güzel ahlakla ilgili hikaye kısa / Ahlaklı Hikayeler Ahlaklı Hikayeler bölümünde, güzel ahlakla ilgili kısa hika

Güzel Ahlakla Ilgili Hikaye Kısa

güzel ahlakla ilgili hikaye kısa

Recent Posts

Hz. Peygamber ile ilgili hikâyeler
1- İki Meleğin Haline Gülüyorum
Bir gün Resulullah (s.a.v) gülümseyerek göğe bakıyordu, bir adam Hazretin gülmesinin sebebini sorunca, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular: “Evet göğe bakıyordum, iki meleğin hali beni güldürdü, onlar kendi yerinde ibadetle meşgul olan mümin bir kulun gece gündüz yaptığı ibadetlerinin mükafatını yazmaları için yeryüzüne indiler, fakat onu, hasta olduğundan dolayı ibadetgahında bulamayınca, göğe çıkıp, Hak Teala’ya şöyle arz ettiler: “Ey Rabbimiz! Biz o mümin kulun ibadetini yazmak için her zamanki gibi onun ibadetgahına gittik, fakat onu orada bulamadık, hastalık yatağına düşmüştü.”
Allah Teala, o meleklere cevabında şöyle buyurdu: “O mümin kul, hastalık yatağında olduğu sürece, her gün ibadetgahında olduğu zaman ona yazdığınız her günün sevabı miktarınca ona sevap yazın. Hastalık yatağında olduğu müddetçe onun hayır amellerinin mükafatı bana aittir; onun mükafatını ben vereceğim.”

2- Sıraya Riayet Edin
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Bir gün Hz. Resulullah (s.a.v) ayaklarının üzerine yorgan örtmüş ve istirahata çekilmişti. Bu arada Hasan su istedi. Resullullah (s.a.v) hemen yerinden fırladı ve devemizden bir kaba biraz süt sağıp onu Hasan’a (a.s) verdi. Bunu gören Hüseyin (a.s) yerinden fırlayıp sütü almak istedi. Ama Resulullah (s.a.v) ona mani olup sütü Hasan’a verdi. Bu arada durumu seyretmekte olan Fatıma: “Ya Resulullah! Güya Hasan’ı daha çok seviyorsun” dedi. Resulullah cevaben buyurdular ki: “Hayır öyle değildir. Benim Hasan’ı savunmamın sebebi, öncelik onun hakkı olduğu içindir. Çünkü O, daha önce su istemişti, sırayı riayet etmek gerekir. Yoksa kıyamet günü ben, sen, bu ikisi ve şu yerde yatan (Ali) hepimiz bir mekanda olacağız” buyurdu.

3- Rahmet Etmeyene Rahmolunmaz
Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (s.a.v)’ın huzurunda bulunuyorduk. Bu arada Hazret durmadan henüz küçük yaşta olan Hasan ve Hüseyin’i öpüyordu. Hazret’in bu hareketini gören Uyeyne: “Ya Resulullah (s.a.v), benim on çocuğum vardır. Ben şimdiye kadar onların hiçbirini asla öpmemişim” dedi. Hazret bu sözü duyunca çok sinirlendi, öyle ki çehresinin rengi değişti ve: “ Kim rahmetmezse, ona rahmolunmaz; eğer Allah rahmeti kalbinden almışsa, benim sana yapacak bir şeyim yoktur; kim, küçüklerimize rahmetmez, büyüklerimizi de saymazsa, o bizden değildir” buyurdu.

4- Resulullah (s.a.v)’ın Ağlaması
Resulullah (s.a.v) Ümmi Seleme’nin evinde bulunduğu bir gece yarısı uykudan kalkıp evin karanlık bir köşesinde dua ve ağlamakla (Allah’a yalvarıp yakarmakla) meşgul oldu. Ümmi Seleme, Resulullah (s.a.v)’ı yatağında görmeyince, kalkıp onu aramaya koyuldu. Bir de baktı ki Resulullah (s.a.v), evin karanlık bir köşesinde durup ellerini göğe kaldırmış, ağlayarak Allah’a şöyle yalvarıp yakarıyor:
“Allah’ım! Bağışladığın nimetleri benden esirgeme. Beni, düşmanların gülüş vesilesi kılma, kıskançları bana musallat etme.
Allah’ım! Beni kurtardığın kötülük ve çirkinliklere geri çevirme.
Allah’ım! Beni hiçbir zaman ve hiçbir an kendi başıma bırakma; kendin beni her şeyden ve her afetten koru.”
Ümmi Seleme Resulullah (s.a.v)’ın bu durumunu görünce, ağlayarak kendi yerine döner. Resulullah (s.a.v) Ümmi Seleme’nin ağlama sesini duyunca, ona doğru gidip ağlamasının sebebini sorur.
Ümmi Seleme:
“Ya Resulullah! Senin ağlaman beni ağlattı. Sen neden ağlıyorsun? Siz Allah katında olan onca büyük makam ve yakınlığınıza ve Allah’ın geçmiş ve gelecek bütün kusurlarınızı affetmesine rağmen Allah’tan böyle korkuyor, sizi düşmanların gülüş vesilesi kılmamasını, kurtardığı kötülük ve çirkinliklere geri çevirmemesini, bir an bile kendi başınıza bırakmamasını istiyorsunuz, o halde vay bizim halimize!” der.
Resulullah (s.a.v) ona cevabında:
“Nasıl korkmayayım, nasıl ağlamayayım, nasıl kendi akıbetimden endişelenmeyeyim, nasıl kendi makam ve mevkime güveneyim! Oysa ki Allah Teala, Hz. Yunus’u bir an kendi haline bıraktı ve onun başına, gelmemesi gereken şeyler geldi!” buyurdu.

5- Allah Beni Zulmetmek İçin Göndermemiştir
Emir-ül Müminin Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: &#;Bir Yahudi&#;nin Resulullah (s.a.v)&#;den bir kaç dinar alacağı vardı, Hazret&#;ten o parayı istedi. Resulullah (s.a.v); &#;Ey Yahudi! Şimdi yanımda sana verecek bir param yoktur.&#; buyurdu. Yahudi: &#;Ey Muhammed! Paramı vermedikçe senden ayrılmayacağım!&#; dedi. Resulullah (s.a.v) cevaben: &#;Bu durumda ben de seninle birlikte otururum!&#; buyurdular.
Resulullah (s.a.v) onunla birlikte oturdu; öyle ki öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını da orada kıldı. Resulullah (s.a.v)&#;in ashabı o Yahudi&#;yi tehdit etmeye başladılar. Resulullah (s.a.v) onlara bakıp şöyle buyurdu: &#;Onunla ne işiniz vardır?&#; Ashap: &#;Ey Resulullah! Bu Yahudi seni hapsetmiştir!&#; Resulullah (s.a.v) onların cevabında: &#;Allah Teala beni, bir zimmi veya başka birisine zulüm yapmak için mebus etmemiştir.&#; buyurdular.
Gün yükseldiğinde o Yahudi adam şöyle dedi: &#;Allah&#;tan başka bir ilah olmadığına ve Muhammed&#;in de O&#;nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ediyorum; malımın bir şatrı (yarısı) Allah yolu içindir. Allah&#;a andolsun ki, sana karşı böyle davranmam, sırf senin Tevrat&#;taki vasfını sende görmem içindi. Ben senin Tevrat&#;taki vasfını okumuştum. Onda şöyle yazılmıştı: &#;Abdullah oğlu Muhammed Mekke&#;de dünyaya gelecektir, Teybe&#;ye (Medine&#;ye) hicret edecektir, sert ve katı kalpli değildir, sövüş etmez ve çirkin söz ağzına almaz.&#; Ben Allah&#;tan başka bir ilahın olmadığına, senin de O&#;nun elçisi olduğuna şehadet ediyorum. Bu benim malımdır, Allah nerede emretmişse, onu orada harca.&#;

6- Âmanın Yanında Hicabı Korumak!
Ümmi Seleme şöyle diyor:
Peygamber (s.a.v)’in huzurunda idik. Meymune isminde olan hanımlarından birisi de orada idi. Bu esnada âma (kör) olan İbn-i Ümmi Mektum Resulullah’ın huzuruna geldi. Resulullah (s.a.v) bana ve Meymune’ye: “İbn-i Ümmî Mektum’un karşısında hicabınızı (kendinizi) koruyun.” buyurdu.
“Ya Resulullah! O âma değil midir, hicaplı olmamızın ne anlamı vardır?” dediğimizde de şöyle buyurdular:
“Siz de mi körsünüz? Siz onu görmüyor musunuz?”

7- Kötü Ahlak Kabir Azabına Sebep Olur
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
“Sa’d bin Muaz’ın ölüm haberini Resulullah (s.a.v)’e verdiklerinde, Hazret kalkıp ashabıyla birlikte onun evine gittiler. Resulullah’ın emri ile Sa’d’a gusül verdiler. Gusül işlemi bitinceye kadar Hazret kapı önünde ayakta bekledi. Gusül, henut ve kefenleme işleminden sonra onu bir tabuta bırakıp defnetmek için kabristana götürdüler.
Cenazeyi teşyi ederken Hz. Resulullah (s.a.v) ayak yalın ve abasız olarak hareket ediyordu, kabrin yakınına ulaşana dek bazen tabutun sağ bazen de sol tarafını tutuyordu. Hz. Resulullah (s.a.v)’ın bizzat kendisi kabrin içine girip cenazeyi kabre bıraktı; taş, tuğla ve diğer şeylerin getirilmesini emretti. Bizzat kendisi iyice cenazenin üzerini kapatıyor ve: “Ben onun yakında çürüyeceğini biliyorum; ama Allah, kulu bir iş yaptığında onu sağlam yapmasını sever” buyuruyordu. Daha sonra mübarek elleriyle onun üzerine toprak döküp, güzelce mezarını düzlediler.
Bu esnada Sa’d’ın annesi kabrin kenarına gelerek: “Ey Sa’d ! Cennet sana kutlu olsun” dedi.
Hz. Resulullah (s.a.v) bu sözü ondan duyar duymaz şöyle buyurdular ki: “Ey Sa’d’ın annesi! Sus! Allah’tan taraf bu kadar kesin ve yakin ile konuşma. Şimdi Sa’d kabir azabına duçar olmuştur ve bundan dolayı eziyet görmektedir.”
Daha sonra Hazret orada bulunanlarla birlikte mezarlığı terkedip, geri döndüler. Bu arada halk Hazret’e: “Ya Resulullah ! Sa’d için yaptığın işleri, şimdiye kadar hiç kimseye yaptığını görmedik. Ayak yalın, abasız onun cenazesini teşyi ettiniz; tabutun bazen sağ bazen de sol tarafından tutuyordunuz !” dediler.
Hz. Resulullah (s.a.v) onlara:
“Melekler de abasız ve ayakkabısız idiler; ben de onlara uydum” cevabını verdi. Halk: “Bazen tabutun sağından, bazen de solundan tutuyordunuz” dediler. Hazret: “Elim Cebrail’in elinde olduğundan dolayı o tabutun neresinden tutuyorduysa, ben de o tarafından tutuyordum” buyurdu.
Halk bu sözleri duyunca:
“Ya Resulullah ! Sa’d’ın cenazesine gusül verilmesini emrettiniz, bizzat kendiniz ona namaz kıldınız, mübarek ellerinizle onu kabre bıraktınız, kabri kendi elinizle düzelttiniz, bütün bunlara rağmen, yine de: “Kabir Sa’d’ı sıktı” buyurdunuz.
Hz. Resulullah (s.a.v) cevaben: “Evet, kabir azabına duçar oldu. Çünkü o, evinde kötü ahlaklı idi, kabir azabı bundan dolayı idi” buyurdular.

8- Bereketli On iki Dirhem
Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.v) tarafından bir gömlek almak için pazara gitmekle görevlendirilir. Hz. Ali (a.s) pazara gidip on iki dirheme bir gömlek alarak eve döner. Bu arada Hz. Resulullah (s.a.v) ile Hz. Ali (a.s) arasında şöyle bir diyalog geçer:
Hz. Resulullah (s.a.v): “Bu gömleği kaça aldın?”
Hz. Ali: “On iki dirheme.”
Hz. Resulullah (s.a.v): “Bu gömleği pek sevmedim, bundan daha ucuzunu istiyorum. Acaba satıcı bunu geri almaya hazır olur mu?”
Hz. Ali (a.s) diyor; bunun üzerine, gömleği alıp çarşıya döndüm, Hz. Peygamber’in isteğini satıcıya ilettim, satıcı da kabul etti. Parayı alıp Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanına döndüm. Bir gömlek almak için Hz. Resulullah (s.a.v) ile birlikte pazara doğru hareket ettik. Yolun yarısında Hz. Resulullah (s.a.v)’ın gözü, ağlayan bir cariyeye ilişti. Hz. Resulullah (s.a.v) onun yanına gidip: “Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Cariye: “Ev sahibi bana dört dirhem verdi, bir şeyler almak için beni çarşıya gönderdi. Fakat ben parayı nasıl kaybettiğimi bilemiyorum, şimdi eve dönmekten korkuyorum” dedi.
Hz. Resulullah (s.a.v) on iki dirhemden dört dirhemi cariyeye verdi ve: “İstediğin şeyleri al ve eve dön” buyurdular.
Hz. Resulullah (s.a.v) da Allah’a şükredip pazara doğru hareket etti; pazardan dört dirheme bir gömlek alıp giydi, Allah’a hamdederek eve doğru yola koyuldu. Bu arada yol üzerinde bir çıplağı görünce, gömleğini çıkarıp ona verdi ve tekrar çarşıya geri döndü, geriye kalan dört dirheme bir gömlek alıp giydi ve eve doğru hareket etti. Yolun yarısında yine aynı cariyeyi üzüntülü ve şaşkın bir halde gördü. Bunun üzerine: “Neden evinize gitmedin?” diye sordu.
Cariye: “Ya Resulullah ! Gecikmişim, beni dövmelerinden korkuyorum” dedi.
Resulullah: “Gel birlikte gidelim, evinizi bana göster ben suçundan geçmeleri için aracı olurum” buyurdu.
Hz. Resulullah (s.a.v) o cariye ile birlikte yola koyuldu. Evlerine yetiştiklerinde cariye: “İşte bu bizim evdir” dedi.
Hz. Resulullah (s.a.v) kapının arkasından yüksek bir sesle: “Ey ev sahibi! Selam’un- aleykum” diye seslendi; ama bir cevap gelmedi. Hazret ikinci kez selam verdi, yine bir cevap duyulmadı. Üçüncü kez bir daha selam verdiğinde, “Aleyke’s- selam ya Resulellah ve rahmetullahi ve berekatuh” diye cevap verdiler.
Hz. Resulullah (s.a.v): “Neden ilk ve ikinci defada cevap vermediniz? Acaba benim sesimi duymadınız mı?” buyurdular.
Ev Sahibi: “Hayır, ilk defasında duyduk, senin olduğunu bile anladık” dedi.
Hz. Resulullah (s.a.v): “ Öyleyse neden geç cevap verdiniz?”
Ev sahibi: “Senin sesini bir kaç defa duymak istedik.”
Hz. Resulullah (s.a.v): “Sizin bu cariyeniz gecikmiştir, onu muahaza etmemeniz (cezalandırmamanız) için size rica etmekten ötürü buraya geldim.”
Ev sahibi: “Ya Resulullah! Sizin mübarek ayağınızın hürmetine bu cariye artık şimdiden azattır (hürdür).”
Daha sonra Hz. Resulullah (s.a.v) kendi kendisine: “Allah’a şükür, ne de bereketli on iki dirhemdi! İki çıplağı örttü, bir köleyi de azat etti” buyurdular.

9- Ya Resulullah! Bana Tavsiye Et!
Hz. Ali (a.s) şöyle diyor:
Bir şahıs Resulullah (s.a.v)’ın huzuruna gelerek Hazret’in kendisine tavsiye etmesini istedi. Hz. Resulullah (s.a.v) ona şöyle tavsiye ettiler:
“Benim sana tavsiyem şudur ki; parçalansan, ateşe atılıp yakılsan bile, Allah’a şirk koşma.
Annene ve babana eziyet etme; eğer dünyadan göçmeni bile emretseler öyle yap.
İhtiyacından fazla kalan malını dini kardeşinin ihtiyarına bırak.
Müslüman kardeşinle karşılaştığında açık yüzlü ol.
Halka ihanet etme.
Gördüğün her Müslüman’a selam ver.
İnsanları İslam’a davet et.
Bil ki, her sorunu çözmenin (sıkıntısı olanın sıkıntısını gidermenin), Hz. Yakub’un oğullarından bir köleyi azat etmek kadar sevabı vardır.
Bil ki, şarap ve her sarhoş edici şey de haramdır.”

Yetimler İçin Ağlamak
Uhud savaşında İslam savaşçılarından çoğu şahadete erişti, Hz. Hamza da o savaşta şehit düştü, hatta Hz. Peygamber (s.a.v)’in şehit olduğu bile şayi oldu.
Savaş sona erdikten sonra, Medine kadınları Uhud’a doğru hareket edip Peygamber (s.a.v)’in istikbaline koştular; herkes kendi şehitlerini bırakıp Hz. Peygamber’i sorup arıyorlardı.
Bu arada Cehş’in kızı Zeynep Hz. Peygamber (s.a.v) ile karşılaştı ve aralarında şöyle bir diyalog geçti:
Hz. Peygamber- “Sabırlı ve tahammülü ol!”
Zeynep- “Ne için?”
Hz. Peygamber- “Kardeşin Abdullah’ın şahadetinden dolayı.”
Zeynep- “Şahadet onun için kutlu ve mübarek olsun!”
Hz. Peygamber- “Sabret!”
Zeynep- “Ne için?”
Hz. Peygamber- “Dayın Hamza’nın şahadetinden dolayı.”
Zeynep- “Bizim hepimiz Allah’tanız ve hepimiz O’na döneceğiz, şahadet makamı ona mübarek olsun!”
Hz. Resulullah (s.a.v) biraz durduktan sonra Zeyneb’e dönerek şöyle buyurdu:
&#; “Sabırlı ol!”
Zeynep – “Şimdi ne için?”
Hz. Resulullah &#; “Eşin Mus’ab bin Umeyr’in şahadetinden dolayı.”
Zeynep bu sözü duyunca, can yakıcı bir şekilde yüksek bir sesle ağlayıp sızlamaya başladı. Bunu gören Hz. Resulullah: “Hiçbir kimse, kocanın karısının kalbinde olan yerini alamaz” buyurdu.
Bu arada Zeynep; “Neden kocan için böyle ağlıyorsun?” diyenlere şu cevabı verirdi: “Ağlamam kocam için değildir. Çünkü o Peygamber (s.a.a)’in yanında şahadet makamına erişmiştir. Beni ağlatan çocuklarımın öksüz kalışıdır.”

Dostlarla Müdara
Ebu Hureyre şöyle diyor:
Hz. Resulullah (s.a.v) (bir gün) oturdukları halde birden dişleri görülür bir şekilde güldüler. Gülmesinin sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular:
“Ümmetimden iki kişi gelip Allah Teala’nın huzurunda duracaklar; onlardan biri diyecek ki: “Allah’ım! benim hakkımı ondan al!” Allah Teala buyuracak ki: “Kardeşinin hakkını ver!” Borçlu adam arz edecek ki: “Allah’ım! Benim iyi amellerimden bir şey kalmamıştır (ona verecek dünyevi bir malım da yoktur).” Hak sahibi de diyecek ki: “Ey Rabbim! Öyleyse benim günahlarımdan yüklensin!”
Sonra Hz. Resulullah (s.a.v)’ın mübarek gözlerinden yaşlar boşanarak şöyle buyurdular:
“O gün (kıyamet günü) öyle bir gündür ki insanlar, günahlarının başka bir kimseye yüklenmesine ihtiyaç duyarlar. Allah Teala hakkını isteyen kimseye şöyle buyurur: “Gözlerini çevir, cennete doğru bir bak, ne görüyorsun?” O zaman başını kaldırıp güzel nimetleri görünce hayretle: “Allah’ım! Bunlar kimin içindir?” diyecektir.
Allah Teala- “O hakkın değerini bana veren kimse içindir.”
Hak sahibi – “O hakkın değerini kim sana ödeyebilir?”
Allah Teala &#; “Sen.”
Hak sahibi – “Ben nasıl ödeyebilirim?”
Allah Teala &#; “Ondan geçmenle (hakkını bağışlamanla).”
Hak sahibi – “Allah’ım! Ondan geçtim.”
Daha sonra Allah Teala buyuracak ki: “Dini kardeşinin elini tut, birlikte cennete gidin !”
Bu esnada Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: “Takvalı olun, birbirinizin arasını bulun!”

Çaba Veya Zengin Olmak Yolu
Ashaptan birinin durumu çok bozulmuştu. Bu arada karısı ona: “Resulullah (s.a.v)’ın yanına varıp bir şey istesen” dedi. Bunun üzerine o adam bir şey istemek için Hz. Peygamber’in yanına gitti. Hazret’in yanına vardığında Hz. Resulullah (s.a.v) onu görür görmez şöyle buyurdular:
“Kim bizden bir şey isterse veririz, kim de ihtiyaçsız olmaya çalışırsa, Allah onu ihtiyaçsız kılar.”
Adamcağız Hz. Resulullah (s.a.v)’ın bu sözünü duyunca, kendisinden başkasının kastedilmediğini anlar ve bir şey istemeden huzurlarından ayrılır; evine gelip durumu karısına anlatır; ama ihtiyaç onu zorlar ve ikinci kez Hz. Resulullah’ın huzuruna varır; fakat Hazret’in yine aynı şeyi buyurduğunu görür ve bu olay üç defa tekrarlanır.
Bunun üzerine komşusundan bir balta emanet alıp çöle çıkar, bir miktar odun toplayıp pazara getirir ve odunlarını bir buçuk kilo arpaya satar; elde ettiği arpayı ekmek yaparak ailesiyle birlikte yerler. Ertesi sabah daha fazla odun getirir ve yılmadan bu işine devam eder; ilk önce bir balta satın alır; daha sonra elde ettiği kazançtan iki genç deve ve bir köle alır; böylece durumu düzelip zenginleşir. Daha sonra Hz. Resulullah’ın yanına giderek başından geçen macerayı Hazret’e anlatır. Hz. Resulullah (s.a.v) onun sözünü dinledikten sonra ona:
“Demedim mi kim, bizden bir şey isterse ona veririz, kim de ihtiyaçsız olmaya çalışırsa, Allah onu ihtiyaçsız kılar?!” buyururlar
Hz Muhammedin güzel ahlakı ile ilgili örnekler, Peygamber efendimizin güzel ahlakı ile ilgili örnekler, Peygamberimizin örnek ahlakı

Allah&#;ın en sevgili kulu, son ve en büyük Peygamber Hz Muhammed (sas) bir saadet güneşi olarak doğdu Kurumuş topraklar su ile yeşerdiği gibi Peygamberimizin gelmesiyle insanlık yeniden hayat buldu

O&#;nun kalblere yerleştirdiği iman ışığı sayesinde kalblerden yanlış inançlar silindi, cehaletin yerine ilim, zulmün yerine hak ve adalet, kin ve düşmanlığın yerine insan sevgisi, acımasızlığın yerine şefkat ve merhamet geldi Gerçek anlamda islâm kardeşliği kurularak toplum barış ve huzura kavuştu

İnsanlara dünya ve ahirette mutlu olmanın aydınlık yolunu gösteren Peygamberimiz, öğrettiği ahlâk ilkelerini önce kendisi uygulayarak en güzel örnek oldu

Yüce Allah Kur&#;an-ı Kerimde Peygamberimiz hakkında: «Ve sen elbette yüksek bir ahlâka sahipsin» (65) buyurarak O&#;nun çok yüksek ahlâk sahibi bir şahsiyet olduğunu bildirmiştir

O, ahlâkını Kur&#;an&#;dan almış, bütün iyilikleri kendisinde toplamıştır Saygıdeğer eşi Hz Aişe&#;ye Peygamberimizin ahlâkının nasıl olduğu sorulduğunda O, şu cevabı vermiştir:

«O&#;nun ahlâkı Kur&#;ân idi» (66)

O&#;nu Yüce Allah yetiştirdi ve insanlığa örnek olsun diye özel olarak terbiye etti Bu konuda Peygamberimiz şöyle buyuruyor: «Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı» (67)

O, dravranışları ve üstün kişiliği ile insanlık için en güzel örnektir

Bununla ilgili olarak Allah Tealâ Kur&#;an-ı Kerimde:

«Andolsun Allah&#;ın elçisinde sizin için uyulması gereken güzel örnek vardır» (68) buyurmuş ve O&#;nun yaşayışını örnek almamızı istemiştir

Müslüman olarak bizim görevimiz, Peygamberimizin ahlâk ve fazilet dolu hayatını iyice öğrenmek ve O&#;nun ahlâkî davranışlarını örnek alarak yaşamaktır

Şimdi kısaca Peygamberimizin yaşayışını ve ahlâkî davranışlarını birlikte öğrenmeye çalışalım:

Peygamberimizin Doğruluğu

Peygamberimiz, doğruluk ve dürüstlüğün en güzel örneği idi O, çocukluğundan itibaren doğruluktan ayrılmamış, hiç yalan söylememiştir Peyganmberliğinden önceki gençlik döneminde doğruluğu ve güvenilir kişiliğinden dolayı kendisine, «Muhammedü&#;l-Emîn» yani, «Güvenilir Muhammed» denilirdi Düşmanları bile O&#;nun doğruluğunu kabul etmiş, kendisine yalancı diyememişlerdi

Peygamber olduğu zaman Mekke&#;de halkını İslâm&#;a dâvet için toplamıştı Safa tepesine çıkarak orada taplananlara: «Ey Kureyş halkı! Size bu dağın arkasından bir düşman ordusunun geldiğini söylesem bana inanır mısınız?» dedi, orada bulunanlar:

&#; «Hepimiz inanırız, çünkü sen ömründe yalan söylemedin» diye cevap verdiler Bu toplululğun içinde Peygamberimizin en azılı düşmanları da vardı Onlar da Peygamberimizin doğruluğunu itiraf etmişti

Peygamberimiz kendisi doğru sözlü olduğu gibi bizim de doğru olmamızı ve yalancılıktan sakınmamızı istemiş ve şöyle buyurmuştur: «Doğruluktan ayrılmayınız, çünkü doğruluk iyiliğe götürür, iyilikde cennete iletir İnsan doğru söyledikçe ve doğruyu aradıkça Allah yanında doğrular zümresine yazılır Yalandan sakının, çünkü yalan kötülüğe götürür, kötülükde cehenneme sürükler, insan yalan söyledikçe ve yalan peşinden koştukça Allah yanında yalancı olarak yazılır» (69)

O, yalandan hiç hoşlanmaz, yalancıları sevmezdi

Peygamberimiz bir şey hakkında söz verdimi verdiği sözde mutlaka durur, gereğini yerine getirirdi

O, kurtuluşun doğrulukta olduğunu bildirmiş, doğruların kıyamet gününde peygamberlerle beraber olacağını haber vermiştir

Peygamberimize insanların hayırlısı kimdir diye soruldu

Peygamberimiz: «Her temiz kalbli ve doğru sözlü olanlardır» (70) buyurdu

Peygamberimizin Merhameti

Peygamberimizin kalbi şefkat merhamet ve insan sevgisi ile dolu idi, Yüce Allah Kur&#;an-ı Kerim&#;de O&#;nun hakkında şöyle buyuruyor:

«Ey Muhammed! Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik» (71)

O&#;nun şefkat ve merhameti, hayatının her döneminde açıkça görülür, merhametle dolu olan kalbi hep iyilik için çarpardı Kimseye bir kötülük dokunmasını, hiç kimsenin incinmesini istemezdi

Saygıdeğer eşi Hz Hatice ile amcası Ebu Talip Peygamberimize çok yardımcı olmuşlardı Kısa aralıklarla her ikisi de vefat edince İslam düşmanları Peygamberimize eziyeti artırdılar Bunun üzerine Peygamberimiz ilk müslümanlardan olan Zyed b Harise ile birlikte Mekkeden ayrılarak Taif halkını İslâma dâvet etmeye gitti Taifliler İslâmı kabul etmedikleri gibi Peygamberimizi taşa tuttular Zeyd, atılan taşlardan Peygamberimizi korumak için vucudunu siper etti Atılan taşlardan Peygamberimizin ayakları yaralandı, kan içinde kaldı, yürüyemiyecek duruma geldi ve yol kenarında bir üzüm bağına sığınmak zorunda kaldı

O&#;nun bu derece sıkıntıya düşmesi üzerine Yüce Allah Cebrail&#;i göndererek, dağlar meleğinin emrinde olduğunu ve ne dilerse onu bu meleğe emredebileceğini bildirdi Bunun üzerine dağlara emreden Melek Peygamberimize seslenerek selâm verdi ve:

&#; «Sen ne dilersen emrine hazırım, eğer şu iki dağın Mekkeliler üzerine çökerek birbirine kavuşmasını ve müşrikleri tamamiyle ezmesini istersen onu da emret» dedi

Peygamberimiz eğer isteseydi, kendisine acımasız bir şekilde saldıranlar ve O&#;nu kanlar içinde bırakanlar bir anda yok edilecekti Fakat Peygamberimiz, çok üzüntülü olduğu durumda bile sevgi ve merhamet dolu kalbi onların cezalandırılmalarına razı olmamış ve Meleğe şöyle demişti:

&#; Hayır ben onu istemem, ben isterimki Allah, bu müşriklerin soyundan yalnız Allah&#;a ibadet eden ve Allah&#;a hiçbir şeyi ortak koşmayan insanlar meydana çıkarsın» (72)

Peygamberimiz, insanlara ve diğer canlılara merhamet gösterenlere Yüce Allah&#;ın merhametle karşılık vereceğini bildirerek şöyle buyurmuştur:

«Merhamet edenlere Allah da merhamet eder, siz yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet etsin» (73)

Merhametsizler hakkında da şu uyarıda bulunmuştur:

«Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz» (74)

O, sevgi ve yardıma muhtaç olan yetimlerle özellikle ilgilenir, müslümanlara da, yetimlere merhamet gösterilmesini tavsiye ederdi

Peygamberimiz, sadece insanlara değil hayvanlara karşı da şefkat ve merhamet gösterirdi O, susayan bir kediye kendi eliyle su içirmiş, hayvanların aç bırakılmamasını, onlara iyi davranılmasını emretmiştir Bir sahabi diyor ki: Peygamberimizle beraber bir yolculuk yapıyorduk Bir ihtiyacım için ayrılmıştım Orada iki yavrusu olan bir serçe kuşu gördüm ve yavrularını aldım Serçe peşimden gelerek yavruları için çırpınıp bağırmaya başladı Bunu gören Peygamberimiz:

&#; «Bu kuşu yavru acısı ile sızlandıran kimdir? Yavrusunu ona verin» (75) dedi

Peygamberimizin Cömertliği

Peygamberimiz insanların en cömerdi idi Kendisinden bir şey isteyen hiç kimseyi boş çevirmez, eline ne geçerse ihtiyacı olanlara dağıtır, «Ben ancak dağıtıcıyım, veren Allah&#;tır» derdi Bununla beraber dilenciliği sevmez, dilenenlere bundan kurtulmaları için çalışıp kazanmanın yollarını gösterirdi

Ashaptan Cabir (ra) diyor ki: Peygamberimiz kendisinden istenilen bir şeye asla yok dememiştir (76)

Bir gün Peygamberimize bir parça kumaş hediye edilmiş, O&#;da bunu kabul etmişti Buna ihtiyacı da vardı Yanında oturanlardan biri «Bu ne iyi kumaş» deyince, Peygamberimiz kumaşı ona bıraktı

O, yoksulları, ihtiyaç sahiplerini kendinden çok düşünür, açları doyurur, kendisi aç kalırdı Peygamberimiz, maddi imkânlara sahip olduğu zamanlarda da sade bir hayat yaşamış, kendisi için bir şey bırakmamış, elindekileri muhtaçlara dağıttığı için aç yattığı zamanlar çok olmuştur Eşi Hz Aişe diyorki:

«Peygamberimiz, üç gün peşpeşe karnını doyurmamıştır İsteseydi doyururdu Fakat yoksulları doyurup kendisi aç kalmayı tercih ederdi» (77)

İşte kalbi, insan sevgisi, şefkat ve yardım duygusu ile çarpan Sevgili Peygamberimizin cömertliği böyle idi ve bir ömür boyu böyle devam etmiştir

Peygamberimizin Alçakgönüllülüğü

Peygamberimiz hem vekarlı hem de çok alçak gönüllü idi Asla büyüklük taslamaz, bir yere gittiği zaman kendisine ayağa kalkılmasını ve elinin öpülmesini bile istemezdi Bir defasında adamın biri elini öpmek isteyince Peygamberimiz elini geri çekmişti Bir meclise gittiği zaman boş bulduğu yere oturur, ayaklarını başkalarına karşı uzatmazdı

O, şöyle buyurmuştur:

«Kim müslüman kardeşine alçak gönüllü davranırsa Allah onu yükseltir Kim kibirlenir, üstünlük taslarsa Allah onu alçaltır» (78)

Peygamberimiz; zengin, fakir ayırımı yapmaz, kendisini bir hizmetçi dâvet etse bile, giderdi Yoksul ve fakirlerle birlikte oturup yemek yer, en fakir kimselerin evlerine giderek hal ve hatırlarını sorardı Hastaları ziyaret eder, iyileşmeleri için dua ederdi Hasta olan bir yahudi gencini de ziyaret etmişti

Başkaları konuşurken sözlerini kesmez, onları dinlerdi Hayatı son derece sade idi Kendisine ikram edilen yemeği severek yerdi Sevmediği bir yemek olursa yemez, fakat yemeği asla kötülemezdi Peygamberimiz kendisine fazla hürmet edilmesini ve aşırı şekilde övülmesini uygun bulmazdı

Peygamberimizin Hoşgörüsü ve Bağışlayıcılığı

Peygamberimiz, güler yüzlü, yumuşak huylu ve son derece nazik idi Kaba ve kırıcı değildi Ağzından kırıcı bir söz çıkmazdı O, ömründe hiç kimseye kötü söz söylememiş, kırıcı bir davranışta bulunmamış ve kimseyi azarlamamıştır

On yıl Peygamberimizin hizmetinde bulunan Enes (ra) diyor ki: «Peygamberimiz bana hiçbir gün &#;öf&#; bile demedi Yaptığım bir şey için bunu niye yaptın, yapmadığım bir iş için de niye yapmadın diye beni azarlamadı» (79)

Gördüğü kusurları kimsenin yüzüne vurmazdı Arzu edilmeyen yanlış bir davranış gördüğü zaman, «Bazıları şöyle yapıyor, şöyle söylüyor, halbuki bunlar doğru değildir» gibi umumi sözlerle nasihat eder ve böylece kimseyi utandırmadan kusur ve hataları düzeltirdi Kendisine bir şey ikram edilse az da olsa onu küçümsemez, ona değer verirdi Yapılan iyiliğe karşılık verir, iyilik yapanları hayırla anardı

Peygamberimiz çok vefakâr idi Kendisine iyilik yapanları hiç unutmaz, onları daima hayırla anardı İslâmı ilk kabul eden saygıdeğer eşi Hz Hatice idi Peygamberimiz ahlâk ve fazilet örneği hanımını ölümünden sonra da unutmamıştır O&#;nu daima hayırla anar, koyun kestiğinde etinden Hz Hatice&#;nin yakınlarına da gönderirdi

Peygamberimiz, sütannesi ve süt kardeşlerine de saygı duyar, yakından ilgilenirdi Sütannesi Halime, kendisini ziyarete geldiği zaman O&#;nu «anacığım, anacığım» diye karşılamış, altına elbisesini yayarak oturtup saygı göstermişti

O, çok bağışlayıcı idi Uhut savaşında düşmanlar, Peygamberimize ok atmışlar, üzerine taş yağdırmışlar ve O&#;nun mübarek dişini kırıp yüzünü yaralamışlardı Onların bu davarnışlarına karşılık Peygamberimiz kötü söz söylememiş, onlara beddua etmemiştir O, yüzündeki kanları silerken şöyle demiştir:

«Allahım! Milletimi bağışla! Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar» (80)

Yüce Allah Kur&#;an-ı Kerim&#;de şöyle buyuruyor:

«Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret ve bilgisizlere aldırış etme» (81)

Peygamberimiz kendisine karşı yapılan kötülükleri bağışlamış, eline fırsat geçtiği halde kimseden intikam almamıştır Ancak başkalarının haksızlığa uğramasına ve zarar görmesine razı olmamış, hak ve adaletin yerini bulmasına özen göstermiştir Şüphesiz şahsımıza karşı işlenen kusurları, yapılan haksızlıkları bağışlayabilmek yüksek bir duygudur

Peygamberimizin Cesareti

Peygamberimizin özelliklerinden biri de yüksek bir cesarete sahip oluşudur O, insanları İslâma dâvet ettiği zaman tek başına idi İlk yıllarda müslümanlığı kabul edenlerin sayısı da azdı Karşısında İslâm&#;ı yok etmek isteyenlerin sayısı çok, maddi güçleri fazla idi

Peygamberimiz kutsal görevini yaparken büyük tehlikelerle karşılaştı Düşmanlar O&#;nu öldürmek, İslâm güneşini söndürmek için korkunç plânlar yaptılar Güçlü ordularla müslümanlara saldırdılar Fakat Peygamberimiz bunların hiçbirinden yılmadı, ümitsizliğe kapılmadı, görevine devam etti

O&#;nun hayatında pekçok cesaret ve kahramanlık örnekleri vardır O, gerektiğinde, sabır, kararlılık, cesaret ve kahramanlıkta da müslümanlar için en güzel örnek olmuştur

Peygamberimizin Misafirseverliği

Peygamberimizin üstün vasıflarından biri de misafirseverliğidir Uzaktan yakından kendisini görmeye gelenlerin sayısı çoktu O, misafirlerini en iyi şekilde ağırlar, onlara bizzat kendisi hizmet ederdi Peygamberimiz, müslüman olmayan misafirlerine de aynı şekilde davranırdı

O, misafirlerle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

«Allah&#;a ve ahiret gününe inanan misafirine ikram etsin» (82)

Peygamberimizin Temizliği

Peygamberimizin yaşayışı sade ve temiz idi Bedenini daima temiz tutar, elbiselerinin temizliğine çok dikkat ederdi Dişlerinin temizliğine ayrı bir önem verir ve dişlerini temizlemek için, o devirde bir çeşit diş fırçası olan misvak kullanırdı Ashabına da diş temizliğini tavsiye ederdi

Peygamberimiz pislikten hiç hoşlanmazdı Ashabına camiye temiz gelmelerini söylerdi Bir defasında üstü başı pis ter kokusu ile câmiye gelenlere: «Yıkandıktan sonra gelseniz daha iyi olurdu» buyurmuştur

Peygamberimizin İbadeti

Peygamberimiz, her işini tam bir düzen içinde yapardı İbadet zamanları, dinlenmek için ayırdığı saatler belli idi Vakitlerini boş geçirmez, her dakikasını faydalı bir işle değerlendirirdi

Peygamberimiz, Allah&#;ın en sevgili kulu olduğu halde Allah&#;tan çok korkar, kıyamet gününden endişe ederdi

O, her an Allah&#;ı anar, ibadetten çok büyük haz duyardı Geceleri kıldığı namazlarda uzun süre ayakta durmaktan ayakları bile şişerdi Eşi Hz Aişe O&#;nun bu durumunu görünce:

&#; Ey Allah&#;ın Rasûlü! Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde kendine niçin bu kadar zahmet ediyorsun? deyince, Peygamberimiz O&#;na şu cevabı vermiştir:

&#; «Allah&#;a şükreden bir kul olmıyayım mı?» (83)

Peygamberimizin Aile Hayatı

Peygamberimiz örnek bir aile reisi idi O, hanımlarına karşı çok nazik bir eş, çocuklarına karşı da şefkatli bir baba idi Peygamberimiz ev işlerinde hanımlarına yardım eder, evin ihtiyaçlarını çarşı ve pazardan alarak eve kendisi getirirdi O, ne kadın ne de hizmetçi hiç imseyi dövmemiş ve incitmemiştir

Peygamberimizin evi, dünyadaki aile yuvalarının en mutlusu idi Bu yuvada kavga-gürültü yoktu Huzur vardı Peygamberimiz evde daima güler yüzle hareket eder, hanımlara karşı kırıcı söz söylemez, kaba davranışta bulunmazdı O, müslümanların da aynı davranışta bulunmasını istemiş ve şöyle buyurmuştur:

«Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı iyi davranandır»

Peygamber Efendimiz, erkeğin, eşinin davranışlarını hoşgörü ile karşılamasını da istemiş ve şu tavsiyede bulunmuştur:

«Bir kimse eşine nefret etmesin; çünkü hoşuna gitmeyen huyları varsa, buna karşılık hoşlanacağı huyları da vardır» (84)

Peygamberimizin Çocuk Sevgisi

Peygamberimiz çocukları çok severdi Onları kucağına alıp okşar, sevgi ve şefkatle öperdi Peygamberimiz, torunları Hz Hasan ve Hz Hüseyin&#;i öpüyordu Orada bulunan bir adam bunu görünce;

&#; Benim on çocuğum var, onların hiç birini öpmüş değilim, dedi

Peygamberimiz ona:

&#; «Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz» buyurdu

Peygamberimiz namaz kılarken sevgili torunları Hasan ve Hüseyin omuzlarına çıkardı O, ibadet halinde bile çocukların bu davranışını hoş karşılar, oyunlarına engel olmazdı

Bir yerde otururken kızı Hz Fatma gelince, ayağa kalkar, O&#;nun alnından öper ve O&#;nu yerine oturturdu O sadece kendi çocuklarını ve torunlarını değil, kimin çocuğunu görürse onunla konuşur, hatırını sorar ve severdi, çocuklara, hoşlarına giden şeyler vererek sevindirirdi O, müslüman olmayan kimselerin çocuklarını da sevip okşardı

Peygamberimiz, çocuklarla çok ilgilenirdi Bir defa çocuklar arasında koşu düzenledi, kendisi de yarışın sona ereceği noktada durdu Koşarak yanına gelen çocukları öptü ve kendilerine hediyelerini verdi (85)

Peygamberimiz, çocuklarla ilgili şu öğütlerde bulunmuştur:

«Allah&#;tan korkun çocuklarınız arasında adaletli davranın»(86)

«Şüphesiz ki Allah, çocuklarınız arasında öpücüklerinizde de eşit davranmanızı sever» (87)

Özet olarak Peygamberimiz; içi ve dışı tertemiz, kalbi; şefkat ve merhamet duyguları ile dopdolu, başkalarını kendinden çok düşünen, ömrünü insanlığın kurtuluşu için harcayan büyük bir Peygamber, en üstün ahlâkî faziletleri kendinde toplayan örnek bir şahsiyet idi

Ne mutlu, O&#;nun gösterdiği aydınlık yoldan gidenlere

Ne mutlu, O&#;nun yaşayışını ve ahlâkî davranışlarını örnek alanlara

Kaynak: monash.pw#ixzz2SGihgySv

Like this:

LikeLoading

Ahlakla ilgili en güzel öykü ve kıssalar

Ahlakla ilgili en güzel öykü ve kıssalar

Kayıtsız Üye
ahlakla ilgili en güzel hikayeleri okumak istiyorum


Cevap: ahlakla ilgili en güzel öykü ve kıssalar

Muhammed
Ahlak ve etik ile ilgili hikaye yada öykü

Ateş,su, ve ahlak bir yolda buluşmuşmonash.pwıştıktan sonra bir muhabbete tutuşmuşmonash.pwşlamışlar kendilerini tanıtmaya.

Ateş başlamış söze.
Bendeniz ateş: Ben demiş aşığımdır kimi zaman karanlıklarda,kimi zaman soğuklarda ısınmaya monash.pw zaman güneşim,kimi zaman bir kor parçasıyım yakarım hoşuma gitmediğinde önüme ne gelirse.Çok monash.pw çok kere istifade edilebilir der ve ekler ateş.Fakat bir sinirlenirsem yakarım etrafımda ne varsa kimi zaman yangın olurum ansızın yakalarım en boş anlarda monash.pw için benimle aranızı iyi tutun der.

Su başlar söze
Bendeniz der su: Hayat kaynağıyımdımonash.pwğum çok kötüdümonash.pw olmazsam yaşayamaz monash.pw hayatta ben varım monash.pw olduğum yerde monash.pw başlar ateşin yaptığı gibi zararlarından bahsetmeye.

Fakat der ben bir kızarsam sel olurum bazen,bazen bir fırınayla gelirim ne varsa yutarım monash.pw için benle aranızı iyi tutun der.

Sıra gelir ahlaka
Bendeniz ahlak: Hayat düzeninde benim yeim başkadır monash.pw hiç bir kötülüğüm monash.pwide tehdit etmem der.

Sonra ateş girer söze
ben bu arkadaşlığı çok sevdim monash.pw olurda bir gün birbimizi kayubedersek nasıl buluşacağız der.

Su derki beni kaybederseniz eğer bir yağmur gördüğünüzde kaçmayın yaklaşın ben orada olurum der.

Ateş derki beni kaybederseniz eğer bir duman görürsenin,bir sıcaklık hissederseniz hemen gelin ben orada olurum der.

Sıra gelir ahlaka söylediği söz çok manidardır.
Siz siz olun beni sakın kaybetmeyin der.EĞER BENİ BİR DEFA KAYBEDERSENİZ BİR DAHA BULMANIZ MÜMKÜN OLMAYABİLİR&#;&#;&#;


ahlakla ilgili hikayeler, guzel ahlakla ilgili hikayeler, güzel ahlak ilgili hikayeler

Bu kategoride yer alan Kuranda bulunan bütün aşır'ların listesi aşırı'n bulunduğu sure ve hangi ayette olduğu başlıklı yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.

Benzer Yazılar:

Ahlaka ve vicdana dair bir hik&#;ye

Güncelleme Tarihi:

Oluşturulma Tarihi: Kasım 04,

LinkedinFlipboardE-postaLinki KopyalaYazı Tipi

Az sayıda eser vermesine rağmen çağdaş İrlanda edebiyatının önemli isimleri arasında sayılan Claire Keegan, Booker Ödülü kısa listesine kalmayı başaran ‘Böyle Küçük Şeyler’ romanında İrlanda tarihinin karanlık bir sayfasını açıyor. Zarif ve etkileyici bir anlatı.

Haberin Devamı

Claire Keegan ’de, Katolik ve çiftçi bir ailenin kızı olarak İrlanda’nın Wicklow şehrinde dünyaya geldi. 17 yaşındayken ABD’nin Louisiana eyaletindeki New Orleans şehrine gitti ve Loyola Üniversitesi’nde İngiliz dili ile siyaset bilimi öğrenimi gördü. Mezuniyetinin ardından ’de İrlanda’ya döndü. Galler’in Cardiff şehrinde bir yıl geçirdi ve Galler Üniversitesi’nde hem yaratıcı yazarlık alanında yüksek lisans yaptı hem de lisans öğrencilerine dersler verdi. Daha sonra Dublin’deki Trinity College’dan yüksek lisans derecesi aldı. İlk öykü kitabı ‘Antarctica’ () İrlanda Edebiyatı Rooney Ödülü de dahil olmak üzere birçok ödül kazandı ve Los Angeles Times’ın ‘’in en iyi kitapları’ listesine seçildi. İkinci öykü kitabı ‘Walk the Blue Fields’ (Mavi Tarlalardan Yürü) ’de yayımlandı. Uzun hikâyesi ‘Foster’ (Emanet Çocuk), Davy Byrnes Kısa Öykü Ödülü’nü kazandı, The New Yorker’ın ‘yılın en iyileri’ listesinde yer aldı ve ’de ‘An Cailín Ciúin’ (Sessiz Kız) ismiyle sinemaya uyarlandı.

Haberin Devamı

ACI ÇEKEN KADINLAR VE ÇOCUKLARA ADANMIŞTIR
Yayımlanan bütün kitapları övgüyle karşılanıyor ama Claire Keegan ne yazık ki üretken bir yazar değil; 20 yılı aşan kariyerinde sadece iki öykü kitabı, bir uzun hikâye, bir de roman yayımlamış. Aslında roman olarak nitelenen ‘Böyle Küçük Şeyler’ de 80 sayfalık hacmiyle uzun hikâye ile kısa roman arasında bir yerlerde duruyor. Ama her ne olursa olsun zarif ve etkileyici bir anlatı. Keegan bir dönemi ele alıyor ve dönemin ruhunu yakalıyor. İrlanda özelinde dönem ruhundan söz ediyorsak eğer siyasetten de söz ediyoruz demektir. Tam da bu nedenle ‘Böyle Küçük Şeyler’in ’de Orwell Siyasal Kurgu Ödülü’nü kazanması hiç de şaşırtıcı değil.
Kitabın girişinde “Bu hikâye İrlanda’nın anne-bebek bakımevleriyle Magdalen Çamaşırhaneleri’nde acı çekmiş kadınlara ve çocuklara adanmıştır” cümlesini göreceksiniz. İrlanda tarihini bilmeyen okuyucular, romanın sonundaki notlardan Magdalen Çamaşırhaneleri’nin kirli tarihini öğrenebilirler. İşte bu tarihin sonlarına doğru bir yerinden başlamış anlatmaya Claire Keegan.
yılının Noel arifesindeyiz. Mekân adının önemi yok, genel olarak İrlanda’yı temsil eden karakteristik bir kasabadayız. Hikâyenin kahramanı Bill Furlong’la tanışıyoruz. Zengin bir evin hizmetçisi olan annesini çocuk yaşlarındayken kaybetmiş, babasının kim olduğunu hiçbir zaman öğrenememiş, annesinin çalıştığı evin hanımı tarafından sevgiyle büyütülmüş bir adam. Şimdi 40’lı yaşlarında, evli ve beş çocuk sahibi. Kömür ticareti yapan Furlong, birşeylerin eksikliğini hissetmekle birlikte mutlu bir hayat sürdürüyor, ta ki kömür teslim etmeye gittiği Katolik manastırında paçavralara bürünmüş giysileri, sanki kör bir makasla kesilmiş saçlarıyla avluda taşları fırçalayan bir düzine kadın ve kızla karşılaşana kadar
Bill Furlong, manastırın idaresinden sorumlu rahibelerin orada kız çocuklarına temel eğitim veren bir ıslahevi, ayrıca bir de çamaşırhane işlettiklerinden haberdar ama o zaman kadar manastır hakkında kasabada dolaşan dedikodulara kulak tıkamış. Ama şimdi -ona annesini hatırlatan- görüntüler aklından çıkmıyor. Hele ki, bir sonraki ziyaretinde manastır kömürlüğüne kapatılmış genç bir kız bulduğunda Noel coşkusu kâbusa dönüşüyor. Karısı dahil çevresindeki herkesin ‘görmezden gel’ dediği bu gerçekle baş etmek zorundadır Furlong. Vicdanının mı yoksa toplumun ortak ‘aklının’ sesini mi dinleyecektir?

Haberin Devamı

SUSKUNLUK YA DA SUÇ ORTAKLIĞI
Keegan’ın Türkçeye çevrilen diğer iki kitabındaki gibi ‘Böyle Küçük Şeyler’de de zaman flu bırakılmış ve dönemin tarihine küçük göndermelerle bağlanmış. Bunun nedeni belli bir dönemden yola çıkıp genel olarak İrlanda’nın ruhuna nüfuz etme isteği. ‘Böyle Küçük Şeyler’in geçtiği zaman İngiltere’de Thatcher’ın iktidarda olduğu yıllar ve İrlanda’da kesif bir yoksulluk hüküm sürüyor. Ancak söz konusu yoksulluk İrlanda için yüzyıllara yayılan bir ‘kader’. İşte bu kaderin bir sonucudur Magdalen Çamaşırhaneleri. Kitabın sonunda çamaşırhanelerin tarihini açıklayan bölüm, hikâyedeki kadınların trajedisinin kitapta anlatılan dönemle sınırlı olmadığını açıkça gösteriyor. Buna karşılık roman kahramanı Bill Furlong, pek çok kişi gibi yanı başında akıp giden bu gerçekten habersiz. Zira toplum tarafından bilinen ama suskunlukla kuşatılan bir gerçeklik bu. Keegan’ın göstermek istediği, eleştirisinin merkezine koyduğu işte bu bilip de bilmezlikten gelme hali; Magdalen Çamaşırhaneleri, yalnızca onları yöneten insanların zulmü nedeniyle değil, aynı zamanda suskunluk ya da suç ortaklığı kiliseyi karşısına almaktan, yani direnmekten daha kolay olduğu için varlıklarını sürdürüyorlar. Tasvir ettiği toplumun sıradanlığı, suç ortaklığını toplumunun karakteristiğine dönüştürüyor. Öyle ki hikâyenin çıkış noktası olan Magdalene Çamaşırhaneleri hikâyenin ana teması değil ama Keegan’ın kendi ifadesiyle “Çamaşırhane skandalı Bill Furlong’un yaşadığı toplumu gölgede bırakıyor”.

Haberin Devamı

Keegan’ın önceki hikâyelerinde de zor durumda kalmış, tehlikeye açık kahramanları -kadınlar ve kızlar- genellikle yetersiz, çarpık kurumların kurbanlarıdır. Bu kurumlar ailedir, kilisedir, toplumdur ve bütün bunlara izin veren İrlanda devletidir.
Hikâyenin duygusal ağırlığını, yapılan zulmü bu kadar keskin kılan söz konusu sessizliği ve kurumların bireyleri koruma konusundaki duyarsızlığını yansıtabilmesinde. Kısa bir romanda böylesine bir derinlik yakalamak Keegan’ın ekonomik anlatı becerisinden kaynaklanıyor. Dili ‘şaşırtıcı derecede güçlü’, ‘durgun ve kristalimsi’, ‘sessiz ve kesin’. Birkaç hafta önce bu köşede yer verdiğim Güney Afrikalı yazar Damon Galgut’a göre “Keegan cümlelerini nasıl tartacağını ve hızlandıracağını biliyor ve ince yargısı ince bir zevk veriyor”. Sonbaharın son günlerini geçiren küçük bir İrlanda kasabasının atmosferini -insanlarıyla birlikte- kusursuz cümlelerle tasvir etmiş.
Ama hikâyenin tamamını kurumsal yapıların eleştirisine indirgemek haksızlık olur. ‘Böyle Küçük Şeyler’ bir yandan da orta sınıftan bir aile babasının orta yaş krizini, iç hesaplaşmasını ve vicdan muhasebesini anlatıyor. Kısa bir hikâyede Bill Furlong’u çok iyi tahlil etmiş Keegan; iç çatışmasını ve aldığı kararı çok iyi temellendirmiş:

Haberin Devamı

“Tanıdığı tanımadığı insanlarla karşılaşa karşılaşa yürümeye devam ederlerken, bir başkasına yardım etmedikten sonra yaşamanın bir manası var mı diye düşündü Furlong. Yıllar, on yıllar boyunca, hatta bütün bir ömrü bir kez olsun o yerde olup bitenlere karşı çıkma cesaretini göstermeden yaşayıp sonra da Hıristiyan olduğunu iddia etmesi, aynada yüzüne bakabilmesi mümkün müydü insanın? Bu kızla yan yana yürürken öyle hafif, öyle harikulade hissediyordu ki kendini Furlong, yüreğinde öyle ferah, yeni, bilinmedik bir sevinç yükseliyordu ki () Bu yaptığının elbette bir bedeli olacaktı; ama hayatı boyunca, sıradan, alelade hayatı boyunca bir kez bile, kızlarını ilk kez kucağına aldığında, sağlıklı ve inatçı o ilk feryatlarını duyduğunda bile mutluluğun böylesini tatmamıştı.”
Keegan, karakterlerini ve okuyucularını temel bir insani ikilemle karşı karşıya bırakmış: İçimizdeki kötülüğe göz mü yumacağız, yoksa ona karşı harekete geçecek miyiz? Karamsar değil; hepimizin doğru şeyi yapabileceğimizi, sefalet gibi iyiliğin de insandan insana aktarılabileceğini, küçük eylemlerin büyük bir değişime yol açabileceğini savunuyor.

İslam ve İhsan

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır