hayat kısa kuşlar uçuyor şiirinin adı nedir / Dedikodu: Neden “Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor?” – Darağacı Sanat

Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor Şiirinin Adı Nedir

hayat kısa kuşlar uçuyor şiirinin adı nedir

İstiare (Eğretileme) Söz Sanatı

İstiare (Eğretileme) Nedir?

Temel öğelerden (benzeyen, kendisine benzetilen) sadece biri söylenerek yapılan benzetmeye istiare denir.

İstiare, bir sözün benzetme amacıyla, başka bir söz yerine kullanılması olarak da tanımlanabilir.

Bir başka tanım: Aralarında benzerlik ilgisi bulunan iki sözcükten birini diğerinin yerine kullanma sanatıdır. Böylece bir sözcük, kendi anlamını değil başka bir sözcüğün anlamını ifade ettiği için mecazî anlamda kullanılmış olur.

Teşbih sanatının iki temel unsurundan birini kullanarak yapılan söz sanatına istiare denir. Şu halde istiare, benzerliğe dayalı bir söz sanatıdır.

  • “Yuvayı yapan dişi kuştur.”

Bir atasözü olan bu cümlede, “kadın”, “dişi kuş”a benzetilmiş, ancak benzeyen (kadın) kullanılmamıştır. Bu bir istiaredir.

İstiareler ikiye ayrılır:

» Açık İstiare: Sadece kendisine benzetilen kullanılır.

» Kapalı İstiare: Sadece benzeyen kullanılır.

Açık İstiare Nedir?

Açık istiare, teşbihin yalnızca “kendisine benzetilen” (güçlü) öğesi kullanılarak yapılan istiaredir.

Açık İstiare Örnekleri:

– Bir med zamanı gökyüzü kurşunla örtülü (Kurşun gibi bulutlarla örtülü)

– Doya doya sevemedim kuzumu (Kuzu gibi masum ve körpe yavru)

– Kadem kadem gece teşrifi o mehin
Cihan cihan elem-i intizâre değmez mi (Nailî)

– Bu memlekette de bir gün sabah olursa, Haluk. (Tevfik Fikret)

– Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor! (Mehmet Akif Ersoy)

– Tekrar o alev gömleği giymiş gibi yandım. (Yahya Kemal Beyatlı)

– Bir ateş düştü canıma,
Yanarım kimseler bilmez. (Gevheri)

– Şakaklarıma kar mı yağdı; ne var? (Cahit Sıtkı Tarancı)

– Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim (Nâzım Hikmet)

– Erzurum’da geçit vermez kaşlarının ardında
Derindir karanlıktır ıssızdır gözleri (Cemal Süreya)

Kapalı İstiare Nedir?

Kapalı istiare, benzetme’nin temel öğelerinden yalnızca benzeyen’in (zayıf öğenin) kullanılmasıyla yapılır. Kapalı istiarede, benzetme anlamı kaybolmasın diye “benzetme yönü” de söylenir.

Kapalı İstiare Örnekleri:

– Ufukta günün boynu büküldü (Ali Canip Yöntem)

– Dağlara yaslanıp yatan güneşi
Yaralı, hastadır, yorgundur sandım. (Rıza Tevfik Bölükbaşı)

– Çatma kurban olayım çehreni, ey nazlı hilal! (Mehmet Akif Ersoy)

– Kalbim yırtılıyor her nefesinde
Kulağım, ruhumun avak sesinde (N. F. Kısakürek)

– Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze, inceden (A. M. Dıranas)

Kement attım dala ben
Düştüm haldan hala ben
Çöp devşirdim yuva yaptım
Uçurmadım bala ben

Maniyi söyleyen, kendisini “kuş”a benzetmektedir; ancak “kuş” kullanılmamış, onun özellikleri verilmiştir: çöp toplayıp yuva yapmak, yavru uçurmak.

Yüce dağların başında
Salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için
Yaş dökerek ağlar mısın?

istiare “bulut”un kişileştirilmesiyle oluşmuştur. “Salkım”, “çözülüp iplik iplik sarkmak” anlamındadır. Üzüme benzetme yoktur.

Aşağıdaki cümlelerde koyu yazılı sözcükler bu yolla mecaz anlam kazanmıştır:

  • Bugün yine başım dalgalı.
  • Ortalığı soğuk bir sessizlik kapladı.
  • Bizim peşimizden onlar da damladılar.
  • Üçüncü bölüğün başında bir aslan vardı.

Örnek:

  • “Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var?”

Şakaklardaki beyazlık kar’a benzetilmiş. Ancak benzeyen kullanılmamış. Bu, açık istiare örneğidir.

Örnek:

  • “Çatma kurban olayın çehreni ey nazlı hilâl!”

Şair, bayrağı kaşlarını çatmış bir insana benzetiyor; ancak “insan” (kendisine benzetilen) dizede açıkça geçmiyor. Sadece benzeyen öğesi kullanılmış. Bu, kapalı istiare örneğidir.

Not: Kapalı istiarelerde yalnız Benzeyenin (özellikte zayıf olanın) kullanıldığını biliyoruz. Bu tür benzetmelerde Kendisine Benzetilenin özelliklerinden (benzerlik yönünden) bazıları da ipucu olarak kullanılır.

Örnek:

  • “Çocuklar okula doğru adeta uçuyorlardı.”

Çocuklar “kuş”a benzetilmiş, “kuş” değil uçmak eylemi kullanılmıştır.

Örnek:

  • “Gözlerinden uyku akıyordu.”

“Uyku” akıcı bir maddeye (mesela suya) benzetilmiştir. “Akıyordu” eylemi ipucu olarak kullanılmıştır.

Not: Teşhis (Kişileştirme), insan olmayan varlıklara insan niteliği kazandırma, insana ait özellikleri o varlıklara mal etme, insandan diğer varlıklara aktarmadır.

Her teşhiste, bir kapalı istiare vardır; çünkü bu tür benzetmelerde “kendisine benzetilen” bir insandır ve söylenmemiştir. Her kapalı istiarede ise teşhis yoktur.

Örnek.

  • “Boynu bükük buğdaylar, yağmur özlemiyle gökleri gözlüyorlardı.”

Burada TEŞHİS ve KAPALI İSTİARE vardır. “Buğdaylar” insana benzetilmiş; “özlem çekmek”, “gözlemek” gibi özellikleri buğdaya mal edilmiştir.

Diğer Örnekler:

* “Derinden derine ırmaklar ağlar / Uzaktan uzağa çoban çeşmesi.”
B: Irmaklar ve çoban çeşmesi KB: İnsan(?) BY: ağlamak(ipucu)
TÜR: Kapalı İstiare

* “Gece akıp gitti / Çevirin gündüzün sayfalarını.”
B: gece KB: akıp giden bir madde, su (?) BY: akmak(ipucu)
TÜR : Kapalı İstiare

* “Gülüm beni terk edecek / Hasretiyle öldürecek.”
B: sevgili (?) KB: gül
TÜR : Açık İstiare

* “Nice dolaşık yolları çözdüm bıraktım.”
B: yollar KB: ip, ip yumağı (?) BY: dolaşık, çözmek (ipucu)
TÜR: Kapalı İstiare

* “Gönül her çiçekten bal almak ister / Kırıldı kanadı.uçamaz oldu.”
B: gönül KB: arı (?) BY: çiçek,bal almak ve kanadı kırılmak(ipucu)
TÜR: Kapalı İstiare

UYGULAMA

Aşağıdaki örnekleri inceleyiniz.

1. “Eğilmiş arza,kanar,muttasıl kanar güller.”
B: KB: TÜR:

2. “Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor
Bir hilâl uğruna ya Rab ne güneşler batıyor.”
B: KB: TÜR:

3. “Bir med günü gökyüzü kurşunla örtülü.”
B: KB: TÜR:

4. “İki kapılı bir handa / Gidiyorum gündüz gece.”
B: KB: TÜR:

5.”Can kafeste durmaz uçar / Dünya bir han konan göçer.”
B: KB: TÜR:
B: KB: TÜR:
B: KB: TÜR:

6. “Yüce dağların başında salkım salkım olan bulut.”
B: KB: TÜR:

7. O kızıl zafer kartalının / Çankaya’da kurulmuş yuvası.”
B: KB: TÜR:

8. “Güneş, denizin mavi sularında saçını yıkıyordu.”
B: KB: TÜR:

9. Kurban olam kurban olam / Beşikte yatan kuzuya.”
B: KB: TÜR:

10.”Yeşil kurbağalar öter göllerde / Kırıldı kanadım kaldım çöllerde.”
B: KB: TÜR:

11.”Yürüyordum, ağlıyordu ırmaklar.”
B: KB: TÜR:

12.”Havada bir dost eli okşuyor elimizi.”
B: KB: TÜR:

13.”Yüce dağ başında siyah tül vardır.”
B: KB: TÜR:

14.”Sabahtan uğradım ben bir fidana.”
B: KB: TÜR:

15.”Mor menekşe boyun eğmiş / Yapracığı suya deşmiş.”
B: KB: TÜR:

16.”Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor.”
B: KB: TÜR:

17.”Birçok seneler geçti dönen yok seferinden.”
B: KB: TÜR:
18.”Semânın kandilleri yanmıştı.”
B: KB: TÜR:

19.”Durur tekbir alır dağlar / Döner dağlarda kartallar.”
B: KB: TÜR:

20.”Vatan ufkundaki en güzel çeyiz
En şanlı süs,baktım yarıya çekildi.”
B: KB: TÜR:

21.”Uzak dağlarda kaybolmuş bir bulut/Rüzgârın bir unutkanlığıdır.”
B: KB: TÜR:

22.”Yedi tepeli şehirde bıraktım gonca gülümü.”
B: KB: TÜR:

23.”Saçlarıma yıldız düşmüş koparma anne.
“B: KB: TÜR:

24.”Görünmez kanatlarıyla hatıralar / Camlara çarpıp duruyor.”
B: KB: TÜR:

25.”Başımdan bir kova sevda döküldü,
Islanmadım,üşümedim,yandım oy!”
B: KB: TÜR:

26. “Gökyüzü sarsılıp köpürüyor,camlara saldırıyor.”
B: KB: TÜR:

27. “Varsın bahçelerde rüzgâr gezinsin.”
B: KB: TÜR:

28. “Ufuklar merhametsiz,rüzgârlar hoyrat
Yok artık can verdi aydınlık mevsimler.”
B: KB: TÜR:

29.”Dağlara yaslanıp yatan güneşi/Yaralı, hastadır, yorgundur sandım.”
B: KB: TÜR:

30. “Bir ateş düştü canıma / Yanarım kimseler bilmez.”
B: KB: TÜR:

Açıklama-2

İstiâre

Asıl anlamı birinden bir şeyi ödünç isteyip almak olan istiare, bir kelimeye aralarındaki benzerlik sebebiyle temel anlamının dışında yeni bir anlam vermektir. İstiarenin temelinde teşbih vardır.

Teşbihin iki temel unsurundan benzeyen ve kendisine benzetilenlerden birinin doğrudan ya da dolaylı olarak söylenerek kaldırılan kısmının kastedilmesiyle istiare meydana gelir. Diğer bir deyişle istiâre, kısaltılmış bir teşbihtir. Bu açıdan bakıldığında istiare hem bir mecaz hem de bir teşbihtir. İstiareye konu olan kelimenin ya da cümlenin gerçek anlamının veya bu kelime veya cümlenin gösterdiği ilk anlamın anlaşılmasını engelleyen bir karîne bulunur. İstiareyi aralarındaki ilişki dolayısıyla teşbihi esas alarak anlatmak daha yerinde olur.

Teşbih ile istiarede iki unsur arasında bir ilişki kurulur. Hatta bu bazen gizli bir karşılaştırma gibidir. Fakat bu ilişki teşbihte açıkça bellidir; istiarede ise söylenmemiş sezdirilmiştir. Bunun sağladığı bir yarar da metni çözenin hayaline ve onun yorumlama gücüne bir şeyler bırakmaktır. İstiarede adı anılanın tüm yan anlamlarından, çağrışımlarından, bütün anlam değerlerinden yararlanılmaya çalışılır. Bu açıdan istiare, bir unsurun zihnimizde uyandırdığı başka bir unsur ile olan benzeyişinin yakalanıp verilmesidir. İstiare, kelimelerin temel anlamlarının sınırlarını aşma çabası olup kişinin iç âleminin derinliğini, sezgisinin sınırlarını, hayal gücünün genişliğini yansıtır. Ayrıca teşbih ve istiarenin amaçlarından biri de somutlaştırma, yani anlatılmak istenilen duygu ve düşüncenin daha etkili ve belirgin tarzda dile getirilmesidir. Başarı ihtimali az veya çok zor olan bir iş için uğraşmayı “iğneyle kuyu kazmaya” benzetmek ve bu ibare ile anlamı ifade etmek gibi. İstiare ile soyut şeyler, duygu ve düşünceler somutlaştırılır. Cansız varlıklar kişileştirilir ve konuşturulur. Lafızların anlamları zenginleşir, konuşana az sözle çok anlam ifade etme imkânı sağlanır ve söze îcâz özelliği kazandırılır.

İstiare, aralarında anlam açısından ilişki bulunan ya da öyle kabul edilen iki kelime veya cümlenin birini diğeri yerine kullanmakla meydana gelen bir dil olayıdır. İstiarenin hazır malzeme olarak günlük dilde birçok örneğine rastlarız. Bunların bir kısmında insan vücudundaki organların adları, dış dünyada benzetildikle-ri, işlev açısından yakın oldukları nesnelere verilirler. “Masa(nın) ayağı”, “dağ(ın) eteği” gibi. Bunlar aslında birer kişileştirmedir. Bu istiareler dilin bünyesinde tabiî olarak yer alırlar. Böyle istiareleri farkına varmadan günlük dilde sıkça kullanırız. Ayrıca bu kullanımlarda lafızların yan anlamları büyük ölçüde kaybolmuş durumdadır.

“Yüreğime ateş düştü” cümlesinde bir istiare vardır. Bu istiare şöyle meydana gelmiştir: “Istırap” ya da “dert” “ateş”e benzetilmiştir. Aralarında var olduğu kabul edilen benzerlik dolayısıyla bu iki unsurdan biri olan “ateş” zikredilerek “ıstırap” kastedilmiştir. Yani “ateş” lafzı “medlûl” değiştirmiştir. Burada “ateş” bir tutuşma sonucunda meydana gelen ısı ve ışık değil, “ıstırap”tır. Cümlede karîne-i mâni’a bulunduğundan “ateş”i lugat anlamıyla anlamamız mümkün değildir. Çünkü “ateş”in gönle düşmüş olması bunu gerektirmektedir.

İstiare ikiye ayrılır: Tek bir sözcükte meydana gelmişse müfred, birden fazla sözcükten oluşmuşsa mürekkeb istiare adını alır. Mürekkeb istiarenin bir adı da mürekkeb mecazdır. Mürekkeb istiare, müşebbehün bihin dile getirilen ve işaret edilen fikir ve tasavvurlarıyla söylenmeyen bir düşünce ya da tasavvur yerine kullanılmasıdır. Mürekkeb istiareye temsilî istiare de denir.

1. Müfred isti’âre: Tek bir kelimede meydana gelen istiarelerdir. İkiye ayrılır:

a) İstiâre-i musarraha (=açık istiare): Benzeyeni düşürülen teşbihtir. Bu istiareye “açık” denmesi kendisine benzetilenin açıkça ifade edilmesindendir. Teşbîh unsurlarından müşebbehün bih(=kendisine benzetilen)in söylenmesiyle yapılır.

“Akıyor nûr gördüğüm dereden” (Muallim Nâcî)

cümlesinde su “nûr”a benzetilmiş fakat kendisi söylenmeyerek onun yerine benzetildiği unsura yer verilmiştir.

“Bir tane idi o mâh gitti” (Abdülhak Hâmid)

Bu mısrada da sevgili “mâh(=ay)”a benzetilmiştir. Açık istiarede söylenilmeyen unsurun, yani benzeyenin anlaşılabilmesinin mümkün olması gerekir. Aksi takdirde zihin ona intikal edemez ve istiareden umulan yarar da gerçekleşmemiş olur.

b) İstiâre-i mekniyye (=kapalı istiâre): Kendisine benzetilenin açıkça söylenmediği, sadece onu hatırlatan, onunla ilgili bir unsurun bulunduğu istiaredir. Yani ibarede teşbihin iki tarafından yalnızca müşebbeh bulunur, fakat müşebbehün bih açıkça yer almaz.

Uçtukça hayâl-i yâr gözden (Muallim Nâcî)

cümlesinde sevgilinin hayâli bir “kuş”a benzetilmiş, ama müşebbehün bih, yani kendisine benzetilen söylenmeyerek onun uçma özelliğinin belirtilmesiyle yetinilmiştir. İstiare-i mekniyyede lafzın gerçek anlamında kullanılmadığını gösteren “karine” istiare-i tahyîliyye olarak adlandırılır. Yani kapalı istiarenin olduğu yerde bir de isti’âre-i tahyîliyye vardır. Bu örnekte “uçma” özelliğinin sevgilinin hayaline isnadı da “hâyâl-i yâr” sözünün kendi anlamında kullanılmadığını göstermekle birlikte kuşu da hayâl ettirmekte olduğundan buradaki isti’âre-i tahyîliyyedir. Kapalı istiareler iki şey arasındaki benzerlik üzerine kurulan teşbihin sınırlarını aşar. Diğer bir ifadeyle bu istiareleri birer teşbihe döndürmek bu istiarelerin çekiciliğini ve etkileyiciliğini yok eder.

İsim ve isim hükmündeki kelimelerle yapılan istiarelere isti’âre-i asliyye, fiillerle yapılan istiarelere de isti’âre-i tebe’iyye denir. Yukarıda verilen örneklerdeki istiareler isimlerle yapılan istiareler oldukları için “isti’âre-i asliyye”dirler. “Temiz yüzü güzel ahlâkını söylüyor” cümlesinde ise “söylüyor” fiili “delâlet ediyor, gösteriyor” anlamında kullanılmıştır. Bu tür istiareler de “isti’âre-i tebe’iyye” olarak adlandırılırlar.

2. Mürekkeb istiare: Mürekkeb istiare birden fazla kelime ile ifade edilen bir durumu, onun benzeri ya da bazı yönlerden onu andıran bir surete benzetme ve bunlardan ilkinin yerine ikincisini kullanma ile meydana gelir. Diğer bir ifade ile bu benzetmede unsurlar birer cümledir. Mürekkeb istiareye temsîlî istiare de denir. Bir adamın kararsızlığını ifade eden “Bir ileri bir geri gidiyor.” cümlesi bu türden bir istiaredir. Temsîlî istiareler yaygınlık kazanırsa mesel adını alırlar. “Ayağını yorganına göre uzat.” cümlesi artık ayak ve yorgan ile ilgili bir durumu değil, kişinin kendi imkânına göre davranması gerektiğini söyleyen bir cümledir. “Çarşıya pirince giderken evdeki bulgurdan oldu.” cümlesinde de böyle bir istiare vardır.

İstiarenin güzelliği ve değeri teşbihi hemen hatırlatmamasına, ayrıca vech-i şe-behin ne bilmece gibi kapalı, ne de ilk bakışta hemen anlaşılacak kadar basit ve sıradan olmamasına bağlıdır. İstiare belâgat açısından teşbihten daha üstün ve değerli kabul edilir. Bununla birlikte vech-i şebehin çok kapalı olduğu yerlerde istiare yerine teşbihin, çok açık olduğu yerlerde de teşbih yerine istiarenin kullanılmasına dikkat edilir. Ayrıca istiare bir ibarenin bir maksat dolayısıyla kendi anlamından başka bir anlamı göstermesidir. Yani istiarenin bir hedefi olmalıdır. Aksi takdirde kelimenin kendi anlamında kullanılması daha uygundur. İstiarenin özü teşbihtir. Ancak istiare, iki şey arasındaki benzetmede müşebbehin müşebbehün bih-le aynı olduğunu iddia eder. Bu da her istiarede bir mübalağanın mevcut olması demektir. İstiare iki varlığın anlam bakımından teke indirilmesidir. Bu iddianın olmadığı yerde istiare yoktur.

Kaynak: Prof. Dr. M. A. Yekta SARAÇ, Eski Türk Edebiyatına Giriş: Söz Sanatları

Baha Akıner

Yokluklarla, acılarla, sürgünlerle geçen bir hayat! Tırnaklarla kazıla kazıla elde edilen, başarılı ve Şiir dolu bir yaşam...

Gün, Cemal SÜREYA dostlar…

137208582-2527945354170136-5220207910957521392-n.jpg

***

Asıl adı Cemalettin SEBER… Ölmedi; hâlâ, Şiir’lerinde ve dizelerinde yaşıyor Cemal SÜREYA… Aramızdan ayrılışının tarihi ve yeri bellidir sadece. 9 Ocak 1990’da, tir tir titreten bir İstanbul soğuğunda ayrıldı aramızdan Usta. Doğum gününü ise bir annesi, bir ebesi, bir de Erzincan’da minicik bir evde doğduğunda âna tanıklık eden birkaç kişi bilir sadece…

Bu konu hakkında, "1931'de Erzincan'da doğdum. Bir doğum günüm yoktur benim..." der bir röportajında...

Mutlaka vardır bir hikâyesi. Yıllar geçtikçe kendine bir doğum günü bulur. İlk önce 10 Ağustos, sonrasında 4 Mart...

Pülümür'den Erzincan'a göç eden; nakliyeci Hüseyin Bey'den olur, yanakları al al dünyalar güzeli Gülbeyaz'dan doğar Cemalettin...

Cemalettin, ailenin ilk çocuğudur. Sonrasında; Perihan, Ayten ve Kemal adlarında 3 kardeşi daha olur Cemalettin'in...

Kemal bir yaşındayken ölür...

1938 yılındaki Dersim harekâtı sırasında amcası Memo'nun valiyle takışması nedeniyle, aile bölgeden sürülür ve Bilecik'e yerleşir...

O yolculuğu şöyle anlatır Cemal SÜREYA:

"Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna geçtik. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu o köyde, sanki tarih öncesi sesler çıkararak. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk. O havlamalar, o polisler..."

7 yaşına kadar Erzincan'da geçen çocukluğunu ise şöyle:

"Bugün anılarda; Erzincan'dan büyük bir bahçenin içinde, büyük bir ev kaldı. Hepsi o kadar... Bir de annemin gözlük taktığını anımsıyorum... Bizim evin karşısında büyük bir ev vardı. O evde Perihan diye bir kız vardı… Zaten, O'nun yüzünden, kız kardeşime Perihan adını koydum... Evet, ben koydum, ailede tek erkek çocuktum. Prens gibiydim. El üstünde tutulurdum. Ailede bütün küçüklerin adlarını hep ben verdim. Perihan'la başladık, sonra geleneği sürdürdüm... Komşu Perihan mı? Herhâlde çok güzeldi. Kız kardeşim onun gibi olsun istedimdi..."

136976859-2527945240836814-1691838928136015799-n.jpg

***

Annesi Gülbeyaz; Bilecik'e yerleştikten 6 ay sonra, iç kanamadan henüz 23 yaşında ölür...

Bu durum aileyi çok etkiler...

1939 yılında; ilkokula başlamak için, halasının yaşadığı İstanbul'a gönderilir Cemalettin... 37. Beyoğlu İlkokulu'na kaydolur. Okumayı öğrenir ya Cemo, başlar eline ne geçerse okumaya...

1941'de; 3. sınıfın ilk dönemini bitirdikten sonra, yine sürgün edildikleri Bilecik'e dönmek zorunda kalırlar. Bilecik Birinci İlkokulu'na kaydolur. Üvey annesi Esma Hanım'ın zulmüne dayanamaz. Ve parasız yatılı sınavlarını kazanarak, Bilecik Ortaokulu’nda okumaya başlar...

Anlatmayı, sadeliği, paylaşmayı, hayatı ve yaşanmışlıkları çok sever ya Cemal SÜREYA. O günleri de şöyle anlatır:

"Ben evden kaçmak için gizlice parasız yatılı sınavına girdim. Bilecik Ortaokulu için. Gizlice... Çünkü babam yoksuldu ama belli etmek istemezdi. Sınavı kazandım. Zaten ömrümce parasız yatılı okudum. Ben o evden kaçtım ama kardeşlerimin derdi hep içimdeydi..."

136948635-2527945674170104-2378236534361127974-n.jpg

***

1947'de ortaokulu bitirir. Parasız yatılı olarak, İstanbul'daki Haydarpaşa Lisesi'ne kaydolur...

Yeteri kadar acı yüklenmiştir ya bünyeye; zamanıdır artık, coşmaya-taşmaya ve aruz ölçüsüyle Şiir'ler yazmaya başlar...

1950'de Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat bölümünü kazanır. Aynı yıl Şiir'leri çeşitli dergilerde yayımlanmaya başlamıştır...

1954'te mezun olur. Teğmen olarak askerliğini yaparken; fark derslerini de vererek, Hukuk diplomasını da alır...

25 Kasım 1954'te; Eskişehir Vergi Dairesinde, Stajyer Memur olarak göreve başlar... Sonrasında açılan sınavı kazanarak, Maliye Müfettişi olur...

Görev olarak İstanbul ve Ankara'dan sonra, Paris'e gönderilir. Ve burada "Göçebe" Şiir'ini yazar...

“…Biliyorsun ben hangi şehirdeysem,

Yalnızlığın başkenti orası…

 

Bir de yine sevgili çocuk!

Biliyorsun kişi tutkularıyla,

Yalnızlığını adlandırıyor o kadar…

 

Arkada bir su devrile devrile akıyor.

Rastgele bir ağaca soruyorum.

Bir şey var sanki onu soruyorum.

Değil orda diyor, belki biraz daha ilerde.

Tanrı meleğini ağırlamaya çalışan,

Ataerkil bir aile gözümü alıyor…

 

Dedelerin yüzlerinde erozyon,

Silip götürmüş bütün evetleri…

 

Annelerinse ağızlarında hiyeroglif,

Babalarınsa ağustoslar atasözleri…

 

Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri,

Teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini…

 

Ablalarınsa boyunları soru işareti,

Ağabeylerse utançlarından Emrah…

 

Sıralanmışlar su boylarına,

Bıçakla soyuyorlar kelimeleri…

 

Ya suya giden küçük kızlar!

Onlar;

Tıpkı o kuşlar gibi,

Uçan daha bir süre,

Sonra da vurulduktan…

 

Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri!

Ey şiir arayıcısı, ey esrik kişi!

Şu son dönemecini de aşınca gecenin,

Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil.

Bu ağartı ancak yürekle karşılaşabilir.

Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil!

Tutsaksan ellerini sıvışır gibi zincirlerinden

Ve balyozla vursalar mısralarına,

Soylu bir demir sesi yükselir!

Soylu, büyük ve mavi bir demir sesi…

 

Ellerim egece yatısına çağrılmış

Ve

Telaşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi…

Yüzüm giyotine abone…”

61760c8b45d2a0a1041a96cc.jpg

***

1964'te, Paris’ten İstanbul'a döner... 31 Temmuz 1965'te; dergi çıkarmak için, Maliye Teftiş Kurulu’ndan arkadaşları Sezai KARAKOÇ ve Doğan YEL'le birlikte istifa ederler...

Fakat 12 Mart muhtırasıyla, memurluğa dönmek zorunda kalır. Ve 2 Şubat 1982 tarihinde, yüksek bir bürokrat olarak emekli olur...

Ardından Şiir yazar işte ölümüne dek, her ânında…

1982’ye geldik ya, 8 yılını daha anlatsam Usta’nın hani; 9 Ocak 1990 tarihine kadar yaşadıklarını, yarım kalmışlıklarını… Ve "Bu Cemal SÜREYA'nın hayatı" desem siz Şiir yürekli dostlarıma, ne kadar eksik kalır değil mi?

Cemal SÜREYA'nın hayatı mı dostlar?

“Kürt Cemo” derler ya adına; Cemal SÜREYA’nın hayatı da, yaşadıkları da, yarım kaldıkları da, aforizmaları da… Ne anlatsam boşuna… Başlı başına Şiir’dir Cemal SÜREYA’nın hayatı… Şiir’dir Usta’nın her ânı…

Nasıl mı? Buyrun Şiir’le kaplı gönül hâneme:

"Ay ışığında oturduk,

Bileğinden öptüm seni...

 

Sonra ayakta öptüm.

Dudağından öptüm seni...

 

Kapı aralığında öptüm.

Soluğundan öptüm seni...

 

Bahçede çocuklar vardı,

Çocuğundan öptüm seni...

 

Evime götürdüm yatağımda,

Kasığından öptüm seni...

 

Başka evlerde karşılaştık,

İliğinden öptüm seni...

 

En sonunda caddelere çıkardım,

Kaynağından öptüm seni..." dizelerini yazdıracak kadar! Bu nasıl sevme Usta?

Böyle sevmeler gibisi... Böyle dökmüş dizelere; özlemini, coşkusunu, Sevgi'sini Cemal SÜREYA… Tutkulu bir Aşk yaşadığı Tomris UYAR'a... O kadar sevmiş çünkü kavuşamamış ama bir türlü...

***

O kadar özlemiş, o kadar özlemiş ki:

“Dışarıya yağmur, yüreğime hasret, fikrime sen!

Nasıl yağıyorsunuz üçünüz birden, bir bilsen...”

O kadar işte...

136966788-2527945427503462-5818387595225433031-n.jpg

***

Gözlerini özlemiş çokça yârinin:

“Oysa ben; senin gözlerinsiz edemem, bilirsin...”

***

"Bazen diyorum ki! Ne olacak söyle gitsin… Sonra yeniden dönüyorum kendime! Söyleyince ne olacak? Sus! Bitsin..."

Böyle bir çaresizlik yaşadığı Usta'nın… Yoksa nasıl edilir bu söz? Böyle bir uçurum boşluklardan aşağıya yuvarlanılan. İnanın dostlar böyle bir köz...

***

Mızrak gibi parçalıyor dizeleri, yüreklerde derin yaralar açıyor... Hep yıkılmış SÜREYA, duyguları paramparça... Hain yüreklere inat, güvenmek istemiş aslında:

"'Seni Seviyorum'dan daha özel bir cümle var: Sana güveniyorum! Çünkü herkes herkesi sevebiliyor. Ama herkese güvenilmiyor…"

***

Yıkılmış çoğu zaman; kendini yorgun, bitkin, yılgın hissetmiş. Defalarca söylese de sevdiğini sevdiğine, belli de etse her defasında, ‘Nasıl Cemal SÜREYA Olunur'un kanıtı gibi adeta, bir türlü sevilmemiş işte:

"Daha nen olayım isterdin, onursuzunum ya senin!"

***

Bu bir; ölüm yıldönümünde, hayatı başlı başına Şiir olan Kürt Cemo'nun, Cemal SÜREYA’nın hikâyesidir dostlar...

137382470-2527945864170085-6734436745709072140-n.jpg

Şair’ler böyledir işte! Hani “Üstü Kalsın” Şiir’inde ölümünü de tarif eder ya Usta:

“Ölüyorum tanrım,

Bu da oldu işte…

 

Her ölüm erken ölümdür,

Biliyorum tanrım…

 

Ama ayrıca, aldığın şu hayat,

Fena değildir...

 

Üstü kalsın...” der hani… İşte o gün, yani 9 Ocak 1990'da aramızdan ayrıldığından beri, Can YÜCEL'in de dediği gibi:

"Aşk yok gayrı bu memlekette. Cemal SÜREYA gideli..."

Turgut UYAR, Edip CANSEVER ve Tomris UYAR ile her yıl Mart'ın 26'sında kutladıkları ''Ölmeme Günü"nü kutlayamıyorlar artık...

137030666-2527945790836759-735824249720929041-n.jpg

Oralarda bir yerlerde, sonsuzlukta, biz Şiir yürekleri izliyorlar, biz Şiir yürekleri bekliyorlar...

Kavuşmak umuduyla...

Tam da dediğin gibi Usta:

"Hayat kısa, kuşlar uçuyor..."

Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...

Son Güncellenme:

Cemal Süreya'nın en çok beğenilen ve paylaşılan şiirleri ise şu şekilde sıralanabilir:
1- Onlar İçin Minibüs Şarkısı
2- Burkulmuş Altın Hali Güneşin
3- Bir Kentin Dışarıdan Görünüşü

Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor Ne Demek, Ne Anlatıyor?

Hayat kısa kuşlar uçuyor sözü, dillere pelesenk olmuş dizelerden biridir. Bu dizede yer alan ''kuşlar'' kelimesi zamanı simgeler. Şair, hayatın ne kadar hızla geçip gittiğini ve sona erdiğini kuş imgesiyle anlatmıştır.

Bu dizenin bu kadar sevilmesinin en büyük nedeni ise çok sade ve akılda kalıcı olmasıdır.

Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor Sözü Kime Ait?

Hayat kısa kuşlar uçuyor sözü, Türkiye'nin en çok okunan şairlerinden biri olan Cemal Süreya'ya aittir. Cemal Süreya, şiir dışında mektup, hatıra ve deneme türünde eserler de kaleme almıştır.

Günlük dilimize yerleşmiş, her an aklımıza gelebilecek kadar içimize işlemiş ve hayatın içinde kalıplaşmış bir ifadeye bürünmüş bazı sözler, dizeler, deyimler vardır. Bunlardan biri de Cemal Süreya’nın dillere pelesenk olmuş “Hayat kısa kuşlar uçuyor” dizeleridir. Bugünkü bölümümüzde sizlere bu dizelerin nereden geldiğini Cemal Süreya’nın dilinden aktaracağız.

Hangimiz söylemedik bu dizeleri yahut yazmadık sağa sola çılgınlar gibi. Üstat Cemal Süreya’nın derlenmiş günlüklerinde bu dizelere değindiğini fark ettik. Çok tatlı bir hikâyesi varmış bu güzel dizelerin.

“Kırlangıcın 9 değil, 8 yıl yaşadığını bir ansiklopedide okuyunca bayağı sarsıldım ve dilimin ucuna bu iki dize geldi.” diyor ve devam ediyor üstat, “Bu hesaba göre, geçen yıl ölmüş olmam gerekir ama işin güzel bir yanı da var. Ölmedimse, kırlangıç hesabından da kurtuldum demektir.”

İşte hayat böyledir. Umulmadık anlarda gelen bilgiler ya da hisler bir çırpıda döküverir gelecekte birçok çırpıda dökülecek olan kelimeleri.

KAYNAKÇA:

Cemal Süreya, Günler, Yapı Kredi Yayınları, 2018.

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor...

İlgili

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır