apple'ın kurucusu steve jobs'ı, facebook'un kurucusu mark zuckerberg'i, amazon'un kurucusu jeff bezos'u hemen hemen herkes tanır. ancak "phil knight" adını duyanların sayısı çok azdır. oysa onun yarattığı şirket en az diğerleri kadar gündelik hayatın bir parçası haline geldi. çünkü knight, bugün spor ayakkabı tanımıyla neredeyse özdeşleşen nike markasının yaratıcısı. bugün kitlelerin aşık olduğu "swoosh" logosunun öyle zorlu bir başarı hikayesi var ki herhalde knight adı en çok bilinmeyi hak eden iş insanlarının başında geliyor. 1962 yılında babasından aldığı 50 dolar borç ve japonya'dan kaliteli, ucuz koşu ayakkabıları ithal etme hayaliyle yola çıkan knight, bugün adı asics olan koşu ayakkabılarının batı amerika distribütörlüğüyle ilk işine başladı. yaşadığı finansal zorluklar nedeniyle çoğu zaman ikinci bir iş olarak muhasebecilik yapmak zorunda kalan knight başarılı olsa da sonunda kendi markasını kurmak zorunda kaldı. bugün yıllık 30 milyar dolarlık satışı olan marka, serüvenine böylece başladı, ancak zirveye giden yolda rakiplerin entrikaları dâhil türlü zorlukla karşılaştı. markanın yaratıcısı phil knight, bir start up'dan dev bir sembole dönüşen markanın bu yolculuğunu "shoe dog -a memoir by the creator of nike" (ayakkabı kurdu- nike'ın yaratıcısının kaleminden anılar) kitabında anlattı. start up'lardan ceo'lara, kobi'lerden büyük şirket liderlerine herkes için derslerle dolu bu serüveni phil knight şöyle aktarıyor:
hayali şirketime iş aldım!
japonya'dan koşu ayakkabıları ithal etme fikri, 1962 yılında stanford business school'da bir ödev hazırlarken aklıma geldi. okulu bitirince babamı bu fikrimin çılgınca olmadığına ikna ederek ondan japonya'ya seyahat etmek için gereken parayı borç aldım. tokyo'ya vardığımda orada hâlihazırda çalışan amerikalılardan kobe şehrinde koşu ayakkabısı üreten onitsuka adında bir şirketin varlığını öğrendim. onitsuka fabrikasına geldiğimde ilk soruları hangi şirket için çalıştığım oldu. daha bir şirketim yoktu ama o anda onlara blue ribbon spor malzemeleri şirketi için çalıştığımı söyledim. bana ürettikleri ayakkabı modellerini gösterdiler ve amerika spor ayakkabı piyasası konusunda sorular sordular. bir süre daha konuştuktan sonra bir mucize oldu ve hayali şirketim blue ribbon'a abd piyasası için distribütörlük hakkını verdiler. mutluluktan uçuyordum. hemen babama onitsuka şirketine 50 dolar göndermesi için bir mektup yazdım. 24 şubat 1963'te evime döndükten sonra birçok mektup yazarak onitsuka'dan bana söz verdikleri ayakkabıları göndermelerini istedim. ancak ayakkabılar gelene kadar para kazanmam gerekiyordu. bir şirkette muhasebeci olarak işe girdim.
ilk başarı, ilk kriz
1964 yılının ilk haftasında onitsuka'dan beklediğim ayakkabılar geldi. birkaç tanesini oregon üniversitesi'nde koşu antrenörüm olan bill bowerman'a gönderdim. bowerman, ayakkabıları hafifletmenin koşucuları çok hızlandıracağına inanıyordu. benden takımı için birkaç ayakkabı almasını umut ediyordum. ama daha iyisi oldu, bowerman şirketime ortak olmak istedi. kabul ettim. şirketin yüzde 49'unu ona verdim. hemen o gün onitsuka'dan bin dolarlık ayakkabı sipariş ettim. satış stratejim basit ama bence dahiyaneydi; tüm batı kıyısındaki koşu takımlarına ulaşmak. çok da başarılı oldum, ayakkabılarım peynir ekmek gibi satıyordu. insanlar bazen bir ayakkabı satın almak için evimin önüne bile geliyordu. birkaç ay içinde tüm ayakkabıları sattım ve bankadan aldığım borçla 900 ayakkabı daha sipariş ettim. artık iyi bir ortağım, bir bankam ve çok iyi satan bir ürünüm vardı. tam o sırada ilk gerçek sorunumla karşılaştım, gelen bir mektupta onitsuka'nın tüm abd için distribütörlüğünü başka birisine verdiği yazıyordu. hemen bu konuyu görüşmek için japonya'ya gittim ve şirketin kurucusuyla konuşmam sonucunda onitsuka'nın koşu ayakkabılarını batı yakası'nda satma hakkımı korudum.
rakip takıntısı ve yeni ürün
1965 yılının başında stanford'dan arkadaşım jeff johnson'ı ilk elemanım olarak işe aldım. jeff bir koşu delisiydi. bu arada bankacılarım bana kızmıştı. özsermayem olmadan bu kadar büyümemden hoşnut değildiler (satışlarım bir yılda yüzde 100 artmıştı). en sonunda bankacılarımın dediklerini kabul etmek zorunda kaldım. borcumu satışlarımı bitirdikten sonra hemen ödüyordum. onitsuka'nın siparişlerimi geç göndermesi de işlerime yardımcı olmuyordu. bu zorluklar yüzünden price waterhouse'da tam zamanlı muhasebeci olarak işe başladım. bu esnada ortağım bowerman, onitsuka'ya ayağı destekleyen yeni ayakkabı dizaynları göndermeye başladı. amerikalı tüketicilere yönelik bu dizaynlar sayesinde işlerimiz daha da açıldı. tarih 1966'yı gösterdiğinde onitsuka'yla olan kontratımın sonu yaklaşıyordu. eylül ayında ilk perakende dükkânımızı açtık. tam bu zamanlarda abd'deki rakibimiz de tekrar ortaya çıktı. bu sorunu kökünden çözmek için tekrar japonya'ya gitmeye karar verdim. onitsuka'nın ihracat müdürü bay kitami bana onitsuka'nın abd'nin doğu yakasında da ofisi olan bir distribütör aradığını söyledi. ben de buna karşılık onlara doğuda bir ofisimiz olduğu yalanını söyledim. bunun karşılığında bana üç yıllık bir distribütörlük anlaşması önerdiler. hemen doğuda bir merkez kurma işi için jeff johnson'ı görevlendirdim. bu sırada bowerman yeni ayakkabılar dizayn etmeye devam ediyordu. böylece meşhur onitsuka cortez doğdu. gittikçe daha fazla piyasanın on yıllardır hâkimi olan adidas'a kafayı takıyordum. bowerman'ın yarattığı cortez modeli sayesinde yılı 84 bin dolar satışla kapattık.
umut ve umutsuzluk
1968'de haftanın 6 gününü price waterhouse'da, geceleri ve hafta sonlarını da blue ribbon'da geçiriyordum. hala tam zamanlı bir ceo'ya maaş verecek durumda değildim. ben de bir orta yol buldum; portland state üniversitesi'nde muhasebe hocalığı. böylece hem faturalarımı ödeyebilecek hem de şirketime daha çok zaman ayırabilecektim. iyi giden satışlar sayesinde çoğu eski koşucu olan birçok satış elemanı işe almıştım. 1968'i 150 bin dolar satışla kapatmıştık ve 1969'da da 300 bine doğru hızla gidiyorduk.
artık tamamen blue ribbon'a odaklanmaya karar verdim. kitami ve bay onitsuka 1968'de abd'ye geldiler. onlara portland'daki ofisimizi gezdirirken etkilenmediklerini gözlerinden okuyabiliyordum. yılbaşında onitsuka'yla yeni bir anlaşma yapmam gerekiyordu. ben 5 yıllık bir anlaşma istedim ama 3 yıl alabildim. bu esnada onitsuka'nın gönderdiği mallar geç gelmeye devam ediyordu. talep vardı ama elimizde hiçbir zaman yeterli mal olmuyordu. mal olduğu zaman da hep para sıkıntısı çekiyorduk.
yeni modeller ve bağımsızlık
onitsuka'ya alternatif olarak nike markasını yaratmıştık ama nike için meksika'daki tedarikçimizden gelen ayakkabılar berbattı. insanların ayağında dağılıyordu. yeni bir fabrika bulmamız gerekiyordu. nissho bize yardımcı olabileceğini söyledi. onların bağlantıları sayesinde gittiğimiz fabrikalardan birinde toplantıda şirket yetkililerine istediğim modeli tarif ettim; nike cortez. öğleden sonra ayakkabı üretilmiş olarak önümde duruyordu. onlardan birkaç örnek istedim. böylece tenis ayakkabılarımız nike wimbledon ve nike forest hill, basketbol ayakkabılarımız nike blazer ve bruin ve koşu ayakkabılarımız nike cortez, nike marathon, nike boston, nike finland ve nike obori doğdu. tüm geleceğimiz 1972'de chicago'da gerçekleşecek ulusal spor malzemeleri fuarı'ndaki başarımıza bağlıydı. fuarın ilk günü çok zor geçti. ürünlerimiz beklediğimizden daha düşük kalitedeydi. ayrıca burada satış yapmamız gereken insanlar bizim gibi koşucular değil, satış elemanlarıydı. ama hem ismimizi hem de logomuzu çok sevdiler ve çok sayıda sipariş aldık. fuardan iki hafta sonra kitami beni aradı ve "nedir bu nike işi" diye çıkıştı. ona "bizi aradan çıkarmaya çalıştığınız için böyle bir yan proje yarattık" diye cevap verdim. kitami bizi aramızdaki anlaşmayı bozmakla ve bize dava açmakla tehdit etti. biz de onu onitsuka'ya dava açmakla tehdit ettik. böylece aramızdaki anlaşma sona erdi. ekibi bir araya toplayıp bunun bizim için bir şans olduğunu ve kendi kanatlarımızla uçma zamanımızın geldiğini söyledim.
ilk nıke sporcuları
bu toplantıdan az zaman sonra ilk atletimizle anlaştık: steve prefontaine, pre. pre, koşmuyor, adeta şov yapıyordu. pre'den sonra da ilk etsüperstar atletimiz olan tenisçi ılie nastase'yle 10 bin dolara anlaştık. yıl ortalarında ise onitsuka'nın bize japonya'da bir dava açtığını öğrendik. biz de kendilerine abd'de bir dava açtık. parasız olduğumuz için avukat kuzenim houser'ı bedava yardım etmesi konusunda ikna etmiştim. dava konusunda endişelenmek dışında sadece satış rakamlarımızla ilgileniyordum. 1973'te sanki herkes delirmiş gibi bir koşu ayakkabısı almak istiyordu ama bu talebi karşılayacak arzı yaratmak imkânsız gibiydi. tek çare büyük stok riskleri almaktı ki bunu yapacak mali gücümüz yoktu. sonra aklıma bir fikir geldi. en büyük müşterilerimiz olan perakende mağazalarına gittim ve eğer bize 6 aylık büyük siparişler verirlerse onlara yüzde 7'lik büyük bir indirim vermeyi teklif ettim. önceleri istemediler ama yeni çekici modellerimizi piyasaya sürünce pazarlık şansımız arttı. en sonunda birkaç müşteri bu şekilde çalışmayı kabul etti.
ve zafer geliyor
14 nisan 1974'te davamızın ilk duruşması görüldü. duruşmadan hemen önce onitsuka'ya son bir teklif yaptık, eğer bize 800 bin dolar ödeyip japonya'daki davayı geri çekerlerse biz de bu davayı geri çekecektik. ama kabul etmediler, canları savaşmak istiyordu. çok zor bir duruşma süreci oldu ama kazandık. bir hafta sonra da onitsuka'yla 400 bin dolarlık bir tazminat için anlaştık. kazandığımız parayla bankalara olan borcumuzu azalttık. zaferimizi kutlamak için sadece iki haftamız oldu, sonrasında yeni bir tehdit ufukta belirdi; japon yeni. dolar/yen paritesi 1972'ye kadar sabitti ama başkan nixon, yen'in olması gerekenden daha az değerli olduğunu, bunun da abd'li üreticileri zora soktuğunu düşünüyordu. bu nedenle pariteyi serbest bıraktı. bir yandan da japonya'da işçilik maliyetleri de artıyordu. bu nedenle üretim için başka yerler aramaya başladık. sonunda ara mamulü porto riko'dan alıp son ürünü abd'de new england'da bir fabrikada üretmeye karar verdik. öte yandan satışlar harika gidiyordu, 8 milyon dolara gelmiştik.
sony'den de büyük
krizleri arkamızda bıraktığımıza göre artık nasıl bir şirket yaratmak istediğimi düşünebilirdim. o günün apple'ı sony idi. sony, kârlı, yenilikçi ve verimliydi. soran olursa sony gibi olmak istediğimi söylüyordum. ama içimden hala daha büyük olmayı umuyordum. nissho ile iyi bir ilişkimiz vardı, bize milyonlarca dolar borç veriyorlardı. ama daha fazla büyümek için daha çok paraya ihtiyacımız vardı. yöneticilerimle konuştuğumda ortaya tekrar tekrar gelen fikir ise halka açılmaktı. ben ise bu fikre tamamen karşıydım. bu sırada abd doları da özellikle japon yeni karşısında değer kaybetmeye devam ediyordu. yeni tedarikçiler bulmuş olsak da üretimimizin çoğu japonya'da gerçekleşiyordu. arzda belimizi bükebilecek bir sıkıntı an meselesiydi. o sırada bowerman'ın dizayn ettiği waffle trainer modeline talep o kadar fazlaydı ki insanların bir gün bu ayakkabıları spor dışında işe, alışverişe, gezmeye bile giyebileceklerini hayal ediyordum. bu nedenle kot pantolonlarla daha iyi uyacağını düşündüğüm mavi rengini sipariş ettim. satışlar inanılmazdı. nike ise bir markadan çok daha fazlası olmaya başladı. blue ribbon'ın artık görevini tamamladığını düşündük ve şirketin adını nike olarak tescil ettirdik. 1976'da tayvan'da üretime başladık.
nıke adıdas'ın canına okuyor
1976 olimpik seçmelerinde nike'ın şansı döndü. eşim penny'le beraber seçmelerin yapılacağı eugene şehrine gittik. neredeyse her atletin ayağında nike vardı. orta mesafe seçmeler yapıldı ve ilk üçteki tüm koşucuların ayağında nike vardı. bu böyle devam etti, neredeyse kazanan tüm atletlerin ayağında nike vardı. seçmeler devam ederken birinin şöyle seslendiğini duydum, "vay be, nike harbiden adidas'ın canını okuyor". 1976 mali yılının sonunda satışlarımız gene iki katına çıkmış, 14 milyon dolar olmuştu. yine de nakit sıkıntımız devam ediyordu. tekrar halka açılmayı değerlendirdik. gelen kaynakla fabrikalar açabilir, türlü insan kaynakları elde edebilirdik. ancak halka açılmamaya karar verdik çünkü bu bizi kurumsallaştıracak ve kültürümüzü yok edecekti. bu konuyu yılda iki kez yaptığımız şirket dışı yönetici toplantısında tekrar değerlendirmeye karar verdik. bu toplantılarımız hiç milyon dolarlık şirketlerin yaptıklarına benzemiyordu. herkesin birbirine bağırıp çağırdığı, normalde yüz yüze görüşemeyen yöneticilerin birbirleriyle rahatça iletişime geçtiği toplantılardı. her günü de yakındaki barda zilzurna sarhoş olarak bitiriyorduk.
saldırı zamanı geldi!
bütün bu bilinmezlik içinde ihtiyacımız olan morali 1978'in sonlarına doğru tailwind adlı modelimizde bulduk. new england'da dizayn edilmiş ve japonya'da üretilmiş olan tailwind içinde hava içeren ilk modelimizdi. parlak kırmızı renklerde üretilmişti ve göz alıcıydı. bu esnada başkentte lobi yapması için tuttuğumuz avukatın washington macerası çok iyi gitmiyordu. neredeyse her gün washington'a gitmeye başladım. politikacılarla, lobicilerle, bürokratlarla, yardımcı olabileceğini düşündüğüm herkesle görüşüyordum. 1979 yazında bir oregon senatörü olan mark o. hatfield bize yardım konusunda açık çek verince rahatladım. 1980'deki ilk yönetici toplantımızda saldırıya geçmemiz gerektiğine karar verdik. önce line diye ucuz bir ayakkabıyı abd'de ürettik. artık gümrük memurları bu ayakkabıyı da rakiplerimiz için emsal olarak kullanmak zorundaydı. ayrıca oregon'lu küçük bir şirketin abd hükümetiyle kavgasını anlatan bir reklam çektik. ondan sonra da rakiplerimizin aleyhine 25 milyon dolarlık bir anti tröst davası açtık. rakiplerimiz de devlet de bizimle anlaşmaya can atıyordu. sonunda 25 milyon dolarlık ceza için 9 milyon dolarda anlaştık. halka açılma fikri yeniden ortaya geldi. yönetimi kaybetmek istemiyordum. 2 tur hisse çıkarmak ve bunların sadece birine yönetimde söz hakkı vermek mümkündü. böylece halka açılmaya karar verdik.
40 yılın sonunda nereye varmıştık?
yaz başında çin hükümetinden bir mektup aldık. ülkeyi ziyaret etmemizi istiyorlardı. 12 gün boyunca çin'i gezdik. gezdiğimiz ayakkabı fabrikaları berbat haldeydi. ülkeden ayrılmadan çin spor bakanlığı'yla bir anlaşma imzaladık. ayrıca iki çin şirketiyle üretim anlaşması yaptık. böylece önümüzdeki 25 yıl boyunca çin'de iş yapacak tek amerikalı ayakkabı şirketi olmayı başardık. amerika'ya geri döndüğümüzde dinlenmeye vakit olmadı. halka arzı kimin yöneteceğine karar vermemiz lazımdı. sonunda kuhn & loeb yatırım bankasında karar kıldık. yaz sonuna doğru hazırlıklar bitti. 50 milyon hisse çıkaracak ve bunun 30 milyonunu halka satacaktık. halka arz tanıtımı için 12 şehri 7 günde gezmek üzere tekrar yola çıktık. onlara nike'ın, bowerman'ın, geçirdiğimiz zamanların hikâyesini anlattım. en sonunda 2 aralık 1980'de çok başarılı bir halka arz gerçekleştirdik. 2007'de 40 yıl sonra nike'ın ceo'luğunu bıraktım. ben bıraktığımda satışlarımız 16 milyar dolardı, adidas'inki ise 10 milyar dolar. artık ayakkabılarımız ve giysilerimiz tüm dünyada 5 bin mağazada satılıyor ve 10 bin çalışanımız var. yönetim kurulu başkanı olarak çoğu gün yine de işe gidiyorum. merkezimizde beraber çalıştığımız süper sporcuların, jordan'ın, kobe'nin, tiger'in büyük fotoğrafları asılı. orada kendimi 24 yaşında ziyaret ettiğim atina'daki panteon'da gibi hissediyorum.
"ya büyü ya da öl"
"önce nissho'ya olan borcunu öde." 1975 yılına geldiğimizde her sabah kendime tekrarladığım cümle buydu. bankada da nissho'da da 1'er milyon dolar kredimiz vardı. ama nissho bir yana herhangi bir ödeme yapmakta bile zorlanıyorduk. çok hızlı büyüyorduk ve varlığımızın çoğu stoklarımızdaydı ve bunda benim de suçum vardı elbette. ya büyüyeceksin ya da öleceksin, inandığım şey buydu. eğer talebin 5 olduğuna inanıyorsan siparişini neden 3'ten 2'ye indireceksin ki? bu nedenle de tüm borçlarımızı devamlı son dakikada ödüyorduk. 1975 ilkbaharında ise nissho'ya ödememiz gereken 1 milyon dolardan 75 bin dolar kadar az paramız vardı. 4 dükkanımızın banka hesaplarındaki tüm parayı istedim. ayrıca fabrikadakileri de. ve nissho'ya olan borcumuzu ödemeyi başardık. bundan iki gün sonra new england'daki fabrikayı işçiler bastı. maaş çekleri karşılıksız çıkmıştı. bir tedarikçimizden 5 bin dolar borç aldık ve işçilerimizin parasını elden verdik. ancak tüm bu olanlardan sonra bir kez daha bankamızdan kovulduk. ben de yardım için nissho'ya gittim. uzun ve acılı bir denetimin sonunda bankaya borçlarımızın tamamını ödediler.
nıke markası nasıl doğdu?
sıkıntılı günler
1970 yazında japonya'nın 6'ncı büyük ticari şirketi olan nissho ıwai ile bir toplantı yaptım. beni fonlayabileceklerini söylediler. ancak 1971'de bizi ziyarete gelen kitami bana blue ribbon'ın performansından memnun olmadığını ve onitsuka'nın şirketimin yüzde 51'ini satın almak istediğini söyledi. kabul etmezsem de başka bir distribütör bulacaklarını ekledi. geziden hemen sonra bankam da artık benimle çalışmak istemediğini, çok riskli olduğumu bildirdi.
yeniden doğuş
yoktan var ettiğim ve 1,3 milyon dolarlık ciroya ulaştırdığım şirketim ölüm döşeğindeydi. ben de tekrar nissho ıwai ile görüştüm ve bana borç vermeye ikna ettim. bir an önce onitsuka'ya alternatif bir tedarikçi bulmam gerekiyordu. meksika'daki bir spor ayakkabı üreticisiyle bağlantıya geçtim ve onlarla bir tedarik anlaşması imzaladım. yeni ürüne bir logo bulmamız gerekiyordu. portland state üniversitesi'nde tanıştığım bir tasarımcıya, hareketi simgeleyen bir logo çizmesini söyledim.
kuşun kanadı
bir kuşun kanadına veya bir hava esintisine benzeyen bir logoda karar kıldık. efsanevi nike logosu "swoosh" böyle doğdu. ardından isim bulmak gerekti. ben "dimension 6" ismini istiyordum. bir başkası da "falcon". o sırada jeff johnson bana rüyasında bir isim bulduğunu söyledi; "nike". bu yunan savaş tanrıçasının ismiydi. ben hala "dimension 6"da ısrar ediyordum ama benden başka herkes bu isimden nefret ediyordu. sonunda nike'da karar kıldık.
dünyadaki en yaygın kan grubunun 0 pozitif olması. bizim ülkemizde ve avrupa'nın çoğunda en yaygın kan grubunun a + ama buranın dışındaki ülkelerin neredeyse hepsinde en yaygın kan grubu 0 +.
dünya'da durum
lisede biyoloji derslerinde öğrendiğimiz üzere 0 alleli çekinik ve a, b allelleri ile eşleştiğinde dominant kan grubu olamıyor. bu nedenle birçoğumuz 0 allelini taşısak bile bu durum kan grubumuza yansımıyor fakat yeni nesillere aktarmaya devam ediyoruz. peki nasıl oluyor da çekinik olmasına rağmen 0 kan grubu dünya genelinde ve birçok ülkede en yaygın ve diğerlerinde de ikinci sırada yer alabiliyor? bunun nedeni olarak a ve b allellerinin daha "yeni"* bir mutasyon olması ve henüz atalarımızdan gelen 0 gibi yayılamaması gösteriliyor. bu a, b ve 0 allelerinin dağılımı da şu şekilde:
0 kan grubu haritası
a alleli haritası
b alleli haritası
bu durumdan hindistan'da geldiği bölgede en yaygın kan grubu b + olan ve amerika'ya geldiğinde farklı bir kan grubunun en yaygın olduğunu öğrenince şaşıran iş arkadaşım sayesinde haberdar oldum.
mutlu olmak için kimseye ihtiyacınızın olmaması gerçeği.
yüksük otu ve modern tıp.
18. yy'ın ikinci yarısına gelinmesine rağmen hastalıklar hala kocakarı ilaçlarıyla, büyüyle, falla tedavi edilmektedir. londra'da kendilerine doktor diyen seyyar satıcılar; rastgele bitki ve böcek karışımlarından yapılma hapları satmaktadır.
anlatılanlara göre ingiltere'de kalp rahatsızlığı çeken, ödemden vücudu şişen, çok yakında ölecek olan bir adam; çingene bir kadının otları kaynatıp yaptığı ilaçla düzelmeye başlamıştır.
botanik, kimya, jeoloji gibi alanlarla da ilgilenen bir doktordur olan william withering (1741-1799) olayı duyar ve peşine düşmeye karar verir. çingenelerin köylerine gider, orada yaşlılarla konuşur. çeşitli karışımları öğrenir. kendisinin yazdıklarına göre karışımlardaki 20 kadar farklı şeyden en dikkat çekicisi yüksük otudur. bir başka hikayeye göre withering, shropshirelı bir kadından, ayaktaki ödemi gideren ve aile sırrı olan bir bitki çayının tarifini alır. yine bu çay tarifinde de etken madde yüksük otudur.
withering yüksük otuyla çalışmalara başlar. aslında bu ot çok eski zamanlardan beri çeşitli tedavilerde(!) kullanılmaktadır (hatta genel kabul gören anlatıya göre, van gogh'un epilepsi tedavisinde kullanılan bu ilaç sarı renge karşı hassasiyet yaratmaktadır ve van gogh'un sarı renge olan ilgisi buradan gelmektedir). ne var ki modern olmayan zamanlarda bu işlerin bir standartı yoktur. aynı zamanda yüksek derecede zehirli olan ve yanlış dozda ölümcül olan bu ot rastgele ya da büyüklerden duyulan dozlarda, başka başka bitkilerle karıştırılarak kullanılmaktadır. doktorumuzun yaptığı devrim burada başlar. withering otla yıllarca kontrollü deneyler yapar. bitkinin en etkili kısmı olan yapraklarını kullanır. otu; nefes darlığı ve kalp rahatsızlığı yaşayan bir kadında kontrollü olarak dener. otlu çayı içen kadın daha rahat nefes almaya başlar. daha sık tuvalete çıkar ve ödemlerden kurtulur. yaklaşık 10 gün süren tedaviden sonra iyileşen kadınının iştahı bile açışmıştır.
william withering yaklaşık 10 yıl bu otla çalışır. yaptığı gözlem, kontrollü deney, tuttuğu kayıtlar ve yazdığı kitaplar modern tıbbın doğuşunda önemli bir rol oynar. yüksük otu ve yapraklarından elde edilen digitalis bugün bile tıpta, kalp rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılmaktadır.
kaynak: da vinci learning, sanayi devrimi ne işe yaradı belgesel serisi; bölüm 4/ungo.com.tr
retinoidlerin dermatoloji doktorlarının vazgeçilmezi olduğu gerçeği.
e104 kodu yani kinolin sarısı yani cı 47005
sizleri "yasal" bir zehirle tanıştırayım.
kendisi kinolin sarısı,kunolin sarısı, gıda sarı 13, cı 47005 gibi isim ve kodlarla bilinir.
amacı adından da anlaşılacağı üzere renklendirmektir.
bu arkadaş birçok ülkede yasaklanmıştır. ülkemizde de ne hikmetse meyve sularında yasaklanmış olup aromalı içeceklerde serbest bırakılmıştır.
sentetiktir. yani hiçbir bitki ya da hayvandan üretilmemektedir. kabaca birkaç katkı maddesinin bir araya gelmesiyle oluştuğunu söyleyebiliriz.
çocuklarda hiperaktiviteye, yetişkinlerde astım,kurdeşen,deri dökülmeleri, kontakt dermatit denilen deri iltihaplarına yol açıyor.
bu kod satın aldığımız bazı ürünlerin üzerinde yer almaktaymış. sağlığımız için dikkat etmekte fayda var.
kinolin sarısı nelerin içinde var peki ?!
- hazır paket aromalı içecekler ( limonata,mandalina,portakal suları gibi sarı renkteki içeceklerin içinde )
- ruj ve saç bakım ürünleri,bazı kolonyalar
- sporcu içecekleri,enerji içecekleri,alkol bulunmayan içecekler
- şekerli renkli atıştırmalıklar
- bazı ilaçlar ( efermag,tribeksol gibi )
edit : imla, harf hataları
bütün kadim kültürler tuhaf biçimde levha tektoniği üzerinde kurulmuştur. bugün dünyadaki bütün büyük şehirler tektonik fayların üstündedir. inanmıyorsanız bakın! bu tesadüf olamaz, eee ufkumuz nasıl genişleyecek, valla ben de bilmiyorum ama bu bile benim dar ufkumu açtı sanki
sokak köpeklerinden korunma yöntemleri.
öncelikle şunu söylemek istiyorum, kuduz harici ısıran köpekler genellikle sokak köpekleri değildir. bu köpekler, sahipli ya da sahipleri tarafından terk edilmiş hayvanlardır. ama yine de ne olacağı belli olmaz deyip işimizi garantiye alalım. *
1. kararlı duruş.
korkmadan kendinize güverek durun, korkunuza engel olamıyorsanız korkmamış gibi davranın. evet bu herkesin söylediği bir yöntemdir. ama gerçekten işe yarıyor, köpekler korkan kişileri kolayca anlayabilir. ve o kişiler korktukça daha da üzerine gider. *
2. yokuş.
köpeklerin ön ayaklarındaki kasları zayıf olduğu için, yokuş çıkmakta oldukça başarısızlardır. peşinize takılan bir köpek varsa son çare çevrenizdeki yokuşlara doğru yönelmek olabilir. *
3. hareketli cisimler.
genellikle hareketli cisimleri takip etme eğilimindedirler. duran cisimler ilgilerini fazla çekmez. köpeklerin hareket eden arabaların peşinden koşup havladığını çok görmüşsünüzdür. peki duran arabaya havladığını hiç gördünüz mü.*
4. alan işgali.
köpeklerin size koşup havlamasının en büyük nedeni, onun alanını işgal etmiş olmanızdır. burada iki yol var, ya onun alanını yavaşça kararlı adımlarla terk edersiniz. ya da sabit durup korkmadığınızı gösterirsiniz. polemiğe terk etmek daha iyidir.*
4. köpek kovucu cizhazlar.
bu aletlerin çalışma mantığı, insan kulağının duyamayacağı ses dalgaların yaymasıdır. köpekler bunları duyar ve rahatsız olur. bu aletlerin kısmen işe yaradığı doğrudur, ama bunlara güvenerek iş yapılması pek mantıklı değildir. *
5. şemsiye.
size doğru koşan bir köpeğe, şemsiyenizi tutup açabilirsiniz. şemsiyenin açılmasından gerçekten korkuyorlar.*
6. dostane tavır.
köpek size yaklaşırken "ıslık" çalıp uzaktan elinizi dostane bir şekilde uzatabilirsiniz. bu hareketiniz köpeğin biraz rahatlamasına sebep olacaktır. kedilerin pisi pisi sesine kodlandığı gibi, köpeklerde ıslık sesine kodlanmıştır.*
7. bisiklet.
eğer bisikletiniz ile giderken, bir köpek sizi rahatsız etmeye başlamışsa, bisikletten inin ve harket etmeden bisikletinizi siper olarak kullanın.*
8. komut.
sahiplenip terk edilmiş köpekler, komutlara karşı duyarlı olabiliyor. çoğu köpekte işe yaramayacaktır ama yine de şansınızı denemekte fayda var. köpek yakınlaşmadan, köpeğe "dur". " hayır". komutlarını verebilirsiniz. tepki vermediği durumda ise diğer yöntemlere başvurun.*
şimdi gelelim kesinlikle yapmamanız gereken şeylere
biber gazı.
o telaş anıyla genellikle biber gazının yönünü doğru ayarlayamazsınız, kendinizinde etkilenme ihtimali yüksektir. bir de ıskaladığınızı düşünelim, kısmi etkilenen köpek ve canı yanan köpek bu davranışa karşılık vermek isteyebilir. aynı zamanda köpeklerin sayısı birden fazlaysa, kesinlikle kafanızda biber gazını silin.*
göz teması.
köpeklerin doğrudan gözüne bakıp ve diş göstermek pek doğru bir hareket değildir. bu onlar için meydan okumak anlamına geliyor. genellikle gözlerin içine bakmayıp ve ağzınızı kapalı tutmakta fayda var. *
etrafta yüksek bir yer ve korunacağınız bir yer yoksa boşu boşuna kendinizi yorarsınız. köpeğin amacı saldırmak olsa emin olun koşarak kesinlikle kurtulamazsınız.
okşamak.
tanımadığınız bir köpeği okşamayın, dost tavırlar sergilese bile bazı köpekler okşanmaktan hoşlanmaz.*
bu verdiğim yöntemlerin hepsi" sokak köpekleri" için geçerlidir, eğitimli köpekler üzerinde kesinlikle işe yaramaz. devlet ve otorite "başıboş köpekler" sorununa çare bulana kadar bu yöntemleri kullanmakta fayda var.
kaynak
zihnini boşalt.
formsuz ol
şekilsiz
su gibi
suyu bir bardağa koyarsan
su bardak olur
suyu bir şişeye koyarsan
su şişe olur
bir çaydanlığa koyarsan da
çaydanlık olur
su akabilir
ya da parçalayabilir
be water my friend ;)
-bruce lee
dün icra edilen mevlid kandili vesilesi ile bir kez daha sevgi, saygı ve rahmet ile andığımız süleyman çelebi'nin büyük eseri vesiletü'n-necat*hakkında bilinmesi gereken birkaç husus paylaşalım.
süleyman çelebi yazdığı bu esere vesiletü'n-necat adını vermesine rağmen halk arasında mevlid ismi ile meşhur olmuştur.
süleyman çelebi, derin bir peygamber sevgisiyle yazdığı bu eseri ile devrinde devlet ve toplum düzeninin karışmasına sebep olan bâtınîlik gibi bozuk inançlara da karşı çıkmış ve milletin inanç birliğinin korunması hususunda üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmiştir.
mevlid, “doğmak”, doğum zamanı” ve “doğum yeri” anlamları olan bir kelimedir. ancak zamanla peygamberi doğum gününde anmak ve kutlamak için yazılan eserlerin genel adı olmuştur.
süleyman çelebi, eserini yazarken aşık paşa’nın garipnamesinden, erzurumlu mustafa darir’in siyer-i nebisinden ve ahmedi’nin mevlid’inden yararlanmıştır.
mesnevi nazım şeklinde yazılan mevlid’de kimi mesnevilerde görüldüğü gibi yer yer kaside ve gazel tarzında yazılmış şiirler de vardır. ancak vesîletü’n-necât’ta dikkat çeken bir husus hemen her bahrin sonunda tekrarlanan vasıta beyitlerinin bulunmasıdır. tercî-i bendlere ait olan bu özelliğin mesnevide görülmesi dikkat çekici bir durumdur ve bu süleyman çelebi’nin eserine ait bir özelliktir.
süleyman çelebi, eserini fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezniyle yazmıştır.
anlaşılır ve açık bir dil kullanan süleyman çelebi, eserini eski anadolu türkçesi ile yazmıştır. arapça ve farsça tamlamalara pek az yer veren, sıcak ve sade dil ile içinden geldiği şekilde söyleyen şair, samimiyetini yansıttığı bir eser ortaya koymuştur. vesîletü’n-necât okunduğu zaman kolaylıkla söylenebilir gibi bir düşünceye yol açan ancak hiç de kolay olmayan bir “sehl-i mümteni” örneğidir.
baştan sona peygamber’in hayatının anlatıldığı bir eser olan mevlid, 9 bölümden oluşur:
1 - tevhid-münacat ve kitabın yazılış sebebi
2 - alemin yaratılmasının sebebi
3 - muhammed nurunun yaratılması ve adem’den başlayarak peygamber’in alnında karar kılması
4 - veladet
5 - peygamberin mucizeleri
6 - miraç
7 - peygamber’in vasıfları ve peygamber’in tebliğ vazifesini yerine getirmesi
8 - peygamber’in vefatı
9 - kitabın sonu
mevlid’in en uzun kısmı, 145 beyitten oluşan “velâdet bölümü”dür. mevlid okuyan kimselere “mevlid-hân” denilmiştir.
-----mevlid-----
mefhar – i mevcudât, hazret-i fahr-i alem
muhammed mustafâ râ salevât
allâh adın zikredelim evvela
vacib oldu cümle işte her kula
allâh adın her kim ol evvel anâ
her işi âsan eder allâh anâ
allâh adı olsa her işin önü
hergiz ebter olmaya anın sonu
bir kez allâh dese şevkile lisan
dökülür cümle günah misli hazan
ism-i pâkin pâk olur zikreyleyen
her murada erişir allâh diyen
aşk ile gel imdi allâh diyelim
dert ile göz yaş ile ah edelim
ola kim rahmet kıla ol padişah
ol kerimü ol rahimü ol ilâh
birdir ol birliğine şek yokdürür
gerçi yanlış söyleyenler çok dürür
cümle alem yok iken ol var idi
yaradılmıştan gani cebbâr idi
var iken ol yok idi ins-ü melek
arşü ferşü ayü güm hem nüh felek
sün ile bunları, ol var eyledi
birliğine cümle ikrar eyledi
kudretin izhâr edüp hem ol celil
birliğine bunları kıldu delil
‘ol! ‘ dedi bir kere var oldu cihan
‘olma! ‘ derse, mahv olur ol dem hemân
haşre dek ger denilirse bu kelâm
nice haşr ola, bu olmaya temâm
pes muhammeddir bu varlığa sebeb
sıdk ile ânın rızasına kıl taleb
ey azizler işte başlarız söze
bir vasiyet kılarız illa size
ol vasiyyet kim derim hem tuta
mis gibi kokusu canlarda tüte
hakk teala rahmet eyleye anâ
kim beni ol bir dua ile anâ
her kim diler bu duada buluna
fatiha ihsan ede ben kuluna
(mevlid-i şerif-in müellifi merhum süleyman süleyman çelebi hazretleri´nin ruhu için ve bu satırları okuyan, dinleyen, okumasına sebep olanlardan yaşayanların ruhu makamlarına, ahirete göçmüş olanlarının da ruhlarına el-fatiha.)
-----hak teala bahri-----
hak teala çün yaratdı ademi
kıldı ademle müzeyyen alemi
ademe kıldı feriştehler sücud
hem anâ çok kıldı ol lûtf issi cûd
mustafa nurunu alnından kodu
‘bil habibim nurudur bû nur dedi’
kıldı o nur anın alnında karar
kaldı anın ile nice ruzigâr
sonra havva alnına nakletdi bil
durdu anda dahi nice ayü yıl
şit doğdu anâ nakletti bu nur
anın alnında tecelli kıldı nur
erdi ibrahimi ismaile hem
söz uzanûr eğer kalanın der isem
işbu resm ile müselsel muttasıl
ta olunca mustafa´ya müntekil
geldi çün ol rahmeten lil´alemin
vardı nur anda karar etti hemin
‘ger dilersiz, bulasız oddan necât
aşk ile, derd ile edin essalat’
-----viladet bahri-----
şefiul´usati fi yevmil´arasat,
hazreti-i ahmedü mahmudû muhammed mustafa râ sâlevat
amine hatun muhammed annesi
ol sadeften doğdu ol dür danesi
çünki abdullah´dan oldu hâmile
vakt erişdi hefte vü eyyam ile
hem muhammed gelmesi oldu yakîn
çok alametler belirdi gelmedin
ol rebiul evvel ayı nicesi
on ikinci gice isneyn gecesi
ol gice kim doğdu ol hayrûl beşer
anesi anda neler gördü neler
dedi gördüm ol habibin ânesi
bir acep nur kim güneş pervanesi
berk urup çıktı evimden nagehan
göklere dek nur ile doldu cihan
gökler açıldı ve feth oldu zulem
üç melek gördüm elinde üç alem
biri meşrık biri mağribde anın
biri damında dikildi kâ´benin
bildim anlardan kim ol halkın yeği
kim yakin oldu cihana gelmeği
bildim anlardan ki ol halkın beyi
kim yakın oldu cihanâ gelmeyi
indiler gökten melekler saf ü saf
kabe gibi kıldılar evim tavaf
hem hava üzre döşendi bir döşek
adı sündüs, döşeyen anı melek
çün göründü bana bu işler ayân
hayret içre kalmış idim ben hemân
yarılıp çıktı divardan nagehan
geldi üç huri banâ oldu ayan
bazıları derler ki ol üç dilberin
asiye´ydi biri ol meh-peykerin
biri meryem hatun idi aşikâr
birisi hem hûrilerden bir nigâr
geldiler lutf ile ol üç mehcebin
verdiler bana selam ol dem hemin
çevre yanıma gelip oturdular
mustafayı birbirine muştular
üç alem dahi dikildi üç yere
her birisin edeyim nerden nere
dediler oğlun gibi hiç bir oğul
yaradılalı cihan gelmiş değil
bu senin oğlun gibi kadri cemil
bir anâya vermemiştir ol celil
ulu devlet buldun ey dildare sen
doğuserdir senden ol hulki hasen
bu gelen ilm-i ledün sultanıdır
bu gelen tehvid-i irfan kânıdır
bu gelen aşkina devreyler felek
yüzüne müştakdürür ins ü melek
bu gice ol gicedir kim, ol şerif
nur ile alemleri eyler latif
bu gice şâdân olur erbâb- dil
bu giceye can verir eshab-ı dil
rahmeten lil´alemindir mustafa
hem şefiu´l-muznibindir mustafa
vasfını bu resme tertib etdiler
ol mübarek nuru tergib ettiler
amine eder çü vakt oldu tamam
kim vücuda gele ol hayrül enam
susadım gayet hararetten kati
sundular bir cam dolusu şerbeti
şerbeti karşımda tutdu hûriler
bunu sana verdi allah dediler
kardan ak idi ve hem soğuk idi
lezzeti dahi şekerde yok idi
içtim anı oldu cismim nura gark
edemedim kendimi nurdan fark
geldi bir ak kuş kanâdiyle revan
arkamı sıvadı kuvvetle heman
doğdu ol saatte ol sultan-ı din
nura gark oldu semavat ü zemin
sallü aleyhi sellimü teslima
hatta tenali cennetten ve naima
essalatü vesselamü aleyke ya resulallah
esselatü vesselamü aleyke ya habiballah
essalatü vesselamü aleyke
ya seyyidel-evveline velâhirin.
-----merhaba bahri-----
yaradılmış cümle oldu şadüman
gam gidip alem yeniden buldu can
cümle zerrat-i cihan edip seda
çağrışuben dediler kim merhaba
merhaba ey âl-i sultan merhaba
merhaba ey kan-i irfan merhaba
merhaba ey sırr-ı fürkan merhaba
merhaba ey derde dermân merhaba
merhaba ey bülbül-i bağ-ı cemâl
merhaba ey derde derman merhaba
merhaba ey mah-ü hürşid-i hüda
merhaba ey hakk´dan olmayan cüdâ
merhaba ey asi ümmet melcei
merhaba ey çaresizler eşfai
merhaba ey can-ı bâki merhaba
merhaba uşşaka saki merhaba
merhaba ey kudreti ayn-ı halil
merhaba ey has-ı mahbub-u celil
merhaba ey rahmeten lil´alemin
merhaba sensiz şefia´l müznibin
merhaba ey padişah-ı dû cihân
senin için oldu kavnile mekan
ey cemali gün yüzü bedr-i münir
ey kamû düşmüşlere sen dest-gir
dest-girisin kamu üftadenin
hem penahı bende-vü azadenin
ey gönüller derdinin dermanı sen
ey yaradılmışların sultanı sen
sensin ol sultan-ı cümle enbiya
nur-i çeşm-i evliya vü asfiya
ey risalet tahtının sen hatimi
ey nübüvvet mührünün sen hatemi
çünkü nurun ruşen etdi alemi
gül cemalin gülşen etdi alemi
oldu zail zulmet-i cehl-ü dalâl
buldu bâğ-ı marifet ayn-i kemal
ya habiballah bize imdad kıl
son nefes didarın ile şad kıl
ger dilersiz, bulasız od-dan necât
aşk ile, derd ile edin es-salat
çünkü ol mahbub-i rahman ü rahim
kıldı dünyayı cemalinden naim
birbirine muştalayıp her melek
raksa girdi şevk ü şadından felek
işbu heybetten amine hub rû
bir zaman aklı gidüp geldi gerû
gördü gitmiş huriler hiç kimse yok
görmedi oğlun tazarru kıldı çok
huriler aldı tasavvur kıldı ol
hayret içre çok tefekkür kıldı ol
çevre yanın isteyü kıldı nazar
gördü kimbir köşede hayrü´l-beşer
şöyle beytullaha karşı ol resul
yüz yere vurmuş ve secde kılmış ol
secdede başı dili tahmid eder
hem kaldırmış parmağın tehvid eder
debrenür dudakları söyler kelâm
anlayamazdım ne derdi ol hümam
kulağım ağzına verdim dinledim
söylediği sözü ol dem anladım
der ki ey mevlâ yüzüm tuttum sanâ
ya ilahi ümmetim ver- gil banâ
ümmetim dedi sanâ çün mustafa
ver salavat sen de anâ bul safa
miracı hazreti peygamber
sahibü´l hullet-i vettaç, verakib´ül büraki fi leyleti´l mir´ac
hazret-i ahmed-i mahmud-ü muhammed mustafa ya salevat
gel beri ey aşk od´una yanıcı
kendüyi maşuka aşık sanıcı
dinle gel mir´acın ol şahın ayan
aşık isen aşk oduna durma yan
bir düşenbih gecesi tahkik haber
leyle-i kadr idi o gece meğer
ol hümayun bahtı ol kadri yüce
ümmühanın evine vardı gece
anda iken nagehan ol yüzü ak
cennete var dedi cebrail hak
bir murassa taç ve bir hulle kemer
hem dahi al bir burak-ı muteber
ol habibime ilet binsin anâ
arşımı seyreylesin görsün beni
cebrail çün cennette vardı revan
gördü kimin kırk burak otlar heman
içlerinden bir burak ağlar kati
yemez, içmez, kalmamış hiç takati
gözlerinden yaşı ceyhun eylemiş
ciğerini dert ile hun eylemiş
dedi cebrail nedir ağladığın
hüznile can ü ciğer dağladığın
baki yoldaşın yeyip içip gezer
sen inilersin, canın ne sezer?
dedi bırk bin yıl durur kim ya emin
aşk durur banâ yemek, içmek hemin
nagehan bir ün işitti kulağım
ol zamandan bilmezem sağu solum
ya muhammed deyuben çağırdılar
bir seda birden yürekler deldiler
ol zamandan bilmezem kim nolmuşam
ol adın ismine aşık olmuşam
yüreğim içinde eridi yağım
aşık oldu görmeden bu kulağım
cenneti başıma aşkı dar eder
işimi veleyl-ü nehar üş zar eder
gerçi zahir cennet içinde duraram
ma´nide narın azabın görürem
ger eremezsem visaline anın
uruserem terkini can ü tenin
cebrail eder buraka ey burak
verdi hak maksudunu kılma firak
kimde kim aşkın nişanı vardurur
akibet maşuka anı er görür
gel beru maşukuna er göreyim
yüreğin zahmine merhem urayım
aldı cebrail burakı ol zaman
ta cenab-ı ahmede geldi heman
hak selam etti sanâ ey mustafa
kim mübarek hatırın bulsun safa
dedi kim gelsin konuklarım anı
arşımı seyreylesin, görsün beni
bu gece zahir olur esrar-ı hak
gösteriserdir sanâ didar-ı hak
zemzem ile doldu kevn ile mekan
arşa varır dediler fahr-i cihan
hem sekiz cennet kapısı açtılar
alemin üstüne rahmet saçtılar
gel gidelim hazrete ya mustafa
muntazırdır anda ashab-ı safa
sanâ cennettten getirdim bir burak
deveti rahmandurur eyle yirak
durdu yerinden hemanden mustafa
kodu tacı başına ol pür safa
çekti ol demde burakı cebrail
önüne düştü anâ oldu delil
tarfetül´ayn içre ol şahı harem
geldi kudse erdi vü bastı kadem
enbiya ervahı karşı geldiler
mustafaya izzet ikram kıldılar
pes geçip mihriba ol hayrü´l enam
enbiya ervahına oldu imam
iki rekat kıldı aksada namaz
öyle emretmiş idi ol bi niyaz
ol gece durmadı ceylan eyledi
şöyle kim eflaki seyran eyledi
her biirnden türlü hikmet gördü ol
ta ki vardı sidreye erişti ol
cebrailin durağıdır ol makam
nüh felek ta kim tutalıdan nizam
kaldı cebrail makamında hemin
dedi anâ rahmeten lil alemin
bilmezem bu yollrı ben nideyim
kim garibem bunda kande gideyim
cebrail dedi resule ey habib
sanmagil bu yerde sen garib
senin için yaratıldı nüh felek
ins ü cinnü, hur ü cennet hem melek
bundan hatmoldu benim seyrangahım
maverasından dahi yok ââhım
ban böyle emredübtür zülcelal
açmayam ben bundan öte perrü bâl
eğer geçem bir zerre denlu ileru
yanârım baştan aşağı ey ulu
dedi cebraile ol şah-ı cihan;
pes makamında dur imdi sen heman
rah-ı aşkta kim sakınır canını
ol kaçan görse gerek canânını
çün ezelden banâ aşk oldu delil
yanâr isem yanâyım ben ey halil
rah-ı aşk sanma gafil serseri
belki katmer nesnedir vermek seri
‘ger dilersiz, bulasız oddan necât
aşk ile, derd ile edin essalat’
söyleşirken cebrail ile kelam
geldi refret önüne verdi selam
aldı ol şah-ı cihanı ol zaman
sidreye gitti vü getirdi heman
gördü gök ehli ibadettre kamu
her biri bir türlü taatte kamu
kim tehlil ü kimi temcid okur
kimi tesbih ü kimi tahmid okur
kimi kıyamda kimi kılmış rükû
kimi hakka secde kılmış ba huşû
kimisini aşk-ı hak almış durur
valehü hayran´ü mest kalmış durur
hep gök ehli cümle karşı geldiler
mustafaya izzet ikram kıldılar
merhaba ya muhammed dediler
ey şefaat kân-ı ahmed dediler
her biri kutladı mi´racını
dediler giydin saadet tacını
yürü kim meydan senindir bu gece
sohbeti sultan senindir bu gece
ermedi evvel gelen bu devlete
kimse layık olmadı bu ri´fate
çünkü kamusun görüp geçti öte
vardı erişti ol ulu hazrete
bi hurufu lafs-ı sazt ol padişah
mustafaya söledi bî iştibah
dedi kim mahbubu matlubun benem
sevdiğin can ile mabudun benem
gece gündüz durmayıp istediğin
nola kim görsem cemalin dediğin
gel habibim sanâ aşık olmuşam
cümle halkı sanâ bemde kılmışam
ne muradın var ise kılam reva
eyleyem bir derde bin türlü deva
mustafa dedi ya rabbenalalemin
ey hatabuşu atası çok kerim
ol zaif ümmetlerin hali ne ola
hazretine nice anlar yol bula
gece gündüz işleri isyan kamu
korkarım ki yerleri ola tamu
ya ilahi hazretinden hacetim
bu durur kim olan makbul ümmetim
hak tealadan erişti bir nida
ya muhammed ben sanâ kıldım ata
ümmetini sanâ verdim ey habib
cennetimi anlara kıldım nasib
ey habibim nedir ol kim diledin
bir avuç toprağa minnet eyledin
ben sanâ aşıkı olucak ey latif
senin olmaz mı dü alem eş şerif
zatıma mir´at edindiğim zatını
bile yazdım adım ile adınıı
hem dedi kim ya muhammed ben seni
bilürem göremeğe doymazsın beni
liyk varıp davet et kullarımı
ta gelüben göreler didarımı
tarfet-ül ayn içere ol fahri cihan
ümmühanı evine geldi heman
her ne vaki oldu ise serseter
cümlesin ashabına verdi haber
dediler ey kıble-i islam-ı din
kutlu olsun sanâ mir´ac-ı güzin
biz kamumuz kullarız sen şahsın
gönlümüz içinde ruşen mahsın
ümmetin olduğumuz devlet yeter
hizmet kıldığımız izzet yeter
-----evvel andık-----
evvel andık anı kim evveldir ol
evveline bulmadı hiç akl yol
evvelin ol evvelidir bigûman
ahirin hem ahiridir cavidan
çünkü hak evvelliğin bildik ayan
dinle imdi kılayım sûn´un beyan
hak tela ne yarattı evvela
cümle mahlukattan kim evvel ola
mustafa nurunu evvel kıldı var
sevdi anı ol kerimü girgidar
her ne türlü kim saadet vardürür
yahşi hu, gerekli adet vardürür
hak sanâ verdi mükemmel eyledi
yaradılmıştan mufaddal eyledi
andan oldu her nihan-ü aşikar
arş-ü ferş-ü yerde gökte ne ki var
ger muhammed olmaya idi ayan
olmayıserdi zemin ü asuman
hem vesile olduğu içün ol resul
ademin hak tevbesini kıldı kabul
ger muhammed gelmeseydi aleme
tac-i izzet ermez idi ademe
nuh anıçün buldu hem garktan necat
daği doğmadan göründü mûcizat
cümle anın dostluğuna adına
bunca izzet kıldı hak ecdadına
ceddi olduğiçün anın hem halil
narı cennet kıldı anâ ol celil
hem dahi musa elindeki asa
oldu anın hürmetine ejderha
ölmeyip isa gök´e buldu yol
ümmetinden olmak için idi ol
gerçi kim bunlar dahi mürseldürür
lîk ahmed ekmelü efdaldürür
çün temenni kıldılar haktan bular
kim muhammet ümmetinden olalar
sünnetin tut ümmeti ol ümmeti
ta nasip ola sanâ hak rahmeti
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
2021 yılının ilk yarısında ülkemizde e-ticaret hacmi 161 milyar TL olarak gerçekleşti. Geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 49 oranında büyüme yaşandı. Aslında hem globalde hem de ülkemizde e-ticaret hacmi, bilhassa Covid-19 pandemisinden sonra düzenli bir artışa sahne oldu. Pandemi ile birlikte dijital dönüşüm de hızlandı ve bu dijital dönüşümün sonuçlarından biri olarak e-ticaretin hayatlarımıza bu denli dahil olmaya başladığını söyleyebiliriz. Durum böyle olunca e-ticaret ve e-ihracat alanında da ciddi bir rekabet ortamı oluşmaya başladı.
Böyle bir ortamda şirketlerin yanı sıra aslında bu pazar yerlerinde satış yapan mağazaların ve KOBİ'lerin de yapması gerekenler arttı. Uçtan uça gerçekleşen bu süreçte, e-ticaret platformlarından satış yapan bu mağazalara satışlarını artırmaları ve dijital dönüşüme ayak uydurmaları konusunda yardımcı olabilecek ürünler geliştirilmeye başlandı. Bu ürünlerden biri de Roketfy.
Roketfy, e-ticaret pazar yeri mağazalarının satışlarını artırmayı hedefleyen bir SaaS ürün olarak karşımıza çıkıyor. Platform, bazı sorulara aranan cevaplardan yola çıkarak hayata geçirildi. Bunlar, "ürünüm neden satmıyor, ürünümü nasıl daha fazla satabilirim, ürünlerim pazar yeri içinde neden üst sıralarda sunulmuyor, rakibimin görünürlüğü neden daha fazla, fiyat dışında sıralamamı neler etkiliyor... gibi sorular. İşte bu gibi soruların bir sonucu olarak hayata geçirilen platform, e-ticaret pazar yerlerinde satışlarını artırmak isteyen marka, küçük işletme ve girişimciler için tasarlanmış veriye dayalı akıllı araçlar ve servisler platformu olarak hizmet veriyor.
Roketfy 7/24 mağaza için çalışıyor ve bu mağazaların rakiplerini, içeriklerini, fiyatlarını, ürün ve mağaza bileşenlerinin tamamını sürekli analiz ediyor. Veriye dayalı satış artırıcı akıllı önerilerde bulunuyor. Üstelik bu aksiyon önerilerini hemen, kolayca uygulaman için entegrasyonlar, teknoloji servisleri ve araçlar sunuyor.
Roketfy'ın kullanımı da oldukça basit. E-ticaret mağazası dakikalar içerisinde API ile bağlanıyor ve Roketfy algoritması ile ürünler rakipleniyor. Fiyatlar, içerikler analiz ediliyor, akıllı öneriler sunuluyor. Böylelikle önerileri hemen uygulayarak ürünleri sıralamalarda yukarıya taşımaya ve mağazanın satışlarını artırmaya yardımcı oluyor.
Emre Güzeldal, Ahmet Durmuşoğlu ve Rüstem Ramadan tarafından kurulan ve 12 ay süren yazılım ve geliştirme süreci sonucunda yayına alınan ürünün tüm geliştirme süreçleri ekibin kendisi tarafından yapıldı. Roketfy, şu anda 6 kişilik ekibiyle faaliyet gösteriyor. Ahmet Durmuşoğlu ve Emre Güzeldal, icerikbulutu.com ve ContentGo.com’un kurucuları, daha önce Erospirlanta.com dikey bir e-ticaret sitesini kurup başarılı bir çıkış yaptılar. Ahmet Durmuşoğlu aynı zamanda performans ajansı Roipublic.com’un da kurucuları arasında bulunuyor. Kuruculardan Rüstem Ramadan ise icerikbulutu.com ve ContentGo.com’un uzun yıllardır teknik ekibinin liderlerinden.
Platform şu anda Hepsiburada ve Trendyol üzerinde aktif olarak çalışıyor. Bugüne kadar herhangi bir yatırım almayan, ancak yatırım görüşmelerine devam eden Roketfy'ın gelir modeli ise üyelik abonelik modeli artı ek servislerin ücretlendirilmesi şeklinde karşımıza çıkıyor. Girişimin farklı büyüklükler ve problemler için farklı çözüm paketleri de bulunuyor.
Roketfy'ın pazarda birebir örneğinin bulunmadığı belirtiliyor. Sadece tek pazar yerine odaklansalar da çalışma mantığı açısından Helium 10 ve Alura gibi ürünlerle benzerlik gösteriyor.
Roketfy, Türkiye’de pazar yerlerinde satıcı, mağaza ve markaların en önemli büyüme ortağı olmayı hedefliyor. Yatırım sonrasında Avrupa ve Asya’daki pazar yerlerindeki satıcıların büyüme partneri olmayı isteyen girişim, yatırım sonrası ilk hedef olarak planladığı pazar yerleri için geliştirme yapacak. Roketfy ayrıca pazar yeri markaları için de yeni raporlama ve analiz üzerinde modülleri çalışıyor.
Son olarak Roketfy kurucu ortağı Emre Güzeldal'ın 16 Şubat tarihinde Webrazzi E-Ticaret 2022'de, Grow salonunda 14:20 -14:40 arasında, "Arama Motorlarına Dönüşen Pazar Yerleri: Pazar Yerlerinde Satıcı Rekabeti Nasıl Dönüşüyor?" başlıklı bir sunum yapacağını ve Roketfy’ın ilk defa duyurulacağını da hatırlatalım.