T.C. ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹ YAYINI NO: <br />
AÇIKÖ⁄RET‹M FAKÜLTES‹ YAYINI NO: <br />
Anadolu Üniversitesi<br />
‹lâhiyat Önlisans Program›<br />
‹SLÂM <strong>AHLÂK</strong> <strong>ESASLARI</strong><br />
Editör<br />
monash.pw Tahsin GÖRGÜN<br />
Yazarlar<br />
monash.pw Cafer Sad›k YARAN (Ünite 9, 10)<br />
monash.pw Tahsin GÖRGÜN (Ünite 1, 2, 3, 4)<br />
Doç.Dr. Aliye ÇINAR (Ünite 5, 6)<br />
Doç.Dr. Enver UYSAL (Ünite 7, 8)<br />
ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹
Bu kitab›n bas›m, yay›m ve sat›fl haklar› Anadolu Üniversitesine aittir.<br />
“Uzaktan Ö¤retim” tekni¤ine uygun olarak haz›rlanan bu kitab›n bütün haklar› sakl›d›r.<br />
‹lgili kurulufltan izin almadan kitab›n tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kay›t<br />
veya baflka flekillerde ço¤alt›lamaz, bas›lamaz ve da¤›t›lamaz.<br />
Copyright © by Anadolu University<br />
All rights reserved<br />
No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted<br />
in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic, tape or otherwise, without<br />
permission in writing from the University.<br />
Genel Akademik Koordinatörler<br />
monash.pw ‹brahim Hatibo¤lu (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi)<br />
monash.pw Ali Erbafl (Sakarya Üniversitesi)<br />
Program Koordinatörü<br />
Doç.Dr. Cemil Ulukan<br />
Uzaktan Ö¤retim Tasar›m Birimi<br />
Genel Koordinatör<br />
monash.pw Levend K›l›ç<br />
Genel Koordinatör Yard›mc›s›<br />
Ö¤retim Tasar›mc›s›<br />
Doç.Dr. Müjgan Bozkaya<br />
Ö¤retim Tasar›mc›s› Yard›mc›lar›<br />
Arfl.Gör. Mehmet F›rat<br />
Arfl.Gör. Nur Özer<br />
Grafik Tasar›m Yönetmenleri<br />
Prof. Tevfik Fikret Uçar<br />
Ö¤r.Gör. Cemalettin Y›ld›z<br />
Ölçme De¤erlendirme Sorumlusu<br />
Ö¤r.Gör. Hülya Özgür<br />
Kitap Koordinasyon Birimi<br />
monash.pwç.Dr. Feyyaz Bodur<br />
Uzm. Nermin Özgür<br />
Kapak Düzeni<br />
Prof. Tevfik Fikret Uçar<br />
Dizgi<br />
Aç›kö¤retim Fakültesi Dizgi Ekibi<br />
‹slâm Ahlâk Esaslar›<br />
ISBN<br />
<br />
1. Bask›<br />
Bu kitap ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹ Web-Ofset Tesislerinde adet bas›lm›flt›r.<br />
ESK‹fiEH‹R, Eylül
İÇİNDEKİLER<br />
Ünite 1: İslâm ve Ahlâk ……………………………………………… 2<br />
Ünite 2: İslâm Ahlâkının Kaynakları ………………………………… 22<br />
Ünite 3: İslâm Ahlâk Teorileri ………………………………………… 44<br />
Ünite 4: İslâm Ahlâkının Temel Kavramları ………………………… 64<br />
Ünite 5: İslâm Ahlâkının Bireysel Boyutu 1: Güzel Ahlâk (Faziletler) … 88<br />
Ünite 6:<br />
Ünite 7:<br />
İslâm Ahlâkının Bireysel Boyutu 2: Çirkin Ahlâk (Reziletler)…<br />
Aile Ahlâkı ……………………………………………………<br />
Ünite 8: Toplumsal Ahlâk ……………………………………………<br />
Ünite 9: İş Ahlâkı ..……………………………………………………<br />
Ünite Çevre Ahlâkı<br />
…………………………………………………<br />
iii
iv
ÖNSÖZ<br />
Ahlâk ilmi, insanın derûni cihetini güzelleştirmeyi kendisine amaç edinen<br />
ve tesirini insanın kendisi ve çevresi ile ilişkilerinde gösteren bir ilimdir.<br />
Ahlâk zahir ve batını ile insanın bütün yönleri ile ilgilidir.<br />
Günümüzde, özellikle kamusal alanda ortaya çıkan aşırı rasyonalite<br />
neticesinde insanların özgürlük alanları gittikçe daralmıştır. Mesela<br />
hukukun hayatın bütün alanlarına müdahale ederek, neredeyse her şeyi<br />
düzenlemek mecburiyetinde kalması, aslında modern toplumlarda ahlâkın<br />
gereği gibi etkin olamayışından kaynaklanmaktadır. Hukukun bütün<br />
teferruatı tanzim etmesi, insanların özgürlük alanlarını daralttığı gibi, adalet<br />
sistemine de gereksiz çok büyük yükler yüklemektedir. Diğer taraftan aile<br />
içinde ortaya çıkan ve ahlâki zaaflardan kaynaklanan sıkıntılar, hem<br />
çocuklar hem de yetişkinler üzerinde kalıcı menfi tesirler bırakmakta,<br />
bundan toplum bir bütün olarak olumsuz yönde etkilenmektedir. Ayrıca<br />
ahlak alanında ortaya çıkan zaaf, emniyet cihetinden de sorunlar olarak<br />
yaşanmakta; temelde ahlaki cihetten halledilmeyen meseleler, katlanarak<br />
devam etmektedir.<br />
Ahlâki alanda ortaya çıkan sorunlar sosyal dayanışma alanında da önemli<br />
eksiklikler ve buna bağlı olarak yeni ihtiyaçlar ortaya çıkarmaktadır. Bu da<br />
toplumun kısıtlı iktisadi kaynaklarını, sosyal dayanışmadaki zaafın ortaya<br />
çıkardığı açığı ve sorunları karşılamak için oluşturulmak zorunda kalınan<br />
kurumlara ve kurumsal faaliyetlere yönlendirmektedir.<br />
İslâm ahlâkı başından itibaren ferde kendisi, yakın ve uzak akraba çevresi,<br />
komşuları, içinde yaşadığı toplum ve çevresi ile uyumlu bir davranış<br />
düzeninin hem kaynağını, hem de kendisini sağlamıştır. Bu çerçevede<br />
fertlerin ahlâkları sadece kendilerini ilgilendiren, şahsi bir hal olmamış;<br />
benzer ahlâki tutumlara sahip olan insanların teşkil ettiği toplumlar da,<br />
ihtilafları ve ittifaklarında belirli bir düzen teşkil edebilmişlerdir. Birden<br />
fazla tarzda telif edilmiş ahlâk literatüründe bu düzenin hem nazari kısmı<br />
hem de ameli kısmı bütün derinliği ve genişliği ile müzakere edilmiştir.<br />
İslâm ahlâkının esaslarını bir ders kitabının taleplerini karşılayacak tarzda<br />
ortaya koymanın, geçmişteki büyük birikim ve burada doğrudan atıflar<br />
fazlaca olmasa da –özellikle ahlâk psikolojisi ve felsefesi alanında kendisini<br />
gösteren- günümüz ilim ve düşünce faaliyetleri dikkate alındığı taktirde,<br />
çok zor bir vazife olduğu taktir edilebilir. Her şeye rağmen bu kitapta İslâm<br />
ahlâk esasları klasik tavrı göz ardı etmeden, ama klasik eserleri tekrar da<br />
etmeden, yeni konu ve meseleler ilave edilerek ortaya konulmaya<br />
çalışılmıştır. Kitabın bölümleri de bunu göstermektedir.<br />
v
Kitabın ilk dört bölümü nazari ahlâk alanı ile alakalıdır. Bu bölümlerde<br />
tarihi ve sistematik olarak İslâm ahlâkı ele alınmış; bir taraftan ahlâkın<br />
konusu dikkate alınarak meseleler ve kavramlar tahlil edilirken, diğer<br />
taraftan klasik ahlâk literatüründe meselelerin nasıl ele alındığı tanıtılmıştır.<br />
Beşinci bölümden itibaren sonuncu bölüme kadar mevzu, ameli ahlâktır.<br />
Ameli ahlâkın –neticeleri başka insanları ilgilendirse de- doğrudan ferdin<br />
kendisi ile alakalı olan ve kendisinde olup biten faziletlerden, aile ve<br />
toplumsal ahlâk ile günümüzde özellikle daha ehemmiyetli hale gelen iki<br />
konu, meslek/iş ahlâkı ile çevre ahlâkı son iki bölümün meselelerine esas<br />
teşkil etmiştir. Son iki bölüm, daha geniş ve daha teferruatlı olması gereken<br />
iktisat ve siyaset gibi alanlarda müslümanın ahlâkına da, bu alanları birer<br />
meslek olarak düşünecek olursak, ana hatları ile işaret etmektedir. Böylece<br />
günümüzde İslâm ahlâk esasları, ana hatları ile, dikkatlere sunulmuş<br />
olmaktadır.<br />
Kitabın “İslâm ve Ahlâk” başlıklı birinci bölümünde ahlâkın İslâm Dini’nin<br />
mütemmim cüz’ü (tamamlayıcı parçası) olduğu ele alınarak bunun bir<br />
taraftan içeriği diğer taraftan ortaya çıkardığı neticeler üzerinde durulmaktadır.<br />
“İslâm Ahlâkının Kaynakları” başlıklı ikinci bölümde kaynak ve<br />
temellendirme kavramları tahlil edilip, İslâm Ahlâkının ortaya çıkması,<br />
varlığını sürdürmesi ve ilim haline getirilmesi üzerinde durularak, bunların<br />
ortaya çıkardığı meseleler ele alınmaktadır.<br />
“İslâm Ahlâk Teorileri” başlıklı üçüncü bölümde İslâm düşünce tarihinde<br />
ahlâkın ilmileşme/ilim haline gelme sürecinde ortaya çıkan tavırlar ele<br />
alınmakta ve bunlar, ortaya çıkış gerekçeleri ve ortaya çıkardıkları<br />
sorunlara da temas edilerek müzakere edilmektedir.<br />
“İslâm Ahlâkının Temel Kavramları” başlıklı dördüncü bölümde genel<br />
olarak ahlâk alanının, özel olarak da İslâm ahlâkının temel kavramları ele<br />
alınmaktadır. Bunlar arasında insan, hayat, özgürlük, ödev, sorumluluk,<br />
mükâfat – ceza başlıca kavramları teşkil etmektedir.<br />
“Güzel Ahlâk (Faziletler)” başlıklı beşinci bölümde, iyi vasıfların neler<br />
olduğu ve bunların nasıl kazanılacağı ele alınmaktadır.<br />
“Çirkin Ahlâk (Reziletler)” başlıklı altıncı bölümde, insanın uzak durması<br />
ve kendisini koruması gereken kötü vasıflar ortaya konulmakta; bunlardan<br />
uzak durmanın yolları işaret edilmektedir.<br />
İslâm Ahlâkının Aile Boyutu veya “Aile Ahlâkı” yedinci bölümün<br />
konusudur. İnsan fert olmakla birlikte aynı zamanda bir ailenin parçasıdır.<br />
Bu kendisi ile birlikte bir çok imkanı ve sorumluluğu ortaya çıkarmaktadır.<br />
Ailenin kuruluşundan başlanarak, aile içindeki sahih düzenin ilke ve<br />
kuralları bu bölümde ele alınmaktadır.<br />
“Toplumsal Ahlâk” başlıklı sekizinci bölümde, kardeşlik, yardımlaşma,<br />
dayanışma, komşuluk ve akraba ilişkileri gibi ana başlıklar altında İslâm<br />
ahlâkının toplumsal boyutu incelenmektedir.<br />
“İş Ahlâkı” dokuzuncu bölümün konusudur. Günümüzde, daha önceki<br />
dönemlerden daha fazla, insanın hayatı bir meslek icra ederek geçmektedir.<br />
İş hayatı, hayatın tayin edici kısımlarından biridir. Bu önemine binaen günümüzde<br />
bunun düzeninin ilkeleri ve kuralları bu bölümde ele alınmaktadır.<br />
“İslâm Çevre Ahlâkı” onuncu ve sonuncu bölümün konusudur. Çevre, hem<br />
şehirleşmenin hem de teknolojinin artması ile birlikte insanı daha fazla<br />
ilgilendirir olmuştur. Bu sebeple çevre ile irtibatın sahih düzeni, bunun ilke<br />
ve kuralları da bu bölümde müzakere edilmektedir.<br />
Gayret bizden tevfik Allah’tandır.<br />
vi<br />
Prof. Dr. Tahsin GÖRGÜN (Editör)
1
Amaçlarımız<br />
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;<br />
• İslâm-Ahlâk İlişkisinin tarihi ve sistematik yönden mevcut olduğunu<br />
kavrayacak,<br />
• Ahlâk ve din kavramlarının anlamlarını açıklayabilecek,<br />
• Ahlâkın İslâm dini içindeki yerini değerlendirebilecek,<br />
• Ayet ve hadislerde ahlâki ilke ve kuralların nasıl keşfedilebileceğini<br />
gösterebilecek,<br />
• Ahlâk, Ahlâk İlmi ve Ahlâk Felsefesinin birbirleri ile irtibatlarını<br />
açıklayabilecek,<br />
• Ahlâk ile edeb arasındaki ilişkiyi kurabileceksiniz.<br />
Anahtar Kavramlar<br />
• Ahlâk<br />
• Din<br />
• Etik<br />
• Ahlâk Felsefesi, Ahlâk İlmi<br />
• Edeb<br />
Öneriler<br />
Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;<br />
• Ahmet Naim’in İslâm Ahlâkının Esasları kitabını,<br />
• Recep Kılıç’ın Ayet ve Hadislerin Işığında İnsan ve Ahlâk isimli kitabını<br />
okuyunuz.<br />
2
İslâm ve Ahlâk<br />
GİRİŞ<br />
İslâm, Cenab-ı Hakk tarafından gönderilen son Peygamber Hz. Muhammed<br />
(monash.pw) tarafından tebliğ ve beyan edilmiş, kıyamete kadar bütün insanlara<br />
hitap ederek, inanma ve yaşamada doğru yolu gösteren dinin adıdır. İslâm,<br />
Hz. Peygamber tarafından tebliğ edilirken, bizzat kendisi tarafından<br />
uygulanmış ve bu uygulamaya büyük bir insan kitlesi iştirak ederek şahit<br />
olmuş; daha sonra bu şehadet benzer bir şekilde nesilden nesle, hiçbir<br />
kesintiye uğramadan ve yaşanan hayat içinde ve hayat olarak, nakledilmiştir.<br />
Hz. Peygamber’in tebliği ve bu tebliğe ittiba, nazari ciheti olmakla birlikte<br />
ameli yani bilfiil bir süreçtir. Bu süreçte Allah’ın varlığına ve birliğine ve Hz.<br />
Muhammed’in O’nun kulu ve rasulü olduğuna inanmak, namaz kılmak, oruç<br />
tutmak, zekat vermek yanında, söz ve fiillerinde doğru olmak, insanlara<br />
yardım etmek, akraba ve komşularla iyi ilişkiler içinde bulunmak ve onları<br />
koruyarak gözetmek örneklerinde dile gelen sâlih amel bir ve aynı sürecin<br />
farklı seviyeleri veya unsurları olarak gerçekleşmiştir. Müslüman olmak hem<br />
Allah’a ve Rasûlü’ne inanmak, hem de sâlih olmak/ahlâklı olmak anlamına<br />
gelmiş ve bu şekilde de sürdürülmüştür. İslâm, başından itibaren ilim, iman<br />
ve salih ameldir.<br />
Amelin/uygulamanın imanın bir cüz’ü olup olmadığı ile ilgili tartışma, İslâm’ın<br />
iki mütemmim cüz’ü/tamamlayıcı parçası olan iman ile amel arasındaki irtibatı<br />
kendisine konu ettiği için, dinin ameli bir ciheti olduğu ön şartına/gerçeğine<br />
bağlıdır; bununla karıştırılmaması gerekmektedir. Yani İslâm iki kısımdan<br />
oluşmaktadır. Biri iman diğeri amel/uygulama. Bu noktada hiçbir ihtilaf yoktur.<br />
İhtilaf, bir ara amelin imanın da bir parçası olup olmadığı noktasında ortaya<br />
çıkmış, ama amelin dinin bir parçası olmakla birlikte, imanın bir parçası<br />
olmadığı şeklinde halledilmiştir.<br />
Demek oluyor ki İslâm Ahlâkı teorik yazılara konu teşkil etmeden çok<br />
önce Hz. Peygamber’in hayatında tahakkuk etmiş ve onun etrafındaki ilk<br />
Müslümanlar tarafından da yaşanmıştır. İslâm ahlâkı, İslâm dininin bir<br />
parçası, mütemmim cüzüdür. Müslümanların İslâm’a uygun şekilde yaşayarak,<br />
yani Müslüman olarak varlığını sürdürmesi İslâm ahlâkının da etkin<br />
olması anlamına gelmektedir.<br />
Hz. Peygamber sadece kendisi için veya inziva halinde veya gizli olarak<br />
yaşamamış, yaşadığı hayat etrafındaki sayısı yüz binleri bulan<br />
insanlar/sahabe tarafından (mümkün olan hayat tarzlarından birisi olarak<br />
3
değil), olması gereken ve ideal hayat tarzı olarak kavranmış ve bu kavrayış<br />
sebebi ile de insanların hayatlarına örnek teşkil etmiştir (usve hasene = güzel<br />
örnek). Hz. Peygamber’in hayatı başından itibaren bütün Müslümanları<br />
ilgilendirmiş; tarih boyunca olduğu gibi bugün de ilgilendirmektedir. K.<br />
Kerim’de Hz. Peygamber’i bu cihetten tavsif eden ve onu Müslümanlara<br />
“örnek” olarak gösteren, ona itaati Allah’a itaat olarak geçerli kılan çok<br />
sayıda ayet-i kerime bulunmaktadır. (Mesela Al-i İmran/3: 32; Nisa/4: 13;<br />
Nur/ 54). Müslüman olarak yaşamanın Hz. Peygamber’e ittiba olduğu<br />
dikkate alınınca, bu ayetlerin Hz. Peygamber’in müslümanın hayatındaki<br />
yerini de tanımladığı görülür. Bu bakımdan başından itibaren Müslümanlar<br />
Hz. Peygamber’e ittiba ederek yaşayan insanlar olarak, varolagelmişler ve<br />
kıyamete kadar da varolmaya devam edeceklerdir.<br />
Peygaber’in itaati emreden 5 ayet bulup, yazınız.<br />
monash.pw!E1BAEA33!entry.<br />
Hz. Peygamber kendi hayatında Kur’an-ı Kerîm’i tahakkuk ettirmiş, K.<br />
Kerim’de bulunan emir ve yasaklara göre hayatını düzenlemiştir. Bu hususu<br />
en güzel ifade eden Hz. Aişe’nin Hz. Peygamber hakkında söylediği “onun<br />
ahlâkı Kur’an idi” sözüdür.<br />
İslâm dini, her ne kadar akidevi ciheti oldukça vurgulasa da, nihai olarak<br />
amel merkezlidir. İmanın altı şartı olarak bilinen, Cenab-ı Hakk’ın varlığına<br />
ve birliğine, meleklere, Peygamberlere ve onlara diğer insanlara tebliğ<br />
edilmek üzere verilmiş olan Kitaplara, ahiret gününe ve nihayet her şeyin<br />
Cenab- Hakk’ın kudreti içinde cereyan ettiğine inanmak, Müslümanlığın<br />
akidevi cihetini özetlemektedir. Ancak buradaki her bir inanç unsurunun<br />
mühim bir ameli ciheti bulunmaktadır.<br />
Mesela Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak, sadece bizi<br />
ilgilendirmeyen ve kendi başına mevcut olan ve bizimle doğrudan irtibatı<br />
olmayan bir “ilke”ye inanmak olmayıp, her şeyi yaratan ve yöneten dolayısı<br />
ile insanı ve onun etrafında bulunan her şeyi yarattığı gibi muhafaza da eden,<br />
insana şah damarından bile daha yakın, yaptıkları yanında aklından geçen<br />
şeyleri de bilen, her şeye gücü yeten, dolayısı ile de insanın vicdani<br />
sorumluluğunun kendisine bağlı olarak varlığını ve anlamını kazandığı en<br />
hakiki ve etkin varlığa inanmak anlamına gelmektedir. Nitekim Cenab-ı<br />
Hakk’ın bir hadis-i şerifte sayılmış olan 99 güzel ismi (esmâ’ü’l-hüsna)<br />
bulunmaktadır ve bu isimler Cenab-ı Hakk’ı bir cihetten tanıtmaktadır.<br />
Benzer bir şekilde melekler de, insanların göremediği ama onları gören ve<br />
aynı zamanda her cihetten gözeten varlıklar olarak, insanın ahlâki hayatının<br />
ve ahlâki şuurunun mühim bir boyutunu teşkil etmektedirler. Meleklerin<br />
varlığının farkında olan insan, hiçbir zaman yalnızlık, yapayalnızlık gibi bir<br />
sıkıntı ile karşı karşıya kalmayacaktır. İnsanın kendisini yapayalnız<br />
hissetmesinin, sadece psikolojik olarak değil, ahlâki cihetten de önemli<br />
sorunlar ortaya çıkardığı dikkate alındığı taktirde, mesela her insanın en az<br />
iki meleğinin hep yanında bulunduğunu bilmesinin anlamı daha kolay<br />
anlaşılabilir.<br />
Peygamberlerin her birisi insanlığın önüne yeni varoluş imkanları açmış,<br />
onlara bu dünyada doğru yaşamanın ilkelerini ve kurallarını öğretmiş<br />
oldukları için, bütün insanlığın öğretmenleri ve aynı zamanda her birisi birer<br />
güzel ahlâk örneği olarak yaşamışlar ve öylece de bilinmişlerdir.<br />
4
İnsanların iyi ve kötü davranışlarını kaydeden meleklerin isimleri nedir?<br />
Okuma Parçası<br />
“Meydana getirilen (veya icat edilmiş olan) varlıklar insanî varlığın<br />
çevresinde, insanın kendi dünyasında doğan değerlerdir. “Meydana<br />
getirilen” varlık deyince teknik değerden dinî değere kadar bütün<br />
değerleri anlarız. Burada “meydana getirilen” kelimesini bazıları<br />
yapmalık (facticité) anlamında kullanmaktadır. Fakat bir iskemleden<br />
âdetlere, inançlara kadar kültür çevrelerinin maddî ve manevî bütün<br />
unsurlarını içine alan bu varlıklar asla yapma değildir. Çünkü yapma<br />
deyince aslında varolmadığı halde insanın hür iradesi ile, hatta sırf kaprisi<br />
eseri olarak yaptığı şeyler anlaşılabilir. Halbuki maddi ve manevi bütün<br />
kültür unsurları gerçek ve ideal varlıklara dayanarak meydana<br />
gelmektedir. Onlar insan dışında içgin ve aşkın bütün varlıklarla insanın<br />
münasebetinde meydana gelmektedirler. Bunun için de onların “icad”<br />
edilmiş olmadan önce “keşfedilmiş” olduklarını söylemeliyiz. Her değer<br />
varlıklar alanının hazır olmayan (absent) objesine ait bir keşiftir ve ondan<br />
sonra da insanın duyu verileri ve hazır olan (présent) muhtevası ile ifade<br />
edildikçe bir icad haline gelir. Teknik değer maddeye, sanat değeri<br />
madde, bitki ve bütün canlı varlıklara, fikir değeri kavram olarak bütün<br />
varlıklara karşılıktır ve onların keşfedilmesinden doğar. Ahlâk değeri<br />
insanlar arası (kişiler arası) münasebetlere, dini değer insan ötesi (insani<br />
hayat ötesi) varlık imkânına aittir. Böylece meydana gelen varlıklar<br />
keşfedilmiş ve icad edilmiş değerler olmaları bakımından gerçek olan<br />
veya mümkün olan bir varlık derecesine bağlıdırlar. Hiçbir değer sırf<br />
insanın, hele ferdin ruhî icâdı, fiction’u değildir, onlardan her biri belirli<br />
bir varlık derecesinin aşkınlığından doğan bir eserdir: madde olmasa<br />
teknik değer olamaz. Madde ve hayat olmasa sanat değeri olamaz. Bütün<br />
varlık derecelerine ait gerçek kavramlar olmasa fikir değeri olamaz.<br />
İnsani varlık ve kişiler arası aşkın münasebetler olmasa ahlâki değer<br />
olamaz. İnsanın sonlu varlığının ötesi düşünülmese dini değer olamaz.<br />
Bundan anlaşılır ki değerler alemi varlık alemine, değer problemi varlık<br />
problemine bağlıdır. Öyle ise bir değerler ontolojisi olmalıdır.” (Ülken,<br />
H.z. () s. )<br />
Cenab-ı Hakk’ın insanlara peygamberler vasıtası ile ulaştırdığı kitaplar<br />
da, özellikle içlerinde bulunan ve bütün insanlığın şu veya bu şekilde kabul<br />
ederek şu veya bu şekilde uyguladığı ahlâki ilke ve kuralları içlerinde<br />
taşımaktadırlar.<br />
İnsanların bu dünyadaki hayatının çok önemli ve ciddi olmakla birlikte<br />
her şey olmadığını; her insanın başına gelecek olan ölüm ile insanın bir tür<br />
yeni bir boyutu veya boyutta yaşamaya başlayacağı –buna devam edeceği de<br />
denilebilir- ve bu boyuta da “öteki hayat” anlamında “hayatü’l-ahire”<br />
denildiğini biliyoruz. Ölümün bir son olmayıp, bir taraftan bu dünyada<br />
yaşanılan hayatın bir “muhasebesinin” yapılacağı ve mükafat ve cezanın<br />
verileceği yeni bir hayatın başlangıcı olduğunun farkında olmak ta, insanın<br />
bu dünyadaki kararları ve fiillerine anlam katan farklı bir boyuttur. Ölüm ile<br />
birlikte yeni bir hayatın başlayacağının şuurunda olmak, insanın ahlâki<br />
hayatının önemli unsurlarından birisidir.<br />
Nihayet insanın hayatı ve ölümü kadar, hayat şartları üzerinde de nihai<br />
kararı verenin ve her şeyi kudreti ile yönetenin Cenab-ı Hakk olduğunun<br />
farkında olmak ta, -kısaca kader inancı-, insanı, karşı karşıya bulunduğu<br />
5
şartlara karşı özgürleştiren, insanı ahlâki bir varlık haline getiren özgürlüğünü<br />
hakiki manada hissetmesinin esasıdır. Bu yönden her şeyin, rahmeti ile her<br />
şeyi ihata eden ve insana hayat ve yaşaması için gerekli olan her şeyi vermiş,<br />
rahman ve rahim olan Cenab-ı Hakk’ın kudreti içinde ve onun takdir ettiği<br />
gibi cereyan ettiğinin farkında olmak, insan özgürlüğünün ön şartıdır. Bunun<br />
farkında olunca, hayatta karşılaşılan haksızlıklar ve zorbalıkların daimi<br />
olamayıp, bir şekilde üstesinden gelinebilecek meseleler olduğunun farkında<br />
olmak, insanlara kendilerini çevreleyen şartlara teslim olmayıp, mücadele<br />
etme yönünde bir esas teşkil eder. Bu “hayatı aktif bir şekilde yaşamak” veya<br />
“ahlâki bir hayat yaşamak” anlamına gelmektedir.<br />
Kısaca İslâm, doğrudan ahlâki olarak nitelenemeyecek akidevi unsurlarında<br />
bile, insanın ahlâki ciheti ile doğrudan ilgilidir.<br />
DİN<br />
İnsan muhtaç bir varlıktır; canlılığını muhafaza edebilmek için gıdaya,<br />
akciğerinin kanı temizleyebilmesi için belirli özellikleri taşıyan havaya,<br />
kendisini soğuktan ve sıcaktan koruyacak konut ve elbiselere ve nihayet<br />
doğduktan sonra kendi ayakları üstünde duruncaya kadar etrafındaki<br />
insanların, özellikle de anne ve babasının, ailesinin, nihayet parçası<br />
bulunduğu toplumun ve güvenliğini sağlayan devletin himayesine muhtaçtır.<br />
İnsanın ve insanlığın varlığını sürdürebilmesi için bu ihtiyacın belirli bir<br />
düzen içerisinde karşılanması gerekmektedir. Cenab-ı Hakk insanı ihtiyaçları<br />
ve ihtiyaçları karşılama imkanı ile birlikte yaratmıştır. Yani insanları<br />
ihtiyaçları ile birlikte yaratan Cenab-ı Hakk, onlara bu ihtiyaçları nasıl<br />
karşılayacaklarını ve bunun düzenini de bildirmiştir. İnsanları ve insanların<br />
varlığını/varoluşunu sürdürmesinde muhtaç olunan şeyleri temin etme ve<br />
kullanmada belirli bir düzenin dikkate alınması ve bu düzenin öğretilmesi,<br />
Peygamberlerin vazifesi olmuş; bu vazifeyi ifa eden Peygamberlerin<br />
insanlığa öğrettikleri hayat düzenine “din” denilmiştir.<br />
Hakiki din, Elmalı’lı Hamdi Yazır’ın dediği gibi, insanların uydurduğu<br />
birbirine muhalif hayali kurgular değil, hakiki mebdei/Yaratıcıyı tanımak,<br />
O’nun kanun ve emirlerine uygun davranmayı vazife (görev) edinmektir.<br />
Bunu kendi ifadelerinden okuyalım:<br />
“Dîn-i İslâm, tam manasıyla vahdaniyet-i ilâhiye esasına müstenid ve fıtrat-ı<br />
asliye-i insâniyyeye muntabık olup; dini, beşerin mevzûât-ı mücerredesi ve<br />
mütehalif temenniyât-ı muhayyelesi kabilinden addetmeyip, bir mebde-i<br />
hakîkîyi tanımak ve O’nun kavânin ve evamirine Tevfik-i hareketi vazife<br />
ittihaz eylemek, hâsılı beşerin ef’âl ve harekât-ı tabîiyye ve ıztırarıyyesiyle,<br />
efâl ve harekât-ı ihtiyariye ve iradiyyesi kanunlarının ahengini te’min eder bir<br />
hakîkat-i hâkimeye, yani Cenab-ı Hakk’a cidden inkiyâdı vazîfe bilmek ve<br />
bütün sa’âdeti bu vazifenin ifasından beklemek mâhiyetinde icmal<br />
eylemiştir.” (Elmalılı Hamdi Yazır (), s. )<br />
Diğer taraftan dinin klasik tanımı, “akıl sahiplerini hüsn-i ihtiyarları ile<br />
bizzat hayırlara sevk eden ilahi vaz” şeklindedir. Ahlâk ve ahlâkilik ile ilgili<br />
bütün tanımlarda ve tanımlamalarda irade ve hayr vazgeçilmez unsurlardır.<br />
Ahlâki olanın, iradi olması zorunlu olduğu gibi hayra yönelik olması da<br />
zorunludur. Bu iki unsur dinin klasik tanımının da mütemmim cüz’üdür.<br />
Kısaca İslâm’ı dikkate alarak yapılmış olan klasik din tanımı, ahlâki bir boyut<br />
taşımaktadır.<br />
6
Din kelimesinin kök anlamı da, bir taraftan yakınlaşma ile alakalı iken,<br />
diğer taraftan da borç/ihtiyaç ile alakalıdır. Arapça’da “din” kelimesi ile borç<br />
anlamındaki “deyn” kelimesinin yazılışı aynıdır. Bu cihetten baktığımızda<br />
Arapça’daki din kelimesinin kök anlamı ile ıstılahi anlamı arasında bir irtibat<br />
olduğu görülmektedir. Nitekim insan Cenab-ı Hakk’a nelerini “borçlu”<br />
olduğunun farkında vardığı zaman, aslında kendisinin Cenab-ı Hakk’a ne<br />
kadar yakın veya Cenab-ı Hakk’ın kendisine ne kadar yakın, hatta “en yakın”<br />
olduğunun şuuruna varır. Din esas itibariyle bu şuurun, Peygamberler vasıtası<br />
ile bildirilen içerikle, mertebe mertebe şekillenmesi, muhteva kazanmasıdır.<br />
Benzer bir durum din kelimesinin batı dillerinde yaygın karşılığı olan<br />
“religion” kelimesi için geçerlidir. Nitekim Latince’de “religio”, “bağ”<br />
anlamına gelmektedir. Buna göre religion, insanı yaratıcısına bağlayan irtibat<br />
ve bu irtibatın farkında olmak, hatta bu irtibatın muhtevası demek olmaktadır.<br />
Cenab-ı Hakk insanlara hem hayat (=olan), hem de bu hayatta dikkate<br />
alınması gereken davranış düzeninin kurallarını (=olması gereken) vermiştir.<br />
Biz bunu kısaca Cenab-ı Hakk’ın “varlık ve değer kaynağı” olduğunu<br />
söyleyerek ifade ederiz. Hayat, ilk bakışta biyolojik bir içeriği işaret etse de,<br />
insan hayatı canlılıkla başlamakla birlikte, orada bitmez; insanın aklı ve<br />
bilme kabiliyeti ile birlikte, maddi olmayan, manevi bir boyut kazandığı gibi,<br />
bunun da ötesinde, cismin ötesine geçerek mücerred/soyut ve ruhî bir boyuta<br />
da açılır. İnsan hayatı dediğimiz zaman sadece canlı olmayı değil, bir taraftan<br />
diğer insanlarla birlikte paylaştığımız manevi bir vasatı ve ruhânî<br />
varlıklarla/meleklerle paylaştığımız ruhânî boyutu da kast ederiz. İşte din<br />
insanı canlı olarak alır, onu diğer insanlarla bir ve herkesin yaratıcısı olan<br />
Cenab-ı Hakk ile olan irtibatını hatırlatıp, herkesin Allah’ın kulu olduğunu<br />
fark ettirerek, insanı ilk bakışta fark edemeyeceği daha üst ve yüksek, aynı<br />
zamanda farklı ve derin boyutlara taşır.<br />
Elmalı’lı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili, isimli tefsirindeki (c. I, s. )<br />
din tanımı ve tahlili ile Nakib el-Attas’ın İslâm, Sekülerizm ve Geleceğin<br />
Felsefesi isimli eserindeki (s. ) din tahlilini karşılaştırınız.<br />
<strong>AHLÂK</strong><br />
Ahlâk, davranış düzenidir. Her insan az veya çok bir düzen içerisinde<br />
hayatını sürdürdüğü, daha doğrusu sürdürmek zorunda olduğu için, ahlâk<br />
insan hayatının zorunlu bir boyutu, eskiden denildiği gibi “mütemmim cüzü”<br />
veya “tamamlayıcı parçası”dır. Ahlâk, davranış düzeni olduğu için, genel<br />
olarak bu düzenin “iyi” ve “kötü”sünden bahsetmek anlamlı olduğu gibi, bir<br />
insanın hayatında verdiği kararlar ve gerçekleştirdiği fiiller için de iyi ve kötü<br />
sıfatı kullanılmaktadır. “İyi ahlâk” ve “kötü ahlâk” tabirlerini bu çerçevede<br />
anlamak gerekmektedir.<br />
Bir davranış düzenini veya herhangi bir davranışı “iyi” veya “kötü” kılan,<br />
o düzenin veya fiilin öncelikle insani varoluş üzerindeki tesiridir. İnsani<br />
varoluş, diğer insanlarla birlikte varolmayı zorunlu kıldığı için, bu aynı<br />
zamanda diğer insanları kendi varoluşları cihetinden dikkate almak demektir.<br />
İyi bir davranış düzeni, fiilleri gerçekleştireni ve fiilleri ilgilendiren diğer<br />
insanları, önce ne ise o olarak muhafaza eder; sonra da mevcudu içinde<br />
taşıdığı kabiliyetleri cihetinde geliştirir. Mesela bir çekirdeğin, bir elma<br />
çekirdeğinin kemali, uygun bir ortam bularak orada ağaç olması ve meyve<br />
vermesidir. Benzer bir şekilde insanın kemali de, uygun ortam bularak, orada<br />
insani-derûnî yücelikleri gerçekleştirmek veya gerçekleşmesine vesile olmak<br />
7
veya vasat (ortam) hazırlamaktır. Bu çerçevede insani varoluşu sürdürmenin<br />
yolu doğum ve annelik olduğu için, insani varoluşu taşıyan en esaslı konum,<br />
annelik konumudur; bu sebeple de annelik, insanların sahip olabileceği/kesp<br />
edebileceği en önemli konumdur.<br />
Kötü bir davranış veya davranış düzeni benzer bir şekilde insanın varoluş<br />
imkanlarını tahdit eder ve insanın sahip olduğu imkanları tahakkuk<br />
ettirmesini engeller. Diğer insanlar söz konusu olduğunda, onları<br />
varoluşlarında te’yid etmediği gibi, onların aleyhine bir durum ortaya çıkarır.<br />
Yüce Allah’ın fiilleri ahlakî değerlendirmenin konusu değildir. Diğer<br />
taraftan insanların fiillerinin de Cenab-ı Hakk ile, O’na fayda veya zarar<br />
verme gibi, bir irtibatları yoktur. İnsanlar ile Cenab-ı Hakk arasında, Cenab-ı<br />
Hakk’a, O’nun varlığını te’yid etme ve güçlendirme, O’na fayda veya zarar<br />
verme gibi bir ilişki olamayacağı için, insanların ahlâki fiillerinin veya<br />
insanların ahlâki durumları üzerinde durulurken, bu cihet dikkate alınmalıdır.<br />
Yani insanlar Cenab-ı Hakk’a fayda veya zarar veremezler; O’nun koyduğu<br />
yaratılış düzeninin dışına çıkamazlar. Yaptıkları bütün iyi ve kötü fiiller, ne<br />
olursa olsun, yaratılış düzeni, ilahi kader içinde cereyan eder; böyle olduğu<br />
için, mesela Allah’a isyan eden bir insan sadece kendisi ile kendisi cihetinden<br />
Cenab-ı Hakk ile irtibatının üzerini örtüp, onu yok saymaya meyletmiş olur.<br />
Bu yoksayma meylini daha da ileri götürerek Cenab-ı Hakk yokmuş gibi<br />
davranabilir. Ancak ilahi kader hükmünü icra eder: “Hepimiz Allah içiniz ve<br />
kesinlikle O’na döneceğiz.” (Bakara/2: ) İnsanlar buna inansalar da<br />
inanmasalar da durum değişmez: Herkesi Allah yaratmıştır ve herkes O’na<br />
dönecektir. Herkes O’na hesap verecektir; ama O hiç kimseye hesap vermez.<br />
Bu sebeple Cenab-ı Hakk’ın fiilleri, ahlâki değerlendirmenin konusu değildir.<br />
Bununla birlikte “ahlâklı” sıfatı, daha çok bir toplumda yaygın bir şekilde<br />
iyi ahlâk olarak bilinen davranış düzenine sahip olan insanlar için kullanılır.<br />
Aynı şekilde “ahlâksız” tabiri de, bir toplumda yaygın bir şekilde “iyi ahlâk”<br />
olarak bilinen davranış düzenine uymayan insanları tavsif etmek (nitelemek)<br />
için kullanılmaktadır.<br />
Ahlâklı ve ahlâksız tabiri esas itibariyle insanlar için kullanılmaktadır.<br />
“Ali ahlâklıdır” veya “Ayşe ahlâklıdır” gibi. Bu tabirler insan fiilleri için de<br />
kullanılmaktadır. Bir insan gibi bir fiil de “ahlâki” veya “ahlâklı” olarak<br />
niteleneceği gibi, “gayri ahlâki” veya “ahlâksız” olarak ta nitelenebilir.<br />
“Muhtaç olan bir insanın meşru bir ihtiyacını karşılamak veya onun ihtiyacını<br />
karşılamasına yardım etmek iyidir” veya “Birinin malını onun izni olmadan<br />
almak ve kullanmak, gayri ahlâki bir davranıştır” ifadelerinde olduğu gibi.<br />
Bunun ötesinde bir düzen, bir sistem de ahlâki veya gayri ahlâki olarak<br />
nitelenebilir. “Cahiliyye düzeni, gayri ahlaki idi” gibi. Kısaca ahlâki değer<br />
ifadeleri insanlar, insan fiilleri ve insan fiillerinin doğrudan veya dolaylı<br />
neticelerini nitelemek için kullanılmaktadır.<br />
İnsan hayatı bir taraftan bakıldığında hep benzer olayların tekrarı gibi<br />
devam etmektedir: Her insan sabahları kalkar, işine ve mesleğine göre bir işe<br />
gider, bir şeyle meşgul olur; bazı insanlar gece çalışır, bazıları ise daha rahat<br />
denilebilecek bir işle iştigal eder. İnsanın benzer şeylerle uğraşması, zaman<br />
içerisinde alışkanlıklar kazanarak, alışkanlıklarının yardımıyla işlerini<br />
yürütmesini de mümkün kılar. İnsanın alışkanlıklar kazanması ve kararlarını<br />
alışkanlıklarının yardımıyla vermesi hayatı kolaylaştırır. Alışkanlıklar belirli<br />
ilkelere bağlı olarak ve sistematik bir şekilde kazanılmışsa/öğrenilmişse, bir<br />
aşamadan sonra insanda “düşünme ihtiyacı hissetmeksizin” bazı kararları<br />
alma, bazı fiilleri gerçekleştirme kabiliyeti olarak insan hayatının, dolayısı ile<br />
8
insani varoluşun bir parçası olur. Buna biz kısaca “hulk” veya “karakter”<br />
diyoruz ki, başka bir ifade ile “ikinci tabiat” da denilmektedir. Bir insanın<br />
ahlâkından bahsederken genellikle insandaki karakter haline gelmiş davranış<br />
düzeni kast edilir. Ebu Hamid el-Gazali ve diğer bazı İslâm<br />
alimleri/düşünürleri ahlâkı tanımlarken bu ciheti dikkate almışlardır.<br />
Diğer taraftan fiillerin ve tavırların kendilerini dikkate alarak, bunlar<br />
arasında “iyi” ve “kötü” diye bir tasnif yapmak; iyi olanları tavsiye etmek<br />
veya emretmek, kötü olanlar karşısında insanları uyararak, onları yasaklamak<br />
toplum hayatında çok yaygın olarak bulunmaktadır. Hemen her toplumda iyi<br />
ve kötü fiiller birbirinden ayrılmıştır. Bu hususta toplumlar arasında farklar<br />
olsa da, önemli kurallarda bir müşterek bulunmaktadır. Mesela hiçbir toplum<br />
bir ilke olarak “yalan söylemek iyidir” gibi bir kuralı kabul etmez, edemez.<br />
Aynı şekilde “doğru söylemek kötüdür”, “insanların hakkını yemek, insanlara<br />
haksızlık etmek iyidir” veya “insanlara zarar vermek iyidir” gibi bir kuralı<br />
hiçbir toplumda bulamazsınız. Ve hemen her toplumda “doğru söylemek<br />
iyidir, yalan söylemek kötüdür”, “adil davranmak iyidir, zulmetmek<br />
kötüdür”, “insanlara faydalı olmak iyidir, zarar vermek kötüdür” gibi temel<br />
ahlâki doğruların genel kabul gördüğü söylenebilir.<br />
İslâm toplumunda da benzer bir şekilde ahlâkı, kuralları üzerinden<br />
tanımlayarak, nelerin iyi, nelerin kötü olduğunu ifade eden önemli bir<br />
literatür bulunmaktadır. Hadis ve âdâb kitaplarında olduğu kadar muhtelif<br />
menakıb kitapları ve fütüvvetname türü eserlerde gördüğümüz bu iyi ve kötü<br />
fiiller kataloğu, İslâm ahlâkını kuralları üzerinden tanımlayarak, insanlara<br />
ahlâklı olmanın bir sıfat olmaktan daha çok, ahlâki olarak bilinen kurallara<br />
muvafık olarak yaşamak olduğu düşüncesinden hareketle hazırlanmıştır.<br />
Bu çerçevede İslâm ahlâkı denildiğinde, müslümanın davranış düzenine<br />
esas teşkil eden veya davranırken tabi olduğu kurallar kastedilmekte; bu<br />
kurallar ise öncelikle Kur’an-ı Kerim olmak üzere, Hadis kitaplarında<br />
derlenmiş olan Hz. Peygamber’den ve Hz. Peygamber hakkındaki<br />
rivayetlerde bulunmaktadır. Bunlara ek olarak daha sonra yaşamış olan<br />
sahabe, tabiin, tebeü’t-tabi’in yanında İslâm tarihinde toplum nezdinde kabul<br />
görmüş önemli âlim ve zahidlerin hayatları, önemli devlet adamlarının iyi<br />
olarak kabul edilen fiilleri de, özellikle çocukların ahlâki eğitimi söz konusu<br />
olduğunda, müracaat edilen kaynaklar arasındadır. Bu yönden muhtelif<br />
menakıb kitaplarının da ahlâk literatüründen sayılması gerekmektedir.<br />
Ahlâk, özellikle “etik” denildiğinde, modern dönemde ferdi davranış<br />
düzeninden daha çok (bunun için “şahsi ahlâk” tabiri kullanılmaktadır),<br />
toplumsal hayatı düzenleyen kamunun/siyasetin, bu düzenlemede dikkate<br />
aldığı en genel ilkeler kastedilmektedir. Bu çerçevede moral ile etik arasında<br />
bir ayrım yapılmakta, mesela “çevre etiği” denildiğinde, fertlerin<br />
tavırlarından daha çok, sermaye ve ekonominin çevre ile irtibatında dikkate<br />
alması gereken genel ilkeler söz konusu edilmektedir. Bu sebeple Batı<br />
düşüncesinde siyaset ve hukuk düşüncesinin ahlâk felsefesinin bir alt başlığı<br />
olarak ele alınması veya Hegel örneğinde görüleceği gibi, hukuk felsefesinin<br />
ahlâkı ikame etmesi, modern dönemde ortaya çıkan bir gelişmenin, siyaset<br />
merkezli bir oluş ve oluşum sürecinin bir neticesi olarak anlamını ve<br />
konumunu kazanmaktadır.<br />
Bu durum aynı zamanda modern dönemde ahlâkın yöneliş olarak<br />
faziletleri terk edip, onun yerine bir taraftan formelleşmesi ve evrenselliği<br />
formel doğrulukta araması; ama aynı zamanda içerik ile ilgili olarak da<br />
uzlaşmayı/konvensiyonu ön plana çıkarması neticesini ortaya çıkartmıştır.<br />
9
Alasdair MacIntyre gibi bazı felsefecilerin çok sağlıklı bulmadığı bu gelişme,<br />
günümüzde bütün “ferdiyetçi” veya “bireyselci” ve hatta “liberal” söylemlere<br />
rağmen, ferdin kendi ferdiyetini muhafaza ederek toplumsal hayata katılması<br />
ve orada, kamusal taleplerin tasarrufu dışında, kendini gerçekleştirme<br />
imkanını gittikçe daha fazla yitirdiğini göstermesi açısından önem arz<br />
etmektedir. Bütün toplumsal pratikleri önceleyen ve uygulamaların eleştirel<br />
bir şekilde değerlendirilmesini mümkün kılan bir ahlâk, modern insanlar için<br />
gittikçe daha uzak bir ideal haline gelmektedir. Ahlâkın fertlerde tahakkuk<br />
eden fazilet olarak gerçekleşmesi talebi, bu yönden, insanın modern dönemde<br />
söylemlerin tam da aksine kaybedilen asli özgürlüğünün yeniden talebi<br />
anlamına gelmektedir.<br />
İslâm ahlâkı söz konusu olduğunda ahlâkın içeriği hep aynı olmakla<br />
birlikte, bunun muhtelif bağlamlarda nasıl etkin kılınacağı en temel mesele<br />
olagelmiştir. Bu çerçevede klasik ahlâk eserlerinde üç sorun ele alınmıştır.<br />
(1) Her şeyden önce ahlaki davranışın kuralları zikredilmiştir.<br />
(2) Bu kuralların nasıl uygulanacağı, yaşanmış örnekler üzerinden<br />
gösterilmiştir.<br />
(3) Ahlaki eğitimin amacı, ahlaklı davranmayı bir meleke haline getirmek<br />
olarak kabul edilerek, ahlak eserlerini bu amacın nasıl gerçekleştirileceği<br />
meselesini de dikkate alan kitaplar olarak hazırlamışlardır. Böylece ahlâki<br />
kurallara uyma ve iyi fiiller gerçekleştirme ile bunu bir defalık bir durum<br />
olmaktan çıkarıp, iyi fiiller gerçekleştirmeyi sürekli bir hal haline getirme<br />
arasındaki irtibatın nasıl kurulacağını göstermek te da ahlak ilminin asli<br />
vazifeleri arasında kabul edilmiştir. Böylece ahlaklı olma, insanın iyi<br />
fiilleri geçekleştirme ve kötülüklerden de uzak durmayı karakter<br />
haline getirmiş olması hali şeklinde anlaşılmıştır. Eğer insan<br />
düşünmeden bile davrandığında hep iyi fiilleri gerçekleştiriyor ve kötü<br />
fiillerden de uzak duruyorsa, o zaman “onda ahlaki faziletlerin<br />
bulunduğu” söylenir. Daha farklı bir ifade ile, iyi ahlak onda meleke<br />
haline gelmiştir.<br />
Buna göre iyi fiilleri gerçekleştirme düzeni olarak ahlâklılık, -insanlar<br />
bunu bir meleke haline getirdiği zaman-, ahlâklı insanın bir sıfatı haline<br />
gelmekte; bunun anlamı da bilgi ile varlığın, yani “iyinin bilgisine sahip<br />
olma” ile “iyi olma”nın ahlâklı insanın şahsında birleşerek, bilgi ile varlık,<br />
bilme ile varolma arasındaki farkın ortadan kalkmasıdır. Böyle olunca da<br />
hayatta olan ve yaşayan ahlaklı insanlar, başka insanlara da ahlaklı olma<br />
konusunda örnek ve ahlaki bilginin kaynağı olmaktadırlar. Olması gereken,<br />
ahlâklı insanın hayatı haline gelmekte, böylece olan ile olması gereken özdeş<br />
bir hale gelirken, ahlâklı insanın şahsında ve hayatında gerçekleşen ahlâki<br />
değerler, bu konuda henüz benzer bir yetkinliğe kavuşamamış insanlar için<br />
olması gereken, yani yaşayan, dolayısı ile yaşanabilir bir ideal olarak<br />
ta’ayyün etmektedir. Son zamanlarda özellikler gençler arasında ortaya çıkan<br />
“örnek insan” sorunu, klasik İslâm toplumları için vaki olan bir sorun değildi.<br />
Klasik İslâm toplumunda alimlerin ve velilerin toplumsal konumunu anlamak<br />
için meselenin bu cihetini dikkate almak gerekmektedir.<br />
Ancak mesele sadece iyinin bilgisi ve yaşanması olarak kalmamakta, bu<br />
bilginin ve hayatın makul bir şekilde temellendirilmesi, özellikle ahlâki<br />
eğitimin imkanı cihetinden, bir zaruret haline gelmektedir. Hem ilkelerin ve<br />
kuralların kaynağı, hem bu ilke ve kuralların nasıl olup ta insanda meleke<br />
haline gelebildiği İslâm ahlâk düşüncesinin önemli sorunları arasında<br />
10
ulunmaktadır. Diğer taraftan insanların nasıl olup ta başka insanların<br />
hayatlarında ortaya çıkan fiiller ve onların düzeni şeklinde görünür hale gelen<br />
neticeleri hakkında ahlâki hükümler verebildikleri, kendi başına bir mesele<br />
olmuş; bu husus muhtelif cihetlerden ele alınarak, bu alanda muhtelif teoriler<br />
geliştirilmiştir.<br />
Bu son zikredilen konu, İslâm ahlâk teorileri söz konusu olduğunda ayrıca<br />
ele alınacaktır.<br />
Klasik ahlâk eserlerinde ahlâk hangi bağlamlarda ele alınmıştır? En az üç<br />
tanesini yazınız.<br />
Din-Ahlâk İlişkisi<br />
Ahlâkın İslâm dini ile, dinin de ahlâkilik ile zorunlu bir irtibatı vardır. Biz<br />
bunu, en azından Müslümanlar için, “dindar, ama ahlâksız” denilemeyeceğini;<br />
daha doğrusu, dindar bir müslümanın “ahlâksız” olmasının, aslında<br />
çelişik bir ifade olduğunu söyleyerek, dile getirebiliriz. “Dindar ama<br />
ahlâksız” ifadesi bir Müslüman için çelişik bir ifadedir; ahlaksız bir insanın<br />
Müslümanlığı tartışmalıdır.<br />
“Din samimiyettir”, “ ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” ve<br />
“sen yüksek bir ahlâk üzeresin” ifadeleri, din ile ahlâk arasındaki derin<br />
irtibatı ifade etmek için yeterlidir.<br />
Aslında İslâm dini, ahlâki varlık olarak insanın kendi varoluşunu gerçekleştirmesinin/tamamlamasının<br />
sahih yoludur.<br />
Bu sebeple bizim önce genel olarak din ile ahlâk, daha sonra da İslâm dini<br />
ile ahlâk arasındaki irtibatı ele almamız uygun olacaktır.<br />
İnsan, biyolojik bir fert olarak olduğu kadar diğer insanlarla irtibatı<br />
içerisinde ve toplumda üstlendiği vazifeler cihetinden de, farklı mertebelerde<br />
ta’ayyün etmektedir (görünür hale gelmektedir.). Bütün bunlar ise insanı,<br />
yaratıcısı ile irtibatı içinde düşünmeyi zorunlu bir hale getiriyor ve klasik<br />
ifadesi ile “nefsini bilen rabbini bilir” kadar “rabbini bilen nefsini bilir”<br />
ifadesinin de anlamını açığa çıkarıyor.<br />
İnsan, biyolojik olarak “ben merkezli”, diğer insanlarla irtibatı içinde<br />
“başkalarına bağlı ve bağımlı” iken, toplumda üstlendiği vazifeler cihetinden<br />
“yükümlü, yetkili ve sorumlu” olmakta; yaratıcısı ile irtibatı ciheti ile bir<br />
taraftan kendi ferdiyetini kazanırken, aynı zamanda, kendi konumunda<br />
bulunan diğer insanlarla müşterek bir zemini (=Allah’ın kulu olmak)<br />
paylaşarak, külli bir cihette bütün insanlıkla, bütün zaman ve mekanlarla<br />
buluşmakta; böylece geçmişte yaşamış, halen yaşayan ve gelecekte<br />
yaşayacak olan bütün insanlarla çağdaş olmakta; kendisini kuşatan, biyolojik,<br />
toplumsal ve siyasal sınırların ötesine geçerek, bunların daha ötesine yönelme<br />
imkanı elde etmektedir.<br />
İslâm ile ahlâk arasındaki irtibat, o halde, tek seviyeli ve tek boyutlu<br />
olmayıp, çok seviyeli ve çok boyutlu; her bir seviye diğer seviye ile ve her<br />
bir boyut diğer boyut ile uyum içerisinde tahakkuk etmektedir. Dinin insanı<br />
ahlâki bir varlık olarak keşf etmesi ve onun bu cihetinin inkişafına yol açması<br />
ve bunun üzerinden yol göstermesi, dinin ameli olduğu kadar nazari cihetten<br />
de ahlâk ile irtibatlı olduğunu ifade eder.<br />
11
İki Ahlâk Anlayışı<br />
Dinin ahlâk ile irtibatı zahir olmakla birlikte, bunun nasıl anlaşılıp,<br />
anlatılacağı, yani temellendirileceği hususunda farklı tavırlar gelişmiştir. Bu<br />
tavırları, netice olarak aynı değerleri, aynı ahlâki hükümleri geçerli ve doğru<br />
kabul etmekle birlikte, bunların nasıl temellendirileceği hususunda geliştirilen<br />
tavır olarak, birbirinden tefrik etmek mümkündür. Bu cihetten iki<br />
ayrı ahlâk anlayışının, kendi içlerinde yine çeşitlilik arz ederek, çok sayıda<br />
ahlâk eserinin telifinde açığa çıksalar da, mevcut olduğu söylenebilir.<br />
1. Faziletlerin kazanılması ve faziletli olma olarak ahlâk;<br />
2. Kurallı yaşama ve kurallara uygun davranma olarak ahlâk.<br />
İslâm tarihinde bu iki anlamı ile de ahlâk bahis mevzuu edilmiştir. Birinci<br />
manası ile önce sufilerin “zühd” adı verilen hayatında ameli bir şekilde “dile”<br />
gelmiş ve daha sonra da felsefi ahlâk içerisinde nazari olarak<br />
temellendirilmiştir.<br />
İkinci manası ile ahlâk, bir taraftan muhaddisler, diğer taraftan da<br />
fukahanın ilgi alanına girmiş; muhaddisler daha çok ayet ve hadisler<br />
üzerinden ahlâki hayatın kurallarını dile getirirken fukaha bununla ilgili<br />
sorunları özellikle fıkıh usulü eserlerinde ve kelam alimleri de kelam ve<br />
akaid kitaplarının muhtelif bölümlerinde nazari olarak ele almış ve ahlâki iyi<br />
ve kötünün semantik ve mantıki tahlilini yapmışlardır. Mesela:<br />
Nebî (s.a.v.)`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “İslâm<br />
câmi`asından bir müslüman bir ağaç diker de, onun mahsûlünden bir insan,<br />
yâhut bir hayvan yerse muhakkak o yenilen şey, ağaç sâhibi için sadakadır.”<br />
Bu rivayette ağaç dikmenin “ahlâki bir fiil” olduğu ifade edilmiştir. Ağaç<br />
dikmek, bir fiildir. Bu fiili ahlâki kılan, bu fiil ile insanlar ve diğer canlıların<br />
bir irtibatıdır. Bu irtibat “yeme”dir. Yemek ise insanın canlılığını sürdürmesi<br />
için gerekli olan gıdanın alınması anlamına gelmektedir. Yani bir ağacın<br />
meyvesini yemek demek, varlığını sürdürmek için gıda almak demektir. O<br />
halde meyve veren bir ağaç dikmek, dolaylı olarak, insanların varlığını sürdürmeleri<br />
için bir şey yapmak anlamına gelmektedir. İnsan ağaç dikerken<br />
başka insanların ondan istifade etmesini düşünmüş olabilir veya olmayabilir;<br />
ancak dikilen ağaç, eğer bir meyve ağacı ise ve bu ağaç bir gün meyve<br />
verdikten sonra, bu meyveyi bir canlı yese, o zaman bu meyve o ağacı diken<br />
tarafından verilmiş bir sadaka konumuna yükselir.<br />
“Bir hayra vesile olan, onu gerçekleştiren gibidir” hadis-i şerifi de bunu<br />
farklı bir cihetten ifade etmektedir.<br />
Yine benzer bir şekilde aşağıdaki Hadis-i Şerif’te böyle bir kuralı dile<br />
getirmektedir:<br />
Rivâyete göre, Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah`a ve âhiret gününe<br />
îmân edip inanan kişi, komşusuna ezâ etmesin ve Allah`a, ahîret gününe<br />
îmân eden her kişi misâfirlerine ikram etsin ve Allah`a, âhiret gününe îmân<br />
eden her kişi hayır söylesin, yâhut sussun.”<br />
Bu rivayette de, komşu, misafir ve insanın kendi konuşma imkanı ile<br />
irtibatı ahlâki bir mevzu olarak ele alınmaktadır. Hadis-i Şerif’in manası<br />
açıktır: mü’min komşusuna eziyet etmemeli, misafirine ikram etmeli ve<br />
12
konuştuğu zaman, hayırlı şeyler söylemeli. Burada dikkat edilecek olursa üç<br />
ayrı mesele ile ilgili üç kural zikredilmektedir.<br />
Birinci kural kısaca:<br />
“komşuna eza etme” veya “komşuya eza etmek, mü’nine yakışmaz” veya<br />
“komşuya eza etmek, kötü bir davranıştır” şeklinde;<br />
İkinci kural:<br />
“misafirine ikram et” veya “mümine yakışan misafirine ikram etmektir” veya<br />
“misafire ikram etmek, iyi bir davranıştır” şeklinde;<br />
Üçüncü kural da benzer bir şekilde.<br />
“konuştuğunda hayır söyle” veya “mü’mine yakışan konuştuğunda hayır<br />
söylemesi veya susmasıdır” veya “konuştuğunda hayır söylemek, eğer<br />
hayır söylemeyecekse, konuşmamayı tercih etmek, iyi bir davranıştır”<br />
şeklinde ifade edilebilir.<br />
Bir insanın bu hadis-i şerifi her defasında hatırlayarak bu kurallara uygun<br />
davranması, ahlâklı davranması anlamına gelir. Ama eğer bu hadis-i şerife<br />
ittiba ederek yeterince uzun süre bu kurallara uymuş ve sonra, herhangi bir<br />
düşünceye ihtiyaç hissetmeksizin komşusuna eza etmeyen, misafirine ikram<br />
eden ve konuşurken lafına ve sözüne dikkate ederek, ya hayır söyleyen veya<br />
konuşmayan bir insan haline gelmişse, bu durumda da bu insan ahlâklı<br />
davranan bir insandır. İyi fiillerin insanda yerleşerek meleke haline gelmesi,<br />
kısaca bunu ifade etmektedir.<br />
Her iki halde de ahlâk, Hz. Peygamber’de “en güzel örnek” bulunduğu<br />
ilkesine racidir. Birinci manası ile ahlâki yaklaşım, Hz. Peygamber’in<br />
görünen ve algılanan, zâhir fiillerinin anlamını ve bu anlamın dayandığı<br />
düzeni veya doğrudan anlamın düzenini tespit ederek, bu anlamlar üzerinden<br />
benzer durumlarda benzer bir şekilde davranmayı, benzer hallerde benzer<br />
fiilleri gerçekleştirmenin yöntemini araştırmışlardır. İkinci manası ile ahlâki<br />
yaklaşım ise, Hz. Peygamber’de zuhur eden fiillerin, onun derûnî halinin<br />
tabii bir neticesi olduğunu, benzer durumlarda benzer fiilleri<br />
gerçekleştirmenin, benzer bir hale sahip olmakla mümkün olacağını ifade<br />
eder.<br />
Dinin ahlâk ile irtibatı ile ilgili genel olarak kaç tür anlayış gelişmiştir? Kısaca<br />
yazınız.<br />
Dini Hayatın Ahlâki, Ahlâki Hayatın Dini Boyutu<br />
İslâm, iman ve ameldir. Tabii burada söz konusu olan iman ve amel, herhangi<br />
bir iman ve herhangi bir amel olmayıp, sahih iman ve salih amel olarak<br />
nitelendirilir. Sahih iman, olanı nasılsa öylece, (mesela Allah’ı Allah, insanı<br />
insan, peygamberi peygamber ve meleği de melek olarak) bilmek ve bunu<br />
kabul etmek iken salih amel, diğer insanları ve varlıkları koruyarak, onların<br />
varlıklarını teyid ederek, geliştiren eylemleri isimlendirmektedir. Sahih imana<br />
“hakk” denilirken, salih amele de “hayr” denilmektedir. Kısaca İslâm<br />
“hakkı” kabul etmek ve “hayrı” tahakkuk ettirmeye yönelmek ve<br />
gerçekleştirmektir.<br />
Bu meseleyi daha iyi anlayabilmek için yukarıda zikredilen din tanımının<br />
kısa bir tahlilini yapmak gerekmektedir. Buna göre din, “akıl sahiplerini<br />
13
hüsn-i ihtiyarları ile bizzat hayırlara sevk eden ilahi vaz”ı ifade etmekteydi.<br />
Tam klasik ifadesi ile “din, zevi’l-ukûlü hüsn-i ihtiyarları ile bizzat hayırlara<br />
sevk eden vaz-ı ilâhîdir”. Bu tanımda bulunan unsurlar “zevi’l-ukûl”, “hüsn-i<br />
ihtiyar”, “bizzat hayır”, “sevk eden” ve nihayet “vaz-ı ilâhî”dir.<br />
Bunların her birisi İslâm dini dikkate alınarak tespit edilmiş unsurlardır.<br />
Din öncelikli olarak “zevi’l-ukûl”e yani “akıl sahipleri”ne yöneliktir. Aklı<br />
olmayanın dini de yoktur. Akıl, insanın ayırıcı hususiyetidir. Kısaca “nutuk”,<br />
düşünme ve konuşma kabiliyeti olarak tanımlanır. İnsanın en yaygın<br />
tanımlarından birisi, “düşünebilen ve konuşabilen canlı” anlamına gelen<br />
“nâtık hayevân”dır. Dinin insanın aklına yönelik olması, düşünme ve dil<br />
ile alakalı olması ve fiziki bir zorlama yoluyla değil, düşünme ve<br />
konuşma, konuşulanı, kendisine söylenileni anlama ve buna göre<br />
davranabilme kabiliyeti üzerinden etkin olmasını öngörür.<br />
Bunun olabilmesi için insanda söyleneni, kendisine bildirilendeki hayır,<br />
yani iyilik cihetini anlamayı ve kabul etmeyi sağlayacak bir yatkınlık olması<br />
gerekir. Bu yatkınlığın adı “ihtiyâr”dır. İhtiyâr hayrı, iyiyi, varlığa yakın<br />
olanı tercihe yatkınlık anlamına gelmektedir. Bu yatkınlık, insanda söylenen<br />
sözü, bir hitabı anlama konusunda önceden bulunan bir hazırlığa, hazır<br />
bulunan, ona verilmiş bir kabiliyete delalet etmektedir. Hüsn-i ihtiyar,<br />
insandaki bu yatkınlığın etkin olması, insanın kendisine ulaşan ilahi hidayet<br />
ile kendindeki hayır cihetini keşfetmesi anlamına gelmektedir.<br />
“Bizzat hayır” tabiri, insanın irtibat halinde varlığını sürdürdüğü aslı ifade<br />
eder. Bu asıl, varlıktır; varlık ise, nihai olarak Cenab-ı Hakk’ın tekvini<br />
(yaratması) anlamına gelir. Varlık, mahlukat demektir ve bizzat hayır,<br />
varlıklarla onların varlığını teyid ederek geliştiren demektir. Bu, iyi<br />
fiillerin özelliğini ifade eder. İyilik te hayırlı olmak, yani başkalarını<br />
muhafaza ederek, onları varlıklarında desteklemektir. Bu sebeple birilerinin<br />
malını, canını, şerefini yok etmek için uğraşmak, kötüdür.<br />
“Sevk eden” tabiri, zorlamadan yönlendiren demektir ki, günümüzün<br />
bilim dilinde “motif” olarak ifade edilebilir. Yukarıda da işaret edildiği gibi,<br />
sevk etmek, fiziki zorlama olmaksızın insanın bilgisine sunmak ve onun da,<br />
doğru ve iyinin bilgisine uygun davranması için kullanılmaktadır. “hüsn-i<br />
ihtiyar ile sevk eden” ifadesi, insanların kendi istek ve arzuları ile, bilerek ve<br />
isteyerek iyilikleri kabul edip, ona uygun davranması anlamına gelmektedir.<br />
“Vaz-ı İlahi” tabiri de, dinin tabii olmayıp, Cenab-ı Hakk’ın tayin ettiği,<br />
insanlığa öğrettiği bir hayat düzeni olduğunu ifade eder. Bu hayat düzeni,<br />
insana kendi varlığını mahlukat ile uyum içerisinde muhafaza etme yolunu ve<br />
sahip olduğu kabiliyetleri mükemmelleştirecek yöntemi içerir. Buna kısaca<br />
“dünya ve ahret saadeti” denilmektedir. Bu anlamda din insana dünya ve<br />
ahret saadetini elde etmenin yolunu göstermektedir.<br />
Bütün bu unsurları dikkate aldığımız vakit klasik haliyle İslâm ile irtibatlı<br />
olarak yapılmış din tanımının, ahlâkı ihtiva ettiğini; ahlâkiliğin dindarlığın<br />
mütemmim cüzü, tamamlayıcı parçası olduğunu görebiliriz.<br />
Azizüddin Nesefi’nin şu ifadeleri dini hayatın ahlâki, ahlâki hayatın da<br />
dini boyutunu ifade etmeye önemli bir örnek teşkil etmektedir:<br />
"Ey derviş! İnsan-ı Kamil alemi tanzim etmekten ve halk arasında doğruluk<br />
ifasından ve fena adet ve rüsümu halk arasından kaldırmaktan ve nas arasında<br />
iyi kaide ve kanun vaz etmekten ve nası Hakk'a davet eylemekden ve<br />
14
Hudâ’nın azamat ve ekberiyyetini ve vahdâniyyetini nâsa haber vermekden<br />
ve ahretin mehdini çok söyleyip, ahretin bekasından ve sebatından haber<br />
vermekden ve dünyayı çok zemm eylemekden ve dünyanın tegayyüründen ve<br />
sebatsızlığından hikaye etmekten ve fakr ve hümûlun nasın gönlüne hoş<br />
gelmesi için menfaat-i fakrı ve hümûlu nasa haber vermekten ve nasın<br />
gınâdan ve şehvetten nefret etmeleri için mazarrat-ı gınayı ve şehveti<br />
söylemekten ve iyilere ahrette cennet ile va’de vermekten ve kötülere ahrette<br />
Cehennem ile va’îd eylemekten ve Cennetin hoşluğunu ve Cehemmenin<br />
nahoşluğunu ve hesabın güçlüğünü hikaye ve mübalağa ile rivayet etmekten<br />
daha iyi hiçbir taat görmez ve nâsı yekdiğerine muhib ve müşfik kılar, ta ki<br />
yekdiğerini incitmeyeler. Ve rahatı yekdiğerinden diriğ etmeyeler ve<br />
yekdiğerine muavin olurlar ve nasın yekdiğerine dilleriyle ve elleriyle eman<br />
vermelerini emr eder. Vakta ki nas yekdiğerine eman vermeyi kendi<br />
üzerlerine vacib gördüler, ma'nen yekdiğeri ile ahd ettiler bu ahdi asla nakz<br />
etmemeleri lazımdır. Her kim ki nakz eder îmânı yokdur. Nitekim sallalahü<br />
aleyhi vesellem buyurur: men lâ ahde lehû lâ imâne lehu [Başkaları nezdinde<br />
güvenilirliği olmayanın imanı da yoktur] ve el-müslümü men selime’lmüslimûne<br />
min lisânihi ve yedihi” [Müslüman diliyle ve eliyle Müslümanları<br />
incitmeyen kimsedir.” (Azizüddin Nesefi (), s. 70)<br />
Buradan hakkı bilmenin ahlâki bir boyutu olduğu gibi hayrı gerçekleştirmenin<br />
de ilmî, epistemolojik bir boyutu olduğu ortaya çıkar. Burada<br />
nihai amaç, olması gerekenin gerçekleşmesi ve bilinenin de gerçek olması,<br />
kısaca gerçeğin bilgisi içinde yaşanmasıdır. İmanın ve bilginin ahlâki bir<br />
boyutu olduğu gibi, ahlâkın da bilgi ile ilgili yani “kognitif” bir boyutu<br />
vardır.<br />
Ahlâk, Ahlâk İlmi ve Ahlâk Felsefesi<br />
Ahlâk kelimesi esas itibariyle bir şahsın hayatında etkin olan veya bir<br />
toplumda genel kabul görmüş davranış düzenini ifade eder. “A şahsının<br />
ahlâkı” veya “Romalıların veya cahiliye toplumunun ahlâkı” dediğimizde<br />
genellikle bu düzeni kast ederiz. Bu düzen yine esas itibariyle dili kullansa da<br />
dil öncesi süreçler olarak yaşanır; ferdi veya toplumsal hayatın düzenidir.<br />
Ferdi ve toplumsal hayatın düzeni sadece ahlaktan ibaret değildir; örf ve<br />
adetler yanında hukuk ta bu düzenin farklı boyutlarını ifade eder. Ahlak bu<br />
düzenin önemli bir boyutudur. Ahlak ile hukuk arasındaki en önemli farkın<br />
yaptırımlarında ortaya çıktığı kabul edilir. Ancak ahlakın esas itibariyle ferdi<br />
olması da, onu hukuktan ayırmaktadır. Kısaca bireysel ve toplumsal hayatta<br />
etkin olan, ancak “zor kullanma” gibi bir yaptırımla desteklenmeyen<br />
davranış düzeni, ahlâk kelimesinin ilk manasını teşkil eder. (Bu ahlâkın “ayni<br />
varlığı”na tekabül eder.)<br />
Ahlâk kelimesi bunun yanında, bir şahsın veya toplumun hayatında etkin<br />
olan davranış düzeninin dile getirilmesi ve tasviri için kullanılır. Bu tasvir<br />
tamamen empirik ve başka alanlarla bu düzen arasında muhtemel illiyet/kozal<br />
(nedensel) ilişkileri konu etmek amacıyla yapılırsa, o zaman -duruma göreahlâk<br />
psikolojisi ve ahlâk sosyolojisi adını alır. Ama bu düzende genel geçer<br />
olanlar bunların hilafına gerçekleşenler ile birlikte zikredilerek, olması<br />
gereken dile getirilirse, o zaman buna ahlâk ilmi denir. Bu haliyle ahlâk ilmi,<br />
normatiftir; olması gerekenin ilmidir. Ahlâk ilmi, duruma göre bir topluma,<br />
duruma göre daha genel olarak bütün insanlığa yönelik bir şekilde yapılabilir.<br />
Bunlardan birincisi söz konusu toplumda kabul gören özellikle dini ilkeler ile<br />
mukayyeddir; ikincisi mukayyed değildir. Hıristiyan, Yahudi, İslam ahlakı<br />
15
gibi. Ancak her ikisi de külli geçerlilik talebi ile birlikte dile getirilir. Dini ve<br />
Felsefi ahlâkların özelliği böyledir.<br />
Ahlâk bütün bunların ötesinde, bir taraftan birinci seviyedeki haliyle<br />
ahlâkiliğin “varlığını”, diğer taraftan da ahlâki terim ve kavramlar ile ahlâki<br />
önermelerin anlamı ve birbiri ile irtibatını, bunların nasıl temellendirildiğini<br />
söz konusu eder ki, buna da “ahlâk felsefesi” denilir. Batı dillerinde bunlar<br />
için genellikle “moral” terimi kullanılsa da, üçüncüyü diğerlerinden ayırmak<br />
için, buna “etik” denilmesi de oldukça yaygındır. Türkçe’de ahlâk terimi<br />
yanında bir sıfatla birlikte kullanılmadığı zaman genellikle birinci ve ikinci<br />
manayı ifade eder. Ancak ahlâk ilmi ve ahlâk felsefesi de yaygın olarak<br />
kullanılmaktadır. Son zamanlarda ahlâk felsefesi ve meslek ahlâkı yerine etik<br />
tabirinin kullanılmasında bir yaygınlaşma gözlenmektedir.<br />
Son zamanlarda etik daha çok impersonel olarak gerçekleşen kurumsal<br />
faaliyetlerin düzenini ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır ki, bu<br />
çerçevede “bioetik”, “tıp etiği”, “medya etiği”, “çevre etiği” gibi kullanımlar<br />
epeyce yaygınlaşmıştır. Ancak bu kullanım şekilleri mutlak olmayıp, “daha<br />
fazla” şeklinde ifade edilebilir. Yani etik, her yerde bu anlama gelmediği<br />
gibi, moral de her yerde bu anlama gelmiyor değildir. Bazen etik denilip<br />
bununla birinci ve ikinci seviye kastedilebileceği gibi, moral denilip üçüncü<br />
seviye, ahlâk felsefesi veya bir meslek alanınında olması gereken bir davranış<br />
düzeni kast edilebilir.<br />
Özet olarak ifade edersek, ahlâk hakkında konuşmak demek, bir şahsın<br />
hayatında ve/veya bir toplumda etkin olan davranış düzenini söz konusu<br />
etmek demektir. Ahlâk, davranış düzeni olarak dikkate alındığında,<br />
kurumların işleyiş düzenini de konu edebilir ve bu durum, bir toplumda<br />
bulunan bütün kurumların varlık sebepleri ile onların işleyiş düzeni<br />
arasındaki irtibatı araştırarak, bunun tahakkuk edip etmediğini ortaya<br />
koyabilir. Farabi’nin “el-Medinetü’l-Fazıla’sının modern şekli, her halde,<br />
varoluş ilkeleri ile uyum içerisinde ve diğer kurumlarla iş birliği içinde, bütün<br />
bir toplumu ve bu toplumun nihai amacı ve hakiki esası olan fertleri,<br />
özgürlükleri içinde muhafaza etmeyi sağlamanın yolunu gösteren bir ahlak<br />
teorisi olarak düşünülebilir. Davranış düzenini fertlerin iç dünyasını dikkate<br />
alarak -ve özellikle de insanların biyolojik gelişimini takip ederek ele<br />
almaya,- ahlâk psikolojisi; bu düzenin toplum tarafından benimsenmiş<br />
olması cihetiyle fert üzerindeki tesirini ele almaya ahlâk sosyolojisi, bu<br />
düzenin ilkelerinin neler olduğu ve bunlar arasında da bir düzenin olup<br />
olmadığını; varsa bunun keyfiyetini ele almaya da ahlâk felsefesi<br />
denilmektedir.<br />
İslâm insanlardan aynı zamanda bir davranış düzeni talep etmektedir;<br />
İslâm’in talep ettiği bu davranış düzenine İslâm ahlâkı denilmektedir. Bu<br />
davranış düzeninin ilkeleri ve bu ilkelere bağlı olarak dile<br />
getirilen/temellendirilen davranış kuralları vardır. İslam ahlakı, belirli<br />
davranış ilkeleri ve davranış kurallarını içermektedir. Davranış ilkeleri ile<br />
davranış kurallarının birbirleri ile irtibatlandırılması gerekmektedir. Bunun<br />
iki temel sebebi vardır. Bunlardan birincisi ilkelerin anlaşılması ile alakalıdır.<br />
Mesela İslam ahlakının ilkelerinden birisi, Hz. Peygamber’e ittiba etmektir.<br />
Eğer Hz. Peygamber’e ittiba etmek, yani onu davranışlarda örnek almanın<br />
niçin vazgeçilemez olduğu ortaya konulmazsa, insanın bilinçli bir ahlaki<br />
hayat yaşaması mümkün olmaz. Bu aynı zamanda “bir ilkeye tabi olmanın ne<br />
anlama geldiği” sorusunu da cevaplamak demektir. Demek oluyor ki, sadece<br />
ilkenin değil, o ilkeye (veya “bir” ilkeye) uygun davranmanın anlamı da<br />
16
anlaşılır bir şekilde ortaya konulmak zorundadır. İkincisi ise, birinciye bağlı<br />
olarak, insanların belirli durumlarda nasıl davranmaları gerektiğini söyleyen<br />
kuralların temellendirilmesi/anlaşılması ve yine buna bağlı olarak daha önce<br />
tanımlanmamış durumlarda bu ilkelere bağlı olarak karar verme ehliyetini<br />
kazandırma ile alakalıdır. Mesela “ihtiyaç sahibi olan insana yardım etmek<br />
iyidir” bir ahlak kuralıdır. Bunun niçin iyi olduğunu anlaşılır bir şekilde<br />
ortaya koymak ve aynı zamanda, bunun ahlak ilkesi ile, mesela “Hz.<br />
Peygamber ihtiyaç sahibi olan insanlara yardım ederdi ve yardım etmeyi de<br />
tavsiye ederdi” gibi, irtibatlandırılması oldukça önemlidir. Yine özellikle<br />
çocuklara yetişme dönemlerinde sadece kuralı değil, kurala uygun bir şekilde<br />
davranmayı, örneğimizden hareketle “ihtiyaç sahiplerine yardım etmek”i,<br />
bizzat göstererek öğretmek, onlara bu durumda ne yapılabileceğinin yolunu<br />
da göstermek anlamına gelmektedir.<br />
Ahlâk felsefesi esas itibariyle ahlâki kuralları ve bir varlık alanı olarak<br />
veya bir varoluş şekli olarak “ahlâkilik”i konu edindiği için, sadece ahlâki<br />
kuralları ve ilkeleri değil, bunun ötesinde ahlâki fiiller ve ahlâki fiillerin<br />
faillerini, ahlâki şahsiyeti veya ahlâki varlık olarak insanı da söz konusu eder.<br />
Bu çerçevede özellikle insanın davranış ehliyeti yanında irade özgürlüğü ile<br />
insanın ortaya çıkardığı düzenlerin/kurumların işleyişinde etkin olan ilkelerin<br />
ahlâki cihetten savunulup savunulamayacağını; bunun ön şartları ve neticeleri<br />
ile doğru işleyiş şekillerini de ele alır. Ahlâk felsefesi bu cihetten hukuk<br />
felsefesi ve siyaset felsefesi ile irtibatlıdır.<br />
Davranış kurallarının ilkelerinin temellendirilmesi, onları sadece anlaşılır<br />
kılmaz; onun ötesinde onları savunulabilir bir konuma da getirir. Bu sebeple<br />
ahlâk felsefesinin normatif olmadığını söylemek, ilk bakışta gözüktüğü veya<br />
bazı felsefecilerin arzu ettiği kadar kolay gözükmemektedir.<br />
İyi fiilleri gerçekleştiren ve bunu da, sadece bir defa ve zaman zaman<br />
değil bir meleke haline getirmiş olan, yani her zaman iyi davranan insanlara<br />
ahlâklı insan denir; kötü fiilleri veya bir tane kötü fiili düzenli olarak terk<br />
etmeyen insana, kötü ahlâklı insan denir. Bunun yanında şu veya bu sebeple<br />
henüz bir davranış düzeni kazanamamış insanlara, ne mutlak olarak iyi, ne de<br />
kötü ahlâklı denemez. Bu gibi insanlar, özellikle gelişme ve yetişme<br />
çağındaki çocuklar ve gençler, henüz bir davranış düzeni üzerinde kalıcı bir<br />
hale ulaşamadıkları için, bunların ahlâki eğitime ihtiyaçları vardır. Toplumun<br />
vazifesi bu konuda yetişmekte olan insanlara muhtelif şekillerde destek<br />
olmaktır. Özellikle burada ahlâk ilmine büyük bir vazife düşmektedir.<br />
Nitekim ahlâk ilminin vazifesi, genel ahlâk ilkeleri ve kurallarını<br />
sistematik ve anlaşılır bir şekilde ortaya koyarak, bunların yeni yetişen<br />
nesillere öğretilmesini kolaylaştırmaktır.<br />
Ahlâk felsefesi, hukuk felsefesi ile siyaset felsefesi arasındaki irtibatı kurunuz.<br />
Ahlâk ve Edeb<br />
İbadetlerin ve insanın amelî hayatı, temel dini ve ahlâki hükümlere ve<br />
kurallara uygun olarak gerçekleşir. Her ne kadar bir insan bir ibadeti veya<br />
herhangi bir fiili, o fiilin şartları ve rükünlerini yerine getirerek yapmış<br />
olursa, ibadetini yapmış sayılır; ancak mesele burada bitmez. Çünkü bir işi<br />
veya bir fiili yapmanın kuralları vardır; bir de bu kuralları uygulamanın<br />
ahlâkî/estetik boyutu. Bir ibadeti veya fiili yaparken estetik zevk tarafını da<br />
dikkate almaya, o fiili “âdâbıyla yapmak” denir.<br />
17
Bir işi yapmak önemli olmakla birlikte, edebine/adabına uygun bir şekilde<br />
yapmak ta önem arz etmektedir. Bu cihet, klasik İslâm kültüründe, kullanılan<br />
“hüsün” veya “hasen” teriminde de açığa çıkmaktadır. Nitekim “hasen”<br />
kelimesi hem ahlâki “iyi”yi, hem de estetik anlamda “güzel”i ifade<br />
etmektedir. Bir fiilin “hasen” olması, ahlâk kurallarına uygun olduğu gibi,<br />
edebe de uygun olması, yani âdâbınca yerine getirilmesi, kısaca o fiili<br />
gerçekleştirenin estetik kaygıları da dikkate alması anlamına gelmektedir.<br />
İslâm ahlâk literatüründe muhtelif alanlarda telif edilen çok sayıda kitap<br />
“âdâb” veya “edeb” başlığını taşımaktadır. Mesela bir hakimin (eski adıyla<br />
kadı) yargı sürecinde nasıl davranacağını kendisine konu edinen disiplinin<br />
adı “edebü’l-kadı” iken, bir meseleyi birden fazla şahsın, birbirini kırıp<br />
üzmeden nasıl tartışacağı “âdâbü’l-bahs ve’l-münazara” başlıklı kitaplarda<br />
ele alınmıştır. Bunun yanında namaz kılmanın, oruç tutmanın ve diğer<br />
ibadetler kadar sofrada yemek yemenin de “âdâbı” geliştirilmiştir ki, bu<br />
kısaca insan davranışlarının ahlâki kurallara uymasının ötesinde, bu kurallara<br />
uymanın estetik bir şekilde, güzelce, başka insanları rahatsız etmeden ve<br />
hassasiyetle gerçekleştirilmesini ifade etmektedir.<br />
Ahlak ilminin görevi nedir?<br />
Özet<br />
İslâm ile ahlâkın ilişkisinin tarihi ve sistematik yönü<br />
İslâm dini başından itibaren ahlâkı kendi parçası olarak tebliğ etmiştir. Hz.<br />
Peygamber kendisinden önceki diğer peygamberler gibi insanlığa aynı<br />
zamanda belirli bir düzen içinde yaşamayı öğretmiştir. Bu insanların önüne<br />
yeni varoluş imkanlarının açılması anlamına gelmektedir.<br />
Ahlâk ve din<br />
Dünya nüfusunun çok büyük bir kısmının mensubu olduğu İslâmiyet,<br />
Hıristiyanlık, Budizm ve Hinduizm gibi dinler aynı zamanda bir ahlâk, bir<br />
davranış düzeni öngörmektedir. Bilinen bütün medeniyetlerin de bir din ile<br />
irtibatlı olması, ahlâkın esasının din ile doğrudan irtibatlı olduğunu göstermektedir.<br />
Ahlâkın İslâm dini içindeki yerinin tespiti<br />
İslâm ahlâkı, İslâm dinin ayrılmaz bir parçasıdır. K. Kerim’de bulunan bir<br />
çok ayet ve Hz. Peygamber’in hayatı ve sözleri bunu açıkça gösterdiği gibi,<br />
İslâm tarihi boyunca bütün Müslümanlar, Müslümanlığı aynı zamanda bir<br />
davranış düzeni, bir ahlâk olarak yaşamışlardır.<br />
Ayet ve hadislerde ahlâki ilke ve kuralların keşfi<br />
Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerde ahlâki ilke ve kurallar sistematik bir<br />
şekilde verilmemiştir. Bu ilke ve kuralların tespit edilmesi için ayet ve<br />
hadislerin, Hz. Peygamber’in sünnetinde ortaya çıkan ve tevatüren nakledilen<br />
hayat pratiği esas alınarak, ve ilke ve kural arasındaki içerik farkı dikkate<br />
alınarak incelenmesi gerekmektedir.<br />
Ahlâk, Ahlâk İlmi ve Ahlâk Felsefesinin birbirleri ile irtibatlarının kurulması<br />
Ahlâk, bir insan ve toplumda mevcut olan davranış düzenini ifade etmektedir.<br />
Ahlâk ilmi, bu davranış düzeninin anlaşılır bir şekilde gerekçeleri ile birlikte<br />
18
tasvir edilmesini ifade ederken, ahlâk felsefesi, ahlâkın imkanı ve temel kavramlarını<br />
eleştirel ve sistematik bir şekilde ele almaktadır.<br />
Ahlâk ile edeb arasındaki ilişkinin kurulması<br />
Ahlâk bir davranış düzenidir, ilke ve kurallardan oluşur. Edeb ise ilke ve<br />
kurallara uyarken veya uygularken, bunu en güzel şekilde yapmayı ifade<br />
eder. İbadetin, yemek yemenin, yolda yürümenin, insanlara yardım etmenin<br />
bir ahlâkı, bir de edebi vardır. Edeb ahlâki olan ile estetik olanı buluşturma<br />
anlamına gelerek, iyiyi gerçekleştirmeyi bir zevk haline getirmektir.<br />
Kendimizi Sınayalım<br />
1. Hz. Peygamber’in Müslümanlar için usve hasene olması ne demektir?<br />
a. Devlet başkanı<br />
b. Lider<br />
c. Güzel örnek<br />
d. Dost<br />
e. Veli<br />
2. Hilmi Ziya Ülken’e göre değerler alemi neye bağlıdır?<br />
a. Tanrı<br />
b. İnsan<br />
c. Canlı<br />
d. İnsan ve hayvan<br />
e. Varlık alemi<br />
3. Peygamberlerin insanlığa öğrettikleri hayat düzenine ne ad verilir?<br />
a. Din<br />
b. Felsefe<br />
c. Hukuk<br />
d. Din felsefesi<br />
e. Ahlâk felsefesi<br />
4. Aşağıdakilerden hangisi “Hayrı, iyiyi ve varlığa yakın olanı tercihe<br />
yatkınlık” anlamına gelmektedir?<br />
a. Akıl<br />
b. İhtiyar<br />
19
c. Sevgi<br />
d. İrade<br />
e. Hürriyet<br />
5. Ahlâki terim ve kavramlar ile ahlâki önermelerin anlamı ve birbiri ile<br />
irtibatını, bunların nasıl temellendirildiğini inceleyen bilim dalı aşağıdakilerden<br />
hangisidir?<br />
a. Hukuk felsefesi<br />
b. Din felsefesi<br />
c. Tasavvuf<br />
d. Ahlâk felsefesi<br />
e. Edeb<br />
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı<br />
1. c Yanıtınız doğru değilse, “Giriş” bölümünü yeniden okuyunuz.<br />
2. e Yanıtınız doğru değilse, “Okuma Parçası I” bölümünü yeniden<br />
okuyunuz.<br />
3. a Yanıtınız doğru değilse, “Din” konusunu yeniden okuyunuz.<br />
4. b Yanıtınız doğru değilse “Dini Hayatın Ahlâki, Ahlâki Hayatın Dini<br />
Boyutu” konusunu yeniden okuyunuz.<br />
5. d Yanıtınız doğru değilse “Ahlâk, Ahlâk İlmi ve Ahlâk Felsefesi”<br />
konusunu yeniden okuyunuz.<br />
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı<br />
Sıra Sizde 1<br />
Al-i İmran/3: 32; Nisa/4: 13, 59, 64, 80, ; Enfal/8: 24 Nur/ 54;<br />
Muhammed/ 33; Haşr/ 7<br />
Sıra Sizde 2<br />
Kiramen katibin melekleri<br />
Sıra Sizde 3<br />
Klasik ahlâk eserlerinde üç sorun ele alınmıştır.<br />
1. Her şeyden önce ahlaki davranışın kuralları zikredilmiştir.<br />
2. Bu kuralların nasıl uygulanacağı, yaşanmış örnekler üzerinden<br />
gösterilmiştir.<br />
3. Ahlaki eğitimin amacı, ahlaklı davranmayı bir meleke haline getirmek<br />
olarak kabul edilerek, ahlak eserlerini bu amacın nasıl gerçekleştirileceği<br />
20
meselesini de dikkate alan kitaplar olarak hazırlamışlardır. Böylece ahlâki<br />
kurallara uyma ve iyi fiiller gerçekleştirme ile bunu bir defalık bir durum<br />
olmaktan çıkarıp, iyi fiiller gerçekleştirmeyi sürekli bir hal haline getirme<br />
arasındaki irtibatın nasıl kurulacağını göstermek te da ahlak ilminin asli<br />
vazifeleri arasında kabul edilmiştir. Böylece ahlaklı olma, insanın iyi<br />
fiilleri geçekleştirme ve kötülüklerden de uzak durmayı karakter<br />
haline getirmiş olması hali şeklinde anlaşılmıştır.<br />
Sıra Sizde 4<br />
1. Faziletlerin kazanılması ve faziletli olma olarak ahlâk; 2. Kurallı yaşama<br />
ve ahlaki kurallara uygun davranma olarak ahlâk.<br />
Sıra Sizde 5<br />
Ahlâk felsefesi esas itibariyle ahlâki kuralları ve bir varlık alanı olarak veya<br />
bir varoluş şekli olarak “ahlâkilik”i konu edindiği için, sadece ahlâki normlar/hükümler<br />
ve ilkeleri değil, bunun ötesinde ahlâki fiiller ve ahlâki fiillerin<br />
faillerini, ahlâki şahsiyeti veya ahlâki varlık olarak insanı da söz konusu eder.<br />
Bu çerçevede özellikle insanın davranış ehliyeti yanında irade özgürlüğü ile<br />
insanın ortaya çıkardığı düzenlerin/kurumların işleyişinde etkin olan ilkelerin<br />
ahlâki cihetten savunulup savunulamayacağını; bunun ön şartları ve neticeleri<br />
ile doğru işleyiş şekillerini de ele alır. Ahlâk felsefesi bu cihetten hukuk<br />
felsefesi ve siyaset felsefesi/bilimi ile irtibatlıdır.<br />
Sıra Sizde 6<br />
Ahlak ilminin görevi, genel ahlak ilkeleri ve kurallarını sistematik ve anlaşılır<br />
bir şekilde ortaya koyarak, bunların yeni yetişen nesillere öğretilmesini<br />
kolaylaştırmaktır.<br />
Yararlanılan Kaynaklar<br />
Ahmed Naim (), İslâm Ahlâkının Esasları, Yay. Haz. Recep Kılıç,<br />
Ankara;<br />
Akseki, A. H. () Ahlâk İlmi ve İslâm Ahlâkı, Ankara: Nur Yayınları;<br />
el Attas, S. N. (), İslâm, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi, çev.<br />
Mahmut Erol Kılıç, İstanbul;<br />
Kılıç, R. (), Ahlâkın Dini Temeli, Ankara;<br />
Kılıç, R. (), Ayet ve Hadislerin Işığında İnsan ve Ahlâk, Ankara;<br />
Ülken, H. Z. (), Varlık ve Oluş, Ankara.<br />
Yazır, Elmalı’lı M. H. (), Hak Dini Kur’an Dili, Eser Yayınları:<br />
İstanbul;<br />
Yazır, Elmalı’lı M. H. (), Makaleler I, haz. C. Köksal- M. Kaya,<br />
İstanbul;<br />
21
Amaçlarımız<br />
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;<br />
• Ahlâk’ın niçin temellendirilmeye ihtiyaç hissetiğini açıklayabilecek,<br />
• Nakil ve Aklın İslâm ahlâkının iki ana kaynağı olduğunu açıklayabilecek,<br />
• Kaynak kavramının anlamlarını ve İslâm ahlâkı ile ilgili olarak kullanıldığında<br />
ne gibi anlamlara geldiğini ifade edebilecek,<br />
• Rivayetlerde ahlâki ilke ve kuralların nasıl bulunduğunu açıklayabilecek,<br />
• Bir ilim olarak İslâm ahlâkı alanında ne tür eserler telif edildiğini<br />
açıklayabileceksiniz.<br />
Anahtar Kavramlar<br />
• Ahlâki Görecilik, Kaynak,<br />
• Akıl, Nakil<br />
• Ahlâki İlke, Ahlâki Kural<br />
• Şeylerin bilgisi, yordam bilgisi<br />
Öneriler<br />
Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;<br />
• Recep Kılıç’ın Ahlâkın Dini Kaynağı isimli eserinin giriş kısmını;<br />
• M. Abdullah Draz’ın Kur’an Ahlâkı isimli eserini;<br />
• Yaşar Kandemir’in Örneklerle İslâm Ahlâkı isimli eserini okuyunuz.<br />
22
İslâm Ahlâkının<br />
Kaynakları<br />
GİRİŞ<br />
İnsan istese de istemese de belirli bir düzen içerisinde hayatını sürdürmek<br />
zorundadır. Bu düzenin tam ve insicamlı haline ahlâk denilmektedir.<br />
İnsanların hayatlarındaki düzenler farklılıklar gösterseler de, her insanın az<br />
veya çok tutarlı, az veya çok şuurlu, az veya çok makul, hatta az veya çok iyi<br />
“bir” ahlâkı vardır. Demek oluyor ki, insanların hayatlarında birden fazla ve<br />
birbirinden farklı davranış düzenleri vardır. Bu da bizi şu sorulara cevap<br />
aramaya iter: Niçin birbirinden farklı davranış düzenleri vardır? Niçin bazı<br />
davranış düzenleri daha etkin ve baskındır? Hangi davranış düzeni tercih<br />
edilmelidir? Niçin? Bu sorularla birlikte davranış düzenleri arasındaki<br />
ihtilafın aşılması veya meşrulaştırılması mecburiyeti kendisini hissettirir ki,<br />
her iki halde de birbirinden farklı sorunlar ortaya çıkar.<br />
Davranış düzenleri arasında tercihin tamamen tesadüfî ve makul hiçbir<br />
gerekçesi olmadığını savunmak, bütün farklılıkları meşrulaştırmak anlamına<br />
gelmektedir. Davranış düzenleri arasında makul bir tercih yapılamayacağını<br />
iddia eden, insanların bütün kararlarının nihai olarak eşdeğer (netice olarak<br />
hepsinin değersiz) olduğunu savunan bu tavra ahlâki görecilik/ahlâki<br />
rölativizm denilmektedir. Ahlâki görecelik, aynı zamanda bir ilim olarak<br />
ahlâkın mümkün olmadığını savunur. Ahlâki rölativizmi savunmak, ilk<br />
bakışta insanların özgürlüklerini savunmak gibi gözükür. Ancak hiçbir sınırın<br />
bulunmadığı bir yerde, hiç kimsenin özgürlüğünden bahsedilemeyeceği için,<br />
ahlâki görecilik görünüşün tam aksi bir neticeyi ortaya çıkarır. Ahlâki<br />
göreciliğin etkin olduğu dönemlerde ve yörelerde, ahlâkın normal olarak<br />
sağlayacağı düzeni, ahlâk dışı güçler üstlenir; bunun en önemli örneklerinden<br />
birisi siyasal diktatörlüklerdir. Diktatörlükler genellikle ahlâki düzenin yok<br />
olduğu toplumlarda, toplumsal düzenin güç esasına dayalı olarak inşa ve<br />
muhafaza edilmesi gayretinde esasını bulur.<br />
Davranış düzenleri arasındaki farklılığın tamamen ve en azından esasa<br />
müteallik kısımlarında aşılabileceğini savunmak, kendisi ile birlikte, ahlâkın<br />
temellendirilmesi diyebileceğimiz bir meseleyi ortaya çıkarmaktadır.<br />
Buradaki temel soru, her bir insanın “bir” davranış düzenine sahip<br />
olmasından hareketle, bütün insanların hayatında farklı farklı şekilde de olsa,<br />
tahakkuk eden asli bir “ilke”nin bulunup bulunmadığı ve bu ilkenin bilinip<br />
bilinmeyeceği sorusunu ortaya çıkarmaktadır. İnsanların davranış düzenleri<br />
farklı olsa da her bir insan diğer insanların davranış düzenini, kendi davranış<br />
düzeninden ne kadar farklı olursa olsun, yeterli zamanı ayırıp yeterli gayreti<br />
göstermek kaydı ile anlama imkanına sahiptir. Hem insanın kendi hayatında<br />
23
ir “düzenin” olması, hem de başka insanların hayatlarındaki düzeni kavrama<br />
imkanı, insanlar arasında önemli bir müştereğin, bir düzen fikrinin mevcut<br />
olduğunu göstermektedir. Acaba insanların hayatında etkin olan ve onları bir<br />
davranış düzenine götüren veya bir davranış düzenini üstlenmelerini mümkün<br />
kılan ve herkeste, bütün insanlarda mevcut olan bir ilke, bir esas mevcut<br />
mudur?<br />
Her bir insanda insan olması bakımından belirli bir davranış düzeni içinde<br />
hayatını sürdürmesini sağlayan müşterek bir ilkenin olması gerektiği kabul<br />
edildiğinde, bu ilkenin tahakkuk edip etmediği ve nihayet, bu ilkenin hangi<br />
ilke olduğu sorusu ortaya çıkar. Hemen hemen bütün ahlâk felsefelerinin<br />
temel sorusu budur: İnsanlar arasında davranış düzenini mümkün kılan ilke<br />
nedir? Veya hangi ilke insanların hayatlarını belirli bir düzen içinde<br />
sürdürmesini mümkün, gerekli, hatta zorunlu kılmaktadır?<br />
Bu soru kendisi ile birlikte daha farklı bir soruyu da ortaya çıkarmaktadır:<br />
mevcut ahlâklar (yani davranış düzenleri) arasında hangisi, hangi<br />
gerekçelerle tercih edilmelidir? Bu son soruyu “insan için en iyi davranış<br />
düzeni hangisidir?” şeklinde de sorabiliriz. Bu sorunun daha basit bir şekli<br />
kısaca, “ne yapmalıyım ve nasıl yapmalıyım” olarak ifade edilebilir. Bu<br />
soruyu soran ve cevaplandıran çok sayıda filozof vardır. Ancak biz burada bu<br />
konu üzeriden durmayacağız.<br />
Recep Kılıç’ın Ahlâkın Dini Temeli (Ankara ) isimli kitabının “Ahlâkı Bir<br />
Temele Dayandırma Problemi” başlıklı alt bölümünü (s. ) okuyunuz.<br />
Ahlâk hakkında konuşanların önemli bir kısmı her ne kadar felsefeci veya<br />
filozof olsa da, insanların hayatlarının düzeninde daha çok dinlerin ve dinlere<br />
dayanan geleneklerin etkin olduğu görülmektedir. Bu sebeple insanların<br />
davranış düzenlerinin hem tarihi hem de sistematik açıdan dinler ile doğrudan<br />
irtibatı olduğu söylenebilir. Dünya tarihinde bilinen medeniyetlerin hemen<br />
hepsinin bir din ile irtibatlı olması da bunu doğrulamaktadır. Ahlâk ile din<br />
arasında önemli bir irtibat vardır. Şu anda dünyada insanlığın büyük bir<br />
kısmının mensubu olduğu dinler İslâm, Hıristiyanlık, Budizm ve Hinduizm<br />
aynı zamanda bir davranış düzeni, bir hayat tarzı da öngörmektedir. Bu<br />
sebeple insanların büyük bir kısmının tarih boyunca olduğu gibi bugün de<br />
dini olarak temellenmiş, kaynağını dinden alan bir davranış düzeni içinde<br />
hayatını sürdürdüğü söylenebilir. Bu durum insanların her yaptığının hesabını<br />
verdiği, makul bir şekilde temellendirdiği gibi bir düşünceyi haklı çıkarmaz.<br />
Belki aksine insanların büyük bir çoğunluğu uyduğu davranış düzenini<br />
herhangi bir şekilde müzakere ve muhasebe etmeden hayatlarını<br />
sürdürmektedirler. Yine aynı şekilde bir davranış düzeninin kaynak olarak bir<br />
dine dayanıyor olması, tam anlamıyla “dini” olmasını gerektirmez; birçok<br />
davranış düzeni köken olarak bir din ile irtibatlı olsa ve bu dinin ön gördüğü<br />
birçok temel ahlâki kuralı içerse de, muhtelif şekillerde değişikliğe, ekleme<br />
ve çıkarmalara, sistematik olmasa bile, müdahalelere maruz kalmış ve<br />
değişmiş olabilir. Bu sebeple ilk bakışta dinle irtibatlı olmadığı düşünülebilen<br />
birçok “temellendirme” denemesi, bir cihetten ve bir şekilde bir din ile<br />
irtibatlı olabilmektedir.<br />
İslâm ahlâkı, İslâm dininin tebliğ edilmesi ile ortaya çıkmış olan ve bu<br />
dinin mütemmim cüzü/tamamlayıcı parçası olan davranış düzenidir.<br />
Hıristiyan Ahlâkı’nın esası olarak kabul edilen on emri araştırınız.<br />
monash.pwrlaİslâmonash.pw?s=article&aid=<br />
Kur’ân’daki on emire dair ayetlerle kıyaslayınız.<br />
24<br />
sitesinden
İSLÂM <strong>AHLÂK</strong>ININ TEMELLERİ<br />
İslâm ahlâkı, daha önceki bölümde görüldüğü gibi, Cenab-ı Hakk’ın Hz.<br />
Peygamber’e bildirdiği ve onun hayatında görünür hale gelen, ondan<br />
sahabenin üstlenerek yaşadığı, yaşarken de kendisinden sonraki nesile<br />
aktardığı bir davranış düzenini ifade etmektedir. Daha sonra gelen nesiller de<br />
benzer bir şekilde kendilerinden sonraki nesile bu hayat tarzını ve davranış<br />
düzenini yaşayarak aktarmıştır. Bu günümüze kadar böylece gelmiştir.<br />
Bu davranış düzeninde sırasıyla Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’in<br />
uygulamaları ve sahabenin buna fiilî ve kavlî (sözlü) şahadetinin muhtelif<br />
cihetlerden kaynak değeri vardır. Bunun yanında bütün Müslümanların tarih<br />
boyunca bu kaynakların verili şartlarda nasıl uygulanacağı ve ne gibi<br />
neticeler ortaya çıkardığı hususunda gösterdiği gayret ve bu verileri hem<br />
nakil, hem tasnif hem de üst bir dil oluşturarak makul bir şekilde uygulama<br />
pratiğinin de, sonraki nesiller için kaynak değeri vardır. Özellikle yaşayan iyi<br />
ahlâklı insanlar, yeni yetişen çocuklar ve gençler için, ahlâklı yaşama<br />
bilgisinin şehâdet (veya müşâhede yani gözüyle görüp, kulağıyla işitip,<br />
anlayıp uygulama) yoluyla ulaşabildikleri tecrübi kaynağıdır. Gençler<br />
hayırseverliğin iyi olduğunu kitaplardan, ne olduğunu ve kendi hayat şartları<br />
içinde nasıl tahakkuk ettiğini ve edebileceğini, irtibat halinde bulundukları<br />
ahlâklı ve hayırsever insanlardan, müşahede yoluyla görerek ve duruma göre<br />
de, hayır faaliyetine bizzat iştirak ederek, öğrenirler. Bu yönden mesela dede<br />
ve nineler ile torunlar arasındaki irtibat, çocukların ahlâki gelişimi açısından<br />
çok önemlidir.<br />
Kaynak Kavramı ve Terimi<br />
Türkçe’de kaynak kelimesi, bir şeyin varlığını aldığı ve varlığını sürdürürken<br />
kendisinden beslendiği, kendisine dayandığı nihai ve ilk nesneyi (menşeini ve<br />
menbaını) ifade eder. Bir suyun veya nehrin kaynağı olduğu gibi, fikirlerin ve<br />
sosyal hareketlerin de kaynakları vardır.<br />
Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük: Kaynak: 1. Bir suyun çıktığı yer,<br />
kaynarca, pınar, memba, göz: “Sonra yavaşça kaynağa doğru eğildi.” -Y. K.<br />
Karaosmanoğlu. 2. Bir şeyin çıktığı yer, menşe: İnanılır kaynaklardan alınan<br />
haberlere göre 3. Gelir, kazanç, sağlık monash.pw sağlayıcı öge: “Yabancı bir<br />
idare, iktisat, ticaret, memleketin bütün kazanç kaynaklarına musallat olur.” -F.<br />
R. Atay. 4. Araştırma ve incelemede yararlanılan belge, referans: Tapu<br />
kayıtları onun XVI. yüzyılda yaşadığını gösteren başlıca kaynaklardandır. 5.<br />
Herhangi bir bilim dalında yazılmış olan yazı veya eserlerin bütünü, literatür.<br />
6. İki metal veya yapay parçayı ısıl yolla birleştirme yöntemi, kaynaştırıp<br />
yapıştırma işi. 7. mec. Sırayı beklemeden başkalarının hakkını alarak mevcut<br />
sıranın ön taraflarına girme işi. 8. fiz. Herhangi bir enerjinin oluşup çevreye<br />
yayıldığı yer: Işık kaynağı. Isı kaynağı.<br />
Konumuz açısından kaynak kelimesinin üç anlamı ön plana çıkmaktadır.<br />
Bunlardan birinci manasıyla bir varoluş düzeni olarak İslâm ahlâkının<br />
kökeni, aslı ve varlık sebebini ifade eder. Bunu biz kısaca İslâm Ahlâkı<br />
nereden gelir? Nereden kaynaklanırl? Veya daha genel olarak İslâm<br />
Ahlâkının kaynağı/kaynakları nedir? diye sorarız. Daha farklı bir şekilde<br />
İslâm ahlâkının varlık sebebi nedir? sorusu, bu manası ile kaynak ile ilgili<br />
temel sorudur. Bu soru esas itibariyle felsefenin ve ahlâk felsefesinin<br />
sorusudur. Bu soru İslâm ahlâkına yöneltildiğinde, İslâm ahlâk felsefesinin<br />
25
inşa edici sorusu ve hareket noktasını teşkil eder. Burada soru, bir anlamda<br />
dil öncesi varoluş düzeni olarak ahlâkın varlığı ve tahakkuku ile alakalıdır.<br />
Mesela Fransız Filozofu Henri Bergson “Ahlâk İle Dinin İki Kaynağı” isimli<br />
meşhur eserinde ahlâkın bu anlamda kaynağını ele almıştır.<br />
İkincisi, birinci manası ile İslâm ahlâkı hakkında bilgi veren ve bunu<br />
öğrenme ve öğretme imkanını ortaya çıkaran unsurları ifade eder. Bir ilim<br />
olarak İslâm ahlâkının imkanı, buna bağlıdır. Bunu biz kısaca İslâm ahlâkını<br />
nasıl veya nereden öğreniriz? Veya İslâm ahlâkını öğrenmenin yolları<br />
nelerdir? soruları ile ifade ederiz. Bu sorular daha çok, ortaya çıkmış olan ve<br />
yaşanan bir ahlâk sisteminin içerdiği ilke ve kurallar hakkındaki sorulardır.<br />
Bu anlamda İslâm ahlâkının kaynakları Kur’an, sünnet ve daha önce yaşamış<br />
ve halen hayatta olan İslâm büyüklerinin eserleri ve örnek hayatlarıdır.<br />
Burada, varlığı bilinen bir davranış düzeninin muhtevası hakkında, sistematik<br />
ve doğru bilgi edinme imkanı söz konusudur.<br />
Üçüncü olarak daha çok bir ilim/disiplin olarak bu alanda telif edilmiş<br />
kitaplar ve yazılı olarak bize ulaşmış diğer metinler kast edilir. İslâm Ahlâkı<br />
hakkında hangi eserler telif edilmiştir? sorusu, artık ahlâkı bir ilim olarak<br />
dikkate aldığımızı ve bu alanda belirli bir düzen içinde telif edilmiş<br />
eserlerden bahs ettiğimiz ortaya çıkar. Bu manalar ve soruların birincisi<br />
kendisine İslâm ahlâkının varlığını, ikincisi bilgisini ve nihayet üçüncüsü<br />
bu konudaki sistematik düşünceyi, Müslümanların ahlâk hakkındaki<br />
sistematik düşüncesini, kendisine konu edinmektedir.<br />
Bu kaynaklardan her birinin bir nakli bir de akli kısmı bulunmaktadır.<br />
Başta K. Kerim olmak üzere bütün naklin etkin olabilmesi için anlaşılması<br />
gerekir. Anlaşılması ise zorunlu olarak akli bir faaliyettir. Nakil akıl olmadan<br />
etkin olamaz. Diğer taraftan akıl üzerinden/tarafından anlaşılarak etkin olan<br />
naklin anlaşılmış hali, en azından anlaşılıp yeni sayılabilecek bir duruma<br />
uygulanmasına bağlı olarak, “genişlemiş” ve “gelişmiş” olacaktır. Daha sonra<br />
nakil bu genişlemiş haliyle yeniden akıl üzerinden etkin olacak, yeniden<br />
genişleyip gelişecek ve yeniden uygulanacaktır. Bu süreç hiç kesintiye<br />
uğramadan devam edeceği için, ahlâk alanının kaynakları en temelde nakil ve<br />
akıl olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Burada belki nakil ile ilgili olarak<br />
şu noktada bir tefrik yapılabilir: ahlâkın var olması ile nakledilmesi<br />
birbirinden farklı iki vakıadır; bu sebeple bunlar birbirinden ayrılmalıdır.<br />
İslam ahlakının kaynakları nelerdir bu konuda sizlere kısa bilgiler vereceğiz.
İslam ahlakının iki temel kaynağı vardır: Bunlardan biri Allah’ın (c.c.) kelamı olan Kur’an-ı Kerim diğeri de O’nun son elçisi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) söz ve davranışları olan sünnettir. Kur’an-ı Kerim, İslam dininin ana kaynağıdır. İslam ahlakını en kısa ve en doğru yoldan öğreneceğimiz kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. İnsanlara neyin iyi neyin kötü olduğunu ve insan davranışlarının değerinin ne olduğunu açıklayan Kur’an-ı Kerim’dir. Peygamberimiz de (s.a.v.) Kur’an’ın açıklamalarını hayatına uygulayarak bizlere bunları göstermiştir.
İslam ahlakının kaynakları nedir
İlgili Haberler
👏
👎
😍
▼ SIRADAKİ HABER ▼