göl saatleri konusu / Piyale - Göl Saatleri - Ahmet Haşim Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Göl Saatleri Konusu

göl saatleri konusu

Göl Saatleri - Ahmet Haşim Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Göl Saatleri kimin eseri? Göl Saatleri kitabının yazarı kimdir? Göl Saatleri konusu ve anafikri nedir? Göl Saatleri kitabı ne anlatıyor? Göl Saatleri kitabının yazarı Ahmet Haşim kimdir? İşte Göl Saatleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar:Ahmet Haşim

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789750809422

Sayfa Sayısı: 84

Göl Saatleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Göl Saatleri, Ahmet Hâşim şiirinin açık denizi gibi... Şair, ilk yayımlanış tarihlerinden bu yana neredeyse yüz yıl geçen şiirleriyle hâlâ ayakta ve bizi gerçek şiirin uzak ve gizemli sularına buyur ediyor. Hâşimin ilk şiir kitabı olan Göl Saatleri de basıma hazırlanırken, öteki kitaplarda olduğu gibi metin ve notlar dışında, tanıtıcı ve çözümleyici sunuş yazısı, küçük sözlük de eklendi.

Göl Saatleri Alıntıları - Sözleri

  • Sevimli ev... bugün altında aşkı bekliyorum...
  • Durgun suya baktım ve dedim; âh ölebilsem, Mâdem ki yok ağlayacak mevtime kimsem.
  • “Yine kış, yine kış, Bütün emelleri bir ağlayan duman sarmış…”
  • Yine kış, yine kış, Bütün emelleri bir ağlayan duman sarmış...
  • Bir lamba hüznüyle Kısıldı altın ufuklarda akşamın güneşi...
  • “Yine kış, yine kış, Bütün emelleri bir ağlayan duman sarmış..”
  • “Gelsen ve bu hicrânı, bu elemi bitirsen, Sen anlayacaksın beni, ey rûh-ı ziyâ, sen!”
  • Kalbim Benim bir ormandı, İsimsiz, âsûde Bir büyük orman...
  • Sen anlayacaksın beni...
  • Bu şiirler, hayatın acı ve adi realitesinden sıyrılıp "muhayyel" fakat ideal bir beldeye sığınmak isteyen garip bir ruhun ıstıraplarıyla doludur. Nuri Sağlam
  • Sen ve ben Ve deniz
  • Gel, yalnızım ey beklenilen hüsn-i muhayyel!
  • “Kalbim Benim bir ormandı, İsimsiz, âsûde (dingin) Bir büyük orman”

Göl Saatleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Melâli Anlamayan Nesil: Ah ü enin üstadı. Haşim bir iki kelime ile budur sanıyorum. Usanmadan kullandığı âlâm, usanmadan maruz kaldığı âlâm içi bir ömür. Ve demirden bir kalem. Bütün büyük adamlar gibi yalnız ve belki biçare. Hemen evvelimdeki asrın eli kanlı, bir yandan müstehzi muharriri. Haşim'e övgüler ne eder. Yerinde ne esiyor? Yahya Kemal ile başlanır deniyor şiire.. Doğru.. Ve eklemek cüretinde bulunmak istiyorum.. Yahya Kemal'den Ahmet Haşim'e -en azından buraya- varana kadar okunmalıdır şiir. Anlamak arzusu var ise ülkemi, memleketimin arzu ve ızdıraplarını.. Haşim'in şiiri de arzu ve ızdıraplar şiiri denilebilir. Kesafeti baş döndürüyor şiirlerin, tasvirlerin.. Okumak elzem. Anlamak işi ne kadar sürer, biter mi bilmiyorum. Bir arzu ile okunur tüm kitaplar. Bir arzu ile açıyorsunuz Göl Saatleri'ni. Evet. Fakat ızdırap sarıyor dört yanınızı. Sadece Haşim'le hemdert olmak değil buna sebep elbet. Haşim'e ortak olamamak, anlayamamak, lisanına nüfuz edememek.. "Melâli anlamayan nesil" olmamak ümidiyle.. Acaip bir arzu, evet. Zarifoğlu'nun "acılarıma da kardeş olur musun" ifadesi melâli anlayacak nesil arayış suali miydi acaba? Bilmiyoruz. Melâl nedir, biliyor muyuz? (zebunküş)

Ahmet Haşim'in Göl Saatleri kitabında yer alan şiirler genelde kısa ve kapalı anlatıma sahip.Yazardan, şairden daha önce Piyale şiir kitabını okumuştum. Yine o kitabın basımında olduğu gibi bu kitabın basımında da Ahmet Haşim'in 1928 yılında yazmış olduğu İkdam Gazetesi'nde yer alan makaleleri de var. Göl Saatleri Ahmet Haşim'in ilk şiir kitabıdır ve günün saatlerini şiirlere yansıtır, aktarır. (hernevikitap)

Açık Deniz: Toplam 34 şiir barındıran bu eser, Ahmet Haşim'in estetiğe olan bakışını ve onda uyandıran güzelliği anlamamıza yardımcı oluyor. Eserin mukaddimesi olarak görebileceğimiz "Mukaddime" adlı dörtlüğü, Haşim'in sembolistten çok empresyonist olduğunu işaret etmektedir. Sindire sindire okumanın faydasını göreceğiniz ve âhengi sonuna kadar hissedip üzerine de ritmi yakalayacağınız Göl Saatleri'nde saflığa dâir her şeyi bulacaksınız. (Egemen Dağ)

Kitabın Yazarı Ahmet Haşim Kimdir?

Ahmed Haşim (1884, Bağdat - 4 Haziran 1933, Kadıköy, İstanbul), sembolizmin öncülerinden Türk şair.

Hayatı

Bağdat'ta doğmuştur. Babası mülkiye kaymakamlarından ve Bağdat'ın eski ve bilinen ailelerinden biri olan Alusizadelere mensup Ahmet Hikmet Bey; annesi ise yine Bağdat'ın ileri gelenlerinden Kahyazadeler'in kızı Sara Hanım'dır. Meşhur tefsir alimi Mahmud el Alusi Ahmet Haşim'in babasının dedesidir. Babasının Arabistan vilâyetlerindeki memuriyetleri sebebiyle düzensiz bir ilkokul tahsili gördü. Aynı sebepten dil olarak da sadeceArapçayı öğrendi. Annesinin ölümü üzerine 12 yaşında babasıyla birlikte İstanbul'a geldi. 1897'de Galatasaray Sultanisi'ne yatılı olarak verildi. 1907'de mezun olunca Reji İdaresine memur olarak girdi. Bir taraftan da Mekteb-i Hukuk'a devam etti. I. Dünya Savaşı'ndaki askerliği (1914 - 1918) sırasında Çanakkale Cephesinde bulundu. Ayrıca Anadolu'nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu. 1924'te Paris'e, 1932'de de hastalığı sebebiyle Frankfurt'a gitti. Çeşitli yerlerde memur olarak çalışan Ahmet Hâşim, daha çok öğretmenlik yaptı. Sanâyi-i Nefise Mektebi'nde (Güzel Sanatlar Akademisi) mitoloji dersleri hocalığı ve Mülkiye Mektebi'ndeki Fransızca öğretmenliği görevlerine ölünceye kadar devam etti.

Hâşim'in sanat ve edebiyata ilgisi Galatasaray Sultanisi'nde başlar. Bilinen ilk manzumesi "Leyâl-i Aşkım" 1901'de "Mecmua-i Edebiyye"de yayınlandı. Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin'in tesiri altında kaldı. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterdi ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı. 1905 - 1908 yılları arasında yazdığı ve Piyâle kitabına aldığı "Şi'r-i Kamer" serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi. 1909'da kurulan Fecr-i Âti'ye girdi. "Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek" prensibinden hareket eden Fecr-i Âti grubunun yayın organı Servet-i Fünûn dergisinde şiirler yayınladı ve Servet-i Fünûn - Edebiyat-ı Cedide - topluluğuna yapılan hücumlara makaleleriyle katıldı. 1911'de yayınlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazandı. Fecr-i Ati dağıldıktan sonra siyasi ve edebi akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kaldı.

Dış dünya gözlemlerini kendi prizmasından geçirerek anlatır; sonbahar, akşam kızıllığı ve karamsarlık önemli temalardır. Ahmet Haşim fıkraları, denemeleri ve gezi yazılarıyla da önemli bir yazardır. Düz yazılarında dili sade ve oldukça başarılıdır.

Ahmet Haşim Kitapları - Eserleri

  • Bize Göre
  • Bize Göre ve Bir Seyahatin Notları
  • Gurebahane-i Laklakan
  • Bütün Şiirleri
  • Frankfurt Seyahatnamesi
  • Piyâle
  • Göl Saatleri
  • Üç Eser: Bize Göre - Gurabahane-i Laklakan - Frankfurt Seyahatnamesi
  • Piyale - Göl Saatleri
  • Bize Göre - Frankfurt Seyahatnamesi
  • Gurabahane-i Laklakan - Diğer Yazıları
  • Bütün Yazıları (Cep Boy)
  • Paris, Frankfurt... Yahut Hiç!
  • Bütün Kitapları
  • Eserlerinden Seçmeler
  • Savrulmada Gül
  • Bize Göre ve İkdam'daki Diğer Yazıları
  • Frankfurt Seyahatnamesi - Mektuplar - Mülakatlar
  • Bir Seyahatin Notları
  • Karanlıkta Beyaz Kuşlar
  • En Güzel Aşk Şiirleri
  • Şairlerin En Garibi Öldü

Ahmet Haşim Alıntıları - Sözleri

  • "Bir giryeli ses, belki kadın, belki de erkek Söyler gecenin şi'rine bir aşk, bir âhenk..." (Piyâle)
  • "Acılar gece çözülür." (Frankfurt Seyahatnamesi)
  • -Desene: Şu çarkları su ile dönen dünya, eski zaman işi bir degirmenden hâlâ farklı değil! (Bize Göre - Frankfurt Seyahatnamesi)
  • Sevimli ev... bugün altında aşkı bekliyorum... (Göl Saatleri)
  • Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve sonunu akşamın ışıkları tayin ederdi. (Bütün Yazıları (Cep Boy))
  • HAVUZ Akşam yine toplandı derinde... Cânân gülüyor eski yerinde; Cânân ki gündüzleri gelmez, Akşam görünür havz üzerinde, Mehtâb kemer tâze belinde, Üstünde semâ gizli bir örtü, Yıldızlar onun güldür elinde... *** Cânân: Sevgili Havz: Havuz Mehtâb: Ay ışığı Kemer: Kuşak Tâze: Genç, bozulmamış Semâ: Gök (Savrulmada Gül)
  • "Zannedilir ki ufuklarımızın ötesi, bambaşka alemlerin eşiğidir." (Bize Göre)
  • Sihrin o kadar nâfiz olur fikr ü hayâle, Her şey değişir titreyerek hüsn-i muhâle. (Piyâle)
  • Neşeye hâkim değildik, kederi kendimizden uzaklaştıracak hiçbir kuvvetimiz yoktu. (Bize Göre ve Bir Seyahatin Notları)
  • Almanya "profesör" ve "doktor" denilen acayip bir insan cinsinin vatanıdır. (Frankfurt Seyahatnamesi)
  • Karanlık, ölümün bir parçasıdır, onun için dinlendiricidir. (Eserlerinden Seçmeler)
  • İnsan her şeyden evvel kendi kendisinin esiridir. (Bize Göre ve İkdam'daki Diğer Yazıları)
  • Nereden geldiği ve nasıl başladığı meçhul bir kürk modası, İstanbul'un hemen bütün kadın tabakalarını yayıldı. Bu moda, dedelerimizin ve ninelerimizin bildiğimiz kürkünü çevirip sırta geçirmek ve kurt veya goril gibi, iri cüsseli bir hayvana benzemek tuhaflığından ibarettir. ...Tırnaklarını uzatıp sivrilten ve vücudunu baştan başa tüylü göstermek isteyen kadın, belli ki insandan başka bir hayvana benzemek için uğraşıyor. Kadınlarda bu insan şeklinden uzaklaşma meylinin sebepleri ne olsa gerek? (Üç Eser: Bize Göre - Gurabahane-i Laklakan - Frankfurt Seyahatnamesi)
  • Bu yol, bu yol, bu derin yol ki dâimâ mümted Bu yol uzun ve benim dizlerim eğildi; gözüm Kapandı. Da'vet-i yeldâyla titriyor rûhum; Bırak ve git beni mevt-i leylâle tevdî et. (Eserlerinden Seçmeler)
  • ...hakiki kır, sert toprakla sert insanın boğuştuğu âlemdir. (Bize Göre ve Bir Seyahatin Notları)
  • Yüreğimde daima kanayan bir yara halinde kalacak (Bize Göre)
  • Rabbim! Her zevki tatmin edecek ve ismi yine "sanat ve edebiyat" olacak olan hacer-i felsefîyi nasıl bulmalı? (Bize Göre ve İkdam'daki Diğer Yazıları)
  • En eski edebiyattan en yenisine değin, her dilde, şiirin konusu eş (zevce) değil, sevgilidir (maşuka). Düşler ve benzetmeler hep sevgilinin süzgün gözleri ve karanlık kirpikleri etrafında pervaneler gibi uçuşur. Kahramanı eş ve konusu evlilik olan hikayeden daha tatsız ne olabilir ? (Bize Göre)
  • Akşam, yine akşam, yine akşam Bir sırma kemerdir suya baksam; Üstümde sema kavs-i mutalsam! Akşam, yine akşam, yine akşam Göllerde bu dem bir kamış olsam! (Bütün Şiirleri)
  • Hayat ne güzel! Onu sonsuz bir iştiha ile seviyorum. Fakat hissediyorum ki ileride, hakkım olduğu kadar hayattan zevk almama insanlar mani olacak. İnsanlar, tabiatın serbest akışını değiştirmişler, saadet ve felaketi büyük talih ve keder kanunlarının mecralarından ayırmışlar ve köy sularını istedikleri gibi paylaşan mütegallibe tarzında, zevki ve kederi aralarında keyiflerine göre dağıtmışlar. Tatlı hava, renkli ziya, gök, deniz, ağaç, çimen, ateşli kadın bakışı, yakıcı şiir ve sarhoş edici musiki ile benim aramda yarın karanlık bir kaya gibi dikilecek olan insan beni şimdiden ürkütüyor. Ben onu nasıl yumuşatacağım ve kendi lehime çevirebileceğim? (Frankfurt Seyahatnamesi)

© 2004-2023 Tüm Hakları Saklıdır.
Sitedeki içerikler izinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Yayınlanan yazı ve yorumlardan yazarları sorumludur. MARDiNLiFE.COM ile bir bağlantı kurulamaz, site sorumlu değildir.

O Belde

Denizlerden

Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.

Bilsen

Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-ı şâma bakan

Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!

Ne sen,

Ne ben,

Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ

Ne de âlâm-ı fikre bir mersâ

Olan bu mâi deniz,

Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.

Sana yalnız bir ince tâze kadın

Bana yalnızca eski bir budala

Diyen bugünkü beşer,

Bu sefil iştihâ, bu kirli nazar,

Bulamaz sende, bende bir ma’nâ,

Ne bu akşamda bir gam-ı nermîn

Ne de durgun denizde bir muğber

Lerze-î istitâr ü istiğnâ.

Sen ve ben

Ve deniz

Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz

Topluyor bû-yi rûhunu gûyâ

Uzak

Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak

Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz…

O belde?

Durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;

Mâi bir akşam

Eder üstünde dâimâ ârâm;

Eteklerinde deniz

Döker ervâha bir sükûn-ı menâm.

Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,

Hepsinin gözlerinde hüznün var

Hepsi hemşîredir veyâhud yâr;

Dilde tenvîm-i ıstırâbı bilir

Dudaklarındaki giryende bûseler, yâhud,

O gözlerindeki nîlî sükût-ı istifhâm

Onların rûhu, şâm-ı muğberden

Mütekâsif menekşelerdir ki

Mütemâdî sükûn u samtı arar;

Şu’le-î bî-ziyâ-yı hüzn-i kamer

Mültecî sanki sâde ellerine

O kadar nâ-tüvân ki, âh, onlar,

Onların hüzn-i lâl ü müştereki,

Sonra dalgın mesâ, o hasta deniz

Hepsi benzer o yerde birbirine…

O belde

Hangi bir kıt’a-yı muhayyelde?

Hangi bir nehr-i dûr ile mahdûd?

Bir yalan yer midir veya mevcûd

Fakat bulunmayacak bir melâz-i hulyâ mı?

Bilmem… Yalnız

Bildiğim, sen ve ben ve mâi deniz

Ve bu akşam ki eyliyor tehzîz

Bende evtâr-ı hüzn ü ilhâmı.

Uzak

Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak

Bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz…

                                  Ahmet Haşim

Şiir Hakkında

İlk olarak 1909’da “Şiir ve Tefekkür Mecmuası”nda yayınlanan şiir, şairin “Göl Saatleri” kitabının “Serbest Müstezat Nazımları” bölümünde yer almaktadır. O Belde, şairin iç dünyasını ve şiir anlayışını en iyi yansıtan şiirlerinden biridir.

Şiirin Biçim Yönünden İncelenmesi

Nazım şekli: Şiir “serbest müstezat” şeklinde yazılmıştır.

Ölçüsü: Şiir “aruz ölçüsü” nün değişik kalıplarıyla yazılmıştır.

Uyak düzeni: Şiirin belli bir uyak düzeni yoktur. Ancak bu şiirin uyakları olmadığı anlamına gelmez. 

Şiirdeki Ahenk Unsurları

O Belde, “serbest müstezat” şeklinde yazılmıştır. Şairi bu şekli kullanmaya yönelten etken, şiiri musikisinin serbest hareketli ahengine yaklaştırma düşüncesidir. Bu düşünce, şiirin genel yapısına olduğu kadar ayrıntılarına da hâkimdir. Birbirinin aynı ve birbirine benzer kelimelerin düzensiz aralıklarla tekrarına dayanan müzikal karakter, şiirin bütününde kendini güçlü bir biçimde hissettiriyor. Bunlardan bazıları:

“Uzak

  Ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak

  Bu nefy-ü hicre müebbet bu yerde mahkûmuz…

Parçası, şiirin ortalarında ve sonunda aynen iki kere tekrar ediliyor. Bazı dize başları birbirine benzer kelimelerle başlıyor:

“Ne sen

  Ne ben

  Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ

  Ne de âlâm-ı fikre bir mersâ…”

“Ne bu akşamda bir gam-ı Nermin

  Ne de durgun denizde bir muğber…”

“Sen ve ben

  Ve deniz

  Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz…

  Ve mâi gölgeli…”

“Bilmem… Yalnız

  Bildiğim sen ve ben”

Gibi ahenk açısından birbirine benzer yapıdaki kelime ve kelime gruplarının tekrarı, ayrıca “d”, “n”, “z”, “r” seslerinin şiir boyunca kullanılması, şiiri musiki yönünü güçlendiriliyor.

Şiirde dizelerin uzunluk ve kısalıkları da şiire musiki havası veriyor. 12 ayrı vezin kullanılan bu 59 mısralık şiirde, birbirini takip sırasına bakarak, şairin belirli aralıklarla tekrar ilkesine dikkat ettiğini görürüz. Bu da bize gösteriyor ki şair, şiirini yazarken serbestlik içinde belli bir düzen kurmuştur.

O Belde’de ölçü gibi uyak sistemi de çok değişiktir. Bazı kelimelerin çok tekrar edildiğini görürüz: “akşam” 8 kez (akşam4, şam2, mesa2), “deniz” 7 kez, hüzün ifade eden kelimeler 15 kez, kadınlara ve güzelliğe ait kelimeler 11 kez tekrar edilmiş. Buna göre şiirin dört unsurdan oluştuğunu görülür; akşam, deniz, hüzün, kadın. Bu kelimeler ahenkle olduğu kadar anlamla da ilgilidir.

Şiirin teması: Uzak, güzel ve bilinmeyen bir ülkeye özlem duygusudur.

Şiirin İçerik Yönünden İncelenmesi (Açıklama – Yorum)

Başlangıçta şair, yanında bulunan bir kadınla akşam gün batımını seyrediyor.

Denizlerden

Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.

Bilsen

Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-ı şâma bakan

Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!

Bu kadın, ince, güzel ve doğayı anlayan bir ruha sahiptir. O da şair gibi özlem ve gurbet (ayrılık) duygusuyla sıkıntılıdır. Gözlerini akşamın renkleri ve hüznü bürümüştür. Bu durum onu, şaire daha da güzel gösteriyor.

Ne sen,

Ne ben,

Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ

Ne de âlâm-ı fikre bir mersâ

Olan bu mâi deniz,

Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.

Sana yalnız bir ince tâze kadın

Bana yalnızca eski bir budala

Diyen bugünkü beşer,

Şiirin “bugünkü beşer (nesil)”den bahseden parçasını ikinci bölüm olarak alıyoruz. Burada şair, sevgilisine “bir ince taze kadın”, kendisine “eski bir budala” diyen “bugünkü beşer” hakkındaki düşüncelerini dile getiriyor.

Bu sefil iştiha, bu kirli nazar,

Bulamaz sende, bende bir ma’nâ,

Ne bu akşamda bir gam-ı nermîn

Ne de durgun denizde bir muğber

Lerze-î istitâr ü istiğna

Diyerek bugünkü beşerin kabalığını anlatıyor. Kadının, doğanın ve sanatın bugünkü nesil tarafından anlaşılmaması ve anlamsız görülmesi, romantikler tarafından çok işlenmiş bir konudur. Ancak şair, bu durumu kendine göre ve kendi anlatımıyla yorumluyor.

Bu bölümde şair, esas konuya giriyor ve yaşadığı dünyada bir sürgün olduğunu anlatıyor.

Sen ve ben

Ve deniz

Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz

Topluyor bû-yi rûhunu gûyâ

Uzak

Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak

Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz…

Şair, güzel bir ülkeden ayrılmış, bu dünyada mahkûm olarak yaşadığını söylüyor. Bu duygu şairin çocukluğundaki mutlu günlerine dönemeyeceği düşüncesinden kaynaklanıyor.

O belde?

Durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;

Mâi bir akşam

Eder üstünde dâimâ ârâm;

Eteklerinde deniz

Döker ervâha bir sükûn-ı menâm.

Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,

Hepsinin gözlerinde hüznün var

Hepsi hemşiredir veyâhud yâr;

Dilde tenvîm-i ıstırâbı bilir

Dudaklarındaki giryende bûseler, yâhud,

O gözlerindeki nîlî sükût-ı istifhâm

Onların ruhu, şâm-ı muğberden

Mütekâsif menekşelerdir ki

Mütemâdî sükûn u samtı arar;

Şu’le-î bî-ziyâ-yı hüzn-i kamer

Mültecî sanki sâde ellerine

O kadar nâ-tüvân ki, âh, onlar,

Onların hüzn-i lâl ü müştereki,

Sonra dalgın mesâ, o hasta deniz

Hepsi benzer o yerde birbirine…

Bu bölümde şair, artık cüdâ (uzak) kaldığı o beldeyi tasvir ediyor. Şiirin ağırlık merkezini teşkil eden bu tasvir başlıca iki unsurdan oluşuyor. O beldenin görünümünü anlatan dizelerle, o beldede yaşayanları anlatan dizeler.

O belde, hayalde yaşatılan, el değmemiş, bilinmeyen bir yerdedir. Üzerinde daima mavi bir akşam dinlenir. Eteklerindeki deniz, ruhlara derin bir sükûnet (uyku dinginliği) serper.

O Belde’nin kadınlara ayrılan dizeleri görünüm tasvirine oranla daha fazladır. Bunun nedeni, şair için önemli olan manzara değil ruhtur. Kadınlar o beldenin ruhunu temsil eder. O belde, kadınların varlığı ile değer kazanan bir yerdir. O beldenin kadınları güzel, ince, saf ve leylî (geceye özgü) dir. Hepsinin gözlerinde hüzün vardır. Hepsi hemşire (kız kardeş) veya sevgilidir. Oradaki kadınlar gönüldeki acıları dindirmeyi bilir. Hep durgunluğu ve suskunluğu ararlar. Ayın hüznünün ışıksız alevi, sanki ellerine sığınmıştır. Hepsi zayıf ve narindir. Orada “dalgın akşam”, “hasta deniz” ve “kadınlar” hepsi birbirine benzer.

Güzellik, hüzün, ay ışığı içinde dolaşma ve zayıflık; bu özellikleri biz Ahmet Haşim’in annesinde ve çocukluğunda tanıdığı kadınlarda da görüyoruz. Şairin hayal ettiği “o belde” ile çocukluğunda yaşadığı yerler arasında büyük benzerlikler vardır. Şair, çocukken yaşadığı yerleri hayalinde daha da güzelleştirerek “o belde” yapıyor.

Uzak

Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak

Bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz…

Son bölümde şair, dalmış olduğu hülyalar âleminden uyanarak tekrar gerçek dünyaya dönüyor. Kendini yeniden bu yerde sürgüne ve ayrılığa sonsuza dek mahkûm hissediyor. Şair, çocukluk günlerine dönemeyeceğini biliyor. Ancak mahkûmiyet duygusunun oluşmasında yaşadığı çevrede kendini yalnız ve yabancı hissetmesinin de payı büyüktür.

Dil ve Anlatım

Ahmet Haşim, bu şiirinde en çok “mavi”, “ince” ve “uzak” sıfatlarını kullanıyor.  Denizi, akşamı, o beldeyi “mavi” bir renge boyuyor. Mavi,  gerçekleri belirsizleştiren, hayal kurmaya uygun bir renktir. Gölge sıfatı da gerçeği silme arzusunu ifade eder. Hava ve kadınlar için kullanılan “ince” sıfatı da bu eğilimi gösterir. Şairin çok kullandığı sıfatlardan biri de “uzak” sıfatıdır. Bu sıfat da gerçeklerden kaçmayı hissettiriyor.

Bütün bu sıfat tamlamaları gösteriyor ki Haşim, “O Belde”de nesnel varlıkları sürekli silmeye, kaybetmeye, inceltmeye, uzaklaştırmaya çalışıyor.

O beldede akşam mavi, kırgın ve dalgındır; deniz durgun, sessiz ve hastadır. O belde de “ufk-ı şam” (akşam ufku), “âlâm-ı fikr” (düşünce acıları) gibi sıradan isim tamlamalarının yanında, bazı yeni isim tamlamaları da görülür. “Melal-i hasret ü gurbet” (özlem ve gurbet sıkıntısı) tamlaması şairin en ince ruh halini ifade eder. “Lerze-i istitâr-ı istiğnâ” (içe kapanma ve çekimserlik titremesi) tamlaması da şair tarafından bulunmuş yeni bir tamlamadır. “Bûy-i rûh” (ruhunun kokusu) tamlaması şiirin en ilginç tamlamasıdır. Bu tamlama çok derin anlamlar taşıyor. Bu tamlama ruhu nesnelleştiriyor. Dizenin içinde “Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz / Topluyor bû-yi rûhunu gûyâ” ifadesi, tabiatla kadın arasındaki kaynaşmayı ifade ediyor. “Nîlî sükût-ı istifhâm” (çividi soru sessizliği) tamlaması da şairin anlatımına güzel bir örnektir. “Nîlî” sıfatını şair, “istifham”a değil “sükût”a bağlıyor. “Ve bu akşam ki eyliyor tehziz / Bende evtar-ı hüznü ü ilhamı” Dizelerindeki tamlamalar da dikkat çekicidir. “Evtâr-ı hüzn ü ilhâm” (üzüntü ve esin telleri) tamlaması ile şair, içindeki duyguları, hüzün ve ilhamı bir musiki aleti gibi düşünüyor. Akşam, bu manevi müzik aletini titretiyor. Bu ifadede şair, kendisi ile tabiat arasındaki kaynaşmayı müzikal bir niteliğe büründürüyor.

Haşim, şiirinde açık hiçbir benzetme yapmıyor. Anlatımında kullandığı en güçlü araçlar isim ve sıfat tamlamalarıdır. Bunlardan birçoğu gizli benzetmeler biçiminde ortaya çıkıyor. Fakat bunlar teşbih değil istiare biçiminde karşımıza çıkıyor.. Örneğin “hasta deniz” tamlamasında deniz insan gibi düşünülmüştür. Keza “dalgın mesâ” tamlamasında da gizli bir teşbih var. Bu tamlamalarda aynı zamanda teşhis (kişileştirme) özelliği de bulunuyor. Şair, sadece isim ve sıfatlarla değil fiillerle de görüntüler oluşturuyor; denizlerden esen ince havâ, yanındaki kadının saçlarıyla eğleniyor.

O belde kadınlarının ruhları tasvir edilirken şairin, kelimeleri kullanmadaki inceliği ve ustalığı doruk noktasına çıkıyor.

Onların rûhu şâm-ı muğberden

Mütekâsif menekşelerdir ki

Mütemâdi sükûn u samtı arar

Burada o belde kadınlarının ruhu önce kırgın akşamdan kalan menekşelere dönüşüyor, sonra durgunluk ve suskunluğu arayan bir hisle doluyor.

Serbest müstezat tekniğine uygun olarak, şiirde cümleler tek bir dizede başlayıp bitmiyor. Diğer dizelerde de anlam devam ediyor. Dizelere dağılan cümleleri bütün olarak değerlendirecek olursak, uzunluk ve kısalıklarıyla, şiirin içeriği arasında bazı ilişkiler olduğunu görürüz. Başlangıcı teşkil eden uzun ve öğeleri dağınık cümleler, genellikle heyecanlı bir ses tonuna karşılık geliyor. O beldeyi ve o belde kadınlarını tasvir eden kısa cümlelerde, hayali bir mutluluk duygusuyla şairin ruhu gibi ifadesi de sakindir. Bundan sonra arka arkaya gelen dört soru cümlesiyle tekrar duygusal karmaşa başlıyor. Son dizelerdeki cümlede ise şair, istemediği bu yerde kendini sonsuza dek mahkûm hissediyor.

Genel Değerlendirme

 “O Belde”nin iyi bir kuruluşu var. İçinde fazla ya da gereksiz bir şey yok. Her parçaya ayrı bir görev yüklenmiş. Parçaların birleşmesi tutarlı bir bütün meydana getiriyor. Şiir, aşamalı bir biçimde gelişerek belli bir amaca ulaşıyor. İçerik bir süreç içinde ortaya konuyor. Sürece ve içeriğe göre ayarlanan ses düzenleri, tekrarlanan sözcükler ve dizeler, etkileyici bir müzik, ruhun dalgalanışına uygun bir ahenk doğuruyor. Kullanılan sıfatlar ve imgeler içeriği besleyen bir ortam yaratıyor. Şair, duygularını ve hayallerinin kendine özgü, başarılı bir üslupla yansıtıyor.

Ahmet Haşim

Hayatı

Ahmet Haşim, 1887’de Bağdat’ta doğdu. Babası Fizan mutasarrıflarından Arif Hikmet Bey, annesi Sara Hanım’dır. Ahmet, biri kız, ikisi erkek, üç kardeşten en büyüğüdür.

Ahmet Haşim’in çocukluğu Bağdat’ta tam bir Arap çevresi içinde geçti. Şair, babasının memur olması nedeniyle pek çok yerde bulundu. Düzenli bir hayat yaşayamadı. Annesini sekiz yaşlarındayken kaybetti. Bu ölüm, onda derin ve silinmez izler bıraktı. Bu izler daha sonra şiirlerine ümitsizlik, dehşet, korku, nefret gibi karamsar duyguların yansımasına neden oldu. İstanbul’a babasıyla birlikte geldiğinde hiç Türkçe bilmiyordu.

Şair, İstanbul’a geldikten sonra ilk yılı Numune-i Terakki okulunda, Türkçesini kuvvetlendirmek için okudu. Daha sonra Galatasaray Sultanisi’ne kaydedildi. Yaşı ve sınıfı ilerledikçe edebiyata olan hevesi de artmaya başladı. Bunda edebiyat öğretmeni Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun etkisi olduğu kadar, bir arkadaşından aldığı Fransız Şiir Antolojisi’nin de büyük etkisi vardı. Okulda tanıdığı bir başka edebiyat heveslisi de İzzet Melih’ti. Bu arkadaş çemberine daha sonra Hamdullah Suphi Tanrıöver, Emin Bülent Serdaroğlu ve Abdülhak Şinasi Hisar da katıldı. Zaman zaman bir araya gelerek hararetli edebiyat tartışmaları ve sohbetleri yapan bu gruptan, ilk olarak şiirleri edebi bir dergide yayınlanan Ahmet Haşim oldu. Mecmua-i Edebiye isimli bu edebiyat dergisinde Ömer Seyfettin’in şiirleri de yayınlanmaktaydı.

1907’de Mekteb-i Sultani’yi bitirince Reji İdaresine (Tekel İdaresi) memur olarak girdi. Bir taraftan da Mekteb-i Hukuk’a devam eden Haşim, İzmir Sultanisi Fransızca öğretmenliğine atanınca hukuk öğrenimini bıraktı.

İki yıl sonra İstanbul Maliye Nezareti tercümanlığına atanması dolayısıyla tekrar İstanbul’a döndü. 1909’da başlayan Fecr-i Ati hareketine katıldı. Pek çok şiiri yayınlandı. Özellikle “Göl Saatleri” ve “Şi’r-i Kamer” isimli şiirleri büyük ilgi uyandırdı.

Ahmet Haşim, her ne kadar Fecr-i Âti hareketi içinde görülse de bu grubun toplantılarına pek katılmadı. Fecr-i Âti topluluğunun dağılmasından (1913) sonra uzun bir sessizlik dönemi geçiren şair, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla dört yıl ihtiyat zabiti (yedek subay) olarak görev yaptı.

Savaştan sonra Düyun-u Umumiye ve Osmanlı Bankası’nda görev yaptı. Bu görevlerini Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) estetik ve mitoloji öğretmenliği, Harp Akademisi ve Mülkiye Mektebi Fransızca öğretmenliği takip etti.

Ahmet Haşim, bir taraftan memuriyet hayatına devam ederken diğer taraftan da “Akşam” gazetesinde yazılar yazmaya başladı. Bu yazıların bir kısmını daha sonra “Gurabahane-i Laklakan” adlı kitabında topladı. 1921’de “Dergâh” dergisine yazdığı şiirlerin bir kısmını da “Göl Saatleri” adıyla yayınladı.

1926’da “Resimli Kitap”, “Dergâh”, “Yeni Mecmua” dergilerinde yayınladığı şiirlerini bir araya getirerek “Piyale” isimli kitabında topladı. Aynı yıllarda “İkdam” gazetesinde fıkra yazarlığı yaptı. Bu gazetede yazarken alaycı, saldırgan bir üslup kullanması, eleştirilerde ölçü gözetmemesi yüzünden sert tepkilerle karşılaştı. Bu nedenle Peyami Safa ile aralarında kalem kavgaları oldu.

Hastalığının tedavisi için 1924 ve 1926’da iki kez Paris’e, 1932’de Frankfurt’a gitti ancak iyileşemeden döndü. Güncel sorunları, makalelerinin bir kısmını, Paris gezi notlarını da ekleyerek “Bize Göre” adlı kitabında topladı. Frankfurt’taki günlerini de “Frankfurt Seyahatnamesi” adlı kitabında anlattı.

Son yıllarını hastalıklarla geçiren şair, bu yıllarda kıtalardan oluşan küçük şiirler yazdı. 4 Haziran1933’te hayata gözlerini yumdu.

Edebi Kişiliği

Ahmet Haşim’in hayal dünyasını ve dolayısıyla şiirlerindeki egemen duyguyu anlayabilmek için hayatındaki dönüm noktalarını da iyi anlamak gerekir. Şairin hayatındaki en kalın çizgiyi, bulunduğu ortama uyum sağlayamamak oluşturuyordu.

Haşim’in ruhsal durumunu anlayabilmek için çocukluğuna inmek gerekir. Haşim, çocukluğunda zeki olduğu kadar duygusal bir yapıya da sahipti. Çocukluk yıllarının sıkıntılı geçmesinde hasta bir anne ve sert mizaçlı bir babanın büyük rolü vardı. Aile hayatındaki huzursuzluk, şairin ruhsal ve bedensel gelişmesinde hayli etkili oldu. Bünyesindeki zayıflık ve hassas ruhsal yapısı nedeniyle aradığı şefkati, sadece anne kucağında buluyordu. Her akşamüstü Bağdat’ın Dicle kıyılarında yaptıkları gezintiler, onları birbirine daha da bağlıyordu. Annesiyle birbirlerine çok bağlı ve çok yakın olmakla birlikte gelecekten hiç ümitli değillerdi. Korku, endişe ve ümitsizlik peşlerini hiç bırakmadı. Annesinin ölümü ise ona hiç unutamayacağı bir acı yaşattı.

Okul yıllarında sıkıntıları devam etti. Aile çevresindeki şefkat eksikliğinin yarattığı yalnızlık duygusu gitgide derinleşti. Bunun sonucunda kendi kabuğuna çekilme duygusu ağır bastı. İstanbul’a uzak bir Arap çevresinde, Bağdat’ta doğduğu için okul arkadaşları arasında şaka olarak takılan “Arap Haşim” lakabı daha sonraki yaşantısında da devam etti. Bu da şairi, yabancılık, yalnızlık ve huzursuzluğa sürükledi. Haşim, çevresinde bulamadığı sevgi ve şefkati hayal dünyasında, çocukluk anılarına dönerek gidermeye çalıştı. “Şi’r-i Kamer” ve “Hilal-i Semen” şiirlerinde bu durum açıkça görülmektedir.

Şair, kendisine yakınlık göstermeyen insanlara karşı bencil ve kırıcı davranırdı. Etrafındaki herkese şüpheyle bakardı. Bu ruh hali içinde sinirleri sürekli gergindi ve en ufak bir sorunla karşılaştığında ortalığı kırar dökerdi. Bu nedenle huzura erebilmek için gururunu kırabilecek kişilerden uzak dururdu. Dostlarını, çoğunlukla basit, kendisine saygı gösteren, gösterişsiz insanlardan seçmesi bundan dolayıdır.

Ahmet Haşim’in şiirleri üç farklı dönemde incelenebilir: Birinci dönem, şairin çeşitli etkiler altında kaldığı, yolunu bulmaya çalıştığı dönemdir. İkinci dönem, asıl edebi kişiliğinin belirginleştiği dönemdir. Bunda Fransız şair Regnier’in etkisi büyüktü. Üçüncü dönemde ise şair, klasisizme yöneldi. Ancak şair, en çok empresyonizm (izlenimcilik) akımının etkisinde kaldı.

Ahmet Haşim’in, “Mecmua-i Edebiye” dergisinde yayınlanan şiirlerinde, o devrin bütün genç şairlerinde olduğu gibi Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin’den etkilendiği görülür. Bu döneminde o, aşk peşinde koşan, ancak aşkla kucaklaşmak yerine onun hayaliyle avunan biridir. Onda, aşk hiçbir dönemde gerçek olarak ortaya çıkmadı, sadece izleri, ıstırabı ve yıkıntıları kendini gösterdi. Şiirlerinde hayali bir sevgilinin yaşattığı aşk acılarını anlattı.

Şairin, “sanat için sanat” ilkesine bağlanması ve sembolizm akımına kayması, biraz da sosyal hayatının eksikliklerinden kaynaklanmaktadır. İkinci döneminde şair, yavaş yavaş kendini bulmaktadır. Bu durumunu en iyi “Melali (hüzün) anlamayan nesle aşina (tanıdık) değiliz” dizesinde ifade etti. Bu dönemde şair yavaş yavaş Abdülhak Hamit’in etkisinden kurtuldu. Bir taraftan hüznü, diğer taraftan hayatın ve doğanın yansımalarını ustaca işledi. Şiir dili daha da gelişti, iyice olgunlaştı. Acılarını gizlemeye çalıştı, şiirine canlı renkler ekledi. Dili daha etkileyici, görüşü daha keskindi.

Haşim’in şiir hakkındaki görüşleri Mallerme çizgisine ve “saf şiir” anlayışına uygundur. Bu anlayışa göre, kelimelerin ses değeri anlam değerinden daha önemlidir. Şiirde, anlam açıklığı değil, ahenk önemlidir. Sesler ve kelimeler bilinçaltına seslenmeli ve bir takım çağrışımlar yapmalıdır. Şiir, anlaşılmak için değil, hissedilmek için okunmalıdır. Bu görüş sembolizm akımına da uymaktadır. Ancak şair, sembolist değildir, sadece sembolizmden etkilenmiştir. Şiirlerinde en çok “akşam, gurup (gün batışı), şafak, ay, yıldızlar, deniz, göl, kuşlar, orman” sembollerini kullanır.

Ahmet Haşim’in kelimeleri ve üslubu genellikle içeriğe uygun bir karakter taşır. Şiirlerinde çeşitli nazım biçimlerini deneyen şairin en beğendiği biçim “serbest müstezat” biçimidir. Bununla birlikte şiirlerinde, dörtlükleri de kullanır. Şairin kullandığı bir başka nazım şekli de “sone”dir. Şiirlerinin tamamını aruz ölçüsüyle yazan şair; üçlü, beşli, altılı ölçüleri de denedi, aynı şiir içinde bunları karışık olarak kullandığı da oldu.

Gazete ve dergilerde makaleler, fıkralar ve gezi yazıları yazdı. Bu yazılar, zaman zaman iç dünyasından sıyrılan Haşim’in dış dünyayı ve orada olup bitenleri nasıl gördüğünü anlatması bakımından önemlidir. Ancak bu geçici ve yüzeysel ilişkiler ona gerçeklik duygusu kazandıramamış ve onu öznel görüşlerin etkisinden kurtaramamıştır. Buna rağmen ince nükteleri, şaşırtıcı buluşları, iğneleyici sözleri, kıvrak zekâsı ve renkli üslubu, yazılarına apayrı bir çekicilik katmıştır.

Eserleri

Şiirleri

Göl Saatleri (1921)

Piyale (1926)

Bütün Şiirleri (1987)

Fıkraları

Gurabahane-i Laklakan (1928)

Bize Göre (1928)

Gezi Yazısı

Frankfurt Seyahatnamesi (1933)

HABERLER

Türk Edebiyatında "Fecr-i Ati" şiirinin önemli temsilcilerinden Haşim, Alusizadeler'den Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey ile Sara Hanım'ın oğlu olarak Bağdat'ta dünyaya geldi.

Haşim'in doğum tarihi, çeşitli kaynaklarda 1883 ile 1887 olarak görülse de, M. Kaya Bilgegil'in Milli Eğitim Bakanlığı arşivinden aldığı bilgiye göre, 1887 olduğu kesinlik kazandı.

İlk şiirini henüz 13-14 yaşındayken kaleme aldı

Ahmet Haşim, babasının Arap vilayetlerinde sürdürdüğü memuriyeti nedeniyle ilk öğretimine farklı şehirlerde devam etti.

Annesini 8 yaşındayken kaybeden yazarın çocukluğu, "Şiir-i Kamer" adlı eserinde işaret ettiği yalnızlık ve acı duygusuyla Dicle kıyılarında geçti.

Haşim, annesinin vefatının ardından babasıyla İstanbul'a geldi. Bir süre Numune-i Terakki okuluna giden yazar, daha sonra Galatasaray Lisesi'nde eğitime başladı. Lisede 13-14 yaşındayken yazdığı, öğretmeni Tevfik Fikret'in etkilerinin görüldüğü, "Hayal-i Aşkım" başlıklı ilk şiiri, Ömer Seyfettin'in de yazdığı "Mecmua-i Edebiye" dergisinde yayımlandı.

Edebiyat öğretmeni Ahmed Hikmet Müftüoğlu ile bir arkadaşının verdiği "Fransız Şiir Antolojisi" adlı eserden de etkilenen şair, 1907'de liseden mezun oldu.

Şair, romancı ve oyun yazarı İzzet Melih Devrim'le yakın dost olan Haşim, arkadaşları Hamdullah Suphi Tanrıöver, Emin Bülent Serdaroğlu ve Abdülhak Şinasi Hisar'la da edebiyat sohbetleri yapıyordu.

Sanata ve edebiyata lisede ilgi duyan şair, 1909'da başlayan Fecr-i Ati hareketine katıldı. Edebiyat ve sanat dergilerinde yazan genç edebiyatçıların birleşmesiyle oluşan topluluk, "Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek" prensibinden hareketle çalışmalarda bulundu.

İlk şiir kitabı "Göl Saatleri" büyük beğeni topladı

Usta edebiyatçı, mezuniyetinin ardından bir süre Osmanlı İmparatorluğu'nun tütün inhisarını elinde bulunduran Reji İdaresi'nde memur olarak çalıştı.

Mekteb-i Hukuk'ta eğitim alan Haşim, İzmir Sultanisi'nde Fransızca öğretmenliğine atandıktan sonra hukuk öğreniminden vazgeçti.

Ahmet Haşim, İzmir'e yerleşip 1910-1912'de öğretmenlik, 1912-1914'te ise Maliye Nezareti'nde çevirmenlik yaptı.

Bir kez toplantısına katıldığı Fecr-i Ati topluluğu 1913'te dağılınca, Haşim uzun bir sessizlik dönemi geçirdi.

I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla dört yıl ihtiyat zabiti olarak Yakup Kadri Karaosmanoğlu'yla savaşa katılan şair, bu dönem Anadolu'nun birçok yerini gördü.

Usta edebiyatçı, savaş sonrası Düyun-u Umumiye İdaresi'ne, bu kurumun dağılmasının ardından ise Osmanlı Bankası'na girdi.

"Şiiri deşmek, bülbülü öldürmek gibidir"

Ahmet Haşim, memurluk yaparken İstanbul'da çıkan "Akşam" ve "İkdam" gazetelerinde fıkra, tenkit ve kronikler yazdı. Gazetede yazılarının bir kısmını daha sonra "Gurabahane-i Laklakan" adlı kitabında toplayan Haşim, "Dergah" dergisinde 1921'de yayımlanan şiirlerinin bir kısmını ise "Göl Saatleri" adlı kitapta okurun beğenisine sundu.

Şeyh Galip'ten izler taşıyan ve "Göl Saatleri", "Göl Kuşları", "Serbest Müstezatlar" ve "Muhtelif Şiirler" olmak üzere dört bölümden oluşan kitap üzerine, Türk şiirinde Yahya Kemal Beyatlı'dan sonra saf (öz) şiirin en önemli temsilcisi olarak Ahmet Haşim gösterildi.

Böbrek rahatsızlığı tedavisi için 1924'te Paris'e giden Haşim, 1926’da yeniden Paris'e, 1932'de ise Frankfurta gitti ancak iyileşemeden döndü.

Başarılı şair, "Resimli Kitap", "Dergah" ve "Yeni Mecmua"da 1905-1908 yılları arasında yazdığı şiirlerini, 1926'da "Piyale" adlı kitabında topladı. Kitabın "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" bölümünde, şairin şu ifadelerine yer verildi:

"Şair, ne bir gerçek habercisi, ne güzel konuşmayı sanat haline getirmiş bir kişi, ne de bir yasak koyucudur. Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil, hissedilmek için yaratılmış, müzik ile söz arasında ama sözden çok müziğe yakın ortalama bir dildir. Düzyazıda anlatımı yaratan ögeler, şiir için söz konusu olamaz. Düzyazı, us ve mantık doğurur. Şiir ise algı bölümleri dışında isimsiz bir kaynaktır. Gizliliğe, bilinmezliğe gömülmüştür. Şairin dili, duyumların yarı aydınlık sınırlarında yakalanabilir. Anlam bulmak için şiiri deşmek, eti için bülbülü öldürmek gibidir. Şiirde önemli olan sözcüğün anlamı değil, şiir içindeki söyleniş değeridir. Şiiri ortak bir dil olarak düşünenler, boş bir hayal kuruyor demektir."

Günün meselelerine dair kaleme aldığı makalelerin bir kısmını, Paris gezi notlarını da ekleyerek, 1928'de "Bize Göre" adlı kitabında toplayan Haşim, Frankfurt'taki günlerini ise "Frankfurt Seyahatnamesi"nde yazıya döktü.

Empresyonizm ile sembolizmin etkisiyle eserlerini ele aldı

Ahmet Haşim, şiirlerinde musikiye de yer verirken empresyonizmle sembolizmin etkisiyle eserlerini ele aldı."Sanat için sanat" anlayışını benimseyen başarılı edebiyatçı, şiirlerinde imge ve iç ahenk bakımından zengin bir üslup kullanırken Türk edebiyatında "akşam şairi" olarak tanındı.

"Ömrüm benim için bir ateşti" diyen usta yazar, yaşamının son günlerinde "Güzin" ismiyle seslendiği Zarife Özgünlü ile evlendi.

Haşim, hastalığı nedeniyle 4 Haziran 1933'te Kadıköy'deki evinde, 49 yaşında vefat etti ve Eyüp Mezarlığı'na defnedildi.

Şair ve yazar Ahmet Hamdi Tanpınar, Haşim'in edebiyatı üzerine kaleme aldığı bir yazısında şu değerlendirmelerde bulunmuştu:

"Biz ilk defa Ahmet Haşim ile Avrupalı manasında ve beşeri nispette büyük şiiri tanıdık. Şiirin arkasında bütün bir estetik ve nizam aleminin mevcudiyetindeki zarureti öğrendik. Bu itibarla Dergah Mecmuasında çıkan 'Piyale' mukaddimesi hakiki bir dönüm yeridir. İki türlü şair vardır. Birisi umumun kabule mütemail olduğu manada ilhamlı şairdir. Günlerin ve anların getirdiklerini kendisine has bir teknikle ören adam. İkinci kısım şairler ise bunun tam zıttıdır. Eserlerinde tesadüfün hiç bir müdahalesini kabul etmez, şiiri hariçten gelen bir itişin zaruri neticesi olarak değil, zekanın iradi bir gayreti olarak anlarlar. Ahmet Haşim bu cinstendi. Kendi iradesi, kendi zihni cehdiyle yapmış olduğu dünyayı kendi nizamıyla terennüm etti."

Usta edebiyatçının eserleri şöyle:

"Göl Saatleri" (1921), "Piyale (1926), "Bize Göre" (1928), "Gurebahane-i Laklakan" (1928), "Frankfurt Seyahatnamesi" (1933) Ahmet Haşim Bütün Şiirleri (Vefatından sonra 1987)

AA

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır