19-Mânâya gelelim: Yahut o münafıkların hali bir yağmur kıssasına, diğer ifadeyle yağmura tutulanlar kıssasına benzer ki, semanın her tarafından "bardaktan dökülür gibi" boşanmış kuvvetli bir yağmur, onda türlü türlü karanlıklar var. Gece karanlığı, kara yağmur bulutu dünyayı kaplamış, yağmurun yoğunluğu da bunlara eklenmiş, insanın içini sıkıyor mu sıkıyor; göz, gönül kararıyor mu kararıyor. Şu halde karanlıklar katmerlenmiş, iç dış zifiri karanlık, bundan başka dehşetli bir gök gürültüsü, titretici bir patlayışı, gürleyişi var ki, beyinlerde çatlıyor, ufuklarda gürlüyor, bir de şimşek, şimşek çakışı. Çakıp şakıdıkça, parlayıp yıldıradıkça bir ümit ışığı gibi karanlıkları yarıyor, yürek l eri ağıza getiren bir halecan (yürek çarpıntısı) veriyor. Bunlara tutulanlar parlayarak geldiği için yıldırım, çarptığını mahvettiği için sâika (ve çoğulunda savâık) denilen, gözlere şimşek, kulaklara gök gürültüsü halinde gelen, ucu nereye dokunursa yo k eden, insanı ve hayvanı bir anda mahveden, madenleri eriten, demiri mıknatıslayan, mıknatısların kutuplarını alt üst eden, özetle (es-Savâık) denilince her türlü felaket ve yok ediciliği ile bilinen o âteşîn kamçılardan, o dehşetli kıvılcımlardan, yıldırımlardan parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar, bunu da ölüm korkusuyla, ölümden sakınmak için yapıyorlar. Fakat kulak tıkamak neye yarar, korkunun ecele faydası ne? Allah bütün kâfirleri her taraflarından, içlerinden, dışlarından, dünyalarından, ahire t lerinden kuşatmıştır. İlâhî kudretin kuşatmasından dışa çıkmak mümkün mü? Allah'ın izni olmadıkça bundan kurtulmalarına ihtimal mi var? Yıldırımdan korkulmaz mı? Ölümden sakınılmaz mı? Evet ama bunlardan daha önce Allah'dan korkmak ve O'nun azabından sakı n mak gerekir. Yıldırımları yapan kim? Bütün bu alâmetleri belirten kim? Bulutların arasından, o su hazinelerinin içinden bu ateşleri çıkartan kim? Onları tâ uzaklardan kulaklara işittiren, gözlere gösteren kim? Sakınmak hissini veren, ona göre tedbir almak kabiliyetini ihsan eden kim? O yıldırımların çıkış noktalarını, isabet noktalarını tayin eden ve bulutları ona göre sevk ve idare eden kuvvetler, melekler kimin? Hepsi hepsi Allah'ın, yıldırımlar da Allah'ın bir belası, azabının bir örneğidir. Bunlardan k o rkup sakınmak istiyenlerin daha önce Allah'tan korkmaları ve onun emirlerine, kanunlarına uyarak felaketten sakınmanın, nimetine ermenin yolunu bilmeleri gerekir. Bir Allah korkusu, insana bütün korkuları attırır. Allah'ın izniyle her korkudan kurtulmanın bir çaresi vardır. Fakat Allah'tan kurtulmanın imkanı yoktur. O da iman ve kulluk etme ister; kanunlarının, emirlerinin tatbikini ister. Ona bununla yaklaşılır; azablarından bununla korunulur, kurtuluş bulunur. Yoksa gök gürültüsü ve şimşeği gördükten son r a yıldırımdan korkmanın, kulak tıkamanın hiçbir faydası yoktur. Şimşek çakınca olan olur, yıldırım yerini bulur. Gök gürültüsü işitildiği zaman da bunlar beş on saniye önce olmuş bitmiştir. Ümit ve müjde şimşeğin yaldızlı çakışında değil, gök gürültüsünün gümbürtülü gelişindedir. Bilmeyenler gök gürültüsünü şimşekten sonra, yıldırımı da bu gürültü ile beraber gelir zannederler. Halbuki yıldırım şimşekle düşer. Esas itibariyle gök gürültüsü de onunla beraber patlamıştır. Daha esasında gök gürültüsü, o yıldı r ımı çıkaran sarsıntıda, sadmede, vuruştadır. Bulutlara, havaya bu darbeyi vuran bir kuvvet, onu idare eden bir melek vardır ki, gök gürültüsü ismi ona kadar dayanır. Bu kuvvet, bu melek buluttan buluta, buluttan havaya darbeyi indirdiği zaman sarsıntıdan b ir gürültü ile bir ateş, bir kıvılcım çıkar, şimşek bu kıvılcımdır, yıldırım bundadır. Ses ağır gelir, sonra işitilir ve geldiği zaman, "Size geçmiş olsun, Allah'ın izniyle yıldırımı düşürdüm, siz kurtuldunuz." der. Şu halde olay dıştan zannedildiği gibi şimşek, sonra gök gürültüsü ve yıldırım değil, gerçekte ve Allah katında gök gürültüsü, şimşek ve yıldırım şeklindedir. Size de şimşek, yıldırım ve gök gürültüsü şeklinde görünür ve işitilir. Bunu bilmeniz, anlamanız gereklidir. Bunun için Allah Teâlâ (ra'dün ve berk) buyurmuş. Gök gürültüsünü öne almakla beraber, aralarını "mutlak cem' " için olan "vav" ile bağlamış, (şimşek sonra gök gürültüsü) buyurmamıştır. Bunu Fen Bilimlerini okumamış ve ümmî olan Hz. Peygamber, kendi kendine elbette bilemezdi. A l lah bildiriyor, ilim ve fen ehli de bunu tasdik edeceklerdir. Ederken ilâhî vahyin hakikatini anlamaları gerekir. Hele elektrik olaylarıyle delil getirerek görülmeyen esir (cevher)i bulmaya çalışanlar, Allah'ı daha önce anlamalı, Peygamberine vahyinin hak olduğunu da hiç olmazsa bu gibi ince noktalardaki fennî te'yitlerle itiraf etmelidirler. Gök gürültüsünün bir tesbih olduğunu, bunu işitenlerin hamd ve şükretmesi gerektiğini de unutmamalıdırlar. Yıldırım hakikaten müthiştir. Bir ilâhî beladır. Ve şimşek i le beraberdir. Fakat bundan korunmak, önceden, maddî ve manevî bir yıldırım siperi bulmak gerektir. O da Allah'ı, emirlerini ve kanunlarını tanımakla olur. Şimşek çaktıktan sonra kulak tıkamanın hiçbir mânâsı yoktur. O zaman insan kurtulursa sırf Hakk'ın y ardımı ile kurtulur ve gök gürültüsünü işittiği zaman da kurtulmuş olduğunu bilir. O zaman Allah'ın kudretine hamd ve şükretmesi gerekir. Bunlar ve bunları anlatan Kur'ân hep hak âyetlerdir. Bu davetlere ve bu irşadlara kulak tıkamak ne bedbahtlıktır!
Gök gürültüsü ve şimşeğin, yıldırımın maddî ve manevî gerçeğini açıklamak için lügatta, dine ve felsefeye ait tarifler vardır. Lügata göre ra'd (gök gürültüsü), buluttan çıkan korkunç sesin ismidir ki başlangıçta ani bir patlayış ve sonra hayli devam ede n bir gürültü olur. Biz buna gök gürlemesi deriz. Bu kelime aslında titremek veya titretmek, diğer deyimle zangırdamak ve zangırdatmak mânâlarıyle ilgilidir. Şimşek parıldamak, yıldıramak mânâsıyla ilgili olup, buluttan ani olarak çıkıp yıldırayarak, şakıy a rak sönüveren bir parıltının ismidir ki, dilimizde şimşek denir. Bunun çakmasına da denir. Yıldırım, gayet şiddetli, çok çabuk bir sadme, bir çarpıştır ki, bir ateş parçasıyla çarptığını yok eder, bu münasebetle ölüm, şiddetli azab mânâlarına da kullanılı r. Dilimizde buna yıldırım denir ki, yıldırma ve yıldırama mânâlarıyla ilgisi açıktır. Râğıb der ki, gök gürültüsü, şimşek ve yıldırım aslında bir şeyin üç çeşit tesirleridir.
Dinî izahı: Bulutları Allah Teâlâ'nın iradesine göre yağmur yağacak yerlere sevk ve idare eden bir melek (yani anlayışlı ve hareket ettirici bir kuvvet) vardır ki, ismine "gök gürültüsü" denir. Bu melek rüzgar meleklerinden başka olarak bulutları özel şekilde zorlar ve sevkeder. Bunun sevki, rüzgarın sevki gibi taş yuvarlarcasına değildir. Bu tıpkı bir çobanın şarkı söyleyerek deve sürmesine benzer. Diğer deyişle ruhun bedeni idare etmesi, sözün, nağmenin diğerine tesir yapması gibi içten tesir eden ruhanî ve dinamik bir tesirdir. Bu melek bulutlarda bir uygunsuzluk gördüğü zam a n çarpar, haykırır, bu haykırış onun Allah'ın kudretini ilan eden bir tesbih ve tekbiridir. İşitilen gürültü, zahirî gök gürültüsü budur. Haykırırken hiddet ve şiddeti çoğaldıkça ağzından ateş saçar, diğer bir deyişle nurdan ateş kamçıları çalar. Görülen şimşek bu kamçılardır. Yıldırım, bunun yani ateşin vuruşudur. O kamçının ucu nereye dokunursa yok eder. Bunun hepsi o meleğin yani "ra'd"in bir vuruşundan ibarettir. Bu darbenin havaya ve dolayısıyle insan ruhunun işitme gücüne tesir ve tezahürü, gök gürü l tüsünün sesi; daha inceden ve daha çabuk gözüne tesir ve tezahürü şimşek; dokunduğu şeye dokunma tezahürü yıldırım adını alır. Buluttaki tesirinin mahsulü de itaattir. Ve bunların hepsi Allah'ın emrini icra etmekten ibarettir. Bu âyette ra'd, gök gürültüs ü nün sesi mânâsına olmakla beraber, aslına da işarettir. "Gök gürültüsü, övgüsüyle O'nu tesbih eder." (Ra'd, 13/13), Bu meleğe, gök gürültüsü meleği, zorlayıcı melek, ateş tutuşturma meleği; şimşek fiiline de melek darbesi, meleğin parlaması denilmiştir.
İşte Ashab devrinden itibaren en eski kıymetli tefsircilerden rivayet edilen açıklamalara göre gök gürültüsü, şimşek ve yıldırım olaylarının gerçeği böyle kuvvet prensibine döndürülmüş, fakat kör kuvvet değil, dinamik, ruhanî idareci ve idrak sahibi bir hareket ettirici olan melek kuvvetine döndürülmüştür. Fennî izahların hiç biri buna aykırı olmamış ve bu daireden çıkmamıştır. Ancak kör kuvvette sıkışıp kalanların anlayışı buralara varamaz. Şu halde felsefî tarifine gelelim: Vaktiyle en meşhuru, b u lutların çarpışması, yani sürtme ve dokunma ile çakmak taşından çıkan ses ve kıvılcım şeklinde açıklanmış idi. Fakat İbnü Sina "Şifa"sında bunu pek beğenmemiş, bulutların ta denizlerden, göllerden su buharı halinde çıkarken tamamen saf olmayıp, az çok dum a n buharı ile ve biraz da ısı ile çıkmaları ve yükseldikçe su buharının daha önce soğuması hasebiyle öbürlerini arada sıkıştırmaları ve nihayet bu sıkışmanın şiddetlenmesi ile onların püskürmesi ve parlaması hususlarını ileri sürerek uzun uzadıya açıklamış ve özetle şöyle demiş: "Çoğunlukla gök gürültüsünün ve şimşeğin sebebi, rüzgara ait harekettir ki, ses çıkarır, parlar ve bazan şimşek ve parıltı da gök gürültüsüne sebep olur. Çünkü... Çünkü..."
İbnü Sina'dan çok önce olan İbn Cerir et-Taberî tefsirinde diyor ki: "Diğer birtakım ilim ehli, gök gürültüsü, bulutların altında boğulan rüzgarın fırlamasıdır.
Ses bundandır. İbn Abbas hazretleri Ebu'l-Huld'e bir mektup ile "Gök gürültüsü nedir?" diye sormuştu. O da "Gök gürültüsü bir rüzgardır." diye cevap vermişti. Fakat İbn Abbas hazretleri kendisi "Gök gürültüsü meleklerden bir melektir." diyordu. Demek İbnü Sina'nın rüzgar teorisi de eski bir teori olmakla beraber, bunun sebebini ta denizlerden gelen duman buharı ve ısıya kadar götürmek nokta-i nazarı havanın ve bulutların elektriklenmesi hakkında kararlaşmayan görüşler yanında şimdiki tabiat ilmi de mevcut bulunuyor. Bugünkü felsefî açıklamaya gelince, bunları elektrik olaylarına tatbik etmişlerdir.
Öteden beri Yunanca elektron denilen elektrikte görünen bir cezb (kendine çekme) özelliği vardı. Sonradan bu özelliğin, az çok her cisimde bulunduğu anlaşıldı. Ve buna elektriklenme denildi. Fizik bilginleri tabiat olaylarında âdet olarak etkili olan ısı, ses, ışık, çekicilik gibi bazı etkenler sayarla r ki, elektrik de bunların beşincisi oldu. Ve bunun çeşitli sürtünmelerden meydana gelen kimyevî etkileri veya diğer vasıtalarla meydana gelip dinamik elektriklenme denilen kısımları bulundu. Bugün sanayide birçok tatbikatı yapılan, altın, gümüş yaldızlama, eritme, kalıba dökme ve kuyumculuk, telgraf, telefon, aydınlatma, yakma ve tedavi gibi birçok hususlarda istifade edilen elektriğin elde edilmesi ve kullanımı için çeşitli aletler, cihazlar, makineler yapıldı. Bununla beraber elektriğin esası ve mahiyeti, ne olduğu tamamen anlaşılamayıp, ateşe ve ışığa ait madde gibi varsayımlarda kaldı. Nihayet ısı ve ışık gibi cisimlerin atom denilen en küçük parçalarının özel bir şekilde hareketinden veya bunların arasını işgal eden bir esir (cevher)in hareketinden mey d ana geldiği göz önünde bulundurularak daha çok bu sonuncuya önem verildi. Ve özetle bütün kuvvetlerin esasında bir hareket enerjisine dönüşmesi fen ilimlerinin en kuvvetli görüşü oldu. Hakikaten elektrikte de hareket, ısı, ışık değişiklikleri hep görülüyo r. Şu halde elektrik, fennin en önemli bir kuvvetidir. Bu da biri erkek, biri dişi gibi pozitif (artı) negatif (eksi) iki cinse ayrılıyor. "Ne yücedir o (Allah) ki, bütün çiftleri yaratmıştır." (Yâsîn, 36/36) Bunların bir cinsten olanları birbirlerini i t iyor, def ediyor; ayrı cinsten olanları da birbirlerini çekiyor, birleşiyor. Ve cisimlerin yüzeyleri bunlarla doluyor ve boşalabiliyor. Bunların birleşmeleri gizli ve açık olmak üzere iki türlü oluyor. Mesela silindir biçiminde uzunca bir şey, bir elektri k yüklüsüne yakın bulunduğu zaman, bu silindirli şey de etki ile ayrı cins iki akımı taşıyıcı oluyor ve havanın bunun üzerindeki baskısı bunların birleşmesine engel oluyor. Fakat bir vasıta ile bu baskının şiddeti azalır veya iki akımın gerilim kuvvetleri ona üstün geliverirse, bundaki artı, eksi iki cins elektrik birbirleriyle hemen birleşerek üzerinden yok oluyorlar ki, buna elektrik boşalımı denilmiştir. Bunlar bu birleşim esnasında bazan çakmak gibi bir vuruş yapıyor ve bir kıvılcım da çıkarıyorlar ki, böyle gürültü yaparak birleşmelerine gök gürültüsüne ait birleşme deniliyor. Bu kıvılcımları biz tramvaylar işlerken -çoğunlukla geceleri görürüz. İşte bu aletlerde görülen bu olay, epeyce bir zaman önce hava ile ilgili eserlere uydurularak gök gürültüsü, şimşek ve yıldırım bunlarla izah edilmiştir. Bunun için yıldırım şöyle tarif ediliyor: "Çeşitli cinste elektrik taşıyan iki bulutun elektriklerinin, yahut bir bulut ile yer küresi elektriklerinin gerilişleri havanın karşı koymasına üstün geldiği anda iki ç eşit elektriğin birbirleriyle birleşmeleri sonucu vaki olan bir elektrik boşaltım ve tahliyesidir ki, gök gürültüsü bunun sadmesi ve gürültüsü, şimşek bunun kıvılcımıdır."
Vaktiyle İbnü Sina "Şifa"sında diyordu ki, şimşek ile gök gürültüsü aynı zamanda vaki olurlar. Fakat ses, zamanla ilgili olduğu için geç işitilir. Işık ise zamanla ilgili olmayıp ani olduğundan daha önce görülür. Bugünkü fen de diyor ki gök gürültüsü ve şimşek aynı zamanda vaki olur. Gerek ses ve gerek ışık ikisi de zamanla ilgilidi r. Fakat sesin hızı saniyede 337 veya 340 metre; ışığın hızı ise -az çok ihtilaf ile beraber- üçyüz sekizbin kilometre olduğundan, daha az mesafelerde ani olarak görülür. Yani yıldırım şimşekle beraber düşmüş, varacağı yere varmıştır. Gürültüsü de sonradan beş ila on saniye kadar fark ile işitilir. Mesafeyi tahminen bilmek isterseniz, bir şimşek çakınca saate bakınız ve dinleyiniz, birkaç saniye sonra gök gürültüsünü işitirsiniz. Aradan kaç saniye geçmiş ise onu 340 ile çarpınız, (mesela 7X340 = 2380). Bu 2 3 80 metre size o fırtınalı bulutla aranızdaki uzaklığı gösterir ki, ışık hızına göre bu bir an meselesidir. Çünkü ışık bu mesafeyi bir saniyenin yüzyirmibeşte bir bölümü kadar bir zamanda katedecektir ki, bunu biz hissedemeyiz. Bu ifadeye göre, "Yıldırım m u tlaka gökten yere düşer." şeklinde olmayıp tersine de olabilir. Çünkü elektirik akımı her tarafa yayılabilir. Fakat çoğunlukla elektrik nakledici cisimlere saldırdığından ve yer ise pek çok elektrik nakledici olduğundan genellikle yıldırım gökten yere düş m ektedir. Fakat haricî bir sebeple yer artı elektrikle ve kendisine yaklaşan bulut eksi elektrikle dolu olduğu zaman hücum daima artıdan eksiye olduğu için yıldırımın yerden göğe doğru çıkması da mümkün ve olmuş bir şeydir deniliyor.
Akıcı elektrik, el ektrik nakleden cisimleri çekmek veya onlara hücum etmek özelliğine sahip olduğundan, nakledici olan ağaçlara, binalara ve özellikle madenden yapılmış eşya üzerine düştüğü görülmüştür. Bunun için böyle fırtınalı havada ağaç altlarında ve bu cümleden olarak nakledici olan çınar ve kavak ağaçları altında saklanmak çok tehlikelidir. Çam ve fıstık ağaçları pek nakledici olmadığından bunların altında korunmak nisbeten mümkündür. Paratoner (yıldırım kıran) ve halk arasında yıldırım demiri denilen demirin dairesi en emin yerdir. Bu da Hakk'ın bir kanunudur. Fakat bunlar da gök gürültüsü ve şimşekten önce ve ecel gelmediyse mümkün olabilir. Yıldırım ne yapar? Çok şeyler yapar, Allah korusun insanı ve hayvanı bir anda yok eder. Ve yanması kabil olan cisimleri yakar. Madenleri eritir. Nakledici olmayan cisimleri kırar. Yer kütlesine girişi esnasında geldiği yönde ne cins cisim bulunursa hepsini erittiğinden geldiği yerde cam ebrusu ile karışmış, yaklaşık on metre uzunluğunda dirgen gibi bir çeşit çatal külçe hasıl olu r ki, buna da yıldırım demiri denilmiştir. Eğer demir değneğe rastgelirse mıknatıslar, eğer mıknatıslı bir şey bulursa kutuplarını değiştirir.
Gök gürültüsünden meydana gelen çatlayıştan sonra devam eden gümbürtü hakkında çok görüşler varsa da henüz kararlaşmış değildir. Bazıları ses dalgasının, yeryüzü ile bulutlar arasında bir kaç defa yankı yapmış olmasına yöneltmekte, diğer bazıları da gök gürlemesi denilen olayın çok ve kıvılcımlardan oluşmuş olup yeryüzüne gelinceye kadar ağırlıkları çeşitli taba k alardan geçmesine ve her tabakanın sesi ayrı olduğundan hepsinin anılan karma patlamayı teşkil ettiğine kanaat getirmektedir. Demek ki bugünkü ilme göre, parlamak, gürlemek, yakmak gibi en az üç görünümü bulunan gök gürlemesi, şimşek ve yıldırım olayları; vurma, kıvılcım, cereyan alâmetleri gösteren ve esasında elektrik boşaltımına dönen bir olaydır. Hafif rüzgarlı havada, elektrikli aletlerde meydana gelen kıvılcım ve çarpmanın, rüzgarlı havada vaki olan bu olaylara benzemesi dolayısıyle fen bilginlerinin çoğu gökte şimşek, gök gürlemesi ve çatlama ile tatbik etmek fikirlerinde bulunmuşlar ve son olarak bunu bir hayli tecrübelerle te'yit etmişler ve bu konuda bazı kanunlar tesbit eylemişlerdir. Ve bu şekilde rüzgarlı havanın ve bulutların elektrik ile yükl ü olduğunu kabul etmişlerdir. Rüzgarlı havadan ayrı olarak her zaman az, çok akıcı elektrik bulunduğu ve bunun bazan artı ve bazan eksi çeşidinden olduğu ileriye sürülüyor. Açıkladıklarına göre bulutsuz güzel zamanlarda hava artı elektrik ile yüklü olup, m i ktarı günün saatlerine göre değişir ve bu cümleden olarak yeryüzünden 1,30 metre yüksekten itibaren çok yükseklere kadar artar. Fakat bu değişmenin sebebi ve hangi kaide altında arttığı meçhul kalmıştır. Binalı ve ağaçlı olan yerlerde elektrik alâmetleri hemen hiç yok gibi, ancak şehirlerdeki geniş meydanlarda az miktarda artı elektrik bulunuyor. Güneşin doğmasında havanın kütlesindeki artı elektrik gayet az iken, zevale iki saat kalıncaya kadar en yoğun sınırına ulaşır. Zevalden sonra batmaya bir saat ka l ıncaya kadar ağır ağır azalır, güneşin batmasından iki saat sonra yine artmaya başlar. Kış mevsimi elektriğin miktarı yazdan daha fazla olur. Gökte birçok bulut bulunduğundan havanın elektriğine nisbeten bazan artı ve bazan eksi olur. Gökte bulunan bulut l arın hareketi çok olduğu takdirde havanın kütlesindeki elektriğin cinsi saatten saate değişir. Fakat fırtınalı ve yağmurlu zamanlarda devamlı olarak artı ve eksi cinse değişir. Ve bununla beraber elektriğin şiddeti, hemen hemen belli miktarda bulunur. Öze t le rüzgarlı havanın ve bulutların elektrik ile yüklü olduğu tecrübeyle ispatlanmış sayılıyor ise de sebepleri şimdilik varsayımlarda kalmıştır. Bazıları diyor ki, damıtık su, buharlaştığı sırada hiçbir elektrik alâmeti görülemediği halde, alkali bir sıvının buharlaşması esnasında buharı artı ve eksi elektrik ile yüklü oluyor. Şu halde yeryüzünde bulunan denizlerin ve göllerin sularında az, çok tuz bulunduğu ve bunların devamlı olarak buhara inkılab ettiği açıkça ortada olmakla rüzgarlı havanın bu sebeple a r tı elektrik ile yüklü olduğu sanılıyor. Diğer bazıları ise yerküresini büyük bir galvanizme cihazı sayarak kütlesinde meydana gelen kimyevî tesiri kendisini eksi elektrik ile yüklemiştir ve bu sebeple yüzeyine temas eden rüzgarlı hava da artı elektrik ile yüklü olur, demişlerdir. Bundan dolayı özel bir tecrübe ile açıklandığına göre su ile bulut birbirine dokunduğu zaman daima bir elektrik akımı hasıl olur. Bunun da suda boş bulunan yabancı maddelerin cinsine göre bazan eksi ve bazan artı olduğu ve bulutla r da denizlerden ve göllerden uçan su buharının sıkışmasından meydana geldiği için ona göre bazısı artı ve bazısı eksi elektrik ile yüklü bulunur. Yeryüzü de yukarda geçtiği üzere tabii olarak eksi elektrik ile yüklü bulunduğundan, yüzeyine dokunan rüzgarlı hava da artı elektrik ile yüklü olur, demektedir. Özetle hava elektrikleniyor, bulutlar elektrikleniyor. Ve bu elektrikler gerginleşip geriliyor, havanınki çoğunlukla bulutların tesiriyle gerildiği halde bazan harici bir vasıta ile de oluyor. İki bulut a r asında veya bulutla hava arasında böyle artı-eksi iki zıt ve gerilmiş iki elektriğin karşılaşmasında artı eksiye hücum ile eksinin onu çekmesinden sadme ve kıvılcım, gök gürlemesi ve şimşek meydana geliyor.
Görülüyor ki ses, ısı, ışık ayrı ayrı birer tabii amil görünürken, hepsi bir harekete dönüşüyor. Hareket cisimlerin kütlesinde olduğu gibi en ufak parçalarında, atomlarında da oluyor. Hareketin kaynağına yani hareket ettirene (muharrike) de kuvvet adı veriliyor. Ve her hareket özelliğine göre bir kuvvetin eseri sayılıyor. Demek ki "esasında elektrik bir kuvvettir" denildiği zaman, "bir muharriktir" denilmiş oluyor. Din dilinde ise bu muharrike daha güzel bir deyim olmak üzere "melek" deniliyor. Şu kadar ki melek denilirken, ruhanî bir idrak eden muh a rrik tasavvuru da eklenmiş oluyor. Zaten kuvvet denildiği zaman, bizzat muharrik ve kendisini anlayan ruha kadar gitmemek mümkün değildir. İşte bu olaylardaki körlüğü bir ilim kudretiyle düşündüğümüz zaman gerçeği bulmuş olursunuz. Elektriğe ait birleşme d e bir idrak edicinin esir (cevher) baskısıdır. Buna göre bu açıklamalara bile lüzum kalmadan pek iyi anlaşılır ki, zorlama meleği, yanma meleği, meleğin çekmesi, zıtlaşma kayıtlarıyle dinî dilde ilk olarak rivayet edilen esas tabiat ötesi kuvvet görüşüyle bu, fennî açıklamanın özüne uygundur. Evet artı elektriği, eksi elektriğe saldırtan o zorlayıcı melektir. Ve bu bir darbe (vuruş)dir. Bundan çıkan ses (gök gürlemesi) o meleğin kendisidir. Şimşek de bir yanma, bir kıvılcımdır. Ve bunların bütün sırrı, zıt l aşmayı kaldırmakla birliği, hak olan emre uymayı temin oluyor. Yıldırıma "yıldırım" denilmesi de çarpıp yakması, mahvetmesi, yani fiili dolayısıyledir. Açıkta bize göründüğü gibi gök gürlemesi, şimşekden sonra değildir. Gerçekte ve Allah katında gök gürle m esi ve şimşek birliktedir. Hatta gök gürültüsünün, olayın aslına göre, bir öncelik durumu bile vardır. Elektrik, şimşeklikten önce gök gürlemesi ve titreşimdir. Bulutlar ve hava, daha önce bununla içlerinden titreye titreye geriliyorlar ve bu olayda birbi r lerine saldırırken toplu hareketle değil, önce içten içe bu titreyişle, bu titreşim ve sarsılma ile saldırıyorlar. Sonra gök gürlemesinin sesi kulaklara ulaştığı zaman yıldırımı hatırlatan titretici bir tesir ile beraber onun artık geçtiğini bildiren bir m üjdesi de vardır. Sonra âyette zulümât (karanlıklar) ve savâık (yıldırımlar) çoğul yapıldığı halde ra'd (gök gürültüsü) ve berk (şimşek)in tekil getirilmeleri de dikkate değerdir.
Ana Sayfa
MELEĞİN KIRBACI:
BULUT, ŞİMŞEK VE GÖK GÜRÜLTÜSÜ
Prof. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA
Madde ve evreni oluşturan dört ana madde (anasır-ı erbaa), hem inşa eder, hem de helak eder. Su, toprak, ateş ve hava, ihya ve imha edici özelliklere sahiptir. Depremler, seller, tufanlar, kasırgalar, hortumlar, korkunç rüzgârlar, şiddetli sarsıntılar yıldırımlar, şimşekler, ateş ve yangınlar vb. felaketler, insanlık tarihi boyunca merak, korku, endişe ve ürperti uyandırmıştır.
Dört Unsurun İhyası ve İmhası
Nuh kavminin “su ve hava”yla, Ad kavminin “korkunç rüzgâr, fırtına”yla, Semud kavminin “korkunç ses, şiddetli sarsıntı ve taş/toprak”la, Lut kavminin “sarsıntı, toprak, ateş”le ve İslâm öncesi Mekke’nin “ateş ve piş(iril)miş taş”la imtihanları, arazî (yersel) ve semavî (göksel) hareketlere ilgiyi arttırmaktadır.
“Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.” (Zâriyât, 44)
“Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki, ‘Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım gibi bir yıldırıma karşı uyardım.’” (Fussilet, 13)
“Semûd kavmine gelince biz onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih etmişler ve yaptıklarına karşılık, alçaltıcı azap yıldırımı onları çarpmıştı.” (Fussilet, 17)
Göksel ve Görsel Şölen
Korkunç/şiddetli ses ve ışık/ateşin birleşimi olan şimşek, yıldırım ve gök gürültüsü bir araya gelmesi sıradan tabiat olayları olarak gözükebilir. Ancak -sık sık ve uzun süren- bu görsel/göksel “şölenin” ikaz edici fizikî neticeleri kadar, metafizik değeri üzerinde düşünmemiz gerekmektedir.
İlâhî mesajların bize bildirdiğine göre canlılar gibi, cansızlar da Yaratan’a hamd erek/şükrederek zikir ve tesbihlerini görünen/görünmeyen suretlerde zâhir ederler.
Gök Gürültüsünün Zihinde Doğurttukları
Sureye de isim olan Ra’d’ın, “gök gürültüsü” anlamına gelmesi, şükür, sabır, zikir ve fikri doğurtmaktadır. Şimşek, yıldırım ve gök gürültüsü, insan acziyetinin sınırlarını tüm çıplaklığıyla ortaya koyan fizikî ve metafizikî en önemli hadiselerden birisi, belki de en önemli hadisedir. Onların ruh, beden, zihin, akıl ve kalp üzerindeki tesiri, “kendisinden daha mükemmeli olmayan ve düşünülemeyen”in Vâcip/Zorunlu Varlık’ın kudretini bize hatırlatır.
Yıldırım ve şimşeğin çıkarttığı şiddetli ses ve gürültü, beraberindeki gökleri kapsayan kara bulutlar ve devasa ışık dalgaları kıyamet sahnelerini hatırlattığı gibi, isteyerek veya istemeyerek de olsa, en hafifinden geçmiş toplumların/kavimlerin akıbetlerini de gözümüzün önüne sermektedir. Acziyet, güçsüzlük, çaresizliğimiz karşısında, Yüce Kuvvet ve Kudret’in Hâkimiyetini akla/kalbe getirmektedir.
Kalpleri Durduran ve Akılları Alan Gürültü
Kulakları sağır edecek, kalpleri durduracak, içteki korkuları dehşetle arttıracak, “hamile kadınların çocuklarını düşürecek”, akıllıların bile aklını alacak, yerkürenin hükmedenlerini korkutacak güçteki şimşek ve yıldırımlar, gök gürültüleriyle “ödleri patlatacak” sınırlara ulaşabilmektedir.
Konunun fizik kısmı, gök ve yer bilimcilerin uzmanlıklarıyla çözülecek hikmetleri barındırmaktadır. Metafizik boyutu ise, “düşünen ve akleden” her insanı ve âkili ilgisiz bırakmayacak kadar önemli hikmet boyutlarını ihtiva etmektedir.
Bereket ve Helak Eden (Dağlar Gibi) Bulutlar
Büyük güç ve enerjinin boşaldığı, parlak ve güçlü ışıkların tetiklediği şimşek ve yıldırımlar, Âlemlerin Rabb’inin sonsuz kudretinin işaretleridir/ayetleridir. Bereketin kaynak ve vasıtası olan yağmur yüklü bulutlar, şimşeğin kulakları patlatacak derecede şiddetli gürültü ve sesiyle gelerek, rahmetin habercileri olurlar. Veyahut ikaz ve cezanın engellenemez uyarıları haline de dönüşebilirler.
Şiddetli ve sınırları zorlayan ses dalgaları, art arda gelen sürekli patlama ve çatırdamalarla, yürekleri hoplatır, akılları zorlar. Aşkın Kudret’in gönderdiği içleri bereket (veya helak) dolu bulunan dağlar gibi bulutlar, O’nun gücüyle dilediği yerleri mümbit kılar veya zelil eder.
Ölümün Ko(r)kusunu Hissetmek
Şimşeğin ürkütücü ve korkutucu dehşetli parıltısı, gözleri kamaştırır. Karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşekler, şiddetli yağmurlara fırtınalarına sebep olabilir. Yıldırımların saldığı dehşetli halleri görenler ve duyanlar, ölüm kokusunu alırlar, korkusunu hissederler; ve onun sesini duymamak için parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar.
“Yahut onların durumu, gökten yoğun karanlıklar içinde gök gürültüsü ve şimşekle sağanak halinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. Ölüm korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.” (Bakara, 19)
Korku ve Umudun İşareti Olan Şimşek
Korku ve umudun işareti olan şimşeğin çıkmasının ardından, gökten inen bereketle, sağanak şekilde düşen yağmur, yeniden dirilişin habercisi olmaktadır. Akıl ve hikmet erbabı, bu olanların farkında ve fevkindedir.
Kapkaranlık zifiri geceleri gündüzleştiren ve apaçık parlak gündüzleri karartan şimşek ve yıldırım, uyuyan gözleri açar, kapalı olan kalpleri canlandırır, hakikat perdelerini kaldırır, Galip Olan’ın kudreti ve gücü zâhir olur.
Gök gürültüsünün şiddeti, haber verilen kıyamet “saati”nin yaklaştığını, dolayısıyla ölüm ve yeniden dirilişin muştusu, Sur’un üfürülüşünü simgeler.
Ölüm ve Dirilişin Provası
Yıldırım, Musa’nın (a.s.) kavminin şüphelerini bertaraf eder. Cemil’in (En Güzel Olan) cemalini talep edenler, hakikat âleminin sırlarından nasiplenmediklerinden dolayı, yıldırım onları içine almış, ölüm ve dirilişin provasını göstermiştir.
“Hani siz, ‘Ey Mûsâ! Biz Allah'ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız’ demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.” (Bakara, 55)
Şimşek ve yıldırım, kişilerin dilemesiyle değil, Aşkın Yüce Kudret’in iradesiyle isabet edeceklere ulaşır. Yağmur yüklü bulutları yaratan Hâlık, dilediğine dünyadaki cezanın karşılığı olarak yıldırımlarla ikazda bulunur. Rahman, kendisiyle mücadele edenlere, yıldırımlar göndererek dersler verir. (Ra’d, 13)
“Görmez misin ki Allah bir takım bulutları (çıkarıp) sürüyor; sonra onları bir araya getirip üst üste yığıyor. İşte görüyorsun ki bunlar arasından yağmur çıkıyor. O, gökten, oradaki dağlardan (dağlar büyüklüğünde bulutlardan) dolu indirir. Artık onu dilediğine isabet ettirir; dilediğinden de onu uzak tutar; (bu bulutların) şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alır!” (Nûr, 43).
“Ateşten Kırbaç”
Gök gürültüsü, Hakk Teâlâ ve Müvekkel (yani mevcut fiziksel gök gürültüsünün işlemesini, bulutla olan ilişkisinin tanzimini üstlenmiş meleklerden -müvekkel- bir melektir. İsmini ondan alarak R’ad / gök gürültüsü olarak anılıyor) meleklerle ilgili bir hadis rivayeti bulunmaktadır. Muhtemelen sembolik ve metaforik imgeler taşıyan hadis, Yahudilerin gök gürültüsü, şimşek ve yıldırım hakkındaki sorusu üzerine söylenmiştir. Bu hadiste “elinde ateşten kırbaç” olan meleklerden bahsedilmektedir:
“Hz. Peygamber (s) şöyle buyurur: “Râd (gök gürültüsü), buluta müvekkel, meleklerden bir melektir. Beraberinde / Elinde ateşten kırbaçlar vardır ki, onlarla bulutları -Allah’ın dilediği yere- yürütür. Duyduğumuz ses (gök gürültüsü) ise, adı geçen meleğin bulutları emredilen yerlere yürütürken onları sıkıştırmasından (süratle sevk etmesinden) ileri gelmektedir.” (Tirmizî, Tefsiru Sureti’r-R’ad, 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/385)
Yer ve Gök Arasındaki Kozmik Hadiselerin Hikmeti
Bilge İmam Hz. Ali’nin ifadeleriyle yer ve gök arasındaki kozmik hadiselere ışık tutan şu sözleri hikmetli ifadeler barındırmaktadır:
“Allah’ın en güçlü mahlûku dağlardır. Demir ise, dağları yontar. Ateş demiri yer / eritir. Su ateşi söndürür. Gök-yer arasında bulunan bulut, su taşır. Rüzgâr bulutu taşır. İnsan rüzgârdan eliyle korunmaya çalışır.
Sersemlik insanı mağlup eder. Uyku sersemliğe galebe çalar. Gam ise uykuyu engeller. Demek ki, Allah’ın en güçlü mahlûku gamdır.” Taberanî’nin naklettiği bu bilgi Heysemî tarafından sahih olarak değerlendirilmiştir.” (Mecmau’z-Zevaid, 8/132)
Şiddetli Gök Gürültüsü ve Şimşek Çakınca Tavsiye Edilen Dua
Şimşek ve yıldırımın korkunçluğu ve insanı çaresiz bırakan şiddeti karşısında, her türlü tedbiri aldıktan sonra, Rahim’e sığınmaktan başka çare, duadan başka melce/sığınık bulunmamaktadır:
“Allâh’ım! Bizi gazabınla öldürme, azâbınla da helâk etme, Bundan önce bize afiyet; sağlık ve huzur ver.” (Tirmizî, Deavât, 49: Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/100)
“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allâh’ındır. O’nun her şeye gücü yeter. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde, akl-ı selîm sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allâh’ı ananlar (şöyle derler): Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tespih ederiz. Bizi cehennem azâbından koru. (Âl-i İmrân, 189-191)