işten ve yaşamdan zevk almanın yolları özeti / İşten ve Yaşamdan Zevk Almanın Yolları - Dale Carnegie Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Işten Ve Yaşamdan Zevk Almanın Yolları Özeti

işten ve yaşamdan zevk almanın yolları özeti

Dale Carnegie - İşten Ve Yaşamdan Zevk Almanın Yolları

0 ratings0% found this document useful (0 votes)
524 views73 pages

Description:

Original Title

Dale Carnegie - İşten ve Yaşamdan Zevk Almanın Yolları

Copyright

Available Formats

PDF, TXT or read online from Scribd

Share this document

Share or Embed Document

Did you find this document useful?

Description:

Copyright:

Available Formats

Download as PDF, TXT or read online from Scribd
0 ratings0% found this document useful (0 votes)
524 views73 pages

Original Title:

Dale Carnegie - İşten ve Yaşamdan Zevk Almanın Yolları

Description:

Copyright:

Available Formats

Download as PDF, TXT or read online from Scribd

ĐŞTEN VE YAŞAMDAN ZEVK ALMANIN YOLLARI


ÇEVĐRĐ Gülsen Şensoy
Epsilon Yayıncılık
Türkçe yayım hakkı: kesim ajans aracılığıyla Epsilon yayıncılık hizmetleri tic.
san. Ltd. şti.
Not:tarama ve düzeltme Hekimhan
ÖNSÖZ
Görev ne olursa olsun, pek çok kişinin yaşamının büyük bir bölümünü işinde
geçirdiğini hiç düşündünüz mü?
Bunun anlamı; işimize karşı takınacağımız tavrın günlerimizin heyecanlı, coşkulu
ve üstün bir çalışma karşılığı duyulan gönül rahatlığıyla geçmesini sağlaması
veya hayal kırıklığı, can sıkıntısı ve yorgunluk getirmesidir.
Đşten ve yaşamdan zevk almanın yolları her zaman kendinizi en iyi şekilde
değerlendirerek işinizde mutlu olmanızı sağlamak ve iş gününüzü en verimli
şekilde değerlendirebilmeniz için size yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır.
Kitabı okuyup yaşama ve insanlara karşı kendi bakış açınızın bir
değerlendirmesini yapın. Sonra güçlü olduğunuz yönlerinizi geliştirmeye
başlayın, varlığından haberdar olmadığınız yetenek ve becerilerinizi keşfedin ve
bunları kullandığınızda ne kadar keyif alabileceğinizi görün.
Bu kitap: Dale Carnegie’nin en çok satan iki kitabı ‘’dost kazanma ve insanları
etkileme sanatı’’ ile ‘’ üzüntüyü bırak yaşamaya bak’’tan seçilmiş bölümlerin
bir derlemesidir. Siz yaşamınızı dolu dolu yaşamak ve bir hedef doğrultusunda
uyum içinde geçirmek, potansiyelinizi en iyi şekilde değerlendirdiğinizi
hissetmek istiyorsunuz. Kitap bu isteklerinizin tümüne kavuşmanız için size
yardımcı olacaktır.
Dale Carnegie eğitimine katılmak, bir kendi benliğini bulma serüvenidir ve
yaşamınızda bir dönüm noktası olabilir. Yaşamınızı görkemli yapabilecek gizli
yetenekleri içinizde taşıyorsunuz. Bütün yapmanız gereken onları açığa çıkarıp
kullanma konusunda kararlı olmaktır.
Dorothy Carnegie
5
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
HUZUR VE MUTLULUĞA ULAŞMANIN YEDĐ YOLU
Dale Carnegie, Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak adlı kitabını yaşamımızı aslında
kendimizin belirlediğini göstermek için yazdı. Kendimizi olduğumuz gibi kabul
edebilir ve olumsuz yönlerimiz kadar olumlu yönlerimizi de görebilirsek
amaçlarımıza daha kolay ulaşabilir, zamanımızı ve enerjimizi boş yere üzülerek
harcamaktan kurtulabiliriz.
6 boş sayfa
7
1.KENDĐNĐZĐ KEŞFEDĐN VE KENDĐNĐZ OLUN
Kuzey Carolina, Mounth Airy’de yaşayan bayan Edith Allred’in gönderdiği mektupta
şunlar yazıyordu:
‘’ Ben son derece hassas ve utangaç bir çocuktum. Oldukça şişmandım, tombul
yanaklarım da beni olduğumdan şişman gösteriyordu. Güzel giyinmenin aptalca
olduğunu düşünen eski kafalı bir annem vardı. Beni de bu düşüncesi doğrultusunda
giydiriyordu elbette. Partilere gidemiyordum, eğlenemiyordum, okula gittiğimde
açık hava aktivitelerine katılamıyordum. Çok utanıyordum. Kendimi son derece
tuhaf ve istenmeyen biri gibi görüyordum.
‘’ Kendimden büyük biriyle evlendim, ama bende hiçbir değişiklik olmadı. Eşimin
ailesi kendine oldukça güvenen, güçlü insanlardı. Onlarda benim sahip olmak
istediğim herşey vardı. Onlar gibi olabilmek için elimden geleni yaptım, ama
başaramadım. Onlar beni dışa dönük biri yapmaya çalıştıkça ben daha fazla
kabuğuma çekiliyordum. Sinirli ve huzursuz biri olup çıkmıştım. Bütün
arkadaşlarımdan uzaklaşmıştım. Öyle kötü bir haldeydim ki kapı zili beni çileden
çıkarmaya yetiyordu. Tam bir başarısızlık örneğiydim, bunu biliyordum ve eşimin
de bunu anlamasından korkuyordum. Bu yüzden toplum içine çıktığımızda abartılı
davranıyordum. Bunun farkındaydım. Bundan sonraki birkaç gün mutsuz oluyordum.
Sonunda tüm yaşama sevincimi kaybettim ve boşu boşuna yaşadığımı düşünmeye
başladım. Đntihar etmeyi bile düşünüyordum.’’
Bu mutsuz kadının hayatını değiştiren şey neydi biliyor musunuz? Tesadüfen
duyduğu birkaç söz!
‘’Tesadüfen duyduğum birkaç söz, ‘’ diye devam ediyordu bayan Allred,
8
"bütün hayatımı değiştirdi. Kayınvalidem bir gün bana çocuklarını'nasıl
büyüttüğünü anlatıyordu ve şöyle dedi: 'Ne olursa olsun, onların hep kendileri
olmalarını sağlamaya çalıştım.' Kendin olmak! Bu sözler işe yaramıştı! Ben
kendimden farklı davranarak, kendimi bir kılıfa sokmaya çalışarak kendi kendimi
mutsuz ediyordum.
"Bir gecede değiştim. Kendim olmaya başladım. Kendi kişiliğimi bulmaya
çalışıyordum. Kim olduğumu anlamaya çabalıyordum. Güçlü yönlerimi keşfediyordum.
Renkler ve stiller hakkında pek çok şey öğrendim ve bana uyan tarzda giyinmeye
başladım. Arkadaşlar edindim. Önce küçük bir otganizasyona katıldım. Bana bir
programda görev verdiklerinde korkudan kaskatı olmuştum, ama her konuşmamda daha
fazla cesaret kazandım. Bütün bunlar zaman aldı elbette; ama bugün baktığımda
hayal edebileceğimden çok daha mutlu olduğumu görüyorum. Çocuklarıma da benim
hayatımı değiştiren şu sözleri aşılamaya çalışıyorum:
Ne olursa olsun kendiniz olun!"
"Đnsanın kendisi olması sorunu tarih kadar eski ve insan hayatı kadar
evrenseldir," diyor Dr. James Gordon Kilkey. Birçok nevroz ve psikoz vakasının
ardında insanın kendisi olmaktan kaçması yatar. Çocuk yetiştirme konusunda on üç
kitap ve binlerce makale yazan Angelo Patri şöyle demektedir: "Đnsanı, kendinden
başka biri olmaya çalışmak ve zihninde ve bedeninde var olan kişiyi reddetmek
kadar üzen bir şey yoktur."
Olduğundan farklı görünme çabası özellikle Hollywood'da çok yaygındır. Ünlü
yönetmen Sam Wood en büyük sıkıntısının işe yeni başlayan genç aktörlerin
kendileri olmalarını sağlamaya çalışmak olduğunu söylüyor. "Bütün yeni aktörler
Lana Turner'ların ya da Clark Gable'ların yeni versiyonları olmak istiyorlar;
ama toplum bunu zaten yaşadı," diyor Sam Wood,. "onlar artık yeni bir şey
istiyor."
Sam Wood, Hoşça Kal, Bay Chips ve Çanlar Kimin Đçin Çalıyor gibi filmleri
yönetmeden önce emlakçılık yapıyor, satış temsilcileri yetiştiriyordu. Đş
dünyasındaki prensiplerin sinema dünyasında da geçerli olduğunu söyleyen Wood,
"Şimdi sinemada bir maymunu oynayarak hiçbir yere varamazsınız. Aslabir papağan
olmazsınız," diyor ve ekliyor: "Deneyimlerim sonucunda, yapılacak en akıllıca
işin kendinden başka biri olmaya çalışan kişilerden hemen vazgeçmek olduğunu
gördüm."
9
Ünlü bir petrol firmasında insan kaynakları müdürü olan Paul Boynton'a,
insanların işe başvururken yaptıkları en büyük hatanın ne olduğunu sordum. Bunu
bilmesi gerekiyordu, çünkü altmış binden fazla adayla görüşme yapmış ve Đş
Bulmanın Altı Yolu adında bir kitap yazmıştı. Bana şu karşılığı verdi:
"Đnsanların bir işe başvururken yaptıkları-en büyük hata kendileri olmamaları.
Şapkalarını önüne koyup olabildiğince dürüst davranmak yerine size beklediğiniz
cevapları vermeye çalışıyorlar. Bu elbette bir işe yaramıyor, çünkü hiç kimse
bir sahtekarla çalışmak istemez. Geçmeyen parayı kim kabul eder?"
Tramvay kondüktörünün kızı bu dersi oldukça güç deneyimler sonucunda aldı. Bu
kızın tek amacı şarkıcı olmaktı. Ancak çirkin yüzü onun için bir talihsizlikti.
Kocaman bir ağzı ve tavşan dişleri vardı. Hayatında ilk kez bir gece kulübünde
topluluk içinde şarkı söylerken bütün gece üst dudağıyla dişlerini örtmeye
çalıştı. Çarpıcı görünmek istiyordu. Sonuç mu? Kendini gülünç duruma düşürdü ve
başarısızlığa uğradı. '
Ancak o sırada, kulüpte bulunan bir adam onu dinledi ve yetenekli buldu.
"Bakın," dedi ona, "sizi izledim ve neyi saklamaya çalıştığınızı biliyorum.
Dişlerinizden utanmadığınızı gördüklerinde insanlar sizi daha çok seveceklerdir.
Üstelik beğenmeyip sakladığınız dişleriniz hayatınızı değiştirebilir."
Cas s Daley bu adamın öğüdünü tuttu ve dişlerini unuttu. O günden sonra yalnızca
izleyicileri düşünmeye başladı. Ağzını kocaman açarak öyle büyük bir coşku ve
keyifle şarkı söyledi ki bir yıldız oldu. Diğer şarkıcılar onu taklit etmeye
çalıştılar.
William James ortalama bir insanın zihinsel yeteneklerinin ancak yüzde onunu
kullandığını söylerken kendini keşfedememiş insanlardan söz ediyordu. '''Olmamız
gerekenin yarısını olabiliyoruz," diyordu James. "Fiziksel ve zihinsel
potansiyelimizin küçük bir bölümünü kullanabiliyoruz. Başka bir deyişle insanlar
sınırlarıyla yaşarlar. Oysaki kullanmamayı alışkanlık haline getirdikleri pek
çok güçleri vardır."
Bizim de böyle yeteneklerimiz var, o halde neden bir dakikamızı bile başkalarına
benzemiyoruz diye üzülerek harcayalım. Siz dünyada yeni bir varlıksınız. Dünyada
bugüne dek size tıpatıp benzeyen biri yaşamadı.
10
ve bundan sonra da yaşamayacak. .Genetik bilimine göre, insan yirmi üç.çift
kromozamun ürünüdür. Bu kırk altı kromozam genetik özellikleri belirler. Amcam
Scheinfeld her kromozomdaki yüzlerce genden birinin bile bireyin hayatını
değiştirebileceğini söylemektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse bizler
"şaşırtıcı ve mucizevi" bir biçimde yaratılmışız.
Annenizle babanızın karşılaşıp birleşmesinden sonra bile doğma şansınız 300
milyarda birdi. Başka bir deyişle eğer 300 milyar kardeşiniz olsaydı her biri
sizden farklı olabilecekti. Tüm bunlar varsayımdan mı ibaret? Hayır, bu bilimsel
bir gerçek. Bu konuda, daha fazla bilgi edinmek için genetik bilimi ile ilgili
kitaplara baş vurabilirsiniz. '.
Đnsanın kendisi olması gerektiği konusunda size pek çok şey anlatabilirim, çünkü
bu konuya inancım sonsuz) ve ne söylediğimi biliyorum. Bunu acı deneyimler
sonucunda öğrendim. Missouri'deki mısır tarlalarını bırakıp New York'a
geldiğimde Dramatik Sanatlar Akademisi'ne başvurdum. Amacım, aktör olmaktı. Bu
düşüncemin son derece akıllıca olduğuna inanıyordum, başarıya giden kestirme
yolu bulmuştum, üstelik binlerce kararlı ve hırslı insanın daha önce bunu nasıl
keşfetmemiş olduğunu anlayamıyordum. O günün ünlü aktörlerini; John D,rew,
Walter Humpden ve Otis Skinner’i taklit edecektim. Ne kadar komik! Ne kadar
aptalca! Kendim olmam gerektiğini, başkası olamayacağımı kalın kafama sokana
kadar başkalarını taklit ederek harcayacaktım zamanımı.
Bu deneyim bana asla unutamayacağım bir ders vermeliydi, ama öyle olmadı. Ben o
kadar akıllı değildim. Her şeyiyeniden öğrenmem gerekiyordu. Birkaç yıl sonra.
Đş adamlarına toplum içinde konuşmayı öğretecek, dünyanın bu konudaki en iyi
kitabını yazmaya karar verdim. Aktörlük konusunda yaptığım aptalca hatayı burada
da yaptım. Başka yazarların kitaplarından fıkirler alacak ve ~unları bir kitapta
toplayacaktım. Bu kitapta herşey olacaktı. Böylece bütün kitapları topladım ve
yaptığım alıntıları derlemeye başladım. Bir kez daha yaptığım aptallığı fark
ettim. Bu doğallıktan uzak, yapay bir kitap olacaktı v~ hiçbir işadamı bununla
ilgilenmeyecekti. Bir yıllık çalışmamı çöpe attım ve yeniden işe koyuldum. Bu
kez kendi kendime, "Sen. Dale Carnegie olmak zorundasın, bütün hataları ve bütün
sınırlarıyla!Başkası olamazsın," dedim. Diğer insanların fıkirlerini toplamaktan
vazgeçtim, bir konuşmacı ve bir öğretmen olarak kendi deneyimlerimi ve
gözlemlerimi yazmaya başladım. Ben de Sir Walter Raleigh'in aldığı dersi
almıştım. (Ceketini, kraliçenin üzerine basıp geçmesi.için çamura atan Sır
Walter Raleigh'den. değil, 1904'te OxfordÜniversitesi'nde Đngiliz Edebiyatı
Profesörü olan Walter Raleigh'den söz ediyorum.) Sir Raleigh şöyle diyordu: "Ben
Shakespeare gibi yazamam. Ben ancak kendim gibi yazabilirim."
Kendiniz olun. Irving Berlin'in George Gershwin'e verdiği öğüdü tutun. Berlin ve
Gershwin ilk kez karşılaştıklarında Berlin ünlüydü. Gershwin ise haftada otuz
beş dolara çalışan Ne ünlü bir besteci olmak için mücadele eden genç bir
besteciydi. Berlin, Gershwin'in yeteneğinden etkilenmiş ve ona aldığı milaşın üç
katını teklif ederek müzik sekreteri olmasını önermişti. "Ben- senin yerinde
olsam işi-kabul etmezdim," demişti Berlin daha sonra. "Bunu yaparsan, ikinci bir
Berlin olabilirsin. Ama kendin olursan, gerçekten çok.büyük biri olursun."
Gershwin bu sözleri dinledi ve kuşağının en büyük bestecilerinden biri oldu. I.'
Charlie Chaplin, Will Rogers, Mary Margaret McBride, Gene Autry ve daha
milyonlarca insan benim bu bölümde size anlatmaya çalıştığım dersi almak için
pek çok acı deneyim yaşamak zorunda kaldı.
Charlie Chaplin film çevirmeye başladığında, .yönetmen onun ünlü bir Alman
komedyeni taklit etmesi konusunda diretmişti. Charlie Chaplin kendisi gibi olana
kadar hiçbir ilerleme kaydedemedi. Bob Hope da benzer bir deneyim yaşamıştı.
Mary Margaret McBride önceleri Đrlandalı bir komedyen gibi olmaya çalışmış ve
başarısızlığa uğramıştı. Sonra, Missouri'den gelen taşralı kız olunca, yani
kendi gibi davranınca, New York'un en ünlü radyo yıldızlarından biri oldu.
Gene Autry, Teksas aksanından kurtulmaya, bir şehirli gibi giyinmeye ve New
Yorklu olduğunu ispatlamaya çalışıyordu. Đnsanlar da arkasından gülüyorlardı.
Sonunda kovboy şarkıları söylemeye ve kovboy gibi giyinmeye başlayınca hızla
yükseldi.
Siz dünyada.yepyeni bir'varlıksınız. Bunun için mutlu olun.
12
Doğanın size verdiklerini değerlendirin. Sanatınız sizi yansıtır. Olduğunuz
gibi şarkı söylersiniz. Olduğunuz gibi resim yaparsınız. Sizi oluşturan şey
deneyimleriniz, çevreniz ve genetik özelliklerinizdir. Đyi yada kötü kendi
küçük bahçenizi ekip biçmeniz, hayat denen orkestrada kendi küçük
enstrumanınızı çalmanız gerekir.
Emerson ‘’Kendine güvenmek’’ adlı yazısında şöyle diyor: ‘’Herkes bir gün
imrenmenin kendini aşağılamak, taklitin intihar olduğunu anlar. Kendisini iyi
ya da kötü, olduğu gibi görmesi gerektiğini öğrenir.’’
Gelin Douglas Malloch’un şiirine kulak verelim:
Eğer zirvede çam olamazsan,
Vadide bir çalı ol, ama ol.
Derenin yanındaki en güzel çalı sen ol,
Ağaç olamazsan küçücük bir çalı ol.

Çalı olamazsan bir parça çimen ol,


Süsle, şenlendir bir yol kenarını.
Balina olamazsan küçücük bir balık ol,
Ama göldeki balıkların en kıvrak olanı.

Hepimiz kaptan olamayız, tayfalar da olacak,


Hepimiz için yapacak birşeyler var dündaya.
Büyük işlerde var küçük işler de,
Yapmamız gereken şey yanıbaşımızda.

Anayol olamazsan ol bir patika,


Güneş olamazsan ol bir yıldız,
Đster büyük ol ister küçük,
Her zaman en iyi ol yalnız.

Kendinizi huzurlu ve özgür hissetmenizi sağlayacak zihinsel bir tutum


geliştirmek istiyorsanız, şunu unutmayın:
Başkalarını taklit etmeyin. Kendinizi keşfedin ve kendiniz olun!
13
2. YORGUNLUĞA VE ÜZÜNTÜYE ENGEL OLABĐLECEK DÖRT ĐYĐ ÇALIŞMA ALIŞKANLIĞI
ĐYĐ ÇALIŞMA ALIŞKANLIĞI NO:1
Hemen çözümlenmesi gereken sorunlarla ilgili olanlar dışında tüm kağıtları
masanızdan kaldırın.
Şikago ve Nortwestern demir yolları genel müdürü Roland L. Williams bir kez
şöyle demişti: ‘’ Masasının üzerinde çeşitli konulara ilişkin kağıtlar
tepeleme yığılı olan bir insan, acilen çözümlenmesi gereken sorunlarla ilgili
olanlar dışında bütün kağıtları kaldıracak olursa işinin daha kolay ve
düzenli olacağını görecektir. Ben buna iyi derli topluluk derim ve bu verimli
çalışma yönünde atılmış ilk adımdır.’’
Eğer Washington’daki milli meclis kütüphanesini ziyaret edecek olursanız,
tavanda yağlı boya ile yazılmış, şair Pope’ye ati şu dört kelimeyi
göreceksiniz:
‘’ Düzen, cennetin ilk yasasıdır.’’
Düzen, ‘’iş’’in de ilk yasası olmalıdır. Peki gerçekten öyle mi? Hayır.
Sıradan bir iş adamının masası haftalardır göz atmadığı kağıtlarla
darmadağınık bir durumdadır. Hatta bir keresinde New Orleans gazetesinin
yayımcısı bana, sekterinin onun yazı masalarından birini temizlediğini ve iki
yıldan beri kayıp olan daktilosunu bulduğunu anlatmıştı.
Yanıtlanmamış mektuplar, raporlar ve notlarla dolu çöplüğe dönüşmüş
14
bir masanın görüntüsü bile insanın aklını karıştırmaya, gerilime ve kaygılanmaya
yeter. Durum bundan daha da vahimdir. "Yapılacak milyonlarca işin olduğu ve
bunları yapmaya vaktinizin olmadığı" size sürekli hatırlatılırsa, bu sadece
gerilim ve yorgunluğa neden olmakla kalmayıp yüksek tansiyon, kalp
düzensizlikleri ve ülser gibi hastalıklara da yol açarak sizi üzebilir.
Pennsylvania Üniversitesi Tıp Fakültesi profesörlerinden Dr. John H. Stokes,
Amerikan Tıp Birli,ği Kongresi'nde "Organik Hastalıkların Komplikasyonlarına
Bağlı Fonksiyonel Nevrozlar" konu~ lu bir rapor sunmuştu. Dr. Stokes bu
raporunda, "Hastanın Ruhsal Durumunda Neler Aranmalı?" başlığı altında on bir
madde sıralamıştı. Bu maddelerin birincisi şudur:
Zorunluluk veya yükümlülük duygusu: Đleriye yönelik, mutlaka yapılması gereken,
uzayıp giden işler.
Nasıl olur da yazı masasını toplamak veya karar vermek gibi basit eylemler,
yüksektansiyonu önlemenizde, zorunluluk ve mutlaka yapılması gereken "uzayıp
giden işler" hissini yenmenizde size yardımcı olabilir? Ünlü .psikiyatr Dr.
William L. Sadper, bu basit yöntemi kullanarak bir hastasının sinirsel
bunalımını engellediğini anlatıyor. Bu adam Şikago’da büyük bir firmada
yöneticiydi. Dr. Sadler'ın muayenehanesine geldiğinde, gergin, sinirli ve,
kaygılıydı. Bir ,§ürmenaja doğru gittiğinin farkındaydı ama işine ara
veremeyeceğinden yardıma ihtiyacı vardı..
Dr. Sadler, "Bu adam bana hikayesini anlatırken telefonum çaldı," diyor.
"Hastaneden arıyorlardı. Biraz zamanımı almasına karşın; konuyu ertelemek
yerine, bir karara, varıp bunu sonuçlandırdım~ Ben daima sorunları, eğer
mümkünse, anında çözümlerim. Telefon ben kapatır kapatmaz yeniden çaldı. Yine
acil bir konu olduğundan zaman ayırıp görüştüm. Görüşmemiz üçüncü kez, bu defa
durumu kritik olan bir hastası için akıl danışmak isteyen bir meslektaşımın
muayenehaneme gelmesiyle' kesildi. Onun sorununu çözdükten sonra konuğuma
dönerek kendisini beklettiğim için özür diledim. O sırada adamın gözlerinin
parladığını fark ettim, yüzüne tamamen farklı bir ifade yerleşmişti."
Adam, Sadler'a "Özür dilemeniz~ gerek yok doktor," demişti., "Şu geçen on dakika
içinde sanırım nerede yanlış yaptığımın farkına vardım.
15
Şimdi oflsime geri dönerek çalışma alışkanlıklarunı gözden geçirip yeniden
düzenleyeceğim. Gitmeden önce çekmecelerinize bir gözatmama izin verir misiniz?"
Dr. 'Sadler masasının çekmecelerini çekmişti. Çekmeceler bir Đki şey
dışında tamamen boştu.
Hasta, "Söyler misiniz, 'bitmemiş işlerinizi nerede saklarsınız?" diye
sormuştu. '
Sadler, "Bitmemiş işim yok,"diye yanıtlamıştı.
Yönetici; "Peki, yanıtlamadığınız mektupları nereye koyarsınız?" demişti
merakla.
Sadler, "Hepsini yanıtladım!" diye karşılık vermişti. "Herhangi bir mektubu
yanıtlamadan elimden bırakmam. Hemen sekreterime, göndereceğim mektubu dikte
ederim."
Altı hafta sonra aynı yönetici, Dr. Sadler'ı ofisine davet etmişti. Hem kendisi
değişmişti, hem de yazı masası. Yarım kalmış hiçbir iş kalmadığını"göstermek
için çekmecelerini çekmişti. "Altı hafta önce iki değişik ofiste üç çalışma
masam vardı," demişti. "Hepsinin üstü tepeleme kağıt yığılı olduğundan bunların
altında kaybolmuştum. Bu işleri bitirecek zaman ve fırsat bulamıyordum. Sizinle
görüştükten sonra, döndüğümde bir araba dolusu eski kağıt ve raporu atarak
masaları temizledim. Şimdi sadece birmasam var ve işleri geldikleri anda
çözümlüyorum. Artık beni sıkıntıyasokan, gerilmeme ve kaygılanmama neden olan
dağlar gibi bitmemiş işim yok. Üstelik artık sağlığımla ilgili hiçbir sorunum
kalmadı."
Amerika Birleşik Devletleri eskibaşyargıcı Charles EvansHughes, "Çok çalışmaktan
kimse ölmemiştir," diyor. "Đnsanlar, kendilerini boş yere harcarlar ve üzüntüden
ölürler." Evet, insanlar enerjilerini boş yere harcadıklarından ve
bitiremedikleri işleri için üzülmekten ölürler.
-----
ĐYĐ ÇALIŞMA ALIŞKANLIĞI NO: 2 ,
Đşleri önemlerine göre sıralayarak yapın.
Tüm ülkeye hizmet götüren Şehirler arası Hizmetler Şirketi'nin kurucusu Henry L.
Doherty, ne kadar ücret öderse ödesin, aradığı iki yeteneğe sahip hiç kimseyi
bulamadığından yakınıyordu.
16
Bu paha biçilmez iki yetenek şunlardı: ,Birincisi; düşünme yeteneği~ Đkincisi;
işleri önemine göre sıralayarak yapma yeteneği.
Đşe sıfırdan başlayarak on iki yılda Pepsodent Şirketi'nin başkanlığına yükselen
ve yıllık iki yüz bin dolarlık maaşının yanı sıra bir milyon dolar kazanan
Charles Luckman; başarısını Henry L. Doherty'nin hiç kimsede göremediğini
söylediği bu iki yeteneği geliştirmesine borçlu olduğunu anlatıyor. Charles
Luckman, "Kendimi bildim bileli saat beşte kalkarım, çünkü o saatlerde, diğer
sa- , atlere oranla daha iyi düşünebilirim. Bu yüzden o günün planını yaparım ve
bu plana göre yapılması gereken işleri önemine göre sıralarım," diyor.
Amerika'nın en başarılı sigorta satıcılarından biri olan Frank Better, gününü
planlamak için sabahın beşine kadar beklemiyordu.
Bir gece önce planlarını yaparak ertesi gün için kendisine bir hedef
belirliyordu. Belirli bir miktarda sigorta poliçesi satmayı planlıyor ve bu
rakama ulaşmayı başaramazsa eksik kalan sayıyı bir sonraki günün satışlarına
ekliyordu. '
Daha önceki deneyimlerime dayanarak- insanın işleri önemine göre sıralayarak
yapmayı her zaman başaramadığını biliyorum. Fakat bildiğim bir şey daha var;
öncelikli işi daha önce yapmayı planlamak, hazırlıksız yakalanmaktan çok daha
iyidir.
Eğer Bernard Shaw öncelikli işi önce yapmayı kendine ilke edinmeseydi, bir yazar
olarak başarıya ulaşamayacak ve yaşamı boyunca bir banka veznedarı olarak
kalacaktı. Yaptığı plana göre Shaw'in her gün beş sayfa yazması gerekiyordu.
Dokuz yıl boyunca bu plana sadık kaldı ve günde bir peniden dokuz yılda toplam
30 dolar kazandı. Robinson Crusoe bile günün hangi saatinde hangi işi yapacağını
gösteren bir çizelge hazırlamıştı.
ĐYĐ-'ÇALIŞMA ALIŞKANLIĞI NO: 3
Bir problem ile karşılaştığınızda karar verebilecek kadar veriye sahipseniz, bu
problemi.hemen çözün. Kararlarınızı ertelemeyin.
Eski öğrencilerimden RP. Howell, A.B.D. Çelik Đşletmeleri Yönetim
17
Kurulu üyesi iken yönetim kurulu toplantılarının çoğunlukla gereksiz
konuşmalarla uzayıp gittiğini, pek çok sorunun tartışılıp çok azının karara
bağlanabildiğini ve sonuç olarak üyelerin evlerinde incelemek üzere çantalar
dolusu rapor götürmek zorunda kaldığını anlatmıştı. '
Sonunda Bay Howell, yönetim kurulunu her oturumda bir sorunu ele almaya ve bunu
sonuçlandırmaya ikna etmişti. Hiçbir konu ertelenmeyecek veya rafa
kaldırılmayacaktı Her iş yapılması, yapılmaması veya ek bilgi istenmesi yönünde
mutlaka karara bağlanacak, ancak bundan sonra ikinci konuya geçilebilecekti. Bay
Howell alınan sonucun son derece çarpıcı ve sağlıklı olduğunu, kısa zamanda
ellerindeki işler listesinin sonuna geldiklerini bana bildirmişti. Đş takviminde
günü yakalamışlardı ve artık evlerine çantalar dolusu rapor taşımak zorunda
değillerdi. Kısa sürede, çözümlenmeyen sorunlar nedeniyle duyulan üzüntü hissi
ortadan kalkmıştı.
Bu sadece ABD Çelik Đşletmeleri Yönetim Kurulu için geçerli bir kural değil. Bu
kuralı bizler de uygulamalıyız.
ĐYĐ ÇALIŞMA ALIŞKANLIĞI NO: 4
Organize etmeyi, yetkiyi devretmeyi ve yönetmeyi öğrenin.
Pek çok işadamı, sorumlulukları başkalarına devretmeyi asla öğrenemediklerinden
ve her işi kendileri yapmaya kalkıştıklarından kendi mezarlarını kazmaktadırlar.
Sonuçta bu iş adamları düzensizlik ve ayrıntılar altında boğulurlar. Telaş,
endişe ve gerilim bu sonucun ortaya çıkış hızını artıran faktörlerdir. Yetkiyi
devredip sorumlulukları paylaşmak gerçekten zor. Kendi deneyimlerime dayanarak
yetkinin yanlış kişilere verilmesinin ortaya çıkardığı kötü sonuçları da
biliyorum. Ancak yetkiyi devretmek zor bir iş olsa da yöneticiler, endişe,
gerilim ve yorgunluktan kaçınmak istiyorlarsa bunu yapmak zorundalar.
Büyük işler kurup yönetmeyi, yetkiyi paylaştırmayı ve denetlemeyi öğrenemeyen
yöneticiler, elli yaşına geldiklerinde gerilim ve endişenin neden olduğu kalp
rahatsızlıklarıyla karşı karşıya kalırlar.
18
Kanıt mı istiyorsunuz? Gazetelerdeki ölüm ilanlarına göz atmanız yeterli.
Yorgunluk ve endişeyi önleyebilmek için:
1. Hemen çözümlenmesi gerek sorunlarla ilgili olanlar dışında tüm kağıtları
masanızdan kaldırın.
2. Đşleri önemine göre sıralayarak yapın.
3. Bir sorun ile karşılaştığınızda, karar verebilmek için gerekli verilere
sahipseniz bunu hemen o anda ve orada çözümleyin. Karar vermeyi
ertelemeyin.
4. Organize etmeyi, yetkiyi devretmeyi ve yönetmeyi öğrenin.
5. 19
3 SĐZĐ YORAN ŞEY NEDĐR VE BU KONUDA NE YAPABĐLĐRSĐNĐZ?
Đşte size şaşırtıcı ama önemli bir gerçek: Zihinsel çalışma tek başına sizi
yormaya yetmez. Kulağa tuhaf geliyor değil mi? Birkaç yıl önce bilim
adamları, insan beynini yorgunluğun bilimsel tarifi olan ‘’çalışma
kapasitesinin en aza inmesi’’ durumuna gelmeden ne kadar uzun süre
çalışabileceğini bulmaya çalıştılar. Çalışma halindeki bir beyinden geçmekte
olan kanda hiçbir yorgunluk belirtisi görülmediğini bularak çok şaşırdılar.
Oysa çalışmakta olan bir gündelikçinin damarlarından kan örneği alacak
olursanız, bu kanın ‘’ yorgunluk toksinleri’’ ile dolu olduğunu
görebilirsiniz. Albert Einstein’in beyninden bir günün sonunda bir damla kan
alsaydınız, bu kanda hiçbir yorgunluk toksini bulamazdınız.
Beyin, ‘’ sekiz veya oniki saatlik bir çalışmanın sonunda ilk andaki kadar
süratli ve mükemmel bir şekilde çalışabilir.’’ Beyin kesinlikle yorulmaz. O
halde sizi yoran şey nedir?
Psikiyatrlar, yorgunluğumuzun büyük bir bölümünün zihinsel ve duygusal
tutumunuzdan kaynaklandığını bildiriyorlar. Đngiltere’nin en ünlü
psikiyatrlarından J.A. Hatfield The Psycholoğy of Power ‘’ güç psikolojisi’’
adlı kitabında ‘’ Yorgunluk çoğunlukla zihinsel nedenlerden kaynaklanır. Salt
fiziksel nedenlerden kaynaklanan yorgunluğa pek az rastlanır,’’ demektedir.
Amerikalı ünlü psikiyatr Dr. A.A. Brill, daha da ileri gidiyoruz ve ‘’
sağlığı yerinde olan bir masabaşı işçisinin yorgunluğunun yüzde yüzü
psikolojik faktörlerden kaynaklanır ve biz bunlara duygusal faktörler
deriz,’’ diyor.
20
Masabaşı işçisinin yorgunluğuna neden olan duygusal faktörler nelerdir? Neşe mi?
Memnuniyet mi? Elbette hayır! Can sıkıntısı, gücenme, takdir edilmeme, boşa
kürek çekme, acelecilik, anksiyete, kaygı... Đşte bunlar masabaşı işçisini
bitkinleştiren, onun soğuk algınlıklarına karşı bile duyarlı olmasına neden
olan, enerjisini tüketip verimini azaltan ve sinirsel bir baş ağrısı ile evinin
yolunu tutmasına yol açan faktörlerdir. Bu duygular bedenimizde sinirsel
gerilimlere neden olduğu için yoruluruz.
Metropolitan Hayat Sigortası Şirketi, yorgunluk konulu broşüründe bu konuya
dikkat çekiyor: "Ağır işçilik uyku ve dinlenme ile bile geçirilmeyecek bir
yorgunluğa pek ender olarak neden olur. Üzüntü, gerginlik, duygusal karmaşalar
yorgunluğun en büyük üç nedenidir," diyen bu büyük sigorta şirketi şöyle devam
ediyor: "Hem bedensel hem zihinsel yorgunluk görüldüğünde bunun sorumlusu bu
üçlüdür. Kasların gergin olduklarında çalıştıklarını ,aklınızdan çıkarmayın.
Gevşeyin! Enerjinizi daha önemli işler için saklayın."
Şimdi olduğunuz yerde durun ve kendinize bir check-up yapın. Bu satırları
okurken kaşlarınızı çatıyor musunuz? Gözlerinizin arasında bir gerginlik var mı?
Koltuğunuzda otururken rahat mısınız,
. yoksa boynunuz omuzlarınızın arasına gömülmüş mü? Yüz kaslarınız gergin 'mi?
Eğer tüm bedeniniz bir bez bebek gibi gevşek ve rahat değilse, şu anda siz
sinirsel gerilim ve sinirsel yorgunluğaneden oluyorsunuz.
Zihinsel çalışmalar sırasında niçin bu gereksiz gerilimleri yaşıyoruz? Daniel W.
Josselyn, "Çok çalışmak için çok güç sarf etmek gerekir, aksi halde ortaya iyi
bir iş çıkmaz, "şeklinde uluslararası bir kanının yaygınlığı önümüzdeki, en
büyük engel," diyor. Bu nedenle dikkatimizi bir şeye yönelttiğimizde kaşlarımızı
çatarız, omuzlarımızı yukarı kaldırırız, efor sarf etmek için kaslarımızı
işbaşına çağırırız, oysa ki bütün bunların beynimizin işleyişine hiçbir katkısı
yoktur.
Çok şaşırtıcı ve trajik, bir gerçek var. Biraz para harcamanın
düşüncesinden bile köşe bucak kaçınan milyonlarca insan enerjisini Singapur'daki
yedi sarhoş denizci gibi umarsızca harcıyor.
Bu sinirsel yorgunluğun çözümü nedir? Yanıt basit! Gevşeyip rahatlayarak
21
dinlenin! Dinlenin! Dinlenin! Çalışırken dinlenmesini öğrenin!
Bunu yapmak çok mu kolay? Hayır. Bunun için ömrünüz boyunca edindiğiniz tüm
alışkanlıkları değiştirmeniz gerekebilir. Ancak yaşamınızda meydana gelen müthiş
değişiklik tüm çabalara değer. William James "The Gospel of Rela:Xation
(Rahatlamanın Temel Gerçeği) adlı deneme kitabında; "Amerikalıların yüksek
tansiyonları, sinirli hareketleri, nefes darlıkları, gerginlikleri ve ifade
zorlukları hiç kuşkusuz kötü bir alışkanlıktan başka bir şey değildir," diyor.
Gerilim bir alışkanlıktır. Dinlenmek de bir alışkanlıktır. Kötü alışkanlıklardan
kurtulabilir, iyi alışkanlıklar edinebiliriz.
Nasıl dinlenirsiniz? Önce zihninizi dinlendirmekten mi başlarsınız, yoksa
sinirlerinizi mi gevşetirsiniz? Hayır, ikisi de değil. Öncelikle kaslarınızı
gevşeterek dinlenmeye çalışırsınız.
Gelin, nasıl yapıldığını deneyelim ve gözlerden başlayalım. Paragrafı sonuna
kadar okuyun, sonra arkanıza yaslanarak gözlerinizi kapatın ve sessizce
gözlerinize komut verin. "Gevşe gevşe, kendini sıkmayı bırak, kaş çatmayı da
bırak." Bu komutu ağır ağır bir dakika kadar tekrarlayın.
Birkaç saniye sonra göz kaslarınızın itaat etmeye başladığını fark ettiniz mi?
Sanki bir elin geriliminizi silip attığını hissetmiyor musunuz? Size mucize gibi
görünse de bir dakika içinde esrarengiz dinlenme sanatının anahtarını elinize
geçirdiniz. Aynı işlemi; çenenize, boynunuza, omuzlarınıza, tüm bedeninize
uygulayabilirsiniz. Fakat bütün organların içinde en önemlisi gözlerdir. Şikago
Üniversitesi'nden Dr. Edmund Jacobson, göz kaslarınızı tamamen gevşetip
dinlendirebilirseniz, diğer sorunlarınızı unutabileceğinizi söylemiştir.
Sinirsel gerilimin giderilmesinde gözlerin önemli olmasının sebebi, beden
tarafından tüketilen sinirsel enerjinin dörtte birinin gözler tarafından
yakılarak harcanmasıdır. Hiçbir görme bozukluğu olmayan pek çok kişinin "göz
yorgunluğundan söz etme nedeni budur. Bu kişiler gözlerini baskı altında
bırakmaktadırlar.
Ünlü roman yazarı Vicki Baum küçük bir çocukken tanıştığı yaşlı bir adamın ona
yaşamının en önemli dersini verdiğini anlatıyor. Vicki düşmüş, diziniparalamış
ve bileğini incitmişti. Yaşlı bir adam da gelip onu ayağa kaldırmıştı. Bir
zamanlar bir sirkte palyaçoluk yapmış olan yaşlı adam,
22
Vicki'nin üstündeki- başındaki toz toprağı silkelerken, "Canını acıtmanın sebebi
nasıl gevşeyeceğini bilmemenden kaynaklanıyor," demişti"Kendini bir çuval gibi
düşünmelisin. Eski püskü, oraya atılıvermiş bir çuval gibi. Gel, sana bunun
nasıl yapılacağını göstereyim."
Yaşlı adam, Vicki ve arkadaşlarına nasıl yere düşüleceğini, yerde nasıl
yuvarlanıp takla atılacağını göstermişti. Bir yandan da, "Kendinizi tıpkı
fırlatıp atılmış eski bir çuval gibi hissedin. Böylece gevşeyebilirsiniz," deyip
duruyordu.
Nerede olursanız olun, her fırsat yakaladığınızda gevşeyip dinlenebilirsiniz,
ama bunun için kendinizi zorlayıp efor sarf etmeyin. Gevşeyip dinlenmek, tüm
gerilim ve eforu bir yana bırakmaktır. Gevşeyip rahatlamayı düşünün. Đlk önce
göz ve yüz kaslarınızın gevşediğini düşünün ve kendinize tekrar tekrar,
"Gevşe... Gevşe... Gevşe ve rahatla!" komutunu verin. Enerjinin yüz
kaslarınızdan bedeninizin merkezine aktığını hissedin. Bir bebek gibi gerilimden
uzak olduğunuzu düşünün.
Büyük. soprano Galli-Curci böyle yapıyordu. Helen Jepson, Galli-Curci'nin
sahneye çıkmadan önce bir sandalyeye oturarak kaslarını dinlendirdiğini, hatta
çenesi açılıp düşecek kadar gevşediğini gördüğünü söylemişti. Bu mükemmel
alışkanlık, sahneye çıkmadan önce Galli-Curci'nin sinirlerinin gerilmesini
önlediği gibi yorulmasını da engelliyordu.
Aşağıda gevşeyip dinlenmenize yardımcı olacak dört öneri bulacaksınız:
1. Her fırsat bulduğunuzda gevşeyin. Bedeniniz boş bir çuval gibi olsun. Çalışma
masamın üzerinde bordo renkli boş bir kese durur ve bana gevşeyip dinlenmeyi
hatırlatır. Eğer bir keseniz yoksa bir kedi de aynı görevi görebilir. Hiç
güneşin altında uyuyan bir kedi yavrusunu elinize aldınız mı? Aldınızsa
hembaşının hem kuyruğunun ıslak bir gazete kağıdı.gibi sarktığını
görmüşsünüzdür. Hindistan'daki yogiler bile gevşeme sanatında başarılı olmak
için bir kediyi izlemenizi öneriyorlar. Ben hiç yorgun', sinir krizi geçiren
veya uykusuzluk çeken, kaygılanan, midesi ülser olan bir kedi görmedim. Eğer bir
kedi gibi gevşeyip dinlenmeyi öğrenirseniz, sizin de bu tür sorunlarınız
olmayacaktır.
23
2. Olabildiğince rahat bir pozisyonda çalışın. Bedensel gerginliğin omuz
ağrılarına, tutulmalara ve sinirsel yorgunluğa neden olduğunu unutmayın.
3. Günde iki üç kez kendinize zaman ayırarak şu soruları sorun:
"Đşimi olduğundan daha mı güçleştiriyorum? Yaptığım işle hiç ilgisi olmayan
kaslarımı mı kullanıyorum?" Bu size dinlenme alışkanlığı kazandıracaktır. Dr.
Harold Finks'in dediği gibi, "Psikolojiyi iyi bilen iki kişiden biri
alışkanlıklarının farkındadır."
4. Günün sonunda bir kere daha kendinize yönelip şu soruları sorun: "Ne kadar
yorgunum? Eğer yorgunsam bu zihnimizi fazla çalıştırdığımdan değil, bu işi yapış
biçimimden kaynaklanıyor. Daniel W. Josselya, "Başarılı bir iş çıkarıp
çıkarmadığımı, günün sonunda ne kadar yorgun olduğumla değil, ne kadar yorgun
olmadığımla ölçerim," diyor. "Eğer bir günün sonunda belirgin bir şekilde
yorgunsam veya sinirlerim yorulduğu için huzursuzsam, o gün hem nicelik hem
nitelik yönünden verimsiz bir gün olmuş demektir." Eğer Amerikadaki her işadamı
bu dersi Đyi öğrenmiş olsaydı, hipertansiyon nedeniyle ölüm oranı bir gecede
düşerdi. Sanatoryumlarımız ve akıl hastanelerimiz yorgunluk ve kaygı nedeniyle
tükenmiş insanlarla dolup taşmazdı.
24
4 YORGUNLUĞA, ÜZÜNTÜYE VE ALINGANLIĞA NEDEN OLAN SIKINTI NASIL GĐDERĐLĐR?
Yorgunluğun belli başlı nedenlerinden biri de can sıkıntısıdır. Durumu açıklamak
için, sokağınızda oturan ve bir şirkette işgören olarak çalışan Alice örneğini
ele alalım. Bir akşam Alice eve son derece bitkin geldi. Hareketlerinden yorgun
olduğu anlaşılıyordu. Gerçekten yorulmuştu. Başı ağrıyordu, sırtı tutulmuştu. O
kadar bitkindi ki yemek saatini beklemeden gidip yatmak istiyordu. Tam o sırada
telefon çaldı. Arayan erkek arkadaşıydı. Onu dansadavet ediyordu. Birden
Alice'in gözleri parladı, canlanıvermişti. Merdivenleri koşarak çıktı, uçuk mavi
elbisesini giydi ve sabahın üçüne kadar dansetti; sonunda eve döndüğünde
yorgunluğundan eser kalmamıştı. O kadar mutlu ve coşku doluydu ki sabaha kadar
uyuyamadı.
Alice, sekiz saat önce bitkin bir görünüm ve davranış içindeyken gerçekten
yorgun muydu? Elbette yorgundu. çünkü işinden ve belki hayatından bezmişti.
Her köşebaşında milyonlarca Alice bulunmaktadır. Siz de onlardan biri
olabilirsiniz.
Duygusal durumun, fiziksel taşkınlık yerine yorgunluğa neden olduğu herkes
tarafından bilinen bir gerçektir. Birkaç yıl önce Joseph E. Barmack, Archives of
Psychology (Psikoloji Arşivi) adlı dergide bazı deneylerine dayanan bir rapor
yayımlayarak can sıkıntısının nasıl yorgunluğa neden olduğunu gösterdi. Dr.
Barmack, hiç ilgi duymadıklarını bildiği bir konuda, bir grup öğrenciye bir dizi
test uygulamıştı. Sonuç? Öğrençiler kendilerini yorgun hissetmişlerdi,
25
uykuları 'gelmişti, baş ağrısından ve gözlerindeki basınçtan
yakınmışlardı;kısacası son derece huzursuz olmuşlardı. Hatta bazılarının
mideleri, bulanıyordu. Bütün bunlar "hayal ürünü" müydü? Hayır. Öğrencilerin
hepsinin metabolizmalarındaki değişiklikler ölçülmüştü ve yapılan testlerin
sonucunda kan basınçlarının arttığı görülmüştü. Bundan şu sonuç çıkmıştı;
canları sıkıldığında insanların oksijen tüketimi azalıyor, işlerinde keyifle
çalıştıklarında ve ilgileri arttığında metabolizmalarında hemen olumlu bir
değişim görülüyordu.
Heyecanlı ve ilginç bir işle uğraştığımızda çok ender olarak.yoruluruz. Örneğin
geçenlerdeLousie Gölü kenarında bir tatil yaptım. Günlerimi boyumdan büyük
çalılıklar arasından kendime yol açarak, kütüklere ve devrik ağaçlara takılıp
sendeleyerek, alabalık avlayarak geçirdim. Sekiz saatlik bu uğraş sonunda
hiçbir' yorgunluk hissetmedim. Niçin? çünkü heyecan duyuyor, keyif alıyordum.
Đçimi büyük bir başarı duygusu kaplamıştı, çünkü tam altı tane iri alabalık
yakalamıştım. Balık avında başarısız olsaydım ve canım sıkılsaydı, o zaman
kendimi nasıl hissedecektim? Đki ,bin rakımlı bu yerde çetin bir uğraştan sonra
bitkin düşmem gerekirdi. .
Bezginlik insanı dağa tırmanma gibi yorucu aktivitelerden ve çetin
yolculuklardan daha fazla yorar. Örneğin, Minneapolis Farmersand Mechanics
Savings Bankası'nın müdürü Bay.s.H. Kingman, bana bu sözlerimi onaylayanbir olay
anlattı. 1953 yılı Temmuz ayında, Kanada Hükümeti, Kanada Alpine Kulübü'nden,
Gal Prensliği Orman Muhafız Birliği'ni dağa tırmanma konusunda eğitmek üzere
rehber temin etmesini istemişti. Kendisinin de aralarında olduğu, yaşları kırk
iki ile kırk dokuz arasında değişen rehber grubunun bu genç ordu mensuplarını
buzullara çıkardığını, on beş metrelik dimdik bir ,yarın tepesine tırmanmak için
iplerle ve tehlikeli kancalarla uğraştıklarını anlattı. Michael Tepesi'ne,Vice
President Tepesi'neve Kanada Rockiesyöresindeki Little Yoho Vadisi'nin isimsiz
bir sürü tepesine tırmanmışlardı~ On beş saatlik dağa tırmanış sonunda oldukça
sağlıklı ve dinç olması gereken bu genç adamlar yorgunluktan bitkin düşmüşlerdi.
Oysaki çok ağır bir komando eğitimi aldıkları altı haftalık bir kursu henüz
bitirmişlerdi.
Bu yorgunluklarının nedeni komando eğitimleri sırasında geliştirip
26
güçlendiremedikleri kaslarını kullanmaları mıydı? Komando eğitimi görmüş herkes
bu saçma soruya alayla karşılık verecektir. Hayır, onların bitkin düşecek kadar
yorulmalarının nedeni dağa tırmanmayı çok can sıkıcı bulmalarıydı. Öylesine
yorulmuşlardı ki pek çoğu yemek bile yemeden yattı. Askerlerden oldukça yaşlı
rehberlere gelince; onlar bitkin düşmemişlerdi, çünkü yaptıkları işe ilgi
duyuyor, bu işi seviyorlardı.
Columbia Üniversitesi'ndenDr. Edward Thorndike yorgunluk üzerinde bir dizi deney
yaparken, bir grup genç adama sürekli olarak ilgilenecekleri birtakım şeyler
vererek onları bir hafta uyanık tutmuştu. Bir dizi araştırmadan sonra Dr.
Thorndike raporunda, "Can sıkıntısı, işgücünün azalmasının tek nedenidir,"
sonucuna varmıştı.
Eğer bir beyin işçisi iseniz, yaptığınız işin sizi yorma olasılığı çok azdır.
Sizi yoran şey, yapamadığınız işlerin çokluğudur. Örneğin, geçen hafta
çalışmalarınızın sürekli kesintiye uğradığı günüdüşünün. Hiçbir mektubu
yanıtlayamadınız. Randevular iptal edildi. Bir sürü sorun çıktı. O gün her şey
ters gitti. Hiçbir şeyi yapıp bitiremediniz, ama eve gittiğinizde bitkin bir
durumdaydınız ve başınız ağrıdan çatlayacak gibiydi.
Ertesi gün ofiste her şey rayına oturdu. Bir gün öncekine oranla kırk kat fazla
çalıştınız, ama eve gittiğinizde yeni açmış karbeyazı bir gardenya kadar
taptazeydiniz. Böyle bir deneyimi mutlaka: yaşamışsınızdır. Ben de yaşadım.
Bundan alınması gereken ders nedir? Sadece şu: Çalıştığımız için yorulmayız;
bizi yoran şey kaygı, işlerin bozulması ve hayal kırıklıklarıdır.
Bu bölümü yazdığım sırada Jerome Kern'in o keyifli müzikali komedisi Show Boat'u
izlemeye gittim. Cottom Blossom adlı teknenin kaptanı Kaptan Andy; oyunun sahne
aralarındaki felsefi tiratlarından birinde, "Yaptığı işten keyif alan insanlar
şanslı kişilerdir," diyordu. Bu insanlar şanslıdırlar;' çünkü daha çok
enerjileri vardır, daha mutlu olurlar, daha az yorulurlar ve daha az üzülürler.
Şehir içinde yanında dır dır eden' karısı veya kocasıyla on blok yürüyen bir
kişi; yanında taptığısevgilisi ile on mil yürüyen bir insandan daha çok yorulur.
27
Öyleyse ne olacak? Bu konuda siz ne yapabilirsiniz? Aşağıda, Oklohoma'da, bir
petrol şirketinde çalışan bir sekreterin bu konuda ne yaptığını okuyacaksınız.
Bu sekreter her ayın pek çok gününü düşünebileceğiniz en sıkıcı işi yaparak
geçiriyor,petrol dağıtım formlarını dolduruyor, boşluklara rakamları,
istatistikleri işliyordu. Bu iş o kadar sıkıcıydı ki sekreter kendini koruma
güdüsüyle işi ilginçleştirmeye karar verdi. Nasıl mı? Her gün kendisi ile
yarışmaya başladı. Her sabah kaç adet form doldurduğunu sayıyor ve öğleden
sonraları da bu rekoru kırmaya çalışıyordu. Her akşam o günün toplamını alıyor
ve ertesi gün daha iyi bir sonuca ulaşmak istiyordu. Böylece kısa zamanda diğer
sekreterlerden daha çok form doldurur hale geldi. Peki bütün bunlar ne işine
yaradı? Takdir mi edildi? Hayır. Ona teşekkür mü ettiler? Hayır. Terfi mi etti?
Hayır. Maaşı mı arttı? Hayır. Fakat can sıkıntısı nedeniyle oluşan yorgunluğu
önlemiş oldu, beyni daha iyi çalışmaya başladı. Sıkıcı bir işi ilginç hale
getirdiği için daha enerjik, daha cana yakın olup boş saatlerinin tadını
çıkarmaya ve keyif almaya başladı.
Bu öykünün doğru olduğunubiliyorum, çünkü ben bu kızla evlendim.
Şimdi, işi ilginç hale getirmenin ödülünü alan bir başka sekreterin öyküsünü
anlatacağım. Genç kız her gün işinde tam bir savaşveriyordu. Artık savaşmıyor.
Genç kızın ismi Vallie G. Golden, kendisi Elmhurst'te çalışıyor. Aşağıda onun
bana yazmış olduğu öyküsünü bulacaksınız:
"Çalıştığım ofiste dört sekreterdik ve her birimiz birkaç işadamının
yazışmalarını yürütmekle görevlendirilmiştik. Zaman zaman işlere yetişemez
oluyorduk. Bir gün bir departmanın müdür yardımcısı yazdığım uzun bir mektubu
yeniden yazmamı isteyince isyan ettim. Mektubun yeniden daktilo etmeden de
düzeltilebileceğini ona göstermek istediğimde; eğer yeniden yazmak istemiyorsam,
bunu yapabilecek bir başkasını bulacağını sert bir şekilde söyledi! Burnumdan
soluyordum. Mektubu yeniden yazmak için daktilomun başına oturduğumda birden,
yaptığım bu işi seve seve yapmaya hazır pek çok kızın olabileceği aklıma
geliverdi. Zaten bana bu işi yapmam için bir aylık ödeniyordu. Kendimi daha iyi
hissetmeye başladım. Đşimi sevmiyorsam da seviyor gibi davranmaya karar verdim
28
ve şu önemli sonucu keşfettim: Đşimi seviyormuş gibi davrandığımda, yaptığım
işten bir dereceye kadar keyif alabiliyordum. Yine işten keyif aldığımda daha
hızlı çalışabildiğimin farkına vardım. Artık işimi tamamlayabilmek için fazla
mesai yapmama pek gerek kalmıyor. Bu yeni tavrım, çalışkan biri olarak ün
kazanmama neden oldu. Departman üst düzey yöneticilerinden biri özel sekretere
ihtiyacı olduğunda görevi bana teklif etti ve benim ek,işleri bile surat
asmadan, istekle yürüttüğümüsöyledi."
Bayan Golden mektubunu şöyle bitiriyor: "Olaylara bakış açımdaki değişikliğin
verdiği güçle benim için son derece önem taşıyan bir şey keşfetmiş oldum. Bu
benim yaşamımda mucizeler yarattı."
Bayan Golden, Profesör Hans Vaihinger'ın mucizeler yaratan
"sanki gibi" tekniğini kullanmıştı. Prof. Vaihinger bize, "sanki
mutluymuşuz gibi" davranmamızı öğretmişti. .
Eğer işinize ilgi duyuyor gibi davranırsanız,. bu rolünüz gerçekten de işinize
ilgi duymanızı sağlayacaktır. Yorgunluğunuzu, geriliminizi ve kaygılarınızı
gidermenize de yardımcı olacaktır.
Birkaç yıl önce; Harlan A. Howard yaşamını tamamen'değiştirecek bir karar verdi.
Sıkıcı işini ilginç bir hale getirecekti. Gerçekten de sıkıcı ve renksiz bir işi
vardı; bulaşıkları yıkıyor, tezgahı ovuyor, diğer delikanlılar top oynayıp
kızlarla şakalaşırken o, lisenin yemekhanesinde kaselere dondurma dolduruyordu.
Đşini sevmiyordu, ama yapabileceği başka şey de olmadığından dondurma ile
ilgilenmeye karar verdi. Dondurma nasıl yapılıyordu, içine neler koyuluyordu?
Niçin bazı dondurmalarıöbürlerinden daha lezzetliydi? Harlan, dondurmanın
kimyasal yapısını araştırırken lisenin açtığı kimya kursunu birincilikle
bitirdi. Gıda kimyasına olan ilgisi öylesine artmıştı ki Massachusetts Eyalet
Koleji'ne yazılarak gıda teknolojisi alanında uzmanlaştı. New York Kakao
Endüstrisi'nin tüm öğrencilere açık "Çikolata ve Kakaonun Kullanımı" konulu yazı
yarışmasının 100 dolar ödülünü kim kazandı dersiniz? Evet, bildiniz: Harlan
Howard!
Harlan bir iş bulmanın çok zor olduğunu görünce Massaçhusetts, Amhersfteki
evinin bodrum katında özel bir laboratuvar açtı. Bundan.kısa bir süre sonra yeni
bir kanun çıktı. Bu kanuna göre sütteki bakterilerin sayımı gerekiyordu. Harlan
A. Howard çok geçmeden,
29
Amherst't~ki on dörtsüt şirketininbakteri sayımını yapmaya başladı ve kendine
iki ,asistan tuttu.
Bundan yirmi beş yıl sonra Harlan nerede olacak? ,O zaman bugün gıda sektöründe
işin başında olanlar ya emekli ya da ölmüş olacaklar. Harlan A.'"Howard da büyük
bir olasılıkla mesleğinin liderlerinden biri durumuna gelecek. Bir zamanlar
tezgah arkasında dondurma sattığı okul arkadaşlarıise işsiz güçsüz,ekşimiş
suratlı, kendilerine hiçbir fırsat tanınmadığı için yakınarak hükümete lanetler
yağdıran tipler olacaklar. Eğer Harlan A. Howard da sıkıcı bir işi ilginç hale
getirmeye karar vermemiş olsaydı, onun da şansı olmayacaktı. .
Yıllar önce yine sıkıcı bir işi olan bir başka genç adam vardı. Bir fabrikada
torna arkasında' durup civatalara diş açan bu gencin adı Sam'dĐ. Sam işibırakmak
istiyor, ama başka bir işbulamamaktan korkuyordu. Bu sıkıcı işi yapmak. zorunda
olduğuna göre, işi ilginç hale getirmeye karar verdi. Yanındaki makinenin
operatörü ile aralarında bir yarış düzenledi. Operatör cıvatanın yüzeyindeki
pürüzü düzeltecek, Sam de 'çaınnı ayarlayıp dişini açacaktı. Arada sırada
makineleri durdurup kimin daha fazla cıvata işlediğine bakacaklardı. Sam~in
titiz ve hızlı çalışmasından etkilenen ustabaşı bir süre sonra ona daha iyibir.
iş verdi. Bu bir dizi terfininbaşlangıcı oldu. Otuz yıl sonra Sam,ı,yarii Samuel
Vauclain, Baldwin 'Lokomotif Sanayii'nin başkanı olmuştu. Eğer sıkıcı bir işi
ilginç hale getirmeye karar vermemiş olsaydı, hala bir tornacı olarak kalacaktı.
Ünlü radyo haberleri yorumcusu H.V. Kaltenbom bir keresinde' bana sıkıcı bir işi
nasıl ilginç hale getirdiğini anlatmıştı. Yirmi iki yaşındayken sığır taşıyan
bir şilepte çalışmış ve hayvanları sulayıp yemleme işini yüklenerek Atlantik
Okyanusu'nu aşmıştı. Önce Đngiltere'de bir bisiklet turu yaptıktan sonra Paris'e
geldiğinde cebinde beş 'parası yoktu ve karnı açtı. Fotoğraf makinesini beş
dolar karşılığı rehine verdiktensonra The New York Herald gazetesinin Paris
baskısına bir ilan vererek stereoptik makinelerin satışına başlamıştı. Gözünüze
dayayarak birbirinin aynı iki resme bakmamızısağlayan o eski moda stereoskopları
hatırlıyorum. Bakarken bir mucize oluyor, iki resim üç boyutlu tek bir resim
haline geliyordu.
Derinliği algılıyordunuz ve perspektif duygunuz uyarılıyordu.
30
Ne diyordum? Evet, Kaltenbom, Paris'te kapı kapı dolaşarak bu makineleri satmaya
başlamıştı, ama Fransızcabilmiyordu. Buna rağmen ilk yıl beş bin dolar komisyon
kazanarak o yıl Fransa'nın en iyi ücret alan pazarlamacısı oldu. H.V. Kaltenbom,
bu deneyimin ona Harward Üniversitesi'nde bir yıllık eğitimin kazandıracağı
kadar başarı ve yetenek kazandırdığını söyledi. Öyle ki bu deneyimin sonucunda
Fransız ev hanımlarına Amerika Meclis Tutanakları'nı bile satabileceğini
söylüyordu.
Bu deneyim onun Fransız yaşantısını yakından tanımasını sağlamış ve
radyodaAvrupa'da yaşanan olayları yorumlarken ona yardımcı olmuştu. .
Kaltenbom, Fransızca konuşamadığı halde nasıl usta bir pazarlamacı olmuştu?
Patronuna satış için gerekli olan cümleleri mükemmel bir Fransızca ile yazdırmış
ve sonra onları ezberlemişti. Kapıyı çalıyor, karşısına çıkan Fransız ev
hanımına son derece komik bir aksan ile ezberlediği satış cümlelerini
sıralıyordu. Sonra resimleri gösteriyor, karşısındaki kişi bir soru sorarsa
omuzlarını kaldırıp, "Amerikalı... Amerikalı..." diye yanıtlıyordu. Şapkasını
çıkarıyor ve şapkasının tepesine yapıştırdığı, mükemmel bir Fransızca ile
yazılmış olan satış metnini gösteriyordu. Ev hanımı gülüyordu; Kaltenbom da
gülüyor ve birkaç resim daha gösteriyordu. H. V. Kaltenbom bana bunları
anlatırken aslında işin göründüğü kadar kolay olmadığını itiraf etti. Bana bu
işten başarı ile sıyrılmasının tekbir nedeni olduğunu; bunu işi ilginç bir hale
getirme konusundaki kararlılığı ile gerçekleştirdiğini anlattı. Her sabah satış
için dışarı çıkmadan önce aynaya bakıp kendisine bir moral nutku çekiyordu:
"Kaltenbom, eğer karnını doyurmak istiyorsan bu işi yapmak zorundasın. Mademki
bunu yapmak zorundasın, o halde niçin bu işi yaparken keyif almaya
çalışmıyorsun? Her kapıyı çaldığında sahne ışıklarının önünde duran bir aktör
olduğunu ve seyircilerin seni izlediğini hayal et. Ne de olsa yaptığın iş
salınedeki bir komedyenin rolü kadar komik. Bu nedenle niçin elinden geldiği
kadar cana yakın ve coşkulu olmuyorsun?"
Bay Kaltenbom bana bu günlük moral nutuklarının onun sıkıcı bulduğu ve nefret
ettiği işi bir serüven haline dönüştürerek yüksek kazanç elde etmesini
sağladığını anlattı.
31
Bay Kaltenbom, kendisine başarıyı kucaklamak isteyen Amerikalı genç işadamlarına
bir önerisi olup olmadığını sorduğumda, "Her sabah kendi kendinizle konuşun. Pek
çoğumuzun gün boyu yarı uykulu dolaşmasını önlemek içın sabahları bizi
uyandıracak fiziksel egzersizlerin öneminden söz ederiz. Oysaki daha fazlasına
ihtiyacımız vardır; ruhsal ve zihinsel egzersizler bizi canlandırır. Her sabah
kendinize bir nutuk çekin," dedi.
Her sabah kendinizle konuşup nutuk çekmek size çok yapmacık veya çocukça mı
geliyor? Aslında düşünülecek olursa bu, sağlıklı bir ruh halinin temel öğesidir.
"Yaşam, onu şekillendiren düşüncelerinizden ibarettir." On sekiz yüzyıl önce
olduğu gibi, bu sözler bugün de geçerlidir. Marcus Aurelius'un Meditations
(Meditasyonlar) adlı kitabında yazdığı gibi:
"Yaşam onu şekillendiren düşüncelerimizden ibarettir.'"
Gün boyunca, her saatbaşı kendi kendinizle konuşarak kendinizi cesaret ve
mutluluk veren düşüncelere yönlendirebilirsiniz. Elde, ettiğiniz için
şükretmeniz gereken şeyler konusunda kendi kendinizle konuşarak zihninizi sizi
yücelten ve keyifle şakıyan düşüncelerle doldurabilirsiniz.
Doğruları düşünerek her işi daha zevkli bir hale getirebilirsiniz. Patronunuz
sizin işinize ilgi göstermenizi, ona daha çok para kazandırmanızı beklemektedir.
Patronunuzun ne istediğini bir tarafa bırakalım; siz sadece işinizin ilgi çekici
bir duruma gelmesiyle neler kazanabileceğinizi düşünün. Uyanık olduğunuz
saatlerin yarısını işte geçirdiğinize göre, yaşamdan' elde edeceğiniz'
mutluluğun ikiye katlanacağını ve eğer işinizde mutlu olamazsanız başka hiçbir
yerde mutlu olamayacağınızı kendinize hatırlatın. Đşinize ilgi duyarsanız
kaygılarınızdan kurtulacağınızı ve bir süre sonra işinizde yükseleceğinizi,
gelirinizin artacağını unutmayın. Hiçbiri gerçekleşmese bile en azından
yorgunluğunuz en alt düzeye inecek ve işdışındaki saatleriniz keyifli
geçecektir.
32
5 SĐZE BĐR MĐLYON DOLAR VERSELER ELĐNĐZDEKĐLERĐ VERĐR MĐYDĐNĐZ?
Harold Abbot'u yıllardır tanıyorum. Kendisi Missouri, Web City'de,.,otururdu.
Benim konferans danışmanlarımdan biriydi. Bir gün Kansas City'de buluştuk ve
beni arabasıyla Missouri- Belton'daki çiftliğine, götürdü. Yolculuğumuz sırasmda
kendisine üzüntü ile nasıl baş ettiğini sordum~ Bana asla unutamayacağım ilginç
bir öykü anlattı.
"Her şeye üzülür, kaygılanırdım," diyerek söze başladı. "1934 yılında bir bahar
günü, Web City~de West pOlfgherty Sokağı'nda yokuş aşağı yürürken öyle bir
manzara ile karşılaştım ki tüm kaygılarım uçup gitti. Her şey on saniye içinde
irPlup bitti, ama ben nasıl yaşamak gerektiği konusunda son on,yılda
öğrendiğimden çok daha fazla şey öğrendim. Đki senedir Web City'de bir bakkal
dükkanı işletiyordum. Tüm birikimlerimi kaybettiğim gibi ancak yedi yılda geri
ödeyebileceğim kadar da borçlanmıştırn. Bakkal dükkanını bir önceki cumartesi
günü kapatmıştırn. Kansas City'ye gidip yeni bir iş aramak için,Merchant and
Miners Bankası'na;ödünç para istemeye gidiyordum. Dayak yemiş bir insan gibi
yürüyordum.
Đçimdeki tüm savaşma gücünü, inancımı kaybetmiştim. Derken birdenbire ileriden
bacakları olmayan bir adamın. geldiğini gördüm.
Adam, altına tekerlek görevi görecek patenler' çakılmış bir tahta platform
üzerinde oturuyordu. Her iki elindeki ahşap blokların yardımıyla ilerliyordu.
Ona rastladığımda karşıdan karşıya geçmişti ve yaya kaldırımına çıkmak için beş
on santimlik kaldırım taşını aşmaya çalışıyordu. Platformunun ucunu eğdiği
sırada göz göze geldik. Beni yüzünde kocaman bir gülümsemeyle selamladı.
'Günaydın, beyefendi. Ne güzel bir gün değil mi?' dedi. Orada durmuş ona
33
bakarken birdenbire ne kadar zengin olduğumu fark ettim. Đki bacağım vardı.
Yürüyebiliyordum. Kendime acıdığım için utanç duydum; 'Eğer d bacakları olmadığı
halde böyle mutlu, şen ve kendine güvenen biri olabiliyorsa, ben iki bacağımla
elbette olabilirim,' dedim; Daha o sıradabükük belim doğrulmuş; göğsüm
kabarmıştı. Merchants and Miners Bankası'ndan sadece 100 dolar istemeyi
tasarlamıştım, ama artık 200 dolar isteyecek kadar cesaretim vardı. Onlara
Kansas City,'ye gidip iş bulmaya çalışacağımı söyleyecektim. Şimdi ise Kansas
City'yeişe girmeye gideceğimi göğsümügere gere söyleyebilirdim. Đstediğim
krediyi aldım ve bir iş buldum.
"Şimdi banyomdaki aynanın üzerinde aşağıdaki dizelerin yazılı olduğu kağıt
duruyor ve ben her sabah tıraş olurken bunu okuyorum:
"Rastlayana kadar bacakları olmayan bir adama; ,
Üzülüyordum ayakkabı alamıyorum diye ayaklarıma."
----
Eddie Rickenbacker'e, Pasifik Okyanusu'nda kaybolduklarında, bir cankurtaran
salı üstünde yirmi bir gün boyunca arkadaşlarıyla oradan oraya sürüklenirken
aldığı en önemli dersin ne oldpğunu sormuştum. "Bu' deneyim sonucu aldığım en
büyük ders şu oldu; eğer içebileceğiniz kadar suyunuz ve yiyebileceğihiz kadar
yiyeceğiniz varsa, yakınmanızı gerektirecek başka hiçbir şey yok demektir,"
demişti.
Time dergisi Guadalcanal'da yaralanan bir çavuş hakkında bir makale yayımladı.
Bir şarapnel parçası ile boğazından yaralanan çavuşa,yedi kere kan nakli
yapılmıştı. Çavuş bir not yazarak doktoruna sormuştu: "Yaşayacak mıyım?" "Evet,"
diye yanıtlamıştıdoktor. Çavuş bir not daha yazarak tekrar sormuştu:
"Konuşabilecek miyim?" Yanıt yine olumluydu. O zaman çavuş son bir not yazmıştı:
"Öyleyse ne halt etmeye üzülüp duruyorum?"
Niçin 'hemen şimdi durup kendi kendinize, "Ne halt etmeye üzülüp
duruyorum?" diye sormuyorsunuz? Büyük bir olasılıkla siz de bunun ne kadar
önemsiz ve gereksiz olduğunu fark edeceksiniz.
Yaşamımızdaki şeylerin yüzde doksanı doğru, yüzde onu yanlıştır. Eğer
mutlu olmak istiyorsak tüm yapmamız gereken doğru
34
olan yüzde doksanın üstünde durup yanlış olan yüzde onu görmez"' den gelmektir.
Ama eğer üzülüp acı çekmek ve mide ülserine yakalanmak istiyorsak, bütün
yapmamız gereken şey, yanlış olan yüzde onun üzerinde durup yüzde doksanı
görmezden gelmektir.
.. '''Düşün ve şükret!" sözcükleri Đngiltere'deki tüm Cromwell ki. liselerinin
duvarlarında yer almaktadır. Bu sözcükler kalplerimize d~ kazınmalıdır.
Gülüver'in Gezileri adlı kitabın yazarı Jonathan Swift, Đngiliz edebiyatının en
ünlü karamsarıydı. Doğduğu için o kadar çok üzülüyordu ki doğum günlerinde
karalar giyip oruç tutuyordu. Bununla birlikte, tüm karamsarlığına rağmen insana
mutluluk ve neşe veren büyük sağlık güçlerine övgü yağdırırdı. "Dünyanın en iyi
doktorları Dr. Diyet, Dr. Sükfinet ve Dr. Neşe'dir," diyordu. ,
Bizler sahip olduğumuz inanılmaz zenginliklerin üzerinden gözlerimizi bir dakika
bile ayırmayarak Dr. Neşe'nin ücretsiz hizmetinden yararlanabiliriz. Biz, Ali
Baba'nın hazinesinden daha fazla zenginliğe sahibiz. Gözlerinizi bir milyar
dolara satar mıydınız? Ya iki bacağınız için ne istersiniz? Ellerinizi satar
mısınız? Kulağınızı? Çocuklarınızı? Ailenizi? Bunların karşılığında ne
istersiniz? Sahip olduklarınızı şöyle bir toplayın. Rockefeller'lerin,
Ford'ların, Morgan'ların tüm birikimlerini bir araya getirerek alabilecekleri
altmların bile bunları satmanız için yeterli olmadığını göreceksiniz.
Peki bunların değerini biliyor muyuz? Ne yazık ki hayır. Schopenhauer'ın dediği
gibi, "Sahip olduklarımızı çok az, sahip olamadıklarımlZı her zaman düşünürüz."
Evet, "sahip olunanları çok az, , ama sahip olunamayanları her zaman düşünme"
eğilimi yeryüzündeki en büyük trajedidir. Tarih boyunca insanları tüm savaş ve
hastalık salgınıarından daha fazla üzüntüye sevk etmiştir.
Bu durum, John Palmer'ınnormal bir genç insandan, huysuz bir yaşlı adama
dönüşmesine yol açarak neredeyse onun yuvasının yıkılmasına neden olmuştu, Bunu
biliyorum, çünkü bana kendisi anlattı.
Bay Palmer, New Jersey'de yaşıyordu. "Ordudan ayrıldıktan kısa süre sonra kendi
işimi kurdum," diye anlatmaya başladı. "Gece gündüz çok çalıştım. Her şey
yolunda gidiyordu. Sonra sorunlar
35
başladı. '"Đstediğim yedek parça ve malzemeleri alamıyordum. Đşyerimi kapatmak
zorunda kalacağımdan korkuyordum. O kadar çok kaygılanıyordum ki normal bir
adamdan huysuzbir;Đhtiyara dönüşmüştüm. Somurtgan ve aksi biri olmuştum. O
zamanım; farkında değildim, ama mutlu yuvamın dağılmasına ramak kaldığını şimdi
daha iyi anlayabiliyorum. Derken bir gün yanımda çalışmakta,olan savaş gazisi
sakat bir genç .bana, 'Johnny, kendinden utanmalısın,' dedi. .'..Dünyada
sorunları olan tek insan senmişsin gibi davranıyorsun. Dükkanını bir süre
kapatmak zorunda kalabilirsin. Ne var bunda? Đşler normale döndüğünde tekrar
başlayabilirsin. Şükretmen gereken o kadar çok şey varken durmadan
homurdanıyorsun. Oğlum, senin yerinde olabilmeyi ne kadar çok istediğimin
farkında mısın! Bana bak! Bir tek kolum var, yüzümün yarısını mermi götürdü,
yine de yalanmıyorum. Eğer homur homur homurdanmayıbırakmayacak olursan sadece
işini değil, sağlığını, yuvanı ve arkadaşlarını da kaybedeceksin. '
"Bu sözler karşısında olduğum yerdedonakaldım. Onun bu sözleri elimdeki
nimetlerin farkında olmadığımı anlamama yetmişti. O anda tekrar eski günlerime
dönmeye karar verdim ve bunu da başardım. "
Arkadaşım Lucile Blake'in sahip olamadıklarına üzülmek yerine elindekilerle
mutlu olmayı öğrenmeden önce, bir trajedinin eşiğinde tir tir titremesi
gerekmişti.
Lucile ile yıllar önce, her ikimiz de Columbia Üniversitesi Gazetecilik
Okulu'nda kısa öykü yazarlığı,eğitimi görürken tanışmıştık. Lucile, birkaç yıl
önce hayatının şokunu yaşamıştı. O sıralar Arizona, Tucson'da yaşıyordu.
Lucile'nin başına... Neyse, ben öyküsünü size bana anlattığı şekilde aynen
aktarayım:
"Hızlı bir yaşantım vardı. Arizona Üniversitesi'nde org dersleri' alıyor,
kasabada güzel konuşma kursunu yönetiyor, aynı zamanda kaldığım Desert Willow
Ranch'da müzikseverler grubuna müzik dersleri veriyordum. Partilere katılıyor,
danslara gidiyor, geceleri yıldızların altında ata biniyordum. Bir sabah
yıkılıverdim. Kalbim teklemişti. Doktor, 'Dinlenebilmek için tam bir yıl
yataktan çıkmayacak, uzanıp yatacaksın,' dedi. Tekrar eski gücüme
kavuşabileceğim konusunda bana hiçbir ümit vermemişti. Yatakta bir yıl!
36
Bir kötürüm olmak... Belki de ölmek! Müthiş bir vurgun yemiştim! Bütün bunlar
niçin benim başıma gelmişti? Ben bunu hak edecek ne yapmıştım? Ağlayıp inledim.
Acı içindeydim, isyan ediyordum. Ama doktorun önerisine uyarak yatakta yatmaya
başladım. Komşum ressam Rudolf bana, 'Yatakta geçireceğin bir yılın bir trajedi
olduğunu sanıyorsun, oysaki öyle olmayacak. Düşünmeye ve kendini tanımaya
zamanın olacak. Bu birkaç ay içinde ruhsal olarak gelişeceksin: dedi.
Sakinleştim, ve yaşam değerlerine farklı bir duyguyla bakar oldum. Nefes kesen
kitaplar okudum. Birgün bir radyo yorumcusunun, 'Sadece kendi
bilinçaltınızdakileri ifade edebilirsiniz,' dediğini duydum. Bu tür sözleri daha
önce de duymuştum, ama bu sefer bu sözler içime işledi, kök, saldı. Sadece
birlikte yaşamak istediğim düşüncelere beynimde yer vermeye karar verdim. Bu
düşünceler neşe, mutluluk ve sağlıktı. Her sabah uyanır uyanmaz şükretmem
gereken şeyleri gözden geçirmeye kendimi zorladım. Fiziksel rahatsızlığım yoktu.
Sevimli, genç bir kızdım. Gözlerim görüyor, kulaklarım duyuyordu. Müzik
dinleyecek ve kitap okuyacak zamanım vardı. Yemekler güzeldi, arkadaşlarım da
iyiydi. Çok neşelenmiştim. O kadar çok ziyaretçim vardı ki doktor odama sadece
belirli saatlerde, tek konuk kabul 'edebileceğimi bildiren bir tabela astı.
"Aradan yıllar geçti ve ben şimdi her dakikası dolu, aktif bir yaşam
sürdürüyorum. Yatakta geçirdiğim o bir yıla çok şey borçluyum. O,benim
Arizona'da geçirdiğim en mutlu ve en değerli yıl oldu. Her sabah şükretme
alışkanlığımı hala sürdürüyorum. Bu benim en değer verdiğim alışkanlığım. Ölüm
korkusu benliğimi kaplayıncaya kadar yaşamanın değerini anlayamadığım için
utanıyorum."
Sevgili Lucile Blake, belki farkında değilsin ama sen de Dr. Samuel Johnson'ın
iki yüz yıl önce almış olduğu dersi aldın. Dr. Samuel Johnson, "Her olayın iyi
yönünü görme alışkanlığı, yılda bin sterlinlik bir gelirden daha değerlidir,"
demişti.
- Bu sözlerin gerçek bir iyimser tarafından söylenmemiş olduğuna dikkatinizi
çekmek isterim. Bu adam yirmi yıl açlık ve sefalet içinde yaşamış ve en sonunda
kendi neslinin en tanınmış yazarı ve gelmiş geçmiş en iyi hatibi olmayı
başarmıştır.
37
Logan Pearsall Smith, "Hayatta ulaşılması gereken iki hedef bulunmaktadır:
Birincisi; isteneni elde etmek, ikincisi; elde edilenden keyif almak. Sadece
aklı başında olanlar bu ikinci hedefe ulaşabilirler," diyerek akıllıca bir yaşam
felsefesini bu birkaç kelimeye sığdırmıştır. .: "
Bir mutfakta eviyede bulaşık yıkamanın nasıl keyifli bir iş
halinegetirilebileceğini öğrenmek ister misiniz? Eğer isterseniz, Borghild DahI
tarafından yazılmış, inanılmaz bir cesareti anlatan ve insana umut ışığı tutan
kitabı okuyun. Kitabın adı, i Wanted To See (Görmek Đstiyordum).
Bu kitap elli yılı aşkın bir süre kör olan birkadın tarafından yazıldı. Yazar,
"Sadece bir gözüm görebiliyordu, ama o da öylesine hasara uğramıştı ki sadece
gözümün sol tarafındaki küçük bir aralıktan bakabiliyordum. Bir kitabı
görebilmek için yüzüme çok yakın tutmam ve gözümü olabildiğince sola kaydırmam
gerekiyordu," diyor.
Borghild DahI bu durumuna karşın kendisine acınmasını istemiyordu. Başkalarından
farklı görülmek de istemiyordu. Çocukken arkadaşları ile seksek oynamak istemiş,
fakat çizgileri görememişti. Diğer çocuklar evlerine döndükten sonra yere
çömelmiş ve çizgileri görebilmek içinyerlerde emeklemiş, arkadaşları ile
oynadıkları tüm oyun alanının her bir noktasını ezberledikten sonra oynanan tüm
oyunl~da usta bir oyuncu olmuştu. Eğitimini evinde yaptı. iri harfli kitapları
gözüne öylesine yakın tutuyordu ki kirpikleri sayfaları süpürüyordu. Buna karşın
iki üniversite bitirdi. Minnesota Üniversitesi'nde lisans eğitimini tamamladı.
Columbia Üniversitesi'nde ise master yaptı.
Minnesota'nın kadın kulüplerinde konuk konuşmacı olarak konferans verdi, radyoda
yazarlar ve kitaplar hakkında konuşmalar yaptı. "Bilinçaltımda hep tamamen kör
olma korkusu yatıyordu," diye yazıyor Daha "Bunun üstesinden gelebilmek için
yaşama karşı neşeli, biraz da komik bir tavır takındım."
Derken 1943 yılında, Borghild DahI elli iki yaşındayken bir mucize gerçekleşti
ve Daha ünlü Mayo Kliniği'nde bir ameliyat. geçirdi. Artık eskiye oranla kırk
misli daha iyi görebilmeye başlamıştı.
Gözlerinin önünde güzelliklerle dolu yepyeni ve heyecan dolu
38
bir dünya açılmıştı. Hatta artık mutfakta, evyede bulaşık yıkamak bile onun
içini ürpertip heyecanla dolduran bir olay olmuştu. bulaşık tasındaki beyaz
sabun köpükleriyle oynuyordum diyordu. Daha sonra elimi suyun içine daldırıyor,
küçük bir sabun köpüğü baloncuğunu yakalıyor onu havaya doğru kaldırıp ışığa
tutuyor ve minyatür bir gökkuşağının pırıltılı renklerini görüyordum.
Mutfaktaki eviyenin üzerindeki pencereden dışarı baktığında lapa lapa yağan
karın arasında füme rengi kantlarını çırparak uçuşan serçeleri görüyordu.
Sabun köpüklerine ve uçuşan serçelere baktığında öylesine coşku ile dolmuştu ki
kitabını şu sözlerle sona erdirdi:
‘Ulu Tanrım’ diye fısıldadım. ‘Sana şükrediyorum, sana şükrediyorum.’
Bizler kendimizden utanmalıyız. Yaşadığımız yıllar boyunca tüm günlerimizi
güzelliklerle dolu bir periler ülkesinde geçiyoruz, ama onları göremeyecek kadar
kör ve tatlarına varamayacak kadar tokuz.
Üzüntüyü bırakıp yaşamaya başlamak istiyorsanız, şunu aklınızdan çıkarmayın:
Sorunlarınıza üzülmek yerine sahip olduklarınıza şükdedin.
39
6. UNUTMAYIN; MEYVE VEREN AĞACI TAŞLARLAR!
1929 yılında eğitim çevrelerinde ulusal bir sansasyon yaratan bir olay oldu.
Amerikanın her yöresinden aydınlar olaya tanık olmak için Şikago’ya koştular.
Birkaç yıl önce Robert Hutchin adında bir genç adam, garsonluk, kereste
işçiliği, ev öğretmenliği, konfeksiyon satıcılığı yaparak Yale Üniversitesi
öğrenciliğine kadar yükselmişti. Şimdi, sekiz yıl sonra Amerikanın en iyi
üniversiteleri arasında dördüncü sırada olan Şikago Üniversitesinin
Rektörlüğüne getirilmişti. Yaşı mı? Henüz otuzdu. Đnanılır gibi değildi.
Yaşlı öğretim üyeleri olamaz anlamında başlarını iki yana sallıyorlardı. Her
yönden gelen eleştiriler, bu ‘Harika çocuk’un üzerine yağmur gibi yağıyordu.
Çok gençti, deneyimsizdi, eğitime ilişkin düşünceleri aykırıydı. Basın bile
bu saldırıya katıldı.
Rektörlük görevine getirildiği gün, bir arkadaşı Robert Maynavd Hutchins’in
babasına, ‘Bu sabah gazetede oğlunuzu aşağılayan yazıları okuduğum zaman şok
geçirdim’ demişti.
Yaşlı Hutchins, ‘Evet, çok sert bir eleştiriydi, ama unutmayın, meyve veren
ağacı taşlarlar’ diye yanıtlamıştı.
Evet, ağaç ne kadar verimliyse, onu taşlayan insanlar o kadar mutlu olurlar.
Daha sonra VIII. Edward ünvanıyla tahta geçen Galler prensi de bu olaydan
payına düşeni almıştı. Deniz harp okulunun dengi olan Devonshire’deki
Dartmouth kolejinde öğrenim görüyordu. Henüz ondört yaşındaydı. Görevliler
bir gün onu ağlarken buldular ve ne olduğunu sordular. Prens ilkönce konuşmak
40
istemedi, ama sonra gerçeği itiraf etti: Öğrenciler onu pataklamıştı. Okulun
komutanı öğrencileri topladı ve onlara prensin ne yaptığını öğrenmek istediğini
söyledi.
'Başlarını eğip, gözleriyle ayak parmaklarını inceleyip biraz kem küm
,ettikten, sonra öğrenciler sırf ileride kralın donanmasında birer subay
olduklarında, "Kralı pataklamıştık," diyebilmek için bu işe kalkıştıklarını
itiraf ettiler!
Bu nedenle saldırıya uğrayıp eleştirildiğinizde, bunu yapanın, kendini önemli
biri sanarak büyük keyif aldığı için bu işi yaptığını aklınızdan çıkarmayın.
Çoğunlukla eleştirinin nedeni dikkati çekecek kadar büyük bir iş başarmanızdır.
Pek çok kişi kendisinden daha iyi eğitim görmüş veya daha başarılı olan birini
suçlayıp eleştirerek bundan tuhaf bir keyif alır. Örneğin ben bu bölümü yazdığım
sırada, bir kadındanKurtuluş Ordusu'nun kurucusu General William Booth'u
suçlayan bir mektup aldım. yeneral Booth'u öven bir radyo yayını yapmıştım,
kadın bu nedenle bana yazmıştı. General Booth'un fakirler için topladığı paranın
sekiz milyon dolarını çaldığını söylüyordu. Suçlama hiç kuşkusuz saçmaydı, ama
kadın aslında gerçeğin peşinde değildi. Kendisinden çok yüksekte olan birine
çamur atarak acımasız bir yöntemle kendini tatmin ediyordu. Bu zehirli mektubu
çöpe attım ve bu kadınla evli olmadığım için Tanrı'ya şükrettim. Mektup
benimGeneral Booth hakkındaki kanımı değiştirmemişti; ama <> kadın .hakkında çok
şey öğrenmeme yardımcı olmuştu. Schopenhauer yıllarca önce, "Bayağı insanlar,
büyük insanların yanlışlıklarından ve akılsızca davranışlarından büyük keyif
alırlar," demişti.
Yale Üniversitesi'nin rektörünün bayağı bir insan olduğu söylenemez. Bununla
birlikte, Yale'in eski rektörlerinden Timothy Dwight'ın, Amerika. Birleşik
Devletleri'nin başkanlığına koşan adama aşağılayarak saldırmaktan büyük bir
keyif aldığı açıkça görülmekteydi. Yale'in rektörü, "Bu adam başkan seçilecek
olursa kanlarımızın, kızlarımızın fuhuşa sürükleneceklerini, iffetlerini yitirip
ırzlarına geçileceğini, zerafet ve erdemlerini yitirerek Tanrı'nın ve insanların
gazabına uğrayacaklarını" söyleyerek seçmenleri uyarıyordu.
Sanki Hitler suçlanıyormuş gibi, değil mi? Ama hayır, suçlanan
41
Thomas Jefferson'dı. Hangi Thomas Jefferson mı? Elbette, Hürriyet
Beyannamesi'nin yazarı ölümsüz Thomas Jefferson olamaz diye düşünüyorsunuz. Ama
evet, ta kendisi!
Harigi Amerikalı "riyakar", "düzenbaz", "katilden bir gömlek üstün" denilerek
suçlandı sizce? Bir gazete karikatüründe bu adamın kafası giyotinde kesiliyordu.
Sokaktan atıyla geçerken halk onu yuhıılayıp ıslıklamıştı. Kimdi bu adam? George
Washington!
Ama bütün bunlar yıllar önce olmuştu. Belki de insan doğası o günden beri
değişip gelişmiştir. Görelim bakalım.
6 Nisan '.1909' da, köpeklerin çektiği kızakla, uğruna yüzyıllarca pek çok cesur
insanın acı çekip aç kalarak öldüğü hedefe, Kuzey Kutbu'na vararak dünyayı
şaşırtıp heyecanlandıran kaşif Amiral Peary olayını ele alalım. Peary de soğuk
ve açlıktan ölmek üzereydi, ayak parmaklarının sekiz tanesi donduğundan kesilmek
zorunda kalmıştı. Peş peşe gelen felaketlerden yılmış, aklını yitirmekten korkar
olmuştu. Washington'daki üst rütbeli denizsubayları içten. içe kaynamaya
başlamışlardı; çünkü Peary çok fazla reklam ediliyor, alkış topluyordu. Onu
bilimsel araştırmalar için para toplamak, sonra da Kuzey Kutbu bölgesinde
tembelce gezinip yan yatmakla suçladılar. Belki de buna' gerçekten
inanıyorlardı; çünkü insanlar inanmak istediklerine inanırlar. Peary'yi
aşağılayıp onun yolunu kesme konusunda öylesine kararlıydılar ki Peary'nin Kuzey
Kutbu'ndaki çalışmalarını yürütebilmesi, Başkan McKĐnley'den aldığıdoğrudan emir
sayesinde oldu.
Eğer Washington'da, Denizcilik Bakanlığı'nda bir masabaşı işinde çalışsaydı
Peary böyle bir suçlama ile karşılaşacak mıydı? Hayır, çünkü o zaman kıskançlık
yaratacak kadar önemli bir konumda olmayacaktı. .
General Grant ise Amiral Peary'den çok daha kötü bir deneyim yaşamıştı. 1862
yılında General Grant o günekadar Kuzey'in yaşadığı en büyük zaferi kazanmıştı:
Bir öğleden sonra elde edilen zafer, General Grant'ı bir gecede milli kahraman
yapmış ve.Grant'ın zaferinin yankıları Avrupa'nın en uzak köşelerine kadar
uzanmıştı. Zaferi kutlamak için kilise çanları çalıyor, yakılan zafer ateşleri
Paine' den Missisippi'nin sahillerine kadar alevalev yanıyordu. Ne var ki büyük
zaferden altı hafta sonra Kuzey'in büyük kahramanı
42
General Grant tutuklandı ve,ordusu elinden alındı. Grant aşağılandığı için
umutsuzca ağlıyordu.
General Grant böylesine büyük bir zafer kazanmışken niçin tutuklanmıştı? Son
derece kibirli, üst rütbeli generallerin kıskançlık duygularını uyandırdığı
için.
Eğer haksız eleştiriler nedeniyle üzüntü duyuyorsanız:
Haksız eleştirilerin aslında maskelenmiş bir övgü olduğunu"'aklınızdan,
çıkarmayın."
Unutmayın;, meyve veren ağacı taşlarlar.
------
BUNLARI YAPARSANIZ ELEŞTĐRĐLER SĐZĐ ĐNCĐTMEYECEKTĐR
Bir kez, Orgeneral' Smedley But1er, yani ihtiyar "Keskin Göz" ile bir röportaj
yapmıştım. Yaşlı "cehennem zebanisi" Butler! Onu hatırladınızmı? Amerika
Birleşik Devletleri donanmasının gelmiş geçmiş en renkli, en kabadayı
generaliydi o: Bana, gençliğinde herkesi etkilemek ve popüler biri olmak için
can attığını anlatmıştı. O günlerde en'küçük bir eleştiri bile insana batardı.
Fakat Butler deniz piyadeleri ile geçirdiği otuz yılın onu katılaştırıp
güçlendirdiğini itiraf etti. "Aşağılandım, azarlandım, bana sarı köpek, yılan,
kokarca dendi," diye anlattı Butler. "Đngiliz dilinde var olan ama yazılamayan
küfürlerin tümünün her türlü türetilmiş şekli bana söylendi. Bunlar canımı mı
sıktı? Hah! Şimdi birinin bana küfrettiğini duyduğumda kim olduğunu görmek için
başımı bile çevirmiyorum."
Belki yaşlı "Keskin Göz" eleştiriye karşı fazla ilgisizdi ama kesin olan'bir şey
varsa, o da çoğumuzun bize fırlatılan taşları, 'küçük dokundurmaları çok fazla
ciddiye aldığımız. Yıllarca öncebir gün yetişkinler sınıfında bir toplantıya
katılan Sun gazetesi muhabirininbeni ve işimi küçümseyerek hicvettiğini
hatırlıyorum. Kızmış mıydım? Bunu kişiliğime bir hakaret olarak görmüştüm. Hemen
the Sun'ın Yönetim Kurulu Başkanı Gil Hodges'ı aradım ve bu maskaralık
yerine_gerçekleri anlatan bir makale yayımlamasını istedim. Đşlenen suçun
cezasını vermeye kararlıydım.
Şimdi, o zamanki bu davranışımdan utanıyorum. Gazeteyi okuyan insanların
yarısının bu makaleyi hiç görmediğini şimdi anlıyorum. Okuyanların yarısı bu
yazının masum bir espri olduğunu düşünmüştür. Ciddiye alıp keyiflenen diğer
yarısı isebir iki hafta içinde ,okuduklarını unutmuştur.
43
Şimdi insanlarınbizi düşünmediğini veya hakkımızda ne söylendiğini
umursamadığını biliyorum. Onlar sabahları kahvaltıdan önce, kahvaltıdan' sonra,
gün boyu ve gece yarısından on dakika sonra, hep kendilerini. düşünüyorlar.
Başlarındaki şiddetli bir ağrı onları sizihveya benim ölüm haberimizden bin kere
fazla ilgilendiriyor.
. Bizler:hakkında yalanlar söylense, gülünç duruma düşürülsek, aldatılsak,
arkamızdan bıçaklansak, en yakın altı arkadaşımızdan birinin' ihanetine uğrasak
bile ne kendimize acımalı ne de bir yaygara koparmalıyız. Bunun yerine kendimize
aynı durumun Đsa'nın başına gelmiş olduğunu hatırlatmalıyız. En yakın on iki
arkadaşından biri bugünkü para ile On dokuz dolar tutacak bir rüşvet için
,Đsa'ya ihanet etti. Yine .en yakın on iki arkadaşından birdiğeri Đsa'nın başı
derde girdiği anda onu terketti ve hatta üç kere Đsa'yı tanımadığını söyledi,
üstelik buna yemin etti. Altıda bir.! Eğer Đsa'nın başına bunlar geldiyse neden
bizler daha iyi bir sonuç elde edelim.
''yıllar önce, eğer insanların beni haksız yere eleştirip suçlamasını
engelleyemiyorsam, bundan çok daha önemli bir şey yapabileceğimi fark ettim:
Haksız suçlama ve hükümlerin beni etkileyip etkilememesi konusunda kararı kendim
verebilirdim.
Bir konuya açıklık getirelim: Hiçbir eleştiriye kulak asmamanızı önermiyorum,
kastetmek istediğim bu değil. Ben sadece haksız eleştiriye aldırış etmemek
gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. Bir keresinde Eleanor Roosevelt'e haksız
eleştirilere nasıl tepki verdiğini sormuştum. Kim bilir Bayan Roosevelt ne kadar
çok eleştiriyle karşı karşıya kalıyordu! Beyaz Saray'da yaşamış olan diğer tüm
kadınlardan çok daha fazla candan dostu vardıbelki, ama çok daha fazla acımasız
düşmanı da vardı. .
Bayan Roosevelt bana genç kızken. son derece utangaç olduğunu ve başkalarının
kendisi hakkında söyleyebileceklerinden çok çekindiğini anlattı. Eleştirilmekten
öyle çok korkuyordu ki bir gün halasından (Theodore Roosevelt'in kızkardeşi)
kendisine akıl vermesini rica etmiş, "Bye Teyze, ben bunları yapmak istiyorum,
ama eleştirilmekten korkuyorum," demişti.
Teddy Roosevelt'in kızkardeşi onun gözlerinin içine bakmış ve, "Sen doğru
yaptığına yürekten inanıyorsan başkalarının sözlerinin seni rahatsız
etmesineasla izin vermemelisin," diye karşılık vermişti.
45
Eleanor Roosevelt bana, bu. minicik öğüdün yıllar sonra Beyaz Sarayda otururken
kendisine ne denli destek olduğunu anlattı. Eleştiriye hedef olmamak için tek
yapılacak işin narin bir porselen biblo gibi rafta durmak olduğunu söyledi.
"Doğruluğuna yürekten inandığınız şeyi yapın, çünkü nasıl olsa
eleştirileceksiniz. Yapsanız da size lanet okuyacaklar, yapmasanız da..." Bize
verdiği öğüt buydu.
Matthew C. Brush, Amerika Uluslararası Şirketi'nin başkanı iken ona eleştiriye
karşı duyarlı olup olmadığını sormuştum. Bana, "Evet, ilk günlerde çok
duyarlıydım," diye karşılık vermişti. "Şirketteki tüm işgörenlerin ne kadar
mükemmel olduğumu düşünmelerini istiyordum. Böyledüşünmemeleri beni
kaygılandırıyordu. Đlk yaptığım işlerden biri bana cephe alan kişiyi mutlu
etmeye çalışmak oluyordu, ama bunu yaptığımda bir diğer kişiyi
öfKelendiriyordum. O kişiyi yatıştırmaya uğraştığımda, bu' sefer başka bir çift
eşekarısını kışkırttığım için onların vızıldayıp iğnelerini batırmalarına neden
oluyordum. En sonunda eleştiriden kaçınmak için incittiğim, kırdığım insanları
yatıştırmaya uğraştıkça düşmanlarımın sayısında belirgin bir,artış olduğunu fark
ettim. Sonuç.olarak kendi kendime, "Eğer kalabalığın arasından sivrilip kendini
gösterirsen eleştiriden kaçamayacaksın, bu nedenle bu fikre alışsan iyi olur,"
dedim. Bu karar bana son derece yardımcı oldu. O andan itibaren elimden gelenin
en iyisini yapmayı kendime ilke edindim, ama yapacak bir şey kal~adığında da
şemsiyemi açtım, eleştiri yağmurunun ensemden içeri süzülmesindense, üzerimden
akıp gitmesini sağlamaya çalıştım. . . "
Deens Taylor bir adım daha ileri gitti: Hem eleştiri yağmurunun ensesinden içeri
süzülmesine izin verdi, hem de herkesin önünde bu duruma kahkahalarla güldü. New
York Filarınoili-Senfoni Orkestrası'nın pazar günü öğleden sonra yayınlanan
radyo konserinde verilen ara sırasında yorum yaparken bir kadın ona, "yalancı,
hain, yılan, kişiliksiz" sıfatlarını sıraladığı bir mektup göndermişti.
.Bay Taylor; Of Me'; and Musle (Đnsanlar ve Müzik) adlı kitabında,
"O kadının ne söylediğinin farkında bile olmadığını düşünüyorum," diyor. Bay
Taylor bu mektubu milyonlarca dinleyicinin önünde okumuş ve birkaç gün sonra
aynı hanımdan bir mektup daha almıştı. Bay Taylor, "Kadın değiştirmediği
kanısını bir kere daha yineliyor ve
46
benim hala bir yalancı, bir hain, bir yılan ve ahmak olduğumu yazıyordu.’ Diyor.
Eleştiriye bu şekilde tepki veren bir adama hayran olmamak elde değil. Onun
asaletine, sarsılmayan özgüvenine ve mizah anlayışına hayranlık duyuyorum.
Chavrles Schwab, Princeton’da bir grup öğrenci ile konuşurken o güne kadar
aldığı en iyi dersin kendisine Schwab çelik fabrikasında çalışan yaşlı bir alman
tarafından verildiğini söylemişti. Bu yaşlı alman diğer çelik işçileri ile savaş
dönemine ilişkin hararetli bir tartışmaya girişince adamlar onu nehre
atmışlardı. Bay Schwab, üstü başı çamur içinde, her yerinden sular süzülerek
ofisine gelen almana onu nehre atan adamlara ne dediğini sormuştu. ‘Sadece
güldüm!’ diye karşılık vermişti alman.
Bay Schwab, yaşlı almanın ‘sadece güldüm’ sözlerini kendisine yaşam felsefesi
olarak aldğını söylüyordu.
Bu felsefe, özellikle haksız eleştiriye uğradığınızda son derece yararlı
olacaktır. Size sert bir biçimde karşılık veren insana siz de karşılık
verebilirsiniz, ama ‘sadece gülen’ bir insana ne yapabilirsiniz?
Lincoln, eğer kendisine yönelik tüm acımasız eleştirilere gülüp geçmeyi
öğrenmemiş olsaydı, iç savaşın baskısı altında eriyip giderdi. Oysaki onun
yaptığı eleştiri tanımı literatüre geçti ve bir hazine gibi değer kazandı.
General Mac Arthur bu sözlerin bir kopyasını savaş sırasında karargahtaki
masasının üstüne asmıştı. Winston Churchil ise yine sözlerin bir kopyasını
çerçeveletip Chartwell’deki çalışma odasının duvarına astığı sözler şöyleydi:
‘Eğer tüm saldırılara karşılık vermeye kalksaydım, herşeye veda etmek zorunda
kalırdım. Elimden geleni, doğru bildiğimi yapıyorum; sonsuza dekte yapacağım.
Doğruya ulaşırsam söylenenlerin önemi kalmaz. Yanlış yaparsam, on melek haklı
olduğumu söylese de farkı olmaz.’’
Haksız bir eleştiri ile karşılaştığımızda şunu aklımızdan çıkarmayalım:
Elinizden geleni yapın; sonra şemsiyenizi açın ve eleştiri yağmurunun ensenizden
içeri süzülmesini engelleyin.
47
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
ĐNSANLARLA ĐLĐŞKĐLERDE TEMEL YÖNTEMLER
Dost kazanma ve insanları etkileme sanatı insan ilişkilerini anlatan bir
kitaptır. Dolu dolu yaşamak için dostların gerkli olduğunu anlatır. Eleştiri
dürtüsüne karşı koyabilmek, övgü alışkanlığı edinmek ve övgünün değerini
anlayabilmek, insanların bizi sevmesini sağlayacak önemli unsurlardır. Bunlar
bizim hem sosyal yaşantımızda hem de evde mutlu olmamızı sağlar. Her insanın
temel gereksinmesi de budur.
48 Boş sayfa
49
7. BAL TOPLAMAK ĐSTĐYORSANIZ ARI KOVANINA ÇOMAK SOKMAYIN
8. 9 Mayıs 1931 tarihinde New York’ta tüm zamanların en ünlü ve heyecan
verici insan avı yaşandı. Haftalarca süren aramalardan sonra ‘çifte
tabancalı’ Crowley ( sigara kullanmayan, içki içmeyen tetikçi- katil )
yakayı ele vermiş, West End sokağeında, sevgilisinin apartmanında
kıstırılmıştı.
9. Yüzelli polis ve dedektif onun bu çatı katındaki sığınağını kuşattılar.
Çatıda delikler açtılar ve göz yaşartıcı gaz kullanarak polis katili
Crowley’i dışarı çıkarmaya çalıştılar. Daha sonra çevredeki binalara
makinalı tüfeklerini yerleştirdiler ve bir saatten fazla bir süre New
York’un bu seçkin yerleşim bölgesi tabanca sesleri ve makineli tüfeklerin
gürültüleri ile yankılandı. Crowley bir kanepenin arkasına sinmiş, polise
ateş edip duruyordu. On bine yakın insanda heyecanla bu çatışmayı
izliyordu. O güne kadar New York kaldırımlarında buna benzer bir olay
yaşanmamıştı.
10. Crowley yakalandığında, polis komiseri E.P Mulrooley bu çifte
tabancalı katilin New York tarihinde görülen en tehlikeli suçlu olduğunu
bildirdi. Peki ‘ Çifte tabancalı’ Crowley kendini nasıl görüyordu? Bunu
biliyoruz, çünkü apartmana ateş ederken o, ‘ilgili makama’ başlıklı bir
mektup yazmıştı. Mektubu yazarken yaralarından akan kan kağıdın üzerinde
kırmızı bir leke bırakmıştı. Bu mektupta Crowley, ‘Ceketimin altında
yorgun ama nazik bir kalp var,’ diyordu. ‘hiçkimseye zarar vermeyecek bir
kalp’.
11. Bu olaydan kısa süre önce Crowley, Long Island’da bir kasaba yolunda
kız arkadaşıyla arabada sevişiyordu. Birdenbire bir polis arabaya
yaklaşmış ve ‘ehliyetini görmek istiyorum,’ demişti.
50
Crowley tek kelime söylemeden tabancasını çekmiş ve polisi kurşun yağmuruna
tutarak delik deşik etmişti. Ölen polis yere düşerken arabadan dışarı fırlayan
Crowley onun tüfeğini yakalamış ve yere kapaklanan bedenine bir kurşun daha
sıkmıştı. "Ceketirnin altında yorgun ama nazik bir kalp var, hiç kimseye zarar
vermeyecek bir kalp," diyen katil işte bu adamdı.
Crowley elektrikli sandalyede idama mahkum oldu. Sing Sing'deki infazevine
geldiğinde, "Đnsanları öldürdüğüm için mi bu ceza bana verildi? Hayır!" dedi.
"Kendimi savunduğum için cezalandırıldım. "
Bu hikayede anlatılmak istenen şey şu: "Çifte Tabancalı" Crowley kendini hiçbir
şekilde suçlu görmüyordu: Suçlular arasında bu durumun' ender görüldüğünü mü
düşünüyorsunuz? Eğer öyleyse bunu dinleyin:
"Yaşamımın en güzel yıllarını insanlara basit zevkler yaşatmak için harcadım.
Keyifli dakikalar geçirmelerine yardımcı oldum, ama tüm elime geçen aranan bir
adam damgası yemek oldu. Kullanıldım ben!" Bunlar Al Capone'a ait sözler. Capone
da kendini suçlu görmüyordu. Üstelik halk ~arafından anlaşılmamış, değeri
bilinmemiş iyiliksever bir vatandaş olarak görüyordu kendini.
NewYork'ta bir başka gangsterinkurşunlarına hedef olup ölen Dutch Schultz da
aynı şekilde düşünüyordu. Bu ünlü gangster, halka yararlı bir insan olduğuna
gerçekten inanıyordu.
New York'un ünlü Sing Sing Hapishanesi'nin müdürlüğünü yapmış olan Lewis Lawes
ile mektuplaşmıştım. Lawes bana, "Sing Sing' deki suçluların çok azı kötü bir
adam' olduğunu kabul eder:' diye yazmıştı. "Onlar tıpkı sizin veya benim gibi
birer insandırlar. Bu nedenle akıl yürütür, açıklama yaparlar; size neden
kasaları açıp soyduklarını, neden silahların tetiklerini çektiklerini
anlatırlar. Pek çoğu aykırı veya mantıkdışı, topluma ters gelen davranışlarını
haklı gösterecek neden bulurlar ve inatla asla tutuklanmamaları gerektiğini
savunurlar."
Eğer Al Capone, "Çifte Tabancalı" Crowley, Dutch Schultz ve hapishane duvarları
arkasındaki umutsuz kadınlar ve erkekler kendilerini hiçbir şekilde
suçlamıyorlarsa biz bunu neden yapıyoruz?
51
Kendi ismini taşıyan mağazalar zincirinin kurucusu John Wanaınaker bir zamanlar,
"Başkalarını azarlamanın aptalca bir davranış olduğunu otuz yıl önce öğrendim.
Benim Tanrı'nın neden herkese eşit akıl dağıtmadığını düşünüp dertlenmeyecek
kadar çok sorunum var:' demişti. Wana maker dersini erken almıştı. Bense bu
dünyada bir asrın üçte birini iyi kötü geçirdikten sonra insanların ne kadar
hatalı olurlarsa olsunlar kendilerini hiçbir şekilde eleştirip suçlamadıklarını
öğrendim.
Eleştiri, karşısındaki kişiyi haklılığını kanıtlamak için kendini savunmak
zorunda bırakır; bu yüzden anlamsızdır. Bir, insanın değer verdiği onurunu
yaraladığını, önemli biri olma duygusunu incittiği için de tehlikelidir.
Uluslararası üne sahip psikolog B.E Skinner yaptığı deneylerin sonunda iyi
davranışları için ödüllendirilen hayvanların kötü davranışları için azarlanan
hayvanlardan daha kolay Ve daha hızlı öğrendiklerini kanıtlamıştır.
Bir başka ünlü psikolog Hans Selye, "Yaptıklarımızın onaylanmasını
arzuladığımız kadar dışlanmaktan da çekiniriz:' demiştir.
Eleştiriler insanda ortaya çıkan gücenme duygusu, sadece Đşgörenlerin, aile
bireylerinin ve arkadaşların morallerini bozmakla kalır ve eleştiriye neden olan
durumu düzeltmez.
Oklahoma'nın Enid kasabasından George B. Johnston.bIDinşaat firmasında güvenlik
koordinatörü olarak görev yapmaktaydı. Sorumluluklarından birisi işgörenlerin
şantiye sahasında çalışırken emniyet kasklarını giymelerine dikkat etmekti.
Sahada dolaşırken kaskını giymemiş bir işçiye rastladığında onlara uymaları
gereken yasa ve yönetmelikleri hatırlatıyordu. Sonuç olarak suratları asılmış
işçiler kasklarını takıyorlar, afua George arkasını dönüp oradan uzaklaşır
uzaklaşmaz yine çıkarıyorlardı. George farklı bir yaklaşım sergilemeye karar
verdi. Bir dahaki sefer kaskını giymemiş işçilere rastladığında, kasklarının
rahatsız olup olmadığını, başlarına uyup uymadığını sordu. Sonra da yumuşak bir
ses tonuyla bu kaskın onları yaralanmalara karşı korumak için yapılmış olduğunu
söyleyerek sahada çalışırken bunları giymelerini önerdi. Sonuçta ,kurallara
uymayanlar gitgide azalırken kalbi kınlan veya gücenen kimse olmadı.
52
Tarih sayfalarını karıştıracak olursanız eleştirinin işe yaramadığını gösteren
binlerce örnek bulabilirsiniz. Örneğin Theodore Roosevelt ile Başkan Taft
arasındaki ünlü çekişmeyi ele alalım. Bu çekişme Cumhuriyetçi Parti 'yi ikiye
böldü. Woodrow Wilson'ı Beyaz Saray'a taşıdı, Birinci Dünya Savaşı'na adını
kalın ve parlak harflerle yazdırarak tarihin akışını değiştirdi. Olaylara kısaca
bir göz atalım:
Theodore Roosevelt 1908 yılında Beyaz Saray'dan ayrılırken başkan seçilen Taft'ı
desteklemişti. Daha sonraAfrika'ya aslan avına gitti. Geri döndüğünde ise
patladı. Taft'ı tutuculukla suçlayarak Bull Moose Partisi'ni kurdu ve üçüncü kez
başkan seçilmek için adaylığını koydu; ama bütün bunlar sadece GOP'u yok etmeye
yaradı. Yapılan ilk seçimde Cumhuriyetçi Parti ve William Howard Taft sadece
Vermont ve Utah olmak üzere iki eyaletin desteğini alabildiler. Bu, bugüne kadar
partinin uğradığı en büyük yenilgiydi.
Thedore Roosevelt, Taft'ı suçlamıştı, ama, acaba Başkan Taft kendini suçlu
görüyor muydu? Hiç kuşkusuz hayır! Taft gözlerinde yaşlarla, "Başka nasıl
davranabilirdim, anlayamıyorum," diyordu.
Suçlanması gereken kimdi? Roosevelt mi, Taft mı? Đçtenlikle söylüyorum ben de
bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Burada anlatmak istediğim; Theodore
Roosevelt'in eleştirilerinin Taft'ı hatalı davrandığına inandıramamasıdır. Bu
eleştiri Taft'ı sadece kendini savunmaya yöneltmiş ve gözleri yaşla dolarak,
"Başka nasıl davranabilirdim?" demesine yol açmıştır.
Teapot Dome petrol skandalını ele alalım. 1920'li yılların başlarında gazeteler
olayı protesto ettiler. Yer yerinden oynadı. O günleri yaşayanlar daha önce
böyle bir olaya tanık olmamışlardı. Skandal şöyle gelişmişti: Harding
Kabinesi'nin Đçişleri BakanıAlhert B. Fall'a donanmanın ihtiyaçları için ayrılıp
korunan Elk Hill ve Teapot Dome'deki petrol rezervlerinin işletim sorumluluğu
verilmişti. Bakan Fall herkese eşit hak tanıyan bir ihale mi açtı? Hayır! Bu
karlı, ağız sulandıran kontratı doğrudan arkadaşı Edward L. Doheny'e ikram etti.
Peki Doheny ne yaptı? Doheny, Bakan Fal1'a kendi deyimiyle yüz bin dolar "ödünç"
verdi. Bunun üzerine Bakan Fall, Birleşik Devletler Donanması'nın yöreye giderek
Elk rezervlerinin civarında bulunan ve buradan petrol hortumlayan rakip kuyu
53
sahiplerinin bölgeden çıkarılması için yüksek emir yetkisini kullandı.
Silahzoru Đle yerlerinden atılan rakip kuyu sahipleri, mahkemeye koştular ve
Teopot Dome skandalının su yüzüne çıkmasınısağladılar. Olay öylesine çirkindi ki
Harding Kabinesi'ni düşürdü, tüm ülkenin midesini bulandırdı, Cumhuriyetçi
Parti'ye sarsıntı geçirtti ve Albert B. Fall'u parmaklıklar arkasına gönderdi.
Fall ağır bir şekilde suçlandı. Toplumda hiç kimse onun kadar suçlanıp
dışlanmamıştı. Fall bu durumdan pişmanlık duydu mu? Asla! Yıllar sonra Herbert
Hoover, bir konuşmasında, Başkan Harding'in ölümüne bir arkadaşının ihanetinin
neden olduğu anksiyete ve Üzüntünün yol açtığını üstü kapalı bir şekilde
açıkladı. Bayan Fall bunu duyduğunda, oturduğu koltuktan ayağa fırlayıp ağlamaya
başladı. Kaderlerine lanetler yağdırarak yumruklarını sıkıyor ve haykırıyordu:
"Ne! Fall Harding'e ihanet mi etmiş? Benim kocam hiç kimseye ihanet. etmedi. Bir
ev dolusu altın bile kocama yanlış bir şey yaptıramaz. Asıl ihanete uğrayan oydu
ve onu çarmıha gerdiler, katlettiler."
Đşte insan doğası böyle hareket ediyor, suçlu olan kişi kendisinden başka
herkesi suçluyor. Hepimiz böyleyiz. Yarın birimiz birini eleştirmek
istediğimizde Al Capone'u, "Çifte Tabancalı" Crowley'i ve Albert Taft'ı
anımsayalım. Eleştirinin tıpkı posta güvercinlerine benzediğini ve bir gün
mutlaka evine döndüğünü unutmayalım. Yanlışlığını düzeltmeye- kalkışacağımız
veya suçlayacağımız kişinin kendisini savunacağını ve karşılığında bizi
suçlayacağını ya da nazik Taft gibi, "Başka nasıldavranabilirdim, anlamıyorum,"
diyebileceğini aklımızdan çıkarmayalım.
1865 yılı 15 Nisan sabahı, Abraham Lincoln'un ölü bedeni John Wilkes Bootb'un
onu kurşunladığı Ford's Theater'ın karşısındaki ucuz bir pansiyonun
yatakhanesinde uzatıldığı yerde yatıyordu. Lincoln uzun boylu olduğundan bedeni
ortası çökmüş bir karyolanın üzerine çapraz olarak konmuştu. Karyolanın
başucundaki duvara Rosa Bonheur'un ünlü eseri At Pazarı'nın ucuz bir
röprodüksüyonu asılmıştı. Gaz sob~ının sarı alevleri titreşiyordu. .
Lincoln'ün ölüsü orada öylece yatarken Savaş Bakanı Stanton "Burada dünyanın
bugüne kadar gördüğü en büyük yönetici yatıyor," dedi.
54
Lincoln 'ün insanlarla ilişkisindeki başarısının sırrı neydi? On yıl boyunca
Abraham Lincoln'ün yaşamını inceledim ve Lincoln The Unknown (Bilinmeyen
Yönleriyle Lincoln) adlı kitabımı yazmak ve yeniden yazmak için üç yılımı
harcadım. Lincoln'ün kişiliğini ve ev yaşantısını incelemek için bir insanın
yapabileceği en ayrıntılı ve yorucu çalışmayı yaptığıma inanıyorum. Özellikle
Lincoln 'ün insanlarla ilişki kurma yöntemini inceledim. O da başkalarını
eleştiriyor muydu? Kuşkusuz evet. O gençliğinde Indiana, Pigeon Creek Jalley'de
yaşarken, sadece eleştirmekle kalmayıp insanlarla alay etmiş, küçültücü şiirler
ve mektuplar yazmış ve bunları bulunup okunmaları için kasabanın yollarına
serpiştirmişti. Bu mektuplardan biri ömür boyu içini kavuracak bir kırgınlığa da
neden olmuştu.
Lincoln, lllinois'te avukatlık yapmaya başladıktan sonra bile karşıt fikirli
kişilere gazetelerde yayımlanan mektuplarıyla alenen sataşıyordu. Bir kez bu
konuda çok aşırıya gitti. 1842 yılının sonbaharında, James Shields isimli hırçın
ve kendini beğenmiş bir politikacıyı yerden yere vurarak komik duruma düşürdü.
Lincoln onu, Sprinfield Journal gazetesinde yayımlanan imzasız bir mektubuyla
öylesine hicvetti ki bütün kasaba kahkahadan kırıldı. Onurlu ve hassas bir
kişiliği olan Shields haklı olarak öfkeden köpürdü. Mektubu kimin yazdığını
araştırıp öğrendi; atına atladığı gibi Lincoln'übuldu ve kendisini düelloya
davet etti. Lincoln dövüşmek istemiyordu. Düellonun karşısındaydı, ama onurunu
korumak zorunda kaldığından bu düellodan kaçamadı. Silah seçimi ona
bırakılmıştı. Kolları uzun olduğu için süvari kılıcını seçti ve bir West Point
mezunundan kılıçla dövüş dersleri aldı. Kararlaştırılan günde, Lincoln ve
Shields Missisippi Irmağıkıyısında bir kumsalda buluştular ve ölümüne dövüş için
hazırlandılar. Neyse ki son anda tanıkları araya girdi ve düelloyu durdurdular.
Bu Lincoln'ün yaşamındaki en kötü olaydı. Bu olay ona, insanlarla ilişki kurma
sanatı konusunda, son derece değerli bir ders verdi. O günden sonra asla
saldırgan bir mektup yazmadı. Hiç kimse ile alay etmedi, kimseyi küçük
düşürmedi. Hatta o günden sonra hemen hemen hiç kimseyi eleştirmedi.
Đç savaş sırasında Lincoln zaman zaman Potomac Ordu Komutanını
55
değiştirip yerine yeni bir general atamıştı. Hepsi de sırasıyla McClellan Pope,
Burnside, Hooker, Meade trajik bir şekilde büyükhatalar yapıp Lincoln'ü
umutsuzluğa düşürdüler. Halkın yarısıbu beceriksiz generalleri lanetleyip
suçlarken Lincoln, "Hiç kimseyi lanetlememeliyiz, herkese yardım etmeliyiz,"
diyerek soğukkanlılığını korudu. Lincoln'ün çok sevdiği bir diğer söz de,
"Yargılamayınız, çünkü siz henüz yargılanmadınız!"dır.
Bayan Lincoln ve diğer kişiler, Güneyli insanları acımasızca eleştirirken
Lincoln, "Onları eleştirmeyin, onlar da benzer koşullarda bizim davranacağımız
gibi davranıyorlar," demişti.
Eğer haklı olarak birini eleştirmesi gereken bir insan varsa, o kişi Lincoln'dü.
Aşağıdaki olaya bir göz atalım:
Gettysburg Savaşı, üç gündür sürüyordu. 4 Temmuz 1863 gününün gecesi fırtına
çıkmış, her yeri sel basmıştı. Lee güneye çekilmeye başladı. Yenik ordusu ile
Potomac'a ulaştığında önündeki suları kabarmış geçit vermeyen nehir ile
arkasındaki muzaffer Birleşik Devletler Ordusu'nun arasında kaldı. Lee tuzağa
düşmüştü. Kaçamıyordu. Lincoln bunu fark etti. Đşte karşısında Tanrı'nın ona
sunduğu altın bir fırsat vardı; Lee'nin ordusunu ele geçirme ve savaşa o anda
son verme fırsatı. Lincoln bu büyük umutla, savaş konseyini toplamadan hemen
Lee'ye saldırması için Meade'e emir verdi. Bu emri bir telgraf ile bildirirken
bir yandan da harekatı hemen başlatması için Meade'a özel bir elçi yolladı.
Peki General Meade ne yaptı? Kendisine emredilenin tam aksinil Lincoln'ün
emirlerine tepki göstererek Savaş Konseyi'ni toplantıya çağırdı. Kararı
ertelemek için elinden geleni yaptı. Her türlü bahanenin yer aldığı telgraflar
çekti. Lee'ye saldırmayı, göğüs göğüse savaşı reddetti. Sonunda ırmağın suları
çekildi ve Lee, ordusu ile Potamac'ı geçip kurtuldu.
Lincoln öfkesinden çıldırmıştı. Oğlu Robert'a, "Ne demek bu?" diye bağırıyordu.
"Hey büyük Allahım! Ne demekbu? Đki adım ötemizdeydiler, sadece kolumuzu
uzatmamız yeterliydi, onları yakalamıştık. Buna karşın orduyu harekete geçirecek
hiçbir şey söyleyemedim, yapamadım. Bu koşullar altında herhangi bir general
Lee'yi yenebilirdi. Ben bile oraya gitsem, ona dayak atıp galip gelebilirdim. "
56
Bu düş kırıklığı içinde oturup Meade'e aşağıdaki mektubu yazdı. Yaşamının bu
döneminde Lincoln'ün sözlerini son derece sakınarak ve dikkatli bir şekilde
kullandığını da unutmayın. 1863 yılında Lincoln'ün yazdığı bu mektuptaki sözler
kullanabileceği en ağır azara eşdeğerdir.
"Sevgili General,
Lee' nin kaçışının ne büyük bir talihsizlik olduğunu anlayabildiğinizi
sanmıyorum. Kolayca ele geçirebileceğimiz bir konumdayken üstüne gidebilseydik,
son başarılarımızla birlikte, bu savaşa bir son verebilecektik. Bu durumda
belirsiz bir zamana kadar savaş uzayıp gidecek. Geçen pazartesi, güvenlik içinde
olduğumuz halde Lee'ye saldıramadığınıza göre, elinizdeki kuvvetin sadece üçte
ikisini götürebilme olanağına sahip olduğunuz ırmağın güney yakasında nasıl
başarılı olabilirsiniz? Bunu beklemek mantıksızlık olur ve zaten ben sizin bunu
başarabileceğinize inanmıyorum. Altın fırsatı kaçırdık, bu nedenle
anlatamayacağım kadar üzgünüm."
Meade bu mektubu okuduğu zaman ne -yaptı dersiniz? Meade bu mektubu hiçbir zaman
görmedi. Lincoln mektubu postaya vermemişti. Mektup onun ölümünden sonra
belgeleri arasında,bulundu.
Sanırım (bu sadece bir sanı) Lincoln bu mektubu yazdıktan sonra pencereden
dışarı baktı ve kendi kendine, "Dur bir dakika, belki de acele karar
vermemeliyim. Ben Beyaz Saray'da rahat ve sakin otururken Meade'e saldırması
için emir vermem çok kolay. Eğer Gettysburg'ta olsaydım, bir hafta boyunca
Meade'nin gördüğü kadar kan görmüş olsaydım, yaralıların ve ölenlerin çığlıkları
kulaklarımı çınlatsaydı belki ben de onun yaptığı gibi saldırı konusunda
isteksiz davranırdım. Eğer ben de Meade kadar tedirginlik verici bir durumda
olsaydım, belki de tıpkı onun yaptığını yapardım. Her neyse; olan oldu artık. Bu
mektubu göndermek beni rahatlatacak; ama Meade'e kendini savunması için bir
fırsat vereceğim ve o beni suçlayacak. Duyguları incinecek, bir komutan olarak
gelecekte başarılı olması zor olacak ve belki de bu onun ordunun başından
çekilmesine neden olacak," dedi.
57
Böylece Lincoln mektubu bir kenara bıraktı, çünkü daha önceki, acı deneyimi
sonucu acımasız eleştirinin hiçbir yararının olmayacağını öğrenmişti.
Theodore Roosevelt, başkanlığı sırasında, aklını karıştıran bir sorunla
karşılaştığında sırtını koltuğuna yaslayıp Beyaz Saray'daki masasının
karşısındaki duvarda asılı olan Lincoln'ün büyük boy tablosuna baktığını ve
"Benim yerimde Lincoln olsaydı, bu sorunu nasıl çözerdi?" diye kendi kendisine
sorduğunu anlatmıştı.
Birini azarlama ya da eleştirme arzusu duyduğumuzda cebimizden bir beş dolar
çıkarıp paranın üzerindeki Lincoln'ün resmine bakalım ve "Eğer Lincoln benim
yerimde olsaydı bu durumda ne yapardı?" diye düşünelim. .
Mark Twain arada sırada öfkeye kapılır ve yazdığı kağıtları bile kıpkırmızı
edecek türden mektuplar yazardı. Örneğin bir keresinde öfkesini kabartan bir
adama, "Sana gereken şey bir defin ruhsatı. Ağzını açıp istemen yeterli, ben
hemen gidip sana defin ruhsatını çıkartırırn," demişti. Bir başka sefer
yazılarındaki kelime ve noktalamaları doğru kullanmasını isteyen bir düzeltmen
hakkında editöre şöyle yazmıştı: "Bundan sonra gönderdiğim metne sadık kalınız.
Düzeltmeniniz önerilerini kendi kokmuş beynini düzeltmek için kullansın!"
Bu iğneli mektuplar Mark Twain'in kendisini daha iyi hissetmesini sağlıyordu.
Böylece içinde biriken öfkeyi dışa vurabiliyordu. Bunun: kimseye zararı
olmuyordu, çünkü Mark Twain'in eşi bu mektupları postaya vermeden ortadan
kaldırıyordu.
Değiştirmek, düzene sokmak ve geliştirmek istediğiniz birini ta~ nıyor musunuz?
Güzel! Peki neden işe kendinizden başlamıyorsunuz? Tamamen bencil bir bakış
açısıyla düşünecek olursak; insanın kendisini değiştirip geliştirmesi,
başkalarını değiştirip geliştirmekten çok daha yararlı ve çok daha tehlikesiz.
Konfüçyüs, "Kendi kapının önü temiz değilken başkasının çatısındaki kardan
yakınma!" diyor.
Genç olduğum ve başkalarını etkilemek için büyük çaba harcadığım dönemde
Amerikan edebiyat dünyasının ünlü yazarı Richard Harding Davis'e aptalca bir
mektup yazmıştım. Bir dergiye yazarlar hakkında yazı hazırlıyordum ve Davis'e
çalışma yöntemini Sormuştum.
58
Birkaç hafta önce birinden altında bir dipnot bulunan bir mektup almıştım.
Dipnotta, "Dikte edilmiş ama okunmamıştır" yazıyordu. Çok etkilenmiştim. Mektubu
yazanın çok büyük, çok yoğun ve çok önemli biri olduğu hissine kapılmıştım.
Benim hiç işyoğunluğum ,yoktu, ama Richard Harding Davis üzerinde bir etki
bırakmaya heveslendiğimden mektubumun sonuna "Dikte edilmiş ama okunmamıştır"
notunu ekledim.
Davis yeni bir mektup yazmaya bile tenezzül etmedi. Mektubumun altına "Kötü
huyların hakkından yine kötü huylar gelir" sözlerini karalayıp banageri
gönderdi. Doğrusu ahmakça hareket etmiş ve bu azar sözcüklerini de hak etmiştim.
Ama bir insan olduğumdan bu duruma içerledim. O kadar çok içerledim ki, on yıl
sonra Richard Harding Davis'in ölüm haberini okuduğumda -bunu söylemeye
utanıyorum- ilk olarak onun bana yaşattığı acıyı anımsadım.
Eğer yıllar boyu sürecek ve ölünceye kadar unutulmayacak bir küskünlük veya kin
oluşturmak istiyorsanız, iğneleyid bir eleştiri'de bulunun.
Đnsanlarla ilişki kurarken, mantıklı yaratıklarla karşı karşıya olmadığımızı
aklımızdan çıkarmayalım. Biz duygusal davranan, önyargıları olan, onuruna ve
gururuna düşkün yaratıklarla iletişim kurmaya çalışmaktayız.
Acımasız eleştiri, Đngiliz edebiyatına zenginlik katan yazarların en iyilerinden
biri olan duygusal romancı Thomas Hardy'nin roman yazmaktan vazgeçmesine neden
oldu. Eleştirilen Đngiliz şair Thomas Chatterton ihtihar etti. .
Gençliğinde dobralığı ve patavatsızlığı ile tanınan Benjamin Franklin insan
ilişkisinde diplomasi kullanmayı öğrenip bu yeteneğinde o kadar ustalaştı ki onu
Fransa'ya Amerika elçisi olarak atadılar. Bu başarısının sırrı neydi? Franklin
bunu, "Hiç kimse hakkında kötü konuşmam, daima onların herkesin bildiği en iyi
yönlerinden söz ederim," diyerek açıklıyordu.
Bir budala bile eleştirebilir, suçlayabilir, yakınabilir; nitekim pek çok
budala böyle davranır.
Ama anlayışlı ve bağışlayıcı olmak için sağlam bir kişilik ve
otokontrolgerekir.
59
CarIyle, "Büyük adam büyüklüğünü, küçük adamlara karşı sergilediği davranışıyla
belli eder," demiştir.
Havacılık gösterilerinde sık sık yer alan ünlü deneme pilotu Bob Hoover, San
Diego'da yapılan bir hava gösterisinden sonra Los Angeles'taki evine dönüyordu.
Flight Operations (Hava Harekatı) dergisinde anlatıldığınagöre yerden 3000 fit
yükseklikte uçarken motorlarının ikisi birden aniden duruvermişti. Hoover usta
bir manevrayla uçağı indirmeyi başarmıştı. Uçak büyük yaralar almıştı ama hiç
kimseye bir şey olmamıştı.
Bu acil inişten sonraHoover'ın ilk işi uçağın yakıtını kontrol etmek olmuştu.
Tam \kuşkulandığı gibi, kullandığı Đkinci Dünya Savaşı dönemine ait pervaneli
uçağa gazyağı yerine jet yakıtı duldurulmuştu.
Hava alanına geri döndüğünde Hoover, uçağına bakım yapan teknisyeni görmek
istemişti. Genç adam yaptığı hatanın üzüntüsünden hasta olmuştu. Hoover ona
yaklaştığında gözyaşları sicim gibi yanaklarından süzülüyordu.Çok pahalı bir
uçağın parçalanıp yitirilmesine neden olmuştu ve üç kişinin de yaşamlarını
yitirmesine ramak kalmıştı.
Hoover'ın ne kadar öfkeli olabileceğini sanırım düşünebilirsiniz. Bu değerliwe
onurlu pilotun sözlerinin dikkatsiz gencin yüzünde bir tokat gibi ,patlaması
beklenirken, Hoover teknisyeni paylamamıştı; hatta eleştirmemişti bile. Bunun
yerine güçlü kolunu genç adamın omzuna dolayarak; "Bunu bir daha yapmayacağından
emin olduğumu göstermek için yarın F-Sl 'imin bakımını senin yapmanı istiyorum,"
demişti.
Anne ve babalar çoğu zaman çocuklarını eleştirme isteği duyarlar. Size bunu
yapmamanızı söylemeyeceğim. Sadece onları eleştirmeden önce Amerikan basın
klasiği, Fatıter Forgets'i (Baba Unutur) okumanızı önereceğim. Bu yazı ilk kez
People' s Home Journal'da yayımlandı; Yazının yazarının izniyle Reader' s
Diges(te yayımlanan kısaltılmış şeklini aşağıda bulacaksınız.
Baba Unutur makalesi yürekten kopup gelen,duyguların aktarıldığı o küçük anların
yazıya dökülmüş şeklidir. Pek çok okuyucunun yüreğindeki duyguyu yansıttığından
herkesin bir kopyasını edinnıek istediği bir makale olmuştur. Yazarı W.
60
Livingston Lar ned'in söylediğine göre, ilk yayımlandığı günden bu yana Baba
Unutur dergilerde, bültenlerde, yerel gazetelerde yüzlerce kez yer almıştır.
Yazarından izin alınarak okullarda, kiliselerde, çeşitli platformlarda binlerce
kez okunmuştur. Lise dergilerinde ve üniversite bültenlerinde kullanılması çok
ilginçtir. Her nedense bazen küçücük bir anahtar birçok duygunun kapısını
aralar. Bu yazı da onlardan biridir.
BABA UNUTUR W. Livingston Larned
Dinle oğlum, bunları, sana sen uyurken söylüyorum. Küçücük elini yanağının
altına sokmuşsun, nemli alnındaki sarı lülelerin yapış yapış ıslak. Odana bir
hırsız gibi süzülerek girdim. Birkaç dakika önce kütüphanede oturmuş gazetemi
okurken vicdan azabım nefes,.kesen bir dalga gibi üstüme geldi. Bir suçlu gibi
yatağının başucuna geldim.
Neler mi düşündüm oğlum? Sabah sana kızmıştım. Okula gitmek üzere gi'yinirken
seni azarladım, çünkü yüzünü ıslak havluyla öylesine silivermiştin.
Ayakkabılarının kirli olduğunu görünce sana onları temizlettim. Bazı eşyalarını
yere attığında sana öfkeyle bağırdım. ~." Kahvaltı ederken bir sürü kusurunu
buldum. Yiyecekleri etrafına saçıyordun, lokmalarım çiğnemeden yutuyordun,
ekmeğine çok fazla tereyağı sürmüştün. Sen oyun oynamaya gidiyordun, bense
trenime yetişmek zorundaydım. Bana"baktın elini salladın ve "Güle güle
babacığım," dedin. Ben ise kaşlarımı çattım ve "Dik dur!" dedim sana. Akşam
üzeri de durum farksızdı. Eve gelirken seni yere çömelmiş arkadaşlarınla bilye
oynarken buldum. Çorapıarın yırtılmıştı. Arkadaşlarının önünde seni küçük
düşürdüm ve kolundan tutup eve götürdüm. Bu çoraplar çok pahalıydı ve giymek
istiyorsan dikkatli olmalıydın. Düşün oğlum, bunları sana baban söylüyordu!
Hatırlıyor musun? Sonra çalışma odama girdin. Gözlerinde incinmiş bir ifade
vardı. Kağıtlarımm üzerinden sana baktığımda bir
61
an için çıkmaya yeltendin. "Ne istiyorsun?" diye bağırdım sana.
Hiçbir şey söylemeden koşup boynuma sarıldın ve beni öptün.
Hem de büyük bir sevgiyle; ilgisizliğin bile azaltamayacağı bir sevgiyle. Sonra
koşarak dışarı çıktın.
Kağıdım elimden düştü. Bana neler oluyordu? Sürekli senin hatalarını buluyordum.
Seni böyle ödüllendiriyordum. Seni sevmediğim için değil bu; senden çok şey
beklediğim için. Seni kendi çağımın değer yargılarına göre değerlendiriyorum
çunkü.
Oysaki senin pek çok güzel özelliğin var. Kalbin öylesine yüce ki! Bu gece
gelip beni öpüşün'de bunu kanıtlıyor.,
~Bu gece başka hiçbir şeyin önemi yok oğlum. Karanlıkta yatağının yanında
diz çöktüm ve çok utanıyorum.
Bunları sana sen uyanıkken anlatsam da anlamazsın biliyorum.
Ama yarın gerçek bir baba olacağım.. Seninle oyun oynayacağım. Sen acı
çektiğinde acı çekeceğim, sen güldüğünde güleceğim. Dilimin ucuna kötü şeyler
geldiğinde dilimi ısıracağım. Kendi kendime sürekli,"O bir çocuk! O bir çocuk!"
diyeceğim. ~.
Ben seni büyük bir adam olarak gördüm. Oysaki senpaha küçük bir çocuksun. Daha
dün annenin kolları arasındaydın, başını onun omzuna dayamıştın. Ah, senden çok
şey bekledim oğlum, çok şey bekledim. "
----
Đnsanları eleştirmek yerine onları anlamaya çalışalı~. Ne yapmak istediklerini
anlayalım. Sempati, hoşgörü ve nezaket eleştiriden çok daha yararlıdır.
"Bilmek~etmektir." Dr. Johnsop'ın da söylediği gibi, "Tanrı bile Đnsanı son
gününe kadar yargılamaz." O halde neden biz yargılayalım?
Eleştirmeyin, 'kınamayın ve şikayet etmeyin!
62
9. ĐNSANLARLA ĐLĐŞKĐNĐN SIRRI
Dünyada insanlara istediğinizi yaptırmanın tek bir yolu vardır. Bunu hiç
düşündünüz mü? Evet, sadece tek bir yol. Karşımızdaki kişide işi yapma isteğini
uyandırmak.
Unutmayın, başka hiçbir yol yok.
Hiç kuşkusuz bir adamın sırtına tabancayı dayayıp size saatini vermesini
sağlayabilirsiniz. Đşgörenlerinizi silahla tehdit ederek onların sizinle
'işbirliği yapmalarını isteyebilirsiniz. Elinizde bir kırbaçla veya başka bir
şeyle gözdağı vererek bir çocuğa da istediğinizi yaptırabilirsiniz. Ancak bu
zorba yöntemler sakıncalıdırlar ve geri tepebilirler.
Birine bir işi yaptırmanın tek yolu, ona istediğini vermektir. Siz ne
istiyorsunuz?
Sigmund Freud yaptığımız her işin iki güdüden kaynaklandığını söylüyor: Seks
güdüsü ve büyük bir insan olma tutkusu.
Amerika'nın ünlü filozoflarından John Dewey ise bunu biraz daha farklı
tanımlıyor. Dr. Dewey insan doğasındaki en önemli dürtünün "önemli olma tutkusu"
olduğunu bildiriyor. Önemli olma tutkusu sözünü aklınızda tutun. Bu kitapta bu
söze sıksık rastlayacaksınız.
~Ne istiyorsunuz? Çok fazla şey istemeseniz de, arzuladığınız şeyler az da olsa
onları öyle şiddetlibir ısrarla istersiniz ki hiç kimse bunu görmemezlikten
gelemez. Pek çok kişınin ortak istekleri şunlardır:
1. Sağlık ve güvenli bir yaşam,
2. Yiyecek
3. Uyku
4. Para ve paranın satın alabileceği şeyler
63
5. Ölümden sonra hayat
6. Cinsel doyum
7. Çocuklarla birlikte mutluluk ve esenlik
8. Önemli biri olma duygusu
'Biri dışında bütün bu istekler gerçekleşebilir. Ama beslenme ve uyku kadar
güçlü ve önemli istekler yoktur. Freud bu isteğe, "Büyük bir insan olma tutkusu"
diyor. Dewey ise bunu "önemli olma tutkusu" diye adlandırıyor.
Lincoln bir mektubuna, "Herkes komplimandan hoşlanır," diyerek başlamıştı.
William James, "Đnsan doğasının temel unsuru beğenilme tutkusudur," diyordu.
Dikkat ederseniz, James "dilek", "istek" veya "arzu" kelimelerini kullanmamış,
"beğenilme tutkusu" demişti. Bu tutku insanın içini kemiren bir açlıktır.
Kalpten gelen bu açlığı giderebilen kişi insanları avuçlarının içine alabilir ve
o öldüğünde ölü gömücü bile üzülür.
Önemli olma tutkusu insanlarla hayvanlar arasındaki en belirgin farklılıktır. Bu
konuda size bir örnek vermek istiyorum. Çocukluğumda Missouri'de bir çiftlikte
yaşarken babam Duroc Jersey türübesili domuzlar ve beyaz yüzlü sığırlar
yetiştiriyordu. Kasaba panayırlarındaki yarışmalarda bu domuz ve sığırlarımızı
sergilerdik. Sayılamayacak kadar çok birincilik almıştık. Babam bu mavi ödül
kurdelelerini beyaz bir çarşaf üzerine iğneliyor ve arkadaşları veya başka
konuklar evimize geldiğinde bu çarşafı onlara gösteriyordu.
Domuzlar kazandıkları bu ödüllerle ilgilenmiyorlardı, ama babam bunları
önemsiyordu. Bu ödüller ona önemli biri olduğu duygusunu veriyordu.
Eğer atalarımız önemli olmak için ateşli bir tutkuya sahip olmasalardı, bugünkü
uygarlığa ulaşamazdık.
Önemli olmatutkusu Dickens'ın ölümsüz yapıtlarını yazmasını sağlamıştır. Yine bu
tutku Sir Christopher Wren'iIn bestelediği değerli senfonilerin esin kaynağı
olmuştur. Rockfeller'ınhiç harcayamadığı milyonlarını kazanmasının ve
kasabanızın en zengin ailesinin gereğinden büyük bir ev yaptırmasının nedeni de
budur.
Son moda elbiseler giyip en son model arabalar kullanmak ve parlak zekalı
çocuklarınızdan söz etmek istemeniz de yine bu tutku yüzündendir.
64
Bu tutku nedeniyle pek çok delikanlı ve genç kız çetelere katılıp suç
işlemektedir. New York'ta polis komıserliği yapmış olan E.P. Mulrooney' e göre,
genç suçluların çoğu kendini beğenmekte ve tutuklandıklarında ilk olarak
kendilerini günün kahramanı yapan kişiliksiz gazeteleri görmek istemektedir.
Sporcuların, sinema ve televizyon yıldızlarının veya politikacıların resimleri
ile kendi resimlerinin aynı gazete sayfasını paylaşmasından aldıkları şeytani
haz, hapsolma korkusunu bile akıllarına getirmemelerine neden olmaktadır.
Önemli olma tutkunuzu nasıl giderdiğinizi söylerseniz size nasıl bir kişi
olduğunuzu söyleyebilirim. Karakterinizi belirleyen en önemli özellik budur.
Örneğin John D.Rockefeller önemli olma tutkusunu, hiç görmediği ,ve görmeyeceği
milyonlarca yoksul insanın tedavisi için Pekin' de modern bir hastane yaptırarak
gidermişti. Buna karşın Pilinger bu tutkusunu bir haydut, banka soyguncusu,
bir,katil olarak ün kazanarak tatmin etti FBI ajanları peşindeyken Minnesota'da
bir çiftlik evine sığındığında "Ben Dillinger'ım!" diye bağırınıştı. Bir
numaralı halk düşmanı olmakla övünüyordu.
Dillinger ile Rockefeller arasındaki fark önemli olma tutkusunu farklı biçimde
algılamalarından kaynaklanmaktadır. Tarih insanların önemli olmak için
verdikleri mücadelenin örnekleriyle doludur. George Washington bile "Saygıdeğer
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı" diye anılmak istemişti. Kolomb kendisine,
"Okyanuslar Amirali ve Hindistan Valisi" unvanının verilmesini istiyordu.
Kraliçe Catherine üzerinde "Saygıdeğer Majesteleri" yazmayan mektupları açmayı
reddediyordu. Bayan Lincoln bir gün Beyaz Saray'da Bayan Grant'e dişi bir kaplan
gibi bağırınıştı: "Ben izin vermeden nasıl oturabilirsiniz!"
Birçok milyoner, 1928 yılında Antarktika'ya giden Amiral Byrd'e maddi destekte
bulunmuştu, çünkü hepsi buz dağlarına kendi isimlerinin verileceğini
düşünüyorlardı. Victor Hugo, Paris' e kendi adının verilmesini istiyordu.
Shakespeare bile ailesi adına bir asalet arması yaptırarak ününe ün katmak
istemişti.
Đnsanlarkimi zaman ilgi toplamak ve önemli olduklarını hissetmek için hasta rolü
bile oynarlar. Örneğin Bayan McKinley'i,ele alalım.
65
Bayan McKinley önemli olduğunu hissetmek için, Birleşik Devletler Başkanı olan
kocasını önemli devlet işlerini bırakıp kendisi ile ilgilenmeye zorluyor,
adamcağız karısının yanına uzanıp kollarını ona dolayarak saatlerce onu'
yatıştırmaya çalışıyordu. Bayan McKinley-dişleri yapılırken de kocasının yanında
olmasını istemişti. Bir keresinde Başkan McKinley, Bakan John Hay ile randevusu
olduğundan onu 'tlişçide yalnız bırakınca kıyameti koparmıştı.
Yazar Mary Roberts Rinehart bir keresinde bana önemli olduğunu hissetmek isteyen
zeki ve hayat dolu bir genç kadının bakıma muhtaç bir hale geldiğini anlatmıştı.
Bir gün bu kadın acı bir gerçekle karşı karşıya kalmıştı. Yaşlandığını
hissediyordu, önünde uzayıp giden yalnız geçireceği yıllar vardı ve bekleyecek
pek bir şeyi yoktu.
Kadıncağız üzüntüsünden yatağa düşmüştü. Tam on sene yaşlı annesi üçüncü kata
inip çıkarak, tepsiyle yemek taşıyarak ona bakmıştı. Derken bir gün artık yorgun
düşen yaşlı kadın yattığı yerde ölmüştü. Muhtaç kadın, birkaç hafta yatıl:ğında
bitkin bir şekilde yatmayı sürdürmüş, sonra kalkıp giyinmiş ve tekrar normal
yaşantısına dönmüştü.
Kimi yetkililere göre insanlar acımasız dünyanın realitesinde bulamadıkları
önemsenme duygusunu akıl hastalarının düşsel dünyasında tadabilmek için en
sonunda gerçekten akıllarını yitirebilirler. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki
akıl hastalarının sayısı, diğer hastalıklara yakalanan kişilerin toplamından
daha fazladır.
Neden insanlar akıllarını yitirirler.
Bu kadar geniş kapsamlı bir soruyu hiç kimse yanıtlayamasa da bazı
hastalıkların -örneğin frengi- bedene yayılarak beyin hücrelerini öldürdüğünü ve
deliliğe neden olduğunu biliyoruz. Zihinsel hastalıkların yaklaşık yarısının
alkol, toksin, yaralanma gibi fiziksel nedenlere bağlı olduğu bir gerçektir.
Aklını yitiren insanların diğer yarısının beyin hücrelerinde ise hiçbir organik
bozukluk bulunmamaktadır. Ölümlerinden sonra otopsi yapılıp beyin dokuları çok
güçlü mikroskoplar altında incelendiğinde, onların beyin dokularının da en az
bizimkiler kadar sağlıklı olduğu görülmektedir. ~
Bu insanlar niçin akıllarını yitiriyorlar?
66
" "Bu soruyu büyükbir psikiyatri hastahanesinin başhekimine sordum. Bu
konudaki bilgisi nedeniyle pek çok ödül almış bu değerli ,doktor,',bana açık
yüreklilikle bu insanların,akıllarını niçin yitirdiklerini bilmediğini söyledi.
Hiç kimse de bunukesin olarak bilmiyor.
Ançak aynı doktor,aklını yitiren pek çok insanın gerçek dünyada asla ulaşamadığı
önemli biri olma tutkusuna bu deliler dünyasında kavuştuğunu söyledi. Sonra bana
şu öyküyü anlattı:
"Şu sıralar, evliliği bir trajediye dönüşmüş bir hastam var. Bu kadın aşk,
cinsel doyum, çocuk ve ,sosyal prestij isterken yaşam tüm umutlarını yıkmış.
Kocası onu sevmiyormuş. Onunla aynı sofraya oturmak bile istemiyor, yemeğinin
üst kattaki odasına götürülmesini istiyormuş. Kadının çocuğu ve hiçbir sosyal
dayanağı yokmuş. Sonunda akli dengesini yitirdi ve sürekli kocasından boşanmanın
ve kızlık soyadına dönmenin hayalini kurmaya başladı. Şu anda ise bir Đngiliz
aristokratı ile evli olduğunu sanıyor ve kendisine"Lady Smith denmesini ısrarla
istiyor. . "
"Çocuk konusuna gelince; her gece yeni bir bebek doğurduğunu.sanıyor. Her
muayenede onu gördüğümde, 'Doktor, dün gece bir bebek doğurdum,' diyor."
Yaşam genç kadının tüm düş gemilerini, gerçeğin sivri kayalarına çarparak
parçalamış; fakat deliliğin güneşli fantastik adacığında tüm yelkenli gemileri,
yelkenlerini şişiren rüzgarın şarkılarını söyleyerek limana ulaşmak için
yarışmakta,
Trajik bir durum mu bu sizce? Bilemiyorum. Doktoru bana, "Elimi ona uzatıp
aklını başına getirebilseydim, yine de bunu yapmazdım,çünkü bu haliyle çok
mutlu," dedi.
Eğer bazı, insanlar, önemli olma. tutkularına ulaşabilmek için akıllarını
yitiriyorlarsa, -bizler onların deliliğine içtenlikle övgü yağdırarak ne büyük
mucizeler yaratabiliriz, düşünebiliyor musunuz?
Amerikan iş dünyasında yılda bir milyon doların üstünde aylık alan ilk
kişilerden biri de Charles Schwab'dı. (O zamanlar gelir vergisi' yoktu ve
haftada elli dolar'kazanan bir insan iyi kazanıyor sayılırdı.) Andrew Carnegie
onu 1921 yılında yeni kurduğu Birleşik Devletler'Çelik Şirketi'nin ilk
başkanlığına getirmişti. Schwab henüz otuz sekiz yaşındaydı. (Schwab daha sonra
ABD Çelik'ten ayrılarak batmakta olan Bethletem Çelik Şirketini satın almış ve
onu Amerika'nın en çok kazanç getiren şirketi yapmıştır.) .
Andrew Carnegie niçin Schwab'a yılda bir milyon dolar veya günde üç. bin
dolardan fazla para ödedi?'Niçin?Schwab bir'dani miydi? Hayır. Schwab çelik
üretimi konusunda.diğer insanlardan daha çok şey mi biliyordu? Hayır. Charles
Schwab 'bana yanında çalışanların pek çoğunun çelik üretimi konusunda ondan daha
bilgili, olduğunu anlattı.
Schwab bu paranın kendisine insan yönetımi konusundaki yeteneği nedeniyle
ödendiğini söyledi. Bunu nasıl başardığını ona sordum. Sırrını size kendi
sözleri ile aktaracağım. Bu sözlerbronz bir levhaya yazılıp ülkedeki her evin,
her okulun, her dükkanın, her ofisin duvarına asılmalı; çocuklara Latince fiil
çekimleri veya Brezilya'ya düşen yıllık yağmur miktarı öğretileceğine bu sözler
ezberletilmeli. Eğer uygulayabilirsek bu sözler'sadece bizlerin değil, herkesin
yaşamını değiştirebilir.
"Sahip olduğum en değerli niteliğin, insanlarda çalışma isteği uyandırabilme ve
onların coşkuyla çalışmalarını sağlama yeteneği olduğunu biliyorum ve bunu
onları yüreklendirmek ve takdir etmek için kullanıyorum.
"Üstleri tarafından eleştirilmek kadar insanın çalışma hevesini kıran hiçbir şey
yoktur. Ben kimseyi eleştirmem. Đnsanların çalışmak için teşvik edilmelerinin
gerekliliğine inanıyorum. Hatalarıgörmemezlikten gelir, övgü için fırsat
kollarım. Bir şeyi çok beğenirim,bunu' içtenlikle belirtir, övgü yağdırırım."
Đşte Schwab'ın yaptıkları bunlardı. Peki sıradan .insanlar neler yapıyorlar?
Bunun tam tersini. Bir şeyden hoşlanmadıklarında astlarına bağırıp çağırıyorlar,
beğendiklerinde ise hiçbir şey söylemiyorlar. Eski bir beyit şöyle diyor:
Kötüyü yap birkere, kalmaz Hiçbir söz işitmediğin,
Đyiyi yap iki kere, sesini duy sessizliğih. ,
"Hayatım boyunca dünyanın birçok yerinde pek çok insanla karşılaştım,"
diyor Schwab. "Onaylayıp takdir edildiği zaman eleştirildiği zamana oranla çok
daha fazla çaba harcamayan tek kişiye rastlamadım." ,.
68
Schwab tüm samimiyetiyle Andrew Camegie'nin olağanüstü başarısının en belirgin
nedeninin bu olduğunu söylüyor. Camegie çalışma arkadaşlarını gerek yalnızken
gerekse toplum önünde sık sık överdi. Asistanını mezar taşında bile överek
onurlandırmak istemişti. Kendisi mezar taşına, "Burada çevresine kendisinden
daha akıllı insanları toplamayı bilen biri yatıyor," diye yazılmasını istemişti.
Đnsanların değerini bilmek John D. Rockefeller'in işgören yönetimindeki
başarısının gizli nedenlerin biridir., Örneğin; ortaklarından Edward T. Bedford,
Güney Amerika'da yaptığı bir iş sırasında şirketin bir milyon;dolarını
batırdığında Rpckefeller onu eleştirebilirdi, ancak o, ortağının elinden geleni
yaptığından emin olduğundan bunun hiç üstünde durmadı ve olay kapandı. Hatta
Rockefeller olayda övgüye değer bir yön de buldu ve yatırımının yüzde altmışını
kurtardığı için Bedford'u kutladı.
"Mükemmel bir iş başardın," dedi Rockefeller. "Biz yönetimin başındakiler
bile bu kadar iyisini yapamazdık."
Arşivimdeki kupürler arasında hiçbir zaman gerçekleşmediğini bildiğim bir öykü
var. Ancak gerçeği öylesine güzel yansıtıyor ki bunu tekrarlamak istiyorum.
Bu komik öyküye göre.köylü bir kadın yorucu bir işgününün sonunda çiftlikteki
erkeklerin önüne saman dolu tabaklar koymuş.
Adamlar "Delirdin misen?" diye bağırdıklarında kadın, "Ne oldu?" demiş., "Fark
etmediğinizi sanıyordum. Yirmi yıldır siz erkeklere yemek pişiriyorum ve bir gün
bile sizden samanı yemediğinizi belirten tek bir söz duymadım."
Birkaç yıl önce evden kaçan evli kadınlara ilişkin bir araştırmada genel kaçış
sebebinin ne ,,olduğu bulundu dersiniz?
"Takdir edilmeme." Bahse girerim evden kaçan kocalara ilişkin bir araştırma
yapılsa yine aynı sonuç alınır. Eşlerimize öyle fazla güveniyoruzki onlara
beğenilerimizi söylemeyi ve takdir etmeyi unutuyoruz.
Sınıfımıza katılanlardan biri karısının kendisinden ne istediğini anlattı. Bir
grup kadınla birlikte kilisedeki kendini geliştirme,programına katılan kadın
kocasından daha iyi bir eş olabilmesi için yapması gereken altı şeyi söylemesini
istemişti. Adam sınıfa şunları
69
anlattı: "Onun bu isteği'karşısında şaşırmıştım. Dürüst olmak gerekirse,
değiştirmesi. gereken altı şeyi kolaylıkla söyleyebilirdim:
Ama Tanrım, o da benim değiştirmem gereken binlerce şey sayabilirdi. Bu nedenle
bir şey söylem'edim. Ona, 'Biraz düşüneyim, sabahleyin söylerim,' dedim. \,
"Ertesi sabah çok.erken kalktım, çiçekçiye telefon ederek karım için altı tane
kırmızı gül sipariş ettim. Üzerine de 'Değiştirmeni istediğim altı şey
bulamadım, seni olduğun gibi seviyorum,' yazılı bir kart iliştirmelerini
söyledim. "O akşam eve geldiğimde kapıda beni kim karşiladı dersiniz?
Bildiniz. Karımın gözleri yaşla doluydu. Kendisi istediği halde onu
eleştirmediğim için son derece mutlu olduğumu söylememe gerek yokherhalde. "
Broadway'in en ünlü yapımcısı Florenz Ziegfield, Amerikalı kızları üne
kavuşturmakla 'ünlüydü. Kimsenin dönüp ikinci kez' bakmayacağı kızları alıyor,
onlara gizemli, büyüleyici bir görünüm kazandırarak sahnede parlamalarını
sağlıyordu. Çok akıllıydı; kızların maaşlarını bir .haftada 30 dolardan 175
dolara çıkardığı oluyordu. Çok da nazikti. Sahneye çıkan kızlara telgraflar
gönderiyor, her kıza güzel bir gül armağan ediyordu.
Bir kez oruç tutma merakıma yenik düştüm ve'altı gün altı gece hiçbir şey
yemedim. Pek zorluk çekmedim. Altıncı günün sonunda ikinci güne oranla daha az
açtlm. Ancak biliyoruz ki ailesinin ya da işçilerinin altı gün boyunca bir şey
yiyememelerine neden olan kişi.kendini suçlu hisseder: Ancak onları altı gün,
altı hafta, hatta altmış yıl boyunca takdir etmediği olur ve bunu hiç
önemsemez."Oysaki 'Đnsanların yemek kadar övgü ve takdire de ihtiyacı vardır.
Zamanının en iyi aktörlerinden olan Alfred Lunt, Viyana' da Buluşma' da başrol
oynarken, "Kendime olan güvenimin desteklenip beslenmesi kadar hiçbir şeye
ihtiyacım yok," diyordu.
Çocuklarımızın, dostlarımızın ve çalışanlarımızın fiziksel ihtiyaçlarını
karşdayabiliriz, ama ya onların özgüven ihtiyaçlarını karşılayabiliyor muyuz?
Onları patates ve pirzolayla besleyerek enerji kazanmalarını sağlıyoruz, ancak
birkaç takdir sözüyle onların yıllar boyu hatırlayacakları hoş,andar
yaratmalarını engelliyoruz.
PaulHervey, bir radyo programında içten bir beğeninin bir Đnsanın
70
yaşamını nasıl değiştirdiğini anlatmıştı. Öykü şöyleydi: Yıllar önce Detroit'te
bir öğretmen, Stevie Morris 'ten sınıfta kaybolan bir fareyi bulmak için
kendisine yardımcı olmasını istemişti.
Bu öğretmen, doğanın Stevie'ye sınıftaki hiç kimseye vermediği bir yetenek
verdiğini çok iyi anlamış ve bunu değerlendirrnişti.
Doğa Stevie'ye kör olan gözlerine karşılık mükemmel bir çift kulak vermişti. Ama
Stevie'nin güçlü kulakları ilk kez değerlendiriliyordu. Yıllar sonra Stevie bu
olayın onun yaşamına yeni bir yön verdiğini anlatıyordu. O günden sonra
kulaklarını kullanmaya başlamıştı. Daha sonra,hepimizin bildiği sahne ismiyle
Stevie Wonder olarak yetmişli yılların en ünlü şarkı sözü yazarı ve pop
şarkıcısı oldu.
Bu satırları okuyan okuyucularımın şimdi şu sözleri söylediklerini duyar
gibiyim: "Püf! Dalkavukluk! Yağcılık! Ben bunların hepsini, denedim, hiçbir
yararı yok, hele zeki insanları asla etkilemez..."
Elbette yağcılık zeki insanları etkilemez; çünkü sahtedir, içten değildir, art
niyetlidir. Hiçbir yararı olmayacaktır, olamaz da. Bununla birlikte, bazı
insanlar takdir edilmeye öylesine açtırlar ki her şeyi yutmaya hazırdırlar;
tıpkı açlıktan ölmek üzere olan bir insanın ot ve solucan yemesi gibi...
"Kraliçe Victoria bile, yağcılıktan çok hoşlanıyordu. Başbakan Benjamin
Disraeli, kraliçe ile konuşurken bol miktarda yağ çektiğini itiraf etmişti.
Başbakan, "Yağı mala ile sıvıyörum," diyordu. Disraeli uzak ülkelere kadar
yayılmış Britanya Đmparatorluğunu yöneten enkibar, en becerikli, en usta
adamlardan Đdarecilik dalında bir dahiydi. Onun için doğru olan sizin veya benim
için doğru olmayabilir, çünkü uzun vadede yağcılık yarardan çok zarar
verir. Dalkavukluk bir tür kalpazanlıktır ve tıpkı,kalp para gibi başkasına
iletildiğinde başımızı belaya sokabilir.
Birini övmek ile yağçekmek arasındaki fark nedir? Çok basit;
birincisi içten, ikincisi yapmacıktır. Đlki kalpten, ikincisi dudaklarımızın
arasından çıkar. Biri çıkar gütmez, öteki çıkarcidır. Biri herkes tarafından hoş
karşılanır, öteki herkes tarafından kınanır.
Bir süre önce Mexico City'deki Chapu1tepec Sarayı'nda Meksikalı kahraman General
Alvaro Obregün'un bir büstünü gördüm.
71
Büstün altında General Obregün'un felsefesini yansıtan şu sözler yer alıyordu:
"Sana saldıran düşmanlarından korkma, sanayağcılık yapan dostlarından kork."
Hayır! Hayır! Hayır! Ben size bir dalkavuk olup demiyorum. Asla böyle'bir şey
söylemem. Ben size yeni bir yaşam tarzından söz ediyorum. Tekrarlıyorum:Ben size
yeni bir yaşam tarzından söz ediyorum;
Kral Beşinci George, Buckingham Sarayı'ndaki çalışma odasının duvarlarına altı
atasözü astırmıştı,. Bu atasözlerinden birinde, "Bana ucuz övgü sunmamayı ve
bunu kabul etmemeyi öğretiniz," yazıyordu.
Bir dalkavuğun sözleri ucuz övgüden başka bir şey değildir. Bir zamanlar
okuduğum şu sözleri tekrarlamakta yarar gö'rüyorum: "Dalkavuk, karşısındaki
kişiye aslında kendisi hakkında düşündüklerini söyler." .
Ralph Waldo Emerson, "Hangi dili kullanırsan kullan, olduğundan farklı bir şey
söyleyemezsin," diyor.
Eğer bütün yapmamız gereken şey dalkavukluk olsaydı herkes bu yöntemi
kullanacaktı ve hepimiz insan ilişkilerinde birer uzman olacaktık. Eğer belli
bir konuya yoğunlaşmamışsak zamanımızın yüzde 95'ini kendimizi düşünerek
geçiririz. Şimdi bir süre için kendimizi düşünmeyi bırakıp karşımızdaki insanın
iyi yönlerini düşünmeye başlarsak ağzımızdan ucuz ve sahte yağcılık
sözlerininçıkmasını engelleyebiliriz. .
"Günlük yaşantımızda övgüyü hep ihmal ederiz. Eve iyi bir karne getirdiğinde
çocuğumuzu övmeyi ihmal ederiz. Pasta pişirdiğinde veya bir kuş kafası
yaptığında başarısız olursa onu yüreklendirmeyiz. Oysa hiçbir şey çocukları anne
babalarının ilgisi ve onayı kadar mutlu edemez.
Bir dahaki sefer, lokantada biftek yediğinizde ahçıya bunun çok nefis olduğunu
söyleyin, veya yorgun bir tezgahtar sizinle ilgileniyorsa ona Dunu takdir
ettiğinizi bildirin.
Bir bakan, konferansçı, hatip dinleyicilerine kendini parçalarcasına hitap edip
bir tepki alamazsa hevesi kırılır. Tüm profesyoneller için geçerli olan durum
ofiste, dükkanlarda, fabrikalarda çalışanlar, aile fertlerimiz ve arkadaşlarımız
için de geçerlidir. Đnsanlarla
72
ilişkilerimizde hepimizin insan olduğumuzu ve takdir edilmek istediğimizi asla.
unutmamalıyız.
Günlük yaşantımızda yol alırken, ardımızda şükran duygularımızdan kıvılçım gibi
parıldayan izler bırakmayı deneyelim. Bu küçük kıvılcımların nasıl dostluk
ateşini yaktığını ve bize bir deniz feneri gibi yol gösterdiğini görüp
şaşırabilirsiniz.
Connecticut'tan Pamela Dunham'ın görevleri arasında işini pek de iyi yapmayan
bir hademeyi denetlemek de vardı. Diğer işgörenler bu hademeyle alay ediyor ve
koridorlara işini ne kadar üstünkörü yaptığını göstermek için çöpler
atıyorlardı. Durum öylesine 'kö'tüye gidiyordu ki üretim bile bundan
etkileniyordu.
Pall\ bu adamı motiveRetmek için ne denediyse başarılı olmamıştı. Adamın zaman
zaman çok iyi çalıştığını fark etti. Böylezamanlarda herkesin önünde onu övmeye
başladı. Adam her gün daha iyi çalışır olmuştu, sonunda büyük bir hevesle ve
verimle çalışmaya başladı. Dürüst bir övgü, eleştiri ve alaydan daha başarılı
olmuştu.
Đnsanları inciterek onları değiştiremezsiniz. Kesip aynama yapıştırdığım
eskipir özdeyiş var. Her gün ona göz atıyorum:
Bu yoldan ancak bir kere geçebilirim. Bu nedenle yapmak istediğim iyi
işleri veya insanlara yapacağım iyilikleri şimdi yapmalıyım. Ertelememeli veya
ihmal etmemeliyim, çünkü bir daha bu yoldan geçmeyeceğim. /
Emerson, "Karşılaştığım herkes en az bir konuda benden daha üstün, bu nedenle
öğreneceğim çok şey var," demişti.
Eğer bu söz Emerson için geçerliyse bizim için bin kez" daha fazla geçerli.
Kendi başarılarımızı, isteklerimizi bir kenara bırakalım ve diğer kişilerin iyi
yönlerini düşünelim. Dalkavukluğu unutalım. Đçten övgüler konusunda cömert
davranalım. Đnsanlar sözlerinize değer verecek ve siz unutsanız da yıllarca
bunları hatırlayacaktır.
Dürüst ve içten övgüyü esirgemeyin.
73
10. BUNU YAPABĐLEN TÜM DÜNYANIN DESTEĞĐNĐ ALIR; YAPAMAYAN YAŞAMINI YALNIZ
GEÇĐRMEK ZORUNDA KALIR
Her yaz Maine'e balık avlamaya giderdim. Ben çilek ve krem şantiye bayılırım ama
her nedense balıklar solucan yemeyi seviyorlardı. Bu nedenle balık avına
çıkarken kendi seçimime değil, onların isteğine kulak veriyordum. Oltamın ucuna
krem şantili çilek yerine bir solucan veya çekirge takıyor ve balığa soruyordum:
"Yemek istemez misin?"
Đnsanları etkilemeye çalışırken neden aynı mantığı kullanmayalım?
Birinci Dünya Savaşı sırasında Büyük Britanya Başbakanı Llyod George'un yaptığı
da buydu. Biri'onanasıl olup da Wilson, Orlandü ve Clemenceau gibi diğer savaş
liderleri unutulurken onun güçlü kalabildiğini sorduğunda George zirvedeki
yerini hala korumasının tek bir nedeni olduğunu; bunu balığa göre yem takmasını
öğrenmiş olmasına borçlu olduğunu söyledi.
Neden hep kendi istediklerimizden söz ediyoruz? Bu çok çocukça ve üstelik
aptalca bir iş. Elbette sizi ilgilendiren şey kendi isteklerinizdir. Sonsuza
kadar da bunlarla ilgilenmeye devam edeceksiniz, ama Bu'başkasını ilgilendirmez.
Bütün insanlar tıpkı sizin gibidir ve herkes kendi istekleriyle ilgilenir. Bu
nedenle başkalarını etkilemek istiyorsanız, onların istediği şeylerden söz edin
ve onlara bu isteklerine nasıl ulaşacaklarıni gösterin.
Yarın birine bir şey yaptırmak istediğinizde bunu aklınızdan çıkarmayın.
Örneğin, çocuklarınızın sigara içmesini istemiyorsanız bu konuda onlara nutuk
çekmeye, ne yapmamalarını istediğinizi söylemeye kalkışmayın; bunun yerine
'onlara sigara içen birinin
74
basketbol takımına giremeyeceğini veya koşu dalında ödül kazanamayacağını
anlatın.
Karşınızdaki ister bir çocuk, ister bir şempanze, ister bir dana olsun, aynı
noktayı göz önünde bulundurmanızda yarar var. Örneğin bir gün Ralph Waldo
Emerson ve oğlu Bir danayı ahıra sokmak istediler. Ne var ki onlar da herkesin
yaptığı yanlışlığa düşüp kendi istekleri doğrultusunda hareket ettiler; Emerson
itiyor, oğlu çekiştiriyordu, ama dana da tlpkı onlar gibi düşündüğünden, canının
istediği gibi davranıyor, ayaklarını kasıp olduğu yerden ayrılmamakta!
direniyordu. Đrlandalı hizmetçi bu zor durumu gördü. Hizmetçi kitaplar makaleler
yazamıyordu, ama en azından bu konuda Emerson' danqaha bilgiliydi. Daha doğrusu
olaya bir at veya bir dananın gözüyle bakabiliyordu. Dananın,ne isteyebileceğini
düşündü, sonra bir anil gibidavranarak parmağını dananın ağzına soktu. Dana
parmağını emmeye başlayınca yavaşça yol göstererek onu ahıra soktu.
Doğduğunuz günden beri yaptığınız her hareketLbir şey istediğiniz.için yaptınız.
Hayır, kurumuna yaptığınız yüklü bağışı anımsıyor musunuz? Bu da aynı mantık
çerçevesinde gerçekleştirdiğiniz bir davranış. Bu bağışı yaptınız, çünkü yardım
elinizi uzatmak ve yararlı, güzel, cömert bir iş yapmak istediniz.
Eğer bu duyguyu ,tatma isteğiniz, paranızı elinizde tutma isteğinizden
daha güçlü olmasaydı bu bağışı yapmazdınız. Bu bağışı bir müşteriniz istydiği ve
siz de/bu isteği geri çevirmekten utandığınız için yapmış da olabilirsiniz.
Kesin olan şey şu; siz bu bağışı istediğiniz için yaptınız.
HfIlTY A. Overstreet, Influencing Human Behavior (Đnsan Davranışını Etkilemek)
adlı kitabında "Hareketlerimiz, temel tutkularımızdan kaynaklanır. Đşte,. evde,
,okulda veya politikada karşıdaki kişiyi ikna edip bir şey işteyecek .plan
herhangi birine verile~ilecek en iyi öğüt, karşısındaki insanda heves
uyandırmaya çalışması olacaktır. Bunu yapabilen tüm dünyanın desteğini alır,
yapamayan 'yaşamını yalnız geçirmek zorunda kalır," diyor.
Andrew Carnegie (çalışmaya başladığında saatte iki sent kazanan ama sonra
365 milyon dolar bağış yapabilecek duruma .gelen . para babası Đskoçyalı),
insanları etkilemenin tek yolunun onların istekleri doğrultusunda
75
konuşmak olduğunuçok genctyaşta öğrenmişti. Sadece dört yıl okula gitmişti, ama
insanlara nasıl davranılacağını öğrenmeyi başarmıştı.
Bir örnekle bunu açıklayalım. Andrew'in yengesi iki oğlunu merak etmekten ölecek
hale gelmişti. Çocuklar Yal~'de okuyorlardı. Kendi işlerine öylesine dalmışlardı
ki eve mektup yazmayı ihmal ediyorlar ve annelerinin meraktan deli olduğunu
anlattığı mektuplarına bile aldırmıyorlardı.
Carnegie, iadeli taahhütlü bir mektup göndermese bile mutlaka mektubuna
bir yanıt alacağına dairyüz dolara bahse girebileceğini söyledi. Önerdiği bahis
kabul edilince yeğenlerine havadan sudan konulardan söz eden bir mektup yazdı ve
altına her ikisinede beşer dolar gönderdiğini bildiren bir not ekledi. Ancak
parayı zarfa koymadı. '
Çocukların "Sevgili Andrew Amcalarına, mektubuna eklediği dipnot için
teşekkürlerini bildirdikleri yanıt mektup hemen geldi. Mektupta neler
yazdıklarını siz de tahmin edebilirsıniz.
Bu konuda bir başka örnek, kursumuza katılan Ohio, -Cleveland'dan Stan Novak
tarafından anlatılmıştı. Stan bir akşam işten eve döndüğünde küçük oğlu Tim'i
yerde tepinip çığlıklar atarken bulmuştu. Ertesi gün çocuk yuvaya' başlayacaktı
ve gitmek istemediği için huysuzluk yapıyordu.
Stan'in normal tepkisi çocuğu doğru odasına göndermek ve ertesi gün yuvaya
gideceği için kendisini buna' alıştırmasını söylemek olabilirdi. Başka
yapabileceği bir şey yoktu. Fakat o gece bu şekilde davranmanın yuvaya
başlayacak Tim için uygun olmayacağınıfark etmiş ve durup düşünmüştü:"Eğer ben
Tim olsaydım, yuvaya gitmek için istek duymamı sağlayacak şey ne olabilirdi?"
Eşiyle birlikte Tim'ın hoşlandığı işleri düşünmeye başlamışlardı; parmaklarıyla
boya yapmak, şarkı söylemek, yeni arkadaş edinmek gibi... Sonra düşündüklerini
eyleme geçirmişlerdi. "Eşimle ve büyük oğlum Bob ile mutfak masasının etrafına
oturup parmaklarımızla boya yapmaya ve büyük keyif almaya 'başladık," diye
anlatmıştı
Stan. "Az sonra Tim masanın kenarından yaptıklarıınızı izlemeye başladı. Çok
geçmeden de boya yapmak istediğini söyledi: 'Şimdi olmaz, önce yuvaya gidip
parmakla boya yapmayı öğrenmelisin,' dedik.
76
Daha: sonra coşkulu bir ses tonuyla onun anlayabileceği kelimeleri seçerek
yuvada ne kadar keyif alabileceğini anlatmaya başladım. Ertesi sabah ilk ben
uyanmıştım. Aşağı kata indiğimde Tim'i oturma odasındaki koltukta uyur buldum.
'Burada işin ne?' diye sorduğumda, 'Yuvaya gitmek için bekliyorum, geç kalmak
istemedim,' diye yanıtladı. Tüm aile bireylerinin coşkulu davranışı hiçbir azar
ve tehdidin yapamayacağı şekilde Tim' de istek uyandırmıştı."
Yarın siz de birine bir şey yaptırmak isteyebilirsiniz. Bir şey söylemeden önce
bir an durup kendi kendinize sorun: "Bu insanda o işi yapma isteğini nasıl
uyandırabilirim?"
Bu soru herhangi 'bir duruma hazırlıksız kalkışmamızı ve boş yere konuşmamızı
önler.
Bir zamanlar New York'taki ünlü bir otelin balo salonunu bir dizi
konferans vermek üzere her sezon yirmi geceliğine kiralardım. Bir sezonun
başında, ansızın bana daha önce ödediğimden üç misli fazla kiralama bedeli
ödemem gerektiği bildirildi. Bu konudaki bilgi bana bütün biletler bastırılıp
dağıtıldıktan ve duyurular yapıldıktan sonra ulaşmıştı.
Doğal olarak bu farkı ödemek istemiyordum, ama benim bu isteğimin Otel
idaresine iletilmesinin ne yararı olabilirdi? Onlar sadece kendi istediklerini
almakla ilgileniyorlardı. Bununla birlikte bir kaç gün sonra müdürle görüşmeye
gittim.
"Mektubunuzu aldığımda şok geçirdim," dedim. "Ama sizi suçlamıyorum. Sizin
yerinizde olsaydım, buna benzer bir mektubu ben de yazabilirdim. Bir otel müdürü
olarak göreviniz en yüksek kazancı sağlamaktır.,.,Eğer bunu yapmak istemezseniz
işten atılabilirsiniz, atılmanız da gerekir. Şimdi bir kağıt alalım ve bu kira
artışında ısrar etmeniz halinde söz konusu olacak avantajlarınızı ve
dezavantajlarınızı yazalım."
Bir dosya kağıdı alıp ortasına yukarıdan aşağı bir çizgi çektim ve bir
tarafına "avantajlar" diğer tarafına "dezavantajlar" yazdım.
"Avantajlar" başlığının altına "Balo salonu boş" cümlesini yazdıktan sonra,
"Balo salonu boş kalınca, burayı balo, genel kurul gibi toplantılar için
kiralayabilirsiniz. Bu büyük bir avantajdır," diyerek sözlerime devam ettim. "Bu
tür toplantılarda, konferans dizisinden daha fazla kazanç elde edebilirsiniz.
"Bir de zararlara bakalım. Benim sayemde gelirinizi artıracağınıza
azaltacaksınız. Hatta geliriniz tamamen ortadan kalkacak, çünkü ben bu kirayı
ödeyemem. Bu yüzden konferanslarımı başka bir yerde vermek zorunda kalacağım.
"Bir başka dezavantaj daha var. Bu konferanslara çok sayıda eğitimli ve kültürlü
insan geliyordu. Bu da oteliniz için iyi bir reklam oluyordu değil mi? Gazeteye
beş bin dolarlık reklam verseydiniz böylesine iyi bir reklam yapamazdınız. Bu da
önemli bir şey."
Bunları yazdığım kağıdı yöneticiye uzattım ve "Hepsini değerlendirip
kararınızı bana bildirirsiniz," dedim.
Kiralama bedelinin yüzde üç yüz yerine sadece yüzde elli arttığını
bildiren mektubu ertesi gün aldım.
Bu indirimi, ne istediğim konusunda tek bir söz söylemeden elde ettiğime
dikkatinizi çekmek isterim. Ben sadece karşımdaki kişinin beklentilerinden ve bu
isteklerini nasıl karşılayabileceğinden söz etmiştim.
Eğer herhangi bir insan gibi davransaydımve doğal,bir tepkiyle müdürün odasına
fırtına gibi dalarak, "Biletlerin basıldığını, duyuruların yapıldığını
bildiğiniz halde nasıl oluyor da kiralama bedelini yüzde üç yüz
artırabiliyorsunuz? Yuzde üç yüz! Gülünç! Saçma! Ödemeyeceğim!" deseydim o zaman
ne olacaktı? Bir tartışma başlayacaktı. Tartışmalar nasıl sonuçlanır bilirsiniz.
Đkimiz de öfkeden deliye dönecektik. Onu yanlış davrandığı konusunda ikna etsem
bile onuru sözünden dönmesini ve geri adım atmasını engelleyecekti. ""
Đnce bir sanat olan insan ilişkileri konusunda en güzel sözlerden biri de
HenryFord tarafından söylenmişti. "Başarının sırrı kendinizi karşınızdaki
insanın yerine koyabilme yeteneğine sahip olmak ve olaylara kendi bakış açınızın
yanı sıra onun bakış açısıyla da bakabilmektir," diyordu Henry Ford.
Bu öylesine yalın ve açık bir gerçek ki herkes kolayca anlayabilir. Ancak ne
yazık ki insanların yüzde doksanı bunu ihmal ediyor. Örnek mi istiyorsunuz?
Yarın masanıza gelen mektupları gözden geçirin, pek çoğunun bu sağduyu yasasını
çiğnediğini göreceksiniz.
Amerika'nın her bölgesinde ofisleri bulunan bir reklam ajansının
. 77
radyo bölümbaşkanı tarafından yazılmış şu mektubu ele alalım. Bu mektup
ülkedeki yerel radyo istasyonu yöneticilerine gönderilmişti.
(Her paragraf hakkındaki fikirlerimi parantez içinde belirttim.)
Radyo istasyonları ile ilgili bilgiler konusunda"son sözü söyleyen bir firma
olarak bu payımın hizmetinize sunmayı arzuluyorum
Bayjohn Blatik, Blankville, Indiana
(Arzuluyorsunuz! Siz arzuluyorsunuz; Siz tam anlamıyla budalasınız. Ben sizin
veya Amerika' başkanının ne arzuladığı ile ilgilenmiyorum. Size bir kere daha
sadece kendi arzularımla ilgilendiğimi söyleyeyim. Ama siz bu saçma mektubunuzda
benim arzularımla ilgili tek bir kelime bile söylemediniz.)
Sayın Bay Blank,
Şirketimiz radyo,.alanında lider reklam ajansı olma özelliğini korumak
istemektedir.
(Şirketinizin ne istediği kimin umurunda? Ben kendi sorunlarımı düşünüp
kaygılanıyorum. Banka ipotekli evime haciz koyuyor, böceklerçiçeklerimi yok
ediyor, ,dün borsa inişe geçti. Bu sabah sekiz on beş banliyö trenini kaçırdım.
Dün gece Jones'ların danslı toplantısına çağrılmadım.. Doktorum yüksek tansiyon,
nevrit vekepek sorunum olduğunu söyledi. Sonra ne oldu? Kaygı içinde bu sabah
ofisime geliyorum, mektupları açıyorum ve kendini beğenmiş bir züppe bana
şirketinin ne istediğinden söz ediyor. Püf! Eğer mektubunun nasıl bir etki
bıraktığının farkına varsaydı, reklamcılık işini bırakıp koyun parazit .ilacı
imalatına başlardı.)
Bu nedenle haftalık radyo istasyonları bilgileri listesinde firmamımm tercih
edilen firmalar listesine koyun ve şirketin reklam saatlerini belirlemesine
yardım edecek her türlü ayrıntıyı ekleyin.
(Tercih edilen firmalar listesi ha! Ne yüzsüzlük! Önce şirketinizin
büyüklüğünden söz edip kendimi önemsiz hissetmeme neden oluyorsunuz. Sonra da
sizi tercih etmemi istiyorsunuz. Üstelik"lütfen" bile demiyorsunuz.)
Bu mektuba hemen karşılık vermeniz ve son etkinliklerinizi bildirmeniz her iki
taraf için de yararlı olacaktır.
(En büyük, en zengin, en üstün sizsiniz öyle mi? Ne olmuş yani? General Motors,
General Electric ve Amerika Birleşik Devletleri Ordusu generallerinin toplamı
kadar büyük olsanız bile benim gözümde beş para etmezsiniz! Eğer yarım akıllı
sinekkuşu kadar bile aklınız olsaydı benim sadece kendi büyüklüğümle
ilgilendiğimi" anlardınız. Sizin ne kadar büyük olduğunuzla ilgilenmiyorum.
Sizin muhteşem başarınızı anlatan bu sözler benim kendimi küçük ve önemsiz
hissetmeme yol açıyor.)
(Seni aptal! Bana fotokopi ile çoğaltıp sonbahar yaprakları gibi ülkenin her
yerine dağıtılmış ucuz bir mektup gönderiyorsun, sonra da ben borçlarım,
çiçeklerim ve tansiyonum için üzülürken benden "hemen" özel bir cevap vermemi
istiyorsun. "Hemen" derken ne demek istiyorsun? Benim de en az~senin kadar
meşgul olduğumu ya da en azından öyle olduğumu düşünmekten hoşlandığımı bilmiyor
musun? Bu arada sana bana emir verme hakkını kim veriyor? Đki taraf için de
yararlı olacak diyorsun. Neyse, biraz olsun benim açımdan da düşünmeye
başlamışsın. Yine de bunun benim için ne yararı olacağını açıklamamışsın.)
Bu ajansın ulusal reklam payı yayın ağının temel direğidir. Radyo
istasyonlarının yayın saatlerinde bize ayrılan zaman dilimleri ajansımızın her
yıl en önde gelen ajans olmasını sağlamıştır.
Saygılarımla,
John Doe
Radyo Departmanı Genel MüdürÜ
79
Not: Blan!o;ille Journal' da yayımlanmış olan yazının kopyası ilginizi
çekebileceği düşünülerek eklenmiştir. Radyo istasyonunuzda yayınlamayı
isteyebilirsiniz.
(En sonunga dipnotta sorunlarımdan birini çözümleyebilecek bir öneride
bulundunuz. Niçin mektubunuza bu satırlarla başlamadınız? Bunu size söylememin
ne yararı var ki! Bu gibi saçma, budalaca şeyler yazan bir reklamcının zihinsel
bir bozukluğu var demektir. Size son ,etkinliklerimizi anlatan bir mektup
yazmama hiçgerek.yok. Đhtiyacınız olan şey troid bezleriniz için bir şişe iyot.)
Yaşamını reklamcılığa adamış ve insanları satın alma yönünde etkilemek isteyen
uzman bir kişi böyle bir mektup yazarsa, bir kasaptan, bir fırmcıdan, bir
tamirciden ne bekleyebiliriz?
. Đşte size bir başka mektup örneği: Bu, büyük bir taşıma şirketinin" yöneticisi
tarafından kurs öğrencilerimizden Edward Vermylen'e yazılmış. Önce bu mektubu
okuyun. Daha sonra size, bu mektubu alan kişinin nasıl etkilendiğini
anlatacağım.
A. Zerega' s Sons, Ine.
28 Front Caddesi
Brooklyn, N.Y.11201
Bay Edward Vermylen'in dikkatine,
Sayın baylar,
Taşınacak malların bir bölümü ikindi üzeri elimize ulaştırıldığından tren
istasyonundaki şehirdışı gönderme işlemlerimiz aksamıştır. Bu durum iş
yığılmasına, bir kısım işçinin fazla mesai yapmasına, kamyonlarımızın yola
çıkışının gecikmesine ve yük kasalarının yük trenine geç ulaşmasına neden
olmaktadır. 10 Kasım günü şirketinizin yolladığı 510 parça mal öğleden sonra
16:20' de elimize geçmiştir.
Malın bize geç ulaşmasından dolayı istenmeyen sonuçları önlemek için bize
yardımcı olmanızı rica ediyoruz. Malı bize gönderdiğiniz günlerde kamyonun bize
daha erken ulaşmasını veya bir kısmının sabah elimize geçmesini sağlayabilir
misiniz?
80
Bu düzenleme kamyonlarınızın daha çabuk boşaltılması ve işlerimizin günü gününe
yürütülmesi açısından size yarar sağlayacaktır.
'. Saygılarımla
J :B Yöneticisi
A. Zerega's Sons şirketinin satış müdürü olan,Bay Vermyleri bu mektubu okuduktan
sonra aşağıdaki yorumu da ekleyerek/bana yolladı: .
"Bu mektup amaçladığının tam tersi bir etki yaptı. Mektup, taşıma şirketi
terminalindeki güçlükleri anlatarak başlıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse
bunun bizi pek ilgilendirdiği söylenemez.
Daha sonra bize uygun olup olmadığı sorulmadan kendilerine yardımcı olmamız
isteniyordu. Son olarak"da eğer biz yardımcı olursak kamyonlarımızın daha çabuk
boşaltılacağı ve taşıma işinin günü gününe yapılabileceği söyleniyordu.
Bir başkadeyişle, bizim ilgimizi çeken en önemli nokta en sona bırakılmıştı ve
mektup işbirliğinden çok bir karşı çıkma isteği uyandırıyordu.'
, Bu mektubu tekrar yazarak geliştirip düzeltmeyi deneyelim, Sorunlarımızı
anlatarak zaman kaybetmeyelim' Henry Ford'un önerdiği gibi olaya karşımızdaki
insanın bakış açısıyla yaklaşarak kendi fikrimizi ekleyelim. "
Aşağıda mektubun düzeltilmiş şeklini bulacaksınız. Belki mükemmel değil ama yine
de öncekinden daha iyi değil mi?
Bay Edward Vermylen A. Zerega' s Sons Đnc. 28 Front Caddesi. Brooklyn N.Y. 11201
Sayın Bay Vermylen,
Şirketiniz on dört yıldan beri en iyi müşterilerimizden biridir.
Bu nedenle bizi seçtiğiniz için size minnettarız ve hakkınız olan en iyi hizmeti
en hızlı şekilde vermeye hazırız. Ancak 10 Kasım' da olduğu gibi kamyonlarınız
yüklü miktarda bir malı öğleden sonra getirecek
81
olursa size bu hizmeti vermemize olanak kalmayacağını üzülerek bildirmek
zorundayız. Niçin mi? Çünkü müşterilerimizden pek çoğu daha teslimatlarını
öğleden sonra yapmaktadır. Doğal olarak bu hiriş yığılmasına neden olmaktadır.
Sonuçta kaçınılmaz olarak kamyonlarınız limanda beklemekte ve kimi zaman da
yükünüz yerine geç ulaşmaktadır.
Bu, istenmeyen bir durum, ama düzeltilebilir. Eğer yükünüzü limana olanak varsa
sabah gönderebilirseniz, bununla hemen ilgilenebiliriz. Böylece işçilerimiz de
evlerine erken gidip akşam yemeğinde sizin ürettiğiniz lezzetli makarna ve
şehriyeleri afiyetle yiyebilirler.
Malınız bize ne zaman ulaşırsa ulaşsın size anında hizmet vermek için
elimizden gelen gayreti göstereceğiz.
Çok işiniz olduğunu biliyorum. Lütfen bu mektuba yanıt verme zahmetine
katlanmayın.
En içten dileklerimle
J B Yöneticisi
---
New York'ta bir bankada çalişan Barbara Anderson oğlunun sağlık sorunu
nedeniylePhoenix,..-Arizona'ya taşmmak istiyordu.
Kursumuzda öğrendiği ilkeleri kullanarak aşağıda okuyacağınız mektubu yazdı ve
Phoenix'teki on iki bankaya postaladı.
Sayın yönetici,
On yıllık bankacılık deneyimimin sizinki gibi gelişmekte olan bir bankanın
ilgisini çekeceğini umuyorum. .
New York'taki Bankers Trust Firması'nda bugünkü görevim olan şube müdürlüğüne
getirilmeden önce çeşitli görevlerde bulundum ve müşteri ilişkileri, krediler,
yatırım ve yönetim gibi birçok konuda bilgi sahibi oldum. .
Mayıs ayında PFloenix' e yerleşeceğimden sizin gelişmenize ve kazancınıza
katkıda bulunabilirim. 3 Nisan' da bir haftalığına Phonix' e geleceğim. Eğer
bankanızın hedefine ulaşmasında size nasıl yardımcı olabileceğimi gösterme
fırsatını bana sağlarsanız size minnettar kalırım.
Saygılarımla Barbara C. Anderson
Bayan Anderson bu mektubuna yanıt aldı mı? Ne dersiniz? On iki bankadan on biri
onu görüşmeye çağırdı ve Bayan Anderson'un önüne kabul edebileceği birçok
seçenek çıktı. Bayan Anderson iş istediğini yazmamıştı. Onlara yardım etmek
istediğini bildirmişti. Kendi isteklerine değilonların isteklerine yönelmişti.
. Bugün binlerce satıcı çok az ücret karşılığı yorgun ve cesaretleri kırılmış
olarak kaldırımları aşındırıyor. Niçin? Çünkü onlar sadece kendilerinin ne
istediğini düşünüyorlar.
Bizim bir şey satın almak isteyip istemememiz onlar için önemli değil. Üstelik
bir şey almak istersek bunu çarşıya çıkıp da alabiliriz. Ne yazık ki satıcılar
da biz de yalnızca kendi isteklerimizle ilgileniyoruz.
. Bir satıcı elindeki malın ya da yaptığı hizmetin sorunlarımızın çözümüne
yardımcı olacağını bize gösterse malını satmaya çalışmasına gerek kalmaz, çünkü
biz bu malı kendiliğimizden satın alırız. Müşteri satın almaktan hoşlanır,
kendisine bir şey satılmasından değil.
Pek çok pazarlamacı olaya müşteri açısından bakmayıp yaşamları boyunca bir
şeyler satmaya çalışır. Örneğin ben New York'un merkezinde yer alan ve müstakil
evlerin bulunduğu Forest Hills Mahallesinde yaşadım. Bir gün istasyona doğru
koşarken yıllarca Long Island'da emlakçılık yapan bir beyle tanıştım. Kendisi
Forest Hills'i çok iyi tanıyordu. Bu nedenle ona eviinin çelik karkas' mı yoksa
boşluklu.tuğla ile yığma mı olduğunu sordum. Bilmediğini, Site Birliği'nden
öğrenebileceğimi söyledi. Bunu ben de biliyorum.
. Ertesi sabah ondan bir mektup aldım. Bana öğrenmek istediğim bilgiyi mi
veriyordu? Bunu telefonla birkaç dakika içinde öğrenebilirdi. Ama hayır, telefon
etmemişti. Mektubunda sorumun yanıtını telefon ederek öğrenebileceğimi
tekrarlıyor ve sigorta işlerimi kendisine vermemi söylüyordu.
Đsteği bana yardımcı olmak değildi. O sadece kendisine yardım etmek
istiyordu.
Birmingham- Alabama'dan J. Howard Lucas aynı şirkette çalışan iki pazarlamacının
benzer bir olayda nasıl davrandıklarını anlattı.
"Birkaç yıl önce küçük bir şirketin yönetim kurulunda çalışıyordum.
83
Çok yakınımızda büyük bir sigorta şirketinin şubesi vardı. Bizim şirketimizle
CarI ve John diye söz edeceğim iki sigorta temsilcisi ilgileniyordu.
"Bir sabah CarI ofisimize geldi ve söz arasında,şirketinin yöneticiler için yeni
bir hayat sigortası yapmaya başladığını ve eğer ilgilenirsek daha sonra tekrar
uğrayıp daha fazla bilgi verebileceğini söyledi.
"Aynı gün kahve molasından dönerken kaldırımda John bizi gördü ve 'Hey Luke'
diye bağırdı 'Bir dakika durun. Siz dostlarıma müthiş bir haberim var.'
Koşturarak geldi ve coşkulu bir tavırla o gün şirketinin yöneticiler için bir
hayat sigortası yapmaya başladığını anlattı. (Sabah CarI'ın söz ettiği sigorta
poliçesiydi bu.)
"Đlkpoliçeleri bizim almamızı öneriyordu. Bize sigortanın kapsamı konusunda bazı
önemli bilgiler,verdikten sonra, 'Bu yepyeni bir poliçe. Bu nedenle yarın merkez
şirketimizdenbirisinin gelip size bunları .ayrıntılarıyla
açıklamasını.sağlayacağım. Bu arada siz başvuru formlarını imzalarsanız zamandan
kazanırız ve gelen kişi daha iyi bilgi verir,' dedi.
"Öylesine coşkuluydu ki bizi de bu poliçeyi almak için heveslendirdi, üstelik
daha detaylarını bile bilmiyorduk. Bu bilgiler bize ulaştırıldığında John'un
sözlerinin teyit edildiğini gördük. John bize poliçe satmakla kalmayıp daha
sonra sigortamızı iki misline çıkarmayı da başardı.
"CarI da bu satışı yapabilirdi. ,Ama o bizde poliçelerle ilgilenmemizi
sağlayacak hiçbir heves ve istek uyandırmamıştı."
, Dünya sadece başkasından para kapmaya çalışan ve kendi çıkarını düşünen
insanlarla dolu. Bu nedenle karşılık <beklemeden başkalarına hizmet edenkişiler
çok büyük avantajlar sağlayabilirler. Onlarla yarışacak kimse yoktur. Amerikan
iş dünyasının liderlerinden ünlü bir avukat. Olan Owen D. Young bir kez,
"Kendisini karşısındakinin yerine :koyabilen ve onun aklından geçenleri
anlayabilen insan, kesinlikle geleceği ile ilgili bir kuşkuya kapılmamalıdır.?'
demişti.
Bu kitaptan tek bir şey öğrenebilirseniz, bu olayları karşınızdaki kişinin bakış
açısından da görebilme eğilimi olacaktır. Bu bile mesleki yaşantınızın temel
taşlarından birini oluşturabilir.
Olaya karşınızdakinin gözü ile bakabilmek, onda istek ve heves uyandırmak,
sadece onu sizin yararınıza ve onun zararına olabilecek bir iş yapmaya
yönlendirmek demek değildir.
Bu alışverişten her iki taraf da karlı çıkmalıdır. Bay Vermylen'e
yazılanmektuptaki öneri sonucunda hem gönderici hem alıcı yarar sağlamaktadır.
Diğer örnekte hem banka hem de Bayan Anderson kazançlıdır. Banka çok değerli bir
eleman kazanmış, Bayan Anderson çok iyi bir iş bulmuştur.
John'un Bay Luces'a sattığı sigorta poliçesi örneğinde de her iki taraf
kazanmıştır. Đstek ve hevesi uyandırarak her iki tarafın da kazançlı çıkmasına
ilişkin bir diğer örnek de Worwick, Khode lsland'dan Michael E. Whidden
tarafından verilmiştir. Mike, Shell benzin şirketinin taşra pazarlamacısıydı.
Kendi yöresindeki bir numaralı pazarlamacı olmak istiyordu ve benzin
istasyonlarından biri bunu engelliyordu. Bu istasyon işyerini temiz tutma isteği
olmayan yaşlı bir adam tarafından işletiliyordu. Đstasyon öyle kötü durumdaydıki
satış grafiği bile düşüyordu.
- Yönetici, Mike'ın istasyonun kalitesini yükseltmek konusundaki tüm önerilerine
ve ricalarına kulak tıkıyordu. Bir sürü deneme ve karşılıklıkonuşmadan sonra
(hiçbiri başarılı olmamıştı) Mike adaml yeni bir Shell benzin istasyonunu
görmesi için davet etmeye karar verdi. '
Adam yeni istasyonda gördüklerinden öylesine etkilenmişti ki Mike bir dahaki
ziyaretinde istasyonun temizlenmiş olduğunu ve satışların arttığını gördü.'
Bütün o konuşma ve tartışmalar başarılı olmamıştı, ama modern bir istasyon
gösterilerek yöneticideki isteği uyandırılması Mike'ın hedefine ulaşmasına
yardımcı olmuştu. Bu hem Mike hem de yönetici için kazançlı bir durumdu.
Pek çok insan okullara giderek okumayı ve matematiği öğrenir, ama kendi beyninin
işlevinin farkına bile varmaz. Bir tarihte büyük bir air-condition şirketi olan
Carrier'de göreve başlayacak olan,üniversite öğrencilerine "Etkili Konuşma"
dersleri veriyordum. Gençlerden biri serbest saatlerinde basketbol oynamak
istiyordu. Bunun için arkadaşlarına, "Dışarı çıkıp basketbol oynamak istiyorum.
Bu oyunu çok seviyorum, ama kaç kez jimnastik salonuna gittiysem de
85
oyun kuracak sayıda adam bulamadığımdan oynayamadım," diyordu. "Geçen akşam bir
iki kişiyle potaya top atıp durduk ve bakın gözüm mosmor oldu. Yarın gece
hepinizin gelmesini bekliyorum. Ben basketbol oynamak istiyorum."
,Bu genç sizin isteklerimize ilişkin bir şey söyledi mi? Hiçkimse jimnastik
salonuna gitmek istemezse siz niye gidesiniz? Onun ne istediği ile
ilgilenmiyorsunuz. Üstelik gözünüzün morarmasını da istemezsiniz.
Profesör Overstreet'in akılcı öğüdünü tekrarlıyalım: "Önce karşınızdaki insanda
istek uyandırın. Bunu başaran tüm dünyanın desteğini alır Başaramayan yaşamını
yalnız sürdürmek zorunda kalır."
Eğitim kursundaki öğrencilerden biri küçük oğlu için endişeleniyordu, Çocuk çok
zayıftı ve düzenli yemek yemeyi reddediyordu. Ailesi onu azarlıyor ve
söyleniyordu; "Annen bunu yemeni istiyor. Baban büyüyüp kocaman bir adam olmanı
bekliyor." Çocuk bu ricalara aldırmıyordu.
Beyni bir atınkinden büyük olmayan biri bile üç yaşındaki bir çocuğun otuz
yaşındaki babasının görüşlerine sahip olmasını bekleyemez. Öyleyse baba ne
bekliyordu? Çocuğun karşı çıkıp direnmesini mi? Bu çok saçma. Sonundababa bunu
anladı. Kendi kendine şöyle dedi: "Bu çocuk ne istiyor? Onun isteği ile benim
isteğim ayni doğrultuda nasıl birleşebilir?".
Böyle düşünmeye başladıktan sonra babanın işi kolaylaştı. Çocuğun üç tekerlekli
bir bisikleti vardı ve onunla Brooklyn'deki evlerinin önündeki kaldırımda aşağı
yukarı dolaşmayı seviyordu. Bir kaç ev aşağıda daha büyük yaşta haylaz bir çocuk
oturuyordu ve her gün çocuğun bisikletini zorla onun altından çekip kendisi
biniyordu. Çocuk doğal olarak ağlayarak annesine koşuyor, anne de dışarı çıkıp
yaramaz çocuğun elinden bisikleti alıyor ve tekrar oğlunu bindiriyordu.
Küçük oğlan ne istiyordu? Bunu çözmek için Sherlock Holmes olmaya gerek
yok. . Onuru, öfkesi, önemli olma tutkusu (insanoğlundaki en önemli duygular)
onu öç almaya, bu yaramazçocuğun burnuna bir yumruk atmaya itiyordu. Babası
oğluna, yemeklerinin annesinin istediği şekilde
86
yerse bir gün gelişip o çocuğu yenebileceğini söyledi. Bu sözlerden sonra yemek
sorunu çözüldü. Büyüyüp kendisini küçük düşüren bu zorbayı yenebilmek için küçük
oğlan ıspanak, lahana, balık ve önüne her geleni yemeye başladı.
Bu sorunu çözen anne baba bu kez çocuğun bir başka sorununu ele aldılar. Çoc~k
yatağını ıslatıyordu.
Küçük oğlan babaannesiyle yatıyordu. Büyükanne her sabah uyandığında çarşafın
ıslak olduğunu görünce, "Johny dün gece yine yapmışsın!" dediğinde, çocuk
"Hayır, ben yapmadım, sen yaptın," diyordu.
Azarlamak, pataklamak, utandırmak anne babasının bunu yapmasını istemediğini
söylemek yararsızdı. Hiçbiri yatağın kuru kalmasını sağlayamıyordu. Anne baba
oturup, "Biz bu oğlanın yatağı ıslatmasını nasıl önleyebiliriz?" diye
düşündüler.
Çocuk ne istiyordu? Öncelikle büyükannesi gibi gecelik giymek yerine babası gibi
pijama giymek istiyordu. Babaanne çocuğun bu huyundan öylesine bıkmıştı ki eğer
bu işe yarayacaksa seve seve ona pijama alacağını söyledi. "Đkinci olarak, çocuk
kendisinin bir karyolası olmasını istiyordu. Büyükanne bu isteğe karşı çıktı.
Annesi çocuğu Brooklyn'debir mağazaya götürdü ve satıcı kıza göz kırparak "Size
alışveriş yapması için bir küçük bey getirdim," dedi.
Satıcı kızçocuğa önem verdiğini hissettirmek için, "Küçük bey
size nasıl yarduhcı olabilirim' diye sordu.
Çocuk büyük bir adam gibi sırtını dikleştirerek, "Kendime-bir yatak satın
almak istiyorum," diye yanıt verdi.
Anne almayı düşündüğü yatağı satıcı kıza işaret ederek yine göz kırptı ve satıcı
kız da çocuğun o yatağı satın alması için elinden geleni yaptı.
Yatak ertesi gün eve geldi. O gece babası geldiğinde, çocuk onu karşılamak için
koşa koşa kapıya giderken bir yandan da haykırıyordu: "Babacığım, babacığım,
hemen yukarı çıkalım. Aldığım yatağı gör!"
Babası yatağı gördüğünde Charles Schwab'ın öğüdünü uyguladı. "Beğenisinde
içten, övgüsünde cömert" davrandı. \
"Bu yatağı ıslatmayacaksın değil mi?" diye sordu sonra.
87
"Hayır, hayır, asla! Bu yatağı ıslatmayacağım!" dedi çocuk ve bu sözünü de
tuttu. Çünkü söz konusu olan kendi onuruydu. Bu onun yatağıydı. Kendisi satın
almıştı.
Küçük bir adam gibi pijama giyiyordu artık ve bir küçük adam gibi
davranmalıydı. Bunu da yaptı.
Eğitim kursumuzdaki bir başka" baba, mühendis K.T. Dutschmann da üç
yaşındaki kızına kahvaltı yaptıramıyordu.
Paylama, yalvarma, dil dökme taktikleri boşa çıkmıştı. Anne baba kendilerine
sordular: "Onda kahvaltı yapma isteğini,nasıl uyandırabiliriz?" ,
Küçük kız annesini taklit etmeye bayılıyordu. Onun gibi büyük bir hanım olmak
istiyordu. Anne ve babası bir sabah onun bir iskemleye oturup kahvaltıyı
hazırlamasına izin verdiler.
Babası mutfağa girdiğinde kız mısır gevreğine süt koymuş, karıştırıyordu.
Babasını görünce, "Bak babacığım, sabah kahvaltıyı ben hazırladım!" diye
sevinçle bağırdı.
O gün küçük kız kimsenin dil dökmesine gerek kalmadan, iki tabak dolusu mısır
gevreği yedi. ,Kendisini önemli hissetmişti ve bunun nedeni kahvaltıyı
hazırlayıp kendisini kanıtlamasıydı,.
William Winter, "Kendini kanıtlamak, insan doğasının en temel gereksinmesidir,"
der. Bunu niçin iş yaşantısında,uygulamayalım?
Örneğin Diyelim ki parlak bir fikrimiz var. Karşımızdaki insan bu fikrinbize'
ait olduğunu düşüneceği yerde bırakalım kendisi aynı sonuca ulaşsın. O zaman bu
fikri benimser, kendi fikri sanır ve onu sık sık kullanır., '
Unutmayın; "Đlk önce karşınızdaki insanda istek uyandırın. Bunu yapan bütün
dünyanın desteğini alır. Yapamayan yaşamını yalnız sürdürmek zorunda kalır."
Karşlllızdakinde istek uyandırın.
88
11. BUNU UYGULAYIN VE HER YERDE ĐYĐ KARŞILANIN
Dost kazanmanın yollarını öğrenmek için neden bu kitabı okuyorsunuz? Niçin
dünyada en çok dostu olduğu bilinen kişinin yöntemlerini öğrenmiyorsunuz?Khn bu
kişi? Onunla yarın sokakta yürürken karşılaşıp tanışabilirsiniz. Ona üç metre
yaklaştığınızda kuyruğunu sallamaya başlar. Eğer durup başını okşayacak
olursanız, neredeyse postunun içinden sıyrılırcasına aşağı yukarı zıplayıp sizi
ne kadar sevdiğini göstermeye çalışır. Bu sevgi gösterisinde bir art niyet
olmadığını bilirsiniz. Ne size taşınmaz bir mal satmak ne de sizinle evlenmek
istemektedir.
Yaşamak için çalışmak zorunda olmayan tek hayvanın köpek olduğunu
düşündünüz mü? Tavuk yumurtlamak, inek süt vermek, kanarya ise şarkı söylemek
zorundadır. Köpek ise karnını doyurmak için size sevgi göstermekten başka bir
şey yapmaz.
Beş yaşındaykenbabam bana küçük, sarı tüylü bir köpek yavrusu almıştı. O, benim
Çocukluğumun ışık ve neşe kaynağıydı. Her ' akşamüstü saat dört buçuk sularında
ön "avluda oturur, güzel gözlerini patikaya diker ve sesimi duyar duymaz veya
sefertasımı sallayarak yandaki fundalıklara doğru yürüdüğümü görür görmez bir ok
gibi yerinden fırlar, yokuş aşağı nefes nefese koşarak keyifle sıçrar, çılgınca
sesler çıkarırdı.
Tippy ile beş yıl arkadaşlık ettik. Sonra trajik bir gecede bir yıldırım düşmesi
sonucu üç metre uzağımda öldü. Tippy'nin ölümü Çocukluğumun en büyük"acısıdır.
Sen psikoloji ile ilgili bir kitap okumadın Tippy. Buna ihtiyacın yoktu.
Biliyordun ki başkalarıyla içtenlikle ilgilenirsen iki ay içinde,
89
başkalarının seninle ilgilenmesini sağlamak için iki yıl uğraştığın halde
edinemediğin dostlardan çok daha fazlasını edinebilirsin.
Başkalarının kendisi ile ilgilenmesini sağlamak için yaşamı boyunca çaba
sarf eden birçok insan tanıyoruz.
Elbette buna hiç gerek yok. Đnsanlar size ilgi duymuyorlar. Bana da ilgi
duymuyorlar. Onlar sabah, öğle ve akşam saatlerce kendileri ile ilgileniyorlar.
New"YorkTelefon Şirketi, telefon konuşmalarında insanların en sık kullandığı
kelimeyi bulmak için bir araştırma yapmıştı. Sonucu, siz de tahmin
edebilirsiniz: "Ben... Ben... Ben..." 500 telefon görüşmesindetam 3900 kere
"Ben... Ben... Ben..." denmişti.
Sizin de içinde bulunduğunuz bir grup fotoğrafına baktığınızda önce kimi
görmeye çalışırsınız? Kendinizi değil mi?
Eğer sadece insanları etkilemek ve onların bizimle ilgilenmelerini sağlamak
istiyorsak gerçek ve içten dostlara sahip olamayız.
Gerçek dostlar bu yolla edinilemez.
Napolyon bunu denemişti. Son görüşmelerinde Josephine'e "Yeryüzündeki şanslı
kişiler gibi ben de çok mutlu oldum. Ancak bugün yeryüzünde güvenebileceğim tek
kişi sensin," demişti.
Viyanalı ünlü psikolog Alfred Adler, What Life Should Mean To You- {Yaşam Size
Ne Đfade Etmeli)adlı bir kitap yazmıştı. Bu kitapta, "Yaşamda en çok zorluk
çeken kişi dostlarıyla ilgilenmeyen kişidir ve bu kişi ,başkalarına zarar
verir," demekteydi.
Psikoloji ile ilgili tonlarca 'kitap okumuş olabilirsiniz ama bu denli
etkileyici bir ifadeye rastladınız mı? Adler'ın sözleri anlam açısından Öylesine
zengin ki bir kez daha"tekrarlayacağım.
Yaşamda en çokzorluk çeken kişi dostlarıyla ilgilenmeyen kişidir ve bu kişi
başkalarına zarar verir. Đnsanlığın yaşadığı başarısızlıklar bu kişiler
yüzündendir.
Bir dönem New YorkÜniversitesi'nde kısa öykü yazma kurslarına gidiyordum. Kurs
öğretmenimiz tanınmış bir derginin editörüydü. Bize her gün masasına yığılan
düzinelerce öyküden bir iki paragraf okuyarak yazarın insanları sevip
sevmediğini anlayabildiğini söyledi.
90
"Eğer bir yazar insanları sevmiyorsa, hiç kimse onun öykülerini beğenmez," dedi.
Bu deneyimli editör roman yazımı hakkındaki konuşmasını iki kere keserek, "Size
vaaz veriyor gibi görünüyorsam özür dilerim," demişti. "Size tıpkı bir vaiz gibi
görünebilir, sizinle öyle konuşuyor olabilirim; ama eğer başarılı bir öykü
yazarı olmak istiyorsanız insanlarla ilgilenmenin şart olduğunu bilmelisiniz."
Eğer bu özellik öykü yazmak için gerekliyse bunun yüz yüze görüşmek zorunda
olduğunuz insanlar için çok daha önemli olduğunu bilmelisiniz.
Broadway'deki son gösterisinde, Howard Thurston'ın soyunma odasında bir akşam
geçirdim. Thurston sihirbazlar kralı olarak kabul görmüş bir kişiydi. Kırk yıl
boyunca bütün dünyayı dolaşmış, illüzyon numaralarıyla izleyicileri büyülemişti.
Gösterilerini 60 milyon kişi para ödeyerek izlemişti ve Thurston yaklaşık 2
milyon dolar kazanmıştı.
Bay Thurston'a başarısının sırrını sordum. Bunun eğitimiyle bir ilişkisi yoktu,
çünkü daha küçük bir çocukken evinden,'kaçmış, bir serseri hayatı sürmeye
,başlamıştı. Yük vagonlarında seyahat etmiş, samanlıklarda yatmış, kapı kapı
dolaşarak yiyecek dilenmişti. Okumayı tren rayları kenarındaki.yol
levhalarındaki.yazılara bakarak öğrenmişti.
Sihirbazlık bilgisi çok mu fazlaydı? Hayır. Göz boyama konusunda yüzlerce kitap
yazıldığını ve binlerce kişinin bu konuda en az kendisi kadar bilgi sahibi
olduğunu söyledi. Ama onda diğer kişilerde olmayan >iki şey bulunmaktaydı.
Birincisi kişiliğini işine yansıtabilme yeteneğiydi. O usta bir şovmendi. Đnsan
doğasını çok iyi tanıyordu. Yaptığı her şey, her jesti, sesinin tonlaması, hatta
kaşını kaldırması bile önceden dikkatle prova ediliyordu. Hareketleri saniyelere
göre ayarlanıyordu. Buna ek olarak, Thurston insanlarla gerçek anlamda
ilgileniyordu. Bana pek çok sihirbazın izleyicilerine bakarak kendilerine, "Đşte
karşımda bir sürü aptal oturuyor, onları kolaylıkla kandırabilirim," dediğini
söyledi. Thurston'ın yöntemi tamamen farklıydı. Sahneye her çıkışında kendine,
"Bu insanlar beni görmeye geldiği için onlara minnettarım. Onlar yaşamımı, kolay
bir şekilde kazanmamı sağlıyorlar. Onlara verebileceğimin en iyisini
vermeliyim," diyordu.
91
Kendi kendine, !'Đzleyicilerimi seviyorum". sözcüklerini tekrar tekrar
söylemeden asla sahneye adım atmadığını anlattı. Bu çok mu komik? Ne isterseniz
onu düşünebilirsiniz. Ben sadece gelmiş geçmiş en ünlü sihirbazın kullandığı bu
reçeteyiJhiçbir yorum yapmadan size sunuyorum.
Pennsylvania'da,n George Dyke arazisinin Üzerinden geçen yeni otoban.
yapıldığında otuz yıldır işlettiği benzin istasyonundan olmuş ve emekliye,
ayrılmak zorunda kalmıştı. Emekliliğin boş geçen günleri ,bir süre sonracan
sıkıntısına neden olmuştu. v Dyke boş zamanını eski kemanını çalarak müzikle
değerlendirmeye başlamıştı.Kısa süre sonra müzik dinlemek için sağa sola seyahat
etmeye başladı. Gittiği yerlerde keman 'çalanlarla sohbet ediyordu.
Kendine has alçakgönüllü ve dostça tavrı ile tanıştığı her müzisyenin
özgeçmişini ve ilgilendiği konuları öğrenmek gerçekten hoşuna gidiyordu. Kendisi
çok iyi keman çalamasa da bu branşta çalışan pek çok kişi ile dostluklar kurdu.
Yarışmalara katıldı ve. Kısa sürede ,Birleşik Devletler'in doğu bölgesindeki
folk müzik seven kişiler tarafından tanınmaya başladı. Onun adını duyduğumuzda
yetmiş iki yaşına gelmişti ve yaşamının her dakikasından müthiş keyif alıyordu,
Başka insanlarla ilgilenerek, başkalarının unlarını eleyip eleklerini astığı
yaşta kendine yepyeni biryaşam hazırlamıştı. .,
Theodore Roosevelt'in herkesi şaşırtan popülaritesinin sırlarından biri de
budur. Hizmetçileri bile onu seviyordu. Uşağı James E. Amos, The()dore
Roosevelt, Hero to its Va/et (Thedore Roosevelt, Uşağının Kahramanı) isimli bir
kitap yazmıştı ve bu kitabında şu olayı anlatıyordu:
"Bir gün karım, Başkan'a bıldırcınlarla ilgili bir soru sordu.~O güne kadar hiç
bıldırcın görmemişti. Başkan ona bıldırcınları detaylarıyla anlattı. Bir süre
sonra kulübemizin telefonu çaldı. (Amos ve)karısı Roosevelt'in Oyster Bay'deki
malikanesinin.arazisindeki küçük bir kulübede kalıyorlardı.) Telefonu karım
açtı. Arayan Bay Roosevelt'in ta kendisiydi. .Aramasının nedeni penceremizin
dışında bir bıldırcın olduğunu ve bakarsak onu görebileceğimizi söylemek
istemesiydi. Başkan böyle küçük ayrıntılara önem verirdi. Evimizin yanından her
geçtiğinde, ortalıktagörünmesek bile, "Huuuu!
92
Annie!" veya ~:,Huuuu! James!" diye seslendiğini duyardık. Dostça bir
selamlamaydı bu." '.
Uşağına bile kendisini bu denli sevdiren bu adamı başkalarının da sevmesinden
daha doğal ne olabilir?
Bir gün Roosevelt, Beyaz Saray'a gittiğinde Başkan ve Bayan Taft orada
değillerdi. Onun mütevazı kişilere olan gerçek ilgi ve sevgisini Beyaz
Saray'daki bütün hizmetçilerin v~ hatta bulaşıkçıların bile isimlerini
bilmesinden anlayabiliriz.
"Bay Roosevelt mutfakta çalışan Alice~igördüğünde," diye yazıyor Archie Butt,
"ona hala mısır ekmeği yapıp yapmadığını sordu. Alice ona bazen hizmetkarlar.
için yaptığını, ama ev halkından kimseninmısır ekmeği yemediğini söyledi.
'Ağızlarının tadını bilmiyorlar!' diye ,gürledi Roosevelt. 'Başkanı gördüğünde
ona söyleyeceğim. '
"Alice ona bir dilim getirdi. Başkan mısır ekmeğini yiye yiye ofise giderken
,.yol üstünde rastladığı bahçıvan ve işçilerin de hatırını soruyordu. . .
"Geçmişte olduğu gibi yine herkese ismiyle hitap ediyordu. Beyaz Saray'da 40
senedir baş teşrifatçı olarakgörev yapan Ike Hoover, 'Đki yıldır bukadar mutlu
olmamıştık 'vehiçbirimiz o günü 100.dolara bile değişmezdik,' diyordu gözleri
yaşla dolarak."
Görünüşte önemsiz kişilere duyduğu ilgi, New Jersey' de satış temsilciliği yapan
EdwardM.Skykes'm bir'müşteriyi yeniden kazanmasını sağladı.
. "Yıllar önce Massachusetts yöresinde Johnson & Johnson firması adına
müşterileri ziyaret ediyordum," 'diye anlatıyor Sykes. "Müşterilerimden biri
Hingham'da bir marketti. Bu dükkana her girişimde dondurma .makinesindeki ve
tezgahtaki satıcılar ile selamlaşır, bir ikidakika konuşur, sonra siparişini
almak üzere dükkan sahibine:yönelirdim. Bir gün dükkan sahibine gittiğimde adam
bundan böyle Johnson ürünleri satın almak istemediğini, çünkü firmanın daha çok
gıdalar ile ilgilendiğini söyledi. Bana kuyruğumu bacaklarının arasına
sıkıştırıp oradan ayrılmak düştü. Birkaç saat araba ile etrafta dolanıp
durduktan sonra en azından bir kere daha uğramaya karar verdim, çünkü durumu
açıklamaları gerekiyordu.
"Đçeri girdiğimde her zaman yaptığım gibisatış elemanlarıyla
93
selamlaştım vepatrona doğru yürüdüm. Adam gülümseyerek, 'Hoş geldiniz!' dedi ve
her zamankinin iki misli bir sipariş verdi. Şaşkınlıkla ona baktım ve bir iki
saat önceki son ziyaretimden bu yana neyin değiştiğini sordum. Dondurma
makinesinin arkasındaki genci işaret etti. Ben ayrıldıktan sonra delikanlının
gelerek onu, ve dükkandaki diğer satış elemanlarını selamlayıp adam yerine koyan
ender satış temsilcilerinden biri olduğumu söylediğini anlattı. Delikanlı, eğer
bir adamla iş yapılacaksa benim buna layık olduğumu da eklemiş. Patron ona hak
vermiş. Bundan sonra sadık müşterim oldular. Bir satış temsilcisinin insanlarla
gerçekten ilgilenmesinin onun en önemli niteliği olduğunu asla unutmadım.
Karşıdaki kişinin kimliği ne olursa olsun önemli değildi."
Kişisel deneyimlerim sonucu anladım ki eğer onlarla içtenlikle ilgilenirseniz,
peşinden en fazla koşulan önemli insanların bile dikkatilli çekebilir,
zamanlarını size ayırmalarını ve, sizinle işbirliği yapmalarını
sağlayabilirsiniz. Bunu size şu örnekle açıklayabilirim:
Yıllarca önce Brooklyn Fen ve Edebiyat Enstitüsü'nde roman ve hikaye yazımı
üzerine bir kurs düzenlemiştim. Kathleen Norris, Fannie Hurst, ida TarbelI,
Albert J;>ayson Terhune ve Rupert Hughes gibi ünlü ve işleri başlarından aşkın
yazarların da gelip kendi deneyimlerini anlatmalarını istedik. Bu nedenle her
birine çalışmalarını ne kadar çok beğendiğimizi, önerilerine gereksinme
duyduğumuzu ve başarılarının sırrını öğrenmek istediğimizi bildirdiğimiz
mektuplar yazıp yolladık. Her mektubun altında yaklaşık yüz,elli öğrencinin
imzası vardı. Konuşma hazırlayamayacak kadar meşgul olduklarını bildiğimizi
söyleyerek yaşamları ve çalışma yöntemleri ile ilgili bir sorular listesini de
mektuplara ekledik. Bu hoşlarına gitti. Kiniin hoşunagitmez ki? Sırf bu nedenle
bize yardımcı olmak üzere evlerindenkalkıp geldiler.
Aynı yöntemi kullanarak, Tneodore Roosevelt'in kabinesinde hazineden sorumlu
bakan Leslie M. Shaw, George W. Wckersham; Taft'ınkabinesinden Adalet Bakanı
William Jennings Bryan, Franklin D. Roosevelt ve diğer birçok ünlünün kursa
gelip öğrencilerle konuşmasını sağladım.
ister fabrika işçisi, ister büro memuru, ister tahtına kurulmuş kral olalım,
hepimiz bize hayranlık duyan insanları severiz. Alman
94
kayser örneğini ele alalım. Kayser, Birinci Dünya Savaşı'nın son bulduğu
günlerde yeryüzünün "en çok nefret edilen, en kınanan kişisiydi. Kendi milleti
de ona sırt çevirince canını kurtarmak için Hollanda'ya kaçmıştı. Kaysere
duyulan nefret öylesine şiddetliydi ki milyonlarca insan onu lime lime
parçalamaya veya kazığa oturtup yakmaya can atıyordu. Bu öfke ormanının yangını
içinde küçük bir çocuk kaysere ona duyduğu sevgi ve hayranlığı bildiren bir
mektup göndermişti. Bu küçük çocuk, diğer insanlar ne düşünürse düşünsün,
kendisinin kayseri imparatoru olarak daima seveceğini yazmıştı. Bumektuptan çok
duygulanan kayser çocuğu yanına çağırmıştı. Çocuk onu görmeye geldi, annesini de
birlikte getirdi ve kayser çocuğun annesiyle evlendi. O küçük çocuğun dost
kazanma ve insanları etkileme yöntemi konusunda yazılmış bir kitabı okumasına
gerek yoktu. O, içgüdüsel olarak bunubiliyordu.
Eğer dost edinmek istiyorsak insanlar için bir şeyler yapmaya hazır olalım.
Zamanımızı, enerjimizi onlara ayıralım. Gocunmadan, duyarlılıkla onlar için bir
şeyler yapalım.
'Windsor Dükü, Galler Prensi olduğunda Güney Amerika'ya gitmesi gerekti. Yola
Dale Carnegie'nin yazdığı 'İşten ve Yaşamdan Zevk Almanın Yolları' (İng. How to Enjoy Your Life and Your Job) kitabı, Seyyid Hasan Hüseyni'nin çevirisi ile yayımlandı. Bu kitap, yazarın 'Dost Kazanma Sanatı' ve 'Stres ve Endişeyle Başa Çıkmanın Yolları' adlı kitaplarının son düzenlemelerindeki seçkin bölümlerden oluşuyor.
İran Kitap Haber Ajansı (İBNA) – Dale Carnegie'nin kaleme aldığı bu kitap, Huzur ve mutluluğa ulaşmanın yedi yolu, İnsanlar ile iletişime geçmek için temel teknikler, Diğer insanların düşüncelerini kendi düşünceleriniz ile yoldaş yapmanın yolları ve Kimseyi kırmadan ve üzmeden insanlarda değişim yaratmanın yolları adlı dört bölümden oluşuyor.

Kitabın önemi hakkında önsöz bölümünde şöyle yazılmış: "Dale Carnegie'nin bu eğitimleri, sizlerin işinizden zev almanız doğrultusnda, iş günlerinizden daha fazla verimlilik almanızı sağlayacak şekilde programlanmıştır. Bu kitabı okuyarak, yaşam ve diğer hakkındaki kendi görüşlerinizi baştan inceleyin ve içinizdeki enerjilerden yeniden faydalanmaya başlayın!"

Kitabın ilk bölümünde nasıl daha huzurlu ve mutlu yaşabileceğimiz anlatılıyor. Bu bölümde diğer insanları tekrarlamamak ve kendimiz olmak, yorgunluğumuzu artıran etkenleri yok etmek ve endişelendiğimiz zamanlar huzurumuzu kaybetmemeiz gibi konular ve başlıklar inceleniyor.

İnsanlar ile iletişime geçmek için temel teknikler konusu se kitabın ikinci bölümünü oluşturmakta. Eleştricilik ve aşağlamacılık ve diğer insanların sadece bizi övmeleri beklentilerine nasıl karşı koyabilmemiz gerektiği ve insanların sevgisini kazanmak için nasıl gerçekten onara değer vermememiz gerektinin yolları ise bu bölümde incelenen konu başlıklarından örneklerdir.

Düşman bulmanın yolları ve karşısına geçmek için gerekenler, diğer insanlar ile iletişime geçerken akıl ve mantık üzerinde bir ilişki kurmanın altın kuralları, Sokrates'in sırrı, nasıl diğer insanlardan işbirliği ve yardım alabiliriz? Ve herkesin sevdiği bir rica biçimi konuları da kitabın üçüncü bölümünde inceleniyor.

Kitabın dördüncü ve son bölümünde de İnsanları üzmeden ve kırmadan, onlarda değişimler yapabilmemizin yolalrı anlatılıyor. Doğru bir şekilde eleştiri yapmak, karşınızdaki insanın kusurlarını söylemeden önce kendi kusurlamızı anlatmak ve karşınızdaki insanı korumak gibi konular yer alıyor.

Kitabın diğer insanları yargılamak hakkındaki bir bölümünde şöyle yazılmış: "İnsanları yargılamak yerine, onları anlamaya çalışmamız aslında ne kadar da iyi olur. İnsanların bir işi yaptıkarında, neden böyle bir şey yaptıklarını kendimize sormamız gerekiyor. Eleştilermek için göstereceğimiz bu özen, çok daha faydalı olacaktır ve iletişimde sevgi ve arkadaşlığa neden olacaktır. 'Herkesi tanımak, onları bağışlamak ile eşdeğerdir'. Dr.Johnson'un da dediği gibi "Tanri bile insan yaşamının son gününe kadar onları yargılamıyor.""

https://www.ibna.ir/vdcc14qsp2bq4o8.c,a2.html

1 ÖNSÖZ DALE CARNEGIE İŞTEN VE YAŞAMDAN ZEVK ALMANIN YOLLARI DOST KAZANMA VE İNSANLARI ETKİLEME SANATI ÇEVİRİ Gülsen Şensoy Epsilon Yayıncılık Türkçe yayım hakkı: kesim ajans aracılığıyla Epsilon yayıncılık hizmetleri tic. san. Ltd. şti. Not: tarama ve düzeltme Hekimhan Görev ne olursa olsun, pek çok kişinin yaşamının büyük bir bölümünü işinde geçirdiğini hiç düşündünüz mü? Bunun anlamı; işimize karşı takınacağımız tavrın günlerimizin heyecanlı, coşkulu ve üstün bir çalışma karşılığı duyulan gönül rahatlığıyla geçmesini sağlaması veya hayal kırıklığı, can sıkıntısı ve yorgunluk getirmesidir. İşten ve yaşamdan zevk almanın yolları her zaman kendinizi en iyi şekilde değerlendirerek işinizde mutlu olmanızı sağlamak ve iş gününüzü en verimli şekilde değerlendirebilmeniz için size yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır. Kitabı okuyup yaşama ve insanlara karşı kendi bakış açınızın bir değerlendirmesini yapın. Sonra güçlü olduğunuz yönlerinizi geliştirmeye başlayın, varlığından haberdar olmadığınız yetenek ve becerilerinizi keşfedin ve bunları kullandığınızda ne kadar keyif alabileceğinizi görün. Bu kitap: Dale Carnegie nin en çok satan iki kitabı dost kazanma ve insanları etkileme sanatı ile üzüntüyü bırak yaşamaya bak tan seçilmiş bölümlerin bir derlemesidir. Siz yaşamınızı dolu dolu yaşamak ve bir hedef doğrultusunda uyum içinde geçirmek, potansiyelinizi en iyi şekilde değerlendirdiğinizi hissetmek istiyorsunuz. Kitap bu isteklerinizin tümüne kavuşmanız için size yardımcı olacaktır. Dale Carnegie eğitimine katılmak, bir kendi benliğini bulma serüvenidir ve yaşamınızda bir dönüm noktası olabilir. Yaşamınızı görkemli yapabilecek gizli yetenekleri içinizde taşıyorsunuz. Bütün yapmanız gereken onları açığa çıkarıp kullanma konusunda kararlı olmaktır. Dorothy Carnegie

2 BİRİNCİ BÖLÜM HUZUR VE MUTLULUĞA ULAŞMANIN YEDİ YOLU Dale Carnegie, Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak adlı kitabını yaşamımızı aslında kendimizin belirlediğini göstermek için yazdı. Kendimizi olduğumuz gibi kabul edebilir ve olumsuz yönlerimiz kadar olumlu yönlerimizi de görebilirsek amaçlarımıza daha kolay ulaşabilir, zamanımızı ve enerjimizi boş yere üzülerek harcamaktan kurtulabiliriz. 1.KENDİNİZİ KEŞFEDİN VE KENDİNİZ OLUN (Başkalarını taklit etmeyin.) Kuzey Carolina, Mounth Airy de yaşayan Bayan Edith Allred in gönderdiği mektupta şunlar yazıyordu: Ben son derece hassas ve utangaç bir çocuktum. Oldukça şişmandım, tombul yanaklarım da beni olduğumdan şişman gösteriyordu. Güzel giyinmenin aptalca olduğunu düşünen eski kafalı bir annem vardı. Beni de bu düşüncesi doğrultusunda giydiriyordu elbette. Partilere gidemiyordum, eğlenemiyordum, okula gittiğimde açık hava aktivitelerine katılamıyordum. Çok utanıyordum. Kendimi son derece tuhaf ve istenmeyen biri gibi görüyordum. Kendimden büyük biriyle evlendim, ama bende hiçbir değişiklik olmadı. Eşimin ailesi kendine oldukça güvenen, güçlü insanlardı. Onlarda benim sahip olmak istediğim her şey vardı. Onlar gibi olabilmek için elimden geleni yaptım, ama başaramadım. Onlar beni dışa dönük biri yapmaya çalıştıkça ben daha fazla kabuğuma çekiliyordum. Sinirli ve huzursuz biri olup çıkmıştım. Bütün arkadaşlarımdan uzaklaşmıştım. Öyle kötü bir haldeydim ki kapı zili beni çileden çıkarmaya yetiyordu. Tam bir başarısızlık örneğiydim, bunu biliyordum ve eşimin de bunu anlamasından korkuyordum. Bu yüzden toplum içine çıktığımızda abartılı davranıyordum. Bunun farkındaydım. Bundan sonraki birkaç gün mutsuz oluyordum. Sonunda tüm yaşama sevincimi kaybettim ve boşu boşuna yaşadığımı düşünmeye başladım. İntihar etmeyi bile düşünüyordum. Bu mutsuz kadının hayatını değiştiren şey neydi biliyor musunuz? Tesadüfen duyduğu birkaç söz! Tesadüfen duyduğum birkaç söz, diye devam ediyordu Bayan Allred, "bütün hayatımı değiştirdi. Kayınvalidem bir gün bana çocuklarını nasıl büyüttüğünü anlatıyordu ve şöyle dedi: 'Ne olursa olsun, onların hep kendileri olmalarını sağlamaya çalıştım.' Kendin olmak! Bu sözler işe yaramıştı! Ben kendimden farklı davranarak, kendimi bir kılıfa sokmaya çalışarak kendi kendimi mutsuz ediyordum.

3 "Bir gecede değiştim. Kendim olmaya başladım. Kendi kişiliğimi bulmaya çalışıyordum. Kim olduğumu anlamaya çabalıyordum. Güçlü yönlerimi keşfediyordum. Renkler ve stiller hakkında pek çok şey öğrendim ve bana uyan tarzda giyinmeye başladım. Arkadaşlar edindim. Önce küçük bir organizasyona katıldım. Bana bir programda görev verdiklerinde korkudan kaskatı olmuştum, ama her konuşmamda daha fazla cesaret kazandım. Bütün bunlar zaman aldı elbette; ama bugün baktığımda hayal edebileceğimden çok daha mutlu olduğumu görüyorum. Çocuklarıma da benim hayatımı değiştiren şu sözleri aşılamaya çalışıyorum: Sonuç: Ne olursa olsun kendiniz olun!" "İnsanın kendisi olması sorunu tarih kadar eski ve insan hayatı kadar evrenseldir," diyor Dr. James Gordon Kilkey. Birçok nevroz ve psikoz vakasının ardında insanın kendisi olmaktan kaçması yatar. Çocuk yetiştirme konusunda on üç kitap ve binlerce makale yazan Angelo Patri şöyle demektedir: "İnsanı, kendinden başka biri olmaya çalışmak ve zihninde ve bedeninde var olan kişiyi reddetmek kadar üzen bir şey yoktur." Olduğundan farklı görünme çabası özellikle Hollywood'da çok yaygındır. Ünlü yönetmen Sam Wood en büyük sıkıntısının işe yeni başlayan genç aktörlerin kendileri olmalarını sağlamaya çalışmak olduğunu söylüyor. "Bütün yeni aktörler Lana Turner'ların ya da Clark Gable'ların yeni versiyonları olmak istiyorlar; ama toplum bunu zaten yaşadı," diyor Sam Wood, "onlar artık yeni bir şey istiyor." Sam Wood, Hoşça Kal, Bay Chips ve Çanlar Kimin İçin Çalıyor gibi filmleri yönetmeden önce emlakçılık yapıyor, satış temsilcileri yetiştiriyordu. İş dünyasındaki prensiplerin sinema dünyasında da geçerli olduğunu söyleyen Wood, "Şimdi sinemada bir maymunu oynayarak hiçbir yere varamazsınız. Asla bir papağan olmazsınız," diyor ve ekliyor: "Deneyimlerim sonucunda, yapılacak en akıllıca işin kendinden başka biri olmaya çalışan kişilerden hemen vazgeçmek olduğunu gördüm." Ünlü bir petrol firmasında insan kaynakları müdürü olan Paul Boynton'a, insanların işe başvururken yaptıkları en büyük hatanın ne olduğunu sordum. Bunu bilmesi gerekiyordu, çünkü altmış binden fazla adayla görüşme yapmış ve İş Bulmanın Altı Yolu adında bir kitap yazmıştı. Bana şu karşılığı verdi: "İnsanların bir işe başvururken yaptıkları-en büyük hata kendileri olmamaları. Şapkalarını önüne koyup olabildiğince dürüst davranmak yerine size beklediğiniz cevapları vermeye çalışıyorlar. Bu elbette bir işe yaramıyor, çünkü hiç kimse bir sahtekârla çalışmak istemez. Geçmeyen parayı kim kabul eder?"

4 Tramvay kondüktörünün kızı bu dersi oldukça güç deneyimler sonucunda aldı. Bu kızın tek amacı şarkıcı olmaktı. Ancak çirkin yüzü onun için bir talihsizlikti. Kocaman bir ağzı ve tavşan dişleri vardı. Hayatında ilk kez bir gece kulübünde topluluk içinde şarkı söylerken bütün gece üst dudağıyla dişlerini örtmeye çalıştı. Çarpıcı görünmek istiyordu. Sonuç mu? Kendini gülünç duruma düşürdü ve başarısızlığa uğradı. Ancak o sırada, kulüpte bulunan bir adam onu dinledi ve yetenekli buldu. "Bakın," dedi ona, "sizi izledim ve neyi saklamaya çalıştığınızı biliyorum. Dişlerinizden utanmadığınızı gördüklerinde insanlar sizi daha çok seveceklerdir. Üstelik beğenmeyip sakladığınız dişleriniz hayatınızı değiştirebilir." Cass Daley bu adamın öğüdünü tuttu ve dişlerini unuttu. O günden sonra yalnızca izleyicileri düşünmeye başladı. Ağzını kocaman açarak öyle büyük bir coşku ve keyifle şarkı söyledi ki bir yıldız oldu. Diğer şarkıcılar onu taklit etmeye çalıştılar. William James ortalama bir insanın zihinsel yeteneklerinin ancak yüzde onunu kullandığını söylerken kendini keşfedememiş insanlardan söz ediyordu. '''Olmamız gerekenin yarısını olabiliyoruz," diyordu James. "Fiziksel ve zihinsel potansiyelimizin küçük bir bölümünü kullanabiliyoruz. Başka bir deyişle insanlar sınırlarıyla yaşarlar. Oysaki kullanmamayı alışkanlık haline getirdikleri pek çok güçleri vardır." Bizim de böyle yeteneklerimiz var, o halde neden bir dakikamızı bile başkalarına benzemiyoruz diye üzülerek harcayalım. Siz dünyada yeni bir varlıksınız ve dünyada bugüne dek size tıpatıp benzeyen biri yaşamadı ve bundan sonra da yaşamayacak. Genetik bilimine göre; İnsan yirmi üç çift kromozomun ürünüdür ve kırk altı kromozom genetik özellikleri belirler. Annenizle babanızın karşılaşıp birleşmesinden sonra bile doğma şansınız 300 milyarda birdi. Başka bir deyişle eğer 300 milyar kardeşiniz olsaydı her biri sizden farklı olabilecekti. Bu bilimsel bir gerçektir ve bu konuda, daha fazla bilgi edinmek için genetik bilimi ile ilgili kitaplara başvurabilirsiniz. İnsanın kendisi olması gerektiği konusunda size pek çok şey anlatabilirim. Ne kadar komik! Ne kadar aptalca! Kendim olmam gerektiğini, başkası olamayacağımı kalın kafama sokana kadar başkalarını taklit ederek harcayacaktım zamanımı.

5 Bu deneyim bana asla unutamayacağım bir ders vermeliydi, ama öyle olmadı. Ben o kadar akıllı değildim. Her şeyi yeniden öğrenmem gerekiyordu. Birkaç yıl sonra. İş adamlarına toplum içinde konuşmayı öğretecek, dünyanın bu konudaki en iyi kitabını yazmaya karar verdim. Aktörlük konusunda yaptığım aptalca hatayı burada da yaptım. Başka yazarların kitaplarından fikirler alacak ve bunları bir kitapta toplayacaktım. Bu kitapta her şey olacaktı. Böylece bütün kitapları topladım ve yaptığım alıntıları derlemeye başladım. Bir kez daha yaptığım aptallığı fark ettim. Bu doğallıktan uzak, yapay bir kitap olacaktı ve hiçbir işadamı bununla ilgilenmeyecekti. Bir yıllık çalışmamı çöpe attım ve yeniden işe koyuldum. Bu kez kendi kendime dedim ki, "Sen. Dale Carnegie olmak zorundasın, bütün hataları ve bütün sınırlarıyla başkası olamazsın," dedim. Diğer insanların fikirlerini toplamaktan vazgeçtim, bir konuşmacı ve bir öğretmen olarak kendi deneyimlerimi ve gözlemlerimi yazmaya başladım. Ben de Sir Walter Raleigh'in aldığı dersi almıştım. (Ceketini, kraliçenin üzerine basıp geçmesi için çamura atan Sır Walter Raleigh'den değil, 1904'te Oxford Üniversitesi'nde İngiliz Edebiyatı Profesörü olan Walter Raleigh'den söz ediyorum.) Sir Raleigh şöyle diyordu: "Ben Shakespeare gibi yazamam. Ben ancak kendim gibi yazabilirim." Kendiniz olun. Irving Berlin'in George Gershwin'e verdiği öğüdü tutun. Berlin ve Gershwin ilk kez karşılaştıklarında Berlin ünlüydü. Gershwin ise haftada otuz beş dolara çalışan Ne ünlü bir besteci olmak için mücadele eden genç bir besteciydi. Berlin, Gershwin'in yeteneğinden etkilenmiş ve ona aldığı maaşın üç katını teklif ederek müzik sekreteri olmasını önermişti. "Ben- senin yerinde olsam işi kabul etmezdim," demişti. Berlin daha sonra, "Bunu yaparsan, ikinci bir Berlin olabilirsin. Ama kendin olursan, gerçekten çok büyük biri olursun." Gershwin bu sözleri dinledi ve kuşağının en büyük bestecilerinden biri oldu. Charlie Chaplin, Will Rogers, Mary Margaret McBride, Gene Autry ve daha milyonlarca insan benim bu bölümde size anlatmaya çalıştığım dersi almak için pek çok acı deneyim yaşamak zorunda kaldı. Charlie Chaplin film çevirmeye başladığında,.yönetmen onun ünlü bir Alman komedyeni taklit etmesi konusunda diretmişti. Charlie Chaplin kendisi gibi olana kadar hiçbir ilerleme kaydedemedi. Bob Hope da benzer bir deneyim yaşamıştı. Mary Margaret McBride önceleri İrlandalı bir komedyen gibi olmaya çalışmış ve başarısızlığa uğramıştı. Sonra, Missouri'den gelen taşralı kız olunca, yani kendi gibi davranınca, New York'un en ünlü radyo yıldızlarından biri oldu.

6 Gene Autry, Teksas aksanından kurtulmaya, bir şehirli gibi giyinmeye ve New Yorklu olduğunu ispatlamaya çalışıyordu. İnsanlar da arkasından gülüyorlardı. Sonunda kovboy şarkıları söylemeye ve kovboy gibi giyinmeye başlayınca hızla yükseldi. Siz dünyada yepyeni bir varlıksınız. Bunun için mutlu olun ve doğanın size verdiklerini değerlendirin. Sanatınız sizi yansıtır. Olduğunuz gibi şarkı söylersiniz. Olduğunuz gibi resim yaparsınız. Sizi oluşturan şey deneyimleriniz, çevreniz ve genetik özelliklerinizdir. İyi yada kötü kendi küçük bahçenizi ekip biçmeniz, hayat denen orkestrada kendi küçük enstrümanınızı çalmanız gerekir. Emerson; Kendine güvenmek adlı yazısında şöyle diyor: Herkes bir gün başkalarına imrenmenin kendini aşağılamak, taklittin ise intihar olduğunu anlar. Sonunda, kendisini iyi ya da kötü, olduğu gibi görmesi gerektiğini öğrenir. Gelin Douglas Malloch un şiirine kulak verelim: Eğer zirvede çam olamazsan, vadide bir çalı ol, ama ol. Derenin yanındaki en güzel çalı sen ol, Ağaç olamazsan küçücük bir çalı ol. Çalı olamazsan bir parça çimen ol, Süsle, şenlendir bir yol kenarını. Balina olamazsan küçücük bir balık ol. Ama göldeki balıkların en kıvrak olanı ol Hepimiz kaptan olamayız, tayfalar da olacak. Hepimiz için yapacak bir şeyler var Büyük işlerde var küçük işler de. Yapmamız gereken şey yanı başımızda. Anayol olamazsan ol bir patika. Güneş olamazsan ol bir yıldız, İster büyük ol ister küçük ol, ama her zaman en iyi ol yalnız. Kendinizi huzurlu ve özgür hissetmenizi sağlayacak zihinsel bir tutum geliştirmek istiyorsanız, şunu unutmayın: Başkalarını taklit etmeyin. Kendinizi keşfedin ve kendiniz olun!

7 2. YORGUNLUĞA VE ÜZÜNTÜYE ENGEL OLABİLECEK, SİZE HUZUR VE MUTLULUK VERECEK DÖRT İYİ ÇALIŞMA ALIŞKANLIĞINI UYGULAYIN İYİ ÇALIŞMA ALIŞKANLIĞI NO:1 Hemen çözümlenmesi gereken sorunlarla ilgili olanlar dışında tüm kâğıtları masanızdan kaldırın. Şikago ve Nortwestern demir yolları genel müdürü Roland L. Williams bir kez şöyle demişti: Masasının üzerinde çeşitli konulara ilişkin kâğıtlar tepeleme yığılı olan bir insan, acilen çözümlenmesi gereken sorunlarla ilgili olanlar dışında bütün kâğıtları kaldıracak olursa işinin daha kolay ve düzenli olacağını görecektir. Ben buna iyi derli topluluk derim ve bu verimli çalışma yönünde atılmış ilk adımdır. Eğer Washington daki milli meclis kütüphanesini ziyaret edecek olursanız, tavanda yağlı boya ile yazılmış, şair Pope ye ati şu dört kelimeyi göreceksiniz: Düzen, cennetin ilk yasasıdır. Düzen, İş in de ilk yasası olmalıdır. Peki, gerçekten öyle midir, hayır. Sıradan bir iş adamının masası haftalardır göz atmadığı kâğıtlarla darmadağınık bir durumdadır. Hatta bir keresinde New Orleans gazetesinin yayımcısı bana, sekterinin onun yazı masalarından birini temizlediğini ve iki yıldan beri kayıp olan daktilosunu bulduğunu anlatmıştı. Yanıtlanmamış mektuplar, raporlar ve notlarla dolu çöplüğe dönüşmüş bir masanın görüntüsü bile insanın aklını karıştırmaya, gerilime ve kaygılanmaya yeter. Durum bundan daha da vahimdir. "Yapılacak milyonlarca işin olduğu ve bunları yapmaya vaktinizin olmadığı" size sürekli hatırlatılırsa, bu sadece gerilim ve yorgunluğa neden olmakla kalmayıp yüksek tansiyon, kalp düzensizlikleri ve ülser gibi hastalıklara da yol açarak sizi üzebilir. Pennsylvania Üniversitesi Tıp Fakültesi profesörlerinden Dr. John H. Stokes, Amerikan Tıp Birliği Kongresi'nde "Organik Hastalıkların Komplikasyonlarına Bağlı Fonksiyonel Nevrozlar" konulu bir rapor sunmuştu. Dr. Stokes bu raporunda, "Hastanın Ruhsal Durumunda Neler Aranmalı?" başlığı altında on bir madde sıralamıştı. Bu maddelerin birincisi şudur: Zorunluluk (yükümlülük) duygusu: İleriye yönelik, mutlaka yapılması gereken, uzayıp giden işler.

8 Nasıl olur da yazı masasını toplamak veya karar vermek gibi basit eylemler, yüksek tansiyonu önlemenizde, zorunluluk ve mutlaka yapılması gereken "uzayıp giden işler" hissini yenmenizde size yardımcı olabilir? Ünlü psikiyatr Dr. William L. Sadper, bu basit yöntemi kullanarak bir hastasının sinirsel bunalımını engellediğini anlatıyor. Bu adam Şikago da büyük bir firmada yöneticiydi. Dr. Sadler'ın muayenehanesine geldiğinde, gergin, sinirli ve kaygılıydı. Bir, sürmenaja doğru gittiğinin farkındaydı ama işine ara veremeyeceğinden yardıma ihtiyacı vardı. Dr. Sadler, "Bu adam bana hikâyesini anlatırken telefonum çaldı," diyor. "Hastaneden arıyorlardı. Biraz zamanımı almasına karşın; konuyu ertelemek yerine, bir karara, varıp bunu sonuçlandırdım~ Ben daima sorunları, eğer mümkünse, anında çözümlerim. Telefon ben kapatır kapatmaz yeniden çaldı. Yine acil bir konu olduğundan zaman ayırıp görüştüm. Görüşmemiz üçüncü kez, bu defa durumu kritik olan bir hastası için akıl danışmak isteyen bir meslektaşımın muayenehaneme gelmesiyle' kesildi. Onun sorununu çözdükten sonra konuğuma dönerek kendisini beklettiğim için özür diledim. O sırada adamın gözlerinin parladığını fark ettim, yüzüne tamamen farklı bir ifade yerleşmişti." Adam, Sadler'a "Özür dilemeniz~ gerek yok doktor," demişti. "Şu geçen on dakika içinde sanırım nerede yanlış yaptığımın farkına vardım. Şimdi ofisime geri dönerek çalışma alışkanlıklarını gözden geçirip yeniden düzenleyeceğim. Gitmeden önce çekmecelerinize bir göz atmama izin verir misiniz?" Dr. 'Sadler masasının çekmecelerini çekmişti. Çekmeceler bir İki şey dışında tamamen boştu. Hasta, "Söyler misiniz, 'bitmemiş işlerinizi nerede saklarsınız?" diye sormuştu. ' Sadler, "Bitmemiş işim yok, diye yanıtlamıştı. Yönetici; "Peki, yanıtlamadığınız mektupları nereye koyarsınız?" demişti merakla. Sadler, "Hepsini yanıtladım!" diye karşılık vermişti. "Herhangi bir mektubu yanıtlamadan elimden bırakmam. Hemen sekreterime, göndereceğim mektubu dikte ederim." Altı hafta sonra aynı yönetici, Dr. Sadler'ı ofisine davet etmişti. Hem kendisi değişmişti, hem de yazı masası. Yarım kalmış hiçbir iş kalmadığını göstermek için çekmecelerini çekmişti. "Altı hafta önce iki değişik ofiste üç çalışma masam vardı," demişti. "Hepsinin üstü tepeleme kâğıt yığılı olduğundan bunların altında kaybolmuştum. Bu işleri bitirecek zaman ve fırsat bulamıyordum. Sizinle görüştükten sonra, döndüğümde bir araba dolusu eski kâğıt ve raporu atarak masaları temizledim. Şimdi sadece bir masam var ve işleri geldikleri anda çözümlüyorum. Artık beni sıkıntıya sokan, gerilmeme ve kaygılanmama neden olan dağlar gibi bitmemiş işim yok. Üstelik artık sağlığımla ilgili hiçbir sorunum kalmadı."

9 Amerika Birleşik Devletleri eski başyargıcı Charles Evans Hughes, "Çok çalışmaktan kimse ölmemiştir," diyor. "İnsanlar, kendilerini boş yere harcarlar ve üzüntüden ölürler." Evet, insanlar enerjilerini boş yere harcadıklarından ve bitiremedikleri işleri için üzülmekten ölürler. İYİ ÇALIŞMA ALIŞKANLIĞI NO: 2, İşleri önemlerine göre sıralayarak yapın. Tüm ülkeye hizmet götüren Şehirler arası Hizmetler Şirketi'nin kurucusu Henry L. Doherty, ne kadar ücret öderse ödesin, aradığı iki yeteneğe sahip hiç kimseyi bulamadığından yakınıyordu. Bu paha biçilmez iki yetenek şunlardı:, Birincisi; düşünme yeteneği İkincisi; işleri önemine göre sıralayarak yapma yeteneği. İşe sıfırdan başlayarak on iki yılda Pepsodent Şirketi'nin başkanlığına yükselen ve yıllık iki yüz bin dolarlık maaşının yanı sıra bir milyon dolar kazanan Charles Luckman; başarısını Henry L. Doherty'nin hiç kimsede göremediğini söylediği bu iki yeteneği geliştirmesine borçlu olduğunu anlatıyor. Charles Luckman, "Kendimi bildim bileli saat beşte kalkarım, çünkü o saatlerde, diğer saatlere oranla daha iyi düşünebilirim. Bu yüzden o günün planını yaparım ve bu plana göre yapılması gereken işleri önemine göre sıralarım," diyor. Amerika'nın en başarılı sigorta satıcılarından biri olan Frank Better, gününü planlamak için sabahın beşine kadar beklemiyordu. Bir gece önce planlarını yaparak ertesi gün için kendisine bir hedef belirliyordu. Belirli bir miktarda sigorta poliçesi satmayı planlıyor ve bu rakama ulaşmayı başaramazsa eksik kalan sayıyı bir sonraki günün satışlarına ekliyordu. ' Daha önceki deneyimlerime dayanarak- insanın işleri önemine göre sıralayarak yapmayı her zaman başaramadığını biliyorum. Fakat bildiğim bir şey daha var; öncelikli işi daha önce yapmayı planlamak, hazırlıksız yakalanmaktan çok daha iyidir. Eğer Bernard Shaw öncelikli işi önce yapmayı kendine ilke edinmeseydi, bir yazar olarak başarıya ulaşamayacak ve yaşamı boyunca bir banka veznedarı olarak kalacaktı. Yaptığı plana göre Shaw'in her gün beş sayfa yazması gerekiyordu. Dokuz yıl boyunca bu plana sadık kaldı ve günde bir peniden dokuz yılda toplam 30 dolar kazandı. Robinson Crusoe bile günün hangi saatinde hangi işi yapacağını gösteren bir çizelge hazırlamıştı.

10 İYİ ÇALIŞMA ALIŞKANLIĞI NO: 3 Bir problem ile karşılaştığınızda karar verebilecek kadar veriye sahipseniz, bu problemi hemen çözün. Kararlarınızı ertelemeyin. Eski öğrencilerimden RP. Howell, A.B.D. Çelik İşletmeleri Yönetim Kurulu üyesi iken yönetim kurulu toplantılarının çoğunlukla gereksiz konuşmalarla uzayıp gittiğini, pek çok sorunun tartışılıp çok azının karara bağlanabildiğini ve sonuç olarak üyelerin evlerinde incelemek üzere çantalar dolusu rapor götürmek zorunda kaldığını anlatmıştı. ' Sonunda Bay Howell, yönetim kurulunu her oturumda bir sorunu ele almaya ve bunu sonuçlandırmaya ikna etmişti. Hiçbir konu ertelenmeyecek veya rafa kaldırılmayacaktı Her iş yapılması, yapılmaması veya ek bilgi istenmesi yönünde mutlaka karara bağlanacak, ancak bundan sonra ikinci konuya geçilebilecekti. Bay Howell alınan sonucun son derece çarpıcı ve sağlıklı olduğunu, kısa zamanda ellerindeki işler listesinin sonuna geldiklerini bana bildirmişti. İş takviminde günü yakalamışlardı ve artık evlerine çantalar dolusu rapor taşımak zorunda değillerdi. Kısa sürede, çözümlenmeyen sorunlar nedeniyle duyulan üzüntü hissi ortadan kalkmıştı. Bu sadece ABD Çelik İşletmeleri Yönetim Kurulu için geçerli bir kural değil. Bu kuralı bizler de uygulamalıyız. İYİ ÇALIŞMA ALIŞKANLIĞI NO: 4 Organize etmeyi, yetkiyi devretmeyi ve yönetmeyi öğrenin. Pek çok işadamı, sorumlulukları başkalarına devretmeyi asla öğrenemediklerinden ve her işi kendileri yapmaya kalkıştıklarından kendi mezarlarını kazmaktadırlar. Sonuçta bu iş adamları düzensizlik ve ayrıntılar altında boğulurlar. Telaş, endişe ve gerilim bu sonucun ortaya çıkış hızını artıran faktörlerdir. Yetkiyi devredip sorumlulukları paylaşmak gerçekten zordur. Kendi deneyimlerime dayanarak yetkinin yanlış kişilere verilmesinin ortaya çıkardığı kötü sonuçları da biliyorum. Ancak yetkiyi devretmek zor bir iş olsa da yöneticiler, endişe, gerilim ve yorgunluktan kaçınmak istiyorlarsa bunu yapmak zorundalar. Büyük işler kurup yönetmeyi, yetkiyi paylaştırmayı ve denetlemeyi öğrenemeyen yöneticiler, elli yaşına geldiklerinde gerilim ve endişenin neden olduğu kalp rahatsızlıklarıyla karşı karşıya kalırlar. Kanıt mı istiyorsunuz? Gazetelerdeki ölüm ilanlarına göz atmanız yeterli.

11 Yorgunluk ve endişeyi önleyebilmek için: 1. Hemen çözümlenmesi gerek sorunlarla ilgili olanlar dışında tüm kâğıtları masanızdan kaldırın. 2. İşleri önemine göre sıralayarak yapın. 3. Bir sorun ile karşılaştığınızda, karar verebilmek için gerekli verilere sahipseniz bunu hemen o anda ve orada çözümleyin. Karar vermeyi ertelemeyin. 4. Organize etmeyi, yetkiyi devretmeyi ve yönetmeyi öğrenin. 3. SİZİ YORAN ŞEY NEDİR VE BU KONUDA NE YAPABİLİRSİNİZ? (İşinizde gevşemeyi öğrenin) İşte size şaşırtıcı ama önemli bir gerçek: Zihinsel çalışma tek başına sizi yormaya yetmez. Kulağa tuhaf geliyor değil mi? Birkaç yıl önce bilim adamları, insan beynini yorgunluğun bilimsel tarifi olan çalışma kapasitesinin en aza inmesi durumuna gelmeden ne kadar uzun süre çalışabileceğini bulmaya çalıştılar. Çalışma halindeki bir beyinden geçmekte olan kanda hiçbir yorgunluk belirtisi görülmediğini bularak çok şaşırdılar. Oysa çalışmakta olan bir gündelikçinin damarlarından kan örneği alacak olursanız, bu kanın yorgunluk toksinleri ile dolu olduğunu görebilirsiniz. Albert Einstein ın beyninden bir günün sonunda bir damla kan alsaydınız, bu kanda hiçbir yorgunluk toksini bulamazdınız. Beyin, sekiz veya on iki saatlik bir çalışmanın sonunda ilk andaki kadar süratli ve mükemmel bir şekilde çalışabilir. Beyin kesinlikle yorulmaz. O halde sizi yoran şey nedir? Psikiyatrlar, yorgunluğumuzun büyük bir bölümünün zihinsel ve duygusal tutumunuzdan kaynaklandığını bildiriyorlar. İngiltere nin en ünlü psikiyatrlarından J.A. Hatfield The Psycholoğy of Power güç psikolojisi adlı kitabında Yorgunluk çoğunlukla zihinsel nedenlerden kaynaklanır. Salt fiziksel nedenlerden kaynaklanan yorgunluğa pek az rastlanır, demektedir. Amerikalı ünlü psikiyatr Dr. A.A. Brill, daha da ileri gidiyoruz ve sağlığı yerinde olan bir masa başı işçisinin yorgunluğunun yüzde yüzü psikolojik faktörlerden kaynaklanır ve biz bunlara duygusal faktörler deriz, diyor. Masa başı işçisinin yorgunluğuna neden olan duygusal faktörler nelerdir? Neşe mi? Memnuniyet mi? Elbette hayır! Can sıkıntısı, gücenme, takdir edilmeme, boşa kürek çekme, acelecilik, anksiyete, kaygı... İşte bunlar masa başı işçisini bitkinleştiren, onun soğuk algınlıklarına karşı bile duyarlı olmasına neden olan, enerjisini tüketip verimini azaltan ve sinirsel bir baş ağrısı ile evinin yolunu tutmasına yol açan faktörlerdir. Bu duygular bedenimizde sinirsel gerilimlere neden olduğu için yoruluruz.

12 Metropoliten Hayat Sigortası Şirketi, yorgunluk konulu broşüründe bu konuya dikkat çekiyor: "Ağır işçilik uyku ve dinlenme ile bile geçirilmeyecek bir yorgunluğa pek ender olarak neden olur. Üzüntü, gerginlik, duygusal karmaşalar yorgunluğun en büyük üç nedenidir," diyen bu büyük sigorta şirketi şöyle devam ediyor: "Hem bedensel hem zihinsel yorgunluk görüldüğünde bunun sorumlusu bu üçlüdür. Kasların gergin olduklarında çalıştıklarını, aklınızdan çıkarmayın. Gevşeyin! Enerjinizi daha önemli işler için saklayın." Şimdi olduğunuz yerde durun ve kendinize bir checkup yapın. Bu satırları okurken kaşlarınızı çatıyor musunuz? Gözlerinizin arasında bir gerginlik var mı? Koltuğunuzda otururken rahat mısınız? Yoksa boynunuz omuzlarınızın arasına gömülmüş mü? Yüz kaslarınız gergin 'mi? Eğer tüm bedeniniz bir bez bebek gibi gevşek ve rahat değilse, şu anda siz sinirsel gerilim ve sinirsel yorgunluğa neden oluyorsunuz. Zihinsel çalışmalar sırasında niçin bu gereksiz gerilimleri yaşıyoruz? Daniel W. Josselyn, "Çok çalışmak için çok güç sarf etmek gerekir, aksi halde ortaya iyi bir iş çıkmaz, "şeklinde uluslararası bir kanının yaygınlığı önümüzdeki, en büyük engel," diyor. Bu nedenle dikkatimizi bir şeye yönelttiğimizde kaşlarımızı çatarız, omuzlarımızı yukarı kaldırırız, efor sarf etmek için kaslarımızı işbaşına çağırırız, oysaki bütün bunların beynimizin işleyişine hiçbir katkısı yoktur. Çok şaşırtıcı ve trajik, bir gerçek var. Biraz para harcamanın düşüncesinden bile köşe bucak kaçınan milyonlarca insan enerjisini Singapur'daki yedi sarhoş denizci gibi umarsızca harcıyor. Bu sinirsel yorgunluğun çözümü nedir? Yanıt basit! Gevşeyip rahatlayarak dinlenin! Dinlenin! Dinlenin! Çalışırken dinlenmesini öğrenin! Bunu yapmak çok mu kolay? Hayır. Bunun için ömrünüz boyunca edindiğiniz tüm alışkanlıkları değiştirmeniz gerekebilir. Ancak yaşamınızda meydana gelen müthiş değişiklik tüm çabalara değer. William James "The Gospel of Relaxation (Rahatlamanın Temel Gerçeği) adlı deneme kitabında; "Amerikalıların yüksek tansiyonları, sinirli hareketleri, nefes darlıkları, gerginlikleri ve ifade zorlukları hiç kuşkusuz kötü bir alışkanlıktan başka bir şey değildir," diyor. Gerilim bir alışkanlıktır. Dinlenmek de bir alışkanlıktır. Kötü alışkanlıklardan kurtulabilir, iyi alışkanlıklar edinebiliriz.

13 Nasıl dinlenirsiniz? Önce zihninizi dinlendirmekten mi başlarsınız, yoksa sinirlerinizi mi gevşetirsiniz? Hayır, ikisi de değil. Öncelikle kaslarınızı gevşeterek dinlenmeye çalışırsınız. Gelin, nasıl yapıldığını deneyelim ve gözlerden başlayalım. Paragrafı sonuna kadar okuyun, sonra arkanıza yaslanarak gözlerinizi kapatın ve sessizce gözlerinize komut verin. "Gevşe gevşe, kendini sıkmayı bırak, kaş çatmayı da bırak." Bu komutu ağır ağır bir dakika kadar tekrarlayın. Birkaç saniye sonra göz kaslarınızın itaat etmeye başladığını fark ettiniz mi? Sanki bir elin geriliminizi silip attığını hissetmiyor musunuz? Size mucize gibi görünse de bir dakika içinde esrarengiz dinlenme sanatının anahtarını elinize geçirdiniz. Aynı işlemi; çenenize, boynunuza, omuzlarınıza, tüm bedeninize uygulayabilirsiniz. Fakat bütün organların içinde en önemlisi gözlerdir. Şikago Üniversitesi'nden Dr. Edmund Jacobson, göz kaslarınızı tamamen gevşetip dinlendirebilirseniz, diğer sorunlarınızı unutabileceğinizi söylemiştir. Sinirsel gerilimin giderilmesinde gözlerin önemli olmasının sebebi, beden tarafından tüketilen sinirsel enerjinin dörtte birinin gözler tarafından yakılarak harcanmasıdır. Hiçbir görme bozukluğu olmayan pek çok kişinin "göz yorgunluğundan söz etme nedeni budur. Bu kişiler gözlerini baskı altında bırakmaktadırlar. Ünlü roman yazarı Vicki Baum küçük bir çocukken tanıştığı yaşlı bir adamın ona yaşamının en önemli dersini verdiğini anlatıyor. Vicki düşmüş, dizini paralamış ve bileğini incitmişti. Yaşlı bir adam da gelip onu ayağa kaldırmıştı. Bir zamanlar bir sirkte palyaçoluk yapmış olan yaşlı adam, Vicki'nin üstündeki başındaki toz toprağı silkelerken, "Canını acıtmanın sebebi nasıl gevşeyeceğini bilmemenden kaynaklanıyor," demişti. Kendini bir çuval gibi düşünmelisin. Eski püskü, oraya atılıvermiş bir çuval gibi. Gel, sana bunun nasıl yapılacağını göstereyim." Yaşlı adam, Vicki ve arkadaşlarına nasıl yere düşüleceğini, yerde nasıl yuvarlanıp takla atılacağını göstermişti. Bir yandan da, "Kendinizi tıpkı fırlatıp atılmış eski bir çuval gibi hissedin. Böylece gevşeyebilirsiniz," deyip duruyordu. Nerede olursanız olun, her fırsat yakaladığınızda gevşeyip dinlenebilirsiniz, ama bunun için kendinizi zorlayıp efor sarf etmeyin. Gevşeyip dinlenmek, tüm gerilim ve eforu bir yana bırakmaktır. Gevşeyip rahatlamayı düşünün. İlk önce göz ve yüz kaslarınızın gevşediğini düşünün ve kendinize tekrar tekrar, "Gevşe... Gevşe... Gevşe ve rahatla!" komutunu verin. Enerjinin yüz kaslarınızdan bedeninizin merkezine aktığını hissedin. Bir bebek gibi gerilimden uzak olduğunuzu düşünün.

14 Büyük. soprano Galli Curci böyle yapıyordu. Helen Jepson, Galli Curci'nin sahneye çıkmadan önce bir sandalyeye oturarak kaslarını dinlendirdiğini, hatta çenesi açılıp düşecek kadar gevşediğini gördüğünü söylemişti. Bu mükemmel alışkanlık, sahneye çıkmadan önce Galli Curci'nin sinirlerinin gerilmesini önlediği gibi yorulmasını da engelliyordu. Aşağıda gevşeyip dinlenmenize yardımcı olacak dört öneri bulacaksınız: 1. Her fırsat bulduğunuzda gevşeyin. a. Bedeniniz boş bir çuval gibi olsun. b. Çalışma masamın üzerinde bordo renkli boş bir kese durur ve bana gevşeyip dinlenmeyi hatırlatır. c. Eğer bir keseniz yoksa bir kedi de aynı görevi görebilir. d. Hiç güneşin altında uyuyan bir kedi yavrusunu elinize aldınız mı? e. Aldınızsa hem başının hem kuyruğunun ıslak bir gazete kâğıdı gibi sarktığını görmüşsünüzdür. f. Hindistan'daki yogiler bile gevşeme sanatında başarılı olmak için bir kediyi izlemenizi öneriyorlar. g. Ben hiç yorgun', sinir krizi geçiren veya uykusuzluk çeken, kaygılanan, midesi ülser olan bir kedi görmedim. h. Eğer bir kedi gibi gevşeyip dinlenmeyi öğrenirseniz, sizin de bu tür sorunlarınız olmayacaktır. 2. Olabildiğince rahat bir pozisyonda çalışın. Bedensel gerginliğin omuz ağrılarına, tutulmalara ve sinirsel yorgunluğa neden olduğunu unutmayın. 3. Günde iki üç kez kendinize zaman ayırarak şu soruları sorun: "İşimi olduğundan daha mı güçleştiriyorum? Yaptığım işle hiç ilgisi olmayan kaslarımı mı kullanıyorum?" Bu size dinlenme alışkanlığı kazandıracaktır. Dr. Harold Finks'in dediği gibi, "Psikolojiyi iyi bilen iki kişiden biri alışkanlıklarının farkındadır." 4. Günün sonunda bir kere daha kendinize yönelip şu soruları sorun: "Ne kadar yorgunum? Eğer yorgunsam bu zihnimizi fazla çalıştırdığımdan değil, bu işi yapış biçimimden kaynaklanıyor.

15 Daniel W. Josselya, "Başarılı bir iş çıkarıp çıkarmadığımı, günün sonunda ne kadar yorgun olduğumla değil, ne kadar yorgun olmadığımla ölçerim," diyor. "Eğer bir günün sonunda belirgin bir şekilde yorgunsam veya sinirlerim yorulduğu için huzursuzsam, o gün hem nicelik hem nitelik yönünden verimsiz bir gün olmuş demektir. " Eğer Amerika daki her işadamı bu dersi İyi öğrenmiş olsaydı, hipertansiyon nedeniyle ölüm oranı bir gecede düşerdi. Sanatoryumlarımız ve akıl hastanelerimiz yorgunluk ve kaygı nedeniyle tükenmiş insanlarla dolup taşmazdı. 5. YORGUNLUĞA, ÜZÜNTÜYE VE ALINGANLIĞA NEDEN OLAN SIKINTI NASIL GİDERİLİR? (İşinizi coşkuyla yapın) Yorgunluğun belli başlı nedenlerinden biri de can sıkıntısıdır. Durumu açıklamak için, sokağınızda oturan ve bir şirkette iş gören olarak çalışan Alice örneğini ele alalım. Bir akşam Alice eve son derece bitkin geldi. Hareketlerinden yorgun olduğu anlaşılıyordu. Gerçekten yorulmuştu. Başı ağrıyordu, sırtı tutulmuştu. O kadar bitkindi ki yemek saatini beklemeden gidip yatmak istiyordu. Tam o sırada telefon çaldı. Arayan erkek arkadaşıydı. Onu dansa davet ediyordu. Birden Alice'in gözleri parladı, canlanıvermişti. Merdivenleri koşarak çıktı, uçuk mavi elbisesini giydi ve sabahın üçüne kadar dans etti; sonunda eve döndüğünde yorgunluğundan eser kalmamıştı. O kadar mutlu ve coşku doluydu ki sabaha kadar uyuyamadı. Alice, sekiz saat önce bitkin bir görünüm ve davranış içindeyken gerçekten yorgun muydu? Elbette yorgundu. Çünkü işinden ve belki hayatından bezmişti. Her köşe başında milyonlarca Alice bulunmaktadır. Siz de onlardan biri olabilirsiniz. Duygusal durumun, fiziksel taşkınlık yerine yorgunluğa neden olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Birkaç yıl önce Joseph E. Barmack, Archives of Psychology (Psikoloji Arşivi) adlı dergide bazı deneylerine dayanan bir rapor yayımlayarak can sıkıntısının nasıl yorgunluğa neden olduğunu gösterdi. Dr. Barmack, hiç ilgi duymadıklarını bildiği bir konuda, bir grup öğrenciye bir dizi test uygulamıştı. Sonuç? Öğrenciler kendilerini yorgun hissetmişlerdi, uykuları 'gelmişti, baş ağrısından ve gözlerindeki basınçtan yakınmışlardı; kısacası son derece huzursuz olmuşlardı. Hatta bazılarının mideleri, bulanıyordu.

16 Bütün bunlar "hayal ürünü" müydü? Hayır. Öğrencilerin hepsinin metabolizmalarındaki değişiklikler ölçülmüştü ve yapılan testlerin sonucunda kan basınçlarının arttığı görülmüştü. Bundan şu sonuç çıkmıştı; canları sıkıldığında insanların oksijen tüketimi azalıyor, işlerinde keyifle çalıştıklarında ve ilgileri arttığında metabolizmalarında hemen olumlu bir değişim görülüyordu. Heyecanlı ve ilginç bir işle uğraştığımızda çok ender olarak yoruluruz. Örneğin geçenlerde Lousie Gölü kenarında bir tatil yaptım. Günlerimi boyumdan büyük çalılıklar arasından kendime yol açarak, kütüklere ve devrik ağaçlara takılıp sendeleyerek, alabalık avlayarak geçirdim. Sekiz saatlik bu uğraş sonunda hiçbir' yorgunluk hissetmedim. Niçin? Çünkü heyecan duyuyor, keyif alıyordum. İçimi büyük bir başarı duygusu kaplamıştı, çünkü tam altı tane iri alabalık yakalamıştım. Balık avında başarısız olsaydım ve canım sıkılsaydı, o zaman kendimi nasıl hissedecektim? İki bin rakımlı bu yerde çetin bir uğraştan sonra bitkin düşmem gerekirdi. Bezginlik (Can sıkıntısı) insanı dağa tırmanma gibi yorucu aktivitelerden ve çetin yolculuklardan daha fazla yorar. Örneğin, Minneapolis Farmersand Mechanics Savings Bankası'nın müdürü Bay. S.H. Kingman, bana bu sözlerimi onaylayan bir olay anlattı yılı Temmuz ayında, Kanada Hükümeti, Kanada Alp ine Kulübü'nden, Gala Prensliği Orman Muhafız Birliği'ni dağa tırmanma konusunda eğitmek üzere rehber temin etmesini istemişti. Kendisinin de aralarında olduğu, yaşları kırk iki ile kırk dokuz arasında değişen rehber grubunun bu genç ordu mensuplarını buzullara çıkardığını, on beş metrelik dimdik bir, yarın tepesine tırmanmak için iplerle ve tehlikeli kancalarla uğraştıklarını anlattı. Michael Tepesi 'ne, Vice President Tepesi'ne ve Kanada Rockies yöresindeki Little Yoho Vadisi'nin isimsiz bir sürü tepesine tırmanmışlardı. On beş saatlik dağa tırmanış sonunda oldukça sağlıklı ve dinç olması gereken bu genç adamlar yorgunluktan bitkin düşmüşlerdi. Oysaki çok ağır bir komando eğitimi aldıkları altı haftalık bir kursu henüz bitirmişlerdi. Bu yorgunluklarının nedeni komando eğitimleri sırasında geliştirip güçlendiremedikleri kaslarını kullanmaları mıydı? Komando eğitimi görmüş herkes bu saçma soruya alayla karşılık verecektir. Hayır, onların bitkin düşecek kadar yorulmalarının nedeni dağa tırmanmayı çok can sıkıcı bulmalarıydı. Öylesine yorulmuşlardı ki pek çoğu yemek bile yemeden yattı. Askerlerden oldukça yaşlı rehberlere gelince; onlar bitkin düşmemişlerdi, çünkü yaptıkları işe ilgi duyuyor, bu işi seviyorlardı.

17 Columbia Üniversitesi'nden Dr. Edward Thorndike yorgunluk üzerinde bir dizi deney yaparken, bir grup genç adama sürekli olarak ilgilenecekleri birtakım şeyler vererek onları bir hafta uyanık tutmuştu. Bir dizi araştırmadan sonra Dr. Thorndike raporunda, "Can sıkıntısı, işgücünün azalmasının tek nedenidir," sonucuna varmıştı. Eğer bir beyin işçisi iseniz, yaptığınız işin sizi yorma olasılığı çok azdır. Sizi yoran şey, yapamadığınız işlerin çokluğudur. Örneğin, geçen hafta çalışmalarınızın sürekli kesintiye uğradığı günü düşünün. Hiçbir mektubu yanıtlayamadınız. Randevular iptal edildi. Bir sürü sorun çıktı. O gün her şey ters gitti. Hiçbir şeyi yapıp bitiremediniz, ama eve gittiğinizde bitkin bir durumdaydınız ve başınız ağrıdan çatlayacak gibiydi. Ertesi gün ofiste her şey rayına oturdu. Bir gün öncekine oranla kırk kat fazla çalıştınız, ama eve gittiğinizde yeni açmış kar beyazı bir gardenya kadar taptazeydiniz. Böyle bir deneyimi mutlaka: yaşamışsınızdır. Ben de yaşadım. Bundan alınması gereken ders nedir? Sadece şu: Çalıştığımız için yorulmayız; bizi yoran şey kaygı, işlerin bozulması ve hayal kırıklıklarıdır. Bu bölümü yazdığım sırada Jerome Kern'in o keyifli müzikali komedisi Show Boat'u izlemeye gittim. Cottom Blossom adlı teknenin kaptanı Kaptan Andy; oyunun sahne aralarındaki felsefi tiratlarından birinde, "Yaptığı işten keyif alan insanlar şanslı kişilerdir," diyordu. Bu insanlar şanslıdırlar;' çünkü daha çok enerjileri vardır, daha mutlu olurlar, daha az yorulurlar ve daha az üzülürler. Şehir içinde yanında dır dır eden' karısı veya kocasıyla on blok yürüyen bir kişi; yanında taptığı sevgilisi ile on mil yürüyen bir insandan daha çok yorulur. Öyleyse ne olacak? Bu konuda siz ne yapabilirsiniz? Aşağıda, Oklahoma da, bir petrol şirketinde çalışan bir sekreterin bu konuda ne yaptığını okuyacaksınız. Bu sekreter her ayın pek çok gününü düşünebileceğiniz en sıkıcı işi yaparak geçiriyor, petrol dağıtım formlarını dolduruyor, boşluklara rakamları, istatistikleri işliyordu. Bu iş o kadar sıkıcıydı ki sekreter kendini koruma güdüsüyle işi ilginçleştirmeye karar verdi. Nasıl mı? Her gün kendisi ile yarışmaya başladı. Her sabah kaç adet form doldurduğunu sayıyor ve öğleden sonraları da bu rekoru kırmaya çalışıyordu. Her akşam o günün toplamını alıyor ve ertesi gün daha iyi bir sonuca ulaşmak istiyordu. Böylece kısa zamanda diğer sekreterlerden daha çok form doldurur hale geldi.

18 Peki, bütün bunlar ne işine yaradı? Takdir mi edildi? Hayır. Ona teşekkür mü ettiler? Hayır. Terfi mi etti? Hayır. Maaşı mı arttı? Hayır. Fakat can sıkıntısı nedeniyle oluşan yorgunluğu önlemiş oldu, beyni daha iyi çalışmaya başladı. Sıkıcı bir işi ilginç hale getirdiği için daha enerjik, daha cana yakın olup boş saatlerinin tadını çıkarmaya ve keyif almaya başladı. Bu öykünün doğru olduğunu biliyorum, çünkü ben bu kızla evlendim. Şimdi, işi ilginç hale getirmenin ödülünü alan bir başka sekreterin öyküsünü anlatacağım. Genç kız her gün işinde tam bir savaş veriyordu. Artık savaşmıyor. Genç kızın ismi Vallie G. Golden, kendisi Elmhurst'te çalışıyor. Aşağıda onun bana yazmış olduğu öyküsünü bulacaksınız: "Çalıştığım ofiste dört sekreterdik ve her birimiz birkaç işadamının yazışmalarını yürütmekle görevlendirilmiştik. Zaman zaman işlere yetişemez oluyorduk. Bir gün bir departmanın müdür yardımcısı yazdığım uzun bir mektubu yeniden yazmamı isteyince isyan ettim. Mektubun yeniden daktilo etmeden de düzeltilebileceğini ona göstermek istediğimde; eğer yeniden yazmak istemiyorsam, bunu yapabilecek bir başkasını bulacağını sert bir şekilde söyledi! Burnumdan soluyordum. Mektubu yeniden yazmak için daktilomun başına oturduğumda birden, yaptığım bu işi seve seve yapmaya hazır pek çok kızın olabileceği aklıma geliverdi. Zaten bana bu işi yapmam için bir aylık ödeniyordu. Kendimi daha iyi hissetmeye başladım. İşimi sevmiyorsam da seviyor gibi davranmaya karar verdim ve şu önemli sonucu keşfettim: İşimi seviyormuş gibi davrandığımda, yaptığım işten bir dereceye kadar keyif alabiliyordum. Yine işten keyif aldığımda daha hızlı çalışabildiğimin farkına vardım. Artık işimi tamamlayabilmek için fazla mesai yapmama pek gerek kalmıyor. Bu yeni tavrım, çalışkan biri olarak ün kazanmama neden oldu. Departman üst düzey yöneticilerinden biri özel sekretere ihtiyacı olduğunda görevi bana teklif etti ve benim ek işleri bile surat asmadan, istekle yürüttüğümü söyledi." Bayan Golden mektubunu şöyle bitiriyor: "Olaylara bakış açımdaki değişikliğin verdiği güçle benim için son derece önem taşıyan bir şey keşfetmiş oldum. Bu benim yaşamımda mucizeler yarattı." Bayan Golden, Profesör Hans Vaihinger'ın mucizeler yaratan "sanki gibi" tekniğini kullanmıştı. Prof. Vaihinger bize, "sanki mutluymuşuz gibi" davranmamızı öğretmişti.. Eğer işinize ilgi duyuyor gibi davranırsanız. Bu rolünüz gerçekten de işinize ilgi duymanızı sağlayacaktır. Yorgunluğunuzu, geriliminizi ve kaygılarınızı gidermenize de yardımcı olacaktır.

19 Birkaç yıl önce; Harlan A. Howard yaşamını tamamen değiştirecek bir karar verdi. Sıkıcı işini ilginç bir hale getirecekti. Gerçekten de sıkıcı ve renksiz bir işi vardı; bulaşıkları yıkıyor, tezgâhı ovuyor, diğer delikanlılar top oynayıp kızlarla şakalaşırken o, lisenin yemekhanesinde kâselere dondurma dolduruyordu. İşini sevmiyordu, ama yapabileceği başka şey de olmadığından dondurma ile ilgilenmeye karar verdi. Dondurma nasıl yapılıyordu, içine neler koyuluyordu? Niçin bazı dondurmaları öbürlerinden daha lezzetliydi? Harlan, dondurmanın kimyasal yapısını araştırırken lisenin açtığı kimya kursunu birincilikle bitirdi. Gıda kimyasına olan ilgisi öylesine artmıştı ki Massachusetts Eyalet Koleji'ne yazılarak gıda teknolojisi alanında uzmanlaştı. New York Kakao Endüstrisi'nin tüm öğrencilere açık "Çikolata ve Kakaonun Kullanımı" konulu yazı yarışmasının 100 dolar ödülünü kim kazandı dersiniz? Evet, bildiniz: Harlan Howard! Harlan bir iş bulmanın çok zor olduğunu görünce Massachusetts, Amhersfteki evinin bodrum katında özel bir laboratuvar açtı. Bundan kısa bir süre sonra yeni bir kanun çıktı. Bu kanuna göre sütteki bakterilerin sayımı gerekiyordu. Harlan A. Howard çok geçmeden, Amherst'eki on dört süt şirketinin bakteri sayımını yapmaya başladı ve kendine iki asistan tuttu. Bundan yirmi beş yıl sonra Harlan nerede olacak?,o zaman bugün gıda sektöründe işin başında olanlar ya emekli ya da ölmüş olacaklar. Harlan A.'"Howard da büyük bir olasılıkla mesleğinin liderlerinden biri durumuna gelecek. Bir zamanlar tezgâh arkasında dondurma sattığı okul arkadaşları ise işsiz güçsüz, ekşimiş suratlı, kendilerine hiçbir fırsat tanınmadığı için yakınarak hükümete lanetler yağdıran tipler olacaklar. Eğer Harlan A. Howard da sıkıcı bir işi ilginç hale getirmeye karar vermemiş olsaydı, onun da şansı olmayacaktı.. Yıllar önce yine sıkıcı bir işi olan bir başka genç adam vardı. Bir fabrikada torna arkasında' durup cıvatalara diş açan bu gencin adı Sam idi. Sam işi bırakmak istiyor, ama başka bir iş bulamamaktan korkuyordu. Bu sıkıcı işi yapmak zorunda olduğuna göre, işi ilginç hale getirmeye karar verdi. Yanındaki makinenin operatörü ile aralarında bir yarış düzenledi. Operatör cıvatanın yüzeyindeki pürüzü düzeltecek, Sam de cıvatayı ayarlayıp dişini açacaktı. Arada sırada makineleri durdurup kimin daha fazla cıvata işlediğine bakacaklardı. Sam in titiz ve hızlı çalışmasından etkilenen ustabaşı bir süre sonra ona daha iyi bir iş verdi. Bu bir dizi terfiinin başlangıcı oldu. Otuz yıl sonra Sam, Samuel Vauclain, Baldwin 'Lokomotif Sanayii'nin başkanı olmuştu. Eğer sıkıcı bir işi ilginç hale getirmeye karar vermemiş olsaydı, hala bir tornacı olarak kalacaktı.

20 Ünlü radyo haberleri yorumcusu H.V. Kaltenbom bir keresinde' bana sıkıcı bir işi nasıl ilginç hale getirdiğini anlatmıştı. Yirmi iki yaşındayken sığır taşıyan bir şilepte çalışmış ve hayvanları sulayıp yemleme işini yüklenerek Atlantik Okyanusu'nu aşmıştı. Önce İngiltere'de bir bisiklet turu yaptıktan sonra Paris'e geldiğinde cebinde beş 'parası yoktu ve karnı açtı. Fotoğraf makinesini beş dolar karşılığı rehine verdikten sonra The New York Herald gazetesinin Paris baskısına bir ilan vererek stereoptik makinelerin satışına başlamıştı. Gözünüze dayayarak birbirinin aynı iki resme bakmamızı sağlayan o eski moda stereoskopları hatırlıyorum. Bakarken bir mucize oluyor, iki resim üç boyutlu tek bir resim haline geliyordu. Derinliği algılıyordunuz ve perspektif duygunuz uyarılıyordu. Ne diyordum? Evet, Kaltenbom, Paris'te kapı kapı dolaşarak bu makineleri satmaya başlamıştı, ama Fransızca bilmiyordu. Buna rağmen ilk yıl beş bin dolar komisyon kazanarak o yıl Fransa'nın en iyi ücret alan pazarlamacısı oldu. H.V. Kaltenbom, bu deneyimin ona Harward Üniversitesi'nde bir yıllık eğitimin kazandıracağı kadar başarı ve yetenek kazandırdığını söyledi. Öyle ki bu deneyimin sonucunda Fransız ev hanımlarına Amerika Meclis Tutanaklarını bile satabileceğini söylüyordu. Bu deneyim onun Fransız yaşantısını yakından tanımasını sağlamış ve radyoda Avrupa da yaşanan olayları yorumlarken ona yardımcı olmuştu.. Kaltenbom, Fransızca konuşamadığı halde nasıl usta bir pazarlamacı olmuştu? Patronuna satış için gerekli olan cümleleri mükemmel bir Fransızca ile yazdırmış ve sonra onları ezberlemişti. Kapıyı çalıyor, karşısına çıkan Fransız ev hanımına son derece komik bir aksan ile ezberlediği satış cümlelerini sıralıyordu. Sonra resimleri gösteriyor, karşısındaki kişi bir soru sorarsa omuzlarını kaldırıp, "Amerikalı... Amerikalı..." diye yanıtlıyordu. Şapkasını çıkarıyor ve şapkasının tepesine yapıştırdığı, mükemmel bir Fransızca ile yazılmış olan satış metnini gösteriyordu. Ev hanımı gülüyordu; Kaltenbom da gülüyor ve birkaç resim daha gösteriyordu. H. V. Kaltenbom bana bunları anlatırken aslında işin göründüğü kadar kolay olmadığını itiraf etti. Bana bu işten başarı ile sıyrılmasının tekbir nedeni olduğunu; bunu işi ilginç bir hale getirme konusundaki kararlılığı ile gerçekleştirdiğini anlattı. Her sabah satış için dışarı çıkmadan önce aynaya bakıp kendisine bir moral nutku çekiyordu: "Kaltenbom, eğer karnını doyurmak istiyorsan bu işi yapmak zorundasın. Mademki bunu yapmak zorundasın, o halde niçin bu işi yaparken keyif almaya çalışmıyorsun? Her kapıyı çaldığında sahne ışıklarının önünde duran bir aktör olduğunu ve seyircilerin seni izlediğini hayal et. Ne de olsa yaptığın iş sahnedeki bir komedyenin rolü kadar komik. Bu nedenle niçin elinden geldiği kadar cana yakın ve coşkulu olmuyorsun?"

21 Bay Kaltenbom bana bu günlük moral nutuklarının onun sıkıcı bulduğu ve nefret ettiği işi bir serüven haline dönüştürerek yüksek kazanç elde etmesini sağladığını anlattı. Bay Kaltenbom, kendisine başarıyı kucaklamak isteyen Amerikalı genç işadamlarına bir önerisi olup olmadığını sorduğumda, "Her sabah kendi kendinizle konuşun. Pek çoğumuzun gün boyu yarı uykulu dolaşmasını önlemek için sabahları bizi uyandıracak fiziksel egzersizlerin öneminden söz ederiz. Oysaki daha fazlasına ihtiyacımız vardır; ruhsal ve zihinsel egzersizler bizi canlandırır. Her sabah kendinize bir nutuk çekin," dedi. Her sabah kendinizle konuşup nutuk çekmek size çok yapmacık veya çocukça mı geliyor? Aslında düşünülecek olursa bu, sağlıklı bir ruh halinin temel öğesidir. "Yaşam, onu şekillendiren düşüncelerinizden ibarettir. " On sekiz yüzyıl önce olduğu gibi, bu sözler bugün de geçerlidir. Marcus Aurelius'un Meditations (Meditasyonlar) adlı kitabında yazdığı gibi: "Yaşam onu şekillendiren düşüncelerimizden ibarettir.'" Gün boyunca, her saat başı kendi kendinizle konuşarak kendinizi cesaret ve mutluluk veren düşüncelere yönlendirebilirsiniz. Elde, ettiğiniz için şükretmeniz gereken şeyler konusunda kendi kendinizle konuşarak zihninizi sizi yücelten ve keyifle şakıyan düşüncelerle doldurabilirsiniz. Doğruları düşünerek her işi daha zevkli bir hale getirebilirsiniz. Patronunuz sizin işinize ilgi göstermenizi, ona daha çok para kazandırmanızı beklemektedir. Patronunuzun ne istediğini bir tarafa bırakalım; siz sadece işinizin ilgi çekici bir duruma gelmesiyle neler kazanabileceğinizi düşünün. Uyanık olduğunuz saatlerin yarısını işte geçirdiğinize göre, yaşamdan' elde edeceğiniz' mutluluğun ikiye katlanacağını ve eğer işinizde mutlu olamazsanız başka hiçbir yerde mutlu olamayacağınızı kendinize hatırlatın. İşinize ilgi duyarsanız kaygılarınızdan kurtulacağınızı ve bir süre sonra işinizde yükseleceğinizi, gelirinizin artacağını unutmayın. Hiçbiri gerçekleşmese bile en azından yorgunluğunuz en alt düzeye inecek ve iş dışındaki saatleriniz keyifli geçecektir. 5. SİZE BİR MİLYON DOLAR VERSELER ELİNİZDEKİLERİ VERİR MİYDİNİZ? (Sorunlarınıza üzülmek yerine sahip olduklarınıza şükredin.) Harold Abbot'u yıllardır tanıyorum. Kendisi Missouri, Web City de, otururdu. Benim konferans danışmanlarımdan biriydi. Bir gün Kansas City'de buluştuk ve beni arabasıyla Missouri Belton'daki çiftliğine, götürdü. Yolculuğumuz sırasında kendisine üzüntü ile nasıl baş ettiğini sordum. Bana asla unutamayacağım ilginç bir öykü anlattı.

22 "Her şeye üzülür, kaygılanırdım," diyerek söze başladı. "1934 yılında bir bahar günü, Web City de West polfgherty Sokağı'nda yokuş aşağı yürürken öyle bir manzara ile karşılaştım ki tüm kaygılarım uçup gitti. Her şey on saniye içinde olup bitti, ama ben nasıl yaşamak gerektiği konusunda son on, yılda öğrendiğimden çok daha fazla şey öğrendim. İki senedir Web City'de bir bakkal dükkânı işletiyordum. Tüm birikimlerimi kaybettiğim gibi ancak yedi yılda geri ödeyebileceğim kadar da borçlanmıştım. Bakkal dükkânını bir önceki cumartesi günü kapatmıştım. Kansas City'ye gidip yeni bir iş aramak için, Merchant and Miners Bankası na ödünç para istemeye gidiyordum. Dayak yemiş bir insan gibi yürüyordum. İçimdeki tüm savaşma gücünü, inancımı kaybetmiştim. Derken birdenbire ileriden bacakları olmayan bir adamın geldiğini gördüm. Adam, altına tekerlek görevi görecek patenler' çakılmış bir tahta platform üzerinde oturuyordu. Her iki elindeki ahşap blokların yardımıyla ilerliyordu. Ona rastladığımda karşıdan karşıya geçmişti ve yaya kaldırımına çıkmak için beş on santimlik kaldırım taşını aşmaya çalışıyordu. Platformunun ucunu eğdiği sırada göz göze geldik. Beni yüzünde kocaman bir gülümsemeyle selamladı. 'Günaydın, beyefendi. Ne güzel bir gün değil mi?' dedi. Orada durmuş ona bakarken birdenbire ne kadar zengin olduğumu fark ettim. İki bacağım vardı. Yürüyebiliyordum. Kendime acıdığım için utanç duydum; 'Eğer d bacakları olmadığı halde böyle mutlu, şen ve kendine güvenen biri olabiliyorsa, ben iki bacağımla elbette olabilirim,' dedim; Daha o sırada bükük belim doğrulmuş; göğsüm kabarmıştı. Merchants and Miners Bankası'ndan sadece 100 dolar istemeyi tasarlamıştım, ama artık 200 dolar isteyecek kadar cesaretim vardı. Onlara Kansas City, ye gidip iş bulmaya çalışacağımı söyleyecektim. Şimdi ise Kansas City'ye işe girmeye gideceğimi göğsümü gere gere söyleyebilirdim. İstediğim krediyi aldım ve bir iş buldum. "Şimdi banyomdaki aynanın üzerinde aşağıdaki dizelerin yazılı olduğu kâğıt duruyor ve ben her sabah tıraş olurken bunu okuyorum: "Rastlayana kadar bacakları olmayan bir adama;, Üzülüyordum ayakkabı alamıyorum diye ayaklarıma." Eddie Rickenbacker'e, Pasifik Okyanusu'nda kaybolduklarında, bir cankurtaran salı üstünde yirmi bir gün boyunca arkadaşlarıyla oradan oraya sürüklenirken aldığı en önemli dersin ne olduğunu sormuştum. "Bu' deneyim sonucu aldığım en büyük ders şu oldu; eğer içebileceğiniz kadar suyunuz ve yiyebileceğimiz kadar yiyeceğiniz varsa, yakınmanızı gerektirecek başka hiçbir şey yok demektir," demişti.

Daha göster

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır