gazap üzümleri film analizi / Gazap Üzümleri | Özet, Değerlendirme ve Gerçekler - Edebiyat | Haziran 2023

Gazap Üzümleri Film Analizi

gazap üzümleri film analizi

kaynağı değiştir]

Tom Joad (Henry Fonda) kasıtsız adam öldürme suçundan girdiği hapishaneden cezasını tamamlayıp henüz çıkmıştır ve otostop yaparak Oklahoma'daki ailesinin çiftliğine doğru gitmektedir. Yolda önceden tanıdığı Casy (John Carradine)'e rastlar. Casy aynı zamanda Tom'u vaftiz eden din adamıdır ancak inancını kaybettiği için vaizliği bırakmıştır. Casy Tom'a kuraklık, kum fırtınaları ve yeni uygulanmaya başlanan tarım ve bankacılık metodlarının bir zamanlar verimli topraklara sahip olan Oklahoma'yı kırıp geçirdiğini anlatır. Birlikte Tom Joad'un çiftliğine ulaştıklarında Joad ailesinin göçe hazırlandıklarını görürler, zira banka onların çiftliğine de el koymuştur. Ertesi gün şafakta on iki kişilik Joad ailesi tüm eşyaları ile birlikte külüstür bir kamyona doluşarak Kaliforniya'ya 'vaadedilmiş topraklar'a doğru yola çıkarlar. Aslında California'dan da çok umutlu değillerdir, çünkü zaman 1930'lardır ve Büyük Ekonomik Buhran tüm ABD'yi etkisi altına almıştır. Yolda umduğunu bulamayıp geriye dönen birçok aile ile karşılaşırlar. İlk durakları sefil bir göçmen kampıdır. Meyve toplayıcılarının barındığı bu kampta şartlar çok acımasız ücretler çok düşüktür, adeta bir esir kampını andıran bu kampta perişan aileler, aç çocuklar, silahlı muhafızlar görürler. Burada fazla kalamayıp ayrılırlar. İkinci durakları ise hükümete ait bir başka kamptır, ancak burası diğeriyle kıyaslanamayacak kadar rahat,temiz ve sakin bir yerdir,çalışma şartları ve ücretler de iyi olduğu gibi yönetimi de baskıcı değildir zaten yöneticiler kamp sakinlerinin kendi seçtikleri elemanlardan oluşmuştur.

Oyuncu kadrosu[değiştir
\n

BÜYÜK DÖNÜŞÜMLERİ içinden geçerken tam manasıyla anlamak çok zordur. Hatta çoğu kez yaşananın tarihsel bir dönemeç olduğu bile anlaşılmaz.

\n

İşini kaybeden veya yaşam standardı gerileyen sıradan insan bunu kendi başına gelen bir felaket olarak görür. Hatta eşi dostu bu durumu onun beceriksizliğine, yeterince iyi ve cevval olmamasına bağlar. Ya da bir iş ilanına başvuran işçi, kendisi gibi kaç kişinin başvurduğunu bilmediğinde boşuna heveslenir.

\n

Gelişmeleri izlemeye çalışan sosyal bilimciler, düşünürler yaşananların normal olandan/olağan olandan bir sapma olduğu görüşündedir. Ekonomik gidişatta, siyasetin işleyişinde, uluslararası düzende, toplumsal hayatta gözlemledikleri sorunların nedeni belli bir politika ya da belli bir politikacıdır. Bu politikacıyı değiştirince eski alışılmış düzen tekrar hasıl olacaktır. Üstelik sosyal bilimlerin departmantalizasyonu sonucu disiplinler arası etkileşim de dikkate alınmaz.  Ekonomist sadece ekonomiyle, sosyolog sadece toplumsal yapıyla, siyaset bilimci sadece siyasetle, uluslararası ilşikilerci sadece devletlerarası ilişkilerle uğraşır. Oysaki büyük dönüşüm dönemlerinde bu alanların hepsi aynı zamanda ve birbirini etkileyerek bir arada değişir. Bu nedenle ne yapılırsa yapılsın eskiye dönüş mümkün olmaz. Tek bir alanda, diyelim ekonomide, belli bir politikayı, diyelim faiz politikasını değiştirerek ekonomik istikrar sağlanamaz, çünkü ekonominin içinde çalıştığı sosyal, siyasi ve küresel düzen değişmiştir artık. 

\n

Siyasetçi için de benzer bir durum söz konusudur. Birileri, ki bu çoğu kez dış mihraktır, olağan işleyişi bozmuştur. Dış mihrak yabancılar olabildiği gibi, siyasetçinin makbul vatandaş olarak kabul ettiği kesimin dışında kalanlar da olabilir. Dış mihrakların bu oyunu bertaraf edildiğinde hayat tekrar eski güzel günlere dönecektir. Ama tarihsel dönüşüm noktalarında sorun ne dış mihraktır ne de eskiye dönmek mümkündür. Değişimle beraber değişmek gerekir.

\n

BUGÜN BÖYLE BİR büyük dönüşüm döneminden geçiyoruz. Soğuk Savaş sonrasında tarihin sonunu ilan edenlerin, Batının liberal demokrat modelinin tüm dünya için geçerli tek model olduğunu düşünenlerin, herkes için bolluk ve refah döneminin başladığını müjdeleyenlerin çizdikleri masal dünyası 2008 krizinden sonra geride kaldı. Küresel düzen eskisi gibi çalışmıyor. Çöken Sovyet blokunun ve kapitalizme kayan Çin’in küresel kapitalist sisteme entegrasyonu, sanıldığı gibi kapitalist sistemi muzaffer yapmadı; bu entegrasyon, sistemin temel parametrelerini de zaman içinde yerinden oynattı.

\n

1980 sonrası döneme damgasını vuran neoliberal küreselleşme de gelişmekte olan ekonomileri dünya ekonomisine entegre etmede başarı gösterdikçe, dünya ekonomisinde eskinin gelişmiş ülkelerinin konumları değişti.

\n

Bilişim teknolojileri etrafında ortaya çıkan yeni teknolojiler, demir-çelik ve ağır kimyasallar üzerine kurulu olan üretim düzenini yavaş yavaş, milim milim değiştirdi. Eski rekabet üstünlükleri bir baktık ki ortadan kalkmış.

\n

Tüm dünyada ve tüm ülkelerin kendi içlerinde kazananlarla beraber kaybedenler ortaya çıktı. Kaybedenler bu durumun sorumlusu olarak gördükleri değişiklikler geri çevrilirse kendi durumları da değişecek zannettiler. Bu nedenle mesela, Avrupa ve ABD’de kaybeden orta sınıf, Çin gibi ülkelerden gelen ürünlere ilave vergi gibi kısıtlamalarla, göçmen akışının durdurulmasıyla, sosyal yardımların yabancılara değil sadece öz-hakiki vatandaşlara yapılmasıyla durumlarının düzeleceğini düşündüler. Bu iklim, tüm dünyada popülist olarak adlandırılan bir siyasi dalgaya yol açtı.

\n

Buna benzer bir dönem, dünyada bundan yaklaşık 100 yıl önce yaşanmıştı. 2000’lerin pırıltısının ardından 2008 krizinin yarattığı şok ve ardından gelen kasvetli dönem gibi 1920’lerin şaşaasının ardından 1929 bunalımı ve İkinci Dünya Savaşı ile sonuçlanan karanlık dönem…

\n

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDAN sonra elektrik, petrol, motorlu taşıtlar ve ağır kimyasallar, insan ve buhar gücüne dayalı eski teknolojileri işe yaramaz hale getirmişti. Kapital sistemin yerleşik hale gelmesiyle piyasaların yapısı bozulmuş, oligopoller çoğalmıştı. İşçi sınıfı kendi örgütlenmelerini ortaya çıkarmıştı. İngiltere’nin merkezinde yer aldığı uluslararası düzen değişmiş, merkeze ABD yerleşmişti.

\n

Bütün bu değişimler yavaş seyrettiği için tarihin bir noktasında, tek bir coğrafyayı düşünerek, belli bir soruna odaklanarak yapılan analizler, “büyük resmin” görülmesini engelliyor.

\n

Polanyi, Büyük Dönüşüm’de kapitalizmin gelişmesinin yol açtığı sefaletin nasıl onyıllar boyunca doğru algılanamadığını anlatır. İngiltere’de feodalizmin çözülmesi, kapitalist üretim ilişkilerinin yayılması ve Sanayi Devrimi işsizlik ve yoksullukta patlamaya yol açmıştı. Toplumun geleneksel dokusunun parçalanmasını önlemek üzere 1785’te Speenhamland Yasası olarak bilinen yardım sistemi uygulamaya konmuştu. Ama o dönem bu dinamiklerin ve dünya ticaretinin kırsal kesimdeki yoksullukla ilişkisini kimse kuramamıştı. Derin yoksulluk meselesi biraz olsun hafifletilebilirse, toplumsal yapıdaki çözülme sorununun kökten halledileceği düşünülüyordu. Yoksulluktaki artışı herkes kendi meşrebine göre gerekçelendiriyordu: tahıl fiyatlarında yükselme, tahıl üretimi yetersizliği, şehirdeki ücretlerin yüksekliği, bağımsız çiftçiliğin ortadan kalkması, ev ekonomisinin yetersizliği, kötü beslenme alışkanlıkları, evlerin kullanışsızlığı, hatta çok köpek beslenmesi, öküz yerine atların kullanılması, yoksulların çok ekmek yemesi, hatta çok çay içmesi…[1] Sanayide yaşanan dönüşüm ve bunun dış ticaret üzerindeki yansımaları gözlerden kaçmıştı. Temelleri yeni atılmakta olan iktisat bilimi, olan biteni açıklayamamış, çözümü bulamamıştı.  

\n

Sosyal bilimlere kıyasla edebiyat, büyük tarihsel dönüşümleri anlamakta daha iyi bir sınav verebiliyor.  Özellikle de teknolojinin, ekonominin dinamiklerinin, küresel siyasetin hepsinin birden değişmekte olduğu büyük altüst oluş dönemlerinde yazılmış romanlar.

\n

\n

JOHN STEINBECK'in Gazap Üzümleri tam böyle bir roman. İktisat tarihi ve teknoloji tarihi ile uğraşanların, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki dinamikleri anlamak isteyenlerin, sosyalist hareket ve işçi hareketi üzerine kafa yoranların, Marx’ın yedek işçi ordusu kavramının pratikte nasıl çalıştığını merak edenlerin, teoride okuduklarını yerli yerine oturtacak bir kitap.

\n

Gazap Üzümleri, 1930’lar ABD’si üzerinden 2020’lerin Türkiye’si üzerine düşünmek için de çok iyi bir fırsat. Çünkü her şeyin altüst olduğu bir dönemde, ekonomik ve sosyal çöküşle mücadelenin, değişimi görmezden gelerek yapılmasının hiçbir işe yaramadığını apaçık ortaya koyuyor.

\n

Gazap Üzümleri, teknolojinin işgücü piyasaları üzerinde yarattığı yıkımı, yoksulluk, sınıf atlama hayalleri, göçmenlik, yabancı düşmanlığı, aile ve kadının değişen toplumsal konumu, dayanışma, örgütlü mücadele, grev, grev kırıcılığı, polis zoru, bankaların karşı konulmaz gücü ve kartelleşme gibi temalarla örerek anlatıyor. Bugünün dünyasının da başlıca temalarını saysak karşımıza aynı liste çıkacak. Günümüzle paralellikler bunlarla da sınırlı değil. Çevre felaketi 1930’larda toz fırtınaları ve kuraklık olarak karşımıza çıkıyor. Ekonomik kriz ise 2008’dekini hafif bırakıyor. 1929 Büyük Bunalımının yanında 2008, Büyük Durgunluk olabilir ancak.

\n

Bu ekonomik ve sosyolojik arka planda bir ailenin öyküsünü anlatan Gazap Üzümleri, en çok okunan, üzerinde en çok değerlendirme yazılan Amerikan romanları arasında belki de birincisi. Basıldığının daha ilk yılı 500.000 kopya satarak best seller olmuştu. Yayımlanmasından bu yana geçen 80 yılda 15 milyondan fazla sattığı tahmin ediliyor.

\n


Toz fırtınası deyince o yıllarda ABD'nin tarım arazilerini tehdit eden felaketi tasavvur etmek güç olabilir.
Yukarıdaki fotoğraflar 1937 yılına ait. Goodwell, Oklahoma. Sağdaki bir film karesi değil, çöle dönmüş arazisinde gerçek bir çiftçi.

\n

KİTABIN GEÇTİĞİ 1930'lar Amerika tarihinin en büyük tarımsal felaketinin (toprağın hunharca kullanımına bağlı kuraklık ve toz fırtınaları) ve en büyük ekonomik krizinin (1929) etkilerinin yaşandığı yıllar. Dünyada altın standardının hüküm sürdüğü bir dönemde yaşanan ekonomik kriz, deflasyona yol açıyor ve fiyatları sürekli olarak aşağı çekiyor. Bu iki etkinin, tarımda kapitalist üretim ilişkilerinin yaygınlaştığı bir dönemde üst üste gelmesi, çiftçi ailelerinin hayatını altüst ediyor. Bir de üstüne çiftçilerin işini elinden alan traktörler ekleniyor. Yani hasat az ve üstelik tarım fiyatları sürekli düşüyor… Fiyatlardaki düşüş öyle bir noktaya geliyor ki çiftçi, malını pazara ulaştırmanın maliyetini düşününce, buğdayı tarlada bırakmayı veya koyunları beslemek yerine öldürüp atmayı tercih edebiliyor.  Bankalara olan borçlarını ödeyemeyen çiftçiler topraklarını kaybediyor. Topraksız kalan çiftçi tarım işçisi olarak da çalışamıyor çünkü şimdi bankaya geçen tarlalar tek bir şirketin mülkiyetinde birleştirilince bu büyük arazileri traktörlerle sürmek çok daha kolay hale geliyor.  12-14 ailenin yapacağı işi tek bir traktör yapabiliyor. Tarımda hızlı bir çözülme yaşanıyor: 1870’de ABD’deki toplam istihdamın %46’sı tarımdaydı; bu gelişmeler sonunda 1940’a gelindiğinde bu oran %17’ye düşmüştü.[2]

\n

Bu durumda çiftçiler doğdukları toprakları terk etmek durumunda kalıyorlar.

\n

Felaketlerden en çok etkilenen bölgelerin başına Oklahoma geliyor. 1930’lu yıllarda birçok Oklahomalı aile topraklarını terk ederek Kaliforniya başta olmak üzere diğer eyaletlere göç eder. Çünkü Oklahoma’da Kaliforniya’da tarım işçisi arandığını belirten yüzbinlerce el ilanı dağıtılmıştır. Dağıtılan bu el ilanlarını gören yaklaşık 500 bin kişi Kaliforniya’ya doğru yola çıkar. Bu ailelerden birisi de Joadlardır. Topraklarına banka tarafından el konan, evleri yıkılıp arazilerinden kovulan Joadlar için göçmekten başka seçenek kalmamıştır.  

\n

“Son yıllarda başımıza geleni bilmiyorsunuz galiba: toz yağdı, her şeyi yok etti. Bir karıncanın götünü tıkayacak kadar bile ürün alınamadı. Bakkalda borçlar birikmişti. Bu borçların ne olduğunu siz de bilirsiniz. O zaman toprak sahipleri dediler ki “ortakçıların aldığı pay bizim karımızdır, bunu veremeyiz” dediler. “topraklarımızı birleştirirsek ancak o zaman bir parça kâr elde edebiliriz” dediler. Sonunda gelip toprakları traktörlediler. Herkes kaçtı gitti.” (s.71-72)

\n

Tabii ki yüzbinlerce işçiye ihtiyaç yoktur. Ancak yola çıkan aileler yüzbinlerin kendileriyle aynı durumda olduğundan habersizdir. Çalışkanlık meziyetleri sayesinde kendilerine çok güzel bir dünya kuracakları umuduyla sonu çok acı bitmeye mahkûm bir maceraya atılırlar.

\n

\n

John Ford 1940 yılında Gazap Üzümleri'ni sinemaya uyarlamıştı. 

\n

KİTABIN ÖYKÜSÜ Steinbeck’in Kaliforniya’daki gözlemlerine dayanır. 1936’da, Büyük Bunalımın en karanlık günlerinde Steinbeck, San Francisco News için Kaliforniya’daki göçmen işçi kamplarındaki dramı (pislik, sefalet, açlık...) anlattığı bir yazı dizisi hazırlar.  5 -12 Ekim 1936 tarihleri arasında yayımlanan bu yazı dizisi, romanın da çıkış noktasıdır.

\n

İş, aş ve yeni bir yuva umuduyla 13 kişi ile başlayan yolculuğu anlatan kitap bittiğinde aile dağılmış, Joadların sayısı 7’ye düşmüştür. Pembe düşlerin yerini kapkara bir gerçeklik almıştır. Vaat edilen yüksek gelirli işi, meyve ağaçları ile dolu bereketli toprakları ve yeni bir yuvayı bulamadıkları gibi sonunda vardıkları yer, başlangıç noktasından da daha kötüdür. Bir de üstüne göçmenlere dönük ayrımcılığa uğramakta, Oki diyerek aşağılanmakta, insan yerine konmamaktadırlar. Son sığınakları bir ahırdır. Açlıktan ölmemek için bulunabilen tek besin ise yeni doğum yapmış bir kadının bebeğini emzirme sütüdür.  

\n

“Dediler ki: Bu körolası Okie’ler pis ve cahil insanlardır. Yozlaşmış, seks düşkünü heriflerdir. Bu körolası Okie’ler hırsızdırlar. Gördükleri herhangi bir şeyi çalarlar. Onlarda mülkiyet kavramı yoktur. Bu son söz doğru idi: Çünkü malı olmayan bir adam mülkiyetin büyük tasasını nasıl bilebilirdi? Ve kendisini savunan halk diyordu ki: Bu adamlar hastalık, pislik getiriyorlar memleketimize… Biz onları okullarımıza sokmayız. Onlar yabancıdırlar. Kız kardeşlerinizin bu heriflerin çocuklarıyla düşüp kalkmasını ister misiniz?” (s. 427)

\n

Anlatılan hikâye o kadar vahimdir ki, kapitalist üretim ilişkilerinin hiçbir koruma şemsiyesi sağlamadan yayılmasının yıkıcı etkilerini o kadar iyi gözler önüne sermektedir ki, kitap ilk yayınlandığında tepki çeker. Özellikle de Kaliforniyalı patronlar romanın gerçekliği yansıtmadığı ve kızılların ve Yahudilerin kara propagandası olduğunu ileri sürerler.

\n

“Senin bu söylediğin, şeftali bahçelerinde çalışanların da aklına geldi. Bak eğer halk birleşirse, bir baş ortaya çıkar. Çıkması gerekir. Başka türlü olamaz. Yani söz söyleyecek bir adam olmalı. Bu adam daha ağzını açar açmaz onu yakaladıkları gibi kodese atarlar. Başka bir baş çıkarsa onu da kodese atarlar.” (s. 369)

\n

Joad ailesinin dramı sistemin ürettiği problemler karşısında insanların tek başına sürdürdükleri mücadelenin nafileliğini gösteriyor. Göçmenlerin hepsi de çalışkandır ve sıkı çalışarak hayatlarını kazanmak ister. Durumları bozulup, yola çıkarken yanlarına aldıkları para suyunu çektikçe ne iş olursa yapmaya, ne kadar ücret verilirse kabul etmeye hazır hale gelirler. Az sayıda iş karşısında, iş arayan binlerce göçmen olunca, iş bulunamaz. Neredeyse iş dilenirler. Para kazanmak için çalışmak zorunda olmalarının toplu sonucu ücretlerin daha da düşmesi ve sıkı çalışma sonucu alınan ücretin değil onurlu bir hayat, beslenme için bile yetmemesi.  Piyasa mekanizmasının işleyişi sorunu çözmez; tam tersine ağırlaştırır.

\n

\n

20th Century Fox'un film tanıtımı, büyük oranda kitabın popülerliğine yaslanır.

\n

KİTAP MARX'IN YEDEK İŞÇİ ordusu kavramını adeta ete kemiğe dönüştürüyor: Patronlar gündelik ücretleri düşürebilmek için aynı işe çok sayıda tarım işçisinin başvurmasını sağlar. Düşük ücreti kabul etmeyenler bilir ki daha da ucuza çalışacak olan yüzlerce aç ve işsiz var. 

\n

“Olsa olsa 200 kişi lazımdır ona ama 500 kişiyi çağırır. Onlar da başkalarını çağırır. İşyerine gittiğiniz zaman bir de bakarsınız ki 1000 kişi toplanmış. O zaman adam der ki: “Ben saatına yirmi sent veriyorum”. Belki gelenlerin yarısı bırakıp gider. Ama hala orada 500 kişi vardır ve açlıktan anaları ağlamıştır. Peksimet bile verseler çalışacaklar. Gel gelelim şeftali toplamak ya da pamuk çapalatmak için imzalanmış sözleşme oradaki herifin elinde. Şimdi anlıyor musunuz işi? Ne kadar çok adam toplarsa, ne kadar aç adam toplarsa o kadar az para veriyor. Sonra daha çok çocukları almak ister, çünkü…” (s. 286)

\n

Romanın bir ana karakteri daha var: kamyon. Otomobilden bozma bir kamyon. Dönemin en önemli teknolojisi olan benzinle çalışan motorlar, otomobil ve kamyonlara uygulanarak ulaşımı, traktör ve diğer tarım makinelerine uygulanarak tarımı ve nihayetinde de kentleşmeyi, ekonomik aktivitenin coğrafi dağılımını kökten dönüştürür… Benzinle çalışan motorların bu kadar yaygınlaşabilmesinin nedeni Ford’un yeni üretim tekniğiydi. Parçaların standart halde üretilmesi, hem montaj hattı mantığını ortaya çıkartmıştı, hem de işten anlayanların motorları tamir ettiği yeni bir iş kolu üretmişti. Romanda kamyonun satın alınması, eşyaların yüklenmesi, insanların yerleşmesi, çalıştırılması, yol boyunca kullanılamayacak hale gelen parçaların tamiratı, gençlerin otomobil tamircisi olma hayalleri konularına ayrılan uzun pasajlar, dönemin bu yeni teknolojisinin dönüştürücü gücünün bir tezahürü.

\n

Gençlerin kurduğu hayaller: köyde değil şehirde yaşamak, tarlada değil fabrikada ya da dükkânda çalışmak, bir otomobil sahibi olmak, sinemaya gitmek, evlerine, yine dönemin parlak yeniliklerinden biri olan buzdolabı almak… Hayalleri süsleyen en güzel meslek ise yeni dönemin yeni teknolojilerinden bir başkası olan radyoculuk. Yani teknolojik değişim sadece mühendisleri ve patronları ilgilendiren teknik bir konu değil. Zaman içinde tüm toplumsal doku üzerinde dönüştürücü etkide bulunuyor. Hatta belki de toplumsal dönüşümün tam da kalbinde yer alıyor.

\n

Romanda tasvir edilen tüm karanlık atmosfer içinde, 66 numaralı karayolu boyunca yaşanan sefaletler arasında, Joadların biraz olsun rahat ettikleri tek yer hükümet kampı. Adeta çölde bir vaha gibi olan bu kamp sunduğu barınak, banyo vb. olanaklar ve özyönetim yapısıyla, piyasa ekonomisinin aç gözlülüğü ve acımazlığı karşısında çok çekici bir alternatif oluşturuyor. Hükümet kampı ile somutlaşan alternatif yaklaşım aslında Franklin Roosevelt tarafından 1933’ten sonra Bunalımdan çıkışı sağlamak üzere uygulamaya konan ve toplu olarak New Deal olarak adlandırılan bir dizi yasa ve başkanlık kararından oluşan sosyal demokrat diyebileceğimiz politikalara bir göndermedir. Öte yandan, 1929 bunalımına yol açan ve bunalımdan çıkılmasını engelleyen, dizginlenmemiş liberalizmdir. Gazap Üzümleri’nde anlatılan da bu dizginlenmemiş liberalizmin yol açtığı yıkımın hikâyesidir. Bunalımdan çıkış ise liberal öğretiden uzaklaşıp piyasaya müdahale ile mümkün olmuştur. Büyük Bunalımın atlatılması, altın standardının altından deli gömleğinin düğmelerini çözen, kamu eliyle istihdam yaratmak üzere bir dizi programı devreye alan, dış ticaretin liberalizasyonu, sosyal güvenlik, çalışma yaşamı gibi alanlardaki reformların yanı sıra yoksullara, işsizlere, gençlere ve yaşlılara destek programlarını da içeren New Deal programının hayata geçmesi ile mümkün olabildi. Bu bakımdan Joadların huzur buldukları hükümet kampı bir anlamda ABD’de yeni dönemin de habercisidir. Ama unutmayalım ki Amerikan ekonomisinin toparlanmasında esas faktör, İkinci Dünya Savaşı olmuştur.

\n

\n

ASLINDA, SANAYİ DEVRİMİ SONRASININ dünyası, 20. yüzyılın başında artık yıkılmaya mahkûmdu. Sanayi Devriminin yarattığı teknolojiler (makine ve buharlı makine), üretimin örgütlenmesi (fabrika düzeni), ideoloji (liberalizm), siyasi yapı (ulus devlet) ve parasal düzen (altın standardı) yarattığı etkiler nedeniyle kurulu düzeninin sarsılmasına yol açıyordu. Birinci Dünya Savaşı öncesinde tekelleşme, oligopolleşme eğilimleri güçleniyor, arkadan gelen devletler öndekilere yetişmek için liberalizmden kopup korumacılığa meylediyor, büyük işletmelerde toplanan işçiler patronlara karşı örgütleniyordu.  Birinci Dünya Savaşı yıkıma yol açan bir felaket değildi, zaten ortaya çıkan yıkımın bir tezahürüydü. Ancak henüz 150 yıllık denebilecek bu sistemin değişmesi gerektiği, o dönemin içinde yaşayanlar açısından çok da aşikâr değildi.  Birinci Dünya Savaşından sonra eski düzen yeniden ihya edilmeye çalışıldıysa da olmadı. Kırılmış seramik kap yapıştırılsa da içine konan su durmadı, aktı gitti. 1929 Bunalımı liberal küresel düzenin yıkımını getirdi. Değişimin kaçınılmazlığı ancak bundan sonra anlaşıldı ve değişim ancak 1930’ların ikinci yarısında başlayabildi.

\n

Dünyada liberal düzen 1980’lerden sonra bir kez daha yerleşik standart haline geldi. Ama o da ebedi olmadı. Bu sefer neoliberal olarak adlandırılan düzenin ipliğini pazara çıkartan 2008 kriziydi. Ama dünya nasıl 1920’lerde hâlâ 1914 öncesine dönmeye çalıştıysa, 2010’larda da  2008 öncesine dönmeye çalışıyor. 2008’de yaşananın sadece bir ekonomik kriz olmadığı, bir sistem krizi olduğu zaman geçtikçe daha netleştiği halde... Corona salgını da –hem bu salgının yarattığı etkiler hem de bu salgınla mücadele yöntemleri– mevcut sistemdeki tıkanıklıkları bir kez daha gözler önüne serdi.

\n

ÖYLEYSE, SİSTEM TIKANIYORSA, tıkanıklığı aşmak için eskiyi ihya etmeye çalışmanın beyhudeliğini görmek gerekiyor. Değişim kaçınılmazsa, yeni gelişen koşullara uygun politikalar üretmek şart. Bugün dünyayı kaplayan popülizm bu ihtiyaca cevap vermiyor. Çünkü sorun dış mihraklarda ve onlarla işbirliği yapanlarda değil, sistemin kendi dinamiklerinde ve çözüm de mağdurların yer değiştirmesinden değil, mağduriyetlerin ortadan kaldırılmasından geçiyor.

\n

Bence bugün bir iktisatçının gözünden Gazap Üzümleri’nin hikâyesi bu.

\n

Peki, acaba bugünkü dönüşümün hikâyesini yazan birileri var mı? Mutlaka vardır, günümüz edebiyatına dikkatli bakarsak görebiliriz belki! Günümüzün Gazap Üzümleri’ni okumayı o kadar isterim ki…

\n

\n
\n

[1] K. Polanyi, Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasi ve Ekonomik Kökenleri, Alan Yayıncılık, 1986.

\n

[2] R. Gordon, The Rise and Fall of American Growth: The U.S. Standard of Living since the Civil War, Princeton University Press, 2017.

\n\n

GİRİŞ RESMİ:

\n


Gazap Üzümleri'nin 1940 yılı sinema uyarlamasından bir kare; karede de romanda olduğu gibi filmde de baş kahramanlardan biri olan kamyon. Sağda, kitabın 1939'daki ilk baskısının kapağı ve kapakta Elmer Hader'in ikonik illüstrasyonu.

\n\n

Ortalama puan

4,191 Puanlama

Sırala

En yararlı eleştirilerEn yenilerEn çok eleştiri yazmış üyelerEn çok takip edilen üyeler

Filtrele:
Hepsi

Şahane bir, Steinbeck uyarlaması...

uzun zamandır görmek istediğim bir filmdi,bu klasik için oldukça geç kalmış olduğumu kabul ediyorum.merakımın başlıca nedenleri john steinbeck ve john ford isimleriydi.steinbeck bahsettiğimiz dönemleri en iyi gözler önüne seren yazarlardan biri olmasının yanında,"insanlık" ve "aile" gibi kavramlar üzerine de her zaman söyleyecek sözleri olan bir adamdı.john fordun hikaye anlatımındaki başarısını da hepimiz biliyoruz.bu iki isimden dediğim gibi kötü bir iş çıkması mümkün değildi zaten.zannettiğim gibi de oldu.bir ailenin parçalanışını ve yaşadıklarını anlatan en kaliteli ve unutulmaz filmler arasında the grapes of wrath.tabii bir edebi eserden uyarlanmış olmasının da katkısıyla,film boyunca sık sık çok sağlam ve altı dolu cümleler duyuyoruz.yazarın ve yönetmenin tavrı çok net.sizleri de anında filmin içine sokuyor bu hikaye.oradan oraya savrulan,tam olarak ne yapmaları gerektiğini bilmeyen bir ailenin kurtuluşu,dört senelik hapisten beklenmedik bir anda tam da bu karmaşanın ortasında dönen oğulları tom ve ailenin sağlam karakterli annesinin elinden geliyor.bu iki sağlam karakter tüm aileyi neredeyse tek başlarına taşıyor ve bozuk düzene de birlikte kafa tutuyorlar.bunu yaparken de başta dediğim gibi çok sağlam diyaloglar geçiyor aralarında.yalnız anne karakteri kesinlikle üzerine uzun uzun konuşulmayı hak ediyor.onun yaptıkları ve söyledikleri filmin duygusallığının da temelini oluşturuyor bir anlamda.seyirciye en fazla dokunan kısımlar bunlar.izlenmeyi hak eden,gerçek insanların gerçek hayatlarını anlatan ve üzerinden 70 yıl sonra da dönüp baktığımızda dünyanın durumuyla ilgili bizi düşüncelere boğabilecek bir yapım.bu koca 100 yılda ne değişti?yoksa durumlar tamamen aynı mı?bu sorunlar insanlığın dünyaya ayak bastığı ilk zamanlardan beri hep vardı ve sonsuza kadar da var olmaya devam mı edecek?kişisel fikrimi sorarsanız,sanırım öyle.evrensel bir film.

bir dönemin acıları ve sıkıntıları ancak bu kadar güzel anlatılabilinirdi 8/10

Kitabını okumadım ama uzun zamandır izlemek istediğim bir filmdi,çok başarılı buldum filmi,gerçekten o buhran yıllarını insana hissettiriyor ve olaylar çok gerçekçi şekilde aktarılmış,yılına göre de değerlendirirsek çok önemli bir yapıt kanımca

Filmin atmosferi kusursuza yakındı. Bencede ziyadesiyle başarılı bir John Steinbeck adaptasyonu.The Great Depression sonrasına dair izlediğim en iyi bakış. Denk gelirseniz izlememezlik yapmayın. 9/10

Gazap Üzümleri (1940) Bir zamanlar topraklarımız vardı.. Sınırlarımız vardı..Yaşlılar ölüyordu ve gençler geliyordu, daima bir aileydik.. Bir bütündük ve temizdik.. Ama artık temiz değiliz..Temiz kalmamıza izin vermiyorlar.. Artık aile değiliz, dağılıyoruz.. Yönetmenliğini John Ford üstlenirken oyuncu kadrosunda Henry Fonda, Ward Bond, Jane Darwell, Charley Grapewin ve John Carradine gibi isimleri izleyeceksiniz.. Film Dram türlerini barındırıyor.. Konusuna gelecek olursak, hapishaneden yeni çıkmış Tom Joad ailesinin Oklahoma daki çiftliğine doğru yola çıkar.. Ama Tom evine vardığında ailesini bulamaz.. Casy adındaki eski bir din adamına rastlar evini sadece o terk etmemiştir.. Casy büyük bir ekonomik krizin olduğunu ve kuraklığın olmasından dolayı git gide büyüyen işsizlik sonucunda bölgede yaşayan insanların evlerini terk etmek zorunda kaldıklarını Tom anlatır.. Tom ailesinin California doğru yol aldıklarını öğrenir ve ailesinin peşine Casy ile düşer.. California da iş var umuduyla binlerce insan evlerini bırakıp karınlarını doyurmak için dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmışlardır bakalım umduklarını orada bulabilecekler midir? John Steinbeck romanından sinemaya uyarlanan filmi ünlü yönetmen John Ford çekmiştir.. Yönetmen bu film ile Oscarda En İyi Yönetmen Oscar heykelciliğini kazanmayı başarmıştır.. Gerçekten filmi kusursuz çekmiş diyebilirim.. Bir dram filmi olarak oldukça etkilendim..

Ünlü yazar John Steinbeck ise bu roman Pulitzer ödülünü kazandırmıştır.. Yazarın sinemaya uyarlanan romanlarından birkaç tane daha klasik olmuş filmlerini izledim.. Bunlardan Cennetin Doğusu ve Viva Zapata göz atmanızı öneririm.. 1930 lu yıllarda Amerikada büyük ekonomik buhran olarak bilenen dönemde bir çok insan çok zor dönemler geçirmişler neredeyse bir parça ekmeğe muhtaç duruma düşmüşlerdir.. O insanların yokluk çektiği dönemi seyirciye duygusal anlamda hissettirdikleri bir film olmuş.. Dram türünü seven seyircilerin arşivine kesinlikle gireceğini düşünüyorum.. Hapisten yeni çıkmış bir adamın hayatının artık daha iyi gideceğini düşüncesiyle eve geldiğinde yaşadığı manzara sistemin bozukluğu karşısında sistemle olan mücadelesi yaşanmış bir olay olması gerçekten çok kaliteli bir film izledim.. ‘’ Bir gün kendi evime hırsız gibi gireceğim aklıma gelmezdi’’ Filmde aile ve açlık kavramlarının ne olduğunu gerçekçi bir şekilde gözlemleyeceksiniz.. Tam anlamıyla bir sistem eleştirisi.. Bundan yüz yıl sonrada izlense hiçbir şey kaybetmeyecek bir başyapıt..

Sinema tarihindeki en iyi film bana göre Chaplin imzalı Modern Zamanlar filmidir.. Sanayileşmenin sonucu insanların topraklarını kaybetmesini toprağına sahip çıkmasını ona sarılmasını her şeyden önce ailesini düşünüp çocuklarına bir gelecek verme çabaları hepsine Gazap Üzümleri filminde de şahit oldum.. Çok fazla para kazanmak yani Kapitalizm ve Kapitalizmin getirdikleri işte bunlar.. Filmde insanların kötü durumlarında dayanışmasına dikkat çekiyor işte buda sosyalizmi savunuyor.. Günün birinde mutlaka kapitalist sistemin yerini sosyalizmin alacağını düşünüyorum.. Yoksa kapitalist sistemin insanları ne hale getidiği ortada.. ‘’Hayır, burada polis yok, güvenliği ortak alınan kararla seçilen kişiler sağlar, tuvalet var ve herkesindir, ekmek ve su düzenli şekilde verilir..’’ Başrolde zamanın en iyi oyuncularından Henry Fonda yine performansı ile göz dolduruyor..

Bu filmdeki perfomansı ile oscarda En İyi Erkek Oyuncu dalında adaylığı bulunuyor.. O yıl oscarda En İyi Erkek Oyuncu dalında Büyük Diktatör filmindeki unutulmaz Hitler rolü ile Charles Chaplin de adaylar içerindeydi ama ödülü Philadelphia Hikayesi filmindeki rolü ile James Stewart kazanmıştır.. Henry Fonda nın annesi rolünde Jane Darwell hayatının rolünü kesmiş yaşayarak oynamış diyebilirim.. Aileyi toparlayan ayakta kalmaları için elinden geleni yapan anne rolü ile Oscarda En İyi Yardımcı Kadın Oscarını benim gözümde hak ederek kazandığını söyleyebilirim.. Filmin İmdb puanı: 8.2 almış olduğu puan ile İmdb Top 250 Listesinde mevcut olup kendine 160. sırada yer bulmaktadır.. Dram türünü sevenlerin kesinlikle izlemeleri gereken bir film özellikle klasik severlere tavsiye eder iyi seyirler dilerim.. Bir adamın kendi ruhu yoktur, sadece büyük bir ruhun bir parçası vardır.. Büyük ruh herkese aittir.. Öyleyse fark etmez.. Karanlığın içinde olacağım.. Her yerde olacağım.. Baktığın her yerde.. Aç insanların karınlarını doyurması için kavga çıkınca, orada olacağım.. Ne zaman bir polis birini döverse,orada olacağım..

Romanını okumadım ama filmini çok sevdim. İlgiyle izledim herkese öneriyorum, başarılı bir roman uyarlamasıdır?

john steinbeck e pultizer ödülü getiren bu klasik eser aynı zamanda sinemaya da çok iyi uyarlanmıştır .Gazap Üzümleri", 1929 ekonomik bunalımından sonra ayakta kalabilmek için Oklahoma dan california ya göç eden amerikalı bir çiftçi ailesinin kelimelere sığmayan yolculuğunu anlatır. john ford bu filmde adeta kalıpları yıkar . unutulmaz bir klasik ortaya çıkarır bu arada john steinbeck yine konusu çiftçilerin dramı olan usta oyuncu marlon brandonun başrolunde oynadığı "viva zapata" nın senaryosunu yazmıştır.

Lise dil bölümü çıkışlılar bilirler. Ya kitabının reading derslerinde okutmuşar ya da videosunu styrettirmiştir zira hocalarımız. Hatta bizim hocamız başka bir hocanın boş dersinde izletmek istemiş biz bu ders boş hocam eve gidicez deyince "İzlemezseniz küserim" demişti. İyiki küstürmemişiz hocamıza. Belki okur tanır beni. Sonuz teşekkürler hocam.

inanılmaz etkileyici bi yapıt.favorilerim arasında bulabilirseniz izleyin derim

izleyebileceğiniz en doğal filmlerden biri.sanki kimse rol yapmıyo,o anı yaşıyor.sınıflaşmanın anlatıldığı bir başyapıt

kitabını okuyodum geçenn sene tam sonlara doğru yaklaşmıştı ki trt de filmini verdiler oturdum seyrettim bence muhteşem bi film insanlar hala açlıktan ölüyor dünyada :(

20Yüzyılın en büyük edebiyat eserleri arasında bulunan ve Pulitzer ödülü kazanan bir kitabı sinemaya uyarlamak zor olsada usta yönetmen Ford kamera arkasındaki güçünü bu filmden esirgemeyerek müthiş bir görsellikle üstünden gelmiş.Etkiliyici bir anlatım üslubunu ile estetigin kusursuz birlikteligini bir yönetmenlik dersi gibi bizlere sunuyor.Hızlı vahşi,sert ve uyumsuz bir sanayileşmenin içinde kaybolan topraga bagımlı olarak hayata tutunan ailelerin degişim karşısındaki parçalanışlarını(bütün ğöçmenlerin tek bir aile oluşunu)ve ayakta kalma mücadelesini etkili bir dille anlatıyor.Sinemaya ancak bu kadar etkili bir şekilde aktarılırdı.Bu uyrlamadan sonra kimse bir daha bu eseri filme uyrlamayı cesaret edemedi.En iyi yönetmen(Vadim O Kadar Yeşildi ki,The Quiet Man)ödülünü bu filmdede almıştı.

Şarap gibi, yıllandıkça değer kazanan bir film.8/10

muhteşem bir klasik bence kitapta anlatılan duyguları kusursuz yansıtmışlar.

Daha Fazlasını Göster

  • En son Beyazperde eleştirileri
  • En İyi Filmler
  • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler

Vizyondaki En İyi Filmler

Transformers: Canavarların Yükselişi
Flash
Örümcek-Adam: Örümcek-Evrenine Geçiş
Hızlı ve Öfkeli 10
Elemental: Doğanın Güçleri
Mia ve Ben Centopia'nın Kahramanı
Vizyondaki En İyi Filmler

Son Fragmanlar

Drakula: Son Yolculuk Altyazılı Fragman

Drakula: Son Yolculuk Altyazılı Fragman
Sisu Altyazılı Fragman
Cobweb Fragman
See You on Venus Fragman
Teftiş Altyazılı Fragman
Elio Dublajlı Fragman
Son Fragmanlar

En Çok Beklenen Filmler

  • Barbie
  • Haile: Bir Aile Kâbusu
  • Oppenheimer
  • Meg 2: Çukur
  • Sisu
  • Five Nights At Freddy's
  • Cehennem Melekleri 4
  • Roza
  • Ölümcül Çarpışma
  • Avatar 3
Tüm beklenen filmler

Gazap Üzümleri 1940 – Kırsaldan Gelen Sistem Eleştirisi

Film Hakkında

1940 yılı yapımı Gazap Üzümleri, orijinal adıyla “Grapes Of Wrath”, ünlü yazar John Steinbeck’in kendisine Pulitzer Ödülünü kazandıran aynı adlı romanından uyarlanmıştır. Film, romana sadık kalmakla beraber uyarlandığı eserden daha üstün olan nadir yapımlardan biridir. Bu durum Steinbeck’in bizzat kendisi tarafından da onaylanmıştır. 1941 yılında yedi dalda Oscar’a aday gösterilen film, “En İyi Yönetmen” (John Ford) ve “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” (Ma Joad rolüyle Jane Derwell) olmak üzere iki dalda Oscar kazanmıştır. Eser A.B.D.’de ilk defa 1989 yılında oluşturulan “Ulusal Film Arşivi” ne eklenen ilk yirmi beş eser arasındadır.

Filmin Konusu

Göç

Filmde bir zamanlar bereketli toprakları bulunan Oklahomalı bir ailenin umutsuz olduğunu bile bile bir “belki”nin peşine takılarak kendi topraklarını mecburen bırakıp Kaliforniya’ya eski bir araç ile göç edişini anlatır. Kasıtsız adam öldürme suçundan çektiği hapis cezasını tamamlayan Henry Fonda’nın canlandırdığı genç Tom Joad otostop çekerek Oklahoma’daki ailesinin çiftliğine gider. Yolda geçen diyaloglardan Tom’un agresif, haksızlığa gelemeyen ancak cahil diyebileceğimiz bir kırsal delikanlısı olduğunu anlarız. Evine varmadan önce kendisini vaftiz eden eski vaiz Jim Casy ile karşılaşır. Jim, artık inancını kaybettiği için aklını kaybetmenin sınırlarında dolaşan bir avaredir. Jim’i de yanına alan Tom yoldayken de gördüğü gibi büyük kuraklıktan sonra bölgedeki hemen hemen tüm ailelerin evlerine ve çiftliklerine bankaların el koyduğunu öğrenir. “Her şey rüzgar ile başladı…” cümlesi ile başlayan olayları yönetmen burada hikaye içerisinde hikaye tekniği ile izleyiciye anlatır.

Tom, nihayet bulduğunda ailesi de diğer birçok diğer hane gibi umutsuzca Kaliforniya’ya göç etme hazırlıkları yapmaktadır. Fark eder ki artık istediğini yapabilecek sorumsuz bir çocuk değildir. Zira tüm bu yaşananlar ile birlikte Pa Joad yani Tom’un babası ailedeki liderlik vasfını yitirmiş ve aileyi Ma Joad ayakta tutmaktadır. Hamile kardeşi ve onun güvenilmez eşi, annesi, babası kardeşleri dedesi ve eski vaiz Jim ile birlikte on iki kişinin sorumluluğu artık bir yerde kendisinin üzerindedir. Birikimlerinden arta kalanlar ile külüstür bir araç ile birlikte Kaliforniya’ya doğru yola çıkarlar.

İlk Durak

Uzunca bir yol kat edip kıtlık çektikten sonra yolda önce toplama kampını andıran meyve bahçelerinde çalışılan bir işçi kampı ile karşılaşırlar. Burada şartlar ağırdır ve gittikçe de daha ağır olmaktadır. Merakına  engel olamayan Tom burada önce bir grev grubunun başında bulunan ve yolda geride bırakmak zorunda kaldıkları Jim ile karşılaşır. İstemeden de olsa olaylara karışarak baskıcı rejimden bir görevliyi öldürdükten sonra ailecek bulundukları kamptan kaçarlar.

İkinci Durak

Bir sonraki vardıkları kamp diğerlerinin aksine nispeten de olsa refah içerisindedir ve insanlara kıymet verilmektedir. Devlet himayesinde olan bu kampa acil durumlar dışında sömürücü üreticiler ile kirli bir dayanışma içerisinde bulunan kolluk kuvvetleri müdahale edememektedir. Tom burada gördüğü düzgün muamele neticesinde kampı sahiplenir ve onu korumak için çaba sarf etmeye başlar. Bunu çok güzel özetleyen sahnelerden biri Tom’un “kampı temiz tutmak için çeşmeyi kapalı tutun” yazısını görerek dışarıda akan çeşmeyi özellikle kapatmasıdır. Dışarıdaki güçlerin birkaç baskın denemesinden sonra Tom’un da içinde bulunduğu kamptaki huzuru bozamayacaklarını anlayan kolluk kuvvetleri ve üreticiler mecburen geri çekilmek zorunda kalırlar.

Tüm bunlar olup giderken bir önceki kampta arkadaşını korumak isterken polis memurunu öldüren Tom burada da arandığını öğrenir ve hem kampa hem de ailesine zarar vermemek için o muhteşem tiradını söyleyerek (I’ll be there) kamptan ayrılır.

Hikayeden Notlar

Topraklarımızda da çokça rastlanan göç temalı filmlerin Birleşik Devletler beyaz perdesindeki az ama belki de en önemli örneklerinden biridir Gazap Üzümleri. Filmin konusunu dayandırdığı Büyük Buhran da Büyük Oklahoma Kuraklığı da Birleşik Devletlerde gerçekten yaşanmış ve filmdekine benzer olayların gerçekleşmesine sebebiyet vermiş derin hadiselerdir. İzleyicinin film ile kendini özdeşleştirebilmesi Birleşik Devletlerde bu yolla olmuştur. Başka ülkelerdeki gösterimlerde ise film başlamadan önce kısa bir paragraf ile bu iki derin iz bırakan olay anlatılır ki izleyici buhran ya da kuraklık dönemlerini görmemiş olsa da konuyu içinde hissedebilsin.

Film Birleşik Devletler’de komünizme özendiriyor bahanesi ile 1980’lerin sonuna kadar çeşitli şekillerde ambargoya uğramıştır. Gerçekten de o dönemlerde yaşanan büyük buhranın hem sebebi hem de buhranda insanları daha çok ezen büyük üretici ve karteller filmde ağır bir şekilde eleştirilmektedir. Üstelik yer yer kolluk kuvvetlerinin de bu sömürünün bir parçası olması durumu hiç şüphesiz günümüz dünyasında karşılaşılabilen durumlardır. İşin ilginç yanı film Sovyetlerde de yasaklanmıştır. Sebebi ise en fakir Amerikan ailesinin bile bir arabaya sahip olabileceği mesajıdır. Şu an için pek bir anlam ifade etmeyen bu sebep, zengin olsanız dahi özel mülkiyetin devletin baskısı altında kıvrandığı Sovyetler için hiç şüphesiz tehlikeli bir mesajdır. Buradan da anlıyoruz ki asıl eleştirilmesi gereken kapitalist baskıcı rejim ya da komünist baskıcı rejimlerin siyasi görüşü değil, bizzat baskıcı olma özellikleridir.

Yapım Notları-1

Diğer birçok bilinen yapımın aksine filmin bu denli başarılı olması yalnızca iyi bir yönetmene değil, tam olarak “doğru reçete” ye bağlanılabilir. Yapımın yönetmeni John Ford En İyi Yönetmen Dalında Oscar’ı bu film ile birlikte dört defa kazanmıştır. Bunu başarabilen başka bir yönetmen şu an dahi olmamasına rağmen Gazap Üzümlerinin yönetmenin en iyi işi olduğu birçok otorite tarafından kabul edilmiştir. Bunun yanında Steinbeck’in eseri olan Gazap Üzümleri kendi başına bile ödüller kazanan bir modern zaman klasiğidir. “12 Kızgın Adam” dan da tanıdığımız Henry Fonda bu filmde tam da beklendiği üzere başrolün hakkını sonuna kadar verir.

Yapım Notları-2

Filmin gizli silahı tamamen bambaşka bir şeydir. “En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ödülünü alarak otoritelerin de gözünden kaçmayan Jane Derwell, hikâye boyunca itidalli duruşunu elinden bırakmayan, vicdanın ve aklın sesini temsil ede Ma Joad rolü ile tüm karakterlerin kucaklayıcı annesini başarıyla canlandırır. Özellikle Ma Joad’ın filmin son sahnesindeki “We’re the people” (Biz halkız) tiradı hem filmin hem de verilmek istenen mesajın özüdür. Bunun yanında yine Henry Fonda’nın canlandırdığı Tom Joad karakterinin “I’ll be there” (Ben orada olacağım) başlıklı tiradı, karakterin kırsalda yaşayan eski hükümlü ve cahil bir adamdan, toplumun refahı için kavga eden mücadeleci bir birey olmasına giden gelişim sürecinin nihai halini gösterir.

Henry Fonda ve Jane Darwell

Birleşik Devletlerde ve dünyanın birçok ülkesinde okullarda okunması zorunlu kitaplar arasında olan Gazap Üzümleri. Tarım şirketlerinin ve bankaların baskıları ile birçok Amerikan güney eyaletinde düne kadar yasaklı eserler içerisinde yer almış ve yönetmen John Ford ile John Steinbeck’in sendika yanlısı duruşları hakkında soruşturmalar açılmasına sebebiyet vermiştir. Yalnızca buradan bile eserin vermek istediği mesajı tam olarak doğru kişilerin aldığını anlayabiliriz.

Son Söz

Romanında ağır bir dil kullanan Steinbeck kendisine yöneltilen eleştirileri hiç düşünmeksizin “Ben hanımefendiler için yazmıyorum” diye yanıtlar. Gerçekten de yalnızca bu kitabında değinmez yazar tarım işçilerinin dramına. 1936 yılında yayınladığı “Bitmeyen Kavga” da yine adıyla münhasır bir kitaptır. Yine çok bilinen “Fareler ve İnsanlar” yazarın sert bir şekilde gösterdiği tarım işçilerinin hayat mücadelesini konu alır. Steinbeck için ise yazdıkları sert değildir, asıl sert ve katlanılması imkansız olan bu insanların yaşadıklarıdır. O sadece elit edebiyat çevrelerinin kendisini steril bir ortamda tutmak için koyduğu duvarları yıkarak olanca gerçekliği ile yazar. Bazı yazılarının gazetelerde daha sonraki dönemlerde yayınlanmasına sebep olarak Steinbeck’in bir mektubunda şu söyledikleri durumun özeti niteliğindedir;

“Ancak bu sıralar işçi sorunları öyle yoğun ki, News bu diziyi yayımlamaya korktu. Burada işçilerle ilgili olup da onları pis köpekler olarak nitelendirmeyen hiçbir yazıyı büyük yayın organları kesinlikle yayımlamıyor.”

Temelde bir dram filmi olan Gazap Üzümleri, aynı zamanda hem bir yol hikayesi, hem toplum gözünden yakın tarih güncesi, hem sistem eleştirisi hem de sosyolojik bir incelemedir. Tüm bunların yanında tadı damağınızda kalan müthiş bir edebi eser olması ise hiç şüphesiz onun en ilgi çeken yanıdır.

Seçme replikler-1

Yolculuk esnasında Tom’un dedesi ölür. Cenaze işlemleri için paraları olmadığından yolda bir ağaçlığa büyük dedeyi gömerler. Cenaze sonunda eski vaiz Casy şunları söyler:

“Buradaki yaşlı adam, bir hayat yaşadı ve sonra öldü. İyi bir insan mıydı, kötü müydü bilmiyorum. Bunun bir önemi yok. Birinden bir şiir duymuştum. Şöyle diyordu, ”Yaşayan her şey kutsaldır.” Ölmüş, yaşlı bir adam için dua etmek istemem, çünkü onun bir derdi yok. Dua edeceksem, yaşayan ve nereye gideceğini bilemeyenler için ederim. Büyükbabanın böyle bir sorunu yok. O artık işini bitirdi, öyleyse üzerini örtün ve onu uğurlayalım.”

Duyguları ne kadar da benziyor değil mi usta Sadri Alışık’ın “Serseri” filminden “Öyleyse gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun” repliğine.

Seçme Replikler-2

Bir Adam: “Size anlatmaya çalıştıklarımı anlamam bir senemi aldı. Anlamam için iki çocuğumun ve karımın ölmesi gerekti. Kimse anlatamazdı bunları bana. Size, çocuklarımın çadırın içinde, göbekleri şişmiş, bir deri bir kemik kalmış hallerini anlatamam. Yavru köpekler gibi sızlayıp, inliyorlardı. Ben etrafta koşturup iş arıyordum. Para için değil, maaş için değil. Bir fincan un ve bir kaşık yağ için… Sonra doktor geldi. ”Çocuklar kalp yetmezliğinden öldüler” diye yazdı kağıda. Kalp yetmezliği mi? Küçük göbekleri bir domuzun mesanesi gibi şişmişti.”

Çocukların göbeğinin şişmesi beslenme yetersizliğinden kaynaklanan vücudun protein sindirimi sonucunda oluşur. Hastalığın adı Kwashiorkor dur ve sonu genellikle ölümüdür. Afrikalı bir çok çocuğun durumunun açıklaması da bu hastalıktır.

Seçme Replikler-3

Tom Joad: “Öyleyse fark etmez. Karanlıkta her yerde olacağım. Baktığın her köşede. Aç insanlar doysun diye kavga verildiğinde orada olacağım. Ne zaman polis birini dövse, orada olacağım. Sinirlenip bağıran adamlar olunca karşına çıkacağım. Aç çocuklar yemeğin hazır olduğunu duyup güldüklerinde, orada olacağım. Ve insanlar kendi yetiştirdiklerini yiyip, kendi inşa ettikleri evlerde yaşayınca, orada olacağım.”

Ma Joad: “Zenginler gelirler ve ölürler, sonra çocukları da iyi olmaz, onlar da ölür. Ama biz gelmeye devam ederiz. Bizler yaşayan insanlarız. Bizi ezemezler. Silemezler. Biz sonsuza dek var olacağız. Çünkü biz halkız…”

Bu yazı, "Ünlü Yönetmenlerden Sinema Klasikleri" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır