halil ibrahim sofrası kimdir / Halil İbrahim sofrası nedir? Halil ve İbrahim kardeşlerin hikayesi - Masiva Haberleri

Halil Ibrahim Sofrası Kimdir

halil ibrahim sofrası kimdir

Halil İbrahim sofrası ne demektir?

Halil İbrahim sofrası ne demektir?

monash.pw

Geçmişten günümüze misafir ağırlamak kültürümüzün önemli parçalarından biridir. Muhabbete doyduğumuz, kendimizi bulduğumuz, evimizi şenlendiren ve bereketlendiren misafir sofraları bize Hz. İbrahim'den miras kalmıştır.

Çünkü Hazret-i İbrahim, misafiri ve ikramı çok seven bir peygamberdi ve biz de onun bu özelliğini kendi kültürümüze uyarlamıştık.

Gerçekten misafir ağırlamak, insanları yedirmek, içirmek büyük bir sevap ve bereket kapısıdır. Bir rivâyette; “Misafir on rızık ile gelir. Birisini yer, dokuzu ev sahibine kalır.” buyrulmak sûretiyle misafirin maddî ve mânevî nasıl bir bereket kaynağı olduğu  bildirilmiştir.

Asr-ı saâdette yaşayan o kutlu sahabîler; çoluk çocuğunu aç bırakma ve kendileri de aç yatma pahasına misafirlerine ikramda bulunmayı bir şeref ve vazife olarak görmüşlerdi. Çünkü misafiri memnun ettirmek, Allâh’ın rızâsına ulaşmanın yollarından bir tanesidir.

Halil İbrahim sofrası ne demektir?

Misafir ağırlamak için, illâ mükellef sofralara gerek yoktur. Evde ve elde ne varsa, o ikram edilir. Bu ikrâmda asıl olan, gönülden sunmaktır. İsterse, bir bardak su, bir tas çorba olsun hiç önemi yoktur.

Misafirperverlik, bizim kültürümüzün de en önemli değerlerinden bir tanesidir. Her evin kapısı ve sofrası misafirlere açıktı. Köylerde “köy odaları” olur, yabacı misafirler orada ağırlanırdı.

Şu dönemde misafir ağırlamak bir külfet, ağırlık, yorgunluk olarak görülebiliyor. Bunun başlıca sebebi evde olanın dışına çıkıp, abartıya, gösterişe ve maddiyata kaçılmasıdır. Esasen misafir ağırlamaktaki amaç, evdekini, elde olanı paylaşmaktır.

Halil İbrahim sofrası ne demektir?

HZ. iBRÂHİM'İN MİSAFİR SEVGİSİ

Hazret-i İbrahim “Halîlullah” -aleyhisselâm- misafiri ve ikramı çok seven bir peygamberdi. Sofrasında misafiri olmadığı zaman üzülürdü. Bir defasında misafirsiz sofraya oturmayacağına yemin etmişti. Hikmet-i ilâhî, evine tam bir ay misafir gelmemişti. O da yemînine binâen sofra kurdurup yemek yememişti.

Bu duruma son derece üzülen İbrahim -aleyhisselâm- misafir aramaya koyuldu. Evinden epeyce uzaklaşmıştı. O sırada uzaklarda bir adam gördü. Adama doğru giderek bu ıssız yerde ne aradığını sordu. Adam cevâben:

“-Soframa buyur edeceğim bir misafir arıyorum.” dedi ve ekledi: “Misafirsiz yemek yemeyeceğime nezrettim. Evime tam üç aydır misafir gelmedi. Ben de misafir aramaya çıktım. Allâh’a şükürler olsun ki, seni buldum. Haydi, buyurun da evime gidelim.”

Halil İbrahim sofrası ne demektir?

Halîl İbrahim -aleyhisselâm- hayrete düşmüştü. Kendisi evinde bir aydır sofra kurdurmamıştı, ama karşısındaki adam, tam üç aydır sofraya oturmamıştı. Birlikte eve gittiler. Allâh’ın verdiği nimetlerden yeyip içtiler. Ayrılma vakti geldiğinde “Halîlullah” -aleyhisselâm- ev sahibinden kendine duâ etmesini istedi. Ev sahibinin cevabı manidardı:

“-Ben uzunca zamandır dua etmeyi bıraktım. Bundan sonra duâ etmeye utanıyorum.”

Halil İbrahim -aleyhisselâm- neden duâyı terk ettiğini sorduğunda şu cevabı verdi:

“-Yıllardır Rabbimden, «Yâ Rabbi! Senin dostun, peygamberin benim zamanımda yaşıyormuş. Fakat ben onu göremedim. Ne olur onu bana göster!» diye çok niyazda bulundum. Ama duam bir türlü kabul olunmadı. Ben de Allah (cc) benim dualarıma icabet etmiyor düşüncesiyle duâ etmeyi bıraktım!” dedi.

Adamı dinleyen Halîlullah; “Müjdeler olsun sana ey güzel insan! Allah senin duânı kabul buyurdu. İşte senin görmeyi murat ettiğin Halîl İbrahim Peygamber benim!.. Demek senin duân kabul olduğu için, Allah beni tâ buralara kadar getirip seninle görüştürdü!” dedi.

Halil İbrahim sofrası ne demektir?

HALİL VE İBRAHİM KARDEŞLERİN HİKAYESİ

Sofralarda dua edilirken, 'Halil İbrahim bereketi olsun' denildiğini duymuşsunuzdur. Bu dua bizlere şu hikayeden miras kalmıştır.

Halil İbrahim sofrası deyiminin bir diğer anlamı ise Halil ve İbrahim kardeşler arasında geçen bir olaydan ortaya çıkmıştır. Bu iki kardeş birlikte çalışıyormuş. Büyük olan Halil evliymiş ve çocuğu varmış. Küçük kardeş İbrahim bekârmış.

Her mahsul mevsimi sonunda iki erkek kardeş ürünlerini ve kazançlarını eşit olarak bölüşürlerdi.

Günün birinde bekâr kardeş kendi kendine:

“Ürünümüzü ve kazancımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de hakça değil. Ben yalnızım ve pek fazla ihtiyacım yok” dedi.

Böylelikle, her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin evindeki tahıl deposuna götürmeye başladı.

Bu arada evli olan kardeş, kendi kendine:

“Ürünümüzü ve kazancımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de hakça değil, üstelik ben evliyim, bir eşim ve çocuklarım var ve yaşlandığım zaman onlar bana bakabilirler. Oysa kardeşimin kimsesi yok” diyordu.

Böylece evli olan kardeş her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin tahıl deposuna götürmeye başladı. İki erkek kardeş uzun süre ne olup bittiğini bir türlü anlayamadılar; çünkü her ikisinin de deposundaki tahılın miktarı değişmiyordu.

Sonra, bir gece iki kardeş gizlice birbirlerinin deposuna tahıl taşırken çarpışıverdiler. O anda olan biteni anladılar. Çuvallarını yere bırakıp birbirlerini kucakladılar.

İşte bu iyi niyetli davranışlarından dolayı Allah da onların kazançlarına bereket ihsân etti. Halil İbrahim bereketi sözü bu olaydan dolayı söylenir oldu

yemekduakültür

Google News ile Takip Et

Genellikle yemek dualarında ifade edilen Halil İbrahim sofrası / bereketi ne demektir? Halil İbrahim kimdir?

Değerli kardeşimiz,

Halil İbrahim denilen Hz. İbrahim (as) peygamberdir. Hz. İbrahim (as) çok cömert ve insanlara bol bol ikram eden bir kimse olduğu için, Halil İbrahim sofrası meşhur olmuştur.

HZ. İBRÂHİM (a.s)

Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ'nın "Halil" dost diye nitelediği ulu'l-azm mertebesinde olan peygamber.

Nuh (a.s)'un çocukları ve torunları, önce Irak'a yerleşmiş ve Fırat nehrinin yakın bir yerinde Babil şehrini kurmuşlardı. Daha sonra, burada yerleşmiş olanlardan bir grup ayrılıp Dicle kıyısında -bugün Musul şehrinin civarında- Ninova şehrini inşâ etmişlerdi. Babil'deki halkın yerlileri olan Nabt kavmi, Süryânî dilini konuşmakta olup Babil şehrini de başkent yapmışlardı. Ninova'da ortaya çıkan Asur devletinde ise başkent Ninova olup, Babil'i hâkimiyetleri altına almıştı. Bir süre sonra Babil'de, Keldânîler, Asurluların hâkimiyetleri altında bulunan Nabt'ların ilim ve kültürüne sahip çıkmıştı.

Babilliler, tek Allah'a inanmayıp putlara ve yıldızlara taparlardı. Putları ve yıldızları, ruhların sembolü olarak kabul ederlerdi. Onların bu inancına "Sâbiîlik" denir. Sâbiîlik; ruhlara ve meleklere ibadet esasından başlar ve giderek yıldızlara, aya, güneşe ve sonunda bunlar adına yapılmış putlara tapmağa varırdı. Babil'de putların hem yapılıp hem de tapıldığı puthaneler vardı. Bundan dolayı devlet yönetiminde bir puthane bakanı bile bulunurdu.

İşte Allah, böyle inançtan yoksun ve medeniyetten uzak bir toplum olan Babil halkına İbrahim (a.s)'ı göndermişti. "İbrahim" kelimesinin manası "cemaat babası" demektir. Nitekim kendisinden sonra gelen peygamberle babası Hz. İbrahim (as)'dir.

Cemaatının "Allah'ın dostu" anlamına gelen "Halîlullah" ünvanına sahip İbrahim (a.s), "Ulü'l-azm" denilen büyük peygamberlerden biridir. "Ulü'l-azm" gayesine erişen diğer peygamberler ise Nuh (a.s), Musa (a.s), İsa (a.s) ve Muhammed (sav)'dir.

Hz. İbrahim (as)'in "halilullah" lakabını alması Allah'a olan sevgi ve bağlılığındandır. Bir rivayete göre Hz. İbrahim (as) insanlara karşı çok cömert olduğu ve onlardan hiçbir şey istemediği için "halilullah" diye nitelendirilmiştir.

İbrahim (a.s)'ın nesebi hakkındaki rivâyetler muhteliftir. Ancak rivayetlerin hepsi Sâm b. Nûh'a vardığında ittifak etmiştir. Babasının ismi Tarih lakabı Âzerî'dir.

Hz. İbrahim (as)'in ismi Kur'an-ı Kerim'de yirmi beş sûrede altmış dokuz defa geçmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim (as) değişik isim ve sıfatlarla anılmış ve kendisinden övgüyle bahsedilmiştir. Kur'an'da da geçen sıfatlarının bazıları: Evvâh (çok ah eden), Halim, Munib (Allah'a sığınan), Hanîf, Kânit (Allah'a kulluk eden), Şâkir.

Hz. Peygamber (a.s.m)'de Hz. İbrahim (a.s)'ın faziletini anlatırken şöyle der:

"Kıyâmet günü ilk elbise giydirilen kişi, İbrahim'dir." (Buhârî;, Enbiyâ, 8).

"Bir gece bana rüyamda her zaman gelen iki melek (Cibril ile Mikâil) geldi. Bunlarla beraber gittik, nihayet uzun boylu birinin yanına vardık, (Semaya doğru yücelen) boyunun uzunluğundan başını neredeyse göremeyecektim. O İbrahim (a.s) idi." (Buhârî, Enbiyâ, 8).

İbrahim (a.s) Babil halkına uzun süre hak dini, dünyayı, âhireti, hayatı, ölümü ve yeniden dirilişi anlatmış, en yakını olan babasına ise bu meseleyi inceden inceye izah etmişti. Ancak başta babası Âzer olmak üzere halk, İbrahim (a.s)'a inanmayıp inkâr etmişti. İbrahim (a.s), babasının bu hareketine kızmamış, ona darılmamıştı. Hatta onun için Allah'tan rahmet dileyerek babasına karşı şöyle dedi:

"Sana selâm olsun! Senin için Rabbımdan mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı lütufkârdır." (Meryem, 19/47).

Bundan sonra İbrahim (a.s), baba ocağını terkederek oradan ayrıldı.

Milletine, putların hiçbir fayda sağlayamayacağını pek çok kere söyleyen ve ancak Yüce Allah'ı üstün niteliklere sahip olduğunu bildiren İbrahim (a.s), milletinin kendisine inanmadığını görünce hemen Nemrud'a gitti. Kur'an-ı Kerîm'de ismi geçmeyen ve o sıralar milletinin başında bulunan Nemrud, sahip olduğu servet ve saltanatıyla kendini ilâh sanmaktaydı.

İbrahim (a.s), Nemrud'a Allah inancından bahsetti. Fakat o reddetti ve İbrahim (a.s) ile Rabbi hakkında münakaşaya girişti. İbrahim (a.s) Allah Teâlâ'nın hem dirilttiğini hem de öldürdüğünü söyleyince Nemrud, kendisinin de bunu yapmağa gücü yettiğini ifade eder. Nemrud, bunu ispat için, iki adamı getirtmiş, birini öldürmüş, diğerini bırakmış; böylece öldürmeğe ve diriltmeğe kâdir olduğunu göstermişti. Bu defa İbrahim (a.s.):

"Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene." (Bakara, 2/)

deyince, Nemrud şaşırıp kalmıştı.

Bir ara, Allah inancını kabule yanaşmayan halk, bir bayram günü âdetleri üzere puthaneye yemek getirmiş, putlarının önüne koymuş, daha sonra da eğlenme yerlerine gitmişti. İbrahim (a.s)'ı de götürmek istemişler, ancak o, rahatsız olduğu gerekçesiyle gitmemişti. Onlar eğlence yerlerine gidince, puthaneye girip putların hepsini paramparça etmiş, içlerinden sadece en büyüğünü, ona baş vursunlar diye sağlam bırakmıştı.

Bayram eğlenceleri biten halk, yine âdetleri üzere yemeklerini almak için puthaneye gelmiş, ancak puthaneyi harabeye dönmüş bir durumda görünce, putları bu hale getirenin İbrahim (a.s.) olabileceğini düşünmüşler, İbrahim (a.s)'i çağırıp şu şekilde sorguya çekmişlerdir:

"Ey İbrahim! Tanrılarımıza bu hareketi sen mi yaptın?" Hz. İbrahim (as) bu soruya "Belki onu, şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorsa, onlara sorun!" şeklinde cevap verdi (Enbiyâ, 21/).

Halk, putların cansız ve konuşamaz olduklarını itiraf edince İbrahim (a.s) tevhid inancını haykırırcasına şöyle dedi:

"O halde Allah'ı bırakıp da size hiç bir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (Enbiyâ, 21/).

İbrahim (a.s)'ın bu savunması, sapıklar tarafından onun suçlu duruma düşmesine yetmişti. Sapıkların lideri Nemrud, İbrahim (a.s)'ın öldürülerek veya yakılarak cezalandırılmasını teklif etmiş ve nihayet ateşte yakılmasına karar verilmişti. Hazırlanan ateşin alevi, en şiddetli ve hararetli duruma geldiğinde İbrahim (a.s)'ı mancınıkla fırlatıp ateşe attılar. Ancak ateşin ve her şeyin sahibi olan Allah, ateşe şöyle emir verdi:

"Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol!" (Enbiyâ, 21/69).

Böylece İbrahim (a.s) ateşten kurtulmuş oldu. O sırada İbrahim (a.s)'a inanan tek bir kişi vardı; o da Lut (a.s) idi.

Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:

"İbrahim aleyhi's-selâm yalnız üç defa (te'vil ile başka bir manaya çevirerek) yalan söylemiştir. Bunların ikisi Aziz ve Celil olan Allah'ın zâtı ve rızası için: Birisi (putperestlere) "Ben hastayım." demesi öbürüsü de "Belki putların şu büyüğü bu işi işlemiştir." demesi. Resulullah üçüncüsü için de şöyle demiştir: "İbrahim günün birinde zevcesi Sâre ile birlikte azılı bir zalime uğramıştı." (Buhârî, Enbiya, 8).

Hadisenin devamı şöyle anlatılmıştır. Hz. İbrahim (as) amcasının kızı olan hanımı Hz. Sâre ile birlikte Mısır tarafına seyahat ederken "Erdün" kasabasına gelmişler; şehrin kralı ile aralarında ilginç bir hadise geçmiştir. Ebu Hureyre, Peygamber (s.a.s)'den rivayet etmiştir. Hz. Peygamber (asm) şöyle anlatmıştır:

"İbrahim (a.s) hanımı Sâre ile birlikte bir şehre gelmişlerdi. O şehirde bir kral veya zâlim bir idareci vardı. Bu zâlime "İbrahim, yanında çok güzel bir kadınla şehre girdi." diye haber gönderdiler. Kral "Ey İbrahim! yanındaki kadın neyin, kimindir?" diye sordurdu. İbrahim (a.s) "(din) kardeşimdir." dedi. Sonra Sâre'ye gelip "Sakın beni yalancı çıkarma, ben bunlara seni kız kardeşimdir, dedim. Allah'a yemin ederim ki, yeryüzünde benden, senden başka iman eden hiç kimse yoktur." buyurdu. Sâre kralın yanına gelince kral (ona kötülük yapmaya) teşebbüs etti. Hz. Sâre kalktı abdest aldı, namaza durdu. Sonra şöyle dua etti: "Yâ Rab! Ben sana ve senin peygamberine iman ettimse, ben kadınlığımı zevcimden başkasına karşı koruduysam (ki şu ana kadar böyleydim) benim üzerime şu kâfiri musallat etme." Kralın nefesi boğuldu; ayağıyla yere vurarak çırpınmaya başladı. Bunun üzerine Sâre "Allah'ım, şayet bu adam ölürse bunu bu kadın öldürdü denilir." diye dua etti. Bunun üzerine adam rahatladı. Bu hadise üç defa tekrarlandı. Bunun üzerine melik etrafındakilere, "Siz bana şeytan göndermişsiniz. Bu kadını İbrahim (a.s)'e gönderiniz. Hâcer'i de Sâre'ye veriniz." dedi. Bunun üzerine Sâre Hz. İbrahim (as)'in yanına gelerek ona (olayı anlattı) ve "Anladın mı! Allah kâfiri zelil etti; bana bir cariyeyi de hizmetçi verdi." dedi." (Buhârî, Buyû, ; Hibe, 36).

İbrahim (a.s), o ülkeden ayrıldıktan sonra pek çok yer gezdi. Sonunda Şam'da karar kıldı. Orada kendisine inananlar günden güne arttı. İbrahim (a.s)'e inanların oluşturduğu kitleye "İbrahim milleti" adı verildi.

İbrahim (a.s) Babil'den ayrılacağı zaman, babası için Allah Teâlâ'dan bağışlanma dileyeceğini hatırlamış ve babasının affı için Allah'a şöyle yalvarmıştı:

"Babamı da bağışla! Çünkü o sapıklardandır." (Şuârâ, 26/86).

Babası da olsa kâfirler için dua edilmeyeceğini bilen İbrahim (a.s) bunu, memleketinden ayrılırken verdiği sözden dolayı yapmıştı. İbrahim (a.s)'ın duası kabul edilmedi ve ayeti kerimede bu durum şöyle ortaya kondu:

"Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra akraba bile olsalar puta tapanlar için mağfiret dilemek peygamberlere ve mü'minlere yaraşmaz" (Tevbe, 9/).

İbrahim (a.s)'in bundan sonraki yaşantısı Lut (a.s), İsmail (a.s) ve İshak (a.s) ile birlikte geçti. Bunlar hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Onları buyruğumuz altında, insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdi." (Enbiyâ, 21/73).

Allah Teâla, İbrahim (a.s)'a on sayfalık bir kitap da vermiştir. Uzunca bir süre yaşadıktan sonra, ömrünün sonlarına doğru Mısır'a gitti. İbrahim (a.s) vefat ettiğinde -kuvvetli rivayetlere göre- Kudüs yakınlarında Halilü'r-rahman denilen yerde defnedildi.

Hanîflik: İbrahim (a.s)'in dinin temeli tevhide (Allah'ın birliğine) dayanıyordu. Ancak zamanla bu inanç unutulmuş ve putperestlik Araplar arasında tamamen yayılmıştı. Buna rağmen birkaç kişide tevhit akîdesinin izleri görülüyordu. Bunlara "Hanif" denirdi.

Hanîf, batıldan uzak, Hakk'a yönelen ve tevhit inancı üzere bir Allah'ı tasdik eden kişi demektir. Kur'an-ı Kerim de "hanîf" kelimesi birkaç yerde geçer. "Hanif" kelimesi daha çok, Hz. İbrahim (as) için Allah'a saf ve temiz bir şekilde ibadet eden bir kul anlamında kullanılmıştır.

Haniflikle ilgili ayetlerde şu ifadeler bulunur:

"Ve hanif olarak yüzünü dine doğrult ve sakın Allah'a ortak koşanlardan olma!" (Yunus, 10/)

"Sonra da biz, Hanîf olan, müşriklerden olmayan İbrahim'in dinine uy, diye sana vahyettik." (Nahl, 16/).

İslâm'dan önce Arap toplumunda; Varaka b. Nevfel, Abdullah b. Cahş, Osman b. Hüveyris, Zeyd b. Amr, Kuss b. Sâide gibi kişiler hanifler arasında bulunuyordu. Bunlar; cansız, dilsiz, hiçbir şeye güçleri yetmeyen putların önünde eğilmeyi, onlara yalvarmayı çirkin sayan kişilerdi.

(Mefail HlZLl, Şamil İslam Ansiklopedisi)

Selam ve dua ile
Sorularla İslamiyet

Halil İbrahim sofrası nedir? Halil ve İbrahim kardeşlerin hikayesi

Halil İbrahim sofrası nedir? Halil ve İbrahim kardeşlerin hikayesi

Yıllardan beri bilinen Halil İbrahim sofrası hikayesiyle adeta herkese ders veriyor. Peki Halil İbrahim sofrası nedir? Halil ve İbrahim kardeşlerin hikayesi nereden geliyor? İşte merak edilen sorunun yanıtı

Misafirperverlik Türkler’in en çok bilinen özelliklerinden birisidir. Hem İslam dininden hem de Türk kültüründen aldığımız bu güzel haslet ile tanınmış olmak Türkiye için büyük bir onurdur. Bizler hanemizin misafir ile bereketlendiğine inanırız. Misafir on kısmetle gelir, birini yer dokuzunu bırakır atasözünü benimseyen halkımız elbette misafirperverdir. Misafir davet edildiğinde her evde sofralar özenle hazırlanır. Bu sofralara Halil İbrahim Sofraları yakıştırmaları yapılır. Haberimizde Halil İbrahim sofrası deyiminin nereden geldiğini araştırdık. İki farklı bakış açışıyla değerlendirilen bu deyimin anlamını yazımızda bulabilirsiniz. 

Hastalık için en etkili mucize dualar! Hastanın şifa bulması için hangi dua okunur? İLİŞKİLİ HABERHastalık için en etkili mucize dualar! Hastanın şifa bulması için hangi dua okunur?

HALİL VE İBRAHİM KARDEŞLERİN HİKAYESİ 1

Hz. İbrahim Halîlullah (as) misafiri çok seven bir peygamberdi. Eğer bir gün sofralarında misafir olmasa kendileri çok üzülürdü. O kadar üzülürlerdi ki, bir defasında Allah’a (cc) yemin etmişlerdi. Bir sefer bile olsa sofraya misafirsiz oturmayacaklardı. Allah’ın (cc) hikmeti bu yeminden sonra bir ay evlerine misafir gelmemişti. Hz. İbrahim (as)  otuz gün boyunca sofra kurdurup yemek yememişlerdi. Halîlullah (as) bu duruma oldukça üzülerek dışarı misafir aramaya çıkmışlardı. Evinden baya uzakta bir adamla karşılaştı. O adamın yanına gitti ve bu ıssız yerde ne yaptığını sordu. Adamın cevabı ise evden misafir aramak için çıktığı idi. Evine tam üç aydır misafir gelmiyordu ve Hz. İbrahim’i (as) görünce evine buyur etti. Halillullah (as) bu duruma epeyce şaşırmıştır. Kendileri de  (as) evine bir aydır misafir gelmediği için sofra kurdurtmamıştı.

Üç aydır misafir özlemi çeken adamın evine giden Peygamber (as) oradan ayrılırken ev sahibinin kendisine dua etmesini istemişti. Adam dua etmeyi bıraktığını söyledi. Bu cevap karşısında Halilullah (as) nedenini sordu. Uzun süreden dua etmeyi bıraktığından dolayı tekrar başlamaya utandığını söyledi. Nedeninin ise yaşadığı zamanda bir peygamberin yaşadığını duymuş ve Allah’a (cc) sürekli O’nu göstermesi için dua etmişti. Uzun süre duası kabul olmayınca artık dua etmeyi bıraktığını söylemişti. Ancak tam karşısında bir Peygamber’in oturduğunu bilmeyen adam doğruyu öğrenince epeyce şaşırmıştı. Halilullah (as) kendisinin peygamber olduğunu ve Allah (cc) adamın duasına icabet ettiği için Kendilerinin (as) evinden bu kadar uzağına geldiklerini söyledi.

HALİL VE İBRAHİM KARDEŞLERİN HİKAYESİ 2

Halil İbrahim sofrası deyiminin bir diğer anlamı ise Halil ve İbrahim kardeşler arasında geçen bir olaydan ortaya çıkmıştır. Bu iki kardeş birlikte çalışıyormuş. Büyük olan Halil evliymiş ve çocuğu varmış. Küçük kardeş İbrahim bekârmış. Tarlada ekip biçtiklerini eşit şekilde paylaşan kardeşler yine mahsul çıkan bir zamanda aralarında çıkan hasılatı paylaşıyorlardı. Ancak abi Halil kardeşinin bekâr olduğunu ve evlilik için para biriktirmesi gerektiğini düşünmüş. Kardeşi görmeden abi onun payına daha fazla ekin atıyormuş. Kardeşi ise abisinin eşi ve çocukları olduğunu ve daha çok paraya ihtiyacı olduğunu düşünerek abisi görmeden onun payına daha çok ekin atıyormuş. Bu cömertlik sahnesinden Allah (cc) çok memnun olmuştur ve ekinlerine verdiği bereket sayesinde bu paylaşma günler sürmüştür. Halil İbrahim bereketi olarak nitelendirilen olay cömertliğin sonunda insanın elinde hep daha fazlasını kaldığını gösterir.

Yemek duası nedir? Kısa sofra duası okunuşu! Yemekten önce ve sonra okunacak dua

İLİŞKİLİ HABER

Yemek duası nedir? Kısa sofra duası okunuşu! Yemekten önce ve sonra okunacak dua

İçinde bulunduğumuz günlerde; toplumsal hafızamızda yer alan iki olayı, durumu hatırlama ve hatırlatma gereği duyuyoruz. Geçmişten geleceğe atıfta bulunarak; yolumuzu aydınlatacak ışık huzmeleri bulmayı umuyoruz.

Bunlardan biri; İslam tarihi boyunca, ihtiyaç duyulan yerlerde ve zamanlarda ortaya çıkan "tecdid" yani "yeniden inşa etme" çabası. Diğeri ise; bir menkıbe halinde dilden dile, gönülden gönüle aktarılan "Halil İbrahim Sofrası".

Hadis külliyatı içinde; "Allah'ın her asırda, Muhammed ümmetine, dinlerinde yenilenme yapacak birini göndereceği" rivayeti vardır. Bu meseleyi müzakere eden ilim, irfan sahibi kimseler; "İslam'dan sonra yeni bir din gelmeyeceği için, etkinliğinin azalması halinde, aslına uygun olarak yeniden asrın idrakine sunulması gerektiğini ve bunu bir ya da birden fazla âlimin yapabileceğini" anlatır.

Adına "müceddid" dediğimiz yol göstericiler; dinin kendisini değil, insanların dinle olan ilişkilerini yeniden tanımlarlar. Din ile hayat arasına girerek, bunları birbirinden ayıran yahut uzaklaştıran gelişmeleri; Allah'ın emrine, Peygamber'in sünnetine göre yorumlayıp açıklığa kavuştururlar.

Tecdid hareketleri; Müslümanların sıkıntıya düştükleri yerlerde ve zamanlarda, daha fazla görülmüştür ve görülmektedir. İhtiyaca göre; yeni ortaya çıkan sorunlara çözümler üretilmekte, sorulara cevaplar verilmektedir.

Şüphesiz; "tecdid" ile "reform" arasında önemli bir fark vardır. Biri, "aslına uygun olarak" yeniden inşa etmeyi; diğeri, "ekleme ve çıkarama yaparak" yeniden tanımlamayı anlatır.

İslam dininin manevi merkezi ve Müslümanların ortak kıblesi olan Kâbe, defalarca yıkılmış; fakat her seferinde, aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir. Asırlar boyunca camiler, mektepler, medreseler, külliyeler ve bilumum tarihi eserler; hep, aslına uygun olarak restore edilmiştir.

Hadislerin yazılması, sahabe ile ilgili tavrın tanımlanması, fıkıh usulünün belirlenmesi ve fıkhın sistematik bir ilim haline getirilmesi, akidenin temel çerçevesinin çizilmesi, fıkıh ile hadisler arasındaki ilişkinin tanımlanması, tasavvuf-kelam-felsefe ekolleriyle ilgili ihtilafların açığa çıkarılması ve irtibatların kurulması gibi konularda; muazzam tecdid (yenileme) çalışmaları olmuştur. Ancak, bu alanlarda at koşturan herkes; dininin aslına, esasına sadık kalmıştır.

Rivayete göre; Hz. İbrahim, misafir ağırlamayı ve onlara sofra kurup ikramda bulunmayı severmiş. Yolda, belde karşılaştığı kimseleri; gönül hoşluğu ile evine davet edermiş.

Bir zamanlar, uzun süre boyunca gelen giden olmamış. İlgi ve irtibat alanını genişleterek, misafir aramaktan başka çare kalmamış.

Derken, kendisi gibi misafir arayan bir adamla karşılaşıp, onun evine gitmiş. Birlikte yiyip içtikten sonra; adama, "Benim için dua et" demiş.

Ancak, ev sahibinin bu konuda özel bir tavrı varmış. Peygamberi görmek için Allah'a yalvarıp yakarmış, kabul olmayınca dua etmeyi bırakmış.

Bunu öğrenince, "Duan kabul oldu" diye müjdelemiş. Görmek istediği kişi olduğunu ve belli ki onun için geldiğini söylemiş.

O gün bu gündür, atamız İbrahim'e atıfta bulunuyoruz. Sofra yahut yemek dualarımızda; "Allah Halil İbrahim bereketi versin" diyoruz.

Şimdilerde, hayatımızın bütün alanlarını ve konularını içine alacak şekilde; imanımızı, ahlakımızı, niyetimizi, gayretimizi, anlayışımızı, yaşayışımızı, söylemimizi, eylemimizi, sesimizi, nefesimizi yenilemeye ve Allah'ın emrine, Peygamber'in sünnetine göre yeniden inşa etmeye ihtiyacımız var. Ülkemizin ve toplumumuzun, dünyamızın ve insanlık âleminin tüm mazlumları, mağdurları; hak ve hakikat üzerine kurulacak, temiz ve helal rızıklar sunulacak bir "Halil İbrahim Sofrası" bekliyorlar.

Bunu yaparken; hiçbir kimsenin hatırı için, "sırat-ı müstakim" ibresinden ve istikametinden şaşmamalıyız. Birilerinin har vurup harman savurarak, dal kırıp duvar devirerek, vurgun yapıp kuzu çevirerek kirlettikleri sofraları, başka birilerine temizlettirme yanlışına düşmemeliyiz.

İlmi olan âlimlerin, fikri olan aydınların, yetkisi olan yöneticilerin, etkisi olan kanaat önderlerinin her biri; sosyal ve siyasal sorumluluklarını kuşanarak, birkaç adım öne çıkmalı. Kibriti ve çırayı elinde tutanlar; aydınlık bölgeleri genişleterek, karanlık bölgelerin daralmasını sağlayacak "yeni bir ümit ve güven meşalesi" yakmalı.

Dün olduğu gibi bugün de yeni destanlar yazmalıyız. İnsanların göz ve gönül dünyasına, parlak bir gelecek resmi çizmeliyiz.

Muhtaç olduğumuz güç ve kuvvet; Allah'ın bize lütfettiği, ikram ettiği fıtrat (akıl, ruh, beden) dengesinde ve düzeninde mevcuttur. Besmeleyi çekip yola çıkarsak; sofralarımıza ve sahralarımıza bereket yağar, birimiz bin olur.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır