

ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانَت تَّأْتِيهِمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَكَفَرُوا فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ ۚ إِنَّهُ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ(22)

40:22 Bu, kendilerine açık belgelerle gelen peygamberlerini inkar etmelerinden ötürüdür. Allah da onları bunun için yakalamıştır. Doğrusu O, kuvvetlidir, cezalandırması da şiddetlidir.

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ(23)

40:23 And olsun ki Musa'yı, mucizelerimiz ve apaçık delillerle Firavun, Haman ve Karun'a göndermişizdir. Onlar: "Bu, yalancı sihirbazın biridir" demişlerdi.

إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ(24)

40:24 And olsun ki Musa'yı, mucizelerimiz ve apaçık delillerle Firavun, Haman ve Karun'a göndermişizdir. Onlar: "Bu, yalancı sihirbazın biridir" demişlerdi.

فَلَمَّا جَاءَهُم بِالْحَقِّ مِنْ عِندِنَا قَالُوا اقْتُلُوا أَبْنَاءَ الَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَاءَهُمْ ۚ وَمَا كَيْدُ الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي ضَلَالٍ(25)

40:25 Musa katımızdan onlara gerçeği getirince: "Onunla beraber iman etmiş kimselerin oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın" dediler. Ama inkarcıların hilesi elbette boşa gider.

وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُونِي أَقْتُلْ مُوسَىٰ وَلْيَدْعُ رَبَّهُ ۖ إِنِّي أَخَافُ أَن يُبَدِّلَ دِينَكُمْ أَوْ أَن يُظْهِرَ فِي الْأَرْضِ الْفَسَادَ(26)

40:26 Firavun: "Beni bırakın da Musa'yı öldüreyim, o, Rabbine yalvaradursun. Onun, sizin dininizi değiştireceğinden veya yeryüzünde bozgun çıkaracağından korkuyorum" dedi.

وَقَالَ مُوسَىٰ إِنِّي عُذْتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُم مِّن كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَّا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ(27)

40:27 Musa: "Doğrusu ben, hesap görülecek güne inanmayan böbürlenenlerin hepsinden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım" dedi.

وَقَالَ رَجُلٌ مُّؤْمِنٌ مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ إِيمَانَهُ أَتَقْتُلُونَ رَجُلًا أَن يَقُولَ رَبِّيَ اللَّهُ وَقَدْ جَاءَكُم بِالْبَيِّنَاتِ مِن رَّبِّكُمْ ۖ وَإِن يَكُ كَاذِبًا فَعَلَيْهِ كَذِبُهُ ۖ وَإِن يَكُ صَادِقًا يُصِبْكُم بَعْضُ الَّذِي يَعِدُكُمْ ۖ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ(28)

40:28 Firavun ailesinden olup da, inandığını gizleyen bir adam dedi ki: "Rabbim Allah'tır diyen bir adamı mı öldüreceksiniz? Oysa size Rabbinizden belgelerle gelmiştir. Eğer yalancıysa, yalanı kendisinedir; eğer doğru sözlü ise, sizi tehdit ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir. Doğrusu Allah, aşırı yalancıyı doğru yola eriştirmez."

يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِرِينَ فِي الْأَرْضِ فَمَن يَنصُرُنَا مِن بَأْسِ اللَّهِ إِن جَاءَنَا ۚ قَالَ فِرْعَوْنُ مَا أُرِيكُمْ إِلَّا مَا أَرَىٰ وَمَا أَهْدِيكُمْ إِلَّا سَبِيلَ الرَّشَادِ(29)

40:29 "Ey milletim; Bugün memlekette hükümranlık sizindir, galip olanlar sizsiniz. Ama Allah'ın baskını bize çatınca, O'na karşı bize kim yardım eder?" Firavun: "Ben size kendi görüşümden başkasını söylemiyorum. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum" dedi.

وَقَالَ الَّذِي آمَنَ يَا قَوْمِ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُم مِّثْلَ يَوْمِ الْأَحْزَابِ(30)

40:30 İnanmış olan adam dedi ki: "Ey milletim! Doğrusu ben sizin için, Nuh milletinin, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, peygamberleri yalanlayan toplulukların uğradıkları bir günün benzerinden korkuyorum. Allah kullara zulüm dilemez."

مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذِينَ مِن بَعْدِهِمْ ۚ وَمَا اللَّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِّلْعِبَادِ(31)

40:31 İnanmış olan adam dedi ki: "Ey milletim! Doğrusu ben sizin için, Nuh milletinin, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, peygamberleri yalanlayan toplulukların uğradıkları bir günün benzerinden korkuyorum. Allah kullara zulüm dilemez."

وَيَا قَوْمِ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِ(32)

40:32 "Ey milletim! Ahu figan gününden sizin hesabınıza korkuyorum."

يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِرِينَ مَا لَكُم مِّنَ اللَّهِ مِنْ عَاصِمٍ ۗ وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ(33)

40:33 "Arkanıza dönüp kaçacağınız gün Allah'a karşı sizi koruyan bulunmaz. Allah'ın saptırdığını doğru yola getirecek yoktur."

وَلَقَدْ جَاءَكُمْ يُوسُفُ مِن قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ فِي شَكٍّ مِّمَّا جَاءَكُم بِهِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَن يَبْعَثَ اللَّهُ مِن بَعْدِهِ رَسُولًا ۚ كَذَٰلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُّرْتَابٌ(34)

40:34 "And olsun ki, Yusuf da, daha önce, size belgelerle gelmişti. Size getirdiği şeylerden şüphelenip durmuştunuz. Sonunda Yusuf ölünce, Allah onun ardından hiçbir peygamber göndermeyecek demiştiniz. Allah, aşırı şüpheciyi işte böylece saptırır."

الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ ۖ كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ وَعِندَ الَّذِينَ آمَنُوا ۚ كَذَٰلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ(35)

40:35 "Bunlar, Allah'ın ayetleri üzerinde kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Bu, Allah katında da, inananların yanında da öfkeyi arttırır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini bundan dolayı mühürler."

وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا هَامَانُ ابْنِ لِي صَرْحًا لَّعَلِّي أَبْلُغُ الْأَسْبَابَ(36)

40:36 Firavun: "Ey Haman! Bana bir kule yap; belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa'nın Tanrısını görürüm. Doğrusu ben, onu yalancı sanıyorum" dedi. Firavun'a, kötü işi böylece güzel gösterildi ve doğru yoldan alıkondu. Firavun'un hilesi elbette boşa gidecekti.

أَسْبَابَ السَّمَاوَاتِ فَأَطَّلِعَ إِلَىٰ إِلَٰهِ مُوسَىٰ وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ كَاذِبًا ۚ وَكَذَٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُوءُ عَمَلِهِ وَصُدَّ عَنِ السَّبِيلِ ۚ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ إِلَّا فِي تَبَابٍ(37)

40:37 Firavun: "Ey Haman! Bana bir kule yap; belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa'nın Tanrısını görürüm. Doğrusu ben, onu yalancı sanıyorum" dedi. Firavun'a, kötü işi böylece güzel gösterildi ve doğru yoldan alıkondu. Firavun'un hilesi elbette boşa gidecekti.

وَقَالَ الَّذِي آمَنَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ أَهْدِكُمْ سَبِيلَ الرَّشَادِ(38)

40:38 O inanan kimse dedi ki: "Ey milletim! Bana uyun, sizi doğru yola eriştireyim."

يَا قَوْمِ إِنَّمَا هَٰذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌ وَإِنَّ الْآخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ(39)

40:39 "Ey milletim! Şüphesiz bu dünya hayatı geçicidir, ama ahiret, doğrusu işte o, kalınacak yurttur."

مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزَىٰ إِلَّا مِثْلَهَا ۖ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَىٰ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَٰئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ فِيهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ(40)

40:40 "Kim bir kötülük işlerse ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, inanarak yararlı iş işlerse, işte onlar cennete girerler; orada hesapsız şekilde rızıklanırlar."

۞ وَيَا قَوْمِ مَا لِي أَدْعُوكُمْ إِلَى النَّجَاةِ وَتَدْعُونَنِي إِلَى النَّارِ(41)

40:41 "Ey milletim! Nedir başıma gelen? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz."

تَدْعُونَنِي لِأَكْفُرَ بِاللَّهِ وَأُشْرِكَ بِهِ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَأَنَا أَدْعُوكُمْ إِلَى الْعَزِيزِ الْغَفَّارِ(42)

40:42 "Siz beni Allah'ı inkar etmeye, bilmediğim bir şeyi O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz; ben ise sizi, güçlü olan, çok bağışlayan Allah'a çağırıyorum."

لَا جَرَمَ أَنَّمَا تَدْعُونَنِي إِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْآخِرَةِ وَأَنَّ مَرَدَّنَا إِلَى اللَّهِ وَأَنَّ الْمُسْرِفِينَ هُمْ أَصْحَابُ النَّارِ(43)

40:43 "Beni kendisine çağırdığınızın, bu dünyada da ahirette de çağırabilecek kabiliyette olmadığında, hepimizin Allah'a döneceğinde, aşırı gidenlerin ateşlikler olduklarında şüphe yoktur."

فَسَتَذْكُرُونَ مَا أَقُولُ لَكُمْ ۚ وَأُفَوِّضُ أَمْرِي إِلَى اللَّهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ(44)

40:44 "Size söylediğimi hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a bırakıyorum. Doğrusu Allah, kulları görür."

فَوَقَاهُ اللَّهُ سَيِّئَاتِ مَا مَكَرُوا ۖ وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِ(45)

40:45 Allah o adamı, kurmak istedikleri tuzaktan korudu. Kötü azap Firavun'un adamlarını sardı.

النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا ۖ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ(46)

40:46 Onlar, sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün, "Firavun'un adamlarını azabın en ağırına sokun"denir.

وَإِذْ يَتَحَاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنتُم مُّغْنُونَ عَنَّا نَصِيبًا مِّنَ النَّارِ(47)

40:47 Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, güçsüzler, büyüklük taslayanlara: "Doğrusu biz size uymuştuk, şimdi ateşin bir parçasını olsun bizden savabilir misiniz?" derler.

قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُلٌّ فِيهَا إِنَّ اللَّهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ(48)

40:48 Büyüklük taslayanlar: "Doğrusu hepimiz onun içindeyiz. Allah kullar arasında şüphesiz hüküm vermiştir" derler.

وَقَالَ الَّذِينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْمًا مِّنَ الْعَذَابِ(49)

40:49 Ateşte olanlar, cehennemin bekçilerine: "Rabbinize yalvarın da hiç değilse bir gün, azabımızı hafifletsin" derler.

قَالُوا أَوَلَمْ تَكُ تَأْتِيكُمْ رُسُلُكُم بِالْبَيِّنَاتِ ۖ قَالُوا بَلَىٰ ۚ قَالُوا فَادْعُوا ۗ وَمَا دُعَاءُ الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي ضَلَالٍ(50)

40:50 Bekçiler: "Size, belgelerle peygamberleriniz gelmiş miydi?" derler. Onlar da: "Evet, gelmişti" derler. Bekçiler: "O halde kendiniz yalvarın" derler. İnkarcıların yalvarışı şüphesiz boşunadır.

إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ(51)

40:51 Doğrusu Biz, peygamberlerimize ve inananlara dünya hayatında ve şahidlerin şahidlik edecekleri günde yardım ederiz.

يَوْمَ لَا يَنفَعُ الظَّالِمِينَ مَعْذِرَتُهُمْ ۖ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ(52)

40:52 O gün zalimlere, özür beyan etmeleri fayda vermez. Lanet onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır.

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْهُدَىٰ وَأَوْرَثْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ الْكِتَابَ(53)

40:53 And olsun ki Biz Musa'ya doğruluk rehberi verdik. İsrailoğullarını da, akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberi olan Kitap'a, Tevrat'a varis kıldık.

هُدًى وَذِكْرَىٰ لِأُولِي الْأَلْبَابِ(54)

40:54 And olsun ki Biz Musa'ya doğruluk rehberi verdik. İsrailoğullarını da, akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberi olan Kitap'a, Tevrat'a varis kıldık.

فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ(55)

40:55 Sabret, Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Suçunun bağışlanmasını dile; Rabbini akşam, sabah, överek tesbih et.

إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ ۙ إِن فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَّا هُم بِبَالِغِيهِ ۚ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ ۖ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ(56)

40:56 Allah'ın ayetleri üzerinde kendilerine gelen bir delil olmadan tartışanların gönüllerinde, ulaşamayacakları bir büyüklenme vardır. Sen Allah'a sığın. O şüphesiz işitendir, görendir.

لَخَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ أَكْبَرُ مِنْ خَلْقِ النَّاسِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ(57)

40:57 Göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُسِيءُ ۚ قَلِيلًا مَّا تَتَذَكَّرُونَ(58)

40:58 Körle gören, inanıp yararlı iş işleyenlerle kötülük yapan bir değildir. Ne kadar az düşünüyorsunuz?

إِنَّ السَّاعَةَ لَآتِيَةٌ لَّا رَيْبَ فِيهَا وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ(59)

40:59 Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Bunda şüphe yoktur, fakat, insanların çoğu inanmıyor.

وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ ۚ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ(60)

40:60 Rabbiniz: "Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir" buyurmuştur.

اللَّهُ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا ۚ إِنَّ اللَّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ(61)

40:61 Size, geceyi dinlenesiniz diye karanlık ve gündüzü aydınlık olarak yaratan Allah'tır. Doğrusu Allah insanlara karşı lütufkardır, ama insanların çoğu şükretmezler.

ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ لَّا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ فَأَنَّىٰ تُؤْفَكُونَ(62)

40:62 İşte herşeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah budur. O'ndan başka tanrı yoktur. Nasıl aldatılıp döndürülürsünüz?

كَذَٰلِكَ يُؤْفَكُ الَّذِينَ كَانُوا بِآيَاتِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ(63)

40:63 Allah'ın ayetlerini bile bile inkar edenler böylece döndürülüyorlardı.

اللَّهُ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ قَرَارًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَصَوَّرَكُمْ فَأَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ ۚ ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ ۖ فَتَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ(64)

40:64 Sizin için yeri durak, göğü bina eden, size şekil verip de, şeklinizi güzel yapan, sizi temiz şeylerle rızıklandıran Allah'tır. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!

هُوَ الْحَيُّ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ ۗ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ(65)

40:65 O diridir, O'ndan başka tanrı yoktur. Dini yalnız O'na has kılarak O'na yalvarın. Övgü, Alemlerin Rabbi Allah içindir.

۞ قُلْ إِنِّي نُهِيتُ أَنْ أَعْبُدَ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ لَمَّا جَاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِن رَّبِّي وَأُمِرْتُ أَنْ أُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ(66)

40:66 De ki: "Sizin, Allah'ı bırakıp da kulluk ettiklerinize kulluk etmek bana yasak kılınmıştır. Zira bana Rabbimden belgeler gelmiştir. Ben, kendimi Alemlerin Rabbine vermekle emrolundum."

هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ يُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ ثُمَّ لِتَكُونُوا شُيُوخًا ۚ وَمِنكُم مَّن يُتَوَفَّىٰ مِن قَبْلُ ۖ وَلِتَبْلُغُوا أَجَلًا مُّسَمًّى وَلَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ(67)

40:67 Sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra kan pıhtısından yaratan; sonra erginlik çağına ulaşmanız, sonra da yaşlanmanız için sizi bebek olarak dünyaya çıkaran O'dur. Kiminiz daha önce öldürülür, kiminiz de, belirtilmiş bir süreye ulaşırsınız. Belki artık düşünürsünüz.

هُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ ۖ فَإِذَا قَضَىٰ أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ(68)

40:68 Dirilten, öldüren O'dur. Bir şeye karar verirse "Ol" der, o da oluverir.

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ أَنَّىٰ يُصْرَفُونَ(69)

40:69 Allah'ın ayetleri üzerinde tartışanları görmez misin? Nasıl da döndürülüyorlar?

الَّذِينَ كَذَّبُوا بِالْكِتَابِ وَبِمَا أَرْسَلْنَا بِهِ رُسُلَنَا ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ(70)

40:70 Kitap'ı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette bileceklerdir.

إِذِ الْأَغْلَالُ فِي أَعْنَاقِهِمْ وَالسَّلَاسِلُ يُسْحَبُونَ(71)

40:71 Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar.

فِي الْحَمِيمِ ثُمَّ فِي النَّارِ يُسْجَرُونَ(72)

40:72 Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar.

ثُمَّ قِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تُشْرِكُونَ(73)

40:73 Sonra onlara: "Allah'ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar nerededir?" denir. "Bizden uzaklaştılar; hayır, biz zaten önceleri hiçbir şeye kulluk etmiyorduk" derler. İşte Allah inkarcıları böyle saptırır.

مِن دُونِ اللَّهِ ۖ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا بَل لَّمْ نَكُن نَّدْعُو مِن قَبْلُ شَيْئًا ۚ كَذَٰلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ الْكَافِرِينَ(74)

40:74 Sonra onlara: "Allah'ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar nerededir?" denir. "Bizden uzaklaştılar; hayır, biz zaten önceleri hiçbir şeye kulluk etmiyorduk" derler. İşte Allah inkarcıları böyle saptırır.

ذَٰلِكُم بِمَا كُنتُمْ تَفْرَحُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنتُمْ تَمْرَحُونَ(75)

40:75 Onlara: "İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Temelli kalacağınız cehennem kapılarından girin" denir. Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür!

ادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا ۖ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ(76)

40:76 Onlara: "İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Temelli kalacağınız cehennem kapılarından girin" denir. Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür!

فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ ۚ فَإِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِلَيْنَا يُرْجَعُونَ(77)

40:77 Sabret; şüphesiz Allah'ın verdiği söz gerçektir. Onlara söz verdiğimiz azabın bir kısmını sana gösteririz veya seni öldürürüz, nasıl olsa onların dönüşü Bizedir.

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِّن قَبْلِكَ مِنْهُم مَّن قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُم مَّن لَّمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَ ۗ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَن يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ فَإِذَا جَاءَ أَمْرُ اللَّهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ(78)

40:78 And olsun ki, senden önce birçok peygamberler gönderdik; sana onların kimini anlattık, kimini anlatmadık; hiçbir peygamber, Allah'ın izni olmadan bir mucize getiremez. Allah'ın buyruğu gelince iş gerçekten biter. İşte o zaman, boşa uğraşanlar hüsranda kalırlar.

اللَّهُ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَنْعَامَ لِتَرْكَبُوا مِنْهَا وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ(79)

40:79 Binek olarak kullanmanız ve yemeniz için hayvanları sizin için yaratan Allah'tır.

وَلَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَلِتَبْلُغُوا عَلَيْهَا حَاجَةً فِي صُدُورِكُمْ وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ(80)

40:80 Onlarda sizin için daha nice faydalar vardır; gönüllerinizdeki arzulara, onlara binerek ulaşırsınız. Onlarla ve gemilerle taşınırsınız.

وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَأَيَّ آيَاتِ اللَّهِ تُنكِرُونَ(81)

40:81 Allah size delillerini gösteriyor. Allah'ın delillerinden hangisini inkar edersiniz?

أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ كَانُوا أَكْثَرَ مِنْهُمْ وَأَشَدَّ قُوَّةً وَآثَارًا فِي الْأَرْضِ فَمَا أَغْنَىٰ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ(82)

40:82 Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler daha sağlam olan öncekilerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Kazandıkları onlara bir fayda vermemiştir.

فَلَمَّا جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَرِحُوا بِمَا عِندَهُم مِّنَ الْعِلْمِ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ(83)

40:83 Peygamberleri onlara belgelerle gelince, kendilerinde olan bilgiden gururlandılar da, alaya aldıkları şey kendilerini sarıverdi.

فَلَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا قَالُوا آمَنَّا بِاللَّهِ وَحْدَهُ وَكَفَرْنَا بِمَا كُنَّا بِهِ مُشْرِكِينَ(84)

40:84 Şiddetli azabımızı gördüklerinde: "Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik" dediler.

فَلَمْ يَكُ يَنفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا ۖ سُنَّتَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ فِي عِبَادِهِ ۖ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ(85)

40:85 Ama, Bizim şiddetli azabımızı görüp de öyle inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu, Allah'ın kulları hakkında, öteden beri yürürlükte olan yasasıdır. İşte inkarcılar o zaman hüsranda kaldılar.

Mümin Suresi Okunuşu - Mümin Suresi Arapça Yazılışı, Türkçe Anlamı, Meali, Diyanet Tefsiri Ve Faziletleri

Mümin Suresi Türkçe Anlamı

Mümin Suresinin verdiği mesajları anlamak ve anlatılanları daha iyi kavramak için ise Türkçe anlamını okumak gerekir. Surenin Türkçe anlamları ise şu şekildedir:

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

1.Hâ Mîm.

2, 3.Bu kitabın indirilmesi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı ağır olan, lütuf sahibi Allah tarafındandır. O'ndan başka ilah yoktur. Dönüş ancak O'nadır.

4.Allah'ın âyetleri hakkında inkâr edenlerden başkası tartışmaya girişmez. Onların şehirlerde gezip dolaşmaları seni aldatmasın.

5.Onlardan önce Nûh'un kavmi ve onlardan sonra gelen topluluklar da yalanlamıştı. Her ümmet kendi peygamberini yakalayıp cezalandırmaya azmetmişti. Hakkı yok etmek için batıl şeyler ileri sürerek tartışmışlardı. Bu yüzden onları kıskıvrak yakaladım. Benim cezalandırmam nasılmış, (gördüler)!

6.Böylece Rabbinin, inkâr edenler hakkındaki, "Onlar cehennemliklerdir" sözü gerçekleşmiş oldu.

7.Arş'ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler, O'na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: "Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru."

8."Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin."

9."Onları kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun. İşte bu büyük başarıdır."

10.İnkar edenler var ya, muhakkak onlara: "Allah'ın (size) gazabı, sizin kendinize olan gazabınızdan daha büyüktür. Çünkü siz imana çağırılırdınız da inkar ederdiniz" diye seslenilir.

11.Onlar da şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin.2 Günahlarımızı kabulleniyoruz. Şimdi (bu ateşten) bir çıkış yolu var mı?"

12."Bu, sizin tevhid çerçevesinde Allah'a çağrıldığında inkar etmeniz, O'na ortak koşulduğunda ise inanmanız sebebiyledir. Artık hüküm yüce ve büyük Allah'a aittir."

13.O, size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indirendir. Ancak O'na yönelen, düşünüp ibret alır.

14.O halde, kâfirlerin hoşuna gitmese de, siz dini Allah'a has kılarak O'na ibadet edin.

15.O, dereceleri hakkıyla yükseltendir, Arş'ın sahibidir. Buluşma günü hakkında (insanları) uyarmak için, irâdesiyle ilgili vahyi kullarından dilediğine, kendi indirir.

16.O gün onlar ortaya çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. Bugün mülk (hükümranlık) kimindir? Tek olan, her şeyi kudret ve hâkimiyeti altında tutan Allah'ındır

17.Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün asla zulüm yoktur. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir.

18.Yaklaşmakta olan gün konusunda onları uyar. O gün yürekler gam ve tasa ile dolu, (sanki) gırtlaklara dayanmıştır. Zalimlerin ne sıcak bir dostu, ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi vardır.

19.Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.

20.Allah hak ve adâletle hükmeder. Allah'tan başka taptıkları ise hiçbir hükümde bulunamazlar. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

21.Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü ve yeryüzündeki eserleri daha üstündü. Böyle iken Allah, günahları sebebiyle onları yakaladı. Onları Allah'ın azabından koruyacak hiç kimse olmadı.

22.Bunun sebebi şu idi: Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getiriyorlardı da onlar inkar ediyorlardı. Bu yüzden Allah da onları yakalayıverdi. Şüphesiz O güçlüdür, cezası da çok şiddetlidir.

23, 24.Andolsun ki biz Mûsâ'yı mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a, Hâmân'a ve Kârûn'a3 gönderdik. Onlar ise; "Bu çok yalancı bir sihirbazdır" dediler.

25.Mûsâ onlara tarafımızdan gerçeği getirince, "Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın" dediler. Fakat kâfirlerin tuzağı hep boşa çıkmıştır.

26.Firavun dedi ki: "Bırakın beni Mûsâ'yı öldüreyim. (Faydası olacaksa) Rabbini yardıma çağırsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum."

27.Mûsâ da, "Ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım" dedi.

28.Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mü'min bir adam şöyle dedi: "Rabbim Allah'tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirdi. Eğer yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez."

29."Ey kavmim! Bugün yeryüzüne hâkim kimseler olarak iktidar ve saltanat sizindir. Ama başımıza geldiğinde bizi, Allah'ın azabından kim kurtarır?" Firavun, "Ben size ancak kendi görüşümü bildiriyorum ve sizi ancak doğru yola götürüyorum" dedi.

30, 31.İman etmiş olan adam dedi ki: "Ey kavmim! Şüphesiz ben, Nûh kavmi, Âd kavmi, Semûd kavmi ve onlardan sonra gelen toplulukların başına gelen olayların sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum. Allah kullarına asla zulmetmek istemez."

32, 33."Ey kavmim! Gerçekten sizin için, o bağrışıp çağrışma gününden, arkanıza dönüp kaçmaya çalışacağınız ve sizi Allah'(ın azabından) kurtaracak kimsenin olmayacağı o Allah kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek de yoktur."

34.Andolsun, daha önce Yûsuf da size apaçık deliller getirmişti de, onun size getirdikleri hakkında şüphe edip durmuştunuz. Daha sonra o ölünce de, "Allah ondan sonra aslâ peygamber göndermez" demiştiniz. İşte Allah aşırı giden şüpheci kimseleri böyle saptırır.

35.Onlar kendilerine gelmiş hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında tartışan kimselerdir. Bu ise Allah katında ve iman edenler katında büyük öfke ve gazap gerektiren bir iştir. Allah, her kibirli zorbanın kalbini işte böyle mühürler.

36, 37.Firavun dedi ki: "Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ'nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum." Böylece Firavun'a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. Firavun'un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı.

38.O inanan kimse dedi ki: "Ey kavmim! Bana uyun ki, sizi doğru yola ileteyim."

39."Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir yararlanmadır. Ahiret ise ebedi olarak kalınacak yerdir."

40."Kim bir kötülük yaparsa, ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, mü'min olarak salih bir amel işlerse işte onlar cennete girecek ve orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklardır."

Mü'min Suresi okunuşu ve yazılışı! Mümin suresi nedir, nasıl okunur? Mümin suresi Arapça ve Türkçe meali nedir? Sesli dinle ve oku!

Kur'an'ı Kerim'in 40. suresi Mümin suresidir. Toplam 85 ayetten oluşan sure 10 sayfadır. Birçok fazileti olan surenin Türkçe meali de çok anlamlıdır. Peki Mümin suresi okunuşu nasıldır? Mümin suresi yazılışı nedir? Mümin suresi tefsiri nedir?

Mümin suresi Kur'an-ı Kerim'in 40. suresidir. Toplamda 85 ayetten oluşmaktadır. Sure 466. sayfadan başlamaktadır ve 10 sayfadır. 56 ve 57. âyetler hariç Mekke döneminde inmiştir. Sûre, adını 28.âyette geçen "mü'min" kelimesinden almıştır. Mü'min inanan kimse demektir. Âyette sözü edilen mü'min, Firavun ailesinin; gizlice iman eden ve çevresindekileri hakka yönlendirmeye çalışan bir ferdidir. Ayrıca sûre, Allah'ın sıfatlarından biri olan ve 3. âyette geçen "ğâfir" kelimesinden dolayı "Ğâfîr sûresi" diye de anılmaktadır. "Ğâfir", bağışlayan demektir. Sûrede başlıca, Allah'ın birliğini gösteren bazı delillere yer verilerek kıyametle ilgili tasvirler yapılmaktadır.

Mümin suresi Mekki mi Medeni mi : Mekki

Mümin suresi kaçıncı suredir : 40

Mümin suresi kaç ayet : 85

Mümin anlamı nedir : İman etmiş insan

Mümin suresi diğer ismi nedir : Ğâfîr sûresi

Mümin suresi harf sayısı kaç : 4984

Mümin suresi kelimesi sayısı kaç : 1228

Mümin Suresinde genel olarak Kur'an'dan, Nuh kavminden Allah'a iman edenlerin cennete gireceklerinden, Allah'ı inkar edenlerin cezalandırılacaklarından, Musa peygamber'den, Firavun'un yaptıklarından, kıyamet gününden bahsedilir.

Mushaftaki sıralamada kırkıncı, iniş sırasına göre altmışıncı sûredir. Zümer sûresinden sonra, Fussılet sûresinden önce Mekke'de inmiştir. "Hâ-mîm" diye başlayan ve arka arkaya gelen yedi sûrenin ilkidir.

Mü'min sûresinde ağırlıklı olarak "Allah'ın âyetlerini tartışmaya kalkışanlar"dan, bu âyetlere karşı mücadele verenlerden söz edilmekte; genellikle Mekke putperestlerinin aristokrat tabakasından oluşan bu kesimin karakteri, genel tutumları ve amaçlarıyla görecekleri cezalar üzerinde durulmaktadır. Sûre, Allah'ın rahmetinin ve ilminin genişliği, kudretinin sınırsızlığı; ilâhî hakikatleri yalanlamaya kalkışanların cezaları ve pişmanlıkları, uhrevî yargılamanın adaletli oluşu gibi konulara dair açıklamalarla başlar. Hz. Mûsâ ile Firavun ve onu izleyenler arasında geçen mücadeleye değinilirken Mûsâ'nın dinine gizlice inanmış bir müminin inkârcılara yönelttiği anlamlı ve yararlı uyarılara yer verilir. Allah'tan başka ilâh bulunmadığı ve O'ndan başkası için yapılan ibadetlerin geçersiz olduğu, Allah'a şükretmekten yüz çevirenlerin bu yanlıştan dönmelerini sağlamak üzere onlara ilâhî nimetlerin hatırlatılması, öldükten sonra tekrar dirilmenin mümkün olduğunun kanıtlanması ve bu konuda insanların uyarılması, Allah Teâlâ'nın resulünü destekleyeceğine dair vaadi sûrenin başlıca konularındandır. Sûre, ellerinde fırsat varken gerçeği görüp Hz. Peygamber'in getirdiği açık seçik gerçekleri kabul edecekleri yerde, kendi temelsiz bilgilerine güvenerek kibre kapılıp inkâr yolunu seçenlerin ilâhî ceza ile yüzyüze geldiklerinde inanmalarının artık kendilerine fayda vermeyeceği uyarısında bulunan açıklamalarla son bulmaktadır.

Ebû Hüreyre'nin bildirdiğine göre Hz. Peygamber, Mü'min sûresinin ilk üç âyeti ile Âyetü'l-kürsî'yi (Bakara 2/255) sabah akşam okuyan bir kimsenin bu sayede korunacağını ifade etmiştir (Tirmizî, "Sevâbü'l-Kur'ân", 2).

Mü'min Suresi okunuşu ve yazılışı! Mümin suresi nedir, nasıl okunur? Mümin suresi Arapça ve Türkçe meali nedir? Sesli dinle ve oku!

Mü'min Suresi okunuşu ve yazılışı! Mümin suresi nedir, nasıl okunur? Mümin suresi Arapça ve Türkçe meali nedir? Sesli dinle ve oku!

Mü'min Suresi okunuşu ve yazılışı! Mümin suresi nedir, nasıl okunur? Mümin suresi Arapça ve Türkçe meali nedir? Sesli dinle ve oku!

Mü'min Suresi okunuşu ve yazılışı! Mümin suresi nedir, nasıl okunur? Mümin suresi Arapça ve Türkçe meali nedir? Sesli dinle ve oku!

Mü'min Suresi okunuşu ve yazılışı! Mümin suresi nedir, nasıl okunur? Mümin suresi Arapça ve Türkçe meali nedir? Sesli dinle ve oku!

Mü'min Suresi okunuşu ve yazılışı! Mümin suresi nedir, nasıl okunur? Mümin suresi Arapça ve Türkçe meali nedir? Sesli dinle ve oku!

Mü'min Suresi okunuşu ve yazılışı! Mümin suresi nedir, nasıl okunur? Mümin suresi Arapça ve Türkçe meali nedir? Sesli dinle ve oku!

Mü'min Suresi okunuşu ve yazılışı! Mümin suresi nedir, nasıl okunur? Mümin suresi Arapça ve Türkçe meali nedir? Sesli dinle ve oku!

Mü'min Suresi okunuşu ve yazılışı! Mümin suresi nedir, nasıl okunur? Mümin suresi Arapça ve Türkçe meali nedir? Sesli dinle ve oku!

Mü'min Suresi okunuşu ve yazılışı! Mümin suresi nedir, nasıl okunur? Mümin suresi Arapça ve Türkçe meali nedir? Sesli dinle ve oku!Mü'min suresi

1- Ha mım

2- Tenzılül ktabi minellahil azızil alım

3- Ğafiriz zembi ve kabilit tevbi şedıdil ıkabi zit tavl la ilahe illa hu ileyhil mesıyr

4- Ma yücadilü fi ayatillahi illellezıne keferu fe la yağrurke tekallübühüm fil bilad

5- Kezzebet kablehüm kavmü nuhıv vel ahzabü mim ba'dihim ve hemmet küllü ümmetim bi rasulihim li ye'huzuhü ve cadelu bil batılı li yüdhüdu bihil hakka fe ehaztühüm fe keyfe kane ıkab

6- Ve kezalike hakkat kelimetü rabbike alellezıne keferu ennehüm ashabün nar

7- Ellezıne yahmilunel arşe ve men havlehu yüsebbihune bi hamdi rabbihim ve yü'minune bihı ve yestağfirune lillezıne amenu rabbena vesı'te külle şey'ir rahmetev ve ılmen fağfir lillezıne tabu vettebeu sebıleke vekıhim azabel cehıym

8- Rabbena ve edhılhüm cennati adninilletı veadtehüm ve men salehü min abaihim ve ezvacihim ve zürriyyatihim inneke entel azızül hakım

9- Vekıhimüs seyyiat ve men tekıs seyyiati yevmeizin fe kad rahımteh ve zalike hüvel fevzül azıym

10- İnnellezıne keferu yünadevne le maktüllahi ekberu mim maktiküm enfüseküm iz tüd'avne ilel imani fe tekfürun

11- Kalu rabbena emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa'terafna bi zünubina fe hel ila hurucim min sebıl

12- Zaliküm bi ennehu iza düıyellahü vahdehu kefartüm ve iy yüşrük bihı tü'minu fel hukmü lillahül aliyyil kebır

13- Hüvellezı yürıküm ayatihı ve yünezzilü leküm mines semai rizka ve ma yetezekkeru illa mey yünıb

14- Fed'ullahe mhlisıyne lehüd dıne ve lev kerihel kafirun

15- Rafıud deracati zül arş yülkır ruha min emrihı ala mey yeşaü min ıbadihı li yünzira yevmet telak

16- Yevme hüm barizun la yahfa alellahi minhüm şey' li menil mülkül yevm lillahil vahıdil kahhar

17- Elyevme tücza küllü mefsim bima kesebet La zulmel yevm innellahe serıul hısab

18- Ve enzihüm yevmel azifeti izil kulubü ledel hanaciri kazımın ma liz zalimıne min hamımiv ve la şefııy yüta'

19- Ya'lemü hainetel a'yüni ve ma tuhfis sudur

20- Vallahü yakdıy bil hakk vellezıne yed'une min dunihı la yakdune bi şey' innellahe hüves semıul besıyr

21- E ve lem yesıru fil erdı fe yenzuru keyfe kane akıbetüllezıne kanu min kablihim kanu hüm eşedde minhüm kuvvetev ve asaran fil erdı fe ehazehümüllahü bi zünubihim ve ma kane lehüm minellahi miv vak

22- Zalike bi ennehüm kanet te'tıhim rusülühüm bil beyyinati fe keferu fe ehazehümüllah innehu kaviyyün şedıdül ıkab

23- Ve le kad erselna musa bi ayatina ve sültanim mübın

24- İla fir'avne ve hamane ve karune fe kalu sahırun kezzab

25- Fe lemma caehüm bil hakkı min ındina kaluktülu ebnaellezıne amenu meahu vestahyu nisaehüm ve ma keydül kafirıne illa fı dalal

26- Ve kale fir'avnü zerunı aktül musa vel yed'u rabbeh innı ehafü ey yübeddile dıneküm ev ey yuzhira fil erdıl fesad

27- Ve kale musa innı ustü bi rabbı ve rabbiküm min külli mütekebbiril la yü'minü bi yevmil hısab

28- Ve kale racülüm mü'minüm min ali fir'avne yektümü ımanehu etaktülune racülen ey yekule rabbiyellahü ve kad caeküm bil beyyinati mir rabbiküm ve iy yekü sadikay yüsıbküm ba'dullezı yeıdüküm innellahe la yehdı men hüve müsrifün kezzab

29- Ya kavmi lekümül mülkül yevme zahirıne fil erdı fe mey yensuruna mim be'sillahi in caena kale fir'avnü ma ürıküm illa ma era ve ma ehdıküm illa sebıler raşad

30- Ve kalellezı amene ya kavmi innı ehafü aleyküm misle yevmil ahzab

31- Misle de'bi kavmi nuhıv ve adiv ve semude vellezıne mim ba'dihim ve mellahü yürıdü zulmel lil ıbad

32- Ve ya kavmi innı ehafü aleyküm yevmet tenad

33- Yevme tüvellune müdbirın ma leküm minellahi min asım ve mey yudlilillahü fe ma lehu min had

34- Ve le kad caeküm yusüfü min kablü bil beyyinati fe ma ziltüm fı şekkim mimma caeküm bih hatta iza heleke kultüm ley yeb'asellahü mim ba'dihı rasula kezalike yüdıllüllahü men hüve müsrifüm mürtab

35- Ellezıne yücadilune fi ayatillahi bi ğayri sültanin etahüm kebüra makten ındellahi ve ındellezıne amenu kezalike yatbeullahü ala külli kalbi mütekebbirin cebbar

36- Ve kale fir'avnü ya hamanübni lı sarhal le allı eblüğul esbab

37- Esbabes semavati fe attalia ila ilahi müsa ve innı le ezunnühu kaziba ve kezalike züyyine li fir'avne suü amelihı ve sudde anis sebıl ve ma keydü fir'avne illa fı tebab

38- Ve kalellezı amene ya kavmit tebiuni ehdiküm sebıler raşad

39- Ya kavmi innema hazihil hayatüd dünya meta'uv ve innel ahırate hiye darul karar

40- Men amile seyyieten fe la yücza illa misleha ve men amile salihüm min zekerin ev ünsa ve hüve mü'minün fe ülaike yedhulunel cennete yürzekune fıha bi ğayri hısab

41- Ve ya kavmi malı ed'uküm ilen necati ve ted'unenı ilen nar

42- Ted'unenı li ekfüra billahi ve üşrike bihı ma leyse lı bihı ılmüv ve ene ed'uküm ilel azızil ğaffar

43- La cerame ennema ted'unenı ileyhi leyse lehu da'vetün fid dünya ve la fil ahırati ve enne meraddena ilellahi ve ennel müsrifıne hüm ashabün nar

44- Fe setezkürune ma ekulü leküm ve üfevvidu emrı ilellah innellahe basıyrum bil ıbad

45- Fe vekahüllahü seyyiati ma mekeru ve haka bi ali fir'avne suül azab

46- Ennaru yu'radune aleyha ğudüvvev ve aşiyya ve yevme tekumüs saatü edhılu ale fir'avne eşeddel azab

47- Ve iz yetehaccune fin nari fe yekulud duafaü lillezınestekberu inna künnü leküm tebean fe hel entüm muğnune anna nasıybem minen nar

48- Kalellezı nestekberu inna küllün fıha innellahe kad hakeme beynel ıbad

49- Ve kalellezıne fin nari li hazeneti cehennemed'u rabbeküm yühaffif anna yevmem minel azab

50- Kalu eve lem tekü te'tıküm rusülüküm bil beyyinat kalu bela kalu fed' ve ma düaül kafirıne illa fı dalal

51- İnna henensuru rusülena vellezıne amenu fil hayatid dünya ve yevme yekulül eşhad

52- Yevme la yenfeuz zalimıne ma'ziratühüm ve lehümül la'netü ve hehüm suüd dar

53- Ve le kad ateyna musel hüda ve evrasna benı israilel kitab

54- Hüdev ve zikra li ülil elbab

55- Fasbir inne va'dellahi hakkuv vestağfir li zembike ve sebbıh bi hamdi rabbike bil aşiyyi vel ibkar

56- İnnellezıne yücadilune fı ayatillahi bi ğayri sültanin etahüm in fı sudurihim illa kibrum ma hüm bi baligıyh festeız billah innehu hüves semıul besıyr

57- Le halkus semavati vel erdı ekberu min halkın nasi ve lakinne ekserannasi la ya'lemun

58- Ve ma yestevil a'ma vel besıyru vellezıne amenu ve amilus salihati ve lel müsi' kalılem ma tetezekkerun

59- İnnes saate le atiyetül la raybe fıha ve lakinne ekseran nasi la yü'minun

60- Ve kale rabbükümüd'unı estecib leküm innellezıne yestekbirune an ıbatetı seyedhulune cehenneme dahırın

61- Allahüllezı ceale lekümül leyle li teskünu fıhi ven nehara mübsıra innellahe le zu fadlin alen nasi ve lakinne ekseran nasi la yeşkürun

62- Zalikümüllahü rabbüküm haliku külli şey' la ilahe illa hüve fe enna tü'fekun

63- Kezalike yü'feküllezıne kanu bi ayatillahi yechadun

64- Allahüllezı ceale lekümül erda kararav ves semae binaev ve savveraküm fe ahsene suveraküm ve razekaküm minet tayyibat zalikümüllahü rabbükam fe tebarakellahü rabbül alemın

65- Hüvel hayyü la ilahe illa hüve fed'uhü muhlisıyne lehüd dın elhamdü lillahi rabbil alemın

66- Kul innı nühıtü en a'büdellezıne ted'une min dunillahi lemma caeniyel beyyinatü mir rabbı ve ümirtü en üslime li rabbil alemın

67- Hüvellezı halekaküm min türabin sümme min nutfetin sümme min alekatin sümme yuhricüküm tıflen sümme li teblüğu eşüddeküm sümme li tekunu şüyuha ve minküm mey yüteveffa min kablü ve li teblüğu ecelem müsemmev ve lealleküm ta'kılun

68- Hüvellezı yuhyi ve yümıt fe iza kada emran fe innema yekulü lehu kün fe yekun

69- E lem tera ilellezıne yücadilune fı ayatillah enna yusrafun

70- Ellezıne kezzebu bil kitabi ve bima erselna bihı rusülena fe sevfe ya'lemun

71- İzil ağlalü fı a'nakıhim ves selasil yüshabun

72- Fil hamımi sümme fin nari yüscerun

73- Sümme kıyle lehüm eyne ma küntüm tüşrikun

74- Min dunillah kalu dallu anna bel lem nekün ned'u min kablü şey'a kezalike yüdıllüllahül kafirın

75- Zaliküm bima küntüm tefrahune fil erdı bi ğayril hakkı ve bima küntüm temrahun

76- Üdhulu ebvabe cehenneme halidıne fıha fe bi'se mesvel mütekebbirın

77- Fasbir inne va'dellahi hakk fe imma nüriyenneke ba'dallezı neıdühüm ev neteveffeyenneke fe ileyna yürceun

78- Ve le kad erselna rusülem min kablike minhüm men kasasna aleyke ve minhüm mel lem naksus aleyk ve ma kane li rasulin ey ye'tiye bi ayetin illa bi iznillah fe iza cae emrallahi kudiye bil hakkı ve hasira hünalikel mübtılun

79- Allahüllezı ceale lekümül en'ame li terkebu minha ve minha te'külun

80- Ve leküm fiha menafiu ve li teblüğu aleyha haceten fı suduriküm ve aleyha ve alel fülki tuhmelun

81- Ve yürıküm ayatihı fe eyye ayatillahi tünkirun

82- E fe lem yesıru fil erdı fe yenzuru keyfe kane akıbetüllezıne min kablihim kanu eksera minhüm ve eşedde kuvvetev ve asaran fil erdı fe ma ağna anhüm ma kanu yeksibun

83- Felemma caethüm rusülühüm bil beyyinati ferihu bima ındehüm minel ılmi ve haka biham ma kanu bihı yestehziun

84- Felemma raev be'sena kalu amenna billahi vahdehu ve kefarna bima künna bihı müşrikın

85- Fe lem yekü yenfeuhüm ımanühüm lemma raev be'sena sünnetellahiletı kad halet fı ıbadih ve hasira hünalikel kafirun

NOT : Lütfen tecvid ve talim kurallarına riayet etmek için sureyi Arapça'sından okumaya özen gösterelim. Arapça bilmiyorsanız sesli şekilde dinleyebilir ve tekrar edebilirsiniz.

Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Hâ Mîm. (1) Bu kitabın indirilmesi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı ağır olan, lütuf sahibi Allah tarafındandır. O'ndan başka ilah yoktur. Dönüş ancak O'nadır. (2-3) Allah'ın âyetleri hakkında inkâr edenlerden başkası tartışmaya girişmez. Onların şehirlerde gezip dolaşmaları seni aldatmasın. (4) Onlardan önce Nûh'un kavmi ve onlardan sonra gelen topluluklar da yalanlamıştı. Her ümmet kendi peygamberini yakalayıp cezalandırmaya azmetmişti. Hakkı yok etmek için batıl şeyler ileri sürerek tartışmışlardı. Bu yüzden onları kıskıvrak yakaladım. Benim cezalandırmam nasılmış, (gördüler)! (5) Böylece Rabbinin, inkâr edenler hakkındaki, "Onlar cehennemliklerdir" sözü gerçekleşmiş oldu. (6) Arş'ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler, O'na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: "Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru." (7)

"Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin." (8) "Onları kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun. İşte bu büyük başarıdır." (9) İnkar edenler var ya, muhakkak onlara: "Allah'ın (size) gazabı, sizin kendinize olan gazabınızdan daha büyüktür. Çünkü siz imana çağırılırdınız da inkar ederdiniz" diye seslenilir. (10) Onlar da şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Günahlarımızı kabulleniyoruz. Şimdi (bu ateşten) bir çıkış yolu var mı?" (11) "Bu, sizin tevhid çerçevesinde Allah'a çağrıldığında inkar etmeniz, O'na ortak koşulduğunda ise inanmanız sebebiyledir. Artık hüküm yüce ve büyük Allah'a aittir." (12) O, size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indirendir. Ancak O'na yönelen, düşünüp ibret alır. (13) O halde, kâfirlerin hoşuna gitmese de, siz dini Allah'a has kılarak O'na ibadet edin. (14) O, dereceleri hakkıyla yükseltendir, Arş'ın sahibidir. Buluşma günü hakkında (insanları) uyarmak için, irâdesiyle ilgili vahyi kullarından dilediğine, kendi indirir. (15) O gün onlar ortaya çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. Bugün mülk (hükümranlık) kimindir? Tek olan, her şeyi kudret ve hâkimiyeti altında tutan Allah'ındır (16)

Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün asla zulüm yoktur. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir. (17) Yaklaşmakta olan gün konusunda onları uyar. O gün yürekler gam ve tasa ile dolu, (sanki) gırtlaklara dayanmıştır. Zalimlerin ne sıcak bir dostu, ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi vardır. (18) Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir. (19) Allah hak ve adâletle hükmeder. Allah'tan başka taptıkları ise hiçbir hükümde bulunamazlar. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. (20) Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü ve yeryüzündeki eserleri daha üstündü. Böyle iken Allah, günahları sebebiyle onları yakaladı. Onları Allah'ın azabından koruyacak hiç kimse olmadı. (21) Bunun sebebi şu idi: Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getiriyorlardı da onlar inkar ediyorlardı. Bu yüzden Allah da onları yakalayıverdi. Şüphesiz O güçlüdür, cezası da çok şiddetlidir. (22) Andolsun ki biz Mûsâ'yı mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a, Hâmân'a ve Kârûn'a gönderdik. Onlar ise; "Bu çok yalancı bir sihirbazdır" dediler. (23-24) Mûsâ onlara tarafımızdan gerçeği getirince, "Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın" dediler. Fakat kâfirlerin tuzağı hep boşa çıkmıştır. (25)

Firavun dedi ki: "Bırakın beni Mûsâ'yı öldüreyim. (Faydası olacaksa) Rabbini yardıma çağırsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum." (26) Mûsâ da, "Ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım" dedi. (27) Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mü'min bir adam şöyle dedi: "Rabbim Allah'tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirdi. Eğer yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez." (28) "Ey kavmim! Bugün yeryüzüne hâkim kimseler olarak iktidar ve saltanat sizindir. Ama başımıza geldiğinde bizi, Allah'ın azabından kim kurtarır?" Firavun, "Ben size ancak kendi görüşümü bildiriyorum ve sizi ancak doğru yola götürüyorum" dedi. (29) İman etmiş olan adam dedi ki: "Ey kavmim! Şüphesiz ben, Nûh kavmi, Âd kavmi, Semûd kavmi ve onlardan sonra gelen toplulukların başına gelen olayların sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum. Allah kullarına asla zulmetmek istemez." (30-31) «Ey kavmim! Gerçekten sizin için, o bagrisip çagrisma gününden, arkaniza dönüp kaçacaginiz günden korkuyorum. (O gün) sizi, Allah'(in azabin)dan kurtaracak kimse yoktur. Allah, kimi saptirirsa, artik onu dogru yola iletecek de yoktur.» (32-33)

Andolsun, daha önce Yûsuf da size apaçık deliller getirmişti de, onun size getirdikleri hakkında şüphe edip durmuştunuz. Daha sonra o ölünce de, "Allah ondan sonra aslâ peygamber göndermez" demiştiniz. İşte Allah aşırı giden şüpheci kimseleri böyle saptırır. (34) Onlar kendilerine gelmiş hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında tartışan kimselerdir. Bu ise Allah katında ve iman edenler katında büyük öfke ve gazap gerektiren bir iştir. Allah, her kibirli zorbanın kalbini işte böyle mühürler. (35) Firavun dedi ki: "Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ'nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum." Böylece Firavun'a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. Firavun'un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı. (36-37) O inanan kimse dedi ki: "Ey kavmim! Bana uyun ki, sizi doğru yola ileteyim." (38) "Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir yararlanmadır. Ahiret ise ebedi olarak kalınacak yerdir." (39) "Kim bir kötülük yaparsa, ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, mü'min olarak salih bir amel işlerse işte onlar cennete girecek ve orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklardır." (40)

"Ey kavmim! Bu ne hal? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz ise beni ateşe çağırıyorsunuz." (41) "Siz beni Allah'ı inkâr etmeye ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri ona ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi mutlak güç sahibine, çok bağışlayana (Allah'a) çağırıyorum." (42) "Şüphe yok ki sizin beni tapmaya çağırdığınız şeyin ne dünya ne de ahiret konusunda hiçbir çağrısı yoktur. Kuşkusuz dönüşümüz Allah'adır. Şüphesiz, aşırı gidenler cehennemliklerin ta kendileridir." (43) "Size söylediklerimi hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah kullarını hakkıyla görendir." (44) Allah onu, onların hilelerinin kötülüklerinden korudu. Firavun ailesini, azâbın en kötüsü kuşattı. (45) (Öyle bir) ateş ki, onlar sabah-akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun" denilecektir. (46) Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara, "Biz size uymuş kimselerdik. Şimdi şu ateşin bir kısmını üzerimizden kaldırabilir misiniz?" derler. (47) Büyüklük taslayanlar ise şöyle derler: "Biz hepimiz ateşin içindeyiz. Şüphesiz Allah kullar arasında (böyle) hüküm vermiştir." (48) Ateşte olanlar cehennem bekçilerine, "Rabbinize yalvarın da (hiç değilse) bir gün bizden azabı hafifletsin" derler. (49)

(Cehennem bekçileri) derler ki: "Size peygamberleriniz açık mucizeler getirmemiş miydi?" Onlar, "Evet, getirmişti" derler. (Bekçiler), "Öyleyse kendiniz yalvarın" derler. Şüphesiz kâfirlerin duası boşunadır. (50) Şüphesiz ki, peygamberlerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz. (51) O gün zalimlere, mazeretleri fayda vermez. Lânet de onlaradır, kötü yurt da onlaradır. (52) Andolsun, biz Mûsâ'ya hidayet verdik. İsrailoğulları'na da, akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberi olarak o kitabı (Tevrat'ı) miras bıraktık. (53-54) Ey Muhammed! Sabret. Allah'ın va'di şüphesiz gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini hamd ederek tespih et. (55) Allah'ın âyetleri hakkında, kendilerine gelmiş bir delilleri olmaksızın tartışanlar var ya, onların kalplerinde ancak bir büyüklük taslama vardır. Onlar, tasladıkları büyüklüğe asla ulaşmazlar. Sen Allah'a sığın. Şüphesiz O hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. (56) Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler. (57) Kör ile gören, îman edip salih ameller işleyenler ile kötülük yapan bir değildir. Siz pek az düşünüyorsunuz. (58)

Kıyamet günü mutlaka gelecektir, bunda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu buna inanmazlar. (59) Rabbiniz şöyle dedi: "Bana dua edin, duânıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir." (60) Allah, içinde rahat edesiniz diye geceyi ve (her şeyi) gösterici (aydınlık) olarak da gündüzü yaratandır. Şüphesiz Allah, insanlara karşı sonsuz iyilik sahibidir, fakat insanların çoğu şükretmezler. (61) İşte her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah! Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Durum bu iken nasıl oluyor da (haktan) döndürülüyorsunuz? (62) Allah'ın âyetlerini inkâr etmekte olanlar, işte böyle döndürülürler. (63) Allah, yeryüzünü sizin için karar kılma yeri, göğü de binâ yapan; size şekil verip de şekillerinizi güzel kılan ve sizi temiz şeylerle rızıklandırandır. İşte Rabbiniz Allah! Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir! (64) O diridir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde sadece Allah'a itaat ederek (samimi olarak) O'na ibadet edin. Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur. (65) De ki: "Rabbimden bana apaçık deliller gelince, Allah'ı bırakıp da taptıklarınıza tapmam bana yasaklandı ve bana âlemlerin Rabbine teslim olmam emredildi." (66)

O, sizi (önce) topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra "alaka"dan yaratan, sonra sizi (ana rahminden) çocuk olarak çıkaran, sonra olgunluk çağına ulaşmanız, sonra da ihtiyarlamanız için sizi yaşatandır. İçinizden önceden ölenler de vardır. Allah bunları, belli bir zamana erişmeniz ve düşünüp akıl erdirmeniz için yapar. (67) O, yaşatan ve öldürendir. Bir şeye karar verdiğinde ona sadece "ol" der, o da oluverir. (68) Allah'ın âyetleri hakkında tartışanları görmedin mi? Nasıl da döndürülüyorlar? (69) Onlar, kitabı (Kur'an'ı) ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlardır. Onlar bilecekler (70) O zaman onlar, boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde kaynar suda sürüklenecekler, sonra da ateşte yakılacaklardır. (71-72) Sonra onlara, "Allah'ı bırakıp da ortak koştuklarınız nerede?" denilir. Onlar da, "(Yüzüstü bırakıp) bizden uzaklaştılar. Hayır, demek ki, biz önceleri hiçbir şeye tapmıyormuşuz. (taptıklarımız bir hiçmiş)" derler. İşte Allah inkârcıları böyle saptırır. (73-74) Bu, sizin yeryüzünde haksız yere şımarmanızdan ve böbürlenmenizden ötürüdür. (75) Onlara, "Ebedî kalmak üzere cehennem kapılarından girin. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!" (denir). (76) Sen sabret! Şüphesiz Allah'ın verdiği söz gerçektir. Onları tehdit ettiğimiz azâbın bir kısmını sana göstersek de (ya da göstermeden önce) seni vefât ettirsek de, sonunda onlar bize döndürüleceklerdir. (77)

Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da var. Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmadan bir mûcize getiremez. Allah'ın emri gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman bunu batıl sayanlar hüsrana uğrarlar. (78) Allah, bir kısmına binesiniz, bir kısmını da yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratandır. (79) Onlarda sizin için daha birçok faydalar da vardır. Gönüllerinizdeki ihtiyaçlara kendileri üzerinden ulaşasınız diye onları yaratmıştır. Onlarla ve gemilerle taşınırsınız. (80) Allah size âyetlerini gösteriyor. Allah'ın hangi âyetlerini inkâr edersiniz? (81) Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha çok, daha güçlü ve onların yeryüzündeki eserleri daha üstündü. Fakat kazanmakta oldukları şeyler onlara bir fayda vermemişti. (82) Peygamberleri onlara apaçık deliller getirince, sahip oldukları bilgi ile şımardılar (ve onları alaya aldılar). Sonunda alaya almakta oldukları şey kendilerini sarıverdi. (83) Azabımızı gördükleri zaman, "Yalnız Allah'a inandık; O'na ortak koşmakta olduğumuz şeyleri inkâr ettik" dediler. (84) Fakat, azâbımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine fayda vermedi. Bu, Allah'ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan kanunudur. İşte orada inkârcılar hüsrana uğradılar. (85)

Mümin suresi Arapça olarak dinleyebilir ve tekrar edebilirsiniz. Şimdiden Allah kabul eylesin.

MÜMİN SURESİNİ SESLİ DİNLEMEK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ...

Mü'min Suresi okunuşu ve yazılışı! Mümin suresi nedir, nasıl okunur? Mümin suresi Arapça ve Türkçe meali nedir? Sesli dinle ve oku!

Sûre başlarındaki bu tür harflere "hurûf-ı mukattaa" denir (bilgi için bk. el-Bakara 2/1).

Kitaptan maksat Kur'ân-ı Kerîm'in tamamı veya özellikle bu sûredir. Bu iki âyette Allah Teâlâ'nın altı sıfatı zikredilmiştir. Bunlardan azîz, Allah'ın kudretinin üstünlüğünü ve şanının yüceliğini; alîm, ilminin genişliğini ifade eder. Zikredilen diğer sıfatları da günahları bağışlaması, tövbeleri kabul etmesi, cezalandırmasının şiddetli olması ve lutuf sahibi olmasıdır. Böylece bu iki âyetin, Cenâb-ı Hakk'ın ulûhiyyet özelliklerini veciz bir ifadeyle özetlediği görülmektedir.

"Allah'ın âyetleri hakkında tartışmaya girişmek"ten maksat, yüce Allah'ın kelâmından olabildiğince doğru ve sağlıklı bir şekilde yararlanmak için bunların anlamını kavrama çabası içinde olmak, bu amaçla âyetlerin anlamları üzerine bilimsel tartışmalar yapmak değildir; zira bu, müslümanların başlıca görevlerinden olup İslâm tarihi boyunca da başta tefsir olmak üzere fıkıh, kelâm gibi ilimlerde bu tür tartışmalar geniş bir biçimde yapılmıştır. Âyetin eleştirdiği tutum, Mekke putperestlerinin, akıllarınca 2. âyette vurgulanan hakikati yani Kur'an'ın Allah katından indirildiği gerçeğini inkâr maksadıyla tartışmaya girişerek bu gerçekle mücadele etmeye, onu çürütmeye çalışmalarıydı. Bunlar çoğunlukla o günkü toplumun ekonomik ve sosyal statü bakımından ileri gelen kesimini oluşturdukları için Kur'an'ın hak, adalet, eşitlik, özgürlük gibi değerleri önde tutan öğretisi karşısında bu konumlarının sarsılacağından kaygı duyuyor, bu sebeple Allah'ın âyetlerini etkisiz kılma savaşı veriyorlardı. Onlar, bütün inkârcı ve zorba tutumlarına rağmen, belirtilen ekonomik ve sosyal konumları sayesinde çeşitli şehirlere daha çok ticaret amaçlı geziler yapabiliyor, geniş imkânlar elde edebiliyorlardı. Muhtemelen bu durumun müslümanlar üzerinde bir moral bozukluğuna ve ümitsizliğe yol açmasını önlemek üzere âyette, "Onların şehirden şehire rahat rahat dolaşabilmesi seni yanıltmasın" buyurulmuş; böylece yüce Allah'ın onlara bu imkânları vermesinin, kendileri için bir fırsat ve imtihan olduğu, sonunda hak edenlerin gerektiği şekilde cezalandırılacağı ima edilmiştir (İbn Âşûr, XXIV, 83). Nitekim 5-7. âyetlerde Hz. Nûh'un inkârcı kavmiyle bunların ardından gelen çeşitli toplumların benzer tutumlarına ve bunların âkıbetlerine yapılan kısa değinmeler de bunu göstermektedir. Kur'ân-ı Kerîm, inkâr ve haksızlıkta ısrar eden hiçbir toplumun bu tutumunu devam ettirdiği sürece ayakta kalamayacağını, mutlaka günün birinde kahredici bir ceza ile yok olup gideceğini, âhirette de cehenneme atılacaklarını, bunun ilâhî bir yasa (sünnetullah) olduğunu sık sık vurgular.

"Arşı yüklenenler" de "onun çevresinde bulunanlar" da melekler topluluğudur. Hâkka sûresinin 17. âyetinde kıyamet sırasında arşı sekiz meleğin yükleneceği bildirilmektedir. Arşın anlamı, onu sekiz meleğin yüklenmesi ve onun çevresinde yine meleklerin bulunmasıyla ilgili olarak eski tefsirlerde –klasik astronomiden de etkilenen– bazı açıklamalar yapılmıştır; ancak bu açıklamaları, İslâm'ın tenzihe ağırlık veren ulûhiyyet telakkisiyle bağdaştırmanın güç olduğu görülmektedir. Bu sebeple âyette mecazi bir anlatım bulunduğunu düşünerek "arş"ı Allah'ın mutlak hükümranlık ve yönetimi; meleklerin arşı yüklenmesini, Allah'ın buyruğuna eksiksiz uyarak işlerini yürütmeleri; yine bazı meleklerin arşın çevresinde bulunmalarını da Allah'a yakın olmaları, O'nun iradesini gerçekleştirmesinde araç işlevi görmeleri şeklinde açıklayanlar olmuştur (bk. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "arş" md.; Yusuf Şevki Yavuz, "Arş", DİA, III, 408; ayrıca bk. A'râf 7/54). Yukarıda inkârcıların acı âkıbetleri özetlendikten sonra bu âyetlerde de meleklerin dua mahiyetindeki sözleri çerçevesinde müminleri bekleyen kurtuluşa ve mutlu geleceğe işaret edilmektedir. Râzî, meleklerin buradaki dualarıyla ilgili olarak özetle şu açıklamaları yapmaktadır (XXVII, 31-37): a) Meleklerin Allah'ı hamd ve tesbih ile anmaları ve O'na iman etmeleri, Allah'ın emrine saygının (et-ta'zîm li-emrillâh); müminler için dua edip onların bağışlanmasını dilemeleri de yaratılmışlara şefkatin (eşşefkatü alâ halkıllâh) ifadesidir. b) Âlimlerin çoğu bu âyetlere dayanarak meleklerin insanlardan daha üstün olduğunu savunmuşlardır. Çünkü melekler, günah işlemekten uzak oldukları için burada kendileri hakkında bağış dilemeyip müminler hakkında dilekte bulunmuşlar, onların kurtuluşu için dua etmişlerdir. c) Bu âyetler dua âdâbına da işaret etmektedir. Buna göre melekler Allah'ı hamd ve tesbih ile anarlar, ardından "ey rabbimiz!" diyerek başlar, önce Allah'ın rahmetinin ve ilminin genişliğini dile getirirler; daha sonra da Allah'a inanıp O'na yönelen, yolundan giden insanlar için bağış, kurtuluş ve mutluluk dileklerinde bulunurlar. d) Meleklerin yüce Allah'ı anarken 7. âyette sırasıyla rubûbiyyet, rahmet ve ilim sıfatlarını öne çıkardıkları görülmektedir. Rubûbiyyet, Allah'ın eşsiz-örneksiz yaratıcılığını (îcâd ve ibdâ') ifade eder; terbiye kelimesi de rubûbiyyetten gelmekte olup "bir şeyi en mükemmel durumlara ve en güzel niteliklere kavuşturma" anlamına gelir. Buna göre rab ismi, bütün mümkün varlıkların hem ortaya çıkmalarının hem de varlıklarını sürdürmelerinin yüce Allah'ın yaratma ve yaşatmasına bağlı bulunduğuna işaret eder. Âyetteki rahmet ile ilgili ifade Allah'ta iyilik, merhamet ve cömertlik yönünün, kötülüğe uğratma yönüne baskın bulunduğunu; ilim ile ilgili ifade de O'nun bilgisinin, küllîsinden cüz'îsine kadar her bir varlık ve olayı bütün ayrıntılarıyla kuşattığını göstermektedir. Bu duada ilim sıfatına bu şekilde yer verilmesinin sebebi, Allah'ın kendisine yöneltilen dilekleri de eksiksiz bildiğine vurgu yapmaktır; zira duymayan, bilmeyen birinden dilekte bulunmanın anlamı yoktur. e) Melekler, kendileri hakkında dua ettikleri müminlerin atalarından, eşlerinden ve nesillerinden olup iyi yolda bulunanların kurtuluşları için de dilekte bulunmuşlardır; çünkü bu dünyada olduğu gibi öteki dünyada da (cennet) yakınlarıyla birlikte olmak kişinin mutluluğuna mutluluk katar.

Tefsirlerde, "Allah'ın kızması" diye çevirdiğimiz ifadedeki makt kelimesinin, insanlardaki öfke duygusuyla karıştırılmaması gerektiğine önemle dikkat çekilir. Zira insanlardaki bu tür duygular azalıp artmakta, hatta zaman zaman aklın kontrolünden çıkabilmekte, hak ve adalet ölçülerinin dışına çıkabilmektedir. Bu sebeple İslâm bilginleri, öfkeyi geçici delilik olarak değerlendirmişlerdir (Râgıb el-İsfahânî, ez-Zerî'a ilâ mekârimi'ş-şerîa, s. 346; Gazzâlî, İhyâ, III, 167). Allah bu tür beşerî duygulardan münezzeh olduğundan, "öfke, kızgınlık" anlamına gelen gazap, makt, suht kelimeleri Allah hakkında kullanıldığında genellikle, "Allah'ın günah işlenmesinden hoşnut olmaması, günahkârları rahmetinden uzaklaştırması, cezalandırmayı murat etmesi" şeklinde ulûhiyyetin şanına uygun düşecek tarzda açıklanmıştır (Zemahşerî, III, 363; Râzî, XXVII, 38; İbn Âşûr, XXIV, 96).

Allah'ın, kitapları ve peygamberleri aracılığıyla yaptığı uyarılara kulak tıkayarak dünya hayatını inkâr ve isyanlarla geçirenler, âhirette hak ettikleri kötü âkıbetle yüz yüze gelince üzüntü ve pişmanlıklarından dolayı kendilerine büyük bir kızgınlık duyacaklar; suçlu olduklarını itiraf ederek kurtuluş yolu arayacaklar, ancak cezalandırılmaktan kurtulamayacaklardır. Çünkü onlar, bütün uyarılara rağmen tevhid inancını reddetmişler, din olarak putperestliği seçmişlerdir; Allah'ın ismi anıldığında veya O'nun dinine çağırıldıklarında inkârcı bir tavır takındıkları halde Allah'a ortak koşulduğunda tereddüt etmeden bu bâtıl inanca kendileri de katılmışlardır.

"Ey rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin" şeklindeki ifadede geçen "iki ölüm"den biri, –ağırlıklı yoruma göre– insanın ana rahminde hayata kavuşmazdan önceki yokluk hali, ikincisi dünya hayatının sona ermesi hali; "iki dirilme"den ilki ana rahminde hayat kazanması, ikincisi de öldükten sonra diriltilmesidir. Buna göre insanlar yok (ölü) iken var edilirler, sonra dünyada bir kere ölürler; kıyametten sonra da ikinci defa hayata kavuşturulurlar (Şevkânî, IV, 554); iki ölüm ve iki dirilme bundan ibarettir (bu konuda bilgi ve özellikle reenkarnasyon (tenâsüh) görüşü yönündeki yorumların reddi için bk. Bakara 2/28).

Bir önceki âyetin sonunda Allah, zâtını "yüce ve ulu" şeklinde nitelemişti; burada ise kendi yüceliği ve ululuğunun bazı kanıtlarını göstermektedir. "İşaretler" (âyât), Allah'ın varlığına, birliğine, yaratıp yönetmesine delâlet eden varlık ve olaylar; "gökten indirilen rızık" ise gerek insanların gerekse bitkilerin ve hayvanların yararlandığı yağmurdur. Burada ayrıca insanın zihnini ve gönlünü bu ilâhî işaretlere açık tutup onlardan gerekli sonuçları çıkarması, bunun için samimi bir yöneliş ve arayış içinde olması, içten bir bağlılıkla Allah'a yönelip O'na kulluk ve dua etmesi gerektiği de belirtilmektedir.

"O'nun dereceleri yüksektir" diye çevirdiğimiz refîu'd-derecât tamlamasındaki refî' kelimesi hem "yüksek" hem de "yükselten" anlamına geldiğinden âyetin bu bölümü iki farklı şekilde yorumlanmıştır (meselâ bk. Râzî, XXVII, 42-43; Şevkânî, IV, 555; İbn Âşûr, XXIV, 106-107):

a) "Allah'ın dereceleri yüksektir"; yani Allah, kendisinin saygınlığını ve yüceliğini gösteren sayılamayacak derecede üstün niteliklere sahiptir; bu sebeple dua ve ibadete de ancak O lâyıktır; O'nu bırakarak hangi türden olursa olsun asla O'nun derecesine ulaşması düşünülemeyecek varlıkları tanrı yerine koyup onlara tapmak akıl ve iz'anla bağdaşmaz.

b) "Allah, dereceleri yükseltendir"; meleklerin, peygamberlerin, sevdiği ve himayesine aldığı diğer kullarının derecesini yükselten O'dur. Şu halde maddî ve manevî alanda sağlıklı ve hayırlı gelişme de ancak O'nun lutuf ve inâyetiyle mümkündür. Çünkü O, "Arşın sahibidir"; yani mutlak hükümranlık O'nundur, bütün varlık ve olayların yönetimi ve nihaî kaderi O'nun elindedir.

Râzî, 15. âyet metninde vahyin "ruh" kelimesiyle ifade edilmesini özetle şöyle açıklar: "Ruhlar, ilâhî bilgiler ve kutsal hakikatlerle hayat kazanır; vahiy ruhlara bu bilgileri ve hakikatleri kazandırdığı için ruh diye anılmıştır. Ruh, canlı olmanın sebebi, vahiy ise belirtilen mânevî hayata ulaşmanın sebebidir" (XXVII, 44). Yüce Allah, kullarından dilediğine, yani peygamberlerine vahiy indirmek suretiyle dinî ve ahlâkî hayatları bakımından bireyler ve toplumlar için bir ruh ve can değerinde olan lutufta bulunmuş olmaktadır. Son ilâhî vahiy olan Kur'an da bu anlamda ruh olarak isimlendirilmiştir (Zuhruf 42/52).

Âhiret gününde bütün yaratılmışlar veya semavî varlıklarla dünyevî varlıklar ya da yaratıcıyla kulları bir araya geleceği için 15. âyette o gün "buluşma günü" şeklinde nitelendirilmiştir. Bu buluşmayı, zalimlerle mazlumların veya insanlarla onların dünyadayken yaptıkları işlerin buluşması olarak açıklayanlar da vardır (Zemahşerî, III, 365; Şevkânî, IV, 555; İbn Âşûr, XXIV, 109).

"Buluşma günü"nde yani âhirette olup biteceklerin bir özeti verilmektedir. Buna göre bütün insanlar, –dünyadayken yaptıkları eylemlerin hiçbiri Allah'a gizli kalmaksızın– yeniden hayat sahnesine çıkacaklar; kendisinden başka hiç kimsenin hükümranlık yetki ve imkânının bulunmadığı, sınırsız otorite sahibi, dolayısıyla tek ve mutlak hâkim olan Allah'ın âdil ve süratli yargılamasının sonunda hiç kimseye en küçük bir haksızlık yapılmaksızın herkes dünyada yaptıklarının karşılığını bulacak; cenneti hak edenler cennete, cehennemi hak edenler cehenneme gönderilecektir. Bir yoruma göre bütün insanlar mahşerde toplandıklarında bir görevli, 16. âyetteki ifadesiyle "Bugün hükümranlık kimindir?" diye seslenecek; bunun üzerine mahşerde toplananların hepsi bir ağızdan, "Elbette tek ve mutlak hükümran olan Allah'ındır!" diye cevap vereceklerdir. Soru soranın bir melekler topluluğu, cevap verenin de başka bir melekler topluluğu veya soru soranın ve cevap verenin bizzat yüce Allah olacağı yönünde görüşler de vardır (Râzî, XXVII, 46-47). 16. âyette, insanların ya inanmadıkları için hiç hesaba katmadıkları veya inanmakla birlikte gaflet ve ihmalleri yüzünden yeterince dikkate almadıkları âhiret gerçeğiyle yüz yüze gelince hissedecekleri korku ve çaresizliğin, içine düşecekleri yalnızlık halinin veciz ve sarsıcı bir ifadesi yer almaktadır.

"Gözlerin kötü niyetli bakışı"ndan maksat, bakılması helâl olmayan şeylere veya helâl olmayan şekilde, tarzda bakmak; "kalplerin sakladıkları" ise insanın içinden benimsediği, ancak farklı sebeplerle eylem olarak dışa yansıtmadığı veya yansıtamadığı niyet ve düşünceleridir (Zemahşerî, III, 366). Daha çok ahlâk kitaplarında insanın bütün tutum ve davranışları "uzuvların fiilleri ve kalbin fiilleri" diye ikiye ayrılır. Allah'ın ilmi her iki fiil alanını da kuşatmıştır. Hz. Peygamber, amellerin niyetlere göre değerlendirileceğini (Buhârî, "Îmân", 41; Müslim, "İmâre", 155); bir kimse hayırlı bir iş yapmaya niyet etmekle birlikte herhangi bir engel yüzünden bunu gerçekleştiremese bile yine de Allah'ın ona sevap yazacağını bildirmiştir (Nesâî, "Kıyâmü'l-leyl", 63; İbn Mâce, "İkåme", 177). Buna karşılık insan, içinden bir kötülük yapmayı düşünmek, hatta kesin karar vermekle birlikte, düşünce ve niyetini eyleme dönüştürmezse bundan dolayı günahkâr sayılmaz (bk. Buhârî, "Talâk", 11; Müslim, "Îmân", 201, 203, 204). Hatta Gazzâlî'nin açıklamalarına göre eğer kötü eylemden vazgeçmenin arkasında Allah korkusu, insan sevgisi, pişmanlık duyup günah işlemekten sakınma gibi olumlu sebepler varsa, iyi bir nedenle ondan vazgeçtiği için sevap bile kazanır. Ancak –günah işleme arzusu değişmemekle birlikte– korku, acizlik, şartların elverişli olmaması gibi sebeplerle niyet ve düşüncesini gerçekleştirememiş kişi, buna rağmen kötü niyet ve düşüncesinden dolayı günahkâr sayılır (İhyâ, III, 42). Nitekim 20. âyette Allah'ın adaletle hüküm vereceğini bildiren ifade de buna işaret etmektedir.

Bütün bu açıklamalarda putperestlerin bâtıl inançlarından kurtarılması, onlara yeni bir dinî ve ahlâkî zihniyet aşılanması amaçlanmaktadır. Gerçek Tanrı her bir kulunun neler yaptığını, hatta neler düşündüğünü, içinde ne tür niyetler taşıdığını bilir; onlar hakkında niyet ve amellerine göre hükümler verir, nihayet ödüllendirir veya cezalandırır. Buraya kadar geçen âyetlerde gerçek ilâh hakkında iki kategoride bilgi verildi: 1. O vardır, birdir; bilgisi, kudreti, hükümranlığı gibi niteliklerinde eşsiz ve mükemmeldir; 2. O aynı zamanda insanlar için dinî, ahlâkî planda yasa koyucudur; buyrukları ve yasaklarıyla bireylerin ve toplumların hayatlarına, iradesine uygun bir düzen vermek ister. Nihaî planda bütün insanları âhirette âdil bir şekilde yargılayıp hükümlerine uyanları ödüllendirecek, uymayanları cezalandıracaktır. Putperestlerin tanrı diye taptıkları nesnelerin sadece hüküm verme gücüne sahip olmamaları bile onlara tapmanın anlamsız ve yersiz olduğunu göstermeye yeteceği için 20. âyette bu hatırlatmayla yetinilmiştir.

Yüce Allah'ın, kendilerine gönderilen peygamberleri ve onların doğruluklarının belgeleri olan kutsal kitapları yahut mûcizeleri red ve inkâr eden; böylece inkâr ve kötülükte direnen toplumları daha dünyadayken cezalandırıp tarih sahnesinden sildiğini hatırlatan bu kısa değinme, Kur'an'ın ilk muhataplarıyla ilâhî hakikatler karşısında benzer tutumlar sergileyen diğer topluluklar için anlamlı bir uyarıdır. Kur'an'a ve peygambere karşı direnen putperestler, genellikle güçlerine ve servetlerine güvendikleri için, bunun nasıl bir aldanış olduğuna dikkat çekilmektedir. 22. âyetin sonunda Allah'ın gücünün ve çetin azabının hatırlatılması da güçlerine ve servetlerine güvenenlere yöneltilen uyarıyı pekiştirmektedir.

Yukarıda geçmiş toplulukların tarihlerinden ders alınması gerektiğine işaret edilmişti. Buradan itibaren 46. âyete kadar süren bölümde ise geçmişten bir örnek olmak üzere Firavun'un ve onu destekleyenlerin, Hz. Mûsâ'ya karşı inkâr, isyan ve haksızlıkta direnmeleri; bu yüzden dünyada cezalandırılıp yok edilmeleri; nihayet onları âhirette nasıl bir âkıbetin beklediği anlatılmaktadır. Amaç ise bir yandan Kureyş putperestlerini ve genel olarak inkârcıları, İslâm ve peygamber karşısında olumsuz tutumlarını sürdürdükleri takdirde aynı kötü âkıbetin kendi başlarına da geleceği hususunda uyarmak; bir yandan da henüz inkârcılar karşısında güçsüz durumda bulunan müslümanlara sabır ve ümit telkin etmektir (İbn Atıyye, IV, 554).

Hz. Mûsâ'nın, yüzyıllardır Mısır'da sıkıntı içinde yaşayan İsrâiloğulları'nı kurtarmak üzere Allah'ın emriyle Mısır'a gitmesi ve oradaki mücadeleleri, peygamberlik faaliyetleri ve kendi halkı olan İsrâiloğulları'yla ilişkileri hakkında Kur'an'ın başka yerlerinde geniş bilgiler verilmiştir (özellikle bk. Bakara 2/40-93; A'râf 7/103-171). Burada dikkati çeken en önemli ayrıntı, gizlice Mûsâ'ya iman etmiş olan kişinin son derece önemli uyarılarına dair geniş açıklamalardır.

Mûsâ'ya verildiği belirtilen "âyetler", genellikle Mûsâ'nın sergilediği mûcizeler olarak yorumlanmıştır. "Apaçık bir kanıt" diye çevirdiğimiz sultânun mübîn ifadesini Taberî, bizim çevirdiğimiz gibi açıklamakla yetinmiştir (XXIV, 55); Zemahşerî, bununla mûcizelerin kastedildiğini belirtir (III, 363); İbn Âşûr, Hûd sûresinin 96. âyetinde geçen aynı ifadeyle "aklî delil ya da ilâhî teyit"in, Şevkânî ise Tevrat'ın kastedildiğini söyler (IV, 558). Ancak Mûsâ'nın o dönemde peygamberlikle görevlendirildiği kesin olmakla birlikte (bk. A'râf 7/104; Tâhâ 20/47) henüz Tevrat'ın indirilmemiş olduğu göz önüne alınırsa Şevkânî'nin açıklamasının isabetli olmadığı anlaşılır.

Tefsirlerde Hâmân, Firavun'un veziri veya sarayındaki önemli şahsiyetlerinden biri, Karun ise Hz. Mûsâ'nın amcazadesi ve Firavun'un üst düzey bir görevlisi olarak tanıtılmaktadır (bk. Kasas 28/6, 76).

Bu ifadelerden anlaşıldığına göre –henüz Tevrat gelmemiş olsa da– Mûsâ, kavmini kurtarmak için geldiği Mısır'da Firavun ve çevresine Allah'ın birliği inancına dayalı İsrâil dinî kültüründen gelen bazı inançlardan söz etmişti. Halbuki eski Mısır dinî geleneğine göre firavunlar hem kral hem de tanrının oğlu, dolayısıyla tanrı sayılıyorlardı. İşte Firavun, muhtemelen, Mûsâ'nın sözünü ettiği dinî inançların kendi halkının geleneksel dinî telakkisini ve kendisinin o telakkiye göre sahip olduğu konumu tehlikeye sokacağını gördüğü için bu kaygısını çevresindekilere, "Onun, dininizi değiştireceğinden yahut ülkede huzursuzluk çıkaracağından kaygı duyuyorum" şeklinde ifade etmiş ve Mûsâ'yı öldürmeye, ona inananların erkek çocuklarını katliama tâbi tutmaya karar vermişti. Nitekim İbn Atıyye de söz konusu âyetleri bu yönde yorumlamaktadır (IV, 555). Ancak bu büyük tehlikeye rağmen Hz. Mûsâ, âhirete inanmadıkları için yaptıklarının yanlarına kalacağını sanan bütün despotik güçlere karşı Allah'ın, kendisine inanıp güvenerek doğru yolda azimle ilerleyenlere yardım edeceğinden emindi.

TEFSİRLERİN DEVAMI İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ...

Haberler.com - Gündem

PeygamberArapçaduaÖlüDiniGündemGüncelHaberler

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır