gece kurtla sürüye dalıp gündüz çobanla ağlamak / Haydi size bir soru: Gece kurtla sürüye dalıp gündüz çobanla yas tutana ne denir? - Arka Güverte

Gece Kurtla Sürüye Dalıp Gündüz Çobanla Ağlamak

gece kurtla sürüye dalıp gündüz çobanla ağlamak

FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Page 1: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Fakir Baykurt Tırpan ::::::::::::::::: 1 GÖKÇĐMEN Gökçimen'i bilen azdır. Ankara'ya bağlı bir köydür bu. Bir küçük tepenin eteğinde elli kadar ev, bir cami, bir dibek, bir çeşme, bir yunak, bir çürük okul ve elli kadar gübreliktir. Evler yan yana, birbirine bitişik ve toplucadır. Hepsinin yönü güneyedir. Köyün ardında çamı, ardıcı tükenmiş bir dağ durur. Ön yanı açıklıktır. Bu açıklıkta Gökçimen'in tarlaları serilir. Tarlaların bir başından bir başına kırk dakikada yürünür. Bu açıklığın hepsi Gökçimen'in değildir üstelik. Evci köyünün tarlaları gelir Gökçimen'in koltuğuna sokulur. Bir yandan da Kayadibi köyünün tarlaları başlar. Arkadaki dağdan belli belirsiz bir su çıkar. Büküle büküle öteki köylerin topraklarına gider. Đki kıyısına söğüt, kavak dikmişlerdir. Bağ bahçe yapmışlardır. Kimi yerler çayırlıktır. Köyün camızı, sığırı, sıpası buralarda yayılır. Yaz gelince de kesilmez. Gökçimen'in insanlarına, hayvanlarına yeter iyi kötü. Oysa çoğu köylerin suyu kesilir. Çiçek çimen, yeşermiş ot, ne varsa yanar kavrulur yazın. Çevre köylerde bir inanç vardır: "Gökçimen'in suyu kesilmediğinden, her yanı çayır çimendir. Çayır çimenin yeşili kızların gözüne yansır. Bu yüzden göküş olurlar. Eğer avucunda üç kuruşun var da kendine yeni bir karı almak istiyorsan, Gökçimen'e git, kız al!" derler. Geçen zamanlar bu inancı doğrulamış, çevrenin varsıllarını hiç yanıltmamıştır. Parayı kuşağına doldurup gelen, istenen altınları da takınca; beğendiği kızı ata bindirip götürmüş, gel demiş imama, kıydırmış bir nikah, ondan sonra istediği kadar çalıştırmış, istediği kadar çocuk doğurtmuştur. Yıllar geçip Gökçimenli kız biraz kocayınca, onu bir köşeye itmiş, belki onun kazancıyla, Gökçimen'e varıp bir kız daha almıştır. Karşıdan bakarsan Gökçimen'e çok para girer. Bu sözün karşılığını köylüler şöyle verirler: "Canım, kız parası değil mi? Elde avuçta eğleşmez ki... Tütüne gayfaya anca yeter..." Analarının, ebelerinin dediği gibi, bu köhne dünyanın üzerinde olanlar hep Gökçimenli kızlara olmaktadır! Sanki bir alın yazısıdır bu. Değişmez! Epeyce oluyor, erkekler Birinci Dünya Savaşı'na gitti. Seferberlik oldu. Yunanı kovdular. Cumhuriyet geldi. Đkinci Dünya Savaşı oldu. Neyin nesi, kimin fesi olduğu belirsiz bir demokrasi çıktı. Yarım yurum bir okul geldi. Kaymakam uğradı. Evlere çantalı, pilli radyolar girdi. Gene de dipli köklü bir değişme olmadı yaşamda. Kızların alınıp satılması geleneği sürdü geldi. Daha da gidecek...ti! Velikul'un Dürü, geçen mayısta beşi bitirdi. Vekil öğretmen Kızılca'dan fotoğrafçı getirtip resmini çektirdi. Resimli bir diploma

Page 2: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

verdi Dürü'ye. Diplomayı aldıktan sonra göğüsleri kabarmaya başladı kızın. On üçünü bitirip on dört oldu yaşı. Anası saçlarını uzattı hemen. Boyalı iple, gök boncukla ördü. "Dorum kızım, döşlü kızım, göküş gözlü kızım!.." diyerek okşadı. "Dürü, o yazı, ana babasının yanında, bağda bahçede, toprakla uğraşarak, burçak yolarak, ekin biçerek, döven sürerek, saman çekerek, harman yeri süpürerek geçirdi. Çalıştı, pişti. Güz geldi. Güz geldi, unluk buğday yudular. Ardından bulgur kaynattılar. Çulları, cecimleri dam başına sermişlerdi. Bulguru kurutuyorlardı. Çabuk kurusun diye sık sık karıştırıyorlardı. Dürü, eline bir ayva almış, kemiriyordu. Dürü'nün yüzü, yanağı pembe, gözleri yeşildi. Gökçimen köyünün yeşiliydi tastamam. Ayva sarıydı. Dürü dam başında ayva kemirirken, at üstünde bir "herif' belirdi. Evin önündeki yoldan geçip gidecekti. Hızlı sürüyordu atı. Birden yavaşladı. Sol elini başına götürüp şapkasını tuttu. Sağ elinde kamçısı vardı. Gözünü kızın üstüne yapıştırdı bir süre. Sonra usulca, ağır ağır geçip gitti. "(Bu kızı Allah kendi yapıp yaratmış! Uzun uzun uğraşmış! Elini yüzünü, kaşını gözünü kendi tamamlamış. Kalfalara filan havale etmemiş!.. Böylesini Cenabı Allah ancak kendisi başarabiiir! Bravo!..)" dedi. Dürü titredi. Elinde ayva, kalakaldı öylece. Ağzındaki lokmayı yutamadı. Giden "herif'in ardından öfkeyle baktı. Bir süre sonra, hiç ayırdında olmadan, "Kudurası nalet! Tastamam bir nalet, başka ne olacak!" dedi: Anası işitti: "Ne o gıı? Kime "nalet" diyorsun?" "Geçip giden herife diyorum! Baktı bana!" "Baksııııın! Ne varımış bakmayla?" "Đstemiyorum! Ona bak dedim mi?" Havana korkuyla doğruldu. Gideni araştırdı: "Haaa!" dedi birden. Aklı suya eriverdi, "Kabak Musdu gidiyor ay kızım! Hıyanet köpeğin biridir. Kuşağı para doludur. Baktı mı kötü bakar. Sen de ne dikiliyordun saçakta, elinde ayva? Tüh tüh! Gördün mü şimdi?" Dürü korktu: "Neden tüh çekiyorsun?" Havana başını eğdi. Bulguru karıştırdı. "Söylesene ana, neden tüh çekiyorsun?" "Yok bir şey! Yok bir şey!" dedi Havana. Kabak Musdu'nun ardından bir daha baktı. "Kudurası nalet!" dedi. Atın üstünde parçalanmış gibi duruyordu Kabak Musdu. Bağların arasına girdi. Ağaçların arasında yitti. Bağlar bitince yeniden beliriyor yol. Havana, gözlerini dikip beklemeye başladı. Bir süre bekledi. Musdu çıkmadı. "(Allah Allah, neden çıkmadı bu?)" dedi. Belki atın başını çekti, düşünüyor orda. Yooo; beri yandan çıktı birden! (Hay nalet!..)" Dönüp geri geliyor! "(Hay kudurup da yağlı kurşunlardan gidesi!..) " "Đçeri gir Dürü! Hemen içeri gir gözel kızım!"

Page 3: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Dürü koştu içeri: "Kudurası nalet!" dedi yeniden. Ellisine geldi Kabak Musdu. "(Böyle kızları görünce, zaten yumuşak olan yüreğim daha da yumuşar. Ne hikmetse, sadeyağ gibi eriyiverir!.. Bayılırım elini yüzünü Cenabı Allahın kendinin yaptığı kızlara!..)" dedi kendine. Ankara'nın bu köylerinden koyun kuzu toplar, götürür Et Balık Kurumu'na, yada kasaplara satar. Vekillere, elçilere mor lahana, bal, peynir götürür. Petekli oğul balı bulur. Ankara'daki Amerikan pazarlarından da mal alır, içerlere aktarır. Çankaya köşküne keklik, bıldırcın, av kuşu götürür. Ankara'da bir spor kulübünün onur üyesi. Partinin başkan vekillerinden hovardalık arkadaşları var. Kabak kafa, şiş göbek bir şey. Ağzı fişek kapçığı gibi, gümüş krom dolu. "(Đnsan bu gözel dünyayı bir iki karıyla geçirecek değil ya! Variyeti, dirayeti, hem de şansı olan herkes bakmalı ötekilerini de tadına, ne sakıncası var?)" diye düşünürdü. Bir "Serkisof" saati, parmağında kocaman bir yüzüğü var. Yeni yeni tırnak kesecekleri, çakıları var. "(Gözel sevmek ayıp değil, yasak değil, günah hiç değil! Toprağımızda parayı veren düdüğü çalıyor çok şükür; karıyı kızı tespih gibi diziyor. Dahi Ankara'da!..)" derdi. Çakmağı, tespihi, içinde balık resmi görünen anahtarlığı var. "(Kelami Kadimin, Cenabı Allahın, büyük peygamberlerin, eşkıyaların hem de hocaların dediği, yaptığı bu değil mi? Nafakasını sağlayabildikten sonra, al alabildiğin, sev sevebildiğin kadar! Evet, yenilerini sevmekle, eskilerini de sefil ettiğimiz yok şükür!..)" derdi. Aynası, dürbünü, tabancası var. Cepleri aktar dükkanı gibi. Her şeyi var. (Yeşil gözlü, göküş kızlara bayılıp bitiyorum!)" derdi. Parası da var... Geldi kocakapının önünde durdu: "Gııı Havanaaa!" dedi. Havana seslenmedi. "(Eğer bu kapıdan bir kısmet varsa bize, yaşadık yolun sonuna doğru! Yonca yaprağı gibi ağzına tükürdüğümün kızı! Şu Cenabı Allahın ne hünerleri var dünyada!)" dedi. "Havana, gıı! Velikul evde mi? Kuzu alacağım!.." Havana yüzünü gözünü topladı yazmasıyla: "Bizde satlık kuzu yok Kabak Ağa, git işine!" "Başka iş de konuşacağım gı, yok mu Velikul?" "Yok, dedim! Kızılca'ya gitti, dönmeyecek!" "Gı o nasıl laf? Kendi yoksa, evi var! Aç kapıyı!" "Açamam! Sahibi olmayan evi nasıl açarım?" "Gı deli olma, hayırlı bir iş konuşacağım!" "Senin karnında hayır eğleşmez! Açamam!" "Allah Allah ve süphanallah!" dedi Musdu. "(Ulan ne kuduz karı! Şunun laflarına bak! Az önce gördüm kocanı bükecin başında ulan! Ama haydi! Neyse! Yüzüne furmayım yalanını! Saydığım yerler

Page 4: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

var!..)" Atını köy içine sürdü. Dürü, kapının aralığından başını uzattı: "Yılışık herif! Yok diyoruz, hala sırnaşıyor! Def olup gitmiyor!" Havana: "Durduğumuz yerde, gördün mü başımıza geleni ay kızım? Sen de eline bir ayva alıp ne dikilirsin o saçağa ay Dürüm? Gider babanı bulur şimdi! Kendir büküyordu..." Caminin dibinde yirmi kişi kadardılar. Velikul, kol çeviriyor. Dört beş komşu da, elinde birer kendir kolçağı, çeke çeke gidiyorlar. Bu telleri birleştirip urgan yapacaklar. Kabak Musdu indi attan. "(Sersem karı! Benim nasıl temiz yürekli, ne kadar yumuşak bir adam olduğumu sanki bilmiyor! Variyerimden, dirayetimden sanki haberi yok! Açmıyor kapıyı! Hem sersem, hem cahil, ne olacak?)" Atı yedeğine aldı. Yürüdü kendir bükenlerin yanına doğru: "Selaaam! Va aleyna aleykümselam ağalar!" Dürü çıktı içerden: "Gitti mi o kudurası, ana?" Havana'nın içi altüst. Elleri titriyor: "Gitti!" dedi. "Gitsin, bir daha dönüp gelmesin inşaallah!.." "Çok korkuyorum ana! Yüreğim güp güp furuyor!" Elini sol göğsünün üstüne koydu: "Şuna bak!" dedi. Yuvarlacıktı orası. Güp güp güp. "Şuna bak ana!.. ' "Ne bakayım deli? Benimki de furuyor!" Adamlar saygı gösterip selam aldı. "Hayrola Kabak Ağa? Neden döndün? Sormakta sakınca yok ya?" "Ha... şey... yok! Şey, Veli'yle konuşacağım. Yaniya Velikul'la! Satlık kuzusu olduğunu duydum da..." "He hı şey..." deyip duruşundan kuşkulandılar. Eski Muhtar Cemal sordu: "Koyun mu, kuzu mu?" "Kuzu kuzu... şey!.. Đstediği parayı vermeğe hazırım! Bir görüşelim hemencik dedim." Velikul, bükecin başında, Kabak Musdu'yu görüyor, ama konuşulanları duymuyor. Kol çeviriyor habire. "Velikul burda... ama?.." dedi Eski Muhtar. "Senin dediğin kuzunun pazarlığı önce iki ahbap arasında açılır. Đstersen alalım kendisini tenha bir yere gidelim. Đstersen bize de gidebiliriz yaniya..." Havana: "(Çok göz-önü bir yere yapmış bu yıkılası evi yapan!)" dedi kendine. "Hiç insan getirir de köy içine ev kondurur mu? Şöyle bir kuytuya yapar... Eee; ne olacak şimdi?)"

Page 5: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Dürü, "Korkuyorum ana, çok korkuyorum!..." diye bir ağlama tutturdu. "Anacığım... anacığım!.." "Anacığının adı batsın! Sen korkuyorsun da ben korkmuyor muyum köpeğin eniği? Eline ayva alıp ağzını doldura doldura dikelmeseydin yolun annacına! Şimdi de "Korkuyorum anacığım! Korkuyorum anacığım!" diyorsun! Korkmadan git! Baban olacak herif de bükecin başındadır şimdi!" Kabak Musdu: "Çok memnun olurum Cemal! Eve gidersek haggaten iyolur! Velikul'a haber ver, tez gidelim! Yaniya ben bu işe birden karar vermiş değilim. Eski fikrim..." Elindeki kamçıyı tozluklarına vurdu şap şap: "(Soyka Havana, Kızılca'ya gitti diyor! Đşte kıstırdım kocanı!.. Görgüsüz karı, gel buyur dersin! Hoş geliş edersin! Çay pişireyim mi, çalkama yapayım mı? dersin! Allahın buyruğuyla, peygamberin kararıyla kızına müşteri oluyoruz, ne suratını asıyorsun? Hiç mertebe, hüsnü tabiyat yok mu sende? Bu edepsizliğinle o gözel kızı nasıl doğurdun, nasıl büyüttün?)" Sokurdandı böyle. Velikul: "Valla, işimizi bitirmeden nasıl gideriz Cemal?" dedi. "Bitirelim ondan sonra! Sorsana, ivmecesi neymiş?" "Đvmecesi neymiş olur mu? Önemli işi vardır! Alışverişçi adam! Bir an önce cevabını alıp gitmek ister: Olur olur, olmaz olmaz!.." "Đyi ya, beklesin madem! Urgan büküyoruz!" "Aksilik etme ulan; bükeci veriz komşulara! Tire sicimi olacak değil ya senin danaların ipi! Ha biz, ha onlar! Komşular yapıverir. Biz de gider konuşuruz!" Zorla kalktı Velikul. Yerine bir adam oturttular. Eski Muhtar Cemal de kendi yerine birini buldu. Kabak Musdu'nun yanına vardılar birlikte. Saygılıca durdular önünde. Musdu: "Merhabalar olsun Velikul!" dedi. VelikuĐ kısaca, "Merhaba!" diye aldı selamı. Üçü birlikte yürüdüler. Arkaları sıra Şakir Hafız da geldi. "Şayet bir sakıncası yoksa ben de geleyim!.." diye ağız yaptı bir de. "Hayırlı konuşmalarda bulunmayı severim!" Kabak Musdu baktı: "(Đstemez, kal ulan!)" diyecekti, düşüncesini değiştirdi: "(Đş yokuşa ağarsa yardımı dokanır!)" diye geçirdi içinden. Sonra: "Yok canım, ne sakıncası olsun! Daha faydan dokanır; gel gel!" dedi. Yürüdüler. Dibeğin başına bir küme karı toplanmış. Đkisinin elinde soku var. Keşkek dövüyorlar. Sokuları indirip kaldırdıkça "Hık!" ediyorlar. Kurumuş kocakarılar. Otuzundan yukardan. "(Genç olacaklardı da sokuyu salladıkça turunçlarını görecektik! Gerdire gerdire patlatırlar gömleklerinin göğsünü!)" Elinde kalbur, çuval tutan karılar usulca arkalarını

Page 6: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

döndü. "Birkaçı: "Ne nalet herif! Yiyecek gibi bakıyor köyün karılarına!" dedi. Ama bu sözler, dilleriyle dudaklarının arasından ancak bir fısıltı kadar çıktığından, kimse uymadı, anlamadı. "(Kıç döndü soykalar!.. Karı kısmı kocayınca işte böyle kıç dönüyor. Dönün ulan! Adamın kuşağı dolu olunca genci bulunur bunun! Genci, hemi de koklanmadık dormurcuk gülü de bulunur!..)" Cemal'in kocakapının önünde bir dut ağacı. Fidanını ziraattan yedi buçuk liraya almıştı. Aşılıydı. Epeyce boylanmıştı beş yılda. Dibinde kazlar var. Mal maşat zarar vermeyecek sertliğe gelmiş. "(Dut ağacı dut verir!)" dedi Musdu. Đçinden aynı şeyi Cemal de geçirdi. " (Yaprağını kıt verir! Oğlan büyük... kız küçük... Sarılması tat verir!)" Cemal yan gözle Kabak Musdu'ya baktı. "(Ayı!..)" dedi içinden. "(Ayı, ayı!.. Tadı tuzu olmaz bu işin, ayı!.. Biri bir tel, ince bir çayır! Öbürü kooskoca bir ayı!..)" Köpek ayaklandı. "Suuuuust!" dedi Cemal. "Yat aşağı!.." Köpek yattı aşağı. Musdu'nun atını sayvana bağladılar: Heybesini indirdiler. Şakir Hafız oraya, duvarın dibine su döktü. Sonra çıktılar yukarı, Cemal'in konuk odasına. "(Aaah; olanak!)" dedi Cemal içinden. "(Bunun da miyadı doldu, benimkinin!.. Azıcık olanak olsa; aah!..)" Sonra yüksek sesle, "Kalk bize birer çalkama yap Güssün!" dedi. Karısı, teknenin başına oturmuş tarhana karıyordu. Güssün'ün yanında görümcesi var. Yardım ediyor. "Hemen kalkayım, siz geçin!" dedi. Geçip döşeli odaya oturdular. Đçerisi ayva kokuyor. Yüklüğün altı ayva dolu. Sarı bir mısır asmağı damın merteğine bağlanmış. Duvarda bir de pazen entari sallanıyor. Kırmızı kocaman güller var entarinin her yanında... "(Đlle de şu ayva kokusu yarabbim! Ulan bu dürzü Velikul'un kızında ne var böyle, birden furdu beni? Allah Allah ve süphanallah!.. Pek de birden sayılmaz ama? Đşte... Canım, tutup da tadına mı baktık? Gene birden sayılır...)" Dibeğin başındaki karılar: "Üçü bir olmuş, Şakir Hafız'ı da almış, acap ne yapmağa gidiyorlar dürzü Cemal'in evine? Velikul, koyun kuzu, dana düve mi satacak? Yoksa petekli oğul balı mı verecek Almanlar, Amerikanlar yesin diye?" Kendir bükenler: "Kıvratın ağalar kıvratın Velikul'un ipini! Şimdi döşeli odaya girip pazarlığa oturdular. Velikul, paragözün biri. Şakir Hafız derseniz ara bulmayı sever. Kabak Musdu kendi açıkgözün teki olduğundan bu iş biter bugün! Eski Muhtar Cemal'a gelinceee!.. Cemal'a gelince... Ulan senin ne çıkarın var da alıp götürdün bunları evine ay kara dinli dürzü?.."

Page 7: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Kahveci Koca Linlin geçiyordu: "Enayi enayi soruyorsunuz!" dedi. "Bu köyde Şişgöbeğin esas bok yedicibaşı kim? Eski Muhtar Cemal! Dürü'nün pazarlığı kesildi de pey verildi mi, Cemal belki de Velikul'dan daha çok kazanır dolaylı olaraktan..." Dürü, kapandı ağlamaya. Hayat duvarının dibine çöktü, kalkmadı: "Ben de Elmalı'ya kaçar, Haçça teyzemin yanına saklanırım! Gelmem geriye! Benim gibi bir kızınız yok derim! Haber yollasanız da gelmem!.." "Erişikli baban bilmez senin oraya gittiğini de saklanırsın! Hem dur bakalım, kim bırakıyor Elmalı'yada kalkıp gidiyorsun ay deli?" "Giderim! Ruhunuz duymaz! Bugünden giderim!" "Bırak zırlamayı eşşeğin dölü! Belki baban keser atar, "Benim bu işe rızam yoktur; hemi de kızım daha küçüktür!" der, bin yılın başında adam gibi bir laf eder..." Dürü: "(Şeklim şüphem kalmadı artık! Anam da benim gibi korkuyor!)" dedi. Daha çok ağlamaya başladı: "Çileli başım! Kadersiz başııım! Kara yazılı başıııım! Onmadık başıııım!.." Havana'nın bir güleceği geldi: "(Tırnak kadar şey! Çok gözel yaslar öğrenmiş! Çok da ufacık! Ben buna nasıl dayanırım ay gözel Allahım?)" ::::::::::::::::: 2 KABAK MUSDU Velikul, epeydir gelmiyor Cemal'in evine. Yerler bir sürü hayvan postuyla kaplı. Duvarda bir tüfek, bir fişeklik, bir de av çantası asılı. "(Ayran, çalkama diye uzatacaklar!.. Bükeci ele emanet edip geldik!..)" dedi kendine. "Cemal yeğen! Durumu biliyorsun! Ayranı çalkamayı boşver! Sağ ol yaniya! Ben konuyu anlayıp hemen gideyim! Kendiri, bükeci bırakıp geldim yaniya!.." "Konuyu..." dedi Cemal. "Ben de bilmiyorum!" Velikul, Kabak Musdu'ya baktı. Şakir Hafız: "Konuğu sıkboğaz etme Velikul! Adam rahatcana bir ayran içsin hiç olmazsa!" "Yok canım!" dedi Musdu... "Nasıl olsa konuşacağız!" Cemal: "Urgan için tasalanma canım, bükerler!" dedi. "Pekey, benden ne istiyorsunuz sormak ayıp olmasın?" Eski Muhtar Cemal sustu. Şakir Hafız da sustu. "Bir alışveriş konusu var!" dedi Kabak Musdu. Boğazını kazıdı. "Yaniya hayırlı bir konu..."

Page 8: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Başına bir uğultu girdi Velikul'un. Kulakları çınlamağa başladı. "Nasıl yaniya? Ne gibi bir hayırlı konu? Yaniya bende bal yok, peynir yok! Pekmezim var, o da satmağa yaramaz! Mal davar da yok satılık!" Dürü'yü diyecekti, titredi. "(Yok canım! Yok! Bu değildir! Kattiyen! Kabili mi var?)" Yutkundu: "Anlayalım ne ise? Açık konuş kardaşım Musdu Efendi..." "Yaniya bunda saklanacak bir şey yok Velikul! Açık konuşalım şunun şurasında! Nasıl olsa konuşacağız. Allahın buyurduğu bir şeyi konuşmak ayıp değildir. Abes de olamaz..." Öksürdü. Đçinde balık resmi görünen anahtarlığını çıkarıp oynadı: "Peygamberimizin de buyruğu budur. Benim gayem, insanlık görgüsüne uyarak, hemi de şunun şurasında bir komşu köyüz, her zaman sıkı ilişkimiz var. Cemal de çok sıkı ahbabım olduğundan, birbirimizi iyi tanırız..." Velikul diz değiştirdi. Kabak Musdu biraz açıldı: "Bu nedenle, lafı uzatmakta hiç fayda yok Velikul! Allahın buyruğudur! Benim kocakarı hastalığı iyice ilerletti. Sızıdan sancıdan eli bir işe varmadığı gibi, belini doğrultup kendi zaruretini bile gideremiyor! Evimi de az çok bilirsin. Gelen giden evidir. Deveciyle konuştuğumuzdan, kapımızı büyük yaptırdık. Çayımı çorbamı pişirip sunan yok. Ahbaplarımın karşısında mahçup oluyorum. Geçen gün bu halimi sezdi kocakarı. Şimdi kendi yok, Allahı var. Kamile, haggaten kamil avrattır. Dedi: "Evlen Musdu! Yok başka bunun çaresi! Benden sana hayır yok! Đşte gönlümle söylüyorum: Bul bir helal süt emmiş, terbiyesi, namusu yerinde, eli ayağı düzgün kız. Hemen alıp getirelim!" Aynen böyle söyledi. Ben de dedim: "Estağfurullah! Bu yaştan sonra? Hem de senin üstüne? Yapamam Kamile! Beni zorlama! Beni bu işe yöneltme!" Gene de üsteledi kocakarı: "Bu yaştan sonra olup da..." dedi. "Daha kırkına gelmedin! Peygamberimiz altmışında yeniden evlenmedi mi? Hazreti Bilali Habeşi Efendimiz de öyle yapmadı mı?" Az çok okumuşluğu vardır Kamile'nin Đslamca. "Onlara bakarak sen daha delikanlı sayılırsın!" dedi. "Benim üstüme diye de hiç düşünme! Nedenine gelince, gönlümü rızamı veriyorum bir; ikincisi, ihtiyacın var! Hizmetini gören yok Musdu! Yaranın yoldaşın geldiğinde mahçup oluyorsun. Üçüncüsü, az çok variyetlisin. Karın kazancın yerinde! Nafakasını tedarik edebildikten sonra yeniden evlenmek şeriatın buyurduğu bir iştir..." Kamildir dedim ya! Aynen böyle söyledi. Bunun üzerine..." Yutkundu Kabak Musdu. Biraz bekledi. Bakındı. Şakir Hafız, "Eveeet!" dedi uzunca. Cemal: "Tabii canım, yengemiz mertebelidir!" dedi. "O böyle her Allahın günü üsteleyince, ben de fazla, karşı duramadım! Mertebeli kadın olduğundan, - fazla zaptı raptına gitmemişimdir ama - hatırını çok sayarım. "Yalnız senden istediğim bir şey var Musdu: Alacağın dul olmasın, kız olsun! Tabiyatımıza göre her şeyi kendimiz öğretelim! Yeter ki helal süt emmiş olsun!" dedi. Bunun üzerine pekey dedim. Başladım helal süt emmiş bir kız aramaya! Tabii zor iş! Günlerce uykularım kaçtı. Elmalı'da, Erikli'de, dahi Aşağı Arapça'da, öteki köylerde, alışveriş sebebiyle dolaşırken çok bakındım, gözümün tuttuğu bir kız bulamadım. Dul olsa çok var. Kocası madende ölmüş, Kore'de kalmış... Ama Kamile dul istemiyor... Efendi, inanır mısın, bulamadım! Ya gözüm tutmadı, ya gönlüm sevmedi! Tabii bir de gönlün sevmesi var. Ben çok yufka yürekli, hem de ince

Page 9: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

gönül bir herifim. Yaniya benim göbeğimin şişgin olmasına bakmayın. Çok merhamet ederim kadına. Tabii o bunu suyistimal ederse yandı! Kaplan gibi kıskanırım! Severim, esirgerim ama o bunu suyistimal edip midemi bulandırdı mı gene yandı! Onun için çok dikkatli aramağa başladım..." Şakir Hafız, Velikul'a bir göz attı. Gök gözlerinde Dürü'nün yeşilini aradı, bulur gibi oldu. "Haklısın Musdu Efendi!" dedi. "Gökçimen, öteden beri bildiğim, beğendiğim bir köydür. Ölen ilk ailem zaten buralı olduğundan, günde olmazsa, günaşırı gelip gittiğim bir yerdir. Velikul'un evi de yolun üstünde. Göz ucuyla çok dikkat edip beğenmişimdir dahiliyesini. Yaniya yüzüne söylüyorum, kusura bakmasın, hem de Havana benim öz kardaşım olsun, ve kerimesi, Allahın buyruğu yerini bulmadığı takdirde o da kızımdır, her geliş geçişimde dikkatle bakarım, yaniya size nasıl vasfedeyim, Havana kadın, melek gibi bir kancıktır! Helbet kızını da kendi gibi yetiştirmiştir. Ne demişler? Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini. Hemi de Şakir Hafız daha iyi bilir, Kuran sözüdür, Hazreti Peygamberimize Arafat dağında nazil olmuştur: "Analar gümüştür, kızlar som altın!" Dedim: "Yahu Musdu, ne sallanıp duruyorsun? Dikkat et şu Velikul'un kızına! Var mı darı tanesi kadar kusuru? Anasında babasında bir leke?" Cemal: "Estağfurullah!" dedi. "Köyümüzün hanedan adamı!" Şakir Hafız da, "Tastamam öyledir?" diye pekiştirdi. "Bunun üzerine cevap verdim kendime: Yoktur! Bunca yıldır gelir geçerim, Havana'yı kızlığından bilirim, çayırda yalnayak koşup zıpladığı günleri görmüşümdür, haggaten yoktur! Deral gittim kocakarıya: "Kamile hatun, gözlerin aydın! Aradığımızı buldum!" dedim. "Kim?" diye sordu. Şöyle bir iki başka ad söyledim Elmalı'dan, Erikli'den. Şimdi sizden saklasam Allah biliyor. Gökçimen'den de söyledim bir iki ad. Yahu arkadaş, hiçbirini tutmadı benim kocakarı! Tutmadığını da ağzını sımsıkı yumup susmasıyle belli etti. Karalayıcı kınayıcı söz söylemez kimse hakkında. Çok mertebelidir. Tam, "Atakçı Veli"nin, yani Velikul'un kızı..." der demez. "Dur!" dedi. "Hanedan sülaledir! Biraz yoksuldur ama, asaletine diyecek yoktur, orda dur!" dedi. "Velikul'un öyle bir kızı var mı?" dedi. Gelip geçerken birkaç kez gördüğümü anlattım. "Yalnız biraz yaşça küçük!" dedim. Çok memnun oldu. "Bilakis iyidir! Ağaç yaş iken eğilir! Yalnız iyice bir daha bak! Gözün tutsun, gönlün sevsin. Ondan sonra karar ver. Benden yana tamam. Ben olurumu korum bu işe..." dedi. Đşte bunun üzerine, bugün Kayadibi'nden dönüyordum, Koreli Hüsnü'de biraz alacağım vardı, dürzüyü evinde bulamadım, öfkeylen dönüp gidiyordum, tam Velikul'un evin önüne geldim, geçip gideceğim; Allah tarafından, Velikul'un ev halkı da damın başında bulgur kurutmuyor mu? Kalbime hiçbir kötülük getirmeden bir kez daha bakıp kararımı verdim. Sonra sürdüm atı gidiyordum. Düşüncemi değiştirip döndüm. Bağların arasından. Geldim Velikul'un kocakapıyı furdum. Havana: "Velikul evde yok!" dedi. Çok terbiyeli konuştu, memnun oldum! Sonra bükecin başına geldim. Dedim: "Şimdi bunun uygunu değil, önce kocakarının gelip görüşmesi gereğidir, benim daha sonra çıkmam iyolur, ama... Canım ortada hüsniyet olduktan sonra ne fark eder? Hazreti Peygamberimiz, hem de Tanrı'nın büyük aslanı Hazreti Ali Efendimiz, kendi dünürlüklerini kendileri yaptı. "Sen de kendin yap, büyüklerin yolundan yürü Kabak Musdu!" dedim kendime. "Velikul

Page 10: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

olgun adamdır. Halk içinde konuşmayı da bilir, susmayı da! Đki olgun arkadaş daha al yanına, kendin aç konuyu!" dedim." "Valla çok gözel demişin!" dedi Eski Muhtar Cemal. "Pravo!" dedi Şakir Hafız. Ama Velikul susuyor. "Şimdi, ama iyi ettik, ama kötü! Bir kusur varsa bağışlarsın Velikul! Açık konuşmak ayıp sayılmaz! Sen de açık konuş! Çok memnun olurum..." "Tabii, tabii..." dedi Cemal. "Olacaksa olacak, olmayacaksa olmayacak! Her zaman açık konuşmalı. Bir de ne var: Hemencecik kesilip atılamaz. Hesap edilecek, düşünülecek yanları vardır..." Velikul susuyor öyle. Hafız: "Öyle uzun boylu düşünülecek yanı yoktur bunun!" dedi. "Sadece bir ufak nokta var, o da Dürü'nün yaşı. Çok küçük görünüyor. Ama beşi bitirdi geçen yıl. Sonra görüyorum, yaşıtlarından önce gelişti. Evet... Zaten ne demişler, kız evladı on üçüne bastı mı, ya erdedir, ya evde... Eveeet!.." "Eveeet!" dedi Cemal. "Benim düşünülecek dediğim yanları, olmazına değil, oluruna! Yaniya ne gibi? Canım düşünsene Musdu Ağayı bu çevrede: Variyetine, servetine çıkacak var mı? Yaş farkı önemli değil. Bir deli oğlana veriz kızları çoğun. Yoksul mu yoksuldur. Ne kadir kıymet bilir, ne de usul mamele! Kamil adamın mamelesi başkadır! Bahusus birkaç yıl da kollayıverir Dürü'yü, taşa kayaya çalmayıverir, tamam, oturur evinin hanımı olur! Aştır ekmektir, onları Kamile yengem döndürür. Hep böyle sızılı kalacak değil ya! Doktora baktırır Kabak Ağa! Efendime söyleyim, yarın iki de çocuk doğurdu mu, Dürü'den kıymetlisi olmaz..." Velikul susuyor. Hafız gene konuştu: "Evet! Nikah bir töre! Kız kemalini bulduktan sonra bu işin düşünecek yanı yoktur. Hem de kesip atmak iyidir. Ben bu köyün imamı olaraktan, diyeceğimi derim. Erlik varlığınan. Varacaksan "var evi"ne var, "yok evi"ne varıp sefil olma, demiş. Vereceksen kızını "var evi"ne ver Velikul! Babasın! Babalığın vebali büyük!" "Nikah da eder..." dedi Cemal. "Eder ama, kızın yaşı tutmaz. Gerçi kolayı var. Mahkeme açar büyültürüz yaşını. Tanığın iyisi yirmi bannot. Bu bir. Đkincisi, Kabak Ağanın evine giden kız rahat eder kardaşım. Tarla işi yook, tapan işi yook! Orak yok, diken biçmek yok! Alışverişçilik temiz iş, temiz kazanç! Ayda bir kez Ankara'ya götürüp tomafillere bindirir hazır. Gençlik Bahçesi'nde gazoz, şurup içirir, Maraş dondurması yedirir. Valla sülalecek rahat edersiniz. Ne demiş "Varlıklıdan korkma" demiş..." "Ohooo!.." dedi Musdu. "Yaniya, öyle gezdiririm ki! Attım mı tomafile, bir Çankaya, bir Baraj, bir Çankaya, bir Baraj! Gençlik Bahçesi ki haggaten görümlüktür. Dondurma da yediririm tabii. Daha bunlar ne? Mehtap Lokantası'nda yoğurtlu kebap, Ankara tatlısı bile yediririm..." Velikul hala susuyor.

Page 11: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Eski Muhtar Cemal gür gür atıyor: "Bu işin töresine gelince: Onu da en uygununa bağlarız. Musdu Ağanın eli geniş maşaallah! Yaniya para konuşmaya lüzum yok. Parayla eşşeği hana bağlarlar. Hemi de senin şanın kadar, kendi şanı ortada. Açar kesenin ağzını. Geçer fiyat üç bin mi? Çıkarır beş bin sayar Kabak Ağa! Para konuşmak iyi değil uzun uzun. Altın bilezik takmağa gelince: Bunlar da baş boydan olacak. En varsıl dürzünün kızına takılan kadar! Yani senin Dürü'nün boynuyla bileği şıngırdayacak ki hiçbir Havva kızınınki şıngırdamamış şimdiyecek! Bunların böyle yüksekten tutulacağına, sana Kabak Ağa adına söz veriyorum Velikul!" Velikul susuyor. Birden "Öh-ho!" dedi Kabak Musdu. Sesi çatallı: Bir "öh-ho!" daha çekip başladı: "Bunların kıymeti yok Cemal! Biz eşşek alım satımı yapmıyoruz adamım! Asıl önemli olan, Velikul'un bize cevabıdır. Yaniya, "Tamam ağalar, aldım, kabul ettim!" mi diyecek, yoksa, hani sonradan görme bazı çiy adamlar gibi ık mık mı edecek? Şayet "Kabul ettim" der de bir olgunluk gösterirse, para kesimini, altın takma işini bana bırakın! Töreyi fazlasıyla yerine getirmezsem adam değilim! Konuşmayın bunu! Darılırım! Benim içimden öyle söylenmeyecek töreler geçiyor. Yaniya, Velikul'un sade evini, evinin insanını değil, sülalesini göreyim gözeteyim diyorum. Bir düğün yapayım, dağlar kayalar oynasın! Ankara, Kızılca buraya taşınsın! Velikul da beş kuruş harcama yapmasın. Parayı mezara mı götüreceğim? Nasıl olsa kefenin cebi yok mına goyum! Yeter ki Velikul bize olumlu cevap versin..." Velikul susuyor. "Yoooo; hemen değil!" dedi Hafız. "Bu doğru olmaz! Hem diyorsunuz eşşek alım satımı yapmıyoruz. Hem de beş dakikanın içinde cevap istiyorsunuz! Olamaz! Sen kendin cevap verebilir misin Kabak Ağa? Kim cevap verebilir? Đzin ver, iki gün düşünsün. Hem de çoluk çocuğuyla konuşsun. Evet, Velikul babasıdır ama, bir de anası Havana hatun vardır. Analık hakkı vardır. Analık hakkı kolay ödenebilir mi?" "(Ulan ukala dürzü!)" dedi Cemal içinden. Sonra: "Doğrusun Şakir Hafız!" diye gürledi. "Ama uzatıp durmanın ne lüzumu var? Gene danışır Havana'ya usulen! Ve lüzum görüyorsa! Ama bir kızın alınıp verilmesi önce babasından sorulur. Babanın evet dediği yere ne kızı hayır deyebilir, ne de anası! Toprağımızın göreneği budur, dikkat edelim! Đçimize naylon adetler sokmayalım!" Kızdı, "Toprağımızın göreneğini ben senden iyi bilirim Cemal!" dedi Hafız. "Zaten söylediğim, doğrudan doğruya toprağımızın göreneğidir! Olduğu gibi onu konuşuyorum! Kitabımızın buyruğunu!" Kabak Musdu, elini sertçe kaldırdı: "Đstoop!" dedi. "Çok konuştunuz! Kim dedi size bu iş konuşulurken, benim önümde tartışın? Susun da Velikul konuşsun! Yok, eğer biraz düşüneyim, evime varıp, karıma marıma danışayım diyorsa, hayhay, izin verelim. O da son derece uygundur. Yalnız, yürek serinletmek için bize bir sözcük söylesin. Ama onu da gönlü bilir. Sıkıştırmayalım!" "Görgülü adamın hali başkadır!" dedi Hafız. "Haggaten başkadır!.." dedi Cemal de.

Page 12: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Ama Velikul susuyor. Kabak Musdu birden kalktı: "Siz düşünün! Bana müsade!" dedi. "Çok işim var. Hemen gitmem gerekiyor! Ankara'dan bir kamyon dolusu mal gelecek: Yeni Amerikan mallarından... Bir saate kadar köyde bulunmalıyım..." Ötekiler de kalktı. "Bir saate kalmazsın, atın var!" dedi Cemal. "Her neyse, adamın işi var, gidecek!.." dedi Hafız. "Atım şahin! Ama hemen gitmem şart!.." dedi Musdu. Birlikte hayata çıktılar. Kabak Musdu göğe baktı: "A a a!.." Bu ne?" dedi. "Hava kararmış! Islanacak mıyız yoksa?" Cemal, "Valla yağacak!" dedi. "Haggaten!" dedi Hafız. "Đşin olmasa da kalsan!" "Önemli işim var! Hele ki naylon yağmurluğu alıp heybeye koymuşum sabahtan! Başlığı da var mına goyum! Yağmur bana vızgelir. Bir arkadaşım Amerika'dan getirdi. Yaniya çok gözel bir yağmurluktur! Đnce cam gibi! Hem de naylon!.." Đndiler aşağıya. Cemal heybenin gözünü açıp yağmurluğu çıkardı: "Ulan valla tevatür!" dedi. Hafız imrenmeyle baktı yağmurluğa. Sonra alıp tuttu, Kabak Musdu giysin... "Beğendinizse size de bulurum birer tane!" "Hay öyle bir iş yapsan?" dedi Hafız, yutkundu. "Kendiniz kıymetli, istediğiniz ucuz! Şimdi yağmur yağmasa bunu bırakırdım. Ankara'da çok var..." "Bana bir tane getirirsen memnun olurum! Ama yerlisinden değil, Amerikan olsun!" "Sana da, Cemal'e de!.. Yağmurluk dediğiniz ne? Feda olsun..." Durdu, yutkundu. "Dahi Velikul'a da getiririm..." Atı çektiler. Cemal heybeyi ata attı. Kocakapıyı da Velikul açtı usulca. "Bineyim hemen! Yollar cıvımadan köyü tutayım. Hava iyice inmiş! Şimdi boşanacak..." Bindirdiler. Kamçısını salladı Kabak Musdu. "Haydi ısmarladık ağalar!" dedi hepsine. "Cemal, ısmarladık, gardaşım! Hafız, ısmarladık! Ismarladık Velikul!.." Epeyce uzaklaşınca, dönüp el salladı. Naylon yağmurluğun içinde bir "cam adam" gibi görünüyor. Gök devrilse ıslanmayacak.

Page 13: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Velikul göğe baktı: "Urgan bitti mi acap?" "Canım yağsa da senin urgana bir zarar gelmez. Çıkıp oturalım cımıcık!.." dedi Cemal. "Yok yok, gidip bakayım!" "Beri bak Velikul!" dedi Hafız. "Đyi düşün bu konuyu! Tepilecek nimet değil kardaşım! Olurundan düşün!.." Cemal, elini "hastir" çeker gibi salladı. "Olmaz yanından düşünebilir mi ulan? Başına göpgözel bir kuş konuyor! Baksana, herif yağan yağmuru iplemiyor! Naylon yağmurluğun içinde, şişede gibi gidiyor! Sen isem, urgan bükülüyor, yağmur yağacak diye deli oluyorsun! Gel haydi gel! Ben bir çuval vereyim de biçeğini içine kat, geçir başına!.." Hemen içeri girdi, atmanın üstündeki kıl çuvallardan birini aldı, verdi VeĐikul'a. "Bir çuval da bana getir madem!" dedi Şakir Hafız. "Geçireyim kafama, ben de gideyim! Dahi sen de gel. Velikul'un urgana yardım edelim..." "Öyle mi dersin? Başka işe de bakamadık bugün!" Atma'nın altından iki çuval daha getirdi Cemal. Daha yağmur yok. Çuvalları alıp bükecin başına yürüdüler. "Şimdi köyün boşboğazları başlar: "Ne yaptınız kuzu pazarlığını? Söz kestiniz mi?" Uygun bir cevap verelim!.." dedi Hafız. "Helbet! "Konuştuk ama söz kesmedik!" deriz." "Öyle diyelim amanın!" dedi Velikul. Đlk kez konuştu. "Dümbür düdük etmeyelim hemen!" "Tamam!" dedi Cemal. "(Gönlü var dürzünün! Yani uçuyor! Ama masus susuyor ki, nazlanacak biraz!.. Parayı fazla koparmak için... Çok paragözdür bu dürzü, çoook!..)" Kabak Musdu, atını dörtnala sürüp geçti evin yanındaki yoldan. Atı tanımasalar, naylon yağmurluğun içinde kimin geçtiğini bilmeyecekler. "Hem de bu kez bakmadı kör olası gözlerini dikip dikip!" dedi Havana. "Kudurası nalet!.." "Ana gıı, o mu?" diye sordu Dürü. "O devrilesi!" dedi Havana öfkeyle. Dürü güldü: "Ne onun sırtındaki gıı?" "Sırtı kapansın! Takmış bir şey, kimbilir ne?" Adamlar, bükülmüş urganı Velikul'un eline verdiler. "Al, güle güle kullan! Sonunda bununla asıl inşaallah!" dediler. "Bak şimdi!" dedi Velikul. "Sağ olun, var olun! Büküp gelep etmişsiniz; ama bu beddua ne?"

Page 14: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Asılacağın zaman ip aramağa gitme, kötü mü?" "Dürzüler!" dedi Velikul. "Ben asılacağıma siz asılın!" Sesi bayağı öfkeli. Neden böyle konuştuğuna kendisi de şaştı. Kahveci Koca Linlin: "Neyse!" dedi. "Yarım teneke helva alıp bir ziyafet çekersin arkadaşlara! Bak, koç kes demiyoruz. Erkeç demiyoruz. Yarım tenekecik helva diyoruz..." "Büktükleri bir urgan be!" dedi Cemal. Velikul'u arkaladı biraz. "Onun da yarısını biz büktük!" "Urgan değil yalnız!" dediler. "Kuzu alım satımının da şerefine! Alım satımın haberini siz gelmeden duyduk. Kabak Musdu atın üstünde yüzgülü gibi ağardı gitti hoşnutluğundan!.." "Daha bir alım satım yok!" dedi Hafız. "Neyse! Biz helvamızı isteriz!" Olgun adamdı köyün içinde Kahveci Koca Linlin. Yanık, ezgin. Böyle şakaları yapmaz. Yapanları sevmez. Nasıl yaptığına kendi de şaştı. Usulca içeri girdi. Elinin üstüne ilk damla düşünce telaşlandı Havana: "Şu herif çıkıp gelmedi! Bulgur ıslanacak!.." "Gelmezse kendimiz alırız ana!" dedi Dürü. "Nasıl alırız koca çuvalları?" "Elleşiriz..." "Elleşirsin! Çulun üstü dolu!" Birkaç damla birden düştü. Damın kuru yüzü noktalandı. Dürü: "Ana yağmur geliyor!" "Kooş!.." dedi Havana. Çulun uçlarıyla bulguru örttü. Birini örttü, öteki çul yarımına, kilime gitti. "Kooş Dürü, koş örtü-örtüver! Tüüüh, ıslanacak bulgur, nere gideyim?" dedi. Đyi kötü örttüler bulgurun üstünü. "Tut ana, önce bunu alalım içeri!" Đçerden bir çocuk ağlaması geldi. Küçük Evşen uyandı. "Đyi tut!" dedi Havana. "Yattı yattı, ağlayacak zaman buldu bu eşşeğin sıpası da!" Çul yarımlarının birini taşıdılar. Yağmur hızlandı. Đkinci yarımı alıyorlardı, sağnak başladı. Öteki yarımları ancak hayata çekebildiler. Dürü'nün kolu yoruldu. Parmak içleri acıdı. Gene de koşup çuvallara yapıştı anasıyla. Elleşip kaldırdılar. Dört adım gittiler, kolu kopacak gibi oldu. Parmakları dayanmadı. Bırakıverdi. Düştü çuval. "Nalet!"

Page 15: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

diye bağırdı Havana. "Hani elleşiyordun?" "Çok yukarı kaldırdın! Tutamadım!" "Yok mu başka özürün? Tutamamış! Neden tutamadın? Yediğin arpa ekmeği mi? Tutuversen ya!" Yeniden yumuldu çuvala. "De tut!.." O çuvalı güç bela aldılar hayata. Ötekileri almanın olanağı yok. Yağmur damı oyuyor. Ana kız durup bakmaya başladı. "Şu içerdeki de zır zır ne ağlar bilmem!" Dürü koştu yağmurun altına şaşkınlıkla. "Gel, gel! Bulgur ıslandı, sen bari ıslanma!" Dürü geri geldi. Şakırdaya şakırdaya yağıyor. Sular damlarda, yerlerde birikmeye, yağmur bulgurlaşmaya başladı. Evşen ağlıyor çatlayacak gibi. Havana koşup içeri girdi. Şaşırdı ne yapacak. Işık biraz bacadan, biraz camdan geliyor. Cam küçücük. Havana, "Ne ağlıyorsun geberesi!" dedi, kıçına vurdu çocuğun. Kolundan tutup kaldırdı. Eliyle eteğini yokladı: "Ohooo!.. Dulkutmuş!" dedi. "Hiç ben bilmem mi?" Beline, başına, rastgele yapıştırdı. "Ayı kadar oldun, daha işeyecek misin?" dedi. "Bak bir de ağlıyorsun! Sus bakayım!" Đki daha yapıştırıp dışarı çıkardı. "Ocaktan ırbığı getir!" dedi Dürü'ye. Yağmur, alabildiğine veriştiriyor. Aşağıdan kocakapı takırdadı. "Đyi ki şu çuvalı verdi Cemal!" dedi Velikul. "Yoksa kötü ıslanacakmışım!" Yeni bükülen urgan koltuğunun altında. Çuvalı da kepenek gibi başına geçirmiş. Koştuğu için soluk soluğa kalmış: "Ulan Dürüüü!.. Havanaaaa!.." "Çeneeeeen!.." dedi Havana. "Söyleee!.." "Islandım ulan!.." "Đyi etmişin! Burda da bulgur ıslandı!" Koşup merdivenleri çıktı. Hayata geldi: "Neden almadınız peki içeri? Neden ıslattınız?" Havana elindeki çocuğun eteğini yıkıyor. Dürü su döküyor. Havana karşılık vermedi kocasına. Dürü: "Yağmur birden bastırıverdi baba!" dedi usulca. "Birden bastırıverdi olur mu? Gözünüzü açaydınız! Islattınız hazır kurumuş bulguru!" "Artık eksik konuşma Velikul!" dedi Havana. "Canım burnumdan çıkıyor! Nasıl alalım o kadar bulguru? Kiminle alalım?" Velikul, bir Havana'ya, bir Dürü'ye baktı: "Bu ne oluyor! Alsaydınız beraber?" Havana çocuğun eteğini yuyup sıktı: "Gücü yetmedi!" dedi.

Page 16: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Çuvallar ağır!.." "Bir yıllık yiyeceğimiz! Dam kuruyup, yeniden serinceye kadar kızışırsa yandık!.." Velikul, koltuğunun altındaki urganı attı hayata. Başındaki çuvalı direkteki çiviye astı. Yağan yağmurun altında ıslanan çuvallara baktı: "Đnsanın yüreğinde gayret olmalı, gayreeeet!" dedi. Gayret olmayınca kurumuş bulguru ıslatır böyle!.." Havana mosmor oldu öfkeden: "Pekey, sen neredeydin şimdiyece?" "Ne "Neredeydin"i gı? Urgan büktük!" "Kaç urgan büktün? Bir bu değil mi?" "Biraz da Cemal'in eve gittik..." Yüreği harp etti Havana'nın. "Ne yaptınız orda?" "Görüştük biraz. Đş konuştuk..." "Ne işi konuştunuz? "Anlatırım sonra! Hayırlı bir iş konuştuk. Kabak Musdu Ağa sesletmiş beni. Ama siz bu bulguru ıslatmayacaktınız! Bir haber salsanız, koşar gelirdim! Tüh tüh!.." Havana'nın yüreğine bir sancı çöktü: "Anacığım!.." diye inledi içinden. Dürü, Evşen'i alıp içeri kaçtı. Velikul: "Haydi, tut bakalım!" dedi karısına. Yağan yağmurun altında, elleşip içeri almağa başladılar çuvalları, çul yarımlarını. Yağmur, göğün karnı yarılmış gibi yağıyor. Damlar deliniyor, hasır çul ıslanıyor. ::::::::::::::::: 3 KIZ ANASI "Söz vermedim canım!" dedi Velikul. Havana, elindeki bulaşık bezini attı: "Şu budalaya bak! Bir de söz mü verecektin?" "Canımı sıkma Havana! Ohhooo!.. Ben, her iş yöntemiyle olsun diyorum. Sen ise üstüme geliyorsun! Ben düşünelim, danışalım deyip savuşturuyorum herifi! Sen beni suçlu görüyorsun! Kuru kabuğumda kurutma beni Havana! Alırım ayağımın altına, çiğnerim valla! Tepemin tasını attırma, bak!.." Bağırdı Havana: "Tepen batsın Kepçekulaaak! Hiç insan her çağrıldığı yere gider mi? Baktın Kabak Musdu çağırtıyor, gitme! Bilmiyor

Page 17: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

musun o Şişgöbeğin içinde kaç türlü pazar kurulur? Bilmiyor musun o Toprak Soyulcanın eli para, cebi para, kuşağı para! Parayı saydı mı her cavırlığı becerir? Her yokuşu düz eder? Paralı dürzülerin edepsiz olduğunu bilmiyor musun Velikuul?!." "Sıçarım Kabak Musdu'nun parasına gıı! Kim takar onun parasını? Ama çağrıldığım yere de giderim! Neden? Çünkü kendimden korkum yok. Ne korkum olsun? Ekmeğimi Kabak Musdu vermiyor! Sonra ulan, birdenbire ne bilirim onun bu iş için çağırttığını? Öyle ya, bu Dürü daha el kadar çocuk. Ben onun kadın olduğunu bile bilmem daha. Ay hali, gün hali; yok haberim! Nasıl bilirim dürzü beni kız için çağırtıyor, ayak direrim gitmem? Ben sandım haggaten kuzu pazarlığı yapacak. Buna gittim. Sonra, çok muhterem arkadaşlar var arada. Eski Muhtar Cemal'i kıramam. Şakir Hafız var iyi kötü. Bir kötülüklerini görmedim bugünece! Gidip konuştum..." "Vay! Eski Muhtar Cemal!.. Vay vaay!.. Şakir Hafız! Bir de Đt Omar!.. O da var mıydı? Hepiciği onun bok yidicileri! Onlar adamı iyi işe çağırır mı? Düşünsene, biri muhtar, biri imam, biri de Đt Omar! Kimden yana ürer bunlar? Oldum bittim beyinsizsin Velikul! Olacakları olmadan düşünemezsin. Đnsan azcık düşünür. Azcık kafa yorar..." "Şuna bak! Ulan benim kafamda dürbün mü var, bakıp da yedi gün ilerisini göreyim? Ben bir yanlışlık yapmadım. Ama sen yapıyorsun şimdi! Korkarım bana da yaptıracaksın. Böyle çelişik çülüşük konuşarak, kızı Evci köyünün ayısına verdireceksin. Bak, dikkatli konuş! Gidişmeyen yerlerimi kaşıma benim! Bak sana Havana diyorum ılımlı ılımlı..." "llımlı ılımlı Havana diyormuş! Herifçioğlu kararını vermiş; "Kızı verirsem nedeni sensin, çelişik çülüşük konuşma!" diyor. Sen bu kızı Kabak Musdu'ya ver, bak ben sana ne yapıyorum? Ateş verip nasıl cayır cayır yakıyorum evini, malını, canını?!." "Erişikli, ne olacak? Deli!.." Konuşmaları uzadı odanın içinde. Yemek gecikti. Đkisinin de içinde istek kalmadı yemeğe, lokma koparmağa! Đkisi de ağrıların acıların içinde kıvranıp duruyor. Bir felakete uğradıklarının ayırdındalar. Felaketi yenemeyiz diye korkuyorlar, suçu birbirine yüklüyorlar. Dürü, dışarıya, camın dibine oturmuş, gözlerini faltaşı gibi açmış dinliyor ana babasının konuştuğunu. Ağlayacak, ağlayamıyor, bağıracak, bağıramıyor. Dumanlı boranlı bir dağ üstüne geliyor, dünyanın taşı kayası üstüne yıkılıyor. Bunca ağırlığın altından nasıl kalkacağını bilemiyor. Kabak Musdu'nun göbeğini, gövdesini, bıyıklarını, hele kaplamalarını aklına getiriyor, korkudan çıldırıyor. Aklım çıkıp gitmesin diye, başının üstünü bastırıyor. Bir süre geçti böyle. Havana ocaktaki ateşe baktı. Gözlerini kurulaya kurulaya ağladı. Kül eşti uzun süre. Dürü büzüldü. Anasıyla babası yüreğine su serpecek bir söz edecekler, kendisini kurtaracak bir karar alacaklar diye bekledi, bekledi. Velikul, taş gibi dondu ocağın sağında. Ayaklarını uzattı kapıya doğru. Canı tütün istedi. Ama tabakasında sarılmış yok. Üşendi sarmaya. Ağzının içi acıdı. Acı su avurtlarını doldurdu. Üşendi ocağa tükürmeğe. Acı acı yuttu. Aklından dağları, dağların sularını geçirdi. Kasabaya giden uzak yolu düşündü. Tepeler arka arkaya dizildi. Biraz düzlük açıldı önünde. Sonra her yanı çamur bir çarşı. Ayaz buz, küçük kısa yorganlı, kirli bir han.

Page 18: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Köyden getirdiği para üç gün dayanmadı. Dost yok; destek yok. Kapısına kadar duman dolu kahvelere girecek gücü bile yok. Soluğunu içinde boğdu, "Sofrayı kur haydi!" dedi. Havana: "Aklımı çıvdıracağım!" dedi kalktı. Sofra bezini serdi. Kalbur kasnağını attı, siniyi koydu üstüne. Çorbayı sahana boşalttı. Kaşıkları dizdi. "Đştahın varsa buyur kendin!" dedi kocasına. "(Kepçekulaklı deli!..)" "Kızı çağır!" diye çıkıştı Velikul. "Đt yallar gibi, bırakıverme beni! Çağır çabuk kız! Kendin de geç şuraya! Đki lokma yeyip kaldıralım.. Adet yerini bulsun. Gönül diyor, al başını, karını, hem de çocuklarını, çek git aşağılara! Dönüp ardına bakma hiç!.." "Öpöz köyün! Nere çekip gideceksin?" "Öpöz köyüm ama baksana olanlara!" "Olanlara bakma sen, kendine bak da dik dur! Gevşek konuşma! Benim ere verilecek kızım yok arkadaş de! Ufak daha o de! Kestir at! Düşünelim danışalım ne demek? Ne düşüneceksin, kime danışacaksın? Karıya mı? Karıya tenezzül ettiğin var mı senin? Karının aklını akıldan saydın mı ömründe?" "Yahu gene başlama Havana! Gene başlayıp dinimi imanımı kurutma benim! Elimden bir kaza çıkmasın akşam akşam. Çağır kızı. Kendin de otur. Đki lokma yeyip bırakalım. Đçimin samanları ateş aldı, tütüyor. Karnım göğsüm duman doldu. Đnfilak edip patlayacağım şimdi!.." "Patla kurtul Kepçekulaaak! Bir kendi yanıp tüttüğünü biliyorsun! Bizi hiç düşünmüyorsun! Bir an önce patla, sen kurtul, biz de kurtulalım, akılsız Velikul!.." Öfkesini içinde boğmaya çalışarak: "Dürüüü!" diye bağırdı Velikul. Dürü, büzüldü dışarda. Havana çıktı: "Haydi yavrum!" dedi. Çöktü başına. Eliyle omzunu pıt pıt etti. "Haydi girelim içeri!" Dürü hıçkırdı, daha çok büzüldü. Attı kollarını yere. Hıçkıra hıçkıra ağlamağa başladı. "Mahanaya mı bakıyordun kahpenin kızı?" dedi Havana. "Bırak ağlayıp buzlamayı! Bırak Dürü gibi olmaz olası! Olmaz olaydın keşke de, bana da bu zulümleri göstermeyeydin! Bir sepet arıyı başıma dökmeyeydin! Kalk iki sokum yiyelim..." Velikul, ağaç kaşıkla önündeki çorbayı karıştırıp bekledi. Dürü'nün ağlaması köyü sardı. Köpekler ayağa kalktı. "Kalk Dürü gibi yer yutası!" dedi Havana. Velikul kalktı birden. Fırladı kapıdan: "Gir içeri! Dürü gibi!.." dedi. Bir tekme savurdu, Havana'ya değdi o da. Havana, kucağına atıldı Velikul'un: "Seni gidi koca budala seni! Seni gidi Kepçekulak seni! Katil mi olacaksın? O nasıl tekme?! Đçinin kanlarını mı boşandıracaksın çocuğun?"

Page 19: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Velikul tartındı. Savurup attı karısını. Yumuldu, kolundan kavradı Dürü'yü. Çekti içeri. Oturttu sofranın başına. Kızın yüzü gözyaşıyla yunup yıkanmış. Parlamış. Kırmızılaşmış yanıyor. Yazmasının. uçları ıslanmış. Saçları bozulmuş, her yeri altüst olmuş. Velikul, omuzlarından tutup kaldırdığında, ellerinin etine gömüldüğünü, kemiğine değdiğini anladı. Kemikleri sertelmemiş sanki. Mum gibi yumuşak. Çok çocuk daha. Đçi ezildi gitti. Öfkesi dağıldı birden. Havana kapandığı yerden kalktı. Hıçkırarak içeri girdi kocasının ardından. Oturdu sofranın başına. Velikul'un gönlü gidip geliyor. Kalkıp kaçmayı düşünüyor kahveye hiç olmazsa. Fakat kimden kaçacak? Biri bir kadın, elsiz ayaksız. Biri bir çocuk, daha kemikleri sertelmemiş... "Başlayın ikişer sokum yiyelim! Sonra kaldıralım sofrayı! Gelip giden olur. Kalmasın çanak tabak ortada!.." Çamaşır selesinin dibine büzülmüş, olup bitenleri korkuyla izleyen, hem de parmağını emerek vakit geçiren Evşen'i gördü Velikul. Uzattı kolunu. Onu da aldı sofraya. "Ben biraz gayfaya çıkıyorum!" dedi sonra. Eski ceketini taktı sırtına. Kapıyı vurup çıktı. Islak merdivenden indi. Kocakapıyı açıp kapadı. Yerler yunmuş. Gübre kokuları silinip gitmiş. Toz toprak arınmış sokaklardan. Köyün içi kumsal biraz. Yaz kış çamur olmaz. Biraz da bayır düşer. Koca Linlin'in kahvenin ışıkları dışarlara vuruyor. Yemekler yenmiş, yatsılar çoktan kılınıp bitmiş. Kahve dolmuş. Herkes gelip yerini tutmuş, oyuncular oyuna, seyirciler seyire dalmış. Eski Muhtar Cemal'le Şakir Hafız ocağa yakın oturmuşlar. Kapıdan girince Velikul'u çağırdılar: "Ooo!.. Buyur buyur!.." Cemal, Koca Linlin'i sesledi: "Bak bizim Velikul'a, ne içecek?" "Çay getir!" dedi Velikul usulca. Đt Omar oyun seyrediyordu, bıraktı: "Bir çay da bana söyle Cemal!" dedi. Cemal: "Çaylar iki olsun Linliiin!" Đt Omar, Velikul'un dizine vurdu: "Eee, hayırlı olsun bakalım Velikul!" Velikul bozuldu. Sesini çıkarmadı bir an. Cemal'le Şakir Hafız'ın önünde ne diyecek bu Đt'e? Sağ ol dese, kabul etmiş olacak: "Öyle bir şey yok ulan!" dese, konuştular, düşünelim danışalım dediler. "(Ne diyeceğim ben bu Đt'e şimdi Allahım?)" "Ne o, kızdın mı Velikul?" dedi Đt Omar.

Page 20: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Kızılır mı?" dedi Şakir Hafız. "Oğlan everip kız gelin etmek mürüvvettir bu yalan dünyada! Allah cümle kullarına göstersin..." "Ben de o amaçla söyledim!" dedi Đt Omar. "Ama Velikul öfkelendi. Đstemiyorsan gideyim arkadaş! Çayı da Cemal söyledi zaten. Bir çayımı içer Omar diye korkma sakın!" "Ağzının ortasina bir tane yapıştırmak" geçti Velikul'un içinden. Fakat ne var ortada yapıştıracak? "Senin canın sıkılıyor!" dedi Đt Omar. "Boşver, içini rahat tut biraz! Bugünkü günde kız alacaksan varsıl yerden al. Vereceksen varsıl yere ver. Yoksulluk zorlu pehlivan! Yoksullukla güreşilmiyor! En güçlü pehlivanları yeniyor yoksulluk. Valla benim haberim yoktu. Demin namazdan çıkarken duydum, memnun oldum. Kabak Musdu Ağa kendi adamımız sayılır şurda! Evci köyü kaç adımlık yol? Bir eli yağda, bir eli balda. Altında at. Kuşağında para. Her hafta Kızılca'da, Ankara'da! Çankaya köşküne keklik, elçiliklere bal veriyor. Mor lahana, körpe kuzu, taze yağ, türlü peynirler, köy işi çoraplar, işlemeli cepkenler, seymen urbaları, her şey... anladın mı? Bissürü de mülkü var. Ortağa verip ektiriyor. Söğütleri, kavakları fazladan! Para küpü herif! Yarın sade sana değil, hepimize faydalı olur. Böyle bir adam, senin kızına müşteri olmuş, sen düşünüyorsun! Aklına yanayım! Boşver, kaldır kafanı şöyle! Kaldır yüzümüze bak! Haydi hayırlı olsun! Hayırlı işlerin çok olsun!.." "Sağ ol ama..." dedi Velikul. "Daha kesin konuşmadık!" "Canım kesin konuşup daa... Kahpem Velikul!.. Karşındaki Kabak Musdu senin be!.." "Olsun!" dedi Velikul. "Gene de düşünmek gerek!.." "Helbet gerek!" dedi Đt Omar. "Yalnız, böyle kuş herkesin başına konmaz, anladın mı? Adım Velikul deye mağrurlanma! Pıradak uçuverir bakarsın..." "(Keşke uçsa!)" diye geçirdi içinden. Ama bu gider, bir başkası çalar kapısını. Kabak Musdu'dan iyisi mi, kötüsü mü çalacak kimbilir? "(Yahu bu sidikli Havana neye birden çıra gibi parladı? Ne biçim kafa bununki? Ulan düşünsene, sen bir çıplak kulsun! Bu gidenin en varsıl herifi, en büyük alışverişçisi kızına alıcı çıkıyor, daha ne istiyorsun? Đnadındaan... Valla hep inadından soykanın! Ulan, oğlun var evereceksin, kızın var gelin edeceksin! Üç üç, beş beş, alacaksın parasını, vereceksin kızını! Töre bu! Kim bunun dışında kalabilir de evermeyebilir oğlunu kızını? Sen kendin yapabildin mi? Ben kendim yapabildim mi? Oğlumuz kızımız da uyacak bizim uyduklarımıza...)" Çayları getirip bıraktı Linlin. "(Kavatlar!..)" dedi. Şakir Hafız, Velikul'un kafasını okumuş gibi pufladı: "Karı kısmının bu işlere aklı ermez hiç!" dedi. "Bu nedenle ilkin biraz mırın kırın ederler. Ama sonra senden istekli olurlar. Eğer şimdi Havana olmazlanıyorsa, elleme olmazlansın! Birkaç gün sonra kesin değişir..." Eski Muhtar Cemal, az şekerli bir kahve söyledi kendisine: "Kabak Musdu'nun akarı yok, kokarı yok VeĐikul, deli olma!

Page 21: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Sakın olmazlanıp herifi caydıralım deme! Elini sallasa ellisi onun! Đsterse bir günün içinde beş kızı birden alabilir şehirden. Adam köyden olsun, namuslu olsun diyor. Gözü yalnız bende olsun diyor. Hem de serveti kavi! Yarın ölüm olur, kalım olur. Kalırsa burda kalır malı mülkü. Zaten kaç çocuğu var önceki avradından? Đki mi, üç mü? Đki de bundan. Dört. Dört çocuk, Kabak Musdu gibi adama çok mu? Valla hiç! Hayırlı olsun kardaşım!" "Hayırlı olsun, hayırlıı!.." dedi Şakir Hafız. "Benim bir kızım olacaktı, Kabak Ağa gelip iki arkadaşımın önünde alıcı çıkacak da, ben böyle somurtacaktım! Yanayım senin aklına Velikul! Bırak somurtmayı arkadaşım!..." "Kızım çok küçük daha!" diyebildi Velikul. Camın önünden alıp götürürken ellerinin omzuna gömülüşünü, yumuşacık kemiğinin eline gelişini düşündü. Sertelmemiş daha. "Çok küçük, hemen evlenemez!.." "Aklına yanayım!" dedi Đt Omar. "Derede çim biter, kayada bıldırcın öter, ağıldaki oğlaktan erken büyür kız dediğin! Benim Akif'len Dürü aynı hafta doğdu. Bu yıl on dördüne bastılar..." "Ohhooo!.." dedi Şakir Hafız. "Hazreti Peygamberimizin kadim lafı: "Kız kısmı on üçünde çocuk doğurur!" Sen ne diyorsun? Bahusus, köylük yeri bunun burası! Sanıp banarken, biri çarpar geçer! O zaman, keşke verseydim istedikleri zaman dersin; ama iş işten geçip gitmiş olur. Haydi hiç düşünme, hayırlı olsun!" Đki kişi sokuldu yanlarına: "Hayırlı olsun Velikuuul!" dediler. "Arkadaşların çayını sen söyle artık!" dedi Cemal. "Ben de söyleyebilirim ama sana yakışır. Sen varken bana ayıp olur..." "Arkadaşlara çay getir Linlin!.." dedi usulca. Sesi karcımıştı. Kahvedekilerin dikkatini çekti. Oyuncular da, seyirciler de başını çevirip baktı. Birkaçı, kıçından elini çekip, bir görev duygusuyla Velikul'un oturduğu masaya geldi. Oturup, "Hayırlı olsun!" dedi. Velikul onlara da çay söyledi. En son Koca Linlin gelip kulağına, "Hayırlı olsun Vela! Bir çay da ben içeyim mi, ne dersin?" diye sordu. Velikul başını kaldırıp baktı: Ona saygısı çoktu. Gönlünü kırıcı bir söz diyemezdi. "Đç bakalım Koca Linlin! Bir sen eksiktin!" dedi gülerek. Çayı içip bitirdikten sonra, birkaç kişi sordu: "Hayırlısıyla düğün ne zaman Velikul?" "Düğünü konuşmadık daha..." dedi. Başını öne eğip dudaklarını kemirdi. "(Bizim köy benden önce, kızı verdi bile! Havana evde boyuna sokurdansın bana karşı!)" Sonra çıkarıp bir onluk uzattı Koca Linlin'e: "Đçilen çayların parasını al!" dedi.

Page 22: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

::::::::::::::::: 4 EVCĐ'DE BĐR KUL Evci köyü Gökçimen'e bir saat. Atla kırk dakika. Kabak Musdu ağır, sürer, ezmez atını. Ağır sürdüğü halde az çeker iki köyün arası. Gökçimen'den daha ufak, yanık, kavlak bir köydür. Đnsanlarının çoğu Ankara'ya göçmüştür: Ankara'ya göçenlerin yarısı Almanya'ya, Hollanda'ya geçmişlerdir. Göçenlerin de, kalanların da mülkü yoktur. Ufak köydür. Mülkün tümü Musdu'nundur. Parasız kalırlar. Cahil kalırlar. Çekip giderler sonra. Yükleri bir kağnıyı doldurur, doldurmaz. Bir küçük "kondu" odasına sığar Ankara'da. Ama kalan kalır. Çileye dayancası olan Evci'de kalır. Bir bayırın eteğindedir. Çam, hemen üstündedir. Yukarı doğru yürürken önce biraz tarla gelir. Sonra çalılar, dikenli ardıçlar başlar. Çalıların, ardıçların arasında sarı çamlar yer alır. Kesile kesile seyrelmiştir çamlar. Ama başka köylerin bu kadar da yoktur. Tavşan, keklik, tilki, bıldırcın, çok av bulunur çamların çalıların arasında. Saklı koyaklardır buralar. Ne Ankaralı bilir, ne Amerikalılar. Sapa yerlerdir. Yol vermez her zaman. Taak tuuk, paat küüt, avcı gürültüleri olmaz. Her cumartesi pazar, köyün dolayını yabancı heriflerle kopayları, tazıları çevirmez. Kendi halinde, eli yüzü kapalı, kale gibi bir köydür... Alt yanından Erikli'nin suyu geçer. Đki yanı elma bahçeleridir. Yeni kurulmuştur bahçeler. Yer içerler. Bu kadarına izin verir Kabak Musdu. Bu yüzden Evci'nin imamı üyesi, "Ağamız iyidir valla!" diye sık sık övgü düzer. Ama yenilip içildikten sonra kalan elmaları toplatıp satmak Musdu'nun hakkıdır. Kamyonlarla götürür Ankara'nın haline. Kamyonlar kabzımalların, elmalar Musdu'nun. Kar kazanç çok olur. Musdu yüz elliye verir, öteki de üç yüze satar. "Parası olan kazanır. Sermayenin gücü!" der Musdu. "Kamyonlar olmasa götürüp satamazsın. Kamyonlar dünya para! Ben ki bu kadar paranın içindeyim. Yüzüyorum desem yalan olmaz. Benim yok beş tane kamyonum. Sizlerin nasıl olacak? Ankara halindeki Hacı Refik sözünde durursa bu yıl bir Reo çekeceğim! Ordu malı. Kullanılmıştır, ama yenisinden geri kalmaz. Neyse, kamyon olmazsa nasıl götürür satarsın elmaları? Eşşekle mi? Geçti o dönemler! Yüklesen yüklesen yetmiş kilo yüklersin eşeğe. Ankara üç günlük yol. Bırak Ankara'yı, Kızılca'ya varamazsın bre yeğenim! Köfünlerin içinde birbirini yaralar, sonra da çürür o elmalar. Đlle de kamyonların olacak. Yüklediğin gibi, iki saatin içinde ulaştıracaksın. Lekelemeden, kız gibi çıkaracaksın malı pazara. Kız gibi. Al yanaklı. Öyle elmalar ki, istersen üç buçuk, dört liradan sat... Yani kız gibi elmalar..." "(Kııız!..)" dedi içinden. "(Kız gibisi var mı dünyada be? Ömrümüzü daha fazla çürütmenin lüzumu yok bu cinli karıyla! Para dersen var. Mal dersen gani. Vücudum da yerinde hamdolsun! Neye almayacakmışım? Deral alıp bugünkü günlerimin değerini bilmeli, tadını çıkarmalıyım! Yoksa, dünya geçer gider oğlum Kabak Musdu! Geçer gider ki, gelmez geri! Parayı vapurlara doldursan da işe yaramaz o zaman. Đlle de vaktinde. Demir tavında, gözel çağında demiş. Sen de çağında seveceksin. Velikul'un kızı gül mü, sümbül mü? Yoksa menevşe çiçeği mi, ne boktur anlayamadım! Bir görüşte çarptı beni. Ulan şu gelgeç dünyada epey kancık sınadım. Bunun gibi birden furanı

Page 23: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

olmadı hiç. Ahududu likörü olmuş namussuz! Ayvayı almış ağzına. Çıkmış damın başına. Isırıyor! Dişlerini seveyim! Yiyem yiyem! Saçları boncuk örülü daha. Olsun. Düğün davul derken biraz daha tavlanır. Kavun karpuz bile üç gün önce ham iken, dört gün sonra eriveriyor. Hele bir davul gelsin! Davul sesini duydukça büyür kız kısmı. Dürü de büyür. Tüylü tüylü yüzünü, sarı saçlarını, göküş gözlerini seveyim! Yiyem yiyem! Onu bu evin hanımı edeyim. Onu şehire götürüp gömme banyoların içinde çimdireyim. Đsterse hiç getirmeyeyim oralardan. Gençlik Bahçesi'nin içindeki sallangeçlere bindireyim. Maraş dondurmaları alıp yedireyim. Taksi tomafillerinin içinde, bir Çankaya, bir Baraj, bir Çankaya, bir Baraj, boyuna gezdiyerim... Cinli Kamile otursun burda!..)" "Kamileee!" diye bağırdı. "Ne var Musdu?" dedi Kamile bulaşıkların başından. "(Dilini eşşek arısı soksun! "Ne var Musdu?" Ulan bir buyur dersin cinli cenabet!)" dedi içinden. Dışından bir şey demedi. Dese neye yarayacak? Olmamış olmamış, şimden sonra mı olacak? Bekle olur!.. "Bir gayfa yap gel de karşıma otur! Konuşacak sözüm var! Az şekerli olsun! Canın istiyorsa kendine de yap! Beraber içeriz!" Çabuk gelsin diye beklemeğe başladı avradını. Kamile bulaşıkları boyadı becerdi. Đkilik cezveyi sürdü bir yandan. "Anam anam anam!.." dedi eğilip kalkarken. "Cavır sızılar kötürüm etti beni kırkıma basmadan! Anam anam anam!.." Tepsiyi bir daha sildi, kuruladı. Fincanları parlattı. Cezveyi taşırmadan aldı ocaktan, yürüdü Musdu'nun yanına. "Anam anam anam!.." Önce cezveyi koydu, sonra tepsiyi, yere. Köpüğüyle doldurdu güzelce. "Su da ister misin Musdu?" diye sordu. "Đsterim! Bir de su getir, keyfim tam olsun!" "Getireyim..." dedi. "Anam anam anam!.." Đnledi gidip gelirken, "Anam anam anam!.." Suyu getirdi. "Buyur!" Musdu içti: "Bir de sigara yakayım, ateş getir!" Kamile, kırılıp dökülerek ateşi de getirdi. "Çök gayri kocakarı!" dedi Musdu. "Otur dizimin dibine! Sana söz konuşacağım! Sigara vereyim mi? Haydi vereyim de yak! Biliyorum içmiyorsun ama, şimdi iç, iyi gelir! Süzgeçlilerden vereceğim hem. Amerikan sigarasıdır. Sızılarına, sinirine faydası olur..." "Đçmem ben sigara!". dedi Kamile. "Ben sigara içen avratlardan mıyım? Sızıma sinirime de karışıp durma fazla! Bu dünyada bir ben miyim sızılı, sinirli?" "Karıştığımdan değil ulan! Söz konuşacağız. Birden parlamayasın diye böyle söylüyorum. Ama daha sözü açmadan ağzımı bağladın. Ulan bir aksi avratsın ki! Beri bak, valla yatırır keserim seni! Kıtır kıtır keserim, adın gazetelere geçer. Sözümü sağa sola çekip zihnimi dağıtma benim. Dediklerimi iyi dinle. Ben Gökçimen'den kız alıyorum!" "Neeeh!.." Kamile, yanına yıldırım düşmüş gibi sarsıldı. Kahvesinden ilk

Page 24: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

yudumu alacaktı. Eli havada kaldı. Ama belli etmedi sarsıldığını. Đyi kötü içti kahvesini. Başını yere eğip bekledi kocası ne diyecek? Yıllardır iyice koşullanmıştı her baskıya, her küsküye... "Fena bir kız değil! Anası babası aksoylu! Damın başında gördüm biliyor musun? Anası bulgur sermiş. Bu da bir ayva almış eline. Yiyor. Bak, kızma Kamile! Valla kurtulamadım arkadaşların, ahbapların dilinden: "Evlen, evlen!.." Başımın etini yediler: "Yeter artık her işi Kamile yengemizin başına yıktığın! Yordun yıprattın hatunu! Yoksul olsan haydi neyse! Ama değilsin. Paran var! Servetin hakeza! Lort gibi adamsın hamdolsun! Senin gibi adama evin içinde çift hanım gerek. Dul gelin filan alayım deme sakın!" dediler. "Kız al, ne görürse sende görsün! Kamile yengem alıştırır gözelce! Kocalığın önünde gençliğin sonunda bir sefa sür Kabak Musdu!" dediler. "Kefenin cebi yok arkadaş! Rakı içmedikten, tütün içmedikten, eski karının üstüne yeni karı almadıktan sonra ne yapacaksın parayı?" dediler. Đşte böyle! Çıkamadım sözlerinden. Seni emekliye sevk etmeye karar verdim! Tabii bunu sırf senin iyiliğin için yapıyorum! Rahat yaşayacaksın ömrünün burasında. Arkadaşlar diyor ki: "Yengemiz o sızıları sinirleri hep senin kapıda buldu! Çok eziyetli bir evin var! Gelenin gidenin çok! Tek avrat dünyada döndüremez o koca evi! Kamile yengemizin yanına bir yardımcı şart!" Ne zamandır söylerler bunu. Ben de he hı der geçerim. En son bugün Gökçimen'den geçerken damın başında kızı gördüm, kararımı verdim. Tabii sen de çok mennun oldun buna. Memnun oldun ki, hemen gidip kızı göreceksin. Beğeneceksin. Sonra düğün için hazırlık yapacaksın. Bana kalsa düğün müğün istemem, mına gorum, düğün neyimiş? Ama ayıp olur. Adımız büyük. Kabak Musdu dedin mi herkes ayağa kalkıyor. Devecilerle konuştuğumuzdan kapıyı büyük yaptırmışız. Düğüne gelenleri ağırlayacaksın. Ben de senin hatırın için tamçalgı furduracağım. Üç gün, üç gece çaldıracağım. Hemi Evci'de, hemi Gökçimen'de sofralar kurulacak... Çünkü bu bir kızdır. Düğün ona gerekli. Bundan sonra seni rahat ettireceğim Kamile! Elini sıcaktan soğuğa çaldırmayacağım! Oturtacağım ocağın başına, yün hırkanı geydireceğim, sabah kalkınca, "Şu şöyle olacak, bu böyle olacak!" diyeceksin, tamam! Buyucacaksın, o yapacak!" Ağzını açıp sözcük konuşmuyor Kamile. "Eski Muhtar Cemal'in evine çağırtıp konuştuk babasıyla. Đmam Şakir Hafız da vardi. Đt Omar yoktu yalnız. Tabii bu ilk konuşma. "Verdim arkadaş, al hayrını gör!" demez kimse. Fakat vermem de demedi. Çok yumuşak konuştu. Cemal'le Şakir Hafız da görev aldı. Đyice sıkılayacaklar herifi. Başaracaklarına güvenim çok. Bunu başardılar mı, birer naylon yağmurluk alacağım kendilerine. Tabii onlarınki yerlisinden olur. Ucuz. Benimkini çıkarıp giydim önlerinde. Hafız'ın ağzının suyu aktı biliyor musun? Erlik varlığınan avrat! Paran olunca elin işliyor. Elin işleyince kafan işliyor. Hamdolsun durumum çok iyidir. Đyidir ama, gene de bir tedarik görmem şart. Sağdaki soldaki alacakları toplayacağım mahanayla Kayadibi'ne gidip Koreli Hüsnü'yü bulacağım yarın. Yedi yüz lirayı alıp gitti, bir daha görünmedi. Oysa bin lira getirecekti dürzü! Neyse, sen birkaç gün sonra kalkar, biraz öteberiyle, kızı görmeğe gidersin. Ben Ankara'dan alırım ne gerekliyse! Ne susuyorsun ulan, mennun olmamış gibi? Beri bak, ağzını aç, iki sözcük konuş! Valla kırarım kemiklerini!.." Dürttü Kamile'ye: "Konuş!" dedi yeniden. "Ne konuşayım Kabak Musdu?" dedi Kamile. "Kendin konuşuyorsun ya işte!.." "Kendim konuşuyormuşum! Ulan ben seni çağırdım, danışayım

Page 25: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

diye. Danışan dağdan aşar demiş atalar. Ama kabahat bende ki geldim sana danışıyorum! Sen de ağzını açıp sözcük söylemiyorsun. Eski Muhtar Cemal diyor ki, yengem bu işe çok sevinir. Dahi Şakir Hafız, o da böyle söylüyor..." "Ağzına sıçayım o keçi sakallı naletin! O Cemal olacak eşşeğin de ağzına sıçayım! Uzun kulaklı naletin! Elimden o kadar ekmek aş yediler. Bana bunu mu yapacaklardı sonunda? Anam anam anam!.. Her gelen dürzüye hizmet ediyorum adam sanıp! Bundan sonra etmem!.. Etmeeem!.. Neye edeyim böyle olacak olduktan sonra? Anam anam anam!.." "Etmezsin etmezsin!" dedi Musdu. "Sende kafa yok bir kez! Kafan olsa böyle konuşmazsın! Ulan onlar sana kötülük değil, iyilik ediyor bilirsen! Ulan düşünsene ben yüz okkayım kara okkayla! Canın cinin kalmadı be! Neyse!.." Boşalan fincanları alıp çıktı Kamile. Kabak Musdu bağırdı ardından: "Böyle kararıp kararıp kafamı bozma Kamile Bayan! Edebinle otur, kalk! Ne diyorsam onu yap! Zaten hoca nikahıyla duruyorsun üzerimde. Daha olmadı bir çizik çekerim, kalırsın yetim cin gibi! Yenisini de hökümet nikahı yaparım üzerime, tamam! Takır tukur çalım satıp durma bana karşı!.." Đçinde balık görünen anahtarlığını salladı: "(Karı kısmına fazla yüz vermeğe hiç gelmiyor be Musdu!)" dedi kendine. "(Yüz verdin mi astar istemeğe kalkıyor. Baş edemiyorsun. Onun için çok dikkatli ol aslanım!)" Paketini açıp bir süzgeçli sigara yaktı. Kalktı sonra. Elektrik fenerini aldı. Paltosunu taktı sırtına. Aşağıya indi. Oğlu Tuncer'le konuştu biraz. Tuncer Reo'yu ne zaman alacağını sordu yeniden. "Yakında alırım patlama bakalım!" dedi. Sonra alacak verecek defterlerini çıkarıp okuttu. Kime gidecek? Kimi çağırtacak? Neler alıp satacak? Ölçüp biçti, yeni tasarılar yaptı. Sonra yukarı çıktı. Serilip hazır edilmiş yatağa attı kendini: Bundan sonra Cinli Kamile'yi almıyorum koynuma!" dedi. "Taze mis gibi Dürü kızı bastıracağım bağrıma, anladın mı? Saracağım belinden, onunla yatacağım! Yeyeceğim dudaklarını, memiklerini! Yeyip tüketeceğim valla..." ::::::::::::::::: 5 "ULUGUŞ" "Nineee!.. Aaay Uluguş nineee!.." Kapısını bir daha, bir daha dövdüler. "Gıı Uluguş nineee!.." Bir daha bağırdılar. Uluguş'un evi köyün kıyısında, uçta. Çitli avlunun içinde, bakımsız. Sahipsiz gibi. Ama temiz. Taş toprak, gübre, saman yok ayak

Page 26: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

altlarında. Tavuk pisĐiği, kedi köpek ölüsü, öküz eşek kemiği yok. Uluguş yalnız başına oturuyor. Issız dağların içinde, Gökçimen'de yapayalnız bir kocakarı. On iki yıl önce öldü kocası. "Uluguş" asıl kocasının adıydı. Kocası ölünce o ad kendine kaldı. Şimdi Uluguş aşağı, Uluguş yukarı... Çok masal biliyor. Kuşlardan; kanatlanıp uçan, kurtulan yoksullardan söz ediyor. Bir çocuk dağlarda kalıyor örneğin. Anasını arıyor beylerin kaçırdığı. Kahyalar alıp kesmeğe götürüyor yavruyu. Bir ulu kuş havadan izliyor onu. Yoruluyor gide gide. Yatıyor bir kayanın gölgesine. Çalıların dibinde çiçeklerle, böceklerle oynuyor çocuk. Kahyalar horluyor. Ulu kuş inip kapıyor çocuğu. Uçuruyor kanadında. Yum diyor gözünü. Yumuyor çocuk. Aç diyor gözünü. Açıyor... Çocuk ossaat anasının dizi dibinde buluyor kendini!.. Beyleri öldürdü sonra o ulu kuş. Alıp çıkıp götürdü anasını da, bebesini de. Bir toprağın üstünde bağ bahçe çevirdi. Bir yoksul çobanla evlendi avrat. Toprak öyle bol verdi, koyunların öyle bol yünü, peyniri oldu, arı kovanları öyle doldu; kurtuldular yoksulluktan. Kurtuldular kulluktan. Ne kul oldular, ne kul aldılar. Onun için o ulu kuşu unutmadılar. Yemini suyunu koydular damın başına. Dilediği zaman geldi yedi, dilediği zaman geldi içti... Kocasının bildiği bütün masalları biliyor. Bildiklerini üretiyor. Anlattığı masallar hatırına Çoban Ahmet'e "Uluguş" diyorlardı. Öldükten beri de karısına diyorlar. Yeniden bağırdılar: "Uluguş nineee!.." Ses vermedi Uluguş. Kapısı kapalı. "Yok galiba evinde!" dedi kızlar. "Yok!.. Yok!.. Olsa açardı!.." Döndü, gidiyorlar. Caminin yanındaki çeşmede Uluguş'u görüverdiler. "Nine, nine, nerdesin?" Su doldurmuş kaplarına. Eline yüzüne su çarpmış. Ak saçları ıslak biraz. Almış kapları eline. Tam yürüyecekti, bastırdılar. "Nerdesin sen ninemiz?" "Sucaz doldurdum! Siz nerdesiniz?" Biri koştu bakracı aldı. Öbürü toprak ibriği. "Dürü'yü Kabak Mustu istemiş gı ninee!" Babası verici olmuş gı Uluguş ninee!" "Anası ı-ıh diyormuş Uluguş ninee!.." "Herifin ağzı altın gümüş gı ninee!.." "Uluguş nine, neye bizim köyün kızları hep yabana gider?" "Uluguş nine, bizi de böyle moruklara mı verecekler?" "Uluguş nine, ne zormuş Gökçimen'de kız olmak!" "Kız olmaktan kolay imiş ocaklarda köz olmak!"

Page 27: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Uluguş nine, akşam oldu, atamadım torbamı!" "Torbamı atıp içemedim çorbamı..." "Uluguş nine, anlat bize azıcık..." "Bizim işler ölünce de böyle mi?" "Bakracı kaplığa koy Zakey, kaplığa!" dedi Uluguş. "Irbığı da iğdenin dibine dökelim. Sulansın iğdecez. Öteki bakraçla bunu da alın, bir daha kapıp geliverin! Çabuk gelin, size masal sökeyim..." Koşturdu kızları. "(Dürü gitti, Dürü gitti, Dürü de gitti!)" dedi kendine. "(Hazreti Hacer gününden beri beşer onar, yüzer, biner, yanar kızlar! Yanar kömür kesilir! Bu kara yazılar bize kudretten yazılmış, sileriz sileriz çıkmaz. Silsek de, kızsak da çıkmaz... Dürü gitti, Dürü'cez de gitti, ne yapayım?..) Kızlar geldi. Dökmüşler bakraçtaki suların yarısını. Uçarak, koşarak gelmişler. "Aceleniz neydi, uçarak geldiniz? Uçarak gidiyorsunuz ağlayacağınız günlerin üstüne!" "Hayııır Uluguş nine, bize böyle deme!" "Gökçimenli değil misiniz, olacağınız o!" "Hayııır hayır Uluguş nine, bize demee!.." "Hayır hayır deyin, avunun siz! Elin adamı saydı mı paraları, çatır çatır ayırır yarın sizin de bacaklarınızı!" "Abuuuuuuoov!.." dedi, korktu kızlar. Uluguş, ocağın iki başına minderler attı. "Oturun!" dedi. Kendi de kuru yere oturdu. "Demek babası verici olmuş da, anasının gönlü olmamış? Olur yakında!.. Olmasa da... Kim takar ana gönlünü? Kadın o! Kim takar kadını, köleyi? Kadın ev kölesi! Kadın doğurur, yener ölümü. Koskocaman ölümü yener de, yazgısını yenemez. Bütün köyün karısı, kızı birlik olup Kabak Musdu'yu yenemez! Yener ama yenemez! Güreş bilse, yener. Güreş bilmez. Güreşmek istemez. Pes eder. Kendi gönlüyle yatar alta... Anlatıyorum dinleyin: "Kızın birini, bir sandığa koyup kitlemişler! Atmışlar ırmağa! Bebeymiş daha. Irmak, sandığı alıp götürmüş. Çalkanmış sandık denizlerde. Orası burası; varıp bir kıyıya ulaşmış. Denizi biçmeğe gelenler koşmuş. "Tamam!" demişler. "Hazine bulduk! Varsıl olduk!" Đtip kakmışlar başında. Kırmızı sakallı bir herif var imiş içlerinde. Bizim Göçmen Osman gibi bir herif, bildiniz mi? Demiş: "Durun! Usulcana açalım! Belki para değildir!" Bu olmaz olası paralar her yerde böyle yaranı yoldaşı birbirine düşürürmüş! Ee, boşuna mı demişler: Anayı kızdan ayıran para! Ocağı batası para!.. Đtişip kakışmayı bırakıp açmışlar sandığı. Açmışlar ki ne görsünler? Ne görmüşler? Bilin bakalım?.." "Kıız! Kız görmüşler sandığın içinde!" "Kilitli sandığın içinde kız var tabii! Ne bildiniz?"

Page 28: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Dedin ya, kızı sandığın içine koyup kitlemişler!" "Çomak çıksın aklıma! Kitlemişler dedim, unutuverdim! Sonra demişler: "Biz bu kızı ne yapalım?" Çok da gözel! Ay parçası! Çok ayaz ortalık. Gün doğunca daha da beyazlanmış kız. Ama hiçbiri almaya tamahlanmamış. Ne yapsınlar şimdi bunu? Đçlerinden en yoksul birine verip, yollamışlar evine. Altı tane kızı var imiş herifin. "Bir de bunu götür, yedi olsun arkadaş!" demişler. Alıp götürmüş evine: "Canlı balık tutup geldim avraaaat!" diye bağırmış karısına: "Dişi balık tutup geldim!" Bebeyi görünce kız diye kararmış avradı. "Kararma!" demiş. "Sen altı tane bulup geldin, ben sesimi çıkarmadım. Ben bir tanecik getirdim, sen de çıkarma!.." Katmış bunu da ötekilerin içine..." "Eee; büyüt çabuk! Büyüt çabuk Uluguş nine!" "Đvmeceniz, aceleniz ne? Ne yapacaksınız çabuk büyütüp de? Bir kabak daha çıkar. Sayar parayı. Alır gider on dördüne basmadan!.. Ellemeyin, biraz oynasın çocuk yaşıtlarının arasında!.." ::::::::::::::::: 6 HAVANA'NIN HALLERĐ "Hayırlı olsun Havana! "Hayırlı uğurlu olsun gııı!.." "Dürü'müz maşaallah, serpiliverdi!" "Kaderi var imiş! Varsıl eve gidiyor!" "Sürünmez yaşamı boyunca inşaallah!.." "Eeee, kader bu! Dürü'müzü tuttu götürüyor bakalım, nereye konduracak, nereye döndürecek? Güldürecek mi, ağlatacak mı? Belli olmaz! Kabak Musdu'nun kaç günlük ömrü kalmış şurda? Hökümet nikahı yaptırın da yesin mallarını dürzünün!" "Paralı herife düştü, paralıı!.. Aşkolsun Dürü'ye!.." "Parası da batsın, malı da! Yeter ki yüzü gülsün yavrumuzun! Onunkiyle birlikte sizinki de gülsün inşaallah!.." "Hayırlı olsun Havana! Hayırlı uğurlu olsuuuun!" "Eee, düğün ne zaman bakalım Havanaaa?.." Sırtında çuvalıyla bağdan geliyor. Çuvalı yaprak dolu. Asma yapraklarını, elma, armut, zerdali yapraklarını doldurup geliyor. "Telef olmasın... Mal maşat yesin..." diyor. Đçinin bir yerleri cayır cayır yanıyor. Dumanı başından çıkıyor. Herkes böyle, "Hayırlı olsun Havana!.. Hayırlı uğurlu olsun Havanaaa!.." dedikçe yanıyor. Đş olmasa çıkmayacaktı dışarı. Eve de geliyorlar. Elinden gelse bir kuyu eşecek, girecek içine, çıkmayacaktı dibinden. "Ağzı fişek kapçıklı dürzüye mi kaldı benim kızım? Emsalı mı onun? Ne zevksiz, edepsiz avratlar bunlar? Dengi mi kızım onun? Hiç düşünmüyorlar! "Mallı!.. Paralı!.." diyorlar. Köpek yesin malını, parasını!.." Sokaklardan kurtulup eve gelenece,

Page 29: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

yüz kancığa laf anlatmak zorunda kalıyor. Çoğunu duymuyor. Duymayacak ama, "Şişiniyor baksanıza! Para delisi kancık! Kızımı varsıla veriyorum diye uçuyor orospu! Git anam giit! Biz seni böyle bilmezdik! Malı parayı görünce sen de değiştin! Değişmeyen mi var? Sadece delilerle ölüler değişmezmiş. Sen de değiştin Havanaa!.. Anayı kızdan ayıran para, değiştirdi!.." diyorlar. Deyip günahına giriyorlar. "Benim içerim yanıyor! Çok canım sıkılıyor bu işe avratlar! Ben o Şişgöbek canavarı, ben o Toprak Soyulcanı görünce nefretimden sapsarı oluyorum! Tosba sımalı herif? Elim ayağım titriyor. Titriyorum. Zenzele gibi bir avrat oluyorum. Ne yapar, nasıl baş eder geceleri benim Dürü'm onunla! Yılan elinde kalmış serçe kuşu gibi çırpınmaz mı yavrucağım? Bulgur serdik de karıştırıyorduk damın başında! Kayadibi'nden geliyormuş devrilesi! Çoccam eline bir ayva almış ısırıyordu. Çocuk o daha, ne bilsin? Beşi bıldır bitirdi. Atın üstünden görmüş, ayvayı ısırırken! Atmaca kuşu gibi kavrayıp almış gözüyle alçak! Çok dedim kuzuma sonradan. Ama ne çare? Hiç insan gelip geçen heriflere karşı, damın başına çıkar da ayva yer mi ay kızım? Sen bir kızsın! Elmastan altından kıymetlisin! Gülün yaprağından, çiğdemin çiçeğinden naziksin! Neden eline bir ayva alıp dikelirsin damın başına? Aaaah; tekine mi demişler, pederin peder olacağına, kaderin kader olsun diye?.." "Kaç altın takıyor Musdu, Havanaa?" "On üç altın diye duyduk, doğru mu?" "Cinli Kamile ağrıdan sızıdan inleyip durur: "Anam anam anam!.." Cartı çeker, erkenden ölür yarın... O evler, o konaklar, o bağlar bahçeler, onca mal, davar, aynalı sandıklar, teyp, gramofon, radyo, pikap makineleri! Hacer Buluş'un, Zeki Müren'in, Mahzuni'nin plakları... hep Dürü'ye kalır artık! Çok tokgözdür Kabak Ağamız çok! Esirgemez parayı, malı... Parasının düşmanıdır: Kaderi var imiş senin Dürü'nün kaderi, aşkolsun! Aşkolsun, Kabak Musdu'ya düştü kızın!.." ::::::::::::::::: 7 GÖKÇĐMEN'DEN GEÇERKEN Kabak Musdu, atın başını çeke çeke geliyor bağların arasından. Dürü camdan gördü geldiğini. Attı kendini yere. Köşeye büzüldü: "Yandım!.." dedi. "Eve gelirse yandım, mahvoldum!.." Kalktı çabuk. Güpür güpür indi merdiveni. Ahıra koştu. "Samanlıktan atına saman alır!" Döndü avlunun içinde. "Nerlere gideyim Allahım? Nerlere sineyim Tanrım?" Ahırın yanında bir göz yer var. Evin taktuku konur. Dolu bir yer. Ama kapısı kırık. Köhne. Koştu oraya. Süzülüp aktı bir yerinden. Hiç ışığı yok. "Çakmağını çakar da görürse? Ne var ne yok, şuraya bir bakayım derse?" Đyice büzüldü taktukun arasına. Gözü alıştı, ışıdı çevresi. "Nerden sızıyor bunca ışık bilmem ki?" dedi. Korktu. "Toprak Soyulcan görürse beni?" Büzüldü. "Görür yakalarsa? Yakalar kolumu tutarsa?" Kabak Musdu, Velikul'un damına karşıdan yutacak gibi bakıyor. Gözleriyle kavrıyor, kollarıyla sarıyor, koca evi, içinin tavuğu cücüğüyle, Dürü'sü perisiyle yutuyor. "Yüreğinde zerrece muhabbetin varsa çık şu damın başına Dürüü!.." diyor. "Çık, gül yüzünü göreyim!

Page 30: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

O sarı ayvayı al gene eline! Isır ben varırken! Sana her gün o sarı ayvalardan yedireyim! Kışın da reçelini! Süzme ballar yedireyim sana Dürüü! Amerikalılara, elçilere taşıdığım yayla ballarından yedireyim sana! Gelecek hafta askeriyeden bir Reo kamyonu alıyorum. Gör ne kamyon! Atı köylere kullanacağım, onu Kızılca'ya, Ankara'ya inip çıkarken yollarda! Seni o Reo'nun önüne oturtayım. Bir gün Kızılca, bir gün Ankara! Bir gün Kızılca, bir gün Ankara! Ankara'ya varınca taksi tomofillere bindireyim. Bir Çankaya, bir Baraj, bir Çankaya, bir Baraj! Gezdireyim durmadan. Gençlik Bahçesi'nin içinde yoğurtlu kebap, Maraş dondurmaları yedireyim sana Dürüü! Bak sözüm söz Dürüü! Güllere, gülsularına beleyeyim seni! Sen benim ömrümün son döneminde açılmış goncamsın Dürü! Sen beni bu Cinli Kamile'den kurtar olmaz mı? Çok bıktım bu mundar avrattan! Bıktım, hiç canım çekmiyor Dürü! Bunca zamandır ondan bundan geçinmekten de bıktım! Senin gibi bir suna istiyorum yatağımı ısıtan! Evimi silip süpüren. Sobamı yakan. Çayımı koyan üstüne. Demleyen gözelce. Mis kokulu Seylan çayları bulup geleyim sana! Kaçak maçak! Ben gelince doldur bardağa. Bardakta "Hoş geldin" yazsın. Şekerini yanına koy. Kıtlama içeyim anladın mı? Kıtlama içeyim de bitmesin! Seni de öyle kıtlama gibi kıdım kıdım idare edeyim! Ama istersen on dokuz yaşında bir haşarı oğlan gibi, sincap gibi acar olayım! Doymak kanmak bilmem ben valla! Yaniya seni canım çok çekiyor Dürü, çok, çoook!.." Bakıyor araya araya. Ama yok Dürü. Çıkmıyor cama. Çıkmıyordu dambaşına, kapıya. Görünürde Velikul'la Havana da yok. Kapalı kapıları. "Geçip gideyim en iyisi! Varacağım yere bir an önce varayım. Akşama tez döneyim. Olmazsa Cemal'e sapayım biraz. Uygun olursa Cemal'la birlikte gideriz Velikul'un evine..." Daldı köy içine. Velikul'un evi kıyıda. Velikul'un evini geçti. Dürü büzülüyor taktukun içinde. Harman süpürgesi, semer, boyunduruk, üzüm sepeti, bir tekne eskisi... Büzülüyor aralarında. "Hayırlı olsun Kabak Ağa!.." "Merhaba Bekir, sağ ol!.." "Hayırlı olsun Musdu Ağa!.." "Sağ ooool aslan yeğenim!.." "Đn de bir çay iç Musdu Ağa!.." "Acele işim var Linlin, Kayadibi'ne gidiyorum!.." "Hayırlı olsun Kabak Ağa, hayırlı olsun bakalım!.." "Sağ oluuuun, berhudar olun aslan yeğenlerim!" Köyü geçti. Kayadibi'nden yandaki harımlarda lahana yoluyorlar. Yerelması, turp çıkarıyor, patates söküyorlar. Kadın kız dikelip bakıyor. Kambur erkekler, yorgun delikanlılar, kıskananlar, imrenenler, herkes dikelip bakıyor. Ağır ağır sürdü atını Musdu. Kara Ahmet Kuyusu'nu geçtikten sonra, "Düi!" dedi. Özengiye bastı. Dörtnala kaldırdı atı. Ama gövdesi dayanmadı. Çekti gemini. "(Ağır ağır sür şunu Kabak Musdu!)" dedi kendine. "(Kayadibi işte! Beş dakika önce varacağına, beş dakika sonra var, fark etmez!..)" dedi. Sürdü ağır ağır.

Page 31: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

::::::::::::::::: 8 SAKLAMBAÇ GĐBĐ Kayadibi köyü, koca bir kayanın dibinde. Sağı solu da kayalar, kayalar! Az tarlası var. Mala davara vurmuş bir köy. Yola bele uzak. Cip, pikap ancak seçimden seçime uğrar. Uzak bir köy. Ağası da yok, paşası da. Toprakları bitersiz. Kuzuları Kabak Musdu'ya verirler. Sekiz on kişi arıcılık yapar. Eski yöntemle kayırırlar arıyı. Üçer dörder kovan vardır her birinde. Kovanları sepettir. Sepetlerin içini dışını sığır mayısıyla sıvarlar. Gene de balı iyi olur. Çiğdem, çiçek, ardıç, çam kokar. Karağan, meşe, dağelması kokar. Ayrı tadı, lezzeti vardır. Taze taze çıkartır Kabak Musdu. Beş, altından alır kilosunu. Götürür otuzdan kırktan, tutturabildiğinden satar. Ankara'daki Amerikalılar, "çambal", "yaylabal" diye diye kapışır. Elçiliklerden isterler. "Para bol, para göl heriflerde! Onlarda para bol, bizde bal kıt! Olmadı, fenni kovana alışamadı köylü efendiler! Beyinleri buz dolu ne olacak? Bir mor lahanayı ektiremedim bu köye! Ektiler, tutturamadılar. Çilesi çokmuş! Böcekleniyormuş! Çok olur tabii çilesi! Böceklenir tabii! Avratlarınız ekerken, dikerken durmadan yellenirse, elbet böceklenir mor lahana! Tabiyatsız köylüler, ne olacak! Bir de sekiz lira istersiniz bir kilo bala! Hemi de borç aldığınız parayı getirip vermezsiniz kendiliğinden. Yedi yüz lirayı bin liraya vermişim bir yıllığına, çok mu ulan kıllı dürzüler! Gene de kabahat bende. Sizin gibi dürzülere iyilik ediyorum. Koreli Hüsnü gibi zibidilere para veriyorum..." Koreli Hüsnü, köyün genel helasına aptes bozup çıktı. Elinin ibriğiyle yürüdü. Karşıdan gelirken gördü Kabak Musdu'yu. Koşup evine yetişemez. Yetişse de saklanamaz. Hemen sapıttı yolunu. Hiç vakit yok. Gerisin geri helaya gitti. Ama helaya da giremez yeniden. Girip, Kabak Musdu gidenece tutuklu kalamaz. Sol baştan caminin ardına dolandı. Ordan Biloş suyu boyunca, söğütlerin arasından sıvışır. Kabak Musdu sürdü atını. Sağ baştan kavşırdı camiyi. Çenede karşılaştılar! Koreli Hüsnü, o değilden gibi indi aktı dereye aşağı. Ok gibi kaçıyor. "Kaçma Hüsnüü!.." diye bağırdı Kabak Musdu ardından. "Kaçma ulan batakçı dürzü! Koreli, kaçma benden! Alıp, da yediğin paraları istiyorum! Bunun sonu sana ağır olur, kaçma! Ne kaçıyorsun? Sana söylüyorum ulan ırzı kırık Hüsnüü!.." Söğütlerin arasına girdi. Çayca gidiyor Hüsnü. Ta Kore'den getirdiği Ruzveltler var ayaklarında. Akıyor su gibi. Đbriğimi de sallıyor elinde. "Tazıdan hızlı gidiyor namussuz! Şuna bak!.. Đyi ama nereye kadar gideceksin? Ben seni şimdi yakalarım! Ben atlıyım, sen yayasın! Atım da... biliyorsun şahin! Ben seni şimdi tavşan gibi avlarım! Sıçan olup yere girsen gene bulurum seni ulan Koreli deyyus!.." Yenice gübre dökülmüş tarlaların arasından sürdü atını. Tırısa kaldırdı. Toz çıkarttı topraktan. Sonra dörtnala bindirdi. Kesti önünü. Fakat söğütlerin arası. Birden atı çok mu sürdü ne? Yitirdi Hüsnü'yü! Yoksa temelli aktı mı aşağılara? Aşağısı bir çavlan. Nasıl akacak? "Neredeysen çık ortaya ulan batakçı dürzüüü! Çık gözelce! Bak

Page 32: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

valla avradıyın başındaki pünezleri söker giderim! Çabuk çık, valla kendisini de atın terkesine atar götürürüm Evci'ye! Bin lirayı ödeyesiye kullanırım! Valla yaparım bunu! Kör olayım yaparım bak! Gözümü bile kırpmam!.." Bakındı oralara. Hüsnüüüü!. Ulan Hüsnü gibi ırzı kırık dürzü! Gözel avratlı Hüsnü! Mına godumun Korelisi!.." Baktığı yerlerde göremedi. Döndürdü atını. Başını çekip ağır ağır sürdü. Hemi de taradı söğütlerin altını. Derenin oyuk yerlerini ince elekten eledi. Ne bir karaltı görebildi, ne bir kıpırtı. "Hüsnüüü!.." diye yeniden bağırdı. Yok Hüsnü! "Kaşla göz arasında yitti herif! Ulan göğe mi çekildin yoksa? Ulan Hüsnüüü!.." Gözlerini kısıp baktı. Söğütlerin altını bütün gölgeleri bir bir yokladı. "Yoksa yer yarıldı da yere mi girdin ulan zilli avratlı?" Yönünü Biloş suyuna döndürdü. Atını geri bastırdı. Geri geri giderekten yüz metre kadar açıldı suyun kıyısından. Sonra, camiyle çavlanın arasını makasa alıp gözlemeye başladı. "Bak! Camiyle çavlanın arasında bir yerdesin Hüsnü! Bu kesin! Tavşan gibi siniyorsun! Bu da kesin! Ama ne zamanaca sineceksin? Birazdan acıkırsın. O zaman çıkarsın ortaya! Ben de ensenden yakalarım! Valla bak, belimde tabanca var. Simit Vesson! Boş değilim şerefsizim! Çektim mi tetiği, göbeğinden mıhlarım seni! Evet bunu da bilirim ben! Dan dan dan! Üç kurşunla yıkarım seni! Tanığın tapığın bulunmaz! Bu gidenin yarısı yılar benden Hüsnü! Savcılar, yargıçlar ahbabım! Daha karakoldayken keserim önünü. Başkan Aziz Bey bana çalışır. Evraklar benden yana yazılır! Yedirdim mi paraları Şerif Çavuş'a, takar makineye kağıdı, istediğim gibi yazar! Yazmayıp da ne yapacak? O da ana kuzusu! Ona da gösteririm tabancanın ucunu. Aziz Beye söyledim mi, Bitlis'e sürdürürüm! Siirt, Batman, Maraş, Fevzipaşa... dağlar eşkıya dolu! Bir kurşun iki lira. Kışlar altı ay sürüyor. Hele Sarıkamış! Çoluk çocuğu kırılır soğuktan. Kimse tekerime taş koyamaz buralarda benim! Haydi iyisi mi çık dışarı! Çık da ver borcunu. Borcun iyisi vermek, derdin iyisi ölmek Hüsnü! Bak sana Hüsnü diyorum. Çık da iki taksite böleyim. Çıkmazsan yersin kurşunu! Göbeğini kurşunla doldururum senin valla! Gözellikle çık ortaya! Hüsnüüü, ulan Koreli Hüsnüüü!.. Avradının zillerine sinkaf ettiğim Hüsnü, çık ortaya!.." Çıkardı belinden tabancasını. Kurşun sürdü ağzına. "Bak kurşun sürdüm! Güvenlikten de kurtardım. Sen bu işten çok zarar göreceksin. Madem çıkmadın, ben de çekip kurşunu, yakarım seni!.." Camiyle çavlanın arasını tarayıp duruyor sımsıkı. "Lazım şimdi bu dürzüyü adım adım izlemek! Đnmek attan yere! Çekmek lastik çizmeleri ayağa! Sol ele bir sopa, sağ ele tabancayı almak! Oyuklara, kovuklara, çalıların, kafılların içine, suyun çavlan yaptığı yere, söğütlerin arasına, tepelerine, dallarına baka baka aramak! Bulduğun yerde götünden furmak dürzüyü! Valla tam götünden! Ne ulan?. Şaka mı bu? Bin lira az para mı?.. Yada furmayıp yakalamak! Gel bakalım ulan it! Kim dedi parayı al da harca, sonra üstüne yat? Para sahibi, eliyle verdiğini ayağıyla aramak için kalkıp senin boklu köyüne gelsin! Sen de eliyin ıbrığıyla köyün genel helasından dönerken gör, gerisin geri kaç! Saklan söğütlerin arasına! Aferim ulan dürzüoğlu dürzü! Ulan sen bu uyuzluktan, sen bu cıbıllıktan kurtulamazsın! Senin daha kendi şahsına bir helan bile yok! Ondan sonra kalkmış, benden ödünç para alıyorsun, tehooo!.. Yedi yüz lirayı bine alıyorsun! Tehooo!..

Page 33: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Fakat ayaklarımda çizme yok şimdi! EĐimde sopa yok! En iyisi ben bu dürzüyü, caminin yanına varıp bir daha ürküteyim! "Hişt Hüsnü hişt!.." çeke çeke, çavlana kadar ineyim. Buldum buldum, bulamadım mı çekip evine gideyim. Oturayım evine. Daha olmadı, çökeyim avradının üstüne: "Gel ayıkla bakalım şu pirincin taşlarını Selver!" deyim. Ya getirsin paramı, yada buna razı olsun..." Atını caminin oraya sürdü hızlıca. Dibine varıp başını çekti. Geri döndürdü. Bu kez söğütlerin altından altından sürdü. Çok yavaş gidiyor. Her yere bakıyor. Ama yok. Yok görünürde. Mutlaka oralarda bir yerde. Köstebek oldu da yeraltına mı girdi? Mutlaka camiyle çavlanın arasında bir yerde. "Hişt Hüsnüüü! Hişt ulaan Koreli!.. Dinle bak ne diyorum? Bak, şimdi çavlana kadar ineceğim. Eğer çıkmazsan, süreceğim atı doğru senin evine! Açacağım kocakapıyı. Bağlayacağım atı ahıra. Başına bir torba takıp çıkacağım yukarı. Gel diyeceğim avradın Selver'e! Ayıkla şu pirincin taşlarını! Bak, valla yapacağım bunu! Sonra Kızılca'ya gidip kaymakama şikat edeceğim evinde helası yok diye! Eğer böyle yapmamı istemiyorsan, adam gibi çık ortaya! Çık konuşalım! Đstediğin gibi taksite böleyim! Nasıl olsa borcun! Ödemedikçe kurtuluş yok! Affederim diye bekleme. Ben enayi değilim! Ben hökümet hiç değilim borç affedecek! Ümüğüne basar, tıkır tıkır alırım! Hüsnüü, hişt Hüsnüüü!.. Ulan Hüsnü gibi avradını sinkaf ettiğimin! Çıksana ortaya!.." Çavlana kadar vardı. Baktı, aradı. Baktı, taradı. Yok, yok! Hiçbir yerde Hüsnü'ye benzer bir görüntü yok. "Yok!" dedi. "Ya yok, ya ben bulamıyorum! Ya beni avsunlayıp yılan gibi zağdı gitti çavlandan aşağı! Ama nere giderse gitsin, evi burda! Evine dönüp gelecek mutlaka! Mutlaka ben de onu bir yerde kıstıracağım! Kendini kıstıramazsam Selver avucumun içinde!" Çavlanın oralara uzun uzun baktı. Bir daha, bir daha baktı. Sonra döndürdü atın başını. Köy içine geldi. Hep bakınıyor gelirken. Atı Hüsnü'nün eve doğru sürdü. Biliyor evini. Çok girip çıktı. Çok tuz ekmeğini yedi. Đş yaptılar birlikte. Ama dostluk başka, alışveriş başka; para dersen gene başka. Varıp kapıyı çaldı uzun uzun: "Selveeer!.. Aaay Selver!.." diye bağırdı. Bir zaman ses gelmedi içerden. "Selveeer!.. Aay Selveeer!.. Aç kapıyı ulan kıllı bacaklı Selveeeer!.. Aç kapıyı ulan Korelinin karısı!.." Epeyce bağırdı. Epeyce bekledi kapının dibinde. Sonra bir kıpırtı oldu: "Kim o?" Çatallı bir ses geldi. "Bütün bunlar numara!" dedi Musdu. "Valla billa numara!.." Uyku mu çekiyor bu saatta? "Yoo! Neye soruyor geçten keç kim o diye? Hep numaradan! Dürzü Hüsnü çıkıp geldi eve, ben de bastırdım. Biraz bekledi dönüp gideyim. Ama gitmedim? Gider miyim? Alacağımı almadan neden gideyim? Gitmeyince, beni burda bekletip herifi savuşturdu aha bu tilki Selver! Ulan karı-koca ikisi de çok cin oğlu cin olmuş bunlar!.." Tabancasını soktu beline. Hastalıktan yeni kalkmış gibi ayaklarını sürüdü geldi Hüsnü'nün karısı. Açtı kapıyı: "Aaa!.. Sen misin Kabak Ağa?" dedi.

Page 34: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Aaaa!.. Benim ya! Tanıyamadın mı serseri?" "Kusura bakma, Hüsnü yok! Kızılca'ya gitti!" "Demek yok? Aferin! Eee! Ne zaman gelecek?" "Dün gitti valla! Heralım yarın gelir?" "Demek dün gitti, yarın gelir?" "Öyle ya, dün gitti, yarın gelir!" "Pekey şu atı bağla bakalım içeri!" "Ama, kendisi burda değil Kabak Ağa!" "Ne yapacağım kendisini? Bağla sen atı!" Avradı göğsünden itti hafif. Atı çekti içeri. Kapıyı da kendisi kapattı: "Bağla çabuk dedim Selver hatun!" "Ama kendisi olmayınca ne yapacaksın evde?" "Oturur biraz beklerim. Belki çıkar gelir. Gelmezse, biraz pirincim var, ayıklarız taşlarını! Bir de gayfanı içerim üstüne! Sonra geçer giderim; olmaz mı?" "Valla sen delisin Kabak Ağa!" dedi Selver. Atın çilbirini aldı Kabak Musdu'nun elinden. Ahıra çekti. Bağladı yemleçlerden birinin başına. Çıkıp dışarıya sordu: "Torba takalım mı? Yoksam yelmece bir şey mi verelim?" "Canın nasıl isterse öyle yap!" dedi Musdu. "Terkisinde bağlıdır istersen torba tak! Đstersen biraz samanla arpa dök!.. Arpa samanı vardır değil mi samanlıkta? Sen gene saman ver. Biraz da arpa koy önüne! Kimse var mı yukarda? Ben de çıkayım..." "Dedim ya kimsecikler yok! Ev senin! Madem arzu ettin. Çık buyur Kabak Ağa!.." Kabak Musdu, elini kıçına koyup çıktı yukarı. Hayatın taban tahtaları kaba kaba kesilip çakılmış. Yarıklardan aşağısı görünüyor. Đyice kızdı: "Tabiyatsız dürzü!" dedi. "Şöyle ağzı yüzü düzgün bir ev yaptırmaz kendine! Alır paraları benden, hep helva yer! Bu avradın üstünü başını da yapmaz doğru düzgün! Çocukların karınları çılbak! Burunları sümük... Git ulan, git ulan!.. Bir de Korelere varıp geldin görgüsüz dürzü!" Đçeri girdi. Ocakta ateş yanıyor. Hüsnü'nün elindeki ibrik de külün üstünde! "(Demedim mi?)" dedi. Yerde bir çul yayılı. Yatakların üstünden bir minder alıp attı yere. Oturdu üstüne. "(Vay budala Hüsnü!)" dedi. "Asker olup Kore toprağına kadar gittin, Amerikan tayını da yedin, gene budalasın! Karıyı teslim ettin elime; kaçtın! Ulan ne kaçıyorsun dürzü? Kaçacağına karşıla beni gözelce! Arz et halini! Elimde yok ağam de. Bu kezcik daha hoşgör, bir çaresine bakayım de. Nasıl olsa ödeyeceksin. Borçtan kurtuluş var mı ulan?" Uzattı ayağını ocağa doğru. Selver çıkıp geldi.

Page 35: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Gel bakalııım Selver kancık!" dedi usulca. "Senin herif kaçtı benden bugün! Elinin ırbığıyla kaçtı yahu! Ben de kovaladım dere boyu! Bak ırbığı da getirip koymuş ocağa: Valla adım Kabak Musdu gibi biliyorum. Hiç yalanım yok! Sen de yalan söyleme. Beni kandıramazsın. Kapının dibinde beni beklettin, damın ardından kaçırdın herifi! Yada buraya bir yerlere sakladın! Đkisinden biri..." Selver kıpkırmızı oldu. Kimi dişleri dökülmüş. Gedik gedik gülmeye çalıştı. "Şu düşündüğüne bak Musdu Ağam, olacak iş mi?" dedi. "Valla dün Kızılca'ya gitti, biraz yapağı götürdü. Deri meri vardı evin içinde, onları götürdü. Satacak da para getirecek. Borcumuz harcımız var diyordu. Ne kaçsın senden? Bir kötülüğünü görmedik ki! Dahi dünya kadar iyilik ettin. Bilmez mi bunları?" "Gı beni çocuk yerine koyma! Caminin ordan çavlana kadar kovaladım kendisini! Atın üstünde kovaladım! Aha bu gözlerimle gördüm! Sonra yitirdim alçağı! Girdi bir yere, çıkmadı! Fakat aşkolsun! Pire gibi herif? Kaşla göz arasında tüyüverdi! Çavlandan aşağı yılan gibi zağdı gitti! Sonra köyün ardından dolandı. Dolanıp eve geldi. Sana da aşkolsun, gömdün bir yere, yada ben girince savuşturdun. Đkinize de bravo!" "Yanlışın var! Kaçmanın gereği yok!" "Ben de onu diyorum gı sakar! Kaçmasın, birkaç gün daha izin vereyim! Ben aslında bu kadar da sıkıştırmam onu. Ama paraya ihtiyacım var. Reo kamyon alacağım. Motorize olacağım artık buralarda. Dağları bayırları her zaman at ile dolaşmak zor. Ata sırf keyfim için bineceğim. Bir de düğün edeceğim kısmetse! Cinli Kamile'den osandım. Takır tukur bir avrat oldu. Her yanları sızlıyor. "Anam anam anam!" Onunki bu! Bir kız alacağım on dördünde! Gökçimen'den! Velikul'un kızı. Adı Dürü. Göküş göz, sarı saç, gözel bir kız. El kadar bir çocuktu. Baktım, ele, bele gelir kancık olmuş! Evlerinin önünden gelip geçerken gördüm. Öteygün bir baktım... neyse! Bu işler için para lazım Selver. Böyle olmasa sıkıştırmazdım. Şimdi niyetim, senin herifteki bini almak, daha birkaç yerde böyle takıntılarım var, onları toplamak! Param ellerde serili kalacağına, biriktirip bir hizmete yatırayım diyorum. Boşu boşuna neden durdurayım parayı? Boşu boşuna durduracak olduktan sonra, neden zahmetini çekeyim kazanmak için? "Hayırlı olsun!" "Sağ ol Selver! Sağ ol, ama bu senin herifin yaptığını affetmem! Bunun ne demek olduğunu bana sor. Bugün çok daha önemli işlerim vardı. Kalkıp burayaca geldim ki, bu işi göreyim. Đnsan bozum oluyor Selver. Bana bunu neden yaptı Hüsnü? Bir kez ben ona kötülük değil, iyilik yapmışım. Đyiliğime iyilik de istemiyorum. Yedi yüz vermiştim. Bir yıl kullanmış. Bir yıl sonra bin istiyorum. Pazarlığımız var önceden! Bu hayinliği hiç affetmem, hiç!.." Selver, "Gel Şevki!" dedi oğluna. "Git Ramazan emmini çağır. "Eve misafır geldi! Babam da Kızılca'ya gitti, bize kadar buyuracaksın!" de..." Sonra duvardaki oymaların birini açıp fincan cezve çıkardı. "Aferim! Şimdi de kalktın çelibanı çağırtıyorsun!.." "Yalnız sıkılırsın dedim Kabak Ağa!.." dedi Selver. "Ne yalnızı? Sen varsın ya! Ben sana dolandım geldim! Daha derede

Page 36: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

kocanı kovalarken aklımdan geçirdim! Gidip evine, avradının başına çökeyim dedim!" "Tövbe tövbe! Kötü laf bu! Ağzından yel alıp gitsin! Hüsnü senin öz arkadaşın! Alışveriş yaptınız beraber. Kazandınız kaybettiniz. Đnsan arkadaşının avradına bunları geçirmez aklından!" "Arkadaşım da madem, neden yaptı bana bu oyunu? Karşıdan gördüğü halde yolunu sapıttı, zağıp kaçtı önümden?" "Yanlışın var! Kızılca'ya gitti o! Hüsnü yolunu sapıtmaz, asla kaçmaz senden!" "Ben yalan söylüyorum, öyle mi?" "Yok! Yalan söylemiyorsun, ama belki yanlış görmüşündür. Hayal görmüşündür. Birisi gözüne Hüsnü gibi görünmüştür. Hüsnü Kızılca'ya gitti dün!" "Allah belanızı versin ikinizin de! Şu konuştuklarınıza bakın! Gel! Gel de şu paltoyu al omzumdan. Al, bir yere as!" Selver kalkıp paltoyu aldı: "Nasıl Kamile abamgiller, gelinler iyiler mi?" "Hepiciğinin Allah belasını versin! Dedim ya, Kamile aban takır tukur! Gelinler de habire fink atar oğlanlarla. Onlara göre hava hoş! Olanlar bana oluyor. Paraları kaptırdık sağa sola. Bin çalıya takıldı kaldı yüzlükler, beş yüzlükler. Bir manga tahsildar lazım şimdi toplamaya! Ata bindim, kendim toplamağa çalışıyorum, onu da borçlular görür görmez yolunu sapıtıyor..." "Canın sağ olsun! Bir gün hepiciğini tam tüm edersin. Düğününü de kurarsın hoplu toplu, atlas bayraklı..." "Düğüne daha çok var bu gidişle! O zamanaca nefsim kuruyacak! Ona buna gidip gelmekten çok osandım Selver!" "Böyle şakaları eskiden yapmazdın Kabak Ağa!" "Arkadaşlarım da yapmazdı eskiden!" Şevki oğlan çıkıp geldi soluyarak: "Ramazan emmim Kızılca'ya gitmiş!" dedi. "Đşte bu doğru bak!" dedi Kabak Musdu. Sonra oğlana döndü: "Git oyna sokakta ulan! Babanı görürsen çağır buraya! Görmezsen boş ver! Oyununu tam bütün oyna!" dedi. Azarlar gibi söyledi. Çocuk çıkıp gitti. "Şu ceketimi de as Selver!" Selver ceketi alıp astı. Sonra kahveyi döktü fincana. Buyur etti. Koydu önüne. Bir eliyle kahveyi aldı, bir eliyle omzundan tuttu Selver'i Kabak

Page 37: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Musdu. Tutup bastı: "Kaçıp gitme bakalım!" dedi. "Sen de geldin geçiyorsun bak! Kaçırma kendini! Gel otur şöyle yanı başıma da, tadına bakayım azcık!" Selver çekti kendini hışımla: "Bu senin yaptığın ayıp!" dedi. "Senin budalanın yaptığı ayıp değil mi? Kim dedi ona parayı al yat üstüne? Sonra sahibi gelirse kaç? Bu ayıp değil mi? Gel bakalım şöyle!" "Gelen gören olur! Adım çıkar dillere!" "Hiç kimse gelemez! Hiç kimse göremez! Aha tabanca! Kocan yüklükteyse bir o görür. O duyar sesimizi, soluğumuzu. Duyunca dayanamaz, fırlar belkim dışarı! Yoksa keyfime dokanmasın!" Biraz daha çekti kendine. "Başka türlü valla bırakmam seni!" Tabancasını gösterdi.. "Đşte bak, belimde!" Selver kıvrandı biraz. Eğildi, büzüldü. Musdu, kahveyi koydu camın dibine. "Önce pirinci ayıklayalım!" dedi. "Nefsim çok uyandı!.. Sen de hoşuma gittin birden!.." Đki eliyle kavradı Selver'i. Çekti kucağına. Başını tutup okşadı. Göğsünün üstüne aldı sonra. Sağ elini, belinden aşağı doğru gezdirdi. "Öyle uyandı ki nefsim!.." dedi. Bacaklarını, baldırlarını okşadı. Yarı ölü, yarı diriydi Selver'in eti şalvarın içinde. Okşadı bir süre. Sonra çenesinin altından tutup kaldırdı başını. "Sonra gene gelirim seni sevmeye!." dedi. Gözlerinden, dudaklarından, kulaklarından öptü. Kulak memelerini emdi bir süre. "Ooooh!" dedi. "Đyice uyandı nefsim! Baya tatlısın ulan! Çok tatlısın ulan! Baya mis gibi bir kancıksın!" Öptü. "Ooooh!" dedi. "Tatlısın diyorum sana! Tatlısın ama, o cin oğlu cin anlıyor mu bu tatları? Biliyor mu kıymetini? Ooooh!.." Selver titredi. Elini Musdu'nun göğsünde gezdirdi. Đtecekti, itemedi nedense. Kabak Musdu: "(Tamam!)" dedi. "(Budala kocası yok evde! olsa böyle yapamazdı. Atladı kaçtı ben kapıyı çalınca! Kaçıp gitti, belkim kapıyı gözlüyor... Gözlüyor ki çıkıp gideyim!..)" Kolunun üstüne yatırdı Selver'i: Göğüslerini yeniden okşadı. Sabırla okşadı. Öptü dudaklarını, kulaklarını. "Valla çok tatlısın Selver! Sık sık geleceğim tatlarından almaya! Bak ciddi söylüyorum!" dedi. "Çok pişman oldum çok mahcup oldum şimdiyece senin tadına bakmadığıma! Ulan ben öküzüm be! Valla cahil öküzün birincisiyim! Tüh be, tüh be! Hem tatlısın, hem gevreksin! Ulan tastamam yayla balısın yaniya!.." Selver yeniden titredi. Musdu anladı Selver'in titrediğini. Çok mutlandı. "Kalk!" dedi usulca. "Kapıyı diple!.. Diple de ayıklayalım şu şeyi rahatcana! Sonra üç gün daha izin vereyim budala Hüsnü'ye!.." Selver kalktı. Sallana sallana gitti. Kapıyı dipledi. "Dürü'nün beş on yaş olmuşuna benziyorsun gı Selver! O da senin gibi tatlı yayla balıysa, yaşadım gitti!.. Çok ciddi söylüyorum!.. Bak, val... val... vaĐla ci... ci... ci... ci... ci... ciddi söylüyorum!.. Bak, val... valllla ci... ci... ci... ci... ciddi söylüyorum... gı...

Page 38: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Sel... ver... ci... ciiiim!.." ::::::::::::::::: 9 GÖKÇĐMENLĐ KADINLAR Dürü, taktukun arasında epeyce sindi. Büzüldü korkudan. Çevreyi dinledi uzun uzun. Bekledi. Gelen giden yok. Kapı mapı dövülmüyor. Gelmiyor dürzü Kabak! Ses soluk yok dışarda. Gene de saklandı. Büzüldü orda... Havana, yaprak çuvalını yukarı çıkardı. Kapları aldı, suya gitti. Caminin yanındaki çeşmeden doldurdu. Geri geldi, "(Nereye gitti bu kız?)" dedi kendine. "Dürüüü! Nereye gittin gı olmaz olası Dürüüü!.." diye seslendi. "Yoksa teyzesinin köyüne kaçıp gitmesin, Elmalı'ya? "Durmam buralarda, varmam o Şişgöbeğe!" diyordu. Kaçıp gitmiş olmasın?" Telaşla indi merdivenleri. Ahıra baktı önce. Ahırda yok. Samanlığa baktı. Orda da yok. "Allah Allah! Nereye gitti bu deşilesi?" Yukarı çıktı yeniden. Evşen'i tutup sarstı: "Dürü abanı gördün mü gı Evşen?" diye sordu. "(Görse bile ne bilsin el kadar çocuk?)" dedi. "Gördün mü gıı? Gördünse haber ver!" Evşen güldü: "Ad-daaa!.." dedi. Đnip ahıra samanlığa baktı yeniden. Döndü oralarda. Đçeri girip çıktı: "Domuz babası gayfaya gidip oturmuştur, nereye gideyim?" "Dürüüü! Aay Dürüüü!.." diye bağırdı. Dürü, büzüldüğü yerden hiç kıpırdamadı. Havana avluya çıktı gene. Taktuk odasına doğru koştu. Kapıya abandı. Kapı açılmadı. "Açılmıyor cavırın kapısı!" dedi. Bir daha abandı. Gene açılmadı. Dürü kalktı, kapının ardına geldi usulca. Tekne tokuç, ne varsa yığmış oraya. Az boz ışık var. Seçiliyor içerisi. Gözü alıştı. Yüreği harp harp vuruyor Havana'nın "(Asıp masıp etmesin kendini?)" dedi birden. Bağırdı sonra. "Dürüüü!.. Đçerdeysen aç anam kapıyı!.. Aç da çık şuraya!.." Yumrukladı kapıyı. "Dürü, aç benim kadın kızım! Aç benim gözel yavrum!.." Dürü açmayacak. Taktuk odasına sindiğini belli etmeyecek. Ama anası arlaşmıyor kapıdan. Boyna da yükleniyor. Daha olmadı kıracak kapıyı. Tekneyle tokucu öyle koymuş ki, dayama gibi oturmuş kapının ardına. Kırsa da açılmaz. Aaah, bir delik olacak arkada bir yerde! Bir delik olacak da ordan çıkıp gidecek! Ama yok. Güp güp güp vurdu, dövdü tahtaları Havana. Đçerde olduğuna kesin inanıyor kızının: "Dürüüü!.. Aaay Dürü!.. Açsana, eşşek sıpası!. Uğraştırır beni kırk saat! Aç gıı şunu! Çiğnerim valla ayağımın altında seni, nalet!" Güp güp dövdü gene. "Aç çabuk!" Açmaktan başka çare yok: "Dur dövme! Dur!"' dedi.

Page 39: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Ne işin var senin orda gı soyka kalası!" "Bağırıp çağırıp durma da açayım!" dedi Dürü. Tekneyi aldı. Sonra tokucu çekti usulca. Açtı kapıyı. Dışarı çıktı. Gözü kamaştı aydınlığa çıkınca. "Ne işin var senin içerde gıı?" dedi Havana. Elini yüzünü elledi kızının kuşkuyla. Donuna, şalvarına baktı. Kuşağına, sıkmasına baktı. "Çabuk söyle, ne işin var?" Dürü karşılık vermedi. Bakındı alık alık. Havana, kapıyı açıp taktuk odasına daldı. Köşesine bucağına baktı çabuk. Harman süpürgesini kaldırdı. Tahtanın tokucun altını üstüne getirdi. Baktı oralara. Kimse yok. Korkulacak bir şey yok! Gene karşılık vermedi Dürü. Sustu. Omuzlarından tutup sarstı kızını Havana: "Çatlattın beni gıı, neden susuyorsun?" Kendini tutamayıp hıçkırmağa başladı Dürü. Yağmur gibi boşandı gözyaşları. Gene iniltiyle doldurdu ortalığı. Aldı kolundan, yukarı çıkardı Dürü'yü Havana. Götürüp attı ocağın başına: "Gı insan evini, kardaşını yapayalnız bırakır gider, taktuk odasına kapanır mı? Ne işin var senin orda? Besmele çektin mi bari girip çıkarken? Nasıl yerler olduğunu biliyor musun oraların? Cin çarpar, ağzım eğrilir diye düşünmedin mi? Yerlerin karış karış sahibi var diye düşünmedin mi gı soyka kalası?.." Dürü yalnız ağlamayı biliyor. Başkaca ağız dil vermiyor. "Gıı Dürü, valla yakarım seni! Gözüm kör olsun maşayla dağlarım oranı buranı! Söyle doğrusunu! Ağlayıp buzlamayı da bırak; konuş cavırın eniği! Ne bu senin yüzünden çektiğim gı? Oooo; çok oluyorsun gayri haaa!.." Maşayı attı yanan ocağın közlerine. "Kıpkırmızı olsun burda! Đstersen söyleme o zaman! Dağlarım ben de seni!.." dedi. Tutup yeniden sarstı kızını. "Söyle! Tepemin tasını attırma benim!.." dedi. Maşayı alıp gösterdi: "Bak nar oldu! Bununla dağlarım söylemezsen..." "Korktum, çok korktum!" dedi hıçkıra hıçkıra. "Korktun mu? Neden? Kimden korktun?" "O Şişgöbek geliyordu atın üstünde!" "Düşünde geliyordu öyle mi?" "Bağların arasından geliyordu!" "Eee gelsin! Sana ne geliyorduysa?" "Buraya geliyor sandım! Kimse yok evde!" Ağlayacağını mı, güleceğini mi bilemedi Havana: "Yer yutsun seni Dürü gibi!" dedi öfkeyle. "Gı hiç buraya mı

Page 40: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

gelir? Gelirse sen de baltayı alır, indirirsin başına! Hiç insan kendi evinin içinde Şişgöbekten korkar mı? Eee; demek böyle? Demek böyle ha? Vay benim garip başıma gelen!.." Oturup ağlamağa, inlemeğe başladı orda. Ocaktaki maşayı geri çekti. "Çok korktunsa bir kurşun döktüreyim Uluguş'a? Bir yanına bir şey olmasın? Köyün içine şan oluruz gıı! Karıların dilinden kurtulamayız sonra!" Kucağına çekip öptü kızını. Köyün karılarına attı tuttu. Şakir Hafız ikindiyi okuyor. Gün iniyor. Cemal'in karısıyla Hafız'ınki çıkıp geldi. "Havana gııı!.." diye bağırdı aşağıdan. "Çatlayın çatlayasıcalar, yetiştiniz mi?" "Gı ne yapıyorsun? Sesin çıkmadı? Öldün mü?" Havana dışarı çıktı: "Geçin, buyrun!" dedi gönülsüz. "Allah Allaaaah! Bir yoklayalım dedik gıı!.." Đçeriye baktılar kapıdan. Hafız'ın Hacer'di. "(Pis nalet!..)" dedi içinden. "Kimse var mı evinizde?" dedi Cemal'in Güssün. Havana, kızına çıkıştı işaretle: "Toplan Dürü!" "Kimse yok geçin!" dedi sonra karılara. "Đkindin ezanı da okundu ay Havana! Hayvan oruz bakılacak! Aştır keştir pişecek!" dedi Hafız'ın Hacer. "Zararı yok, geçin!.." Ekledi: "Buyrun!.." Dürü minderlerin yerlerini değiştirdi. Yeni minder aldı oymadan. "Buyrun, hoş geldiniz!" dedi, el öptü gönülsüz. Dikilip boyuna baktılar kızın. "Maşaallah! Çok yaşa! Ömrün uzun olsun!" dediler. "Pek de gözel olmuş Dürümüz gı Havana! Göküş göküş! Şunun gözlerine bak maşaallah!.. Allah ömrünü uzun etsin! Bin bin maşaallah!.." "(Allah sizin de belanızı uzun etsin inşaallah!)" dedi içinden. Dürü, kardeşini alıp dışarı çıktı. "Eee; hayırlı olsun bakalım Havana! Böyle hayırlı işler olunca bir haber vermez mi insan? Zaten biz dostların hayırlı haberlerini ortalardan duyarız!" "Duyuracak edecek ne var ortada karılar? Kendi kendilerine çalıp çağırıyor sizin heriflerle Kabak Musdu ayısı! Biz kız verici filan değiliz kimseye! Hele Şişgöbekli Kabak Musdu'ya verecek kızımız hiç yok! Allah yazdıysa bozsun!" Elini vuracak gibi kaldırıp indirdi Hafız'ınki: "O nasıl konuşma gıı? Köyün içi çalka malka oldu! Adamlar Velikul'a "gözaydın" etmiş! Çayını gayfasını içmişler! Köyün karıları da sana gelecek. Dikelmiş de, "Biz kız verici değiliz!" diyorsun! Ankaralı

Page 41: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

orospular gibi türlü çeşit konuşma Havana! Đkircikli tutum komşu arasında ayıptır!" Cemal'inki de aşağı kalmadı: "Otur şuraya! Otur da dinle! Musdu Ağa kızınıza bir gönül düşürdü, kapınızı çaldı! Böyle nazlanır ederseniz, yarın o da soğuyuverir! Cihanda kız mı yok? Elini sallasa ellisi! Ağalar beyler göt atar Kabak Ağamıza kız vermek için! Ama onun gayesi başka. O bir yoksul kızı alacak, hökümet nikahı yapıp kendisine hanım aile tutacak. "Cinli Kamile'den çektiklerim yeter!" diyor. Karı kıymetini iyi bilir bunun üstüne. Kaderi varmış sizin kızın, kaderii! Yatın kalkın dua edin. Dedelere mum yakın. Tekkelere aş dökün..." "Şişesiceler!" diye bağırdı Havana. "Bir iyi söz konuşacaksanız oturun! Konuşmayacaksanız kalkın gidin evimin üstünden! Yoksa kolunuzdan tutar ben atarım Güssün! Takır tukur yuvarlarım merdivenlerden hepinizi!.." "Aa, a, a, a!.." diye bir çığlık attı karılar. "Çıldırık mısın sen gııı? Hiç insan evinin üstüne gelmiş komşuyu kovar mı böyle? Üstümüze iyilik sağlık! Görülmüş işitilmiş değil bugünece!.." "Benim çocuğum tırnak kadar bir şey daha! Onun neresi gelin olacak? Bir düşünsenize!" "Onu Cenabı Allah düşünsün! Sen ne düşünüyorsun? Kız kısmı yağmur yağar büyür, gün doğar büyür! Yarın davulu düğünü tutulunca biraz daha büyür!" "Şişgöbek Kabak Musdu benim kızımın emsalı değil! Elli yaşındaki adama on üç yaşındaki kız verilir mi?" "Emsalı değil ne demek gıı? Kimin kime emsal olduğunu bilse bilse Cenabı Allah bilir! Hemi de elli yaşında deyip karalama elin adamını! Karı kazancı yerinde ya, sen ona bak! Erkeğin yaşlısı olmaz! Erkeğin çirkini olmaz! Karı kazancı yerindeyse, tamamdır! Kabak Musdu Ağamın kolunu tutacak kimse yok bu dağlarda düzlerde! Parası malı da çok hamdolsun!.." "Dengi değil kızımıııın! Köpek yesin malını parasını! Artık eksik laf etmeyin, kesin!.." "Çıldırıksın, ne olacak?" dediler. "Gı sen bu olup bitenleri kendiliğinden mi olup bitiyor sanıyorsun? Oysa her şeyi yapıp çatan Allah! Bunu düşünmüyor musun? Demek senin kıza da böylesi yazıldı? Alın yazılarına akıl sır erer mi? Senin Velikul'a geleceğin, benim Cemal'ın karısı olacağım, şunun Hafız'a varacağı belli miydi öncelerden gı deli Havana? Bir insanın alnına yazılan gelir. Yazılan ise asla değişmez Havana! Dürü'nün de öyle! Ne yazıldıysa alnına, o gelir başına! Boşuna çabalama! Söz kesmedik, etmedik diye çelişik çülüşük konuşma. Haber yayılmış. Kabak Ağam alacaklarını toplamaya çıkmış. Kamyon alacakmış. "Gelini bununla getireceğim köye!" diyormuş. Yesyeni bir pikap kamyonu. "Altını akçayı da bol takacağım!" diyormuş. "Ne isterlerse takacağım!" diyormuş! "Dahi istemelerine komayıp kendim takacağım! Az çok benim de şanım sayılır!" diyormuş..." "Hiç olmazına düşünme bu işi Havana! Hem takdiri ilahiye karşı geliyorsun, hem kızıyın başına konmuş kuşu ürkütüyorsun! Şimdiki zamanda yoksullara kız verenin aklı yoktur. Aklı varsa, kaderi yoktur. Senin kız maşaallah, daha on dördüne basar basmaz bu gidenin

Page 42: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

en varsıl adamının kaşığına çıktı: Ama sen de burun kıvırıyorsun! Çok yanlış düşünüyorsun bu işleri Havana, çok! Çoluk çocuğun önünde bu tavırları, tafraları bırak! Bunlar şaşkın avratların yapacağı işler! Yarın döner döner dua edersin sebep olanlara..." "Pek matah bir işe sebep oldunuz maşaallah! Bir sepet arıyı başına boca ettiniz yavrumun, hemi de kendimin! Elin eşşek kadar adamıyla benim ufacık kızımı evlendirmeye kalkıyorsunuz! Hepinizin Allah belasını versin karılar!" Bağırmaya başladı. "Deli ne olacak?" dedi Cemal'inki. "Uluguş'a okutmalı!" Uluguş, nalınlarını takırdatarak geldi: "Dürüüüü! Aaay Dürü!.." diye bağırdı. Dürü avluda kardeşini avutuyor sözde. Yüzü uçup gitmiş. Evşen kendi kendine oynuyor. Dürü de yukarda konuşulanlara kulak veriyor. Duyabildiğini duyuyor, duyamadığını yakıştırıyor. Sinmiş bir yere. Uluguş bağırınca koşup kapıya gitti. Açtı çabuk: "Buyur Uluguş nine, buyur geç!" dedi. "Sağ ol! Sağ ol benim karayazılım!" dedi Uluguş. "Kim var, kim yok yukarda?" "Cemal emmimin avradıyla Şakir Hafız'ınki var!." Uluguş yukarıya bağırdı: "Havanaaa, gıı!.. Az çık hele dışarı!.." Havana kalkıp hayata çıktı: "Buyur Uluguş! Bir emrin mi var?" "Ne emrim olsun? Körolası bir tırpanım vardı evde, çayırlar biçilirken biri aldı gitti, geri getirmedi! Kim aldı gitti de getirmedi bilemiyorum. Kocalığın etkileri! Akıl mı kalıyor başta? Đyice matuflamışım ay Havana! Alıp götüren de geri getirmedi körolası! Bu bizim insanımıza iyilik mi yarar zaten? Götürdüklerini geri getirmez! Aklıma geldi, o körolası tırpan nerde diye bakındım, ama bulamadım. "Acaba Velikul mu aldı?" diye sormaya geldim. Haberin var mı?" "Geç içeri buyur! Yukarı çık da otur azcık!" dedi Havana. "Bizim kendi tırpanımız var. Başkasından tırpan almayız. Seninkini de almadık heralım. Velikul burda yok. Alsak haberim olurdu. Ama istersen bir sorayım kendisinden. Çıkmayacak mısın yukarıya?" "Dizim tutmuyor! Evcili Cinli Kamile'ye döndüm. Nasıl çıkayım o merdivenden? Hem de köyün karıları sana dolmuş! Rahatsız olmasınlar aman Havana!.." "Köyün karılarının adları batsın!" dedi Havana. "Çık iki laf da sen konuş! ' "Đnanmadığım lafları konuşmam ben! Öyle lafları ancak Eski Muhtar Cemal'ın avratla Hafız'ınki konuşur!" dedi, dönüyordu Uluguş. Đçerdeki karılar gülerek çıktılar: "Gel Uluguş, geeel!.." dediler. "Bu Havana kancığı kızının başına konan kuşu ürkütecek! Gel iki laf da sen konuş, aklı ersin biraz!

Page 43: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Yaşlı diye Kabak Ağa'ya burun kıvırıyor. Allahın yazgısını tanımazlıktan geliyor. Anlat buna, yazgı nedir? Anlat yoksulluk nedir? Dünyanın uzun kuyruğu nedir? Anlat Kabak Musdu kimdir? Anlat ne kadar serveti vardır bu dağlarda, düzlerde?" Uluguş: "Ben o Kabak Musdu'nun aklına, hemi de parasına sıçayım!" diye bağırdı. "Onda akıl olsa, torunu yaşında bir kıza alıcı olmaz! Ama deli bir o değil ki! Siz hırlı mısınız? Kalkmış, en olmayacak işi oldurmaya çalışıyorsunuz? Dürü'den, Havana'dan yana olacağınıza, Evci'nin ayısından yana oluyorsunuz? Ya kocalarınız hırlı mı? Kocalarınız da o! Köylülerini bırakmış da Evcili Kabak Musdu'ya finilik ediyorlar. Allah hepiciğinizin belasını versin! Kabak Ağanızın belasını daha çabuk versin!.." Ağızları ayrıldı kaldı karıların. ::::::::::::::::: 10 ALTIN AKÇA Kabak Musdu: "Selamünaleyküm ağalar!" dedi Koca Linlin'in kahveye girerken. Sonra Koca Linlin'e döndü: "Bana bir gayfa yap az şekerli!" dedi. "Yorgunluğumu alsın! Bugün Koreli Hüsnü'yü aradım Kayadibi'nde. Bulamadım dürzüyü! Kuyuların dibine baktım. Suları, çayları karıştırdım. Çok aradım. Çok yoruldum. Ordan geliyorum. Koca Linlin'in gayfada biraz dinleneyim dedim... Ağalara da yap birer gayfa, benden! Nasıl olsa bu köyün eniştesiyiz artık!" Baktı, Velikul'u gördü oturanların arasında. "Tabii Allah nasip ederse, kısmetse, hayırlısıyla!" diye düzeltti sözünü. Sonra bir sandalye alıp Velikul'un yanına vardı. "Yolculuklar zor!" dedi. Of uf çekti otururken. Velikul rahat değil. Konuşmuyor. Musdu bir ara yüzüne baktı. Asık. Ama gelmiş. Kalkıp gidemez. "Yolculuk zor!" dedi bir kez daha. Velikul sustu, Musdu da sustu. Sustular bir süre. "Altın akça işini konuşalım istersen!" dedi sonra. Velikul kıvranıp büzüldü. Çok sıkılıyor. "Nasıl olsa konuşacağız, biliyorsun!.." Bundan önce de bir kız verdi ama, böyle sıkılmadı. Yukarı Kırlı'dan Karyağdı Muharrem adam adam gelip istedi. O da verdi oğlu Hamit'e Cevriye'yi. Böylesi ilk geliyor başına. Zorlukların içinde şimdi. "Đstersen bana bırak, ben kendim karar vereyim! Benim de şanım şerefim, biliyorsun! Senin kadar ben de düşünürüm. Önceden bir nişan cihetine gitmeyelim bence! Hemen düğünü tutalım: Onun için bir an önce konuşalım altın akça işini. Konuşurken aramıza yabancı sokmayalım. Yabancının gereği yok. Kendimiz konuşalım!"

Page 44: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Daha söz bile kesilmedi. "(Oldu bittiye getirecek düızü!)" diye düşündü Velikul. "(Aramıza yabancı sokmayıp hemen boğuntuya alacak beni!)" Öksürdü usulca: "Acelen ivmecen ne bu kadar Musdu Efendi?" diye sordu usulca. "Acelemden ivmecemden değil Velikul! Yarın Ankara'ya gidiyorum! Gitmişken altını akçayı alıp geleyim. Sonra birlikte gene gideriz. Ama bu kez gitmişken eli boş dönmeyim diyorum. Tabii sonra urba görümüne de gideceğiz..." "Nerde göreceğiz urbayı?" "Nerde istersen orda? Ankara'da, Kızılca'da, Bolu'da..." "Başlık maşlık ne zaman kararlaştıracağız?" "Ne zaman istersen? Đstersen ikimiz konuşalım. Đstersen kalk Cemal'ın eve gidelim. Çağırtalım iki arkadaş. Onların önünde konuşalım. Bir at, bir deve değil bu! Kız başlığı! Ama gene yüksekten tutarım ben. Merak etme!.." "Evet konuşmak lazım!" dedi Velikul. "Kalk öyleyse!" Koca Linlin'i çağırdı: "Kaç gayfa içildi Koca Linlin?" dedi. Daha Koca Linlin karşılık vermeden bir onluk çıkarıp uzattı eline. "Al burdan!" dedi. "Üstü senin olsun! Biz gidiyoruz!" dedi. Göz etti Velikul'a: "Kalk çabuk..." Atı, kahvenin önündeki dut fidanına bağlamıştı. Çözdü ordan. Yedeğine aldı. Yürüdüler Eski Muhtar Cemal'in eve. Cemal avluda öküz tarıyor. Karısı hayat süpürüyor. "Rahatsız olma Cemal!" dedi Musdu. "Biz biraz konuşacağız Velikul'la. Ama istersen sen de gel. Gelsen iyi olur yaniya!.." Cemal öküzleri bırakıp çıktı ikisinin ardından. Hayatın ocağından ibriği aldı, elini duruladı. Karısı konuk odasını açtı hemen. Girdi Cemal yanlarına. Birer sigara tuttu. Almadı ikisi de. Velikul'un sinirli bir durumu var. Huzursuz. Şakir Hafız'la Đt Omar'ı seslemek gerekir belki. "Birer gayfa yaptırayım isterseniz!" dedi. "Şakir Hafız'la Omar'ı da sesleteyim mi bu arada?" "Yok canım! Ne lüzumu var?" dedi Musdu. "Sen bu işi çok aceleye getiriyorsun?" dedi Velikul. "Değil Velikul, valla değil! Đstersen hiç konuşmayalım! Ha ben yarın Ankara'ya gidiyorum da onun için! Değilse ne acelem var, ne bir ivmecem! Ama fazla uzatmanın da gereği yok! Nasıl olsa konuşulmayacak mı? Bir an önce konuşulsun! Gene sen bilirsin!" Cemal'in karısı kahveleri getirdi: "Buyrun!" dedi. Birer birer sundu. Çıkıp gitti hemen. Etekleri uçuyor girip çıkarken. "Bir de ne var biliyor musun Kabak Ağa?.." dedi Velikul. "Daha ben bu işi konuşmadım Havana'yla. Hısım akrabaya tek söz danışmadım. Kızın kocada abası, askerde ağası var. Mektup yazıp danışmadım. Yani usulen bir danışmamız gerekir! Danışmazsak ayıp olur...",

Page 45: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Eski kafalar bunlar yahu!" dedi Cemal, güldü. "Valla sen bilirsin Velikul! Đstersen bütün Türkiye'ye danış! Benim için hava hoş! Ben bu kızı alacağım arkadaş! Alacağım ama gözellikle alacağım. Yok, sen ille de kalsın, olmasın, bırakalım diyorsan, ben ona da varım. Çünkü neden? Zorlan gözellik olmaz arkadaşım! Zorlan yenen aş, ya karın ağrıtır, ya baş! Benim ille de evlenmek diye bir davam yok aslında. Ha ben şöyle karşıdan baktım gördüm, hoşuma gitti. Sülaleni de bilirim ta eskiden. Terbiyeli, pak bir soydansınız. Dedim: "Alıcı olayım şuna!" Oldum. Đstemezsen ayak diretmem. Gerçi Kamile yengen çok ısrar ediyor. O da durakoysun biraz. Sızılarına ilaç alırım olur biter. Hem sonra köylerde kız mı yok? Giderim Erikli'ye, Elmalı'ya bakarım. Aşağı Arapça'dan, Kızılca'dan, Ankara'dan da alabilirim. Kayadibi'nde bile bulunur. Ama ne de olsa onların terbiyesi Gökçimen'i tutmaz. Tutsa da senin kızın terbiyesini tutmaz. Benim sevdiğim, furulduğum yan burası!. "Töre sonradan gelir yahu!" dedi Cemal. "Bizim konuşacağımız ne şimdi? Birincisi başlık. Đkincisi altın akça davası! Bunları konuşuruz, koruz şuraya! Bu adam da gider hazırlığını görür. Senin benim gibi paraya sıkılmaz, ama tedariğe ihtiyacı olur..." "Deli misin?" dedi Kabak Musdu. "Alacaklarımı toplarım en beri baştan! Mahanayla! Kamyon alıp motorize oluyorum hem. Bu arada Ankara'ya inmişken altınları da almak isterim. Birinci sınıf kuyumcu arkadaşlarım var. En iyisinden alırım; bana ikram ederler! Eli boş gelmemiş olurum gelirken. Söyle bakalım şimdi: Kaçtan aşağı olmaz diyorsun? Önce altın akça davası! Haydi söyle!.." Velikul sıkıldı. Đstek yok içinde. Ayıp bir havanın ortasına düşmüş sanıyor kendini. "Yok yok, üstüme gelmeyin! Bu işin acelesi ivmecesi yok!" dedi. Kabak Musdu: "Diyor diyor onu diyor yahu!" "Bırak nazı da konuş Velikul!" dedi Cemal. Terledi Velikul: "Üç gremis ister bir kez!" dedi. Musdu parmaklarını açıp kıvırdı: "Dört!" dedi. "Đki tane beşibirlik!" dedi Velikul. "Üç!" diye atıldı Musdu. Cemal oturup kalktı: "Hay maşaallah!.. Kendini bilen adama can kurban! Valla dinime imanıma, böylesi, değil Kızılca'da, Ankara'da; kocca Türkiye'de yoktur valla!" dedi, şişindi. "Başka?" diye sordu Musdu. "Biraz da sarı lira ister!" dedi Velikul. "Helbet! Kaç tane; sadece onu söyle!" "Valla yabana gitmeyecek! Benim kızım takınacak ama o da benden çıkıp sana geçiyor. Đtibarın şanın bilir. Kaç tane istersen o kadar takarsın!"

Page 46: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"On yeter mi? Cemal: "Pek çoğa gitmeyin canım! Yarın başka oğlanlar evlenecek! Başka kızlar da gelin olacak köyün içinde! Kapıları genişletmeyin bakalım!.." "On iki, on dört takayım! Kimse kendini benimle, yada Dürü'yle kıyaslamasın! Benimki başka! Bizimki bambaşka!" dedi Kabak Musdu. "Dahi bu köyde olmadık bir şeyi icat edeyim. Bütün altınları tokalı yaptırayım! Tokaları da altın olsun! Altın tokalardan zencir geçirteyim! Zencir de altın olsun! Altın zencir ne demek biliyor musun? Dünya para tutar, iki tane beşibirliğin bedelini yer tamam! Ama yesin! Ya Velikul; sen şu bendeki cömertliğe, insanlığa bak! Eğreti takmıyorum. Pünez takmıyorum. Bakır parçalarını altın suyuna sokturup takmıyorum. Đstersen yarın yürü benimlen Kızılca'ya gel. Ordan Ankara'ya gidelim. Minipos paranı ben vereyim. Đstediğin kuyumcuya varıp gözün önünde alayım altınları. Paralarını gözün önünde sayayım trak!.." "Yok; estağfurullah! Bizde güven şarttır!" dedi Velikul. "Şimdiden birbirinize güvensizlik ayıptır!" dedi Cemal de. "Hemen gelelim başlık meselesine! Haydi, iste bakalım! Gözünü yum iste mına goyum! Dürü değer çünkü! Yüz bin istesen değer Dürü! Hem huyu tabiyatı değer, hem gözelliği, gözel yüzü! Đste valla! Eğer hayır dersem gözüm kör olsun! Ama insafı da elden bırakma tabii!" "Üç bin nasıl?" dedi Velikul. Cemal: "Çok iyi!" dedi. "Dört olsun!" dedi Musdu. "Beş olsun! Urba görmeğe gittiğimizde size de lüzum eder. Bir şeyler alırsınız. Benim takım biraz kalabalık. Beş bin olsun! Yatak, karyola takımı gibi yeni modaların parasını da ben vereyim..." Bir on dakika daha konuştular. Sonunda Velikul, hamamdan çıkmış gibi terledi. Su içinde sokağa attı kendini. "(Belanın büyüğü evde!)" dedi. "(Belanın içine düştük ki! Büyüğü evde! Kurtulunca kurbanlar keseyim!)" Sine sine geçti sokaklardan. Doğru evine geldi. Ahıra girdi. Malları çıkardı. Sırtlarının samanını, pisliğini sildi. Suya sürdü sonra. Sularken ıslık çalmaya çalıştı. Dudakları titriyor. Başaramadı. Biri çıksa da, bir ters laf etse, dövüşecek. Dövüşüp evdeki belayı bastıracak. Ağır ağır yürüdü malların ardından eve. Hepsiyle teker teker ilgilendi. Samanlarını verdi önlerine. Yemliklerin "kes"ini ayıkladı. Birer avuç da arpa koydu öküze, eşeğe. Đneğe, danaya da attı yarımşar avuç. "Haydi siz de yoksun kalmayın! Bugün canımın çok sıkıldığı bir gün!" dedi. Biraz yatışır gibi oldu. Çıktı yukarı. Havana hem kav, hem çakmak. Değdirsen tutuşacak, benzin gibi parlayacak: "Nerdesin bre sen? Evsiz erkek gibi!.." "Kabak Musdu'yla konuştuk: Cemal'in eve çağırtmış..."

Page 47: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Ne konuşup duruyorsun onunla hala? Ne işin var daha Kabak Musdu'yla? Allah bin belasını versin Kabak Musdu'nun!.." Ötündü, attı tuttu Kabak Musdu'ya. Kabak Musdu, Bakkal Eyüp'e uğradı Cemal'le. Ne kadar fıstık, çekirdeksiz üzüm varsa boşalttırdı kutulardan. Yarım kilo kadar Cemal'in eve ayırttı. Yarım kilo kadar kendi cebine attı. Üst yanını iki naylon keseye koydurdu: "Senin avrat bunu alsın, bir daha gitsin Havana'yla kızına yarın!" diye fısıldadı Cemal'in kulağına. Sonra dışarı çıktılar. Musdu iki beş yüzlük çıkardı belindeki cüzdandan: "Bunu Velikul'a ver! Borcu harcı varsa, kapatsın! Üstünü harçlık yapsın!.." Sonra bindi atına, sürdü Velikul'un evin önünden. "(Dürücüğümü görürüm belki!)" diye çok yavaş sürdü. Çok bakındı. Ama göremedi. Yok görünürde. Hasta olmuş gibi yatıyor, titriyor içerde. Musdu sürdü atını. Đnişten inerken başını döndürüp döndürüp baktı geriye. Yok damlarda, saçaklarda. Bağların arasına girdi. Bıraktı atın başını. Cebine el attı. Fıstık üzüm aldı biraz. Karıştırdı ikisini. Doldurdu ağzını. Öğütmeye başladı. Dişleri altın platin. Ağzı çelik makine gibi. Evci'ye varanaca yedi. Çok severdi fıstıkla çekirdeksiz üzümü. "Haggaten severim! Bir de göküş kızları!.." diye ekledi, öksürdü. ::::::::::::::::: 11 ANKARA Ankara'nın Anafartalar Caddesi'ne çıkacak. Elinde bir tahta bavul var. Posta Caddesi'nden vurdu. Hal'in önleri cin pazarına dönmüş. Đşportacılar bağırıp çağırıyor: "Malın iyisi burda!.. Reklam niyetine!.. Fabrika fiyatınaaa!.. Ucuza gel ucuza!.. Ordan alma, burdan aal!.. Mayasıl ilacından al, basur ilacından aal!.. Çekip durma! Malın iyisine gel! Gel vatandaş, geeeel!.." Yeri göğü deliyorlar. "Yok ulan, mına gorum gürültüsünün!" dedi. "Önce hale varayım! Hacı Refik Ağayı görüp yağların, balların, mor lahanaların parasını alayım!.." Sapıttı yolunu. Dalmadı gürültünün içine. Halin içi de kalabalık. Sade erkek değil, erkekten çok kadın kız var halde. Yol bulup geçmenin olanağı yok. Kızlar dar Amerikan pantolonları giyiyor. Teksas palaskalarıyla bellerini sıkıyorlar. At kuyruğu saçları sarkıp iniyor belden aşağı. "(Tövbelik hallere girmiş devletimizin kızları maşaallah! Bu kadar olmaz valla!)" dedi kendine. (Öyle de koku sürünmüş soykalar! Burnumun direği kırılacak! Bu kadar olmaz! Kadınların süslenmesi sünnet! Đyi, kabul! Fakat bakan erkeklerin nefsini uyandıracak derecede değil! Yarın köylere sıçrar bu Amerikan görenekleri! Gerçi benim için iyi! Ama dayansın mollalar, sofular!..)" Hacı Refik Ağanın dükkanı da kalabalık. Giren çıkan, toptan

Page 48: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

alışverişe gelen, perakende zeytin alan, pastırma, sucuk tarttıran, yayla balı soran, taze yağ isteyen... Arkada namazla konacak kadar bir yer var. Bir tek sandalye var. Oraya geçti Kabak Musdu. "Geç geç!.." diye göz etti Hacı Refik Ağa. Đşi çıraklara yıkıp kendi de geldi birkaç dakika sonra. Bir, "Elhamdülillah şükür!" çekti. "Mal getirdin mi?" diye sordu. "Dönüşünde mal götürecek misin?" "On kamyon kadar gözel elmam var. Soğuk debboya koydurdum. Makbuzlarını bırakayım. Kışın sekizer liradan ver kilosunu. Karanfil kokuyor yerken. Sert biraz. Ama öyle kararında sert ki, tam gevrek! Çiğner çiğnemez eriyor ağzında. Karanfil kokusuna deli olacaklar. Bizim derede yetişti bunlar. Uluguş Ahmet diye bir herif vardı, öldü. Đki üç aşıyı katıp karıştırıp o üretti. Ama ne fayda, kendisi görmedi. Biraz da yağ var taze. Şu bavulun içinde örnek getirdim. Yirmiden bırakırım. Elçiliklere verirsin. Birinci gayfaltılıktır. Bizim kırların otundan olur. Senin Hollanda yağların halt etmiş yanında. Kekik, yavşan, püren kokar! Kendim on altıdan alıyorum. Kar etmeden bırakıyorum sana. Sen yirmi beşten, otuzdan ver, bana mısın demezler. Đsterlerse Köşke de verebilirsin! Đreysicumhurumuzu besleyelim gözel yağlarla ballarla. Yalnız Köşke biraz ikramlı verirsin: Yirmi iki buçuktan! Haa; aklıma gelmişken söyleyeyim. Bu kez keklik getiremedim. Ama geĐecek sefer muhakkak getiririm! Selam söyle, kusurumuzu affetsinler..." Hacı Refik Ağa kahve söyledi. On dakika demeden geldi. Höpürdeterek içtiler. Para işini açtı bu arada Musdu: "Ne kadar gerekse vereyim!" dedi Hacı Refik Ağa: "Sorma, bir düğün meselesi var başımda! Yeniden evleniyorum! Çok giderlerim olacak! Köy düğünü gerçi, ama epey tutar gene! Ne kötü otuz bine varır. Altını akçası, başlığı, urbası, davulu düğünü... Belki şehirden tamçalgı götürmek lüzum edecek. Sen ona kırk bin de! Valla! Bir de pikap kamyon almaya karar verdim geçen sefer biliyorsun. Gerçi çıkıntı ordu malı olacak ama, ne kötü on bin de o tutar: Elli bin! Gıcı gıcır bir elli bin isterim senden! Bak eskiden kalma bonoların filan var. Đşleme koymadım. Gül hatırın var. Đstersen o elmalardan yirmi, otuz kamyon daha toplayıp bastırayım soğuk debboylara? Çok para eder! Sen bana bakma, ben gene ucuza alırım nispeten. Sana da ucuza veririm. Yada boşver, ben onları kendi namıma toplatayım. Kendi namıma bastırayım soğuk debboya. Kendi namıma satayım yılbaşına yakın. Dahi, Amerikalıların Noel bayramları gelince çıkarayım pazar. Sen bana bu dediğim paraları trak sayacaksın şimdi. Ik mık istemem!.." "Para kolay da Musdu Ağa! Çok harcama yapmağa gerek yok davul düğün diye... Hem bak, öteygün Ticaret Vekili'ne haber yolladım evinin kahyasıyla. Bize biraz akraba düşer. Zaten hemşerimiz olduğunu herkes biliyor. Đki tane pikap ayıracak gümrüksüz. Sonra telefon ettim evden. Telefonla söz aldım. Onların birini veririm sana. Ucuza gelir. Bir tane de çıkıntı malı Reo alırım sana. Ooooohhh! Ver oğlanların eline. Birini köy yollarında koştursunlar, birini şehir..." "Đkisi birden fazla olmaz mı? Ben biraz daha sabredip, bir taksi tomafili alayım diyorum kendime. Ama bu dediğin tertip de hoşuma gitti. Köy yollarına yeni pikap koşturacağıma, kullanılmış Reo koştururum daha iyi!.." "Tabii canım!" dedi Hacı Refik Ağa.

Page 49: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Şimdi sen düğün parasını say avucuma!" "Bugünlük yirmi bin versem nasıl?" dedi. "Valla paraya çok ihtiyacım var Hacı!" "Haftaya gel on bin daha al..." "Şimdi yirmi beş yap! Haftaya gelip on daha alayım madem! Bizde başlık çok olur malum! Takı dersen, o da tutar epey. Sırf beş tane beşibirlik alacağım yahu Hacı!" Yirmi beş bini alıp özenle soktu kuşağına: "Boşalan bal sandıklarını hazırlat, geçerken alayım!.." Anafartalar'daki Bursalı Mehmet Efendiye gitti. Đstediği altınları tarttırıp ayırttı: "Tokalarını, zencirlerini hazır et! Đki saate kadar gelir alırım!" dedi. Çıkarıp beş bin verdi. "Üstünü sonra al" dedi. "Sıkışacaksan kalsın Musdu!" dedi Mehmet Efendi. Çıkrıkçılar Yokuşu'na vurdu ordan. (Önce üç naylon yağmurluk aldı. "(Aklımdayken alayım, unuturum!)" dedi. "Birini babalığımızın üstüne atarız. Giyer gözelce. Adama döner dürzü! Şişenin içine girmiş gibi, şişinir köyün sokaklarında. Ötekileri de Cemal'la Hafız'ın üstüne atarım... Dur!)" dedi birden. "(Đt Omar'a da alayım! Gereğinde o da ürer azcık! Şimdiye kadar ürdü nee olsa!..)" Dönüp bir tane daha aldı yağmurluktan. Yürüdü, bluz, basma, naylon, çamaşır satan dükkanlardan birine yaklaştı. "(Nasıl olsa nişan istemez! Biraz harcama yapsak da zararı yok! Tanıdık bir dükkana girmek daha iyidir!)" Çıkıp yukarı yürüdü. Ayaşlı Fahri'nin dükkana girdi. "Fahri Efendi yahu! Bana bir nişanlık öteberi ayır! Parasını da hesap et. Anası var. Kırlı'da gelin bir ablası var. Askerde kardaşı var. Bir küçük bacısı var. Bacısı daha bir yaşında. Babasına bir gömlek koy, naylon olsun. Haydi aslan kardaşım!.." "Çay gayfa bir şey içmez misin?" dedi Fahri Efendi. "Hacı Refik Ağa'ya uğradım az önce, istemem!" dedi. Yarım saat kadar oyalandı oralarda. Çıktı. Bir kolonyacıya girdi. Üç şişe kolonya aldı. Đki şişe gülsuyu doldurttu. Tıktı bohçanın içine hepsini. Yürüdü iniş aşağı. Gezine gezine Bursalı Mehmet Efendinin dükkana geldi gene. Altınları beline sardı. Sonra gezinerek Bentderesi'nin oralara indi. Mehtap Lokantası'na girdi. Kebap söyledi kendine. "Yoğurtlu olsun hemşerim!" dedi. Coca-Cola açtırdı bir şişe. Kebap gelmeden içti. Kebap gelince bir şişe daha içti. "(Buralara Dürü'yü getireceğim asıl! Ona yedirip içireceğim bunlardan! Bayılacak!)" dedi içinden. Güzelce sıyırdı tabağın içini. Üstüne kadayıf yedi. Çıktı. Boşalmış bal sandıklarını aldı hemen. Bir hamala verdi hepsini. Elini kıçına koyup yürüdü hamalın önü sıra. Đtfaiye'nin oralara kadar yürüdü kalabalığı yararak. Minibüsler dolup dolup kalkıyordu Kızılca'ya. "Yükle oğlum şunları!" dedi yamağa. Kendi de şoförün yanına oturdu. Çok beklemedi. Hemen doldu minibüs.

Page 50: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"(Yürü ulan avrat sattığım! Yürü de Gökçimen düğün görsün! Görgüsüz Havana'nın da gözlerinin çayırları açılsın şöyle!)" dedi içinden. Kaykıldı ardına. Gözlerini yumar gibi yaptı. Dürü'yü getirdi gözünün önüne. Düğün olmuş, alıp götürmüş Evci'deki evine. Koluna girmiş, merdivenlerden çıkıyor. Konu komşu toplanmış. Çevre köylerden ahbaplar gelmiş. Bakıyorlar el çırpa çırpa. O da dönüp para serpiyor kalabalığa. Sonra Dürü kolunda, giriyor kapıdan içeri. " (Ulan ne safa be!..)" Avradı Cinli Kamile biraz kararıyor, ama o kadar olur." (Emekliye ayrılacağım, rahat edeceğim filan demez! Ne kadar aksiliği varsa döker ortaya cinli domuz!)" dedi, daldı. ::::::::::::::::: 12 ESKĐSĐYLE YENĐSĐNĐN ARASINDA Cinli Kamile derin derin soludu oturduğu yerde: "Beni de böyle kokularla, altınlarla getirdindi Kabak Ağa!" dedi. "Kahbe devran dönüp dolandı, bıktın!.." "Bin yılın başında bir doğru konuştun! Bıktım valla!" "Bundan da bıkarsın bir gün!" "O zamana Allah kerim! Seninle az mı geçindim? Şükret bu zamanaca yaşadığına! Yılanın ödünden, kuşun südüne, hiçbir şeyini eksik etmedim! Sızılar buldun, ocağın, ateşin başından ayırmadım! Döndüm durdum çevrende! Sen de, habire, "Anam anam anam!" çektin! Katlandım..." Kamile of puf etti: "(Bir kötülüğünü gördüm duydum desem yalan olur!)" dedi içinden. "(Ama bu yaptığına ne diyeyim Kabak Ağa? Çok gücüme gidiyor. Dayanamıyorum. Aklım havsalam almıyor. Duydum duyalı uykum tezikti. Dağları kaldırıp derelere dolduruyorum. Đçimdeki ağıyı sulara boşaltıyorum. Bir türlü uyuyamıyorum. Ah çekip, of çekip inliyorum sabahlaraca!..)" "Seni korkutmak gibi olmasın ama Kamile, sen gene olgun davran. Aklı başında, uz konuşan, büyük davranışlı bir avrat ol da, gene seni sırtımın üstünde gezdireyim! Ölenece güllerin, kutnu kumaşların arasına beleyip gideyim! Ne olsa benim emektarımsın! Çok günümü, bilhassa gecemi seninle geçirdim. Tatlı dillerini, gözel sözlerini işittim ara sıra. Bunları inkar edersem günah olur. Ama şimdi dönem değişmiştir, ne yapalım? Bir kez arkadaşlarım başımı bırakmıyorlar: "Kazandıklarını mezara mı götüreceksin Kabak Musdu? Evlen! Bir kız al yaşa şunun şurasında! Bir kız çok paraya patlamaz sana! Yirmi otuz bini sayarsan birincisini alırsın. Đstersen on beş bine de alırsın beğendiğini. Malına tamahlanma. Yoksul olsa da olur. Ne yapacaksın malı? Mal gölünde ördek olsan neye yarar?" Ama malsız da olmaz! Varsa malın, dünya alem kulun. Yoksa malın, dehacık yolun! Fazla saçıp dağıtmak istemiyorum Kamile. Bu Velikul'un hali vakti orta. Hatta ortadan aşağı. Böyle olması bizim için iyi. Ne söylesen kabul eder. Göküş Dürü de senin buyruğundan çıkmaz yarın. Bu Dürü'yü gördüm, gönlüm aktı! Yalan söylesem ayıp olur sana karşı. Bir nazlı suna, bir taze mısır koçanı, yani öyle bir kız, dilim tarife yetmiyor. Gene sen anlarsın. Çünkü avradın nasılından hoşlandığımı bilirsin! Yaniya çok güzel! Gönlüm aktı gitti. Umutlarım aktı. Dünyam değişti bakınca!

Page 51: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Tabii, kendimi senin yerine de koyuyorum. Çok zor! Đnsan her gün bunu düşünür. Belkim aklı da çıkar gider tepesinden. Ama biraz da senin kendini benim yerime koymanı istiyorum. Bak şimdi, yaşayacağımız kadar yaşadık şunun şurasında. Şehirli dürzüler gibi ilişiği temelli keselim demiyorum. Đstediğin zaman gene dizinin dibindeyim. Ama senden saklasam, yukarda koskocaman Allah var. Ona karşı yalan konuşmak ayıp olur. Yatıyoruz yatağa, sen bir yana dönüyorsun, ben bir yana dönüyorum. Solu Allah solu, dön Allah dön sabahaca! Ne konuşma var, ne koklaşma! Bundan bıktım işte! Elimi atasım gelmiyor uçkuruna! Bu bıkıntının elinden kaçıp kurtulmak istiyorum. Yaniya ben yatağa girdim mi şen olmak isterim Kamile! Avradın üstüne sincap kedisi gibi atılmak isterim. Sıçramak isterim döşşeğin üstünde. Bir sağ yanından, bir sol yanından sokulmak isterim avradın... Gene de senin iyiliklerini unutamam. Ben böyle insanlıklı bir Kabak Musdu'yum ki, yeni avrat almaya kalkarken emektar avradımın kalbini kırmak istemem. Senin bunu anlaman, bu işi gülüm-balım tutman gerekir Kamile! Bahusus yarın o kız çıkıp geldi bu eve, ona bir yandan kendi evladın gibi, bir yandan benim hatırımı sayaraktan değerli bir konuğum gibi davranmanı rica ediyorum. Böyle yaparsan benim saygınlığım artar. Hatta senin de saygınlığın yücelir. Tabii bunları şimdiden konuşmanın amacını anlıyorsun. Anlamanı rica ediyorum, Kamile hatun! Hep böyle "Anam anam anam!.." çekmeyi değil, biraz da bunları bil hatunum!.." Đçinde tutup durduğu soluğu salıverdi: "Biliyorum Kabak Ağa!" dedi Kamile. "Anlıyorum!" "Anladığın için teşekkür ederim! Tabii bu işi eller gibi fesatlıkla, kıskançlıkla yürütmenin gereği yok. Hele sopaya hiç gerek yok! Yukarı kattaki odalardan oğulların, gelinlerin ayaklarını keserim. Seni gün batıdaki odaya alırım. Đndirmem aşağıya. Bize de burayı hazırlarsın. Orta göz boş kalır. Ev kıtlığı mı var? Bu işi iyi karşılarsan böyle yaparım. Seni başımın üstünde tutarım. Zaten düşünürsen, asıl senin çok yararın olacak bu işten. Bir kez, çaydır gayfadır, bırakacaksın. "Emekli oldum; Kabak Musdu beni emekliye ayırdı!" deyip oturacaksın. On beşten on beşe kendi çamaşırlarını yıkarsan yıkayacaksın, değilse, onu da yapman gerekmez!" "Köyün diline düşeceksiiin! Olanca saygınlığın yitecek!.." diye inledi Kamile. Zehir gibi bir "Uuuuuf?.." daha çekti. Yırtan, yalvaran gözleriyle baktı Musdu'ya. "Saygınlığının da mına gorum, köylünün de, Kamile!" dedi. "Köy ne karışır benim işime? Kazancımın ortağı mı köy? Hazır param, servetim var! Kalkmışım bir daha evleniyorum. Üstelik emektar avradımı horlayıp atmıyorum! Benim saygınlığıma kimse daklaşamaz! Üç kuruş paraya sıkılsalar ayağıma kapanıyorlar. Herkesten ayrı çürük bir iş mi tutuyorum? Param var, evleniyorum! Hepsi bu kadar! Evlenmek için tarla sattığım yok, emektarımın boynundaki altınları yolduğum yok! Karımdan kazancımdan evleniyorum. Evlenmeyip rakı içer eritirsem, kumar oynar batırırsam daha mı artacak saygınlığım? Ankara'nın Bentderesi'nden yada Yeni Mahalle'nin fingirdeklerinden bir dost tutar, metres hayatı yaşarsam daha mı artacak? Đnsanın parası olunca en sağlamı, en doğrusu evlenmektir! Dürü gibi bir kız alıp mis gibi yaşamaktır..." Kamile, dizini büktü, başını dikti. Gözlerinden aşağıya siyim siyim döküyor. Ağlayıp ağlayıp siliyor entarisinin eteğine: "Başımın içine tuz doldurmuşlar sankim Musdu! Ben bu işe zor dayanacağım! Gidip kendimi. susuz kuyulardan birine atacağım! Bu iş senin dediğin

Page 52: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

gibi değil; zooor!.." diye ağlıyor. "Đşte ben buna kızarım, bunaaa!.." dedi Musdu. "Ben buna çıkarım dinden imandan! Ben diyorum, bu işi gözellikle, insanlıkla yürütelim! Hiçbir şey olmamış gibi tatlılıkla! Sen de tutturmuş, yağmur gibi ağlıyorsun! Öfkemi ayranımı kabartıyorsun benim! Đlle diyorsun, "Döv beni!. Al eline bıçağı, doğra beni!" Aynen böyle diyorsun. Ama ben bunu da yapamam! Ben başka bir şey yaparım sana. Bundan beter oturur içine. Đyisi mi sus! Đyisi mi hesabını kitabını gözel yap! Gözel yap da aşağı odalardan birine kapamayım seni! Daha olmadı, Kızılca'dan bir ev tutarım, götürür atarım akılsız oğullarından biriyle içine! Verim elinize üç ayda üç yüz lira emekli aylığı, "Yeyin için, Ağanıza dua edin!" derim. "Benim dalgama karışmayın!" derim. Kına gibi un olur! Ben bunu da bilirim! Sakın beni kızdırma Cinli Kamile! Sakın haaa!.." Öfkeyle kalktı oturduğu yerden: Öteberileri ortadan kaldırıp koydu camın önüne. Belindekileri söylemedi Kamile'ye. Bir iki dolandı odanın içinde. Sonra "Kalk! Kalk!" diye bağırdı. "Kalk süpür şuraları! Örtümü döşeğimi ser! Rahat bir uyku çekeyim bu gece! Kendin de nereye gidersen git! Benim yanıma yakınıma sokulma, anladın mı?" Bağırarak bir daha sordu: "Sana diyorum, anladın mı?" Kamile: "Anladım!" dedi korkuyla. "Anladığın için teşekkür ederim!" dedi Musdu gene. Kamile yıkıla döküle, "Anam anam anam!.." çeke çeke kalktı. Yatağı yaptı. Musdu girdi içine. Yorganı çekti çenesinin altına. Gözünü yumup Dürü'yü düşünmeğe başladı. Dürü, iğneye ipliğe döndü dört gün içinde. Kocadı, olgunlaştı biraz da. Gözleri çukura kaçtı. Süzüldü yüzü. Babası iyi dese, anası kötü anlıyor, parlıyor. Anası bir şey dese, babası da aynısı... Arada ezilip büzülüyor Dürü: "(Her gün hır-gür evin içi; benim yüzümden!)" diyor, üzülüyor. "Bu iş ortaya çıktı, benimle inada durdun avrat!" dedi Velikul. "Hiç kafa kafaya verip bir çözüm arayalım demedin! Herif atmaca kuşu gibi kanatlarını açıp çullandı üstüme. Bir sürü arkadaşını başıma toplayıp kıskıvrak bağladı beni. Sen de aldın karşına, avkaladın durdun habire. Bir inadın uğruna kızı verdirdin Kabak Musdu'ya!.." "Nasıl verirsin kendi başına, nasıl? Sen babasıysan ben de anası değil miyim? Babası kadar anasının da hakkı yok mudur bir kızın üstünde?!" diye bağırdı Havana. "Hak diyorsun hala! Ne hakkından söz ediyorsun ulan?! Herif diyor ki, işte altın, işte para, Dürü benim! Sen hala hangi haktan söz ediyorsun?" "Kandığı kadar para desin! Altın desin! O Toprak Soyulcana, o Şişgöbeğe verilecek kızımız var mı bizim?" Camdan bakıp Evci köyünün gün vurmuş evlerini görüyor Dürü. Dağın eteğine serili evlerini.,. Yönü geniş olanı, büyük olanı, herhalde Kabak Musdu'nun... Ata bindirip götürdüklerini düşünüyor. Gün inip akşam oluyor. Kabak Musdu giriyor içeri. Kapatıyor

Page 53: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

kapıları. Oturuyor karyolanın üstüne. Ceketini çıkarıp veriyor eline. "As şunu Dürü hanım!" diyor. "Çoraplarımı da çıkar! Sonra kıs bakalım şu lambayı!" Dürü ağlıyor. Musdu bekliyor bir iki dakika. Sonra kalkıp kendi kısıyor lambayı. Çekiyor Dürü'yü karyolaya. Alıyor kolunun üstüne. Alıyor, avkalıyor. Kaplamalarının pası kokuyor. Gövdesinin ağırlığı çöküyor. Sigara kokusu, ter kokusu çöküyor. Boğulacak gibi oluyor Dürü. Yataktan fırlayıp kaçacak dışarlara. Ama Şişgöbek tutuyor kolundan. Tuttuğu yeri morartıyor. Dirense kolu kopacak, ayrılacak gövdesinden... Göğsü, boynu altın, kolları bilezik dolu. Bir sürü altının, bileziğin arasında sabah oluyor. Görmeğe geliyorlar ertesi gün. "Đnaaa!.. Bir bu dev gibi herife, bir şu yaprak kadarcık kıza bakın, inaaa!.." diyor avratlar. "Kim uygun görmüş bunları birbirine?" Ter içinde kalıyor Dürü. Kapanıp ağlıyor. Sicim gibi döküyor gözlerinden. Ağlarken Kabak Musdu geliyor. Kaçıp ağılın köşesine gidiyor Dürü. Cinli Kamile girip geliyor üstüne. Elinde çuvaldızlar: "Gıı eşşeğin kunladığı! Neye geldin üstüme? Pek mi hevesliydin gı itin eniği? Madem hevesliydin, neye eşşek babana varmadın gı?" Çuvaldızları dürtüyor! Saplıyor göğsüne! Bacaklarına! Baldırına! Hem de apışarasına! Sapladığı yerleri kanatıyor. Kabak Musdu koşup alıyor Kamile'nin elinden. Gene götürüyor yukarı odadaki yatağa. Kanayan yerlerini emiyor. Kapılar kapalı. Lambalar kısılı. Yorganı çekiyor başına. Tutup ellerini öpüyor. Memelerini öpüyor. Öperken, emerken terliyor herif. Göbeği gövdesi yağ içinde kalıyor. Kapanıyor üstüne. Sağa kaçıyor Dürü, kurtuluş yok! Sola kaçıyor, kurtuluş yok! Yeni altınlar gösteriyor Musdu. Eskileri şıngırdatıyor. Altın, altın, bir hapaz yeni altın veriyor: "Daha nice kadifeler alacağım sana, Dürü!" diyor. Altınlar etine yapışıyor. "Đstemiyorum altın! Đstemiyorum kadifeler! Taksi tomafiline binmek istemiyorum! Seni istemiyorum Kabak emmiii!.." diyor. Ağlarken, inlerken uyuyor. Sonra kara bir kedinin pençesi tırmalıyor kolunu. Entarisi kan içinde uyanıyor. Derin bir karanlığın içinde yeniden kaçıp kurtulmağa çalışıyor. Yeniden Kabak Musdu'yu buluyor üzerinde. "Havana gııı!.. Havana gııı!." diye seslendi avratlar: Havana çıkmadı. "Git bak!" dedi Velikul. Gidip bakmadı. "Git sen bak Dürü!" dedi babası. Dürü de gidip bakmadı. "Havana gııı!.." diye yeniden bağırdılar. "Çatlayın inşaallah çatlayasıcalar!.." dedi Havana. "Dürü! Git bak kızım!" dedi Velikul. "Git bak, kim onlar?" Kapıyı dövüyorlar. "Havana!.. Havana!.." diye köyün içini çınlatıyorlar. Dürü: "Bakmam baba! dedi canını dişine takıp. "Ulan soyka kalasıcalar, ben mi bakayım gidip?!" Havana kalktı istemeyerek. "Gene geldi şişesiceler!" dedi. Merdiveni indi. Açtı avlu kapısını. Baktı: Onlar!.. Bu kez Cinli Kamile'de var! Hiç ses etmedi. Karılar doldu. Şaşırdı karılar: "Elçiye zeval olmaz kızım, bu surat ne? Eski köye yeni töreler mi koyacaksın? Nasıl konuk karşılamak bu? Kaldır elini yüzünü biraz! Biz senin evini yemeğe gelmedik. Varsa insanlığın insanlık göster! Yoksa haber ver, dönüp gidelim!.." "Yok insanlığim!" dedi Havana. "Đnsanlığın yoksa önceden haber vereydin! Gökçimen'in gül

Page 54: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

adını pis etmeğe ne hakkın vardı?" Aralanan kapıdan daldılar. Đki, üç, dört taneydiler. Đt Omar'ınki de var. Kamile, ağlayıp inleyip duruyor. Bazen de "Anam anam anam!" çekiyor belini tutup. Eli yüzü düşük, gözleri ağlamaktan şişik. Đt Omar'ınki, koltuklarııun altında iki bohça taşıyor. Şakir Hafız'ınki başı çekiyor. Yürüdüler merdivene. Havana kaldı geride. Cinli Kamile, yürüsem mi, yürümesem mi havasında. Aaaah; elinden gelse de dönebilse! Bir beklenmedik iş olsa. Musdu: "Caydım avrat! Senin gözel hatırın için caydım!.." diye bağırsa Evci'nin sokaklarında. Hemen izinin üstüne dönüp gitse. Sarılsa Musdu'nun boynuna. Öpse kocaman yüzüklü sağ elinin bütün parmaklarını tek tek! Beklenmedik bir iş olsa da Havana'nın asık yüzü gülüverse! Bu ev, bu dam, bu avlu, merdiven, bu tahtalar, topraklar, bu damdaki yuvak taşı, bu apteslik, bu kara küsük kapılar gülüverse! Beklenmedik işler olur mu acep kendiliğinden?.. Havana, eriye eriye yürüdü geriden. Velikul, sakosunu alıp çıktı dışarı. "Dürüüü!.. Karşıla kızım konukları!.." dedi çıkarken. Dürü, sesleri duydu duyalı ayakta. Kaçacak bir delik arıyor. Kaçacak bir delik yok babasının evinde. "Dürü!.." diye bağırdı Đt Omar'ınki. Güldü kabukları soyula soyula. "Dürü gıı, sarı zambak gibi açılmışın maşaallah!.. Hay yengem kırk bin kez maşaallah sana! Gel şöyle bakayım gıı!" Çekti kolundan. "Öp bakayım elimi! Öp öp, sıkılma!.." Tuttu kolundan. Aldı elini eline. Sağ elini kızın elinin içine verdi biraz da yukarı kaldırdı, zorla öptürdü. "Sıkılma kızım, ne var sıkılacak?" dedi. "Aaaa!.." "Kamile aba!" dedi Đt Omar'ınki. "Đşte Dürü'müz bu! Gördün değil mi ne kadın maşaallah! Ne altın! Öp Dürü, Kamile abamın elini! Öp kızım, utanma! Utanacak ne var? Öpüver bakayım!.." Kamile'nin elini tuttu, Dürü'nün eline verdi. Kaldırıp onu da öptürdü zorla. "Ötekileri de öp! Durma öyle solak solak! Aaaaa!.." Cemal'in karısının, Hafız'ın karının ellerini bir bir öptürdü. Pek girişkendi Đt Omar'ın karısı. Bohçaları duvarın dibine koydular. Velikul, dışarda döndü dolandı. Çekip kahveye mi gitse acep? "(Bir aksilik çıkarır mı şimdi bunlar?)" dedi kendine. Korkuyor Dürü'den, hem de Havana'dan. Havana; elinde peşkir, öyle duruyor. Dürü, duvarın dibine büzüldü. Evşen kapının önünde oturuyor yerde. Kamile başköşeye kondu kendiliğinden. Cemal'inki de onun yanına oturdu. Hafız'ınki: "Nişledin Havana?" diye sordu.

Page 55: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Hoş geldiniz!" dedi Havana şaşkınlıkla. "Hoş bulduk!" dedi üçü birden. Kamile, yıkıntının içinde kıvrandı. "Oğlu olan everecek, kızı olan gelin edecek! Bu dünya böyle!.." dedi Đt Omar'ınki. "Allah'ın buyruğu böyle!.." "Oğlunun da, kızının da Allah belasını versin! Yer yutsun hepiciğini!.." dedi Havana. "Bizimki gibi olacağına olmasın daha iyi! Bastılar ümüğümüze! Bizimkini bize komadılar!.." "O ne demek gıu Havana?" dedi Cinli Kamile. "Zorlan diye bir şey yoktur! Đstemiyorsan vermezsin kızını! Kimse kimsenin kızını zorlan alamaz!.. Anam anam anam!.." "Canııım Kamile aba!.:" dedi Hafız'ın Hacer. "Analar böyledir bilmez misin? Hiç gülerek kız veren ana gördün mü? Kolay da değildir. Yıllarca bak büyüt, eriştir yetiştir; sonra gelin ediver! Eh; zor tabii! Ama alışır insan. Havana da alışacak. Ne var şunun şurasında? Gurbet diye korkuyorsa, hiç korkmasın. Evci kaç adım yol? Ünlesen duyulacak. Kuşluk çıksan öğlene varır gelirsin. Ne gurbeti?" Bohçaları açmağa davrandı Cemal'in avrat. "Bohça mohça açayım demeyin Güssün!" dedi Havana. "Biz kız verici değiliz Kabak Musdu'ya! Bizim kızımızın emsalı değil o!" Dürü atıldı. Kaptı bohçayı. Kucakladığı gibi dışarı fırladı. Hayatın saçağına vardı bir anda. Fırlattı aşağıya. Gübreliğin üstüne düştü bohça. Dökülüp saçıldı. Velikul gördü, ama yetişemedi. Đçerden bir çığlık kopardı Hafız'ınki. Đt Omar'inki, Cemal'inki bağırdılar. Cinli Kamile bakıp kaldı. Aza sonra hayreti geçti. Bir ışık dilimi parladı gözlerinde. Yürüdü geldi, omuzlarından tuttu Dürü'nün. Kucaklayacak gibi yaptı. Bağrına basacak gibi... Dürü tartındı. "Kızım!.. Melek kızım!.." dedi Kamile usulca, içten. "Ben senin kızın değilim! "Biliyorum değilsin..." "Değilim senin kızın!.. Velikul, şaşakaldı. Öyle bakıyor. "Git topla o bohçayı, bakma Velikul!" dedi Hafız'ınki. "Neye toplasın?" dedi Havana. "Uygun yere atmadı mı kız?" "Çocuk olma Havana!" dedi Cemal'inki. Velikul, söverek indi merdivenden. Damın ardına dolandı. Topladı bohçayı. "Ulan beni köyün içine malamat ettiniz! Üstüme türkü yakacaklar!.." diyerek çıkıp geldi. Koydu bohçayı Cinli Kamile'nin önüne. "Türküyü sana yakarlar!" dedi Havana. "Doğru bir laf söyledin en sonunda!"

Page 56: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

"Sen benden ayrı mısın ulan kıllı bacaklı nalet?! Kızdırma kafamı, gir içeri!" dedi. Kolundan tutup sarstı karısını. Kızını da itti ardından. "Geçin, buyrun siz de avratlar!" dedi sıkılarak. "Allah insanı böyle asi avrada, evlada çattırmasın! Bunlar her yerde mahcup eder adamı!.." "Asi senin kendin!" dedi Havana. Dürü ağladı sulu sulu. "Utanmayı arlanmayı temelli kaldırdın Havana, bak valla boğazlarım seni! Kes sesini!.." dedi Velikul. "Benim canımı sıkıp durma! Valla alırım ayağımın altına, ezerim seni! Koca köyün içinde irezil mi edeceksin beni gııı?" "Olacağın kadar olmadın mı zaten?" dedi Havana. Birden karısının üstüne atıldı Velikul: "Kes ulan! Kes ulan!.." Ağlayan kızının omuzlarından basıp oturttu: "Bir kızı babası nere keserse kanı oraya akar diyorum size! Eski köye yeni adetler mi çıkaracaksınız analı kızlı ulan?" Havana: "Babası da uygun yere kesmeli ama! Böyle ite çakala doğrayıp buyur etmemeli heralım!.." Velikul, karıların yüzüne baktı, utandı. "Alın kaldırın şu bohçayı! Çok yüz verdik size!" "Çok yüz vermiş! Hiç sesimizi çıkarmayalım mı?" Odanın içinde bir şimşek çaktı birden. Elini yumruk yapıp kaldırdı Velikul, kaşla göz arasında indirdi Havana'nın başına: "Sus dedim sana! Kes dedim sana!.." Bir daha indirdi yumruğunu. Havana sendeledi. Başı eğildi yere. Saçı fesi dağıldı. "Amaaan, olmayacaksa alıp bohçayı gidelim " dedi Eski Muhtar Cemal'inki. "Kabak Musdu Ağamızın aradığı kız olsun! Bu olmazsa öbürü olur! Onda o para, o mal oldukça!.. Koca Evci köyü onun! Topraklarının tümünü ektirip kaldırıyor. Đsterse Hacı Eyüb'ün Emine'yi alır. Ona göre ne var? Verin bohçayı götürelim!.." "Götürün!" diye inledi Havana. "Götürün sizin olsun!.." Velikul, bir yumruk daha attı karısına: "Sus!.." dedi. "Ağzından bir sözcük daha çıksın, temelli boğarım seni bak!.." Bohçayı aldı, yüklüğün içine attı kendisi. "Yüzsüzlüğün gereği yok! Kes bakalım sesini! Sana söz verirlerse konuş. Ben varken sana söz düşmez burda!.." Karılara döndü: "Tamam avratlar, aldık, kabul ettik bohçayı!" dedi. Selam söyleyin Musdu Ağaya. Başımız gözümüz üstüne. Bu olanlara aldırmasın. Evin iç halidir. Ben biraz demokrat olduğuma, fazla yüz verdim karıma, kızıma. Ama hazmedemediler. Yarına bir şeyleri kalmaz. Musmum olurlar. Ben sözümdeyim, haber verin Musdu Efendiye. Đsterse hemen tutsun düğünü. Uzatmanın gereği yok!" "Hay maşaallah!.." dedi avratlar. "Erkek adamı gördün mü? Erkek dediğin işte tam böyle olacak!.." dediler.

Page 57: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Kamile, bir daha okşadı giderken Dürü'yü. "Melek kızım!" dedi yeniden. "Hiç tartınma bana! Benim içimi biliyor musun, ay benim melek kızım?" dedi. Merdivenin başında durdu. Havana'nın elinden tuttu zorla: "Seninkiyle benimki, kıpırdadıkça yumruk yemek başımıza! Yazan katip kara yazmış yazımızı, elcezleri kırılsın!" Gözünün içine, ta diplerine baktı Havana'nın. Ama buluşamadılar. Havana yerde alıp gökte savuruyor. Yanan yerlerine yerlerine vuruyor rüzgar. Vurdukça yalımları parlıyor. ::::::::::::::::: 13 ESKĐ ULU KERVANLAR Velikul, ocağın başına oturdu, çatalını ayırdı. Büktü dizlerini. Başını gömdü iki bacağının arasına. Öyle kaldı bir süre. Evşen kız ağlayıp duruyor. Dürü damdan düştü sanki, her yanı aş olmuş. Oturacak mı, kalkacak mı; susacak mı, ağlayacak mı; ana babasına mı kızacak; bilemiyor. Anasının halleri harap. Đçi kabarıp kabarıp kalkıyor Velikul'un. Duvardaki av tüfeğini alıp önce evdekileri, sonra köydekileri, sonra gidip o Kabak Musdu olacak dürzüyü vurmak istiyor. Sonra, "(Kabak dürzünün ne kabahatı var? Köydeki ırzıkırıkları vursam daha iyi!)" diyor. Öfkesini kime yönelteceğini, namluyu kime doğrultacağını bilemiyor. Kör bir öfkenin, kurşun işlemez bir karanlığın içinde saldırıp duruyor en yakınlarına, ilk gözüne çarpanlara... Havana kalktı. "(Tavukların ağzını örteyim!)" dedi. Avluya indi. Bir tas arpa saçtı yere. Toplandı tavuklar. Sonra biraz taze su döktü suluğun içine. Đçirdi hepsine. Sonra: "Đçeri!.. Dışarı!.. Bizim tavuk içeri!.. Yad tavuk dışarı!.." dedi. Kümesin ağzını açtı. Taş koydu kapağın önüne. Bastırdı güzelce. Ahıra girdi. Malların önüne saman döktü. Đneğin sırtına elini koydu. Okşadı biraz. Gübre deliğini kapattı. Çıktı yukarı. Velikul öyle oturuyor ocağın başında. Dürü köşeye büzüldü. Evşen'i aldı kucağına, kendi de kapının dibine oturdu. Şakir Hafız akşam ezanını okudu. Velikul bir kalkacak oldu. Giderdi ara sıra namaza. Aptes almaya üşendi. Oturdu yerinde. Uzunca bir süre geçti böyle. Karanlık köyü sardı, evin içine kadar geldi. Evlerde bulgur pilavları, un aşları pişti. Yağları yakıp kavurdular. Yanık yağın kokusu doldurdu havayı adamakıllı. Havana: "(Ekmek aş kayırmadık daha!)" dedi içinden. Ocağa bir tencere koysa, suyun kızması, pilavın pişmesi yatsıyı bulacak. Ateş de iyice kararmış. "(Hem yakmak istesem nasıl yakayım, pişirmek istesem nasıl pişireyim! Domaştı ateşin annacına, yaklaşabilirsen yaklaş!.. Elleme domaşsın aman! Sen de domaş gı Havana!..)" dedi kendine. Sıtma gibi sarardı kocasının kara yüzü. Ama anlamazlıktan geldi." (Kara tilki gibi dikti bakalım başını! Kimbilir ne fenler düşünüyor? Oğluna danışmadan, kızına danışmadan! Karısına hiç danışmadan!.. Bakalım yarın ne vidalarla çıkacak önümüze?..)" Kalktı, lambayı yaktı usulca. Fitili orta karar açtı. Derken yatsı okundu. Gene kıpırdamadı Velikul. Çocuklar acıktı iyice. Dürü açlığın tokluğun ayırdında değil. Evşen ağlıyor. Gelip anasına yalanıyor.

Page 58: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

Gidip babasına sürtünüyor. Hiç yüz vermiyor Velikul küçük kızına. Yatacak vakit, ah ıh çekerek Uluguş çıkıp geldi. "(Şimdi ayı izi kurt izine karışır!..)" dedi Havana. "Yer yutası tırpanımı hala bulamadım komşular! Her yerlere baktım, yok! Nereye koyduğumu, kime verdiğimi hatırlayamadım! Aklımın çivileri gevşemiş! Yaşlılık kötü Havana! Yaşlılık kötü, gençlik daha kötü! Seninkini sana bırakmıyorlar. Đki gündür tırpan arıyorum; yok tırpan! Tırpan arıyorum, önüme eski Muhtar Cemal'in avrat çıkıyor! Đt Omar çıkıyor! Yassıburunlu nalet bir karış bacağıyla önüme çıkıyor! Gördün mü başıma gelenleri Havana?.. Ben tırpan arıyorum, önüme Kabak Musdu çıkıyor! "Var git bre Toprak Soyulcan, var git bre Şişgöbek! Benim senle bir işim, alışverişim yok! Benim mor lahanam, körpe kızım yok? Ben tırpan arıyorum; az öteden sür atını..." diyorum; nalet herif üstüme sürüyor! Ben şaşıp yanılıp damın ardına ayakyoluna oturuyorum; tam karşıdan o geliyor! Bıktım usandım bu Şişgöbek ayıdan! Bir gün bir eltaşı yapıştıracağım avurduna, bütün kaplamaları fırlayacak!.. Sonra gidip bir takım daha yaptıracak üç yüz lira verip..." Ocağın başına doğru yanaştı: "Gıı! Bizim Velikul değil mi bu? Ocağın yansın Velikul! neye diktin başını yere? Bakıyorum kül filan da eşmiyorsun! Kül eş oğul, kül eş! Belki külün içindedir yitiğin! Raslarsan benim tırpanı da alıver aman! Đki gündür araya araya canım çıktı! Köylük yerlerin işleri çok zor Velikul! Bir tırpan yitiriyorsun arayıp tarayıp bulamıyorsun! Kabak Musdu gibi varsıl da değiliz, basıp parayı yenisini alalım! Çare yok, arayıp tarayıp eski tırpanımızı bulmak zorundayız! Rahmetli kocamın tırpanıydı ayol! Eğer bulamazsam, maşara kadar yanarım! Kadersiz başım! Aaah benim kadersiz başım!.." Birden ardına döndü: "Şu kim burda gıı!" dedi, Evşen'i tuttu kolundan. "Gözüm seçemiyor! Senin küçük kız mı Havana?" Havana cımıcık gülecek oldu, vazgeçti. "Yanlış mı sordum? Neye cevap vermiyorsun?" "Benim küçük kız, evet Uluguş!" dedi Havana. "Gözüm iyi seçemiyor ama, elimden anladığım kadarıyla, pek gözel, pek kibar, insanlıklı..." "Sağ ol!" dedi Havana ezip büzülerek. "Allah analı babalı büyütsün! Allah bahtını gözel eylesin!.." Dizin dizin yürüdü, Velikul'un yanına vardı, dürttü ardından: "Bunu da verimker oldun mu bir yerlere Velikul?" "(Al bir kaya, nerene dayarsan daya!)" dedi Velikul içinden. Başına demir külünk yemiş gibi ezildi, pıstı Uluguş'un önünde. "(Duydun mu serseri karının ettiği sözü?)" "Ne cevap vermiyorsun Velikul?" dedi Uluguş. "Verdik Uluguş!" dedi Havana. "Bunu da nişanladık Evcili

Page 59: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

gece kurtla sürüye saldırıp gündüz çobanla ağlamak

  • oğluna çürük raporu aldırıp askerden kaçıran, sonra vatan millet edebiyatı yapan siyasi liderlerin işidir.

    mavi marmara için ağlayıp sızlayıp sonra milyarlarca ticaret yapan, seneler geçince çark edip "giderken bana mı sordunuz" diyenlerin işidir.

    çobanın şimdiye kadar tepki göster(e)memesi, ileride sel olup taşacak tepkiyi sadece büyütecektir.

  • şimdiye kadar hiç duymadığım bir deyim?dir.

    şu anki türkiye'yi cok guzel özetlemekte.

  • eski laftır.

    orospu çocugu trollerin ozeti...

  • kurtlar evcil olmadığı için gece yanlarında gidip sürüye saldırılamaz. o nedenle duyduğum en saçma deyim/deyiş/atasözü vs.dir.

  • once kurdu guzel bi aglatmak lazim

  • anadolu’da çok yaygın bir sözdür ve gerçek bir durumu yansıtır. çoban köpeğinin asli vazifesi sürüyü korumaktır fakat bazı itler sürüyü korumak yerine gözlerine kestirdikleri koyun-kuzuları yiyebilmenin fırsatını kollar. sürüye yaklaşan bir canavar olduğunda sürüyü toplayarak savunmak yerine sürüyü bölüp dağıtır ve sürüyü korunmasız bırakır böylece canavar savunmasız kalan küçük grubu boğar atar. görünürde sürünün büyük kısmı köpek tarafından korunmuştur fakat gelin görün ki canavarın boğdukları yanın da köpeğin de parçaladıkları vardır. sürüyü kurtarmış gibi görünen köpek aslında sürünün saldırıya uğramasını sağlamıştır. çoban köpeklerinin bu derece akıllı olabileceklerine inanmayan çobanın sürüsü kısa süre sonra yeniden canavar tarafından ziyaret edilir.
    işinin ehli çoban ise canavarın boğduğu kuzu ile köpeğin parçaladığı arasındaki farkı kolaylıkla ayırt eder. genel kuraldır, sürüye hainlik yapan köpek sürüyü koruyan diğer köpeklerle bir aradayken, yani kendini en güvende hissettiği anda çoban tarafından tüfekle-tabanca ile vurulur. bazı çobanlar bu davranışları sonrasında köpeği bir süreliğine sürünün saldırıya uğradığı yere yakın bir noktada ağaca asarlar. bu aynı zamanda canavara da verilen bir mesajdır. bu sürü artık bir haine emanet değil denilmektedir. anlattıklarım size fazla sert ya da canice gelebilir fakat yakınlarınızda küçük baş hayvan çobanlığı yapmış bir tanıdığınız varsa teyit edebilirsiniz.
    ilaveten bir ekstra durum daha vardır ki bir çoban için felakettir. sürüden kuzu ya da koyunları yemeyi planlayan bir köpek yerine birden fazla köpeğin olması. allah muhafaza çok sayıda hayvanın telef olmasına sebep olabilecek bir durumdur. böylesi extrem bir durumda köpekler etrafta bir tehlike sezmişçesine koyunları tedirgin eder ve önce sürüyü bölerek koyunların kendilerini güvende hissetmelerini sağlar sonra da tehditin boyutu artmış izlenimi oluşturarak sürüyü hızla bir araya getirip koşturmaya başlarlar. genelde geçilmesi zor bir yere ya da uçurum kenarına sürüyü yönlendirirler ve sürünün canhıraş bir şekilde uçurumdan atlaması için sürüye saldırırlar. fırsatını bulduğum bir gün sizlere çoban ve köpek arasındaki bağın öneminden bahsedeyim.

    çobanlık anılarım depreşti vesselam.

  • (bkz: dexter)

    dexter

    dizinin başlangıcı bile heyecanlandırıyor insanı.

  • tam olarak dün kemal kılıçtaroğluna yakıştırdığım söz öbeği.

  • gizli oslo görüşmeleri dönemindeki türkiye için söylenmiş olması muhtemel söz.

    pkk teröristlerinin ayağına hakim götürüp bir ellerinde af belgesi, diğer ellerinde silahlarıyla ülkeye güle oynaya sokuldukları döneme de ait olabilir.

    barzani'nin resmi devlet protokoluyla ağırlanıp krg bayrağının göndere çekildiği zamanla da ilgili olabilir.

  • kurt ile çoban arasında fark olmadığı için ikisiylede iş yapan zaat burda bakın burası çokomelli olan sürüye olmuştur bu sürü artık murdar mundar mordor neyse işte olmuştur sürünün yenilenmesi gereklidir

  • FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Page 1: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Fakir Baykurt Tırpan ::::::::::::::::: 1 GÖKÇĐMEN Gökçimen'i bilen azdır. Ankara'ya bağlı bir köydür bu. Bir küçük tepenin eteğinde elli kadar ev, bir cami, bir dibek, bir çeşme, bir yunak, bir çürük okul ve elli kadar gübreliktir. Evler yan yana, birbirine bitişik ve toplucadır. Hepsinin yönü güneyedir. Köyün ardında çamı, ardıcı tükenmiş bir dağ durur. Ön yanı açıklıktır. Bu açıklıkta Gökçimen'in tarlaları serilir. Tarlaların bir başından bir başına kırk dakikada yürünür. Bu açıklığın hepsi Gökçimen'in değildir üstelik. Evci köyünün tarlaları gelir Gökçimen'in koltuğuna sokulur. Bir yandan da Kayadibi köyünün tarlaları başlar. Arkadaki dağdan belli belirsiz bir su çıkar. Büküle büküle öteki köylerin topraklarına gider. Đki kıyısına söğüt, kavak dikmişlerdir. Bağ bahçe yapmışlardır. Kimi yerler çayırlıktır. Köyün camızı, sığırı, sıpası buralarda yayılır. Yaz gelince de kesilmez. Gökçimen'in insanlarına, hayvanlarına yeter iyi kötü. Oysa çoğu köylerin suyu kesilir. Çiçek çimen, yeşermiş ot, ne varsa yanar kavrulur yazın. Çevre köylerde bir inanç vardır: "Gökçimen'in suyu kesilmediğinden, her yanı çayır çimendir. Çayır çimenin yeşili kızların gözüne yansır. Bu yüzden göküş olurlar. Eğer avucunda üç kuruşun var da kendine yeni bir karı almak istiyorsan, Gökçimen'e git, kız al!" derler. Geçen zamanlar bu inancı doğrulamış, çevrenin varsıllarını hiç yanıltmamıştır. Parayı kuşağına doldurup gelen, istenen altınları da takınca; beğendiği kızı ata bindirip götürmüş, gel demiş imama, kıydırmış bir nikah, ondan sonra istediği kadar çalıştırmış, istediği kadar çocuk doğurtmuştur. Yıllar geçip Gökçimenli kız biraz kocayınca, onu bir köşeye itmiş, belki onun kazancıyla, Gökçimen'e varıp bir kız daha almıştır. Karşıdan bakarsan Gökçimen'e çok para girer. Bu sözün karşılığını köylüler şöyle verirler: "Canım, kız parası değil mi? Elde avuçta eğleşmez ki... Tütüne gayfaya anca yeter..." Analarının, ebelerinin dediği gibi, bu köhne dünyanın üzerinde olanlar hep Gökçimenli kızlara olmaktadır! Sanki bir alın yazısıdır bu. Değişmez! Epeyce oluyor, erkekler Birinci Dünya Savaşı'na gitti. Seferberlik oldu. Yunanı kovdular. Cumhuriyet geldi. Đkinci Dünya Savaşı oldu. Neyin nesi, kimin fesi olduğu belirsiz bir demokrasi çıktı. Yarım yurum bir okul geldi. Kaymakam uğradı. Evlere çantalı, pilli radyolar girdi. Gene de dipli köklü bir değişme olmadı yaşamda. Kızların alınıp satılması geleneği sürdü geldi. Daha da gidecek...ti! Velikul'un Dürü, geçen mayısta beşi bitirdi. Vekil öğretmen Kızılca'dan fotoğrafçı getirtip resmini çektirdi. Resimli bir diploma

    Page 2: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    verdi Dürü'ye. Diplomayı aldıktan sonra göğüsleri kabarmaya başladı kızın. On üçünü bitirip on dört oldu yaşı. Anası saçlarını uzattı hemen. Boyalı iple, gök boncukla ördü. "Dorum kızım, döşlü kızım, göküş gözlü kızım!.." diyerek okşadı. "Dürü, o yazı, ana babasının yanında, bağda bahçede, toprakla uğraşarak, burçak yolarak, ekin biçerek, döven sürerek, saman çekerek, harman yeri süpürerek geçirdi. Çalıştı, pişti. Güz geldi. Güz geldi, unluk buğday yudular. Ardından bulgur kaynattılar. Çulları, cecimleri dam başına sermişlerdi. Bulguru kurutuyorlardı. Çabuk kurusun diye sık sık karıştırıyorlardı. Dürü, eline bir ayva almış, kemiriyordu. Dürü'nün yüzü, yanağı pembe, gözleri yeşildi. Gökçimen köyünün yeşiliydi tastamam. Ayva sarıydı. Dürü dam başında ayva kemirirken, at üstünde bir "herif' belirdi. Evin önündeki yoldan geçip gidecekti. Hızlı sürüyordu atı. Birden yavaşladı. Sol elini başına götürüp şapkasını tuttu. Sağ elinde kamçısı vardı. Gözünü kızın üstüne yapıştırdı bir süre. Sonra usulca, ağır ağır geçip gitti. "(Bu kızı Allah kendi yapıp yaratmış! Uzun uzun uğraşmış! Elini yüzünü, kaşını gözünü kendi tamamlamış. Kalfalara filan havale etmemiş!.. Böylesini Cenabı Allah ancak kendisi başarabiiir! Bravo!..)" dedi. Dürü titredi. Elinde ayva, kalakaldı öylece. Ağzındaki lokmayı yutamadı. Giden "herif'in ardından öfkeyle baktı. Bir süre sonra, hiç ayırdında olmadan, "Kudurası nalet! Tastamam bir nalet, başka ne olacak!" dedi: Anası işitti: "Ne o gıı? Kime "nalet" diyorsun?" "Geçip giden herife diyorum! Baktı bana!" "Baksııııın! Ne varımış bakmayla?" "Đstemiyorum! Ona bak dedim mi?" Havana korkuyla doğruldu. Gideni araştırdı: "Haaa!" dedi birden. Aklı suya eriverdi, "Kabak Musdu gidiyor ay kızım! Hıyanet köpeğin biridir. Kuşağı para doludur. Baktı mı kötü bakar. Sen de ne dikiliyordun saçakta, elinde ayva? Tüh tüh! Gördün mü şimdi?" Dürü korktu: "Neden tüh çekiyorsun?" Havana başını eğdi. Bulguru karıştırdı. "Söylesene ana, neden tüh çekiyorsun?" "Yok bir şey! Yok bir şey!" dedi Havana. Kabak Musdu'nun ardından bir daha baktı. "Kudurası nalet!" dedi. Atın üstünde parçalanmış gibi duruyordu Kabak Musdu. Bağların arasına girdi. Ağaçların arasında yitti. Bağlar bitince yeniden beliriyor yol. Havana, gözlerini dikip beklemeye başladı. Bir süre bekledi. Musdu çıkmadı. "(Allah Allah, neden çıkmadı bu?)" dedi. Belki atın başını çekti, düşünüyor orda. Yooo; beri yandan çıktı birden! (Hay nalet!..)" Dönüp geri geliyor! "(Hay kudurup da yağlı kurşunlardan gidesi!..) " "Đçeri gir Dürü! Hemen içeri gir gözel kızım!"

    Page 3: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Dürü koştu içeri: "Kudurası nalet!" dedi yeniden. Ellisine geldi Kabak Musdu. "(Böyle kızları görünce, zaten yumuşak olan yüreğim daha da yumuşar. Ne hikmetse, sadeyağ gibi eriyiverir!.. Bayılırım elini yüzünü Cenabı Allahın kendinin yaptığı kızlara!..)" dedi kendine. Ankara'nın bu köylerinden koyun kuzu toplar, götürür Et Balık Kurumu'na, yada kasaplara satar. Vekillere, elçilere mor lahana, bal, peynir götürür. Petekli oğul balı bulur. Ankara'daki Amerikan pazarlarından da mal alır, içerlere aktarır. Çankaya köşküne keklik, bıldırcın, av kuşu götürür. Ankara'da bir spor kulübünün onur üyesi. Partinin başkan vekillerinden hovardalık arkadaşları var. Kabak kafa, şiş göbek bir şey. Ağzı fişek kapçığı gibi, gümüş krom dolu. "(Đnsan bu gözel dünyayı bir iki karıyla geçirecek değil ya! Variyeti, dirayeti, hem de şansı olan herkes bakmalı ötekilerini de tadına, ne sakıncası var?)" diye düşünürdü. Bir "Serkisof" saati, parmağında kocaman bir yüzüğü var. Yeni yeni tırnak kesecekleri, çakıları var. "(Gözel sevmek ayıp değil, yasak değil, günah hiç değil! Toprağımızda parayı veren düdüğü çalıyor çok şükür; karıyı kızı tespih gibi diziyor. Dahi Ankara'da!..)" derdi. Çakmağı, tespihi, içinde balık resmi görünen anahtarlığı var. "(Kelami Kadimin, Cenabı Allahın, büyük peygamberlerin, eşkıyaların hem de hocaların dediği, yaptığı bu değil mi? Nafakasını sağlayabildikten sonra, al alabildiğin, sev sevebildiğin kadar! Evet, yenilerini sevmekle, eskilerini de sefil ettiğimiz yok şükür!..)" derdi. Aynası, dürbünü, tabancası var. Cepleri aktar dükkanı gibi. Her şeyi var. (Yeşil gözlü, göküş kızlara bayılıp bitiyorum!)" derdi. Parası da var... Geldi kocakapının önünde durdu: "Gııı Havanaaa!" dedi. Havana seslenmedi. "(Eğer bu kapıdan bir kısmet varsa bize, yaşadık yolun sonuna doğru! Yonca yaprağı gibi ağzına tükürdüğümün kızı! Şu Cenabı Allahın ne hünerleri var dünyada!)" dedi. "Havana, gıı! Velikul evde mi? Kuzu alacağım!.." Havana yüzünü gözünü topladı yazmasıyla: "Bizde satlık kuzu yok Kabak Ağa, git işine!" "Başka iş de konuşacağım gı, yok mu Velikul?" "Yok, dedim! Kızılca'ya gitti, dönmeyecek!" "Gı o nasıl laf? Kendi yoksa, evi var! Aç kapıyı!" "Açamam! Sahibi olmayan evi nasıl açarım?" "Gı deli olma, hayırlı bir iş konuşacağım!" "Senin karnında hayır eğleşmez! Açamam!" "Allah Allah ve süphanallah!" dedi Musdu. "(Ulan ne kuduz karı! Şunun laflarına bak! Az önce gördüm kocanı bükecin başında ulan! Ama haydi! Neyse! Yüzüne furmayım yalanını! Saydığım yerler

    Page 4: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    var!..)" Atını köy içine sürdü. Dürü, kapının aralığından başını uzattı: "Yılışık herif! Yok diyoruz, hala sırnaşıyor! Def olup gitmiyor!" Havana: "Durduğumuz yerde, gördün mü başımıza geleni ay kızım? Sen de eline bir ayva alıp ne dikilirsin o saçağa ay Dürüm? Gider babanı bulur şimdi! Kendir büküyordu..." Caminin dibinde yirmi kişi kadardılar. Velikul, kol çeviriyor. Dört beş komşu da, elinde birer kendir kolçağı, çeke çeke gidiyorlar. Bu telleri birleştirip urgan yapacaklar. Kabak Musdu indi attan. "(Sersem karı! Benim nasıl temiz yürekli, ne kadar yumuşak bir adam olduğumu sanki bilmiyor! Variyerimden, dirayetimden sanki haberi yok! Açmıyor kapıyı! Hem sersem, hem cahil, ne olacak?)" Atı yedeğine aldı. Yürüdü kendir bükenlerin yanına doğru: "Selaaam! Va aleyna aleykümselam ağalar!" Dürü çıktı içerden: "Gitti mi o kudurası, ana?" Havana'nın içi altüst. Elleri titriyor: "Gitti!" dedi. "Gitsin, bir daha dönüp gelmesin inşaallah!.." "Çok korkuyorum ana! Yüreğim güp güp furuyor!" Elini sol göğsünün üstüne koydu: "Şuna bak!" dedi. Yuvarlacıktı orası. Güp güp güp. "Şuna bak ana!.. ' "Ne bakayım deli? Benimki de furuyor!" Adamlar saygı gösterip selam aldı. "Hayrola Kabak Ağa? Neden döndün? Sormakta sakınca yok ya?" "Ha... şey... yok! Şey, Veli'yle konuşacağım. Yaniya Velikul'la! Satlık kuzusu olduğunu duydum da..." "He hı şey..." deyip duruşundan kuşkulandılar. Eski Muhtar Cemal sordu: "Koyun mu, kuzu mu?" "Kuzu kuzu... şey!.. Đstediği parayı vermeğe hazırım! Bir görüşelim hemencik dedim." Velikul, bükecin başında, Kabak Musdu'yu görüyor, ama konuşulanları duymuyor. Kol çeviriyor habire. "Velikul burda... ama?.." dedi Eski Muhtar. "Senin dediğin kuzunun pazarlığı önce iki ahbap arasında açılır. Đstersen alalım kendisini tenha bir yere gidelim. Đstersen bize de gidebiliriz yaniya..." Havana: "(Çok göz-önü bir yere yapmış bu yıkılası evi yapan!)" dedi kendine. "Hiç insan getirir de köy içine ev kondurur mu? Şöyle bir kuytuya yapar... Eee; ne olacak şimdi?)"

    Page 5: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Dürü, "Korkuyorum ana, çok korkuyorum!..." diye bir ağlama tutturdu. "Anacığım... anacığım!.." "Anacığının adı batsın! Sen korkuyorsun da ben korkmuyor muyum köpeğin eniği? Eline ayva alıp ağzını doldura doldura dikelmeseydin yolun annacına! Şimdi de "Korkuyorum anacığım! Korkuyorum anacığım!" diyorsun! Korkmadan git! Baban olacak herif de bükecin başındadır şimdi!" Kabak Musdu: "Çok memnun olurum Cemal! Eve gidersek haggaten iyolur! Velikul'a haber ver, tez gidelim! Yaniya ben bu işe birden karar vermiş değilim. Eski fikrim..." Elindeki kamçıyı tozluklarına vurdu şap şap: "(Soyka Havana, Kızılca'ya gitti diyor! Đşte kıstırdım kocanı!.. Görgüsüz karı, gel buyur dersin! Hoş geliş edersin! Çay pişireyim mi, çalkama yapayım mı? dersin! Allahın buyruğuyla, peygamberin kararıyla kızına müşteri oluyoruz, ne suratını asıyorsun? Hiç mertebe, hüsnü tabiyat yok mu sende? Bu edepsizliğinle o gözel kızı nasıl doğurdun, nasıl büyüttün?)" Sokurdandı böyle. Velikul: "Valla, işimizi bitirmeden nasıl gideriz Cemal?" dedi. "Bitirelim ondan sonra! Sorsana, ivmecesi neymiş?" "Đvmecesi neymiş olur mu? Önemli işi vardır! Alışverişçi adam! Bir an önce cevabını alıp gitmek ister: Olur olur, olmaz olmaz!.." "Đyi ya, beklesin madem! Urgan büküyoruz!" "Aksilik etme ulan; bükeci veriz komşulara! Tire sicimi olacak değil ya senin danaların ipi! Ha biz, ha onlar! Komşular yapıverir. Biz de gider konuşuruz!" Zorla kalktı Velikul. Yerine bir adam oturttular. Eski Muhtar Cemal de kendi yerine birini buldu. Kabak Musdu'nun yanına vardılar birlikte. Saygılıca durdular önünde. Musdu: "Merhabalar olsun Velikul!" dedi. VelikuĐ kısaca, "Merhaba!" diye aldı selamı. Üçü birlikte yürüdüler. Arkaları sıra Şakir Hafız da geldi. "Şayet bir sakıncası yoksa ben de geleyim!.." diye ağız yaptı bir de. "Hayırlı konuşmalarda bulunmayı severim!" Kabak Musdu baktı: "(Đstemez, kal ulan!)" diyecekti, düşüncesini değiştirdi: "(Đş yokuşa ağarsa yardımı dokanır!)" diye geçirdi içinden. Sonra: "Yok canım, ne sakıncası olsun! Daha faydan dokanır; gel gel!" dedi. Yürüdüler. Dibeğin başına bir küme karı toplanmış. Đkisinin elinde soku var. Keşkek dövüyorlar. Sokuları indirip kaldırdıkça "Hık!" ediyorlar. Kurumuş kocakarılar. Otuzundan yukardan. "(Genç olacaklardı da sokuyu salladıkça turunçlarını görecektik! Gerdire gerdire patlatırlar gömleklerinin göğsünü!)" Elinde kalbur, çuval tutan karılar usulca arkalarını

    Page 6: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    döndü. "Birkaçı: "Ne nalet herif! Yiyecek gibi bakıyor köyün karılarına!" dedi. Ama bu sözler, dilleriyle dudaklarının arasından ancak bir fısıltı kadar çıktığından, kimse uymadı, anlamadı. "(Kıç döndü soykalar!.. Karı kısmı kocayınca işte böyle kıç dönüyor. Dönün ulan! Adamın kuşağı dolu olunca genci bulunur bunun! Genci, hemi de koklanmadık dormurcuk gülü de bulunur!..)" Cemal'in kocakapının önünde bir dut ağacı. Fidanını ziraattan yedi buçuk liraya almıştı. Aşılıydı. Epeyce boylanmıştı beş yılda. Dibinde kazlar var. Mal maşat zarar vermeyecek sertliğe gelmiş. "(Dut ağacı dut verir!)" dedi Musdu. Đçinden aynı şeyi Cemal de geçirdi. " (Yaprağını kıt verir! Oğlan büyük... kız küçük... Sarılması tat verir!)" Cemal yan gözle Kabak Musdu'ya baktı. "(Ayı!..)" dedi içinden. "(Ayı, ayı!.. Tadı tuzu olmaz bu işin, ayı!.. Biri bir tel, ince bir çayır! Öbürü kooskoca bir ayı!..)" Köpek ayaklandı. "Suuuuust!" dedi Cemal. "Yat aşağı!.." Köpek yattı aşağı. Musdu'nun atını sayvana bağladılar: Heybesini indirdiler. Şakir Hafız oraya, duvarın dibine su döktü. Sonra çıktılar yukarı, Cemal'in konuk odasına. "(Aaah; olanak!)" dedi Cemal içinden. "(Bunun da miyadı doldu, benimkinin!.. Azıcık olanak olsa; aah!..)" Sonra yüksek sesle, "Kalk bize birer çalkama yap Güssün!" dedi. Karısı, teknenin başına oturmuş tarhana karıyordu. Güssün'ün yanında görümcesi var. Yardım ediyor. "Hemen kalkayım, siz geçin!" dedi. Geçip döşeli odaya oturdular. Đçerisi ayva kokuyor. Yüklüğün altı ayva dolu. Sarı bir mısır asmağı damın merteğine bağlanmış. Duvarda bir de pazen entari sallanıyor. Kırmızı kocaman güller var entarinin her yanında... "(Đlle de şu ayva kokusu yarabbim! Ulan bu dürzü Velikul'un kızında ne var böyle, birden furdu beni? Allah Allah ve süphanallah!.. Pek de birden sayılmaz ama? Đşte... Canım, tutup da tadına mı baktık? Gene birden sayılır...)" Dibeğin başındaki karılar: "Üçü bir olmuş, Şakir Hafız'ı da almış, acap ne yapmağa gidiyorlar dürzü Cemal'in evine? Velikul, koyun kuzu, dana düve mi satacak? Yoksa petekli oğul balı mı verecek Almanlar, Amerikanlar yesin diye?" Kendir bükenler: "Kıvratın ağalar kıvratın Velikul'un ipini! Şimdi döşeli odaya girip pazarlığa oturdular. Velikul, paragözün biri. Şakir Hafız derseniz ara bulmayı sever. Kabak Musdu kendi açıkgözün teki olduğundan bu iş biter bugün! Eski Muhtar Cemal'a gelinceee!.. Cemal'a gelince... Ulan senin ne çıkarın var da alıp götürdün bunları evine ay kara dinli dürzü?.."

    Page 7: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Kahveci Koca Linlin geçiyordu: "Enayi enayi soruyorsunuz!" dedi. "Bu köyde Şişgöbeğin esas bok yedicibaşı kim? Eski Muhtar Cemal! Dürü'nün pazarlığı kesildi de pey verildi mi, Cemal belki de Velikul'dan daha çok kazanır dolaylı olaraktan..." Dürü, kapandı ağlamaya. Hayat duvarının dibine çöktü, kalkmadı: "Ben de Elmalı'ya kaçar, Haçça teyzemin yanına saklanırım! Gelmem geriye! Benim gibi bir kızınız yok derim! Haber yollasanız da gelmem!.." "Erişikli baban bilmez senin oraya gittiğini de saklanırsın! Hem dur bakalım, kim bırakıyor Elmalı'yada kalkıp gidiyorsun ay deli?" "Giderim! Ruhunuz duymaz! Bugünden giderim!" "Bırak zırlamayı eşşeğin dölü! Belki baban keser atar, "Benim bu işe rızam yoktur; hemi de kızım daha küçüktür!" der, bin yılın başında adam gibi bir laf eder..." Dürü: "(Şeklim şüphem kalmadı artık! Anam da benim gibi korkuyor!)" dedi. Daha çok ağlamaya başladı: "Çileli başım! Kadersiz başııım! Kara yazılı başıııım! Onmadık başıııım!.." Havana'nın bir güleceği geldi: "(Tırnak kadar şey! Çok gözel yaslar öğrenmiş! Çok da ufacık! Ben buna nasıl dayanırım ay gözel Allahım?)" ::::::::::::::::: 2 KABAK MUSDU Velikul, epeydir gelmiyor Cemal'in evine. Yerler bir sürü hayvan postuyla kaplı. Duvarda bir tüfek, bir fişeklik, bir de av çantası asılı. "(Ayran, çalkama diye uzatacaklar!.. Bükeci ele emanet edip geldik!..)" dedi kendine. "Cemal yeğen! Durumu biliyorsun! Ayranı çalkamayı boşver! Sağ ol yaniya! Ben konuyu anlayıp hemen gideyim! Kendiri, bükeci bırakıp geldim yaniya!.." "Konuyu..." dedi Cemal. "Ben de bilmiyorum!" Velikul, Kabak Musdu'ya baktı. Şakir Hafız: "Konuğu sıkboğaz etme Velikul! Adam rahatcana bir ayran içsin hiç olmazsa!" "Yok canım!" dedi Musdu... "Nasıl olsa konuşacağız!" Cemal: "Urgan için tasalanma canım, bükerler!" dedi. "Pekey, benden ne istiyorsunuz sormak ayıp olmasın?" Eski Muhtar Cemal sustu. Şakir Hafız da sustu. "Bir alışveriş konusu var!" dedi Kabak Musdu. Boğazını kazıdı. "Yaniya hayırlı bir konu..."

    Page 8: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Başına bir uğultu girdi Velikul'un. Kulakları çınlamağa başladı. "Nasıl yaniya? Ne gibi bir hayırlı konu? Yaniya bende bal yok, peynir yok! Pekmezim var, o da satmağa yaramaz! Mal davar da yok satılık!" Dürü'yü diyecekti, titredi. "(Yok canım! Yok! Bu değildir! Kattiyen! Kabili mi var?)" Yutkundu: "Anlayalım ne ise? Açık konuş kardaşım Musdu Efendi..." "Yaniya bunda saklanacak bir şey yok Velikul! Açık konuşalım şunun şurasında! Nasıl olsa konuşacağız. Allahın buyurduğu bir şeyi konuşmak ayıp değildir. Abes de olamaz..." Öksürdü. Đçinde balık resmi görünen anahtarlığını çıkarıp oynadı: "Peygamberimizin de buyruğu budur. Benim gayem, insanlık görgüsüne uyarak, hemi de şunun şurasında bir komşu köyüz, her zaman sıkı ilişkimiz var. Cemal de çok sıkı ahbabım olduğundan, birbirimizi iyi tanırız..." Velikul diz değiştirdi. Kabak Musdu biraz açıldı: "Bu nedenle, lafı uzatmakta hiç fayda yok Velikul! Allahın buyruğudur! Benim kocakarı hastalığı iyice ilerletti. Sızıdan sancıdan eli bir işe varmadığı gibi, belini doğrultup kendi zaruretini bile gideremiyor! Evimi de az çok bilirsin. Gelen giden evidir. Deveciyle konuştuğumuzdan, kapımızı büyük yaptırdık. Çayımı çorbamı pişirip sunan yok. Ahbaplarımın karşısında mahçup oluyorum. Geçen gün bu halimi sezdi kocakarı. Şimdi kendi yok, Allahı var. Kamile, haggaten kamil avrattır. Dedi: "Evlen Musdu! Yok başka bunun çaresi! Benden sana hayır yok! Đşte gönlümle söylüyorum: Bul bir helal süt emmiş, terbiyesi, namusu yerinde, eli ayağı düzgün kız. Hemen alıp getirelim!" Aynen böyle söyledi. Ben de dedim: "Estağfurullah! Bu yaştan sonra? Hem de senin üstüne? Yapamam Kamile! Beni zorlama! Beni bu işe yöneltme!" Gene de üsteledi kocakarı: "Bu yaştan sonra olup da..." dedi. "Daha kırkına gelmedin! Peygamberimiz altmışında yeniden evlenmedi mi? Hazreti Bilali Habeşi Efendimiz de öyle yapmadı mı?" Az çok okumuşluğu vardır Kamile'nin Đslamca. "Onlara bakarak sen daha delikanlı sayılırsın!" dedi. "Benim üstüme diye de hiç düşünme! Nedenine gelince, gönlümü rızamı veriyorum bir; ikincisi, ihtiyacın var! Hizmetini gören yok Musdu! Yaranın yoldaşın geldiğinde mahçup oluyorsun. Üçüncüsü, az çok variyetlisin. Karın kazancın yerinde! Nafakasını tedarik edebildikten sonra yeniden evlenmek şeriatın buyurduğu bir iştir..." Kamildir dedim ya! Aynen böyle söyledi. Bunun üzerine..." Yutkundu Kabak Musdu. Biraz bekledi. Bakındı. Şakir Hafız, "Eveeet!" dedi uzunca. Cemal: "Tabii canım, yengemiz mertebelidir!" dedi. "O böyle her Allahın günü üsteleyince, ben de fazla, karşı duramadım! Mertebeli kadın olduğundan, - fazla zaptı raptına gitmemişimdir ama - hatırını çok sayarım. "Yalnız senden istediğim bir şey var Musdu: Alacağın dul olmasın, kız olsun! Tabiyatımıza göre her şeyi kendimiz öğretelim! Yeter ki helal süt emmiş olsun!" dedi. Bunun üzerine pekey dedim. Başladım helal süt emmiş bir kız aramaya! Tabii zor iş! Günlerce uykularım kaçtı. Elmalı'da, Erikli'de, dahi Aşağı Arapça'da, öteki köylerde, alışveriş sebebiyle dolaşırken çok bakındım, gözümün tuttuğu bir kız bulamadım. Dul olsa çok var. Kocası madende ölmüş, Kore'de kalmış... Ama Kamile dul istemiyor... Efendi, inanır mısın, bulamadım! Ya gözüm tutmadı, ya gönlüm sevmedi! Tabii bir de gönlün sevmesi var. Ben çok yufka yürekli, hem de ince

    Page 9: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    gönül bir herifim. Yaniya benim göbeğimin şişgin olmasına bakmayın. Çok merhamet ederim kadına. Tabii o bunu suyistimal ederse yandı! Kaplan gibi kıskanırım! Severim, esirgerim ama o bunu suyistimal edip midemi bulandırdı mı gene yandı! Onun için çok dikkatli aramağa başladım..." Şakir Hafız, Velikul'a bir göz attı. Gök gözlerinde Dürü'nün yeşilini aradı, bulur gibi oldu. "Haklısın Musdu Efendi!" dedi. "Gökçimen, öteden beri bildiğim, beğendiğim bir köydür. Ölen ilk ailem zaten buralı olduğundan, günde olmazsa, günaşırı gelip gittiğim bir yerdir. Velikul'un evi de yolun üstünde. Göz ucuyla çok dikkat edip beğenmişimdir dahiliyesini. Yaniya yüzüne söylüyorum, kusura bakmasın, hem de Havana benim öz kardaşım olsun, ve kerimesi, Allahın buyruğu yerini bulmadığı takdirde o da kızımdır, her geliş geçişimde dikkatle bakarım, yaniya size nasıl vasfedeyim, Havana kadın, melek gibi bir kancıktır! Helbet kızını da kendi gibi yetiştirmiştir. Ne demişler? Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini. Hemi de Şakir Hafız daha iyi bilir, Kuran sözüdür, Hazreti Peygamberimize Arafat dağında nazil olmuştur: "Analar gümüştür, kızlar som altın!" Dedim: "Yahu Musdu, ne sallanıp duruyorsun? Dikkat et şu Velikul'un kızına! Var mı darı tanesi kadar kusuru? Anasında babasında bir leke?" Cemal: "Estağfurullah!" dedi. "Köyümüzün hanedan adamı!" Şakir Hafız da, "Tastamam öyledir?" diye pekiştirdi. "Bunun üzerine cevap verdim kendime: Yoktur! Bunca yıldır gelir geçerim, Havana'yı kızlığından bilirim, çayırda yalnayak koşup zıpladığı günleri görmüşümdür, haggaten yoktur! Deral gittim kocakarıya: "Kamile hatun, gözlerin aydın! Aradığımızı buldum!" dedim. "Kim?" diye sordu. Şöyle bir iki başka ad söyledim Elmalı'dan, Erikli'den. Şimdi sizden saklasam Allah biliyor. Gökçimen'den de söyledim bir iki ad. Yahu arkadaş, hiçbirini tutmadı benim kocakarı! Tutmadığını da ağzını sımsıkı yumup susmasıyle belli etti. Karalayıcı kınayıcı söz söylemez kimse hakkında. Çok mertebelidir. Tam, "Atakçı Veli"nin, yani Velikul'un kızı..." der demez. "Dur!" dedi. "Hanedan sülaledir! Biraz yoksuldur ama, asaletine diyecek yoktur, orda dur!" dedi. "Velikul'un öyle bir kızı var mı?" dedi. Gelip geçerken birkaç kez gördüğümü anlattım. "Yalnız biraz yaşça küçük!" dedim. Çok memnun oldu. "Bilakis iyidir! Ağaç yaş iken eğilir! Yalnız iyice bir daha bak! Gözün tutsun, gönlün sevsin. Ondan sonra karar ver. Benden yana tamam. Ben olurumu korum bu işe..." dedi. Đşte bunun üzerine, bugün Kayadibi'nden dönüyordum, Koreli Hüsnü'de biraz alacağım vardı, dürzüyü evinde bulamadım, öfkeylen dönüp gidiyordum, tam Velikul'un evin önüne geldim, geçip gideceğim; Allah tarafından, Velikul'un ev halkı da damın başında bulgur kurutmuyor mu? Kalbime hiçbir kötülük getirmeden bir kez daha bakıp kararımı verdim. Sonra sürdüm atı gidiyordum. Düşüncemi değiştirip döndüm. Bağların arasından. Geldim Velikul'un kocakapıyı furdum. Havana: "Velikul evde yok!" dedi. Çok terbiyeli konuştu, memnun oldum! Sonra bükecin başına geldim. Dedim: "Şimdi bunun uygunu değil, önce kocakarının gelip görüşmesi gereğidir, benim daha sonra çıkmam iyolur, ama... Canım ortada hüsniyet olduktan sonra ne fark eder? Hazreti Peygamberimiz, hem de Tanrı'nın büyük aslanı Hazreti Ali Efendimiz, kendi dünürlüklerini kendileri yaptı. "Sen de kendin yap, büyüklerin yolundan yürü Kabak Musdu!" dedim kendime. "Velikul

    Page 10: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    olgun adamdır. Halk içinde konuşmayı da bilir, susmayı da! Đki olgun arkadaş daha al yanına, kendin aç konuyu!" dedim." "Valla çok gözel demişin!" dedi Eski Muhtar Cemal. "Pravo!" dedi Şakir Hafız. Ama Velikul susuyor. "Şimdi, ama iyi ettik, ama kötü! Bir kusur varsa bağışlarsın Velikul! Açık konuşmak ayıp sayılmaz! Sen de açık konuş! Çok memnun olurum..." "Tabii, tabii..." dedi Cemal. "Olacaksa olacak, olmayacaksa olmayacak! Her zaman açık konuşmalı. Bir de ne var: Hemencecik kesilip atılamaz. Hesap edilecek, düşünülecek yanları vardır..." Velikul susuyor öyle. Hafız: "Öyle uzun boylu düşünülecek yanı yoktur bunun!" dedi. "Sadece bir ufak nokta var, o da Dürü'nün yaşı. Çok küçük görünüyor. Ama beşi bitirdi geçen yıl. Sonra görüyorum, yaşıtlarından önce gelişti. Evet... Zaten ne demişler, kız evladı on üçüne bastı mı, ya erdedir, ya evde... Eveeet!.." "Eveeet!" dedi Cemal. "Benim düşünülecek dediğim yanları, olmazına değil, oluruna! Yaniya ne gibi? Canım düşünsene Musdu Ağayı bu çevrede: Variyetine, servetine çıkacak var mı? Yaş farkı önemli değil. Bir deli oğlana veriz kızları çoğun. Yoksul mu yoksuldur. Ne kadir kıymet bilir, ne de usul mamele! Kamil adamın mamelesi başkadır! Bahusus birkaç yıl da kollayıverir Dürü'yü, taşa kayaya çalmayıverir, tamam, oturur evinin hanımı olur! Aştır ekmektir, onları Kamile yengem döndürür. Hep böyle sızılı kalacak değil ya! Doktora baktırır Kabak Ağa! Efendime söyleyim, yarın iki de çocuk doğurdu mu, Dürü'den kıymetlisi olmaz..." Velikul susuyor. Hafız gene konuştu: "Evet! Nikah bir töre! Kız kemalini bulduktan sonra bu işin düşünecek yanı yoktur. Hem de kesip atmak iyidir. Ben bu köyün imamı olaraktan, diyeceğimi derim. Erlik varlığınan. Varacaksan "var evi"ne var, "yok evi"ne varıp sefil olma, demiş. Vereceksen kızını "var evi"ne ver Velikul! Babasın! Babalığın vebali büyük!" "Nikah da eder..." dedi Cemal. "Eder ama, kızın yaşı tutmaz. Gerçi kolayı var. Mahkeme açar büyültürüz yaşını. Tanığın iyisi yirmi bannot. Bu bir. Đkincisi, Kabak Ağanın evine giden kız rahat eder kardaşım. Tarla işi yook, tapan işi yook! Orak yok, diken biçmek yok! Alışverişçilik temiz iş, temiz kazanç! Ayda bir kez Ankara'ya götürüp tomafillere bindirir hazır. Gençlik Bahçesi'nde gazoz, şurup içirir, Maraş dondurması yedirir. Valla sülalecek rahat edersiniz. Ne demiş "Varlıklıdan korkma" demiş..." "Ohooo!.." dedi Musdu. "Yaniya, öyle gezdiririm ki! Attım mı tomafile, bir Çankaya, bir Baraj, bir Çankaya, bir Baraj! Gençlik Bahçesi ki haggaten görümlüktür. Dondurma da yediririm tabii. Daha bunlar ne? Mehtap Lokantası'nda yoğurtlu kebap, Ankara tatlısı bile yediririm..." Velikul hala susuyor.

    Page 11: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Eski Muhtar Cemal gür gür atıyor: "Bu işin töresine gelince: Onu da en uygununa bağlarız. Musdu Ağanın eli geniş maşaallah! Yaniya para konuşmaya lüzum yok. Parayla eşşeği hana bağlarlar. Hemi de senin şanın kadar, kendi şanı ortada. Açar kesenin ağzını. Geçer fiyat üç bin mi? Çıkarır beş bin sayar Kabak Ağa! Para konuşmak iyi değil uzun uzun. Altın bilezik takmağa gelince: Bunlar da baş boydan olacak. En varsıl dürzünün kızına takılan kadar! Yani senin Dürü'nün boynuyla bileği şıngırdayacak ki hiçbir Havva kızınınki şıngırdamamış şimdiyecek! Bunların böyle yüksekten tutulacağına, sana Kabak Ağa adına söz veriyorum Velikul!" Velikul susuyor. Birden "Öh-ho!" dedi Kabak Musdu. Sesi çatallı: Bir "öh-ho!" daha çekip başladı: "Bunların kıymeti yok Cemal! Biz eşşek alım satımı yapmıyoruz adamım! Asıl önemli olan, Velikul'un bize cevabıdır. Yaniya, "Tamam ağalar, aldım, kabul ettim!" mi diyecek, yoksa, hani sonradan görme bazı çiy adamlar gibi ık mık mı edecek? Şayet "Kabul ettim" der de bir olgunluk gösterirse, para kesimini, altın takma işini bana bırakın! Töreyi fazlasıyla yerine getirmezsem adam değilim! Konuşmayın bunu! Darılırım! Benim içimden öyle söylenmeyecek töreler geçiyor. Yaniya, Velikul'un sade evini, evinin insanını değil, sülalesini göreyim gözeteyim diyorum. Bir düğün yapayım, dağlar kayalar oynasın! Ankara, Kızılca buraya taşınsın! Velikul da beş kuruş harcama yapmasın. Parayı mezara mı götüreceğim? Nasıl olsa kefenin cebi yok mına goyum! Yeter ki Velikul bize olumlu cevap versin..." Velikul susuyor. "Yoooo; hemen değil!" dedi Hafız. "Bu doğru olmaz! Hem diyorsunuz eşşek alım satımı yapmıyoruz. Hem de beş dakikanın içinde cevap istiyorsunuz! Olamaz! Sen kendin cevap verebilir misin Kabak Ağa? Kim cevap verebilir? Đzin ver, iki gün düşünsün. Hem de çoluk çocuğuyla konuşsun. Evet, Velikul babasıdır ama, bir de anası Havana hatun vardır. Analık hakkı vardır. Analık hakkı kolay ödenebilir mi?" "(Ulan ukala dürzü!)" dedi Cemal içinden. Sonra: "Doğrusun Şakir Hafız!" diye gürledi. "Ama uzatıp durmanın ne lüzumu var? Gene danışır Havana'ya usulen! Ve lüzum görüyorsa! Ama bir kızın alınıp verilmesi önce babasından sorulur. Babanın evet dediği yere ne kızı hayır deyebilir, ne de anası! Toprağımızın göreneği budur, dikkat edelim! Đçimize naylon adetler sokmayalım!" Kızdı, "Toprağımızın göreneğini ben senden iyi bilirim Cemal!" dedi Hafız. "Zaten söylediğim, doğrudan doğruya toprağımızın göreneğidir! Olduğu gibi onu konuşuyorum! Kitabımızın buyruğunu!" Kabak Musdu, elini sertçe kaldırdı: "Đstoop!" dedi. "Çok konuştunuz! Kim dedi size bu iş konuşulurken, benim önümde tartışın? Susun da Velikul konuşsun! Yok, eğer biraz düşüneyim, evime varıp, karıma marıma danışayım diyorsa, hayhay, izin verelim. O da son derece uygundur. Yalnız, yürek serinletmek için bize bir sözcük söylesin. Ama onu da gönlü bilir. Sıkıştırmayalım!" "Görgülü adamın hali başkadır!" dedi Hafız. "Haggaten başkadır!.." dedi Cemal de.

    Page 12: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Ama Velikul susuyor. Kabak Musdu birden kalktı: "Siz düşünün! Bana müsade!" dedi. "Çok işim var. Hemen gitmem gerekiyor! Ankara'dan bir kamyon dolusu mal gelecek: Yeni Amerikan mallarından... Bir saate kadar köyde bulunmalıyım..." Ötekiler de kalktı. "Bir saate kalmazsın, atın var!" dedi Cemal. "Her neyse, adamın işi var, gidecek!.." dedi Hafız. "Atım şahin! Ama hemen gitmem şart!.." dedi Musdu. Birlikte hayata çıktılar. Kabak Musdu göğe baktı: "A a a!.." Bu ne?" dedi. "Hava kararmış! Islanacak mıyız yoksa?" Cemal, "Valla yağacak!" dedi. "Haggaten!" dedi Hafız. "Đşin olmasa da kalsan!" "Önemli işim var! Hele ki naylon yağmurluğu alıp heybeye koymuşum sabahtan! Başlığı da var mına goyum! Yağmur bana vızgelir. Bir arkadaşım Amerika'dan getirdi. Yaniya çok gözel bir yağmurluktur! Đnce cam gibi! Hem de naylon!.." Đndiler aşağıya. Cemal heybenin gözünü açıp yağmurluğu çıkardı: "Ulan valla tevatür!" dedi. Hafız imrenmeyle baktı yağmurluğa. Sonra alıp tuttu, Kabak Musdu giysin... "Beğendinizse size de bulurum birer tane!" "Hay öyle bir iş yapsan?" dedi Hafız, yutkundu. "Kendiniz kıymetli, istediğiniz ucuz! Şimdi yağmur yağmasa bunu bırakırdım. Ankara'da çok var..." "Bana bir tane getirirsen memnun olurum! Ama yerlisinden değil, Amerikan olsun!" "Sana da, Cemal'e de!.. Yağmurluk dediğiniz ne? Feda olsun..." Durdu, yutkundu. "Dahi Velikul'a da getiririm..." Atı çektiler. Cemal heybeyi ata attı. Kocakapıyı da Velikul açtı usulca. "Bineyim hemen! Yollar cıvımadan köyü tutayım. Hava iyice inmiş! Şimdi boşanacak..." Bindirdiler. Kamçısını salladı Kabak Musdu. "Haydi ısmarladık ağalar!" dedi hepsine. "Cemal, ısmarladık, gardaşım! Hafız, ısmarladık! Ismarladık Velikul!.." Epeyce uzaklaşınca, dönüp el salladı. Naylon yağmurluğun içinde bir "cam adam" gibi görünüyor. Gök devrilse ıslanmayacak.

    Page 13: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Velikul göğe baktı: "Urgan bitti mi acap?" "Canım yağsa da senin urgana bir zarar gelmez. Çıkıp oturalım cımıcık!.." dedi Cemal. "Yok yok, gidip bakayım!" "Beri bak Velikul!" dedi Hafız. "Đyi düşün bu konuyu! Tepilecek nimet değil kardaşım! Olurundan düşün!.." Cemal, elini "hastir" çeker gibi salladı. "Olmaz yanından düşünebilir mi ulan? Başına göpgözel bir kuş konuyor! Baksana, herif yağan yağmuru iplemiyor! Naylon yağmurluğun içinde, şişede gibi gidiyor! Sen isem, urgan bükülüyor, yağmur yağacak diye deli oluyorsun! Gel haydi gel! Ben bir çuval vereyim de biçeğini içine kat, geçir başına!.." Hemen içeri girdi, atmanın üstündeki kıl çuvallardan birini aldı, verdi VeĐikul'a. "Bir çuval da bana getir madem!" dedi Şakir Hafız. "Geçireyim kafama, ben de gideyim! Dahi sen de gel. Velikul'un urgana yardım edelim..." "Öyle mi dersin? Başka işe de bakamadık bugün!" Atma'nın altından iki çuval daha getirdi Cemal. Daha yağmur yok. Çuvalları alıp bükecin başına yürüdüler. "Şimdi köyün boşboğazları başlar: "Ne yaptınız kuzu pazarlığını? Söz kestiniz mi?" Uygun bir cevap verelim!.." dedi Hafız. "Helbet! "Konuştuk ama söz kesmedik!" deriz." "Öyle diyelim amanın!" dedi Velikul. Đlk kez konuştu. "Dümbür düdük etmeyelim hemen!" "Tamam!" dedi Cemal. "(Gönlü var dürzünün! Yani uçuyor! Ama masus susuyor ki, nazlanacak biraz!.. Parayı fazla koparmak için... Çok paragözdür bu dürzü, çoook!..)" Kabak Musdu, atını dörtnala sürüp geçti evin yanındaki yoldan. Atı tanımasalar, naylon yağmurluğun içinde kimin geçtiğini bilmeyecekler. "Hem de bu kez bakmadı kör olası gözlerini dikip dikip!" dedi Havana. "Kudurası nalet!.." "Ana gıı, o mu?" diye sordu Dürü. "O devrilesi!" dedi Havana öfkeyle. Dürü güldü: "Ne onun sırtındaki gıı?" "Sırtı kapansın! Takmış bir şey, kimbilir ne?" Adamlar, bükülmüş urganı Velikul'un eline verdiler. "Al, güle güle kullan! Sonunda bununla asıl inşaallah!" dediler. "Bak şimdi!" dedi Velikul. "Sağ olun, var olun! Büküp gelep etmişsiniz; ama bu beddua ne?"

    Page 14: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Asılacağın zaman ip aramağa gitme, kötü mü?" "Dürzüler!" dedi Velikul. "Ben asılacağıma siz asılın!" Sesi bayağı öfkeli. Neden böyle konuştuğuna kendisi de şaştı. Kahveci Koca Linlin: "Neyse!" dedi. "Yarım teneke helva alıp bir ziyafet çekersin arkadaşlara! Bak, koç kes demiyoruz. Erkeç demiyoruz. Yarım tenekecik helva diyoruz..." "Büktükleri bir urgan be!" dedi Cemal. Velikul'u arkaladı biraz. "Onun da yarısını biz büktük!" "Urgan değil yalnız!" dediler. "Kuzu alım satımının da şerefine! Alım satımın haberini siz gelmeden duyduk. Kabak Musdu atın üstünde yüzgülü gibi ağardı gitti hoşnutluğundan!.." "Daha bir alım satım yok!" dedi Hafız. "Neyse! Biz helvamızı isteriz!" Olgun adamdı köyün içinde Kahveci Koca Linlin. Yanık, ezgin. Böyle şakaları yapmaz. Yapanları sevmez. Nasıl yaptığına kendi de şaştı. Usulca içeri girdi. Elinin üstüne ilk damla düşünce telaşlandı Havana: "Şu herif çıkıp gelmedi! Bulgur ıslanacak!.." "Gelmezse kendimiz alırız ana!" dedi Dürü. "Nasıl alırız koca çuvalları?" "Elleşiriz..." "Elleşirsin! Çulun üstü dolu!" Birkaç damla birden düştü. Damın kuru yüzü noktalandı. Dürü: "Ana yağmur geliyor!" "Kooş!.." dedi Havana. Çulun uçlarıyla bulguru örttü. Birini örttü, öteki çul yarımına, kilime gitti. "Kooş Dürü, koş örtü-örtüver! Tüüüh, ıslanacak bulgur, nere gideyim?" dedi. Đyi kötü örttüler bulgurun üstünü. "Tut ana, önce bunu alalım içeri!" Đçerden bir çocuk ağlaması geldi. Küçük Evşen uyandı. "Đyi tut!" dedi Havana. "Yattı yattı, ağlayacak zaman buldu bu eşşeğin sıpası da!" Çul yarımlarının birini taşıdılar. Yağmur hızlandı. Đkinci yarımı alıyorlardı, sağnak başladı. Öteki yarımları ancak hayata çekebildiler. Dürü'nün kolu yoruldu. Parmak içleri acıdı. Gene de koşup çuvallara yapıştı anasıyla. Elleşip kaldırdılar. Dört adım gittiler, kolu kopacak gibi oldu. Parmakları dayanmadı. Bırakıverdi. Düştü çuval. "Nalet!"

    Page 15: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    diye bağırdı Havana. "Hani elleşiyordun?" "Çok yukarı kaldırdın! Tutamadım!" "Yok mu başka özürün? Tutamamış! Neden tutamadın? Yediğin arpa ekmeği mi? Tutuversen ya!" Yeniden yumuldu çuvala. "De tut!.." O çuvalı güç bela aldılar hayata. Ötekileri almanın olanağı yok. Yağmur damı oyuyor. Ana kız durup bakmaya başladı. "Şu içerdeki de zır zır ne ağlar bilmem!" Dürü koştu yağmurun altına şaşkınlıkla. "Gel, gel! Bulgur ıslandı, sen bari ıslanma!" Dürü geri geldi. Şakırdaya şakırdaya yağıyor. Sular damlarda, yerlerde birikmeye, yağmur bulgurlaşmaya başladı. Evşen ağlıyor çatlayacak gibi. Havana koşup içeri girdi. Şaşırdı ne yapacak. Işık biraz bacadan, biraz camdan geliyor. Cam küçücük. Havana, "Ne ağlıyorsun geberesi!" dedi, kıçına vurdu çocuğun. Kolundan tutup kaldırdı. Eliyle eteğini yokladı: "Ohooo!.. Dulkutmuş!" dedi. "Hiç ben bilmem mi?" Beline, başına, rastgele yapıştırdı. "Ayı kadar oldun, daha işeyecek misin?" dedi. "Bak bir de ağlıyorsun! Sus bakayım!" Đki daha yapıştırıp dışarı çıkardı. "Ocaktan ırbığı getir!" dedi Dürü'ye. Yağmur, alabildiğine veriştiriyor. Aşağıdan kocakapı takırdadı. "Đyi ki şu çuvalı verdi Cemal!" dedi Velikul. "Yoksa kötü ıslanacakmışım!" Yeni bükülen urgan koltuğunun altında. Çuvalı da kepenek gibi başına geçirmiş. Koştuğu için soluk soluğa kalmış: "Ulan Dürüüü!.. Havanaaaa!.." "Çeneeeeen!.." dedi Havana. "Söyleee!.." "Islandım ulan!.." "Đyi etmişin! Burda da bulgur ıslandı!" Koşup merdivenleri çıktı. Hayata geldi: "Neden almadınız peki içeri? Neden ıslattınız?" Havana elindeki çocuğun eteğini yıkıyor. Dürü su döküyor. Havana karşılık vermedi kocasına. Dürü: "Yağmur birden bastırıverdi baba!" dedi usulca. "Birden bastırıverdi olur mu? Gözünüzü açaydınız! Islattınız hazır kurumuş bulguru!" "Artık eksik konuşma Velikul!" dedi Havana. "Canım burnumdan çıkıyor! Nasıl alalım o kadar bulguru? Kiminle alalım?" Velikul, bir Havana'ya, bir Dürü'ye baktı: "Bu ne oluyor! Alsaydınız beraber?" Havana çocuğun eteğini yuyup sıktı: "Gücü yetmedi!" dedi.

    Page 16: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Çuvallar ağır!.." "Bir yıllık yiyeceğimiz! Dam kuruyup, yeniden serinceye kadar kızışırsa yandık!.." Velikul, koltuğunun altındaki urganı attı hayata. Başındaki çuvalı direkteki çiviye astı. Yağan yağmurun altında ıslanan çuvallara baktı: "Đnsanın yüreğinde gayret olmalı, gayreeeet!" dedi. Gayret olmayınca kurumuş bulguru ıslatır böyle!.." Havana mosmor oldu öfkeden: "Pekey, sen neredeydin şimdiyece?" "Ne "Neredeydin"i gı? Urgan büktük!" "Kaç urgan büktün? Bir bu değil mi?" "Biraz da Cemal'in eve gittik..." Yüreği harp etti Havana'nın. "Ne yaptınız orda?" "Görüştük biraz. Đş konuştuk..." "Ne işi konuştunuz? "Anlatırım sonra! Hayırlı bir iş konuştuk. Kabak Musdu Ağa sesletmiş beni. Ama siz bu bulguru ıslatmayacaktınız! Bir haber salsanız, koşar gelirdim! Tüh tüh!.." Havana'nın yüreğine bir sancı çöktü: "Anacığım!.." diye inledi içinden. Dürü, Evşen'i alıp içeri kaçtı. Velikul: "Haydi, tut bakalım!" dedi karısına. Yağan yağmurun altında, elleşip içeri almağa başladılar çuvalları, çul yarımlarını. Yağmur, göğün karnı yarılmış gibi yağıyor. Damlar deliniyor, hasır çul ıslanıyor. ::::::::::::::::: 3 KIZ ANASI "Söz vermedim canım!" dedi Velikul. Havana, elindeki bulaşık bezini attı: "Şu budalaya bak! Bir de söz mü verecektin?" "Canımı sıkma Havana! Ohhooo!.. Ben, her iş yöntemiyle olsun diyorum. Sen ise üstüme geliyorsun! Ben düşünelim, danışalım deyip savuşturuyorum herifi! Sen beni suçlu görüyorsun! Kuru kabuğumda kurutma beni Havana! Alırım ayağımın altına, çiğnerim valla! Tepemin tasını attırma, bak!.." Bağırdı Havana: "Tepen batsın Kepçekulaaak! Hiç insan her çağrıldığı yere gider mi? Baktın Kabak Musdu çağırtıyor, gitme! Bilmiyor

    Page 17: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    musun o Şişgöbeğin içinde kaç türlü pazar kurulur? Bilmiyor musun o Toprak Soyulcanın eli para, cebi para, kuşağı para! Parayı saydı mı her cavırlığı becerir? Her yokuşu düz eder? Paralı dürzülerin edepsiz olduğunu bilmiyor musun Velikuul?!." "Sıçarım Kabak Musdu'nun parasına gıı! Kim takar onun parasını? Ama çağrıldığım yere de giderim! Neden? Çünkü kendimden korkum yok. Ne korkum olsun? Ekmeğimi Kabak Musdu vermiyor! Sonra ulan, birdenbire ne bilirim onun bu iş için çağırttığını? Öyle ya, bu Dürü daha el kadar çocuk. Ben onun kadın olduğunu bile bilmem daha. Ay hali, gün hali; yok haberim! Nasıl bilirim dürzü beni kız için çağırtıyor, ayak direrim gitmem? Ben sandım haggaten kuzu pazarlığı yapacak. Buna gittim. Sonra, çok muhterem arkadaşlar var arada. Eski Muhtar Cemal'i kıramam. Şakir Hafız var iyi kötü. Bir kötülüklerini görmedim bugünece! Gidip konuştum..." "Vay! Eski Muhtar Cemal!.. Vay vaay!.. Şakir Hafız! Bir de Đt Omar!.. O da var mıydı? Hepiciği onun bok yidicileri! Onlar adamı iyi işe çağırır mı? Düşünsene, biri muhtar, biri imam, biri de Đt Omar! Kimden yana ürer bunlar? Oldum bittim beyinsizsin Velikul! Olacakları olmadan düşünemezsin. Đnsan azcık düşünür. Azcık kafa yorar..." "Şuna bak! Ulan benim kafamda dürbün mü var, bakıp da yedi gün ilerisini göreyim? Ben bir yanlışlık yapmadım. Ama sen yapıyorsun şimdi! Korkarım bana da yaptıracaksın. Böyle çelişik çülüşük konuşarak, kızı Evci köyünün ayısına verdireceksin. Bak, dikkatli konuş! Gidişmeyen yerlerimi kaşıma benim! Bak sana Havana diyorum ılımlı ılımlı..." "llımlı ılımlı Havana diyormuş! Herifçioğlu kararını vermiş; "Kızı verirsem nedeni sensin, çelişik çülüşük konuşma!" diyor. Sen bu kızı Kabak Musdu'ya ver, bak ben sana ne yapıyorum? Ateş verip nasıl cayır cayır yakıyorum evini, malını, canını?!." "Erişikli, ne olacak? Deli!.." Konuşmaları uzadı odanın içinde. Yemek gecikti. Đkisinin de içinde istek kalmadı yemeğe, lokma koparmağa! Đkisi de ağrıların acıların içinde kıvranıp duruyor. Bir felakete uğradıklarının ayırdındalar. Felaketi yenemeyiz diye korkuyorlar, suçu birbirine yüklüyorlar. Dürü, dışarıya, camın dibine oturmuş, gözlerini faltaşı gibi açmış dinliyor ana babasının konuştuğunu. Ağlayacak, ağlayamıyor, bağıracak, bağıramıyor. Dumanlı boranlı bir dağ üstüne geliyor, dünyanın taşı kayası üstüne yıkılıyor. Bunca ağırlığın altından nasıl kalkacağını bilemiyor. Kabak Musdu'nun göbeğini, gövdesini, bıyıklarını, hele kaplamalarını aklına getiriyor, korkudan çıldırıyor. Aklım çıkıp gitmesin diye, başının üstünü bastırıyor. Bir süre geçti böyle. Havana ocaktaki ateşe baktı. Gözlerini kurulaya kurulaya ağladı. Kül eşti uzun süre. Dürü büzüldü. Anasıyla babası yüreğine su serpecek bir söz edecekler, kendisini kurtaracak bir karar alacaklar diye bekledi, bekledi. Velikul, taş gibi dondu ocağın sağında. Ayaklarını uzattı kapıya doğru. Canı tütün istedi. Ama tabakasında sarılmış yok. Üşendi sarmaya. Ağzının içi acıdı. Acı su avurtlarını doldurdu. Üşendi ocağa tükürmeğe. Acı acı yuttu. Aklından dağları, dağların sularını geçirdi. Kasabaya giden uzak yolu düşündü. Tepeler arka arkaya dizildi. Biraz düzlük açıldı önünde. Sonra her yanı çamur bir çarşı. Ayaz buz, küçük kısa yorganlı, kirli bir han.

    Page 18: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Köyden getirdiği para üç gün dayanmadı. Dost yok; destek yok. Kapısına kadar duman dolu kahvelere girecek gücü bile yok. Soluğunu içinde boğdu, "Sofrayı kur haydi!" dedi. Havana: "Aklımı çıvdıracağım!" dedi kalktı. Sofra bezini serdi. Kalbur kasnağını attı, siniyi koydu üstüne. Çorbayı sahana boşalttı. Kaşıkları dizdi. "Đştahın varsa buyur kendin!" dedi kocasına. "(Kepçekulaklı deli!..)" "Kızı çağır!" diye çıkıştı Velikul. "Đt yallar gibi, bırakıverme beni! Çağır çabuk kız! Kendin de geç şuraya! Đki lokma yeyip kaldıralım.. Adet yerini bulsun. Gönül diyor, al başını, karını, hem de çocuklarını, çek git aşağılara! Dönüp ardına bakma hiç!.." "Öpöz köyün! Nere çekip gideceksin?" "Öpöz köyüm ama baksana olanlara!" "Olanlara bakma sen, kendine bak da dik dur! Gevşek konuşma! Benim ere verilecek kızım yok arkadaş de! Ufak daha o de! Kestir at! Düşünelim danışalım ne demek? Ne düşüneceksin, kime danışacaksın? Karıya mı? Karıya tenezzül ettiğin var mı senin? Karının aklını akıldan saydın mı ömründe?" "Yahu gene başlama Havana! Gene başlayıp dinimi imanımı kurutma benim! Elimden bir kaza çıkmasın akşam akşam. Çağır kızı. Kendin de otur. Đki lokma yeyip bırakalım. Đçimin samanları ateş aldı, tütüyor. Karnım göğsüm duman doldu. Đnfilak edip patlayacağım şimdi!.." "Patla kurtul Kepçekulaaak! Bir kendi yanıp tüttüğünü biliyorsun! Bizi hiç düşünmüyorsun! Bir an önce patla, sen kurtul, biz de kurtulalım, akılsız Velikul!.." Öfkesini içinde boğmaya çalışarak: "Dürüüü!" diye bağırdı Velikul. Dürü, büzüldü dışarda. Havana çıktı: "Haydi yavrum!" dedi. Çöktü başına. Eliyle omzunu pıt pıt etti. "Haydi girelim içeri!" Dürü hıçkırdı, daha çok büzüldü. Attı kollarını yere. Hıçkıra hıçkıra ağlamağa başladı. "Mahanaya mı bakıyordun kahpenin kızı?" dedi Havana. "Bırak ağlayıp buzlamayı! Bırak Dürü gibi olmaz olası! Olmaz olaydın keşke de, bana da bu zulümleri göstermeyeydin! Bir sepet arıyı başıma dökmeyeydin! Kalk iki sokum yiyelim..." Velikul, ağaç kaşıkla önündeki çorbayı karıştırıp bekledi. Dürü'nün ağlaması köyü sardı. Köpekler ayağa kalktı. "Kalk Dürü gibi yer yutası!" dedi Havana. Velikul kalktı birden. Fırladı kapıdan: "Gir içeri! Dürü gibi!.." dedi. Bir tekme savurdu, Havana'ya değdi o da. Havana, kucağına atıldı Velikul'un: "Seni gidi koca budala seni! Seni gidi Kepçekulak seni! Katil mi olacaksın? O nasıl tekme?! Đçinin kanlarını mı boşandıracaksın çocuğun?"

    Page 19: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Velikul tartındı. Savurup attı karısını. Yumuldu, kolundan kavradı Dürü'yü. Çekti içeri. Oturttu sofranın başına. Kızın yüzü gözyaşıyla yunup yıkanmış. Parlamış. Kırmızılaşmış yanıyor. Yazmasının. uçları ıslanmış. Saçları bozulmuş, her yeri altüst olmuş. Velikul, omuzlarından tutup kaldırdığında, ellerinin etine gömüldüğünü, kemiğine değdiğini anladı. Kemikleri sertelmemiş sanki. Mum gibi yumuşak. Çok çocuk daha. Đçi ezildi gitti. Öfkesi dağıldı birden. Havana kapandığı yerden kalktı. Hıçkırarak içeri girdi kocasının ardından. Oturdu sofranın başına. Velikul'un gönlü gidip geliyor. Kalkıp kaçmayı düşünüyor kahveye hiç olmazsa. Fakat kimden kaçacak? Biri bir kadın, elsiz ayaksız. Biri bir çocuk, daha kemikleri sertelmemiş... "Başlayın ikişer sokum yiyelim! Sonra kaldıralım sofrayı! Gelip giden olur. Kalmasın çanak tabak ortada!.." Çamaşır selesinin dibine büzülmüş, olup bitenleri korkuyla izleyen, hem de parmağını emerek vakit geçiren Evşen'i gördü Velikul. Uzattı kolunu. Onu da aldı sofraya. "Ben biraz gayfaya çıkıyorum!" dedi sonra. Eski ceketini taktı sırtına. Kapıyı vurup çıktı. Islak merdivenden indi. Kocakapıyı açıp kapadı. Yerler yunmuş. Gübre kokuları silinip gitmiş. Toz toprak arınmış sokaklardan. Köyün içi kumsal biraz. Yaz kış çamur olmaz. Biraz da bayır düşer. Koca Linlin'in kahvenin ışıkları dışarlara vuruyor. Yemekler yenmiş, yatsılar çoktan kılınıp bitmiş. Kahve dolmuş. Herkes gelip yerini tutmuş, oyuncular oyuna, seyirciler seyire dalmış. Eski Muhtar Cemal'le Şakir Hafız ocağa yakın oturmuşlar. Kapıdan girince Velikul'u çağırdılar: "Ooo!.. Buyur buyur!.." Cemal, Koca Linlin'i sesledi: "Bak bizim Velikul'a, ne içecek?" "Çay getir!" dedi Velikul usulca. Đt Omar oyun seyrediyordu, bıraktı: "Bir çay da bana söyle Cemal!" dedi. Cemal: "Çaylar iki olsun Linliiin!" Đt Omar, Velikul'un dizine vurdu: "Eee, hayırlı olsun bakalım Velikul!" Velikul bozuldu. Sesini çıkarmadı bir an. Cemal'le Şakir Hafız'ın önünde ne diyecek bu Đt'e? Sağ ol dese, kabul etmiş olacak: "Öyle bir şey yok ulan!" dese, konuştular, düşünelim danışalım dediler. "(Ne diyeceğim ben bu Đt'e şimdi Allahım?)" "Ne o, kızdın mı Velikul?" dedi Đt Omar.

    Page 20: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Kızılır mı?" dedi Şakir Hafız. "Oğlan everip kız gelin etmek mürüvvettir bu yalan dünyada! Allah cümle kullarına göstersin..." "Ben de o amaçla söyledim!" dedi Đt Omar. "Ama Velikul öfkelendi. Đstemiyorsan gideyim arkadaş! Çayı da Cemal söyledi zaten. Bir çayımı içer Omar diye korkma sakın!" "Ağzının ortasina bir tane yapıştırmak" geçti Velikul'un içinden. Fakat ne var ortada yapıştıracak? "Senin canın sıkılıyor!" dedi Đt Omar. "Boşver, içini rahat tut biraz! Bugünkü günde kız alacaksan varsıl yerden al. Vereceksen varsıl yere ver. Yoksulluk zorlu pehlivan! Yoksullukla güreşilmiyor! En güçlü pehlivanları yeniyor yoksulluk. Valla benim haberim yoktu. Demin namazdan çıkarken duydum, memnun oldum. Kabak Musdu Ağa kendi adamımız sayılır şurda! Evci köyü kaç adımlık yol? Bir eli yağda, bir eli balda. Altında at. Kuşağında para. Her hafta Kızılca'da, Ankara'da! Çankaya köşküne keklik, elçiliklere bal veriyor. Mor lahana, körpe kuzu, taze yağ, türlü peynirler, köy işi çoraplar, işlemeli cepkenler, seymen urbaları, her şey... anladın mı? Bissürü de mülkü var. Ortağa verip ektiriyor. Söğütleri, kavakları fazladan! Para küpü herif! Yarın sade sana değil, hepimize faydalı olur. Böyle bir adam, senin kızına müşteri olmuş, sen düşünüyorsun! Aklına yanayım! Boşver, kaldır kafanı şöyle! Kaldır yüzümüze bak! Haydi hayırlı olsun! Hayırlı işlerin çok olsun!.." "Sağ ol ama..." dedi Velikul. "Daha kesin konuşmadık!" "Canım kesin konuşup daa... Kahpem Velikul!.. Karşındaki Kabak Musdu senin be!.." "Olsun!" dedi Velikul. "Gene de düşünmek gerek!.." "Helbet gerek!" dedi Đt Omar. "Yalnız, böyle kuş herkesin başına konmaz, anladın mı? Adım Velikul deye mağrurlanma! Pıradak uçuverir bakarsın..." "(Keşke uçsa!)" diye geçirdi içinden. Ama bu gider, bir başkası çalar kapısını. Kabak Musdu'dan iyisi mi, kötüsü mü çalacak kimbilir? "(Yahu bu sidikli Havana neye birden çıra gibi parladı? Ne biçim kafa bununki? Ulan düşünsene, sen bir çıplak kulsun! Bu gidenin en varsıl herifi, en büyük alışverişçisi kızına alıcı çıkıyor, daha ne istiyorsun? Đnadındaan... Valla hep inadından soykanın! Ulan, oğlun var evereceksin, kızın var gelin edeceksin! Üç üç, beş beş, alacaksın parasını, vereceksin kızını! Töre bu! Kim bunun dışında kalabilir de evermeyebilir oğlunu kızını? Sen kendin yapabildin mi? Ben kendim yapabildim mi? Oğlumuz kızımız da uyacak bizim uyduklarımıza...)" Çayları getirip bıraktı Linlin. "(Kavatlar!..)" dedi. Şakir Hafız, Velikul'un kafasını okumuş gibi pufladı: "Karı kısmının bu işlere aklı ermez hiç!" dedi. "Bu nedenle ilkin biraz mırın kırın ederler. Ama sonra senden istekli olurlar. Eğer şimdi Havana olmazlanıyorsa, elleme olmazlansın! Birkaç gün sonra kesin değişir..." Eski Muhtar Cemal, az şekerli bir kahve söyledi kendisine: "Kabak Musdu'nun akarı yok, kokarı yok VeĐikul, deli olma!

    Page 21: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Sakın olmazlanıp herifi caydıralım deme! Elini sallasa ellisi onun! Đsterse bir günün içinde beş kızı birden alabilir şehirden. Adam köyden olsun, namuslu olsun diyor. Gözü yalnız bende olsun diyor. Hem de serveti kavi! Yarın ölüm olur, kalım olur. Kalırsa burda kalır malı mülkü. Zaten kaç çocuğu var önceki avradından? Đki mi, üç mü? Đki de bundan. Dört. Dört çocuk, Kabak Musdu gibi adama çok mu? Valla hiç! Hayırlı olsun kardaşım!" "Hayırlı olsun, hayırlıı!.." dedi Şakir Hafız. "Benim bir kızım olacaktı, Kabak Ağa gelip iki arkadaşımın önünde alıcı çıkacak da, ben böyle somurtacaktım! Yanayım senin aklına Velikul! Bırak somurtmayı arkadaşım!..." "Kızım çok küçük daha!" diyebildi Velikul. Camın önünden alıp götürürken ellerinin omzuna gömülüşünü, yumuşacık kemiğinin eline gelişini düşündü. Sertelmemiş daha. "Çok küçük, hemen evlenemez!.." "Aklına yanayım!" dedi Đt Omar. "Derede çim biter, kayada bıldırcın öter, ağıldaki oğlaktan erken büyür kız dediğin! Benim Akif'len Dürü aynı hafta doğdu. Bu yıl on dördüne bastılar..." "Ohhooo!.." dedi Şakir Hafız. "Hazreti Peygamberimizin kadim lafı: "Kız kısmı on üçünde çocuk doğurur!" Sen ne diyorsun? Bahusus, köylük yeri bunun burası! Sanıp banarken, biri çarpar geçer! O zaman, keşke verseydim istedikleri zaman dersin; ama iş işten geçip gitmiş olur. Haydi hiç düşünme, hayırlı olsun!" Đki kişi sokuldu yanlarına: "Hayırlı olsun Velikuuul!" dediler. "Arkadaşların çayını sen söyle artık!" dedi Cemal. "Ben de söyleyebilirim ama sana yakışır. Sen varken bana ayıp olur..." "Arkadaşlara çay getir Linlin!.." dedi usulca. Sesi karcımıştı. Kahvedekilerin dikkatini çekti. Oyuncular da, seyirciler de başını çevirip baktı. Birkaçı, kıçından elini çekip, bir görev duygusuyla Velikul'un oturduğu masaya geldi. Oturup, "Hayırlı olsun!" dedi. Velikul onlara da çay söyledi. En son Koca Linlin gelip kulağına, "Hayırlı olsun Vela! Bir çay da ben içeyim mi, ne dersin?" diye sordu. Velikul başını kaldırıp baktı: Ona saygısı çoktu. Gönlünü kırıcı bir söz diyemezdi. "Đç bakalım Koca Linlin! Bir sen eksiktin!" dedi gülerek. Çayı içip bitirdikten sonra, birkaç kişi sordu: "Hayırlısıyla düğün ne zaman Velikul?" "Düğünü konuşmadık daha..." dedi. Başını öne eğip dudaklarını kemirdi. "(Bizim köy benden önce, kızı verdi bile! Havana evde boyuna sokurdansın bana karşı!)" Sonra çıkarıp bir onluk uzattı Koca Linlin'e: "Đçilen çayların parasını al!" dedi.

    Page 22: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    ::::::::::::::::: 4 EVCĐ'DE BĐR KUL Evci köyü Gökçimen'e bir saat. Atla kırk dakika. Kabak Musdu ağır, sürer, ezmez atını. Ağır sürdüğü halde az çeker iki köyün arası. Gökçimen'den daha ufak, yanık, kavlak bir köydür. Đnsanlarının çoğu Ankara'ya göçmüştür: Ankara'ya göçenlerin yarısı Almanya'ya, Hollanda'ya geçmişlerdir. Göçenlerin de, kalanların da mülkü yoktur. Ufak köydür. Mülkün tümü Musdu'nundur. Parasız kalırlar. Cahil kalırlar. Çekip giderler sonra. Yükleri bir kağnıyı doldurur, doldurmaz. Bir küçük "kondu" odasına sığar Ankara'da. Ama kalan kalır. Çileye dayancası olan Evci'de kalır. Bir bayırın eteğindedir. Çam, hemen üstündedir. Yukarı doğru yürürken önce biraz tarla gelir. Sonra çalılar, dikenli ardıçlar başlar. Çalıların, ardıçların arasında sarı çamlar yer alır. Kesile kesile seyrelmiştir çamlar. Ama başka köylerin bu kadar da yoktur. Tavşan, keklik, tilki, bıldırcın, çok av bulunur çamların çalıların arasında. Saklı koyaklardır buralar. Ne Ankaralı bilir, ne Amerikalılar. Sapa yerlerdir. Yol vermez her zaman. Taak tuuk, paat küüt, avcı gürültüleri olmaz. Her cumartesi pazar, köyün dolayını yabancı heriflerle kopayları, tazıları çevirmez. Kendi halinde, eli yüzü kapalı, kale gibi bir köydür... Alt yanından Erikli'nin suyu geçer. Đki yanı elma bahçeleridir. Yeni kurulmuştur bahçeler. Yer içerler. Bu kadarına izin verir Kabak Musdu. Bu yüzden Evci'nin imamı üyesi, "Ağamız iyidir valla!" diye sık sık övgü düzer. Ama yenilip içildikten sonra kalan elmaları toplatıp satmak Musdu'nun hakkıdır. Kamyonlarla götürür Ankara'nın haline. Kamyonlar kabzımalların, elmalar Musdu'nun. Kar kazanç çok olur. Musdu yüz elliye verir, öteki de üç yüze satar. "Parası olan kazanır. Sermayenin gücü!" der Musdu. "Kamyonlar olmasa götürüp satamazsın. Kamyonlar dünya para! Ben ki bu kadar paranın içindeyim. Yüzüyorum desem yalan olmaz. Benim yok beş tane kamyonum. Sizlerin nasıl olacak? Ankara halindeki Hacı Refik sözünde durursa bu yıl bir Reo çekeceğim! Ordu malı. Kullanılmıştır, ama yenisinden geri kalmaz. Neyse, kamyon olmazsa nasıl götürür satarsın elmaları? Eşşekle mi? Geçti o dönemler! Yüklesen yüklesen yetmiş kilo yüklersin eşeğe. Ankara üç günlük yol. Bırak Ankara'yı, Kızılca'ya varamazsın bre yeğenim! Köfünlerin içinde birbirini yaralar, sonra da çürür o elmalar. Đlle de kamyonların olacak. Yüklediğin gibi, iki saatin içinde ulaştıracaksın. Lekelemeden, kız gibi çıkaracaksın malı pazara. Kız gibi. Al yanaklı. Öyle elmalar ki, istersen üç buçuk, dört liradan sat... Yani kız gibi elmalar..." "(Kııız!..)" dedi içinden. "(Kız gibisi var mı dünyada be? Ömrümüzü daha fazla çürütmenin lüzumu yok bu cinli karıyla! Para dersen var. Mal dersen gani. Vücudum da yerinde hamdolsun! Neye almayacakmışım? Deral alıp bugünkü günlerimin değerini bilmeli, tadını çıkarmalıyım! Yoksa, dünya geçer gider oğlum Kabak Musdu! Geçer gider ki, gelmez geri! Parayı vapurlara doldursan da işe yaramaz o zaman. Đlle de vaktinde. Demir tavında, gözel çağında demiş. Sen de çağında seveceksin. Velikul'un kızı gül mü, sümbül mü? Yoksa menevşe çiçeği mi, ne boktur anlayamadım! Bir görüşte çarptı beni. Ulan şu gelgeç dünyada epey kancık sınadım. Bunun gibi birden furanı

    Page 23: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    olmadı hiç. Ahududu likörü olmuş namussuz! Ayvayı almış ağzına. Çıkmış damın başına. Isırıyor! Dişlerini seveyim! Yiyem yiyem! Saçları boncuk örülü daha. Olsun. Düğün davul derken biraz daha tavlanır. Kavun karpuz bile üç gün önce ham iken, dört gün sonra eriveriyor. Hele bir davul gelsin! Davul sesini duydukça büyür kız kısmı. Dürü de büyür. Tüylü tüylü yüzünü, sarı saçlarını, göküş gözlerini seveyim! Yiyem yiyem! Onu bu evin hanımı edeyim. Onu şehire götürüp gömme banyoların içinde çimdireyim. Đsterse hiç getirmeyeyim oralardan. Gençlik Bahçesi'nin içindeki sallangeçlere bindireyim. Maraş dondurmaları alıp yedireyim. Taksi tomafillerinin içinde, bir Çankaya, bir Baraj, bir Çankaya, bir Baraj, boyuna gezdiyerim... Cinli Kamile otursun burda!..)" "Kamileee!" diye bağırdı. "Ne var Musdu?" dedi Kamile bulaşıkların başından. "(Dilini eşşek arısı soksun! "Ne var Musdu?" Ulan bir buyur dersin cinli cenabet!)" dedi içinden. Dışından bir şey demedi. Dese neye yarayacak? Olmamış olmamış, şimden sonra mı olacak? Bekle olur!.. "Bir gayfa yap gel de karşıma otur! Konuşacak sözüm var! Az şekerli olsun! Canın istiyorsa kendine de yap! Beraber içeriz!" Çabuk gelsin diye beklemeğe başladı avradını. Kamile bulaşıkları boyadı becerdi. Đkilik cezveyi sürdü bir yandan. "Anam anam anam!.." dedi eğilip kalkarken. "Cavır sızılar kötürüm etti beni kırkıma basmadan! Anam anam anam!.." Tepsiyi bir daha sildi, kuruladı. Fincanları parlattı. Cezveyi taşırmadan aldı ocaktan, yürüdü Musdu'nun yanına. "Anam anam anam!.." Önce cezveyi koydu, sonra tepsiyi, yere. Köpüğüyle doldurdu güzelce. "Su da ister misin Musdu?" diye sordu. "Đsterim! Bir de su getir, keyfim tam olsun!" "Getireyim..." dedi. "Anam anam anam!.." Đnledi gidip gelirken, "Anam anam anam!.." Suyu getirdi. "Buyur!" Musdu içti: "Bir de sigara yakayım, ateş getir!" Kamile, kırılıp dökülerek ateşi de getirdi. "Çök gayri kocakarı!" dedi Musdu. "Otur dizimin dibine! Sana söz konuşacağım! Sigara vereyim mi? Haydi vereyim de yak! Biliyorum içmiyorsun ama, şimdi iç, iyi gelir! Süzgeçlilerden vereceğim hem. Amerikan sigarasıdır. Sızılarına, sinirine faydası olur..." "Đçmem ben sigara!". dedi Kamile. "Ben sigara içen avratlardan mıyım? Sızıma sinirime de karışıp durma fazla! Bu dünyada bir ben miyim sızılı, sinirli?" "Karıştığımdan değil ulan! Söz konuşacağız. Birden parlamayasın diye böyle söylüyorum. Ama daha sözü açmadan ağzımı bağladın. Ulan bir aksi avratsın ki! Beri bak, valla yatırır keserim seni! Kıtır kıtır keserim, adın gazetelere geçer. Sözümü sağa sola çekip zihnimi dağıtma benim. Dediklerimi iyi dinle. Ben Gökçimen'den kız alıyorum!" "Neeeh!.." Kamile, yanına yıldırım düşmüş gibi sarsıldı. Kahvesinden ilk

    Page 24: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    yudumu alacaktı. Eli havada kaldı. Ama belli etmedi sarsıldığını. Đyi kötü içti kahvesini. Başını yere eğip bekledi kocası ne diyecek? Yıllardır iyice koşullanmıştı her baskıya, her küsküye... "Fena bir kız değil! Anası babası aksoylu! Damın başında gördüm biliyor musun? Anası bulgur sermiş. Bu da bir ayva almış eline. Yiyor. Bak, kızma Kamile! Valla kurtulamadım arkadaşların, ahbapların dilinden: "Evlen, evlen!.." Başımın etini yediler: "Yeter artık her işi Kamile yengemizin başına yıktığın! Yordun yıprattın hatunu! Yoksul olsan haydi neyse! Ama değilsin. Paran var! Servetin hakeza! Lort gibi adamsın hamdolsun! Senin gibi adama evin içinde çift hanım gerek. Dul gelin filan alayım deme sakın!" dediler. "Kız al, ne görürse sende görsün! Kamile yengem alıştırır gözelce! Kocalığın önünde gençliğin sonunda bir sefa sür Kabak Musdu!" dediler. "Kefenin cebi yok arkadaş! Rakı içmedikten, tütün içmedikten, eski karının üstüne yeni karı almadıktan sonra ne yapacaksın parayı?" dediler. Đşte böyle! Çıkamadım sözlerinden. Seni emekliye sevk etmeye karar verdim! Tabii bunu sırf senin iyiliğin için yapıyorum! Rahat yaşayacaksın ömrünün burasında. Arkadaşlar diyor ki: "Yengemiz o sızıları sinirleri hep senin kapıda buldu! Çok eziyetli bir evin var! Gelenin gidenin çok! Tek avrat dünyada döndüremez o koca evi! Kamile yengemizin yanına bir yardımcı şart!" Ne zamandır söylerler bunu. Ben de he hı der geçerim. En son bugün Gökçimen'den geçerken damın başında kızı gördüm, kararımı verdim. Tabii sen de çok mennun oldun buna. Memnun oldun ki, hemen gidip kızı göreceksin. Beğeneceksin. Sonra düğün için hazırlık yapacaksın. Bana kalsa düğün müğün istemem, mına gorum, düğün neyimiş? Ama ayıp olur. Adımız büyük. Kabak Musdu dedin mi herkes ayağa kalkıyor. Devecilerle konuştuğumuzdan kapıyı büyük yaptırmışız. Düğüne gelenleri ağırlayacaksın. Ben de senin hatırın için tamçalgı furduracağım. Üç gün, üç gece çaldıracağım. Hemi Evci'de, hemi Gökçimen'de sofralar kurulacak... Çünkü bu bir kızdır. Düğün ona gerekli. Bundan sonra seni rahat ettireceğim Kamile! Elini sıcaktan soğuğa çaldırmayacağım! Oturtacağım ocağın başına, yün hırkanı geydireceğim, sabah kalkınca, "Şu şöyle olacak, bu böyle olacak!" diyeceksin, tamam! Buyucacaksın, o yapacak!" Ağzını açıp sözcük konuşmuyor Kamile. "Eski Muhtar Cemal'in evine çağırtıp konuştuk babasıyla. Đmam Şakir Hafız da vardi. Đt Omar yoktu yalnız. Tabii bu ilk konuşma. "Verdim arkadaş, al hayrını gör!" demez kimse. Fakat vermem de demedi. Çok yumuşak konuştu. Cemal'le Şakir Hafız da görev aldı. Đyice sıkılayacaklar herifi. Başaracaklarına güvenim çok. Bunu başardılar mı, birer naylon yağmurluk alacağım kendilerine. Tabii onlarınki yerlisinden olur. Ucuz. Benimkini çıkarıp giydim önlerinde. Hafız'ın ağzının suyu aktı biliyor musun? Erlik varlığınan avrat! Paran olunca elin işliyor. Elin işleyince kafan işliyor. Hamdolsun durumum çok iyidir. Đyidir ama, gene de bir tedarik görmem şart. Sağdaki soldaki alacakları toplayacağım mahanayla Kayadibi'ne gidip Koreli Hüsnü'yü bulacağım yarın. Yedi yüz lirayı alıp gitti, bir daha görünmedi. Oysa bin lira getirecekti dürzü! Neyse, sen birkaç gün sonra kalkar, biraz öteberiyle, kızı görmeğe gidersin. Ben Ankara'dan alırım ne gerekliyse! Ne susuyorsun ulan, mennun olmamış gibi? Beri bak, ağzını aç, iki sözcük konuş! Valla kırarım kemiklerini!.." Dürttü Kamile'ye: "Konuş!" dedi yeniden. "Ne konuşayım Kabak Musdu?" dedi Kamile. "Kendin konuşuyorsun ya işte!.." "Kendim konuşuyormuşum! Ulan ben seni çağırdım, danışayım

    Page 25: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    diye. Danışan dağdan aşar demiş atalar. Ama kabahat bende ki geldim sana danışıyorum! Sen de ağzını açıp sözcük söylemiyorsun. Eski Muhtar Cemal diyor ki, yengem bu işe çok sevinir. Dahi Şakir Hafız, o da böyle söylüyor..." "Ağzına sıçayım o keçi sakallı naletin! O Cemal olacak eşşeğin de ağzına sıçayım! Uzun kulaklı naletin! Elimden o kadar ekmek aş yediler. Bana bunu mu yapacaklardı sonunda? Anam anam anam!.. Her gelen dürzüye hizmet ediyorum adam sanıp! Bundan sonra etmem!.. Etmeeem!.. Neye edeyim böyle olacak olduktan sonra? Anam anam anam!.." "Etmezsin etmezsin!" dedi Musdu. "Sende kafa yok bir kez! Kafan olsa böyle konuşmazsın! Ulan onlar sana kötülük değil, iyilik ediyor bilirsen! Ulan düşünsene ben yüz okkayım kara okkayla! Canın cinin kalmadı be! Neyse!.." Boşalan fincanları alıp çıktı Kamile. Kabak Musdu bağırdı ardından: "Böyle kararıp kararıp kafamı bozma Kamile Bayan! Edebinle otur, kalk! Ne diyorsam onu yap! Zaten hoca nikahıyla duruyorsun üzerimde. Daha olmadı bir çizik çekerim, kalırsın yetim cin gibi! Yenisini de hökümet nikahı yaparım üzerime, tamam! Takır tukur çalım satıp durma bana karşı!.." Đçinde balık görünen anahtarlığını salladı: "(Karı kısmına fazla yüz vermeğe hiç gelmiyor be Musdu!)" dedi kendine. "(Yüz verdin mi astar istemeğe kalkıyor. Baş edemiyorsun. Onun için çok dikkatli ol aslanım!)" Paketini açıp bir süzgeçli sigara yaktı. Kalktı sonra. Elektrik fenerini aldı. Paltosunu taktı sırtına. Aşağıya indi. Oğlu Tuncer'le konuştu biraz. Tuncer Reo'yu ne zaman alacağını sordu yeniden. "Yakında alırım patlama bakalım!" dedi. Sonra alacak verecek defterlerini çıkarıp okuttu. Kime gidecek? Kimi çağırtacak? Neler alıp satacak? Ölçüp biçti, yeni tasarılar yaptı. Sonra yukarı çıktı. Serilip hazır edilmiş yatağa attı kendini: Bundan sonra Cinli Kamile'yi almıyorum koynuma!" dedi. "Taze mis gibi Dürü kızı bastıracağım bağrıma, anladın mı? Saracağım belinden, onunla yatacağım! Yeyeceğim dudaklarını, memiklerini! Yeyip tüketeceğim valla..." ::::::::::::::::: 5 "ULUGUŞ" "Nineee!.. Aaay Uluguş nineee!.." Kapısını bir daha, bir daha dövdüler. "Gıı Uluguş nineee!.." Bir daha bağırdılar. Uluguş'un evi köyün kıyısında, uçta. Çitli avlunun içinde, bakımsız. Sahipsiz gibi. Ama temiz. Taş toprak, gübre, saman yok ayak

    Page 26: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    altlarında. Tavuk pisĐiği, kedi köpek ölüsü, öküz eşek kemiği yok. Uluguş yalnız başına oturuyor. Issız dağların içinde, Gökçimen'de yapayalnız bir kocakarı. On iki yıl önce öldü kocası. "Uluguş" asıl kocasının adıydı. Kocası ölünce o ad kendine kaldı. Şimdi Uluguş aşağı, Uluguş yukarı... Çok masal biliyor. Kuşlardan; kanatlanıp uçan, kurtulan yoksullardan söz ediyor. Bir çocuk dağlarda kalıyor örneğin. Anasını arıyor beylerin kaçırdığı. Kahyalar alıp kesmeğe götürüyor yavruyu. Bir ulu kuş havadan izliyor onu. Yoruluyor gide gide. Yatıyor bir kayanın gölgesine. Çalıların dibinde çiçeklerle, böceklerle oynuyor çocuk. Kahyalar horluyor. Ulu kuş inip kapıyor çocuğu. Uçuruyor kanadında. Yum diyor gözünü. Yumuyor çocuk. Aç diyor gözünü. Açıyor... Çocuk ossaat anasının dizi dibinde buluyor kendini!.. Beyleri öldürdü sonra o ulu kuş. Alıp çıkıp götürdü anasını da, bebesini de. Bir toprağın üstünde bağ bahçe çevirdi. Bir yoksul çobanla evlendi avrat. Toprak öyle bol verdi, koyunların öyle bol yünü, peyniri oldu, arı kovanları öyle doldu; kurtuldular yoksulluktan. Kurtuldular kulluktan. Ne kul oldular, ne kul aldılar. Onun için o ulu kuşu unutmadılar. Yemini suyunu koydular damın başına. Dilediği zaman geldi yedi, dilediği zaman geldi içti... Kocasının bildiği bütün masalları biliyor. Bildiklerini üretiyor. Anlattığı masallar hatırına Çoban Ahmet'e "Uluguş" diyorlardı. Öldükten beri de karısına diyorlar. Yeniden bağırdılar: "Uluguş nineee!.." Ses vermedi Uluguş. Kapısı kapalı. "Yok galiba evinde!" dedi kızlar. "Yok!.. Yok!.. Olsa açardı!.." Döndü, gidiyorlar. Caminin yanındaki çeşmede Uluguş'u görüverdiler. "Nine, nine, nerdesin?" Su doldurmuş kaplarına. Eline yüzüne su çarpmış. Ak saçları ıslak biraz. Almış kapları eline. Tam yürüyecekti, bastırdılar. "Nerdesin sen ninemiz?" "Sucaz doldurdum! Siz nerdesiniz?" Biri koştu bakracı aldı. Öbürü toprak ibriği. "Dürü'yü Kabak Mustu istemiş gı ninee!" Babası verici olmuş gı Uluguş ninee!" "Anası ı-ıh diyormuş Uluguş ninee!.." "Herifin ağzı altın gümüş gı ninee!.." "Uluguş nine, neye bizim köyün kızları hep yabana gider?" "Uluguş nine, bizi de böyle moruklara mı verecekler?" "Uluguş nine, ne zormuş Gökçimen'de kız olmak!" "Kız olmaktan kolay imiş ocaklarda köz olmak!"

    Page 27: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Uluguş nine, akşam oldu, atamadım torbamı!" "Torbamı atıp içemedim çorbamı..." "Uluguş nine, anlat bize azıcık..." "Bizim işler ölünce de böyle mi?" "Bakracı kaplığa koy Zakey, kaplığa!" dedi Uluguş. "Irbığı da iğdenin dibine dökelim. Sulansın iğdecez. Öteki bakraçla bunu da alın, bir daha kapıp geliverin! Çabuk gelin, size masal sökeyim..." Koşturdu kızları. "(Dürü gitti, Dürü gitti, Dürü de gitti!)" dedi kendine. "(Hazreti Hacer gününden beri beşer onar, yüzer, biner, yanar kızlar! Yanar kömür kesilir! Bu kara yazılar bize kudretten yazılmış, sileriz sileriz çıkmaz. Silsek de, kızsak da çıkmaz... Dürü gitti, Dürü'cez de gitti, ne yapayım?..) Kızlar geldi. Dökmüşler bakraçtaki suların yarısını. Uçarak, koşarak gelmişler. "Aceleniz neydi, uçarak geldiniz? Uçarak gidiyorsunuz ağlayacağınız günlerin üstüne!" "Hayııır Uluguş nine, bize böyle deme!" "Gökçimenli değil misiniz, olacağınız o!" "Hayııır hayır Uluguş nine, bize demee!.." "Hayır hayır deyin, avunun siz! Elin adamı saydı mı paraları, çatır çatır ayırır yarın sizin de bacaklarınızı!" "Abuuuuuuoov!.." dedi, korktu kızlar. Uluguş, ocağın iki başına minderler attı. "Oturun!" dedi. Kendi de kuru yere oturdu. "Demek babası verici olmuş da, anasının gönlü olmamış? Olur yakında!.. Olmasa da... Kim takar ana gönlünü? Kadın o! Kim takar kadını, köleyi? Kadın ev kölesi! Kadın doğurur, yener ölümü. Koskocaman ölümü yener de, yazgısını yenemez. Bütün köyün karısı, kızı birlik olup Kabak Musdu'yu yenemez! Yener ama yenemez! Güreş bilse, yener. Güreş bilmez. Güreşmek istemez. Pes eder. Kendi gönlüyle yatar alta... Anlatıyorum dinleyin: "Kızın birini, bir sandığa koyup kitlemişler! Atmışlar ırmağa! Bebeymiş daha. Irmak, sandığı alıp götürmüş. Çalkanmış sandık denizlerde. Orası burası; varıp bir kıyıya ulaşmış. Denizi biçmeğe gelenler koşmuş. "Tamam!" demişler. "Hazine bulduk! Varsıl olduk!" Đtip kakmışlar başında. Kırmızı sakallı bir herif var imiş içlerinde. Bizim Göçmen Osman gibi bir herif, bildiniz mi? Demiş: "Durun! Usulcana açalım! Belki para değildir!" Bu olmaz olası paralar her yerde böyle yaranı yoldaşı birbirine düşürürmüş! Ee, boşuna mı demişler: Anayı kızdan ayıran para! Ocağı batası para!.. Đtişip kakışmayı bırakıp açmışlar sandığı. Açmışlar ki ne görsünler? Ne görmüşler? Bilin bakalım?.." "Kıız! Kız görmüşler sandığın içinde!" "Kilitli sandığın içinde kız var tabii! Ne bildiniz?"

    Page 28: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Dedin ya, kızı sandığın içine koyup kitlemişler!" "Çomak çıksın aklıma! Kitlemişler dedim, unutuverdim! Sonra demişler: "Biz bu kızı ne yapalım?" Çok da gözel! Ay parçası! Çok ayaz ortalık. Gün doğunca daha da beyazlanmış kız. Ama hiçbiri almaya tamahlanmamış. Ne yapsınlar şimdi bunu? Đçlerinden en yoksul birine verip, yollamışlar evine. Altı tane kızı var imiş herifin. "Bir de bunu götür, yedi olsun arkadaş!" demişler. Alıp götürmüş evine: "Canlı balık tutup geldim avraaaat!" diye bağırmış karısına: "Dişi balık tutup geldim!" Bebeyi görünce kız diye kararmış avradı. "Kararma!" demiş. "Sen altı tane bulup geldin, ben sesimi çıkarmadım. Ben bir tanecik getirdim, sen de çıkarma!.." Katmış bunu da ötekilerin içine..." "Eee; büyüt çabuk! Büyüt çabuk Uluguş nine!" "Đvmeceniz, aceleniz ne? Ne yapacaksınız çabuk büyütüp de? Bir kabak daha çıkar. Sayar parayı. Alır gider on dördüne basmadan!.. Ellemeyin, biraz oynasın çocuk yaşıtlarının arasında!.." ::::::::::::::::: 6 HAVANA'NIN HALLERĐ "Hayırlı olsun Havana! "Hayırlı uğurlu olsun gııı!.." "Dürü'müz maşaallah, serpiliverdi!" "Kaderi var imiş! Varsıl eve gidiyor!" "Sürünmez yaşamı boyunca inşaallah!.." "Eeee, kader bu! Dürü'müzü tuttu götürüyor bakalım, nereye konduracak, nereye döndürecek? Güldürecek mi, ağlatacak mı? Belli olmaz! Kabak Musdu'nun kaç günlük ömrü kalmış şurda? Hökümet nikahı yaptırın da yesin mallarını dürzünün!" "Paralı herife düştü, paralıı!.. Aşkolsun Dürü'ye!.." "Parası da batsın, malı da! Yeter ki yüzü gülsün yavrumuzun! Onunkiyle birlikte sizinki de gülsün inşaallah!.." "Hayırlı olsun Havana! Hayırlı uğurlu olsuuuun!" "Eee, düğün ne zaman bakalım Havanaaa?.." Sırtında çuvalıyla bağdan geliyor. Çuvalı yaprak dolu. Asma yapraklarını, elma, armut, zerdali yapraklarını doldurup geliyor. "Telef olmasın... Mal maşat yesin..." diyor. Đçinin bir yerleri cayır cayır yanıyor. Dumanı başından çıkıyor. Herkes böyle, "Hayırlı olsun Havana!.. Hayırlı uğurlu olsun Havanaaa!.." dedikçe yanıyor. Đş olmasa çıkmayacaktı dışarı. Eve de geliyorlar. Elinden gelse bir kuyu eşecek, girecek içine, çıkmayacaktı dibinden. "Ağzı fişek kapçıklı dürzüye mi kaldı benim kızım? Emsalı mı onun? Ne zevksiz, edepsiz avratlar bunlar? Dengi mi kızım onun? Hiç düşünmüyorlar! "Mallı!.. Paralı!.." diyorlar. Köpek yesin malını, parasını!.." Sokaklardan kurtulup eve gelenece,

    Page 29: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    yüz kancığa laf anlatmak zorunda kalıyor. Çoğunu duymuyor. Duymayacak ama, "Şişiniyor baksanıza! Para delisi kancık! Kızımı varsıla veriyorum diye uçuyor orospu! Git anam giit! Biz seni böyle bilmezdik! Malı parayı görünce sen de değiştin! Değişmeyen mi var? Sadece delilerle ölüler değişmezmiş. Sen de değiştin Havanaa!.. Anayı kızdan ayıran para, değiştirdi!.." diyorlar. Deyip günahına giriyorlar. "Benim içerim yanıyor! Çok canım sıkılıyor bu işe avratlar! Ben o Şişgöbek canavarı, ben o Toprak Soyulcanı görünce nefretimden sapsarı oluyorum! Tosba sımalı herif? Elim ayağım titriyor. Titriyorum. Zenzele gibi bir avrat oluyorum. Ne yapar, nasıl baş eder geceleri benim Dürü'm onunla! Yılan elinde kalmış serçe kuşu gibi çırpınmaz mı yavrucağım? Bulgur serdik de karıştırıyorduk damın başında! Kayadibi'nden geliyormuş devrilesi! Çoccam eline bir ayva almış ısırıyordu. Çocuk o daha, ne bilsin? Beşi bıldır bitirdi. Atın üstünden görmüş, ayvayı ısırırken! Atmaca kuşu gibi kavrayıp almış gözüyle alçak! Çok dedim kuzuma sonradan. Ama ne çare? Hiç insan gelip geçen heriflere karşı, damın başına çıkar da ayva yer mi ay kızım? Sen bir kızsın! Elmastan altından kıymetlisin! Gülün yaprağından, çiğdemin çiçeğinden naziksin! Neden eline bir ayva alıp dikelirsin damın başına? Aaaah; tekine mi demişler, pederin peder olacağına, kaderin kader olsun diye?.." "Kaç altın takıyor Musdu, Havanaa?" "On üç altın diye duyduk, doğru mu?" "Cinli Kamile ağrıdan sızıdan inleyip durur: "Anam anam anam!.." Cartı çeker, erkenden ölür yarın... O evler, o konaklar, o bağlar bahçeler, onca mal, davar, aynalı sandıklar, teyp, gramofon, radyo, pikap makineleri! Hacer Buluş'un, Zeki Müren'in, Mahzuni'nin plakları... hep Dürü'ye kalır artık! Çok tokgözdür Kabak Ağamız çok! Esirgemez parayı, malı... Parasının düşmanıdır: Kaderi var imiş senin Dürü'nün kaderi, aşkolsun! Aşkolsun, Kabak Musdu'ya düştü kızın!.." ::::::::::::::::: 7 GÖKÇĐMEN'DEN GEÇERKEN Kabak Musdu, atın başını çeke çeke geliyor bağların arasından. Dürü camdan gördü geldiğini. Attı kendini yere. Köşeye büzüldü: "Yandım!.." dedi. "Eve gelirse yandım, mahvoldum!.." Kalktı çabuk. Güpür güpür indi merdiveni. Ahıra koştu. "Samanlıktan atına saman alır!" Döndü avlunun içinde. "Nerlere gideyim Allahım? Nerlere sineyim Tanrım?" Ahırın yanında bir göz yer var. Evin taktuku konur. Dolu bir yer. Ama kapısı kırık. Köhne. Koştu oraya. Süzülüp aktı bir yerinden. Hiç ışığı yok. "Çakmağını çakar da görürse? Ne var ne yok, şuraya bir bakayım derse?" Đyice büzüldü taktukun arasına. Gözü alıştı, ışıdı çevresi. "Nerden sızıyor bunca ışık bilmem ki?" dedi. Korktu. "Toprak Soyulcan görürse beni?" Büzüldü. "Görür yakalarsa? Yakalar kolumu tutarsa?" Kabak Musdu, Velikul'un damına karşıdan yutacak gibi bakıyor. Gözleriyle kavrıyor, kollarıyla sarıyor, koca evi, içinin tavuğu cücüğüyle, Dürü'sü perisiyle yutuyor. "Yüreğinde zerrece muhabbetin varsa çık şu damın başına Dürüü!.." diyor. "Çık, gül yüzünü göreyim!

    Page 30: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    O sarı ayvayı al gene eline! Isır ben varırken! Sana her gün o sarı ayvalardan yedireyim! Kışın da reçelini! Süzme ballar yedireyim sana Dürüü! Amerikalılara, elçilere taşıdığım yayla ballarından yedireyim sana! Gelecek hafta askeriyeden bir Reo kamyonu alıyorum. Gör ne kamyon! Atı köylere kullanacağım, onu Kızılca'ya, Ankara'ya inip çıkarken yollarda! Seni o Reo'nun önüne oturtayım. Bir gün Kızılca, bir gün Ankara! Bir gün Kızılca, bir gün Ankara! Ankara'ya varınca taksi tomofillere bindireyim. Bir Çankaya, bir Baraj, bir Çankaya, bir Baraj! Gezdireyim durmadan. Gençlik Bahçesi'nin içinde yoğurtlu kebap, Maraş dondurmaları yedireyim sana Dürüü! Bak sözüm söz Dürüü! Güllere, gülsularına beleyeyim seni! Sen benim ömrümün son döneminde açılmış goncamsın Dürü! Sen beni bu Cinli Kamile'den kurtar olmaz mı? Çok bıktım bu mundar avrattan! Bıktım, hiç canım çekmiyor Dürü! Bunca zamandır ondan bundan geçinmekten de bıktım! Senin gibi bir suna istiyorum yatağımı ısıtan! Evimi silip süpüren. Sobamı yakan. Çayımı koyan üstüne. Demleyen gözelce. Mis kokulu Seylan çayları bulup geleyim sana! Kaçak maçak! Ben gelince doldur bardağa. Bardakta "Hoş geldin" yazsın. Şekerini yanına koy. Kıtlama içeyim anladın mı? Kıtlama içeyim de bitmesin! Seni de öyle kıtlama gibi kıdım kıdım idare edeyim! Ama istersen on dokuz yaşında bir haşarı oğlan gibi, sincap gibi acar olayım! Doymak kanmak bilmem ben valla! Yaniya seni canım çok çekiyor Dürü, çok, çoook!.." Bakıyor araya araya. Ama yok Dürü. Çıkmıyor cama. Çıkmıyordu dambaşına, kapıya. Görünürde Velikul'la Havana da yok. Kapalı kapıları. "Geçip gideyim en iyisi! Varacağım yere bir an önce varayım. Akşama tez döneyim. Olmazsa Cemal'e sapayım biraz. Uygun olursa Cemal'la birlikte gideriz Velikul'un evine..." Daldı köy içine. Velikul'un evi kıyıda. Velikul'un evini geçti. Dürü büzülüyor taktukun içinde. Harman süpürgesi, semer, boyunduruk, üzüm sepeti, bir tekne eskisi... Büzülüyor aralarında. "Hayırlı olsun Kabak Ağa!.." "Merhaba Bekir, sağ ol!.." "Hayırlı olsun Musdu Ağa!.." "Sağ ooool aslan yeğenim!.." "Đn de bir çay iç Musdu Ağa!.." "Acele işim var Linlin, Kayadibi'ne gidiyorum!.." "Hayırlı olsun Kabak Ağa, hayırlı olsun bakalım!.." "Sağ oluuuun, berhudar olun aslan yeğenlerim!" Köyü geçti. Kayadibi'nden yandaki harımlarda lahana yoluyorlar. Yerelması, turp çıkarıyor, patates söküyorlar. Kadın kız dikelip bakıyor. Kambur erkekler, yorgun delikanlılar, kıskananlar, imrenenler, herkes dikelip bakıyor. Ağır ağır sürdü atını Musdu. Kara Ahmet Kuyusu'nu geçtikten sonra, "Düi!" dedi. Özengiye bastı. Dörtnala kaldırdı atı. Ama gövdesi dayanmadı. Çekti gemini. "(Ağır ağır sür şunu Kabak Musdu!)" dedi kendine. "(Kayadibi işte! Beş dakika önce varacağına, beş dakika sonra var, fark etmez!..)" dedi. Sürdü ağır ağır.

    Page 31: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    ::::::::::::::::: 8 SAKLAMBAÇ GĐBĐ Kayadibi köyü, koca bir kayanın dibinde. Sağı solu da kayalar, kayalar! Az tarlası var. Mala davara vurmuş bir köy. Yola bele uzak. Cip, pikap ancak seçimden seçime uğrar. Uzak bir köy. Ağası da yok, paşası da. Toprakları bitersiz. Kuzuları Kabak Musdu'ya verirler. Sekiz on kişi arıcılık yapar. Eski yöntemle kayırırlar arıyı. Üçer dörder kovan vardır her birinde. Kovanları sepettir. Sepetlerin içini dışını sığır mayısıyla sıvarlar. Gene de balı iyi olur. Çiğdem, çiçek, ardıç, çam kokar. Karağan, meşe, dağelması kokar. Ayrı tadı, lezzeti vardır. Taze taze çıkartır Kabak Musdu. Beş, altından alır kilosunu. Götürür otuzdan kırktan, tutturabildiğinden satar. Ankara'daki Amerikalılar, "çambal", "yaylabal" diye diye kapışır. Elçiliklerden isterler. "Para bol, para göl heriflerde! Onlarda para bol, bizde bal kıt! Olmadı, fenni kovana alışamadı köylü efendiler! Beyinleri buz dolu ne olacak? Bir mor lahanayı ektiremedim bu köye! Ektiler, tutturamadılar. Çilesi çokmuş! Böcekleniyormuş! Çok olur tabii çilesi! Böceklenir tabii! Avratlarınız ekerken, dikerken durmadan yellenirse, elbet böceklenir mor lahana! Tabiyatsız köylüler, ne olacak! Bir de sekiz lira istersiniz bir kilo bala! Hemi de borç aldığınız parayı getirip vermezsiniz kendiliğinden. Yedi yüz lirayı bin liraya vermişim bir yıllığına, çok mu ulan kıllı dürzüler! Gene de kabahat bende. Sizin gibi dürzülere iyilik ediyorum. Koreli Hüsnü gibi zibidilere para veriyorum..." Koreli Hüsnü, köyün genel helasına aptes bozup çıktı. Elinin ibriğiyle yürüdü. Karşıdan gelirken gördü Kabak Musdu'yu. Koşup evine yetişemez. Yetişse de saklanamaz. Hemen sapıttı yolunu. Hiç vakit yok. Gerisin geri helaya gitti. Ama helaya da giremez yeniden. Girip, Kabak Musdu gidenece tutuklu kalamaz. Sol baştan caminin ardına dolandı. Ordan Biloş suyu boyunca, söğütlerin arasından sıvışır. Kabak Musdu sürdü atını. Sağ baştan kavşırdı camiyi. Çenede karşılaştılar! Koreli Hüsnü, o değilden gibi indi aktı dereye aşağı. Ok gibi kaçıyor. "Kaçma Hüsnüü!.." diye bağırdı Kabak Musdu ardından. "Kaçma ulan batakçı dürzü! Koreli, kaçma benden! Alıp, da yediğin paraları istiyorum! Bunun sonu sana ağır olur, kaçma! Ne kaçıyorsun? Sana söylüyorum ulan ırzı kırık Hüsnüü!.." Söğütlerin arasına girdi. Çayca gidiyor Hüsnü. Ta Kore'den getirdiği Ruzveltler var ayaklarında. Akıyor su gibi. Đbriğimi de sallıyor elinde. "Tazıdan hızlı gidiyor namussuz! Şuna bak!.. Đyi ama nereye kadar gideceksin? Ben seni şimdi yakalarım! Ben atlıyım, sen yayasın! Atım da... biliyorsun şahin! Ben seni şimdi tavşan gibi avlarım! Sıçan olup yere girsen gene bulurum seni ulan Koreli deyyus!.." Yenice gübre dökülmüş tarlaların arasından sürdü atını. Tırısa kaldırdı. Toz çıkarttı topraktan. Sonra dörtnala bindirdi. Kesti önünü. Fakat söğütlerin arası. Birden atı çok mu sürdü ne? Yitirdi Hüsnü'yü! Yoksa temelli aktı mı aşağılara? Aşağısı bir çavlan. Nasıl akacak? "Neredeysen çık ortaya ulan batakçı dürzüüü! Çık gözelce! Bak

    Page 32: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    valla avradıyın başındaki pünezleri söker giderim! Çabuk çık, valla kendisini de atın terkesine atar götürürüm Evci'ye! Bin lirayı ödeyesiye kullanırım! Valla yaparım bunu! Kör olayım yaparım bak! Gözümü bile kırpmam!.." Bakındı oralara. Hüsnüüüü!. Ulan Hüsnü gibi ırzı kırık dürzü! Gözel avratlı Hüsnü! Mına godumun Korelisi!.." Baktığı yerlerde göremedi. Döndürdü atını. Başını çekip ağır ağır sürdü. Hemi de taradı söğütlerin altını. Derenin oyuk yerlerini ince elekten eledi. Ne bir karaltı görebildi, ne bir kıpırtı. "Hüsnüüü!.." diye yeniden bağırdı. Yok Hüsnü! "Kaşla göz arasında yitti herif! Ulan göğe mi çekildin yoksa? Ulan Hüsnüüü!.." Gözlerini kısıp baktı. Söğütlerin altını bütün gölgeleri bir bir yokladı. "Yoksa yer yarıldı da yere mi girdin ulan zilli avratlı?" Yönünü Biloş suyuna döndürdü. Atını geri bastırdı. Geri geri giderekten yüz metre kadar açıldı suyun kıyısından. Sonra, camiyle çavlanın arasını makasa alıp gözlemeye başladı. "Bak! Camiyle çavlanın arasında bir yerdesin Hüsnü! Bu kesin! Tavşan gibi siniyorsun! Bu da kesin! Ama ne zamanaca sineceksin? Birazdan acıkırsın. O zaman çıkarsın ortaya! Ben de ensenden yakalarım! Valla bak, belimde tabanca var. Simit Vesson! Boş değilim şerefsizim! Çektim mi tetiği, göbeğinden mıhlarım seni! Evet bunu da bilirim ben! Dan dan dan! Üç kurşunla yıkarım seni! Tanığın tapığın bulunmaz! Bu gidenin yarısı yılar benden Hüsnü! Savcılar, yargıçlar ahbabım! Daha karakoldayken keserim önünü. Başkan Aziz Bey bana çalışır. Evraklar benden yana yazılır! Yedirdim mi paraları Şerif Çavuş'a, takar makineye kağıdı, istediğim gibi yazar! Yazmayıp da ne yapacak? O da ana kuzusu! Ona da gösteririm tabancanın ucunu. Aziz Beye söyledim mi, Bitlis'e sürdürürüm! Siirt, Batman, Maraş, Fevzipaşa... dağlar eşkıya dolu! Bir kurşun iki lira. Kışlar altı ay sürüyor. Hele Sarıkamış! Çoluk çocuğu kırılır soğuktan. Kimse tekerime taş koyamaz buralarda benim! Haydi iyisi mi çık dışarı! Çık da ver borcunu. Borcun iyisi vermek, derdin iyisi ölmek Hüsnü! Bak sana Hüsnü diyorum. Çık da iki taksite böleyim. Çıkmazsan yersin kurşunu! Göbeğini kurşunla doldururum senin valla! Gözellikle çık ortaya! Hüsnüüü, ulan Koreli Hüsnüüü!.. Avradının zillerine sinkaf ettiğim Hüsnü, çık ortaya!.." Çıkardı belinden tabancasını. Kurşun sürdü ağzına. "Bak kurşun sürdüm! Güvenlikten de kurtardım. Sen bu işten çok zarar göreceksin. Madem çıkmadın, ben de çekip kurşunu, yakarım seni!.." Camiyle çavlanın arasını tarayıp duruyor sımsıkı. "Lazım şimdi bu dürzüyü adım adım izlemek! Đnmek attan yere! Çekmek lastik çizmeleri ayağa! Sol ele bir sopa, sağ ele tabancayı almak! Oyuklara, kovuklara, çalıların, kafılların içine, suyun çavlan yaptığı yere, söğütlerin arasına, tepelerine, dallarına baka baka aramak! Bulduğun yerde götünden furmak dürzüyü! Valla tam götünden! Ne ulan?. Şaka mı bu? Bin lira az para mı?.. Yada furmayıp yakalamak! Gel bakalım ulan it! Kim dedi parayı al da harca, sonra üstüne yat? Para sahibi, eliyle verdiğini ayağıyla aramak için kalkıp senin boklu köyüne gelsin! Sen de eliyin ıbrığıyla köyün genel helasından dönerken gör, gerisin geri kaç! Saklan söğütlerin arasına! Aferim ulan dürzüoğlu dürzü! Ulan sen bu uyuzluktan, sen bu cıbıllıktan kurtulamazsın! Senin daha kendi şahsına bir helan bile yok! Ondan sonra kalkmış, benden ödünç para alıyorsun, tehooo!.. Yedi yüz lirayı bine alıyorsun! Tehooo!..

    Page 33: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Fakat ayaklarımda çizme yok şimdi! EĐimde sopa yok! En iyisi ben bu dürzüyü, caminin yanına varıp bir daha ürküteyim! "Hişt Hüsnü hişt!.." çeke çeke, çavlana kadar ineyim. Buldum buldum, bulamadım mı çekip evine gideyim. Oturayım evine. Daha olmadı, çökeyim avradının üstüne: "Gel ayıkla bakalım şu pirincin taşlarını Selver!" deyim. Ya getirsin paramı, yada buna razı olsun..." Atını caminin oraya sürdü hızlıca. Dibine varıp başını çekti. Geri döndürdü. Bu kez söğütlerin altından altından sürdü. Çok yavaş gidiyor. Her yere bakıyor. Ama yok. Yok görünürde. Mutlaka oralarda bir yerde. Köstebek oldu da yeraltına mı girdi? Mutlaka camiyle çavlanın arasında bir yerde. "Hişt Hüsnüüü! Hişt ulaan Koreli!.. Dinle bak ne diyorum? Bak, şimdi çavlana kadar ineceğim. Eğer çıkmazsan, süreceğim atı doğru senin evine! Açacağım kocakapıyı. Bağlayacağım atı ahıra. Başına bir torba takıp çıkacağım yukarı. Gel diyeceğim avradın Selver'e! Ayıkla şu pirincin taşlarını! Bak, valla yapacağım bunu! Sonra Kızılca'ya gidip kaymakama şikat edeceğim evinde helası yok diye! Eğer böyle yapmamı istemiyorsan, adam gibi çık ortaya! Çık konuşalım! Đstediğin gibi taksite böleyim! Nasıl olsa borcun! Ödemedikçe kurtuluş yok! Affederim diye bekleme. Ben enayi değilim! Ben hökümet hiç değilim borç affedecek! Ümüğüne basar, tıkır tıkır alırım! Hüsnüü, hişt Hüsnüüü!.. Ulan Hüsnü gibi avradını sinkaf ettiğimin! Çıksana ortaya!.." Çavlana kadar vardı. Baktı, aradı. Baktı, taradı. Yok, yok! Hiçbir yerde Hüsnü'ye benzer bir görüntü yok. "Yok!" dedi. "Ya yok, ya ben bulamıyorum! Ya beni avsunlayıp yılan gibi zağdı gitti çavlandan aşağı! Ama nere giderse gitsin, evi burda! Evine dönüp gelecek mutlaka! Mutlaka ben de onu bir yerde kıstıracağım! Kendini kıstıramazsam Selver avucumun içinde!" Çavlanın oralara uzun uzun baktı. Bir daha, bir daha baktı. Sonra döndürdü atın başını. Köy içine geldi. Hep bakınıyor gelirken. Atı Hüsnü'nün eve doğru sürdü. Biliyor evini. Çok girip çıktı. Çok tuz ekmeğini yedi. Đş yaptılar birlikte. Ama dostluk başka, alışveriş başka; para dersen gene başka. Varıp kapıyı çaldı uzun uzun: "Selveeer!.. Aaay Selver!.." diye bağırdı. Bir zaman ses gelmedi içerden. "Selveeer!.. Aay Selveeer!.. Aç kapıyı ulan kıllı bacaklı Selveeeer!.. Aç kapıyı ulan Korelinin karısı!.." Epeyce bağırdı. Epeyce bekledi kapının dibinde. Sonra bir kıpırtı oldu: "Kim o?" Çatallı bir ses geldi. "Bütün bunlar numara!" dedi Musdu. "Valla billa numara!.." Uyku mu çekiyor bu saatta? "Yoo! Neye soruyor geçten keç kim o diye? Hep numaradan! Dürzü Hüsnü çıkıp geldi eve, ben de bastırdım. Biraz bekledi dönüp gideyim. Ama gitmedim? Gider miyim? Alacağımı almadan neden gideyim? Gitmeyince, beni burda bekletip herifi savuşturdu aha bu tilki Selver! Ulan karı-koca ikisi de çok cin oğlu cin olmuş bunlar!.." Tabancasını soktu beline. Hastalıktan yeni kalkmış gibi ayaklarını sürüdü geldi Hüsnü'nün karısı. Açtı kapıyı: "Aaa!.. Sen misin Kabak Ağa?" dedi.

    Page 34: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Aaaa!.. Benim ya! Tanıyamadın mı serseri?" "Kusura bakma, Hüsnü yok! Kızılca'ya gitti!" "Demek yok? Aferin! Eee! Ne zaman gelecek?" "Dün gitti valla! Heralım yarın gelir?" "Demek dün gitti, yarın gelir?" "Öyle ya, dün gitti, yarın gelir!" "Pekey şu atı bağla bakalım içeri!" "Ama, kendisi burda değil Kabak Ağa!" "Ne yapacağım kendisini? Bağla sen atı!" Avradı göğsünden itti hafif. Atı çekti içeri. Kapıyı da kendisi kapattı: "Bağla çabuk dedim Selver hatun!" "Ama kendisi olmayınca ne yapacaksın evde?" "Oturur biraz beklerim. Belki çıkar gelir. Gelmezse, biraz pirincim var, ayıklarız taşlarını! Bir de gayfanı içerim üstüne! Sonra geçer giderim; olmaz mı?" "Valla sen delisin Kabak Ağa!" dedi Selver. Atın çilbirini aldı Kabak Musdu'nun elinden. Ahıra çekti. Bağladı yemleçlerden birinin başına. Çıkıp dışarıya sordu: "Torba takalım mı? Yoksam yelmece bir şey mi verelim?" "Canın nasıl isterse öyle yap!" dedi Musdu. "Terkisinde bağlıdır istersen torba tak! Đstersen biraz samanla arpa dök!.. Arpa samanı vardır değil mi samanlıkta? Sen gene saman ver. Biraz da arpa koy önüne! Kimse var mı yukarda? Ben de çıkayım..." "Dedim ya kimsecikler yok! Ev senin! Madem arzu ettin. Çık buyur Kabak Ağa!.." Kabak Musdu, elini kıçına koyup çıktı yukarı. Hayatın taban tahtaları kaba kaba kesilip çakılmış. Yarıklardan aşağısı görünüyor. Đyice kızdı: "Tabiyatsız dürzü!" dedi. "Şöyle ağzı yüzü düzgün bir ev yaptırmaz kendine! Alır paraları benden, hep helva yer! Bu avradın üstünü başını da yapmaz doğru düzgün! Çocukların karınları çılbak! Burunları sümük... Git ulan, git ulan!.. Bir de Korelere varıp geldin görgüsüz dürzü!" Đçeri girdi. Ocakta ateş yanıyor. Hüsnü'nün elindeki ibrik de külün üstünde! "(Demedim mi?)" dedi. Yerde bir çul yayılı. Yatakların üstünden bir minder alıp attı yere. Oturdu üstüne. "(Vay budala Hüsnü!)" dedi. "Asker olup Kore toprağına kadar gittin, Amerikan tayını da yedin, gene budalasın! Karıyı teslim ettin elime; kaçtın! Ulan ne kaçıyorsun dürzü? Kaçacağına karşıla beni gözelce! Arz et halini! Elimde yok ağam de. Bu kezcik daha hoşgör, bir çaresine bakayım de. Nasıl olsa ödeyeceksin. Borçtan kurtuluş var mı ulan?" Uzattı ayağını ocağa doğru. Selver çıkıp geldi.

    Page 35: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Gel bakalııım Selver kancık!" dedi usulca. "Senin herif kaçtı benden bugün! Elinin ırbığıyla kaçtı yahu! Ben de kovaladım dere boyu! Bak ırbığı da getirip koymuş ocağa: Valla adım Kabak Musdu gibi biliyorum. Hiç yalanım yok! Sen de yalan söyleme. Beni kandıramazsın. Kapının dibinde beni beklettin, damın ardından kaçırdın herifi! Yada buraya bir yerlere sakladın! Đkisinden biri..." Selver kıpkırmızı oldu. Kimi dişleri dökülmüş. Gedik gedik gülmeye çalıştı. "Şu düşündüğüne bak Musdu Ağam, olacak iş mi?" dedi. "Valla dün Kızılca'ya gitti, biraz yapağı götürdü. Deri meri vardı evin içinde, onları götürdü. Satacak da para getirecek. Borcumuz harcımız var diyordu. Ne kaçsın senden? Bir kötülüğünü görmedik ki! Dahi dünya kadar iyilik ettin. Bilmez mi bunları?" "Gı beni çocuk yerine koyma! Caminin ordan çavlana kadar kovaladım kendisini! Atın üstünde kovaladım! Aha bu gözlerimle gördüm! Sonra yitirdim alçağı! Girdi bir yere, çıkmadı! Fakat aşkolsun! Pire gibi herif? Kaşla göz arasında tüyüverdi! Çavlandan aşağı yılan gibi zağdı gitti! Sonra köyün ardından dolandı. Dolanıp eve geldi. Sana da aşkolsun, gömdün bir yere, yada ben girince savuşturdun. Đkinize de bravo!" "Yanlışın var! Kaçmanın gereği yok!" "Ben de onu diyorum gı sakar! Kaçmasın, birkaç gün daha izin vereyim! Ben aslında bu kadar da sıkıştırmam onu. Ama paraya ihtiyacım var. Reo kamyon alacağım. Motorize olacağım artık buralarda. Dağları bayırları her zaman at ile dolaşmak zor. Ata sırf keyfim için bineceğim. Bir de düğün edeceğim kısmetse! Cinli Kamile'den osandım. Takır tukur bir avrat oldu. Her yanları sızlıyor. "Anam anam anam!" Onunki bu! Bir kız alacağım on dördünde! Gökçimen'den! Velikul'un kızı. Adı Dürü. Göküş göz, sarı saç, gözel bir kız. El kadar bir çocuktu. Baktım, ele, bele gelir kancık olmuş! Evlerinin önünden gelip geçerken gördüm. Öteygün bir baktım... neyse! Bu işler için para lazım Selver. Böyle olmasa sıkıştırmazdım. Şimdi niyetim, senin herifteki bini almak, daha birkaç yerde böyle takıntılarım var, onları toplamak! Param ellerde serili kalacağına, biriktirip bir hizmete yatırayım diyorum. Boşu boşuna neden durdurayım parayı? Boşu boşuna durduracak olduktan sonra, neden zahmetini çekeyim kazanmak için? "Hayırlı olsun!" "Sağ ol Selver! Sağ ol, ama bu senin herifin yaptığını affetmem! Bunun ne demek olduğunu bana sor. Bugün çok daha önemli işlerim vardı. Kalkıp burayaca geldim ki, bu işi göreyim. Đnsan bozum oluyor Selver. Bana bunu neden yaptı Hüsnü? Bir kez ben ona kötülük değil, iyilik yapmışım. Đyiliğime iyilik de istemiyorum. Yedi yüz vermiştim. Bir yıl kullanmış. Bir yıl sonra bin istiyorum. Pazarlığımız var önceden! Bu hayinliği hiç affetmem, hiç!.." Selver, "Gel Şevki!" dedi oğluna. "Git Ramazan emmini çağır. "Eve misafır geldi! Babam da Kızılca'ya gitti, bize kadar buyuracaksın!" de..." Sonra duvardaki oymaların birini açıp fincan cezve çıkardı. "Aferim! Şimdi de kalktın çelibanı çağırtıyorsun!.." "Yalnız sıkılırsın dedim Kabak Ağa!.." dedi Selver. "Ne yalnızı? Sen varsın ya! Ben sana dolandım geldim! Daha derede

    Page 36: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    kocanı kovalarken aklımdan geçirdim! Gidip evine, avradının başına çökeyim dedim!" "Tövbe tövbe! Kötü laf bu! Ağzından yel alıp gitsin! Hüsnü senin öz arkadaşın! Alışveriş yaptınız beraber. Kazandınız kaybettiniz. Đnsan arkadaşının avradına bunları geçirmez aklından!" "Arkadaşım da madem, neden yaptı bana bu oyunu? Karşıdan gördüğü halde yolunu sapıttı, zağıp kaçtı önümden?" "Yanlışın var! Kızılca'ya gitti o! Hüsnü yolunu sapıtmaz, asla kaçmaz senden!" "Ben yalan söylüyorum, öyle mi?" "Yok! Yalan söylemiyorsun, ama belki yanlış görmüşündür. Hayal görmüşündür. Birisi gözüne Hüsnü gibi görünmüştür. Hüsnü Kızılca'ya gitti dün!" "Allah belanızı versin ikinizin de! Şu konuştuklarınıza bakın! Gel! Gel de şu paltoyu al omzumdan. Al, bir yere as!" Selver kalkıp paltoyu aldı: "Nasıl Kamile abamgiller, gelinler iyiler mi?" "Hepiciğinin Allah belasını versin! Dedim ya, Kamile aban takır tukur! Gelinler de habire fink atar oğlanlarla. Onlara göre hava hoş! Olanlar bana oluyor. Paraları kaptırdık sağa sola. Bin çalıya takıldı kaldı yüzlükler, beş yüzlükler. Bir manga tahsildar lazım şimdi toplamaya! Ata bindim, kendim toplamağa çalışıyorum, onu da borçlular görür görmez yolunu sapıtıyor..." "Canın sağ olsun! Bir gün hepiciğini tam tüm edersin. Düğününü de kurarsın hoplu toplu, atlas bayraklı..." "Düğüne daha çok var bu gidişle! O zamanaca nefsim kuruyacak! Ona buna gidip gelmekten çok osandım Selver!" "Böyle şakaları eskiden yapmazdın Kabak Ağa!" "Arkadaşlarım da yapmazdı eskiden!" Şevki oğlan çıkıp geldi soluyarak: "Ramazan emmim Kızılca'ya gitmiş!" dedi. "Đşte bu doğru bak!" dedi Kabak Musdu. Sonra oğlana döndü: "Git oyna sokakta ulan! Babanı görürsen çağır buraya! Görmezsen boş ver! Oyununu tam bütün oyna!" dedi. Azarlar gibi söyledi. Çocuk çıkıp gitti. "Şu ceketimi de as Selver!" Selver ceketi alıp astı. Sonra kahveyi döktü fincana. Buyur etti. Koydu önüne. Bir eliyle kahveyi aldı, bir eliyle omzundan tuttu Selver'i Kabak

    Page 37: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Musdu. Tutup bastı: "Kaçıp gitme bakalım!" dedi. "Sen de geldin geçiyorsun bak! Kaçırma kendini! Gel otur şöyle yanı başıma da, tadına bakayım azcık!" Selver çekti kendini hışımla: "Bu senin yaptığın ayıp!" dedi. "Senin budalanın yaptığı ayıp değil mi? Kim dedi ona parayı al yat üstüne? Sonra sahibi gelirse kaç? Bu ayıp değil mi? Gel bakalım şöyle!" "Gelen gören olur! Adım çıkar dillere!" "Hiç kimse gelemez! Hiç kimse göremez! Aha tabanca! Kocan yüklükteyse bir o görür. O duyar sesimizi, soluğumuzu. Duyunca dayanamaz, fırlar belkim dışarı! Yoksa keyfime dokanmasın!" Biraz daha çekti kendine. "Başka türlü valla bırakmam seni!" Tabancasını gösterdi.. "Đşte bak, belimde!" Selver kıvrandı biraz. Eğildi, büzüldü. Musdu, kahveyi koydu camın dibine. "Önce pirinci ayıklayalım!" dedi. "Nefsim çok uyandı!.. Sen de hoşuma gittin birden!.." Đki eliyle kavradı Selver'i. Çekti kucağına. Başını tutup okşadı. Göğsünün üstüne aldı sonra. Sağ elini, belinden aşağı doğru gezdirdi. "Öyle uyandı ki nefsim!.." dedi. Bacaklarını, baldırlarını okşadı. Yarı ölü, yarı diriydi Selver'in eti şalvarın içinde. Okşadı bir süre. Sonra çenesinin altından tutup kaldırdı başını. "Sonra gene gelirim seni sevmeye!." dedi. Gözlerinden, dudaklarından, kulaklarından öptü. Kulak memelerini emdi bir süre. "Ooooh!" dedi. "Đyice uyandı nefsim! Baya tatlısın ulan! Çok tatlısın ulan! Baya mis gibi bir kancıksın!" Öptü. "Ooooh!" dedi. "Tatlısın diyorum sana! Tatlısın ama, o cin oğlu cin anlıyor mu bu tatları? Biliyor mu kıymetini? Ooooh!.." Selver titredi. Elini Musdu'nun göğsünde gezdirdi. Đtecekti, itemedi nedense. Kabak Musdu: "(Tamam!)" dedi. "(Budala kocası yok evde! olsa böyle yapamazdı. Atladı kaçtı ben kapıyı çalınca! Kaçıp gitti, belkim kapıyı gözlüyor... Gözlüyor ki çıkıp gideyim!..)" Kolunun üstüne yatırdı Selver'i: Göğüslerini yeniden okşadı. Sabırla okşadı. Öptü dudaklarını, kulaklarını. "Valla çok tatlısın Selver! Sık sık geleceğim tatlarından almaya! Bak ciddi söylüyorum!" dedi. "Çok pişman oldum çok mahcup oldum şimdiyece senin tadına bakmadığıma! Ulan ben öküzüm be! Valla cahil öküzün birincisiyim! Tüh be, tüh be! Hem tatlısın, hem gevreksin! Ulan tastamam yayla balısın yaniya!.." Selver yeniden titredi. Musdu anladı Selver'in titrediğini. Çok mutlandı. "Kalk!" dedi usulca. "Kapıyı diple!.. Diple de ayıklayalım şu şeyi rahatcana! Sonra üç gün daha izin vereyim budala Hüsnü'ye!.." Selver kalktı. Sallana sallana gitti. Kapıyı dipledi. "Dürü'nün beş on yaş olmuşuna benziyorsun gı Selver! O da senin gibi tatlı yayla balıysa, yaşadım gitti!.. Çok ciddi söylüyorum!.. Bak, val... val... vaĐla ci... ci... ci... ci... ci... ciddi söylüyorum!.. Bak, val... valllla ci... ci... ci... ci... ciddi söylüyorum... gı...

    Page 38: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Sel... ver... ci... ciiiim!.." ::::::::::::::::: 9 GÖKÇĐMENLĐ KADINLAR Dürü, taktukun arasında epeyce sindi. Büzüldü korkudan. Çevreyi dinledi uzun uzun. Bekledi. Gelen giden yok. Kapı mapı dövülmüyor. Gelmiyor dürzü Kabak! Ses soluk yok dışarda. Gene de saklandı. Büzüldü orda... Havana, yaprak çuvalını yukarı çıkardı. Kapları aldı, suya gitti. Caminin yanındaki çeşmeden doldurdu. Geri geldi, "(Nereye gitti bu kız?)" dedi kendine. "Dürüüü! Nereye gittin gı olmaz olası Dürüüü!.." diye seslendi. "Yoksa teyzesinin köyüne kaçıp gitmesin, Elmalı'ya? "Durmam buralarda, varmam o Şişgöbeğe!" diyordu. Kaçıp gitmiş olmasın?" Telaşla indi merdivenleri. Ahıra baktı önce. Ahırda yok. Samanlığa baktı. Orda da yok. "Allah Allah! Nereye gitti bu deşilesi?" Yukarı çıktı yeniden. Evşen'i tutup sarstı: "Dürü abanı gördün mü gı Evşen?" diye sordu. "(Görse bile ne bilsin el kadar çocuk?)" dedi. "Gördün mü gıı? Gördünse haber ver!" Evşen güldü: "Ad-daaa!.." dedi. Đnip ahıra samanlığa baktı yeniden. Döndü oralarda. Đçeri girip çıktı: "Domuz babası gayfaya gidip oturmuştur, nereye gideyim?" "Dürüüü! Aay Dürüüü!.." diye bağırdı. Dürü, büzüldüğü yerden hiç kıpırdamadı. Havana avluya çıktı gene. Taktuk odasına doğru koştu. Kapıya abandı. Kapı açılmadı. "Açılmıyor cavırın kapısı!" dedi. Bir daha abandı. Gene açılmadı. Dürü kalktı, kapının ardına geldi usulca. Tekne tokuç, ne varsa yığmış oraya. Az boz ışık var. Seçiliyor içerisi. Gözü alıştı. Yüreği harp harp vuruyor Havana'nın "(Asıp masıp etmesin kendini?)" dedi birden. Bağırdı sonra. "Dürüüü!.. Đçerdeysen aç anam kapıyı!.. Aç da çık şuraya!.." Yumrukladı kapıyı. "Dürü, aç benim kadın kızım! Aç benim gözel yavrum!.." Dürü açmayacak. Taktuk odasına sindiğini belli etmeyecek. Ama anası arlaşmıyor kapıdan. Boyna da yükleniyor. Daha olmadı kıracak kapıyı. Tekneyle tokucu öyle koymuş ki, dayama gibi oturmuş kapının ardına. Kırsa da açılmaz. Aaah, bir delik olacak arkada bir yerde! Bir delik olacak da ordan çıkıp gidecek! Ama yok. Güp güp güp vurdu, dövdü tahtaları Havana. Đçerde olduğuna kesin inanıyor kızının: "Dürüüü!.. Aaay Dürü!.. Açsana, eşşek sıpası!. Uğraştırır beni kırk saat! Aç gıı şunu! Çiğnerim valla ayağımın altında seni, nalet!" Güp güp dövdü gene. "Aç çabuk!" Açmaktan başka çare yok: "Dur dövme! Dur!"' dedi.

    Page 39: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Ne işin var senin orda gı soyka kalası!" "Bağırıp çağırıp durma da açayım!" dedi Dürü. Tekneyi aldı. Sonra tokucu çekti usulca. Açtı kapıyı. Dışarı çıktı. Gözü kamaştı aydınlığa çıkınca. "Ne işin var senin içerde gıı?" dedi Havana. Elini yüzünü elledi kızının kuşkuyla. Donuna, şalvarına baktı. Kuşağına, sıkmasına baktı. "Çabuk söyle, ne işin var?" Dürü karşılık vermedi. Bakındı alık alık. Havana, kapıyı açıp taktuk odasına daldı. Köşesine bucağına baktı çabuk. Harman süpürgesini kaldırdı. Tahtanın tokucun altını üstüne getirdi. Baktı oralara. Kimse yok. Korkulacak bir şey yok! Gene karşılık vermedi Dürü. Sustu. Omuzlarından tutup sarstı kızını Havana: "Çatlattın beni gıı, neden susuyorsun?" Kendini tutamayıp hıçkırmağa başladı Dürü. Yağmur gibi boşandı gözyaşları. Gene iniltiyle doldurdu ortalığı. Aldı kolundan, yukarı çıkardı Dürü'yü Havana. Götürüp attı ocağın başına: "Gı insan evini, kardaşını yapayalnız bırakır gider, taktuk odasına kapanır mı? Ne işin var senin orda? Besmele çektin mi bari girip çıkarken? Nasıl yerler olduğunu biliyor musun oraların? Cin çarpar, ağzım eğrilir diye düşünmedin mi? Yerlerin karış karış sahibi var diye düşünmedin mi gı soyka kalası?.." Dürü yalnız ağlamayı biliyor. Başkaca ağız dil vermiyor. "Gıı Dürü, valla yakarım seni! Gözüm kör olsun maşayla dağlarım oranı buranı! Söyle doğrusunu! Ağlayıp buzlamayı da bırak; konuş cavırın eniği! Ne bu senin yüzünden çektiğim gı? Oooo; çok oluyorsun gayri haaa!.." Maşayı attı yanan ocağın közlerine. "Kıpkırmızı olsun burda! Đstersen söyleme o zaman! Dağlarım ben de seni!.." dedi. Tutup yeniden sarstı kızını. "Söyle! Tepemin tasını attırma benim!.." dedi. Maşayı alıp gösterdi: "Bak nar oldu! Bununla dağlarım söylemezsen..." "Korktum, çok korktum!" dedi hıçkıra hıçkıra. "Korktun mu? Neden? Kimden korktun?" "O Şişgöbek geliyordu atın üstünde!" "Düşünde geliyordu öyle mi?" "Bağların arasından geliyordu!" "Eee gelsin! Sana ne geliyorduysa?" "Buraya geliyor sandım! Kimse yok evde!" Ağlayacağını mı, güleceğini mi bilemedi Havana: "Yer yutsun seni Dürü gibi!" dedi öfkeyle. "Gı hiç buraya mı

    Page 40: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    gelir? Gelirse sen de baltayı alır, indirirsin başına! Hiç insan kendi evinin içinde Şişgöbekten korkar mı? Eee; demek böyle? Demek böyle ha? Vay benim garip başıma gelen!.." Oturup ağlamağa, inlemeğe başladı orda. Ocaktaki maşayı geri çekti. "Çok korktunsa bir kurşun döktüreyim Uluguş'a? Bir yanına bir şey olmasın? Köyün içine şan oluruz gıı! Karıların dilinden kurtulamayız sonra!" Kucağına çekip öptü kızını. Köyün karılarına attı tuttu. Şakir Hafız ikindiyi okuyor. Gün iniyor. Cemal'in karısıyla Hafız'ınki çıkıp geldi. "Havana gııı!.." diye bağırdı aşağıdan. "Çatlayın çatlayasıcalar, yetiştiniz mi?" "Gı ne yapıyorsun? Sesin çıkmadı? Öldün mü?" Havana dışarı çıktı: "Geçin, buyrun!" dedi gönülsüz. "Allah Allaaaah! Bir yoklayalım dedik gıı!.." Đçeriye baktılar kapıdan. Hafız'ın Hacer'di. "(Pis nalet!..)" dedi içinden. "Kimse var mı evinizde?" dedi Cemal'in Güssün. Havana, kızına çıkıştı işaretle: "Toplan Dürü!" "Kimse yok geçin!" dedi sonra karılara. "Đkindin ezanı da okundu ay Havana! Hayvan oruz bakılacak! Aştır keştir pişecek!" dedi Hafız'ın Hacer. "Zararı yok, geçin!.." Ekledi: "Buyrun!.." Dürü minderlerin yerlerini değiştirdi. Yeni minder aldı oymadan. "Buyrun, hoş geldiniz!" dedi, el öptü gönülsüz. Dikilip boyuna baktılar kızın. "Maşaallah! Çok yaşa! Ömrün uzun olsun!" dediler. "Pek de gözel olmuş Dürümüz gı Havana! Göküş göküş! Şunun gözlerine bak maşaallah!.. Allah ömrünü uzun etsin! Bin bin maşaallah!.." "(Allah sizin de belanızı uzun etsin inşaallah!)" dedi içinden. Dürü, kardeşini alıp dışarı çıktı. "Eee; hayırlı olsun bakalım Havana! Böyle hayırlı işler olunca bir haber vermez mi insan? Zaten biz dostların hayırlı haberlerini ortalardan duyarız!" "Duyuracak edecek ne var ortada karılar? Kendi kendilerine çalıp çağırıyor sizin heriflerle Kabak Musdu ayısı! Biz kız verici filan değiliz kimseye! Hele Şişgöbekli Kabak Musdu'ya verecek kızımız hiç yok! Allah yazdıysa bozsun!" Elini vuracak gibi kaldırıp indirdi Hafız'ınki: "O nasıl konuşma gıı? Köyün içi çalka malka oldu! Adamlar Velikul'a "gözaydın" etmiş! Çayını gayfasını içmişler! Köyün karıları da sana gelecek. Dikelmiş de, "Biz kız verici değiliz!" diyorsun! Ankaralı

    Page 41: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    orospular gibi türlü çeşit konuşma Havana! Đkircikli tutum komşu arasında ayıptır!" Cemal'inki de aşağı kalmadı: "Otur şuraya! Otur da dinle! Musdu Ağa kızınıza bir gönül düşürdü, kapınızı çaldı! Böyle nazlanır ederseniz, yarın o da soğuyuverir! Cihanda kız mı yok? Elini sallasa ellisi! Ağalar beyler göt atar Kabak Ağamıza kız vermek için! Ama onun gayesi başka. O bir yoksul kızı alacak, hökümet nikahı yapıp kendisine hanım aile tutacak. "Cinli Kamile'den çektiklerim yeter!" diyor. Karı kıymetini iyi bilir bunun üstüne. Kaderi varmış sizin kızın, kaderii! Yatın kalkın dua edin. Dedelere mum yakın. Tekkelere aş dökün..." "Şişesiceler!" diye bağırdı Havana. "Bir iyi söz konuşacaksanız oturun! Konuşmayacaksanız kalkın gidin evimin üstünden! Yoksa kolunuzdan tutar ben atarım Güssün! Takır tukur yuvarlarım merdivenlerden hepinizi!.." "Aa, a, a, a!.." diye bir çığlık attı karılar. "Çıldırık mısın sen gııı? Hiç insan evinin üstüne gelmiş komşuyu kovar mı böyle? Üstümüze iyilik sağlık! Görülmüş işitilmiş değil bugünece!.." "Benim çocuğum tırnak kadar bir şey daha! Onun neresi gelin olacak? Bir düşünsenize!" "Onu Cenabı Allah düşünsün! Sen ne düşünüyorsun? Kız kısmı yağmur yağar büyür, gün doğar büyür! Yarın davulu düğünü tutulunca biraz daha büyür!" "Şişgöbek Kabak Musdu benim kızımın emsalı değil! Elli yaşındaki adama on üç yaşındaki kız verilir mi?" "Emsalı değil ne demek gıı? Kimin kime emsal olduğunu bilse bilse Cenabı Allah bilir! Hemi de elli yaşında deyip karalama elin adamını! Karı kazancı yerinde ya, sen ona bak! Erkeğin yaşlısı olmaz! Erkeğin çirkini olmaz! Karı kazancı yerindeyse, tamamdır! Kabak Musdu Ağamın kolunu tutacak kimse yok bu dağlarda düzlerde! Parası malı da çok hamdolsun!.." "Dengi değil kızımıııın! Köpek yesin malını parasını! Artık eksik laf etmeyin, kesin!.." "Çıldırıksın, ne olacak?" dediler. "Gı sen bu olup bitenleri kendiliğinden mi olup bitiyor sanıyorsun? Oysa her şeyi yapıp çatan Allah! Bunu düşünmüyor musun? Demek senin kıza da böylesi yazıldı? Alın yazılarına akıl sır erer mi? Senin Velikul'a geleceğin, benim Cemal'ın karısı olacağım, şunun Hafız'a varacağı belli miydi öncelerden gı deli Havana? Bir insanın alnına yazılan gelir. Yazılan ise asla değişmez Havana! Dürü'nün de öyle! Ne yazıldıysa alnına, o gelir başına! Boşuna çabalama! Söz kesmedik, etmedik diye çelişik çülüşük konuşma. Haber yayılmış. Kabak Ağam alacaklarını toplamaya çıkmış. Kamyon alacakmış. "Gelini bununla getireceğim köye!" diyormuş. Yesyeni bir pikap kamyonu. "Altını akçayı da bol takacağım!" diyormuş. "Ne isterlerse takacağım!" diyormuş! "Dahi istemelerine komayıp kendim takacağım! Az çok benim de şanım sayılır!" diyormuş..." "Hiç olmazına düşünme bu işi Havana! Hem takdiri ilahiye karşı geliyorsun, hem kızıyın başına konmuş kuşu ürkütüyorsun! Şimdiki zamanda yoksullara kız verenin aklı yoktur. Aklı varsa, kaderi yoktur. Senin kız maşaallah, daha on dördüne basar basmaz bu gidenin

    Page 42: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    en varsıl adamının kaşığına çıktı: Ama sen de burun kıvırıyorsun! Çok yanlış düşünüyorsun bu işleri Havana, çok! Çoluk çocuğun önünde bu tavırları, tafraları bırak! Bunlar şaşkın avratların yapacağı işler! Yarın döner döner dua edersin sebep olanlara..." "Pek matah bir işe sebep oldunuz maşaallah! Bir sepet arıyı başına boca ettiniz yavrumun, hemi de kendimin! Elin eşşek kadar adamıyla benim ufacık kızımı evlendirmeye kalkıyorsunuz! Hepinizin Allah belasını versin karılar!" Bağırmaya başladı. "Deli ne olacak?" dedi Cemal'inki. "Uluguş'a okutmalı!" Uluguş, nalınlarını takırdatarak geldi: "Dürüüüü! Aaay Dürü!.." diye bağırdı. Dürü avluda kardeşini avutuyor sözde. Yüzü uçup gitmiş. Evşen kendi kendine oynuyor. Dürü de yukarda konuşulanlara kulak veriyor. Duyabildiğini duyuyor, duyamadığını yakıştırıyor. Sinmiş bir yere. Uluguş bağırınca koşup kapıya gitti. Açtı çabuk: "Buyur Uluguş nine, buyur geç!" dedi. "Sağ ol! Sağ ol benim karayazılım!" dedi Uluguş. "Kim var, kim yok yukarda?" "Cemal emmimin avradıyla Şakir Hafız'ınki var!." Uluguş yukarıya bağırdı: "Havanaaa, gıı!.. Az çık hele dışarı!.." Havana kalkıp hayata çıktı: "Buyur Uluguş! Bir emrin mi var?" "Ne emrim olsun? Körolası bir tırpanım vardı evde, çayırlar biçilirken biri aldı gitti, geri getirmedi! Kim aldı gitti de getirmedi bilemiyorum. Kocalığın etkileri! Akıl mı kalıyor başta? Đyice matuflamışım ay Havana! Alıp götüren de geri getirmedi körolası! Bu bizim insanımıza iyilik mi yarar zaten? Götürdüklerini geri getirmez! Aklıma geldi, o körolası tırpan nerde diye bakındım, ama bulamadım. "Acaba Velikul mu aldı?" diye sormaya geldim. Haberin var mı?" "Geç içeri buyur! Yukarı çık da otur azcık!" dedi Havana. "Bizim kendi tırpanımız var. Başkasından tırpan almayız. Seninkini de almadık heralım. Velikul burda yok. Alsak haberim olurdu. Ama istersen bir sorayım kendisinden. Çıkmayacak mısın yukarıya?" "Dizim tutmuyor! Evcili Cinli Kamile'ye döndüm. Nasıl çıkayım o merdivenden? Hem de köyün karıları sana dolmuş! Rahatsız olmasınlar aman Havana!.." "Köyün karılarının adları batsın!" dedi Havana. "Çık iki laf da sen konuş! ' "Đnanmadığım lafları konuşmam ben! Öyle lafları ancak Eski Muhtar Cemal'ın avratla Hafız'ınki konuşur!" dedi, dönüyordu Uluguş. Đçerdeki karılar gülerek çıktılar: "Gel Uluguş, geeel!.." dediler. "Bu Havana kancığı kızının başına konan kuşu ürkütecek! Gel iki laf da sen konuş, aklı ersin biraz!

    Page 43: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Yaşlı diye Kabak Ağa'ya burun kıvırıyor. Allahın yazgısını tanımazlıktan geliyor. Anlat buna, yazgı nedir? Anlat yoksulluk nedir? Dünyanın uzun kuyruğu nedir? Anlat Kabak Musdu kimdir? Anlat ne kadar serveti vardır bu dağlarda, düzlerde?" Uluguş: "Ben o Kabak Musdu'nun aklına, hemi de parasına sıçayım!" diye bağırdı. "Onda akıl olsa, torunu yaşında bir kıza alıcı olmaz! Ama deli bir o değil ki! Siz hırlı mısınız? Kalkmış, en olmayacak işi oldurmaya çalışıyorsunuz? Dürü'den, Havana'dan yana olacağınıza, Evci'nin ayısından yana oluyorsunuz? Ya kocalarınız hırlı mı? Kocalarınız da o! Köylülerini bırakmış da Evcili Kabak Musdu'ya finilik ediyorlar. Allah hepiciğinizin belasını versin! Kabak Ağanızın belasını daha çabuk versin!.." Ağızları ayrıldı kaldı karıların. ::::::::::::::::: 10 ALTIN AKÇA Kabak Musdu: "Selamünaleyküm ağalar!" dedi Koca Linlin'in kahveye girerken. Sonra Koca Linlin'e döndü: "Bana bir gayfa yap az şekerli!" dedi. "Yorgunluğumu alsın! Bugün Koreli Hüsnü'yü aradım Kayadibi'nde. Bulamadım dürzüyü! Kuyuların dibine baktım. Suları, çayları karıştırdım. Çok aradım. Çok yoruldum. Ordan geliyorum. Koca Linlin'in gayfada biraz dinleneyim dedim... Ağalara da yap birer gayfa, benden! Nasıl olsa bu köyün eniştesiyiz artık!" Baktı, Velikul'u gördü oturanların arasında. "Tabii Allah nasip ederse, kısmetse, hayırlısıyla!" diye düzeltti sözünü. Sonra bir sandalye alıp Velikul'un yanına vardı. "Yolculuklar zor!" dedi. Of uf çekti otururken. Velikul rahat değil. Konuşmuyor. Musdu bir ara yüzüne baktı. Asık. Ama gelmiş. Kalkıp gidemez. "Yolculuk zor!" dedi bir kez daha. Velikul sustu, Musdu da sustu. Sustular bir süre. "Altın akça işini konuşalım istersen!" dedi sonra. Velikul kıvranıp büzüldü. Çok sıkılıyor. "Nasıl olsa konuşacağız, biliyorsun!.." Bundan önce de bir kız verdi ama, böyle sıkılmadı. Yukarı Kırlı'dan Karyağdı Muharrem adam adam gelip istedi. O da verdi oğlu Hamit'e Cevriye'yi. Böylesi ilk geliyor başına. Zorlukların içinde şimdi. "Đstersen bana bırak, ben kendim karar vereyim! Benim de şanım şerefim, biliyorsun! Senin kadar ben de düşünürüm. Önceden bir nişan cihetine gitmeyelim bence! Hemen düğünü tutalım: Onun için bir an önce konuşalım altın akça işini. Konuşurken aramıza yabancı sokmayalım. Yabancının gereği yok. Kendimiz konuşalım!"

    Page 44: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Daha söz bile kesilmedi. "(Oldu bittiye getirecek düızü!)" diye düşündü Velikul. "(Aramıza yabancı sokmayıp hemen boğuntuya alacak beni!)" Öksürdü usulca: "Acelen ivmecen ne bu kadar Musdu Efendi?" diye sordu usulca. "Acelemden ivmecemden değil Velikul! Yarın Ankara'ya gidiyorum! Gitmişken altını akçayı alıp geleyim. Sonra birlikte gene gideriz. Ama bu kez gitmişken eli boş dönmeyim diyorum. Tabii sonra urba görümüne de gideceğiz..." "Nerde göreceğiz urbayı?" "Nerde istersen orda? Ankara'da, Kızılca'da, Bolu'da..." "Başlık maşlık ne zaman kararlaştıracağız?" "Ne zaman istersen? Đstersen ikimiz konuşalım. Đstersen kalk Cemal'ın eve gidelim. Çağırtalım iki arkadaş. Onların önünde konuşalım. Bir at, bir deve değil bu! Kız başlığı! Ama gene yüksekten tutarım ben. Merak etme!.." "Evet konuşmak lazım!" dedi Velikul. "Kalk öyleyse!" Koca Linlin'i çağırdı: "Kaç gayfa içildi Koca Linlin?" dedi. Daha Koca Linlin karşılık vermeden bir onluk çıkarıp uzattı eline. "Al burdan!" dedi. "Üstü senin olsun! Biz gidiyoruz!" dedi. Göz etti Velikul'a: "Kalk çabuk..." Atı, kahvenin önündeki dut fidanına bağlamıştı. Çözdü ordan. Yedeğine aldı. Yürüdüler Eski Muhtar Cemal'in eve. Cemal avluda öküz tarıyor. Karısı hayat süpürüyor. "Rahatsız olma Cemal!" dedi Musdu. "Biz biraz konuşacağız Velikul'la. Ama istersen sen de gel. Gelsen iyi olur yaniya!.." Cemal öküzleri bırakıp çıktı ikisinin ardından. Hayatın ocağından ibriği aldı, elini duruladı. Karısı konuk odasını açtı hemen. Girdi Cemal yanlarına. Birer sigara tuttu. Almadı ikisi de. Velikul'un sinirli bir durumu var. Huzursuz. Şakir Hafız'la Đt Omar'ı seslemek gerekir belki. "Birer gayfa yaptırayım isterseniz!" dedi. "Şakir Hafız'la Omar'ı da sesleteyim mi bu arada?" "Yok canım! Ne lüzumu var?" dedi Musdu. "Sen bu işi çok aceleye getiriyorsun?" dedi Velikul. "Değil Velikul, valla değil! Đstersen hiç konuşmayalım! Ha ben yarın Ankara'ya gidiyorum da onun için! Değilse ne acelem var, ne bir ivmecem! Ama fazla uzatmanın da gereği yok! Nasıl olsa konuşulmayacak mı? Bir an önce konuşulsun! Gene sen bilirsin!" Cemal'in karısı kahveleri getirdi: "Buyrun!" dedi. Birer birer sundu. Çıkıp gitti hemen. Etekleri uçuyor girip çıkarken. "Bir de ne var biliyor musun Kabak Ağa?.." dedi Velikul. "Daha ben bu işi konuşmadım Havana'yla. Hısım akrabaya tek söz danışmadım. Kızın kocada abası, askerde ağası var. Mektup yazıp danışmadım. Yani usulen bir danışmamız gerekir! Danışmazsak ayıp olur...",

    Page 45: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Eski kafalar bunlar yahu!" dedi Cemal, güldü. "Valla sen bilirsin Velikul! Đstersen bütün Türkiye'ye danış! Benim için hava hoş! Ben bu kızı alacağım arkadaş! Alacağım ama gözellikle alacağım. Yok, sen ille de kalsın, olmasın, bırakalım diyorsan, ben ona da varım. Çünkü neden? Zorlan gözellik olmaz arkadaşım! Zorlan yenen aş, ya karın ağrıtır, ya baş! Benim ille de evlenmek diye bir davam yok aslında. Ha ben şöyle karşıdan baktım gördüm, hoşuma gitti. Sülaleni de bilirim ta eskiden. Terbiyeli, pak bir soydansınız. Dedim: "Alıcı olayım şuna!" Oldum. Đstemezsen ayak diretmem. Gerçi Kamile yengen çok ısrar ediyor. O da durakoysun biraz. Sızılarına ilaç alırım olur biter. Hem sonra köylerde kız mı yok? Giderim Erikli'ye, Elmalı'ya bakarım. Aşağı Arapça'dan, Kızılca'dan, Ankara'dan da alabilirim. Kayadibi'nde bile bulunur. Ama ne de olsa onların terbiyesi Gökçimen'i tutmaz. Tutsa da senin kızın terbiyesini tutmaz. Benim sevdiğim, furulduğum yan burası!. "Töre sonradan gelir yahu!" dedi Cemal. "Bizim konuşacağımız ne şimdi? Birincisi başlık. Đkincisi altın akça davası! Bunları konuşuruz, koruz şuraya! Bu adam da gider hazırlığını görür. Senin benim gibi paraya sıkılmaz, ama tedariğe ihtiyacı olur..." "Deli misin?" dedi Kabak Musdu. "Alacaklarımı toplarım en beri baştan! Mahanayla! Kamyon alıp motorize oluyorum hem. Bu arada Ankara'ya inmişken altınları da almak isterim. Birinci sınıf kuyumcu arkadaşlarım var. En iyisinden alırım; bana ikram ederler! Eli boş gelmemiş olurum gelirken. Söyle bakalım şimdi: Kaçtan aşağı olmaz diyorsun? Önce altın akça davası! Haydi söyle!.." Velikul sıkıldı. Đstek yok içinde. Ayıp bir havanın ortasına düşmüş sanıyor kendini. "Yok yok, üstüme gelmeyin! Bu işin acelesi ivmecesi yok!" dedi. Kabak Musdu: "Diyor diyor onu diyor yahu!" "Bırak nazı da konuş Velikul!" dedi Cemal. Terledi Velikul: "Üç gremis ister bir kez!" dedi. Musdu parmaklarını açıp kıvırdı: "Dört!" dedi. "Đki tane beşibirlik!" dedi Velikul. "Üç!" diye atıldı Musdu. Cemal oturup kalktı: "Hay maşaallah!.. Kendini bilen adama can kurban! Valla dinime imanıma, böylesi, değil Kızılca'da, Ankara'da; kocca Türkiye'de yoktur valla!" dedi, şişindi. "Başka?" diye sordu Musdu. "Biraz da sarı lira ister!" dedi Velikul. "Helbet! Kaç tane; sadece onu söyle!" "Valla yabana gitmeyecek! Benim kızım takınacak ama o da benden çıkıp sana geçiyor. Đtibarın şanın bilir. Kaç tane istersen o kadar takarsın!"

    Page 46: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "On yeter mi? Cemal: "Pek çoğa gitmeyin canım! Yarın başka oğlanlar evlenecek! Başka kızlar da gelin olacak köyün içinde! Kapıları genişletmeyin bakalım!.." "On iki, on dört takayım! Kimse kendini benimle, yada Dürü'yle kıyaslamasın! Benimki başka! Bizimki bambaşka!" dedi Kabak Musdu. "Dahi bu köyde olmadık bir şeyi icat edeyim. Bütün altınları tokalı yaptırayım! Tokaları da altın olsun! Altın tokalardan zencir geçirteyim! Zencir de altın olsun! Altın zencir ne demek biliyor musun? Dünya para tutar, iki tane beşibirliğin bedelini yer tamam! Ama yesin! Ya Velikul; sen şu bendeki cömertliğe, insanlığa bak! Eğreti takmıyorum. Pünez takmıyorum. Bakır parçalarını altın suyuna sokturup takmıyorum. Đstersen yarın yürü benimlen Kızılca'ya gel. Ordan Ankara'ya gidelim. Minipos paranı ben vereyim. Đstediğin kuyumcuya varıp gözün önünde alayım altınları. Paralarını gözün önünde sayayım trak!.." "Yok; estağfurullah! Bizde güven şarttır!" dedi Velikul. "Şimdiden birbirinize güvensizlik ayıptır!" dedi Cemal de. "Hemen gelelim başlık meselesine! Haydi, iste bakalım! Gözünü yum iste mına goyum! Dürü değer çünkü! Yüz bin istesen değer Dürü! Hem huyu tabiyatı değer, hem gözelliği, gözel yüzü! Đste valla! Eğer hayır dersem gözüm kör olsun! Ama insafı da elden bırakma tabii!" "Üç bin nasıl?" dedi Velikul. Cemal: "Çok iyi!" dedi. "Dört olsun!" dedi Musdu. "Beş olsun! Urba görmeğe gittiğimizde size de lüzum eder. Bir şeyler alırsınız. Benim takım biraz kalabalık. Beş bin olsun! Yatak, karyola takımı gibi yeni modaların parasını da ben vereyim..." Bir on dakika daha konuştular. Sonunda Velikul, hamamdan çıkmış gibi terledi. Su içinde sokağa attı kendini. "(Belanın büyüğü evde!)" dedi. "(Belanın içine düştük ki! Büyüğü evde! Kurtulunca kurbanlar keseyim!)" Sine sine geçti sokaklardan. Doğru evine geldi. Ahıra girdi. Malları çıkardı. Sırtlarının samanını, pisliğini sildi. Suya sürdü sonra. Sularken ıslık çalmaya çalıştı. Dudakları titriyor. Başaramadı. Biri çıksa da, bir ters laf etse, dövüşecek. Dövüşüp evdeki belayı bastıracak. Ağır ağır yürüdü malların ardından eve. Hepsiyle teker teker ilgilendi. Samanlarını verdi önlerine. Yemliklerin "kes"ini ayıkladı. Birer avuç da arpa koydu öküze, eşeğe. Đneğe, danaya da attı yarımşar avuç. "Haydi siz de yoksun kalmayın! Bugün canımın çok sıkıldığı bir gün!" dedi. Biraz yatışır gibi oldu. Çıktı yukarı. Havana hem kav, hem çakmak. Değdirsen tutuşacak, benzin gibi parlayacak: "Nerdesin bre sen? Evsiz erkek gibi!.." "Kabak Musdu'yla konuştuk: Cemal'in eve çağırtmış..."

    Page 47: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Ne konuşup duruyorsun onunla hala? Ne işin var daha Kabak Musdu'yla? Allah bin belasını versin Kabak Musdu'nun!.." Ötündü, attı tuttu Kabak Musdu'ya. Kabak Musdu, Bakkal Eyüp'e uğradı Cemal'le. Ne kadar fıstık, çekirdeksiz üzüm varsa boşalttırdı kutulardan. Yarım kilo kadar Cemal'in eve ayırttı. Yarım kilo kadar kendi cebine attı. Üst yanını iki naylon keseye koydurdu: "Senin avrat bunu alsın, bir daha gitsin Havana'yla kızına yarın!" diye fısıldadı Cemal'in kulağına. Sonra dışarı çıktılar. Musdu iki beş yüzlük çıkardı belindeki cüzdandan: "Bunu Velikul'a ver! Borcu harcı varsa, kapatsın! Üstünü harçlık yapsın!.." Sonra bindi atına, sürdü Velikul'un evin önünden. "(Dürücüğümü görürüm belki!)" diye çok yavaş sürdü. Çok bakındı. Ama göremedi. Yok görünürde. Hasta olmuş gibi yatıyor, titriyor içerde. Musdu sürdü atını. Đnişten inerken başını döndürüp döndürüp baktı geriye. Yok damlarda, saçaklarda. Bağların arasına girdi. Bıraktı atın başını. Cebine el attı. Fıstık üzüm aldı biraz. Karıştırdı ikisini. Doldurdu ağzını. Öğütmeye başladı. Dişleri altın platin. Ağzı çelik makine gibi. Evci'ye varanaca yedi. Çok severdi fıstıkla çekirdeksiz üzümü. "Haggaten severim! Bir de göküş kızları!.." diye ekledi, öksürdü. ::::::::::::::::: 11 ANKARA Ankara'nın Anafartalar Caddesi'ne çıkacak. Elinde bir tahta bavul var. Posta Caddesi'nden vurdu. Hal'in önleri cin pazarına dönmüş. Đşportacılar bağırıp çağırıyor: "Malın iyisi burda!.. Reklam niyetine!.. Fabrika fiyatınaaa!.. Ucuza gel ucuza!.. Ordan alma, burdan aal!.. Mayasıl ilacından al, basur ilacından aal!.. Çekip durma! Malın iyisine gel! Gel vatandaş, geeeel!.." Yeri göğü deliyorlar. "Yok ulan, mına gorum gürültüsünün!" dedi. "Önce hale varayım! Hacı Refik Ağayı görüp yağların, balların, mor lahanaların parasını alayım!.." Sapıttı yolunu. Dalmadı gürültünün içine. Halin içi de kalabalık. Sade erkek değil, erkekten çok kadın kız var halde. Yol bulup geçmenin olanağı yok. Kızlar dar Amerikan pantolonları giyiyor. Teksas palaskalarıyla bellerini sıkıyorlar. At kuyruğu saçları sarkıp iniyor belden aşağı. "(Tövbelik hallere girmiş devletimizin kızları maşaallah! Bu kadar olmaz valla!)" dedi kendine. (Öyle de koku sürünmüş soykalar! Burnumun direği kırılacak! Bu kadar olmaz! Kadınların süslenmesi sünnet! Đyi, kabul! Fakat bakan erkeklerin nefsini uyandıracak derecede değil! Yarın köylere sıçrar bu Amerikan görenekleri! Gerçi benim için iyi! Ama dayansın mollalar, sofular!..)" Hacı Refik Ağanın dükkanı da kalabalık. Giren çıkan, toptan

    Page 48: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    alışverişe gelen, perakende zeytin alan, pastırma, sucuk tarttıran, yayla balı soran, taze yağ isteyen... Arkada namazla konacak kadar bir yer var. Bir tek sandalye var. Oraya geçti Kabak Musdu. "Geç geç!.." diye göz etti Hacı Refik Ağa. Đşi çıraklara yıkıp kendi de geldi birkaç dakika sonra. Bir, "Elhamdülillah şükür!" çekti. "Mal getirdin mi?" diye sordu. "Dönüşünde mal götürecek misin?" "On kamyon kadar gözel elmam var. Soğuk debboya koydurdum. Makbuzlarını bırakayım. Kışın sekizer liradan ver kilosunu. Karanfil kokuyor yerken. Sert biraz. Ama öyle kararında sert ki, tam gevrek! Çiğner çiğnemez eriyor ağzında. Karanfil kokusuna deli olacaklar. Bizim derede yetişti bunlar. Uluguş Ahmet diye bir herif vardı, öldü. Đki üç aşıyı katıp karıştırıp o üretti. Ama ne fayda, kendisi görmedi. Biraz da yağ var taze. Şu bavulun içinde örnek getirdim. Yirmiden bırakırım. Elçiliklere verirsin. Birinci gayfaltılıktır. Bizim kırların otundan olur. Senin Hollanda yağların halt etmiş yanında. Kekik, yavşan, püren kokar! Kendim on altıdan alıyorum. Kar etmeden bırakıyorum sana. Sen yirmi beşten, otuzdan ver, bana mısın demezler. Đsterlerse Köşke de verebilirsin! Đreysicumhurumuzu besleyelim gözel yağlarla ballarla. Yalnız Köşke biraz ikramlı verirsin: Yirmi iki buçuktan! Haa; aklıma gelmişken söyleyeyim. Bu kez keklik getiremedim. Ama geĐecek sefer muhakkak getiririm! Selam söyle, kusurumuzu affetsinler..." Hacı Refik Ağa kahve söyledi. On dakika demeden geldi. Höpürdeterek içtiler. Para işini açtı bu arada Musdu: "Ne kadar gerekse vereyim!" dedi Hacı Refik Ağa: "Sorma, bir düğün meselesi var başımda! Yeniden evleniyorum! Çok giderlerim olacak! Köy düğünü gerçi, ama epey tutar gene! Ne kötü otuz bine varır. Altını akçası, başlığı, urbası, davulu düğünü... Belki şehirden tamçalgı götürmek lüzum edecek. Sen ona kırk bin de! Valla! Bir de pikap kamyon almaya karar verdim geçen sefer biliyorsun. Gerçi çıkıntı ordu malı olacak ama, ne kötü on bin de o tutar: Elli bin! Gıcı gıcır bir elli bin isterim senden! Bak eskiden kalma bonoların filan var. Đşleme koymadım. Gül hatırın var. Đstersen o elmalardan yirmi, otuz kamyon daha toplayıp bastırayım soğuk debboylara? Çok para eder! Sen bana bakma, ben gene ucuza alırım nispeten. Sana da ucuza veririm. Yada boşver, ben onları kendi namıma toplatayım. Kendi namıma bastırayım soğuk debboya. Kendi namıma satayım yılbaşına yakın. Dahi, Amerikalıların Noel bayramları gelince çıkarayım pazar. Sen bana bu dediğim paraları trak sayacaksın şimdi. Ik mık istemem!.." "Para kolay da Musdu Ağa! Çok harcama yapmağa gerek yok davul düğün diye... Hem bak, öteygün Ticaret Vekili'ne haber yolladım evinin kahyasıyla. Bize biraz akraba düşer. Zaten hemşerimiz olduğunu herkes biliyor. Đki tane pikap ayıracak gümrüksüz. Sonra telefon ettim evden. Telefonla söz aldım. Onların birini veririm sana. Ucuza gelir. Bir tane de çıkıntı malı Reo alırım sana. Ooooohhh! Ver oğlanların eline. Birini köy yollarında koştursunlar, birini şehir..." "Đkisi birden fazla olmaz mı? Ben biraz daha sabredip, bir taksi tomafili alayım diyorum kendime. Ama bu dediğin tertip de hoşuma gitti. Köy yollarına yeni pikap koşturacağıma, kullanılmış Reo koştururum daha iyi!.." "Tabii canım!" dedi Hacı Refik Ağa.

    Page 49: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Şimdi sen düğün parasını say avucuma!" "Bugünlük yirmi bin versem nasıl?" dedi. "Valla paraya çok ihtiyacım var Hacı!" "Haftaya gel on bin daha al..." "Şimdi yirmi beş yap! Haftaya gelip on daha alayım madem! Bizde başlık çok olur malum! Takı dersen, o da tutar epey. Sırf beş tane beşibirlik alacağım yahu Hacı!" Yirmi beş bini alıp özenle soktu kuşağına: "Boşalan bal sandıklarını hazırlat, geçerken alayım!.." Anafartalar'daki Bursalı Mehmet Efendiye gitti. Đstediği altınları tarttırıp ayırttı: "Tokalarını, zencirlerini hazır et! Đki saate kadar gelir alırım!" dedi. Çıkarıp beş bin verdi. "Üstünü sonra al" dedi. "Sıkışacaksan kalsın Musdu!" dedi Mehmet Efendi. Çıkrıkçılar Yokuşu'na vurdu ordan. (Önce üç naylon yağmurluk aldı. "(Aklımdayken alayım, unuturum!)" dedi. "Birini babalığımızın üstüne atarız. Giyer gözelce. Adama döner dürzü! Şişenin içine girmiş gibi, şişinir köyün sokaklarında. Ötekileri de Cemal'la Hafız'ın üstüne atarım... Dur!)" dedi birden. "(Đt Omar'a da alayım! Gereğinde o da ürer azcık! Şimdiye kadar ürdü nee olsa!..)" Dönüp bir tane daha aldı yağmurluktan. Yürüdü, bluz, basma, naylon, çamaşır satan dükkanlardan birine yaklaştı. "(Nasıl olsa nişan istemez! Biraz harcama yapsak da zararı yok! Tanıdık bir dükkana girmek daha iyidir!)" Çıkıp yukarı yürüdü. Ayaşlı Fahri'nin dükkana girdi. "Fahri Efendi yahu! Bana bir nişanlık öteberi ayır! Parasını da hesap et. Anası var. Kırlı'da gelin bir ablası var. Askerde kardaşı var. Bir küçük bacısı var. Bacısı daha bir yaşında. Babasına bir gömlek koy, naylon olsun. Haydi aslan kardaşım!.." "Çay gayfa bir şey içmez misin?" dedi Fahri Efendi. "Hacı Refik Ağa'ya uğradım az önce, istemem!" dedi. Yarım saat kadar oyalandı oralarda. Çıktı. Bir kolonyacıya girdi. Üç şişe kolonya aldı. Đki şişe gülsuyu doldurttu. Tıktı bohçanın içine hepsini. Yürüdü iniş aşağı. Gezine gezine Bursalı Mehmet Efendinin dükkana geldi gene. Altınları beline sardı. Sonra gezinerek Bentderesi'nin oralara indi. Mehtap Lokantası'na girdi. Kebap söyledi kendine. "Yoğurtlu olsun hemşerim!" dedi. Coca-Cola açtırdı bir şişe. Kebap gelmeden içti. Kebap gelince bir şişe daha içti. "(Buralara Dürü'yü getireceğim asıl! Ona yedirip içireceğim bunlardan! Bayılacak!)" dedi içinden. Güzelce sıyırdı tabağın içini. Üstüne kadayıf yedi. Çıktı. Boşalmış bal sandıklarını aldı hemen. Bir hamala verdi hepsini. Elini kıçına koyup yürüdü hamalın önü sıra. Đtfaiye'nin oralara kadar yürüdü kalabalığı yararak. Minibüsler dolup dolup kalkıyordu Kızılca'ya. "Yükle oğlum şunları!" dedi yamağa. Kendi de şoförün yanına oturdu. Çok beklemedi. Hemen doldu minibüs.

    Page 50: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "(Yürü ulan avrat sattığım! Yürü de Gökçimen düğün görsün! Görgüsüz Havana'nın da gözlerinin çayırları açılsın şöyle!)" dedi içinden. Kaykıldı ardına. Gözlerini yumar gibi yaptı. Dürü'yü getirdi gözünün önüne. Düğün olmuş, alıp götürmüş Evci'deki evine. Koluna girmiş, merdivenlerden çıkıyor. Konu komşu toplanmış. Çevre köylerden ahbaplar gelmiş. Bakıyorlar el çırpa çırpa. O da dönüp para serpiyor kalabalığa. Sonra Dürü kolunda, giriyor kapıdan içeri. " (Ulan ne safa be!..)" Avradı Cinli Kamile biraz kararıyor, ama o kadar olur." (Emekliye ayrılacağım, rahat edeceğim filan demez! Ne kadar aksiliği varsa döker ortaya cinli domuz!)" dedi, daldı. ::::::::::::::::: 12 ESKĐSĐYLE YENĐSĐNĐN ARASINDA Cinli Kamile derin derin soludu oturduğu yerde: "Beni de böyle kokularla, altınlarla getirdindi Kabak Ağa!" dedi. "Kahbe devran dönüp dolandı, bıktın!.." "Bin yılın başında bir doğru konuştun! Bıktım valla!" "Bundan da bıkarsın bir gün!" "O zamana Allah kerim! Seninle az mı geçindim? Şükret bu zamanaca yaşadığına! Yılanın ödünden, kuşun südüne, hiçbir şeyini eksik etmedim! Sızılar buldun, ocağın, ateşin başından ayırmadım! Döndüm durdum çevrende! Sen de, habire, "Anam anam anam!" çektin! Katlandım..." Kamile of puf etti: "(Bir kötülüğünü gördüm duydum desem yalan olur!)" dedi içinden. "(Ama bu yaptığına ne diyeyim Kabak Ağa? Çok gücüme gidiyor. Dayanamıyorum. Aklım havsalam almıyor. Duydum duyalı uykum tezikti. Dağları kaldırıp derelere dolduruyorum. Đçimdeki ağıyı sulara boşaltıyorum. Bir türlü uyuyamıyorum. Ah çekip, of çekip inliyorum sabahlaraca!..)" "Seni korkutmak gibi olmasın ama Kamile, sen gene olgun davran. Aklı başında, uz konuşan, büyük davranışlı bir avrat ol da, gene seni sırtımın üstünde gezdireyim! Ölenece güllerin, kutnu kumaşların arasına beleyip gideyim! Ne olsa benim emektarımsın! Çok günümü, bilhassa gecemi seninle geçirdim. Tatlı dillerini, gözel sözlerini işittim ara sıra. Bunları inkar edersem günah olur. Ama şimdi dönem değişmiştir, ne yapalım? Bir kez arkadaşlarım başımı bırakmıyorlar: "Kazandıklarını mezara mı götüreceksin Kabak Musdu? Evlen! Bir kız al yaşa şunun şurasında! Bir kız çok paraya patlamaz sana! Yirmi otuz bini sayarsan birincisini alırsın. Đstersen on beş bine de alırsın beğendiğini. Malına tamahlanma. Yoksul olsa da olur. Ne yapacaksın malı? Mal gölünde ördek olsan neye yarar?" Ama malsız da olmaz! Varsa malın, dünya alem kulun. Yoksa malın, dehacık yolun! Fazla saçıp dağıtmak istemiyorum Kamile. Bu Velikul'un hali vakti orta. Hatta ortadan aşağı. Böyle olması bizim için iyi. Ne söylesen kabul eder. Göküş Dürü de senin buyruğundan çıkmaz yarın. Bu Dürü'yü gördüm, gönlüm aktı! Yalan söylesem ayıp olur sana karşı. Bir nazlı suna, bir taze mısır koçanı, yani öyle bir kız, dilim tarife yetmiyor. Gene sen anlarsın. Çünkü avradın nasılından hoşlandığımı bilirsin! Yaniya çok güzel! Gönlüm aktı gitti. Umutlarım aktı. Dünyam değişti bakınca!

    Page 51: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Tabii, kendimi senin yerine de koyuyorum. Çok zor! Đnsan her gün bunu düşünür. Belkim aklı da çıkar gider tepesinden. Ama biraz da senin kendini benim yerime koymanı istiyorum. Bak şimdi, yaşayacağımız kadar yaşadık şunun şurasında. Şehirli dürzüler gibi ilişiği temelli keselim demiyorum. Đstediğin zaman gene dizinin dibindeyim. Ama senden saklasam, yukarda koskocaman Allah var. Ona karşı yalan konuşmak ayıp olur. Yatıyoruz yatağa, sen bir yana dönüyorsun, ben bir yana dönüyorum. Solu Allah solu, dön Allah dön sabahaca! Ne konuşma var, ne koklaşma! Bundan bıktım işte! Elimi atasım gelmiyor uçkuruna! Bu bıkıntının elinden kaçıp kurtulmak istiyorum. Yaniya ben yatağa girdim mi şen olmak isterim Kamile! Avradın üstüne sincap kedisi gibi atılmak isterim. Sıçramak isterim döşşeğin üstünde. Bir sağ yanından, bir sol yanından sokulmak isterim avradın... Gene de senin iyiliklerini unutamam. Ben böyle insanlıklı bir Kabak Musdu'yum ki, yeni avrat almaya kalkarken emektar avradımın kalbini kırmak istemem. Senin bunu anlaman, bu işi gülüm-balım tutman gerekir Kamile! Bahusus yarın o kız çıkıp geldi bu eve, ona bir yandan kendi evladın gibi, bir yandan benim hatırımı sayaraktan değerli bir konuğum gibi davranmanı rica ediyorum. Böyle yaparsan benim saygınlığım artar. Hatta senin de saygınlığın yücelir. Tabii bunları şimdiden konuşmanın amacını anlıyorsun. Anlamanı rica ediyorum, Kamile hatun! Hep böyle "Anam anam anam!.." çekmeyi değil, biraz da bunları bil hatunum!.." Đçinde tutup durduğu soluğu salıverdi: "Biliyorum Kabak Ağa!" dedi Kamile. "Anlıyorum!" "Anladığın için teşekkür ederim! Tabii bu işi eller gibi fesatlıkla, kıskançlıkla yürütmenin gereği yok. Hele sopaya hiç gerek yok! Yukarı kattaki odalardan oğulların, gelinlerin ayaklarını keserim. Seni gün batıdaki odaya alırım. Đndirmem aşağıya. Bize de burayı hazırlarsın. Orta göz boş kalır. Ev kıtlığı mı var? Bu işi iyi karşılarsan böyle yaparım. Seni başımın üstünde tutarım. Zaten düşünürsen, asıl senin çok yararın olacak bu işten. Bir kez, çaydır gayfadır, bırakacaksın. "Emekli oldum; Kabak Musdu beni emekliye ayırdı!" deyip oturacaksın. On beşten on beşe kendi çamaşırlarını yıkarsan yıkayacaksın, değilse, onu da yapman gerekmez!" "Köyün diline düşeceksiiin! Olanca saygınlığın yitecek!.." diye inledi Kamile. Zehir gibi bir "Uuuuuf?.." daha çekti. Yırtan, yalvaran gözleriyle baktı Musdu'ya. "Saygınlığının da mına gorum, köylünün de, Kamile!" dedi. "Köy ne karışır benim işime? Kazancımın ortağı mı köy? Hazır param, servetim var! Kalkmışım bir daha evleniyorum. Üstelik emektar avradımı horlayıp atmıyorum! Benim saygınlığıma kimse daklaşamaz! Üç kuruş paraya sıkılsalar ayağıma kapanıyorlar. Herkesten ayrı çürük bir iş mi tutuyorum? Param var, evleniyorum! Hepsi bu kadar! Evlenmek için tarla sattığım yok, emektarımın boynundaki altınları yolduğum yok! Karımdan kazancımdan evleniyorum. Evlenmeyip rakı içer eritirsem, kumar oynar batırırsam daha mı artacak saygınlığım? Ankara'nın Bentderesi'nden yada Yeni Mahalle'nin fingirdeklerinden bir dost tutar, metres hayatı yaşarsam daha mı artacak? Đnsanın parası olunca en sağlamı, en doğrusu evlenmektir! Dürü gibi bir kız alıp mis gibi yaşamaktır..." Kamile, dizini büktü, başını dikti. Gözlerinden aşağıya siyim siyim döküyor. Ağlayıp ağlayıp siliyor entarisinin eteğine: "Başımın içine tuz doldurmuşlar sankim Musdu! Ben bu işe zor dayanacağım! Gidip kendimi. susuz kuyulardan birine atacağım! Bu iş senin dediğin

    Page 52: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    gibi değil; zooor!.." diye ağlıyor. "Đşte ben buna kızarım, bunaaa!.." dedi Musdu. "Ben buna çıkarım dinden imandan! Ben diyorum, bu işi gözellikle, insanlıkla yürütelim! Hiçbir şey olmamış gibi tatlılıkla! Sen de tutturmuş, yağmur gibi ağlıyorsun! Öfkemi ayranımı kabartıyorsun benim! Đlle diyorsun, "Döv beni!. Al eline bıçağı, doğra beni!" Aynen böyle diyorsun. Ama ben bunu da yapamam! Ben başka bir şey yaparım sana. Bundan beter oturur içine. Đyisi mi sus! Đyisi mi hesabını kitabını gözel yap! Gözel yap da aşağı odalardan birine kapamayım seni! Daha olmadı, Kızılca'dan bir ev tutarım, götürür atarım akılsız oğullarından biriyle içine! Verim elinize üç ayda üç yüz lira emekli aylığı, "Yeyin için, Ağanıza dua edin!" derim. "Benim dalgama karışmayın!" derim. Kına gibi un olur! Ben bunu da bilirim! Sakın beni kızdırma Cinli Kamile! Sakın haaa!.." Öfkeyle kalktı oturduğu yerden: Öteberileri ortadan kaldırıp koydu camın önüne. Belindekileri söylemedi Kamile'ye. Bir iki dolandı odanın içinde. Sonra "Kalk! Kalk!" diye bağırdı. "Kalk süpür şuraları! Örtümü döşeğimi ser! Rahat bir uyku çekeyim bu gece! Kendin de nereye gidersen git! Benim yanıma yakınıma sokulma, anladın mı?" Bağırarak bir daha sordu: "Sana diyorum, anladın mı?" Kamile: "Anladım!" dedi korkuyla. "Anladığın için teşekkür ederim!" dedi Musdu gene. Kamile yıkıla döküle, "Anam anam anam!.." çeke çeke kalktı. Yatağı yaptı. Musdu girdi içine. Yorganı çekti çenesinin altına. Gözünü yumup Dürü'yü düşünmeğe başladı. Dürü, iğneye ipliğe döndü dört gün içinde. Kocadı, olgunlaştı biraz da. Gözleri çukura kaçtı. Süzüldü yüzü. Babası iyi dese, anası kötü anlıyor, parlıyor. Anası bir şey dese, babası da aynısı... Arada ezilip büzülüyor Dürü: "(Her gün hır-gür evin içi; benim yüzümden!)" diyor, üzülüyor. "Bu iş ortaya çıktı, benimle inada durdun avrat!" dedi Velikul. "Hiç kafa kafaya verip bir çözüm arayalım demedin! Herif atmaca kuşu gibi kanatlarını açıp çullandı üstüme. Bir sürü arkadaşını başıma toplayıp kıskıvrak bağladı beni. Sen de aldın karşına, avkaladın durdun habire. Bir inadın uğruna kızı verdirdin Kabak Musdu'ya!.." "Nasıl verirsin kendi başına, nasıl? Sen babasıysan ben de anası değil miyim? Babası kadar anasının da hakkı yok mudur bir kızın üstünde?!" diye bağırdı Havana. "Hak diyorsun hala! Ne hakkından söz ediyorsun ulan?! Herif diyor ki, işte altın, işte para, Dürü benim! Sen hala hangi haktan söz ediyorsun?" "Kandığı kadar para desin! Altın desin! O Toprak Soyulcana, o Şişgöbeğe verilecek kızımız var mı bizim?" Camdan bakıp Evci köyünün gün vurmuş evlerini görüyor Dürü. Dağın eteğine serili evlerini.,. Yönü geniş olanı, büyük olanı, herhalde Kabak Musdu'nun... Ata bindirip götürdüklerini düşünüyor. Gün inip akşam oluyor. Kabak Musdu giriyor içeri. Kapatıyor

    Page 53: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    kapıları. Oturuyor karyolanın üstüne. Ceketini çıkarıp veriyor eline. "As şunu Dürü hanım!" diyor. "Çoraplarımı da çıkar! Sonra kıs bakalım şu lambayı!" Dürü ağlıyor. Musdu bekliyor bir iki dakika. Sonra kalkıp kendi kısıyor lambayı. Çekiyor Dürü'yü karyolaya. Alıyor kolunun üstüne. Alıyor, avkalıyor. Kaplamalarının pası kokuyor. Gövdesinin ağırlığı çöküyor. Sigara kokusu, ter kokusu çöküyor. Boğulacak gibi oluyor Dürü. Yataktan fırlayıp kaçacak dışarlara. Ama Şişgöbek tutuyor kolundan. Tuttuğu yeri morartıyor. Dirense kolu kopacak, ayrılacak gövdesinden... Göğsü, boynu altın, kolları bilezik dolu. Bir sürü altının, bileziğin arasında sabah oluyor. Görmeğe geliyorlar ertesi gün. "Đnaaa!.. Bir bu dev gibi herife, bir şu yaprak kadarcık kıza bakın, inaaa!.." diyor avratlar. "Kim uygun görmüş bunları birbirine?" Ter içinde kalıyor Dürü. Kapanıp ağlıyor. Sicim gibi döküyor gözlerinden. Ağlarken Kabak Musdu geliyor. Kaçıp ağılın köşesine gidiyor Dürü. Cinli Kamile girip geliyor üstüne. Elinde çuvaldızlar: "Gıı eşşeğin kunladığı! Neye geldin üstüme? Pek mi hevesliydin gı itin eniği? Madem hevesliydin, neye eşşek babana varmadın gı?" Çuvaldızları dürtüyor! Saplıyor göğsüne! Bacaklarına! Baldırına! Hem de apışarasına! Sapladığı yerleri kanatıyor. Kabak Musdu koşup alıyor Kamile'nin elinden. Gene götürüyor yukarı odadaki yatağa. Kanayan yerlerini emiyor. Kapılar kapalı. Lambalar kısılı. Yorganı çekiyor başına. Tutup ellerini öpüyor. Memelerini öpüyor. Öperken, emerken terliyor herif. Göbeği gövdesi yağ içinde kalıyor. Kapanıyor üstüne. Sağa kaçıyor Dürü, kurtuluş yok! Sola kaçıyor, kurtuluş yok! Yeni altınlar gösteriyor Musdu. Eskileri şıngırdatıyor. Altın, altın, bir hapaz yeni altın veriyor: "Daha nice kadifeler alacağım sana, Dürü!" diyor. Altınlar etine yapışıyor. "Đstemiyorum altın! Đstemiyorum kadifeler! Taksi tomafiline binmek istemiyorum! Seni istemiyorum Kabak emmiii!.." diyor. Ağlarken, inlerken uyuyor. Sonra kara bir kedinin pençesi tırmalıyor kolunu. Entarisi kan içinde uyanıyor. Derin bir karanlığın içinde yeniden kaçıp kurtulmağa çalışıyor. Yeniden Kabak Musdu'yu buluyor üzerinde. "Havana gııı!.. Havana gııı!." diye seslendi avratlar: Havana çıkmadı. "Git bak!" dedi Velikul. Gidip bakmadı. "Git sen bak Dürü!" dedi babası. Dürü de gidip bakmadı. "Havana gııı!.." diye yeniden bağırdılar. "Çatlayın inşaallah çatlayasıcalar!.." dedi Havana. "Dürü! Git bak kızım!" dedi Velikul. "Git bak, kim onlar?" Kapıyı dövüyorlar. "Havana!.. Havana!.." diye köyün içini çınlatıyorlar. Dürü: "Bakmam baba! dedi canını dişine takıp. "Ulan soyka kalasıcalar, ben mi bakayım gidip?!" Havana kalktı istemeyerek. "Gene geldi şişesiceler!" dedi. Merdiveni indi. Açtı avlu kapısını. Baktı: Onlar!.. Bu kez Cinli Kamile'de var! Hiç ses etmedi. Karılar doldu. Şaşırdı karılar: "Elçiye zeval olmaz kızım, bu surat ne? Eski köye yeni töreler mi koyacaksın? Nasıl konuk karşılamak bu? Kaldır elini yüzünü biraz! Biz senin evini yemeğe gelmedik. Varsa insanlığın insanlık göster! Yoksa haber ver, dönüp gidelim!.." "Yok insanlığim!" dedi Havana. "Đnsanlığın yoksa önceden haber vereydin! Gökçimen'in gül

    Page 54: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    adını pis etmeğe ne hakkın vardı?" Aralanan kapıdan daldılar. Đki, üç, dört taneydiler. Đt Omar'ınki de var. Kamile, ağlayıp inleyip duruyor. Bazen de "Anam anam anam!" çekiyor belini tutup. Eli yüzü düşük, gözleri ağlamaktan şişik. Đt Omar'ınki, koltuklarııun altında iki bohça taşıyor. Şakir Hafız'ınki başı çekiyor. Yürüdüler merdivene. Havana kaldı geride. Cinli Kamile, yürüsem mi, yürümesem mi havasında. Aaaah; elinden gelse de dönebilse! Bir beklenmedik iş olsa. Musdu: "Caydım avrat! Senin gözel hatırın için caydım!.." diye bağırsa Evci'nin sokaklarında. Hemen izinin üstüne dönüp gitse. Sarılsa Musdu'nun boynuna. Öpse kocaman yüzüklü sağ elinin bütün parmaklarını tek tek! Beklenmedik bir iş olsa da Havana'nın asık yüzü gülüverse! Bu ev, bu dam, bu avlu, merdiven, bu tahtalar, topraklar, bu damdaki yuvak taşı, bu apteslik, bu kara küsük kapılar gülüverse! Beklenmedik işler olur mu acep kendiliğinden?.. Havana, eriye eriye yürüdü geriden. Velikul, sakosunu alıp çıktı dışarı. "Dürüüü!.. Karşıla kızım konukları!.." dedi çıkarken. Dürü, sesleri duydu duyalı ayakta. Kaçacak bir delik arıyor. Kaçacak bir delik yok babasının evinde. "Dürü!.." diye bağırdı Đt Omar'ınki. Güldü kabukları soyula soyula. "Dürü gıı, sarı zambak gibi açılmışın maşaallah!.. Hay yengem kırk bin kez maşaallah sana! Gel şöyle bakayım gıı!" Çekti kolundan. "Öp bakayım elimi! Öp öp, sıkılma!.." Tuttu kolundan. Aldı elini eline. Sağ elini kızın elinin içine verdi biraz da yukarı kaldırdı, zorla öptürdü. "Sıkılma kızım, ne var sıkılacak?" dedi. "Aaaa!.." "Kamile aba!" dedi Đt Omar'ınki. "Đşte Dürü'müz bu! Gördün değil mi ne kadın maşaallah! Ne altın! Öp Dürü, Kamile abamın elini! Öp kızım, utanma! Utanacak ne var? Öpüver bakayım!.." Kamile'nin elini tuttu, Dürü'nün eline verdi. Kaldırıp onu da öptürdü zorla. "Ötekileri de öp! Durma öyle solak solak! Aaaaa!.." Cemal'in karısının, Hafız'ın karının ellerini bir bir öptürdü. Pek girişkendi Đt Omar'ın karısı. Bohçaları duvarın dibine koydular. Velikul, dışarda döndü dolandı. Çekip kahveye mi gitse acep? "(Bir aksilik çıkarır mı şimdi bunlar?)" dedi kendine. Korkuyor Dürü'den, hem de Havana'dan. Havana; elinde peşkir, öyle duruyor. Dürü, duvarın dibine büzüldü. Evşen kapının önünde oturuyor yerde. Kamile başköşeye kondu kendiliğinden. Cemal'inki de onun yanına oturdu. Hafız'ınki: "Nişledin Havana?" diye sordu.

    Page 55: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Hoş geldiniz!" dedi Havana şaşkınlıkla. "Hoş bulduk!" dedi üçü birden. Kamile, yıkıntının içinde kıvrandı. "Oğlu olan everecek, kızı olan gelin edecek! Bu dünya böyle!.." dedi Đt Omar'ınki. "Allah'ın buyruğu böyle!.." "Oğlunun da, kızının da Allah belasını versin! Yer yutsun hepiciğini!.." dedi Havana. "Bizimki gibi olacağına olmasın daha iyi! Bastılar ümüğümüze! Bizimkini bize komadılar!.." "O ne demek gıu Havana?" dedi Cinli Kamile. "Zorlan diye bir şey yoktur! Đstemiyorsan vermezsin kızını! Kimse kimsenin kızını zorlan alamaz!.. Anam anam anam!.." "Canııım Kamile aba!.:" dedi Hafız'ın Hacer. "Analar böyledir bilmez misin? Hiç gülerek kız veren ana gördün mü? Kolay da değildir. Yıllarca bak büyüt, eriştir yetiştir; sonra gelin ediver! Eh; zor tabii! Ama alışır insan. Havana da alışacak. Ne var şunun şurasında? Gurbet diye korkuyorsa, hiç korkmasın. Evci kaç adım yol? Ünlesen duyulacak. Kuşluk çıksan öğlene varır gelirsin. Ne gurbeti?" Bohçaları açmağa davrandı Cemal'in avrat. "Bohça mohça açayım demeyin Güssün!" dedi Havana. "Biz kız verici değiliz Kabak Musdu'ya! Bizim kızımızın emsalı değil o!" Dürü atıldı. Kaptı bohçayı. Kucakladığı gibi dışarı fırladı. Hayatın saçağına vardı bir anda. Fırlattı aşağıya. Gübreliğin üstüne düştü bohça. Dökülüp saçıldı. Velikul gördü, ama yetişemedi. Đçerden bir çığlık kopardı Hafız'ınki. Đt Omar'inki, Cemal'inki bağırdılar. Cinli Kamile bakıp kaldı. Aza sonra hayreti geçti. Bir ışık dilimi parladı gözlerinde. Yürüdü geldi, omuzlarından tuttu Dürü'nün. Kucaklayacak gibi yaptı. Bağrına basacak gibi... Dürü tartındı. "Kızım!.. Melek kızım!.." dedi Kamile usulca, içten. "Ben senin kızın değilim! "Biliyorum değilsin..." "Değilim senin kızın!.. Velikul, şaşakaldı. Öyle bakıyor. "Git topla o bohçayı, bakma Velikul!" dedi Hafız'ınki. "Neye toplasın?" dedi Havana. "Uygun yere atmadı mı kız?" "Çocuk olma Havana!" dedi Cemal'inki. Velikul, söverek indi merdivenden. Damın ardına dolandı. Topladı bohçayı. "Ulan beni köyün içine malamat ettiniz! Üstüme türkü yakacaklar!.." diyerek çıkıp geldi. Koydu bohçayı Cinli Kamile'nin önüne. "Türküyü sana yakarlar!" dedi Havana. "Doğru bir laf söyledin en sonunda!"

    Page 56: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    "Sen benden ayrı mısın ulan kıllı bacaklı nalet?! Kızdırma kafamı, gir içeri!" dedi. Kolundan tutup sarstı karısını. Kızını da itti ardından. "Geçin, buyrun siz de avratlar!" dedi sıkılarak. "Allah insanı böyle asi avrada, evlada çattırmasın! Bunlar her yerde mahcup eder adamı!.." "Asi senin kendin!" dedi Havana. Dürü ağladı sulu sulu. "Utanmayı arlanmayı temelli kaldırdın Havana, bak valla boğazlarım seni! Kes sesini!.." dedi Velikul. "Benim canımı sıkıp durma! Valla alırım ayağımın altına, ezerim seni! Koca köyün içinde irezil mi edeceksin beni gııı?" "Olacağın kadar olmadın mı zaten?" dedi Havana. Birden karısının üstüne atıldı Velikul: "Kes ulan! Kes ulan!.." Ağlayan kızının omuzlarından basıp oturttu: "Bir kızı babası nere keserse kanı oraya akar diyorum size! Eski köye yeni adetler mi çıkaracaksınız analı kızlı ulan?" Havana: "Babası da uygun yere kesmeli ama! Böyle ite çakala doğrayıp buyur etmemeli heralım!.." Velikul, karıların yüzüne baktı, utandı. "Alın kaldırın şu bohçayı! Çok yüz verdik size!" "Çok yüz vermiş! Hiç sesimizi çıkarmayalım mı?" Odanın içinde bir şimşek çaktı birden. Elini yumruk yapıp kaldırdı Velikul, kaşla göz arasında indirdi Havana'nın başına: "Sus dedim sana! Kes dedim sana!.." Bir daha indirdi yumruğunu. Havana sendeledi. Başı eğildi yere. Saçı fesi dağıldı. "Amaaan, olmayacaksa alıp bohçayı gidelim " dedi Eski Muhtar Cemal'inki. "Kabak Musdu Ağamızın aradığı kız olsun! Bu olmazsa öbürü olur! Onda o para, o mal oldukça!.. Koca Evci köyü onun! Topraklarının tümünü ektirip kaldırıyor. Đsterse Hacı Eyüb'ün Emine'yi alır. Ona göre ne var? Verin bohçayı götürelim!.." "Götürün!" diye inledi Havana. "Götürün sizin olsun!.." Velikul, bir yumruk daha attı karısına: "Sus!.." dedi. "Ağzından bir sözcük daha çıksın, temelli boğarım seni bak!.." Bohçayı aldı, yüklüğün içine attı kendisi. "Yüzsüzlüğün gereği yok! Kes bakalım sesini! Sana söz verirlerse konuş. Ben varken sana söz düşmez burda!.." Karılara döndü: "Tamam avratlar, aldık, kabul ettik bohçayı!" dedi. Selam söyleyin Musdu Ağaya. Başımız gözümüz üstüne. Bu olanlara aldırmasın. Evin iç halidir. Ben biraz demokrat olduğuma, fazla yüz verdim karıma, kızıma. Ama hazmedemediler. Yarına bir şeyleri kalmaz. Musmum olurlar. Ben sözümdeyim, haber verin Musdu Efendiye. Đsterse hemen tutsun düğünü. Uzatmanın gereği yok!" "Hay maşaallah!.." dedi avratlar. "Erkek adamı gördün mü? Erkek dediğin işte tam böyle olacak!.." dediler.

    Page 57: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Kamile, bir daha okşadı giderken Dürü'yü. "Melek kızım!" dedi yeniden. "Hiç tartınma bana! Benim içimi biliyor musun, ay benim melek kızım?" dedi. Merdivenin başında durdu. Havana'nın elinden tuttu zorla: "Seninkiyle benimki, kıpırdadıkça yumruk yemek başımıza! Yazan katip kara yazmış yazımızı, elcezleri kırılsın!" Gözünün içine, ta diplerine baktı Havana'nın. Ama buluşamadılar. Havana yerde alıp gökte savuruyor. Yanan yerlerine yerlerine vuruyor rüzgar. Vurdukça yalımları parlıyor. ::::::::::::::::: 13 ESKĐ ULU KERVANLAR Velikul, ocağın başına oturdu, çatalını ayırdı. Büktü dizlerini. Başını gömdü iki bacağının arasına. Öyle kaldı bir süre. Evşen kız ağlayıp duruyor. Dürü damdan düştü sanki, her yanı aş olmuş. Oturacak mı, kalkacak mı; susacak mı, ağlayacak mı; ana babasına mı kızacak; bilemiyor. Anasının halleri harap. Đçi kabarıp kabarıp kalkıyor Velikul'un. Duvardaki av tüfeğini alıp önce evdekileri, sonra köydekileri, sonra gidip o Kabak Musdu olacak dürzüyü vurmak istiyor. Sonra, "(Kabak dürzünün ne kabahatı var? Köydeki ırzıkırıkları vursam daha iyi!)" diyor. Öfkesini kime yönelteceğini, namluyu kime doğrultacağını bilemiyor. Kör bir öfkenin, kurşun işlemez bir karanlığın içinde saldırıp duruyor en yakınlarına, ilk gözüne çarpanlara... Havana kalktı. "(Tavukların ağzını örteyim!)" dedi. Avluya indi. Bir tas arpa saçtı yere. Toplandı tavuklar. Sonra biraz taze su döktü suluğun içine. Đçirdi hepsine. Sonra: "Đçeri!.. Dışarı!.. Bizim tavuk içeri!.. Yad tavuk dışarı!.." dedi. Kümesin ağzını açtı. Taş koydu kapağın önüne. Bastırdı güzelce. Ahıra girdi. Malların önüne saman döktü. Đneğin sırtına elini koydu. Okşadı biraz. Gübre deliğini kapattı. Çıktı yukarı. Velikul öyle oturuyor ocağın başında. Dürü köşeye büzüldü. Evşen'i aldı kucağına, kendi de kapının dibine oturdu. Şakir Hafız akşam ezanını okudu. Velikul bir kalkacak oldu. Giderdi ara sıra namaza. Aptes almaya üşendi. Oturdu yerinde. Uzunca bir süre geçti böyle. Karanlık köyü sardı, evin içine kadar geldi. Evlerde bulgur pilavları, un aşları pişti. Yağları yakıp kavurdular. Yanık yağın kokusu doldurdu havayı adamakıllı. Havana: "(Ekmek aş kayırmadık daha!)" dedi içinden. Ocağa bir tencere koysa, suyun kızması, pilavın pişmesi yatsıyı bulacak. Ateş de iyice kararmış. "(Hem yakmak istesem nasıl yakayım, pişirmek istesem nasıl pişireyim! Domaştı ateşin annacına, yaklaşabilirsen yaklaş!.. Elleme domaşsın aman! Sen de domaş gı Havana!..)" dedi kendine. Sıtma gibi sarardı kocasının kara yüzü. Ama anlamazlıktan geldi." (Kara tilki gibi dikti bakalım başını! Kimbilir ne fenler düşünüyor? Oğluna danışmadan, kızına danışmadan! Karısına hiç danışmadan!.. Bakalım yarın ne vidalarla çıkacak önümüze?..)" Kalktı, lambayı yaktı usulca. Fitili orta karar açtı. Derken yatsı okundu. Gene kıpırdamadı Velikul. Çocuklar acıktı iyice. Dürü açlığın tokluğun ayırdında değil. Evşen ağlıyor. Gelip anasına yalanıyor.

    Page 58: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    Gidip babasına sürtünüyor. Hiç yüz vermiyor Velikul küçük kızına. Yatacak vakit, ah ıh çekerek Uluguş çıkıp geldi. "(Şimdi ayı izi kurt izine karışır!..)" dedi Havana. "Yer yutası tırpanımı hala bulamadım komşular! Her yerlere baktım, yok! Nereye koyduğumu, kime verdiğimi hatırlayamadım! Aklımın çivileri gevşemiş! Yaşlılık kötü Havana! Yaşlılık kötü, gençlik daha kötü! Seninkini sana bırakmıyorlar. Đki gündür tırpan arıyorum; yok tırpan! Tırpan arıyorum, önüme eski Muhtar Cemal'in avrat çıkıyor! Đt Omar çıkıyor! Yassıburunlu nalet bir karış bacağıyla önüme çıkıyor! Gördün mü başıma gelenleri Havana?.. Ben tırpan arıyorum, önüme Kabak Musdu çıkıyor! "Var git bre Toprak Soyulcan, var git bre Şişgöbek! Benim senle bir işim, alışverişim yok! Benim mor lahanam, körpe kızım yok? Ben tırpan arıyorum; az öteden sür atını..." diyorum; nalet herif üstüme sürüyor! Ben şaşıp yanılıp damın ardına ayakyoluna oturuyorum; tam karşıdan o geliyor! Bıktım usandım bu Şişgöbek ayıdan! Bir gün bir eltaşı yapıştıracağım avurduna, bütün kaplamaları fırlayacak!.. Sonra gidip bir takım daha yaptıracak üç yüz lira verip..." Ocağın başına doğru yanaştı: "Gıı! Bizim Velikul değil mi bu? Ocağın yansın Velikul! neye diktin başını yere? Bakıyorum kül filan da eşmiyorsun! Kül eş oğul, kül eş! Belki külün içindedir yitiğin! Raslarsan benim tırpanı da alıver aman! Đki gündür araya araya canım çıktı! Köylük yerlerin işleri çok zor Velikul! Bir tırpan yitiriyorsun arayıp tarayıp bulamıyorsun! Kabak Musdu gibi varsıl da değiliz, basıp parayı yenisini alalım! Çare yok, arayıp tarayıp eski tırpanımızı bulmak zorundayız! Rahmetli kocamın tırpanıydı ayol! Eğer bulamazsam, maşara kadar yanarım! Kadersiz başım! Aaah benim kadersiz başım!.." Birden ardına döndü: "Şu kim burda gıı!" dedi, Evşen'i tuttu kolundan. "Gözüm seçemiyor! Senin küçük kız mı Havana?" Havana cımıcık gülecek oldu, vazgeçti. "Yanlış mı sordum? Neye cevap vermiyorsun?" "Benim küçük kız, evet Uluguş!" dedi Havana. "Gözüm iyi seçemiyor ama, elimden anladığım kadarıyla, pek gözel, pek kibar, insanlıklı..." "Sağ ol!" dedi Havana ezip büzülerek. "Allah analı babalı büyütsün! Allah bahtını gözel eylesin!.." Dizin dizin yürüdü, Velikul'un yanına vardı, dürttü ardından: "Bunu da verimker oldun mu bir yerlere Velikul?" "(Al bir kaya, nerene dayarsan daya!)" dedi Velikul içinden. Başına demir külünk yemiş gibi ezildi, pıstı Uluguş'un önünde. "(Duydun mu serseri karının ettiği sözü?)" "Ne cevap vermiyorsun Velikul?" dedi Uluguş. "Verdik Uluguş!" dedi Havana. "Bunu da nişanladık Evcili

    Page 59: FAKİR BAYKURT - TIRPAN

    nest...

    oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır